Posts Tagged İmamoğlu
Solculuk meselesi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 15/12/2025
13 yıl boyunca Kılıçdaroğlu’nu, Erdoğan’la dincilikte ve sağcılıkta yarışmaya çalıştığı için eleştirdim. Türban ve laiklik açıklamalarından Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermesine kadar tüm hataları, Erdoğan’la Erdoğan’ın kulvarında yarışmaya çalışmasındandı.
Özel-İmamoğlu ikilisi de Erdoğan’la Atlantikçilikte yarışmaya çalışıyor. Halbuki orası da Erdoğan’ın kulvarı. Şimdi de ikiliyi “Erdoğan’la Atlantikçilikte yarışamazsınız” diye ve dahası “ABD’ye Erdoğan’dan daha yararlı Atlantikçilik yapamazsınız” diye eleştiriyorum.
Özel-İmamoğlu’nun ana mesajı
Kimi CHP’liler, Özel-İmamoğlu’nun aslında “biz AKP’den daha Atlantikçiyiz” mesajı vermediğini, benim ikilinin açıklamalarını bağlamından kopartarak yorumladığımı iddia ediyor. Bu köşeye açıklamaların bütününü sığdırmam elbette mümkün değil ama ikilinin CNN’den BBC’ye ve Foreign Affairs’e kadar tüm Batı mecralarına yaptığı açıklamaların toplamı, özetle “biz AKP’den daha Atlantikçiyiz” mesajını içeriyor.
Özgür Özel’in CNN’e “Batı ile entegrasyonu ve NATO ile güçlü bir ittifakı biz destekliyoruz ama iktidar bunun önünde bir engel” demesi ve BBC’ye “İngiltere ve İşçi Partisi nasıl sessiz kalır? Terk edilmişlik hissediyoruz” sözleri ile İmamoğlu’nun Foreign Affairs’a yazdığı “Türkiye’yi ABD’nin öngörülebilir ortağı yapma vaadi” birbirinin bütünleyenleridir.
Bu açıklamalar yokmuş gibi davranmanın, bu açıklamaları “aslında o anlama gelmiyor” diye bükmenin, CHP’ye bir yararı yok.
CHP’nin iki kodu
Kılıçdaroğlu Erdoğan’la dincilik-sağcılık kulvarında, Özel-İmamoğlu da Erdoğan’la Atlantikçilik kulvarında yarışamaz, kaybeder.
Peki hangi kulvarda kazanır? Aslında yanıtını dünkü pazar makalesinde, farklı bir amaçla da olsa Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum verdi.
Oraya geleceğiz ama meramımı anlatabilmek için önce şu tarihsel gerçekleri anımsatmalıyım:
CHP, emperyalizme karşı mücadeleden doğan bir partidir ve kuruluş ana kodlarından ikisi, antiemperyalizm ve bağımsızlıkçılıktır. (Ki bu solculuktur.) CHP bu kodlarıyla seçim kazanan ama bu kodları aşındıkça seçim kaybeden bir partidir.
CHP 1946 sonrası Atlantikçi çizgiye girmeye başlayınca bu kodları zayıfladı ve 1950, 1954 ile 1957 seçimlerini kaybetti. CHP ancak 1961’de, o da sadece yüzde 2 farkla seçimi kazanabildi. Ama bunda etkili olan faktörler, DP’nin dış politikada Atlantikçiliği zirveye taşıması ve iç politikada ağır baskı rejimi kurması ve 27 Mayıs’tı. Nitekim CHP sonraki 1965 ve 1969 seçimlerini kaybetti.
73-77 dersleri
Sonraki iki seçim, 1973 ve 1977 seçimleri derslerle doludur. CHP bu iki seçimi kazanabildi. Çünkü Türkiye’de bir halk hareketi yaşanıyordu, sosyalist sol güçlüydü. Öyle ki CHP de “ortanın solu” olmak durumunda kalmıştı. Kıbrıs Barış Harekatı, ABD’yle ambargo restleşmeleri, ABD’yle üs ve afyon çarpışmaları, antiemperyalist zeminde CHP’ye iki kez seçim kazandırmıştı.
Sonrasında 1983, 1987, 1991, 1995 ve 1999 seçimlerini CHP kaybetti. 1999’da, 28 Şubat zemininde Ecevit’in DSP’si birinci parti oldu. AKP’li yıllarda ise CHP’nin kazanabildiği tek bir genel seçim yok.
Görüldüğü üzere CHP solculaştığında ve antiemperyalist tutum aldığında seçim kazanıyor, sağcılaştığında ve Atlantikçilik yaptığında seçim kaybediyor.
Uçum’un makalesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en etkili başdanışmanı Mehmet Uçum, bir süredir pazar makaleleri yazıyor. Bu haftaki konusu “sol”du. Makalenin, üstelik konumuzla da ilgili olan tuhaflığıyla başlayayım: Uçum, AKP’nin pek çok politikasını sol, Erdoğan’ı da solcu ilan ediyor! Solculuk bu kadar kaybettiren birşey ise danışmanı neden Erdoğan’a solculuk yakıştırıyor?
Uçum’un makalesinin biri geniş, diğeri dar iki anlamı var.
Dar anlamı şu: Uçum solun öncelikle AKP-MHP-PKK açılımına, ardından da Yeni Anayasa sürecine destek vermesi gerektiğini savunuyor. Peki Saray neden solun açılıma desteğine ihtiyaç duyuyor. Solsuz açılım yürümüyor mu? Aslında Saray ve PKK, sosyalist soldan Kemalist ve ulusalcı CHP’ye kadar tüm siyasal ve toplumsal kesimleri sürece dahil etmek istiyor. Çünkü Saray biliyor ki bu kesimlerin rızasını almayan bir açılım meşru olamayacak.
Geniş anlamı ise şu: Uçum, kısa ekonomi-politik analizinde kamuculuğun güçlenmesine, devletçilik ve planlı ekonomi uygulayan ülkelerin büyümesine, sosyal devlet anlayışının yükselmesine ve demokrasinin önemine işaret ediyor. Bunlar sol siyasetin içindedir.
Tüm CHP’lilerin üzerinde düşünmesi gereken şudur: “Erdoğan’ın bile solculuk yaptığı” iddia edilirken, CHP’nin hâlâ Atlantikçilik mesajları vermesi, iki kere yanlıştır. Bu yanlıştan dönmemek, CHP’nin AKP’yi yenme fırsatını tepmesine neden olabilir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Aralık 2025
ABD İmamoğlu’nu kurtarabilir mi?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/12/2025
CHP’nin yaşadığı hukuksuzluk nedeniyle Batı merkezlerinden destek arama çizgisinin işe yaramadığı görülmüyor mu? Tersine bu çizginin içeride CHP’nin elini zayıflattığı anlaşılmıyor mu?
Bu kaçıncı?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu defalarca Batı’ya “AKP’nin bize yaptığı hukuksuzluğa karşı çık” mesajı verdiler, sayısız kere “bizi yalnız bırakmayın” çağrısı yaptılar. Karşılığında “Biz AKP’den daha Batıcıyız, daha Atlantikçiyiz, daha NATO’cuyuz” teminatı bile verdiler.
En acısı, İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in ve İngiliz İşçi Partisi’nin vermediği destek nedeniyle, “terk edilmişlik hissettiklerini” bile söyleyebildiler!
İmamoğlu’nun Atlantikçiliği
Batı’dan destek arama çizgisinin işe yaramadığı defalarca görüldüğü halde, İmamoğlu bir kez daha Washington’a sesleniyor; hem de CFR’nin dergisi Foreign Affairs’dan…
Neler söylemiyor ki…
– Türkiye için Avrupa ile daha yakın entegrasyon ve güncellenmiş Gümrük Birliği “çaresi” açıklıyor.
– AKP’nin Rusya’dan S-400 almasını eleştiriyor, “S-400 konusunun yarattığı hasarın onarılmasını” istiyor.
– İktidarın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini geciktirmesini eleştiriyor.
– AKP’nin Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdığını, ABD’yle ilişkileri gerdiğini ve NATO içindeki güvenilirliğini zayıflattığını savunuyor.
– Asya’ya, Rusya’ya, Çin’e, temel ihtiyaçlar dışında mesafeli olmayı savunuyor.
– Kıbrıs’ta “her iki tarafı” suçlayarak, yeni bir çözüm süreci istiyor.
– ABD ve AB’yle Akdeniz’de “uyum” istiyor!
– Türkiye’yi ABD’nin “öngörülebilir” bir ortağı yapmayı vaat ediyor.
CHP Erdoğan’ı yanlış tahlil ediyor
İnanılır gibi değil. Şu listeyi kimin önüne koysanız, ABD’nin Ankara Büyükelçisinin Türkiye’den talepleri sanır!
Mesele şu: İmamoğlu bu Batıcı çizgiyle tüm engelleri aşıp aday olduğunda seçim kazanabilir mi? İmamoğlu Erdoğan’la Batıcılıkta, Amerikancılıkta, Avrupacılıkta yarışarak onu yenebilir mi?
Hiç mi Kılıçdaroğlu’nun seçime üç gün kala Rusya karşıtlığı yapmasının yanlışlığı anlaşılmadı?
Erdoğan’ın dış politikası hiç mi çözümlenemedi? Erdoğan’ın Rusya ve Çin’le ilişkileri nasıl olur da “Batı karşıtlığı” diye okunabilir? Tersine Erdoğan Rusya ve Çin’le ilişkilerini, ABD’yle ilişkilerine kaldıraç yapmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın Neo-Abdülhamitçi dış politikası özetle şudur: Rusya’yla işbirliği yaparak kendisine bölgede alan açmak, bunu ABD’yle ilişkilerinde kaldıraç olarak kullanmak ve bu ilişkileri AB ile dengelemeye çalışmak.
Çare Washington’da değil, Saraçhane’de
Hiç eğip bükmeye gerek yok. İmamoğlu’nun mesajı ABD’ye “beni kurtar” mesajıdır, “karşılığında daha Amerikancı bir yönetim kurarım” vaadidir.
Yazık ki İmamoğlu, kendisinin Rahip Brunson gibi Trump tarafından kurtarılabileceğini sanıyor. Yazık ki İmamoğlu Trump’a “ben Erdoğan’dan daha Atlantikçiyim” mesajı verince, Washington tarafından tercih edileceğini sanıyor!
Oysa tersine, ABD, kim ne vaat ederse etsin, sahaya yansıması bakımından, işlevi bakımından, yararı bakımından, AKP’den daha Atlantikçi bir partinin şu konjonktürde olamayacağını biliyor. CHP “ben daha Atlantikçiyim” dese bile, Washington, pratikte CHP’nin AKP’den daha fazla ve yararlı bir Atlantikçilik yapamayacağını gayet iyi biliyor.
Zira Erdoğan partisini ve tabanını Atlantikçiliğin her türlüsüne ikna edebilir ama Özel-İmamoğlu ikilisi CHP içindeki bağımsızlıkçı, antiemperyalist, yurtsever, Kemalist damarı ikna edemez.
Sonuç olarak İmamoğlu’nu ABD kurtarmaz, kurtaramaz ama Saraçhane Cephesi kurtarabilir. Tabii o cepheyi Batıcı çizgisiyle eritmezse!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Aralık 2025
Yeni rejim iddianamesi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/11/2025
Başsavcılığın 3.900 sayfalık İmamoğlu iddianamesi, özü itibariyle sarayın “yeni rejim inşa” iddianamesidir.
Dosyanın daha savcısı ve soruşturması bile yokken saraydan CHP ve Ekrem İmamoğlu’na yönelen suçlamalar, iddianamenin özünü oluşturmaktadır. Hatta doğrudan Erdoğan’ın kullandığı “ahtapotun kolları” türünden nitelemeler bile iddianamenin iddiası olmuştur.
AKP’ye seçim kazandırma iddianamesi
İmamoğlu’nu ve yeni CHP yönetimini hedef alan operasyonlar ve iddianamesi, ikinciliğe gerileyen AKP’ye seçim kazandırma, AKP’yi yeniden birinci parti yapma iddianamesidir.
“Aziz İhsan Aktaş suç örgütüne yönelik hazırlanan 578 sayfalık iddianame, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilerek tensip zaptı hazırlandı. (…) Davanın ek klasörlerine yansıyan bilgilere göre, yargılamanın azami 2520 günde tamamlanması hedefleniyor.” (Cumhuriyet, 11.11.2025)
2520 gün, yaklaşık 7 yıl yapıyor. Açık ki Cumhurbaşkanlığı seçimi rahat rahat geçip gidene kadar dava sürsün isteniyor.
Evet, bu iddianame, iktidara seçim kazandırma amaçlı iddianamedir. O kadar öyle ki rakip, iddianamede seçim kazanmakla, cumhurbaşkanı adayı olmak için CHP’yi ele geçirmekle suçlanabilmektedir!
CHP içeri PKK dışarı
İddianame, aynı zamanda medyaya balyoz operasyonudur. Soner Yalçın’dan Şaban Sevinç’e gazeteciler doğrudan İmamoğlu lehine haber yapmakla suçlanmaktadır. Bu gazeteciler hedef alınarak, diğer gazeteciler de otosansüre zorlanmaktadır.
Yine İmamoğlu’nun hedef alındığı casusluk soruşturması da Tele1’i ve Merdan Yanardağ’ı susturma operasyonudur. (Yanardağ’ı iki yıl önce Öcalan’a övgüden (!) tutukladılar, bugün ise Tele1’i, diğer nedenlere ek olarak, Öcalan, açılım karşıtı yorumcularından ve yayınlarından rahatsız olduğu için susturdular!)
Öcalan demişken…
Öyle satır satır iddianame okumaya bile gerek yok. İktidar yeni rejim inşa etmeye çalışıyor ve engel olarak gördüğü “kurucu parti CHP’yi” tasfiye etmeye çalışıyor.
Ne acı ki “kurucu önder” Atatürk’ün partisi CHP’nin kapatılmaya çalışıldığı ama Bahçeli’nin ifadesiyle PKK’nin “kurucu önderi” Öcalan’ın siyasetin ana aktörü yapıldığı bir süreç bu…
CHP’nin iki hatası
Bu, özü itibariyle bir yolsuzluk iddianamesi değildir ama CHP’nin “yeni CHP”ye “dönüşürken”, ideolojisi sulanırken, Altı Ok’u kırılırken, yolsuzlara, topuksuzlara, komisyonculara nasıl koltuk dağıtıldığının da acı bir belgesidir. Partiye doldurulan çürüklerin, çıkarcıların, liyakatsizlerin, hırsızların günü geldiğinde nasıl kullanılabildiklerinin belgesidir. Bu CHP’nin birinci büyük hatasıdır ve umarım CHP bundan ders çıkarabilir.
CHP’nin ikinci hatası ise iktidarın “belediyeleri silkeleme” operasyonuna “normalleşme” ile çare arayan “liberal” tutumuydu, önemli oranda düzeltti. İktidar, belediyelerin elindeki mülklere el koyarak, kendi dönemine ait borçların tahsilatı için baskı kurarak, belediyeleri halkın gözünde çalışamaz göstermeye çalışarak operasyonun ilk aşamasını uygularken, Özgür Özel ve ekibinin buna “yanıtı”, “iktidarla normalleşme” arama olmuştu. Hatta CHP yönetimi 30 Ekim 2024’te Esenyurt Belediyesine ilk operasyon yapıldığında bile işin esasını tam olarak göremedi ve ancak 19 Mart’ta asıl meseleyi yakalayabildi.
Amaç CHP’yi tasfiye etmek
Sonuç olarak “Yeni CHP”nin arızaları, AKP’nin elinde koz oldu. Ancak bu, iddianamenin esasının yolsuzluk olduğu anlamına gelmiyor. Tıpkı Ergenekon-Balyoz iddianamelerinde olduğu gibi torbada arızalar ve arızalılar hep olur ama bu meselenin esası değildir, tersine meselenin esasını perdemele araçlarıdır, meseleyi maskeleme amaçlıdır.
Ergenekon-Balyoz kumpaslarının temel hedefi TSK’yi budamak ve Ulusalcı akımı zayıflatmak, dahası dönüştürmekti. Bu iddianamenin temel hedefi ise CHP’yi ve Erdoğan’ın rakiplerini tasfiye etmektir, Kemalistleri ve Cumhuriyetçileri etkisizleştirmektir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Kasım 2025
Trump ve Erdoğan’ın 2028 amacı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 25/10/2025
ABD Başkanı Donald Trump’ın akıl hocalarından Steve Bannon Economist dergisine açıkladı: “Trump (anayasaya aykırı da olsa) 2028’de başkan olacak. Üçüncü dönem başkanlık yapacak. İnsanlar buna alışmalı çünkü ABD’nin onun başkanlığına ihtiyacı var. Başladığımız işi bitirmeliyiz.”
Ne kadar tanıdık durum ve sözler. Benzerini “Küçük Amerika”da da yaşıyoruz. Burada da “Türkiye’nin bir dönem daha Erdoğan’ın başkanlığına ihtiyacı olduğu” iddia edilerek, anayasayı atlayacak bir yol ya da yeni anayasa aranıyor.
Cumhurbaşkanlığı savaşı
30 yıllık diploma, yolsuzluk iddiası, terörle iltisak suçlaması, arada sayısız hakaret davası ve son olarak da dün sabah açılan casusluk soruşturması…
Tüm bunlar, Erdoğan’ın kendisini üç kez yenen rakibini tasfiye operasyonudur. Bu davaların arasında hukuk aramak ve bulmak olası değil, zira hepsi siyasidir ve “bir dönem daha cumhurbaşkanlığı” içindir.
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sert olmuştur ama ilk kez bu çapta sertlik yaşanmaktadır. Esir ve rehin alınan CHP’lilerin sayılarına bakılırsa, bu kez “savaş” yaşanmaktadır.
İktidarın uzlaşı mesajı
Son operasyon, yani Ekrem İmamoğlu ve 2019’deki seçim kampanyasının direktörü Necati Özkan’ın casuslukla suçlandığı operasyon, CHP kurultayı davasında karar açıklanacağı günün sabahı yapıldı. Elbette tesadüf değil.
Demoklesin kılıcı gibi CHP genel merkezinin üzerinde sallanan bu davanın sonucu, kayyım testi yapılan İstanbul il kurultayı sonrasında merakla bekleniyordu. Çünkü iktidar o testte istediğini tam olarak alamamıştı; CHP İstanbul örgütünü bölememiş, dahası kayyım ve ekibi yalnızlaşmıştı. Ankara’da benzer görevi bekleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Gürsel Tekin’in düştüğü duruma düşmekten çok çekindiği konuşuluyordu kulislerde.
Ve onca ertelemeden ve kurultay savaşlarından sonra CHP’nin kurultay davası, olması gerektiği gibi düştü dün. Ama sabahında İmamoğlu’na casusluk soruşturması açılmıştı. Casusluk ki İBB’ye kayyım olasılığı oluşsun!
Tesadüf olmadığını yineleyerek ikisinin toplamının iktidardan Özgür Özel’e şöyle bir mesaj anlamına geldiğini belirteyim: “Diploma, terör, yolsuzluk, üstüne casusluk soruşturması açtık, dosyaların içinin boş olmasının bir önemi yok, Ekrem İmamoğlu’nu unut, aday yaptırmayacağız. Mansur Yavaş’a konser soruşturmasıyla mesajı verdik, ısrar ederse ona da operasyonlar yapacağız. Ey Özgür Özel, bak dava düştü, partini sana bırakıyoruz, İmamoğlu’nu da Yavaş’ı da bırak, sen onlarsız yürü.”
Uzlaşı aramak, iktidar cephesinde işlerin iyi gitmediğine işaret eder aslında. Çünkü geri adım atanın kaybedeceği bir mücadele bu…
2019 seçim sonucuyla mücadele operasyonu
Gelelim casusluk soruşturmasına. Gazeteci Merdan Yanardağ da bu soruşturmaya dahil edildi. Türkiye’deki sert siyasi mücadelenin her aşamasının Yanardağ’a dokunmaması olası değil, zira Tele1’in haberciliği etkili.
Bu soruşturmada da özetle İmamoğlu-Özkan-Yanardağ’ın “2019 yerel seçimlerinde yabancı istihbarat servisleri ile iştirak halinde seçimlerin manipüle edilmesi noktasında faaliyette bulunduğu” iddia ediliyor. Dayanak da üçlünün irtibatlı olduğu iddia edilen Hüseyin Gün. Bu şahsın ABD, İngiltere, İsrail dahil bir çok yere ajanlık yaptığını iddia ediyor Başsavcılık. Yanardağ, avukatına yaptığı ilk açıklamada bu şahsı tanımadığını söyledi.
Suriyeli muhaliflere destek suçlaması
Daha ilginci de şu: Başsavcılık şöyle diyor: “Hüseyin Gün’e ait olduğu değerlendirilen belgeler içerisinde (…) Suriye ülkesinde meydana gelen savaş ile alakalı muhalif grupların siyasi ve maddi olarak desteklenmeleri gerektiği yönünde içeriklerin (…)”
Satırları okuyunca, önce yanlış mı anladım diye, tekrar okudum. Başsavcılık, Suriye’deki muhalif gruplara siyasi ve maddi desteği, açık açık suç ve ajanlık faaliyeti kapsamında değerlendiriyor! İyi de bu durum Esad’ı destekleyen Merdan Yanardağ’ın lehine ve muhalifleri destekleyen iktidarın aleyhine değil mi?
Dedim ya diplomadan yolsuzluğa, terörden casusluğa, bu davaların içinde boşuna hukuk aramayın, mantık aramayın…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
25 Ekim 2025
Sosyalist hareketin inşası
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/10/2025
“Ne yapmalı” sorusuna Cumhuriyet yazarı Ergin Yıldızoğlu’nun yanıtı “CHP’yi destekle, laikliği ve Cumhuriyetçiliği savun, sosyalist hareketi inşa et” şeklindeydi. Gazetemizin kıdemli yazarlarından Prof. Dr. Emre Kongar, Yıldızoğlu’nun önermesini şu şekilde geliştirdi: “‘Reelpolitik’ adına, şimdilik CHP’yi eleştirerek destekle, Atatürk çizgisinde Laikliği, Antiemperyalizmi ve Cumhuriyetçiliği savun ve böylece sosyalist harekete destek ol.”
Üçlü önermeyi sadeleştirmekten yanayım: Çünkü antiemperyalizmi, laikliği ve cumhuriyetçiliği savunmak, birinci ve üçüncü önermelerin ortak paydası zaten. Bu üçünün olmadığı bir sosyalist hareket olası değil ve bu üçünü barındırmayan bir CHP iktidarının mevcuttan farkı olmaz. Dolayısıyla formülasyon “CHP’yi ‘eleştirerek’ desteklemek ve sosyalist hareketi inşa etmek” diye sadeleşebilir. Diğer yandan hem sosyalist olduğum için ama hem de son 23 yılın deneyimiyle, sosyalist hareketin inşasını, CHP’yi desteklemekten daha önemli buluyorum; dolayısıyla formülü, “sosyalist hareketin inşası ve CHP’yi sola çekerek desteklemek” diye ters çeviriyorum.
CHP’yi sola çekebilmek
Sosyalist hareketin sola çekemediği ve çareyi sürekli sağda arayan bir CHP’nin laiklik anlayışı da, antiemperyalizm anlayışı da ve bunlardan ötürü Cumhuriyetçilik anlayışı da ne yazık ki kurucu kodlarının dışına savruluyor.
“Laikliği tehlikede görmeyen”, Mustafa Kemal’in “çağdaş uygarlıkçılığı” yerine “kör Batıcılık” yapan bir CHP, AKP’nin 23 yıldır iktidarda kalabilmesini kolaylaştırmıştır.
İddiam o ki Türkiye’de güçlü bir sosyalist hareket olsa, CHP ne laikliği sulandırabilirdi ne de kör Batıcılık yapabilirdi. Türkiye’de sosyalist hareketin güçlü olduğu zeminde Ecevit’in CHP’yi ortanın soluna taşıyarak iktidar olduğu unutulmamalıdır.
CHP’lilerin Batı’ya mesaj kaygısı
İşte “kör Batıcılığın” son örneği: CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Nobel Barış Ödülü aldığı için Venezuelalı ”muhalif” Machado’ya övgü dolu bir kutlama mesajı yayınladı.
Oysa Machado muhalif değil, mandacıdır, emperyalizmin aletidir. Nitekim ödülünü ABD Başkanı Trump’a ithaf etti. ABD’nin Chavez ve Maduro’yu hedef alan CIA operasyonlarında rol aldı. İsrail’in Gazze’deki soykırımını savundu. Venezuela büyükelçiliğini Kudüs’e taşımayı vaat etti. Netanyahu’nun partisiyle “operasyonel ortaklık” anlaşması imzaladı.
Peki böyle birine İmamoğlu (ve ekibi) nasıl kutlama mesajı yayınlayabiliyor? Bu öncelikle CHP’deki ”kör Batıcılık” anlayışının yansımasıdır. İkincil olarak da Erdoğan’ı eksen alarak siyaset yapmanın sonucudur. “Madem Maduro’nun Erdoğan’la arası iyi, o zaman Maduro’ya kim karşıysa o desteklenmeli” çiğliğinin sonucudur. Aynı yavanlığı CHP’nin önceki yönetimi de sergilemişti; Kılıçdaroğlu, seçime üç gün kala Putin ve Rusya karşıtı bir çıkış yapmıştı.
DEM’in faşizan ruhu
CHP’nin bu tür yanlışlara savrulmasını önleyecek etkenlerden biri sosyalist hareketin varlığıdır. Ancak Türkiye’de sosyalist hareket birçok nedenle zayıfladı. Nedenlerden biri de PKK’nin Türk solunun bir kısmını gölgesine alarak solculuktan adım adım uzaklaştırmasıydı. Kuşkusuz o gölgeye girmeden mücadelesini sürdüren sosyalist örgütler var ve şimdilerde Cumhuriyetçilikle birleşerek güç topluyorlar. Cumhuriyetçiler Kurultayı, sosyalist hareketin inşası için önemli örneklerden biridir. Açılım ve DEM’in AKP ve MHP’yle işbirliği de gölgedeki kimi sosyalistlerin uyanmasını sağladı.
İktidara yaslanmanın rahatlığıyla daha açık konuşan DEM yöneticileri de uyanışı kolaylaştırıyor. “Öcalan medyanın dilinden rahatsız” diyen DEM yöneticisi Pervin Buldan’ın “Yargı AKP’nin elinde, açılıma karşı çıkan gazetecileri sustursun” özetli konuşması bu iktidara yaslanma rahatlığının tipik örneğidir. Öyle ki Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum bile bu “faşizan” öneri karşısında “antidemokratik uygulama istemek doğru değil” demek durumunda kaldı!
Başta belirtmiştim: AKP, MHP ve DEM’in açılım ortaklığı demokrasi ve özgürlük getirmez, daha ağır bir rejim oluşturur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Ekim 2025
Türkiye’nin ana muhalefet sorunu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 28/06/2025
1) AKP iyi yönettiği için değil, ana muhalefet partisi iktidar olabilme becerisi gösteremediği için 23 yıldır iktidardır.
2) Erdoğan’a başbakanlık yolunu CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, cumhurbaşkanlığı yolunu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu açtı. Yeni CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise “normalleşme” yanlışından dönerek Erdoğan’ın “sınırsız başkanlık” hevesinin önüne şimdilik barikat kurabildi.
3) Kılıçdaroğlu, Önder Sav’a dayanarak Deniz Baykal’ı, Gürsel Tekin’e dayanarak Önder Sav’ı, Erdoğan Toprak’a dayanarak Gürsel Tekin’i tasfiye etti ve bu böyle sürdü. ”Bir ekibi diğer ekibe kırdırma” yöntemi Kılıçdaroğlu’nu 13 yıl genel başkanlık koltuğunda, CHP’yi de sürekli ana muhalefette tuttu.
Partiler üzerinde vesayet
4) Kılıçdaroğlu 2014 seçiminde MHP lideri Devlet Bahçeli ile ittifak yaparak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, 2018’de de Muharrem İnce’yi cumhurbaşkanı adayı gösterdi. İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanlığına aday gösterip kaybeden Kılıçdaroğlu, İhsanoğlu’nun TBMM başkanlığı adaylığını desteklemedi. Muharrem İnce ise “adam kazandı” deyip seçim sonuçlanmadan ortadan kayboldu, CHP yönetimini suçladı, sonra CHP’den ayrılıp parti kurdu ve bu hafta yeniden CHP’ye döndü. 2014’te İhsanoğlu’nu, 2018’de İnce’yi aday göstererek CHP’ye seçim kaybettiren Kılıçdaroğlu, kazanılan İstanbul ve Ankara belediye seçiminin rüzgarıyla Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ın kazanma şansı yüksekken, 2023’te ısrarla kendisini aday gösterip CHP’ye yine kaybettirdi.
Vesayet operasyonu aktörü
5) İktidar, vesayet rejimiyle mücadele adı altında kendi rejimini inşa ederken, fiilen muhalefet partileri üzerinde de vesayet oluşturdu. Erdoğan, Demokrat Parti lideri Süleyman Soylu’dan HAS Parti lideri Numan Kurtulmuş’a, MHP lideri Devlet Bahçeli’den VP lideri Doğu Perinçek’e, pek çok siyasi lideri yanına çekebilmeyi başardı. Soylu ve Kurtulmuş doğrudan AKP’ye katılarak içeriden, Bahçeli “parti ittifakı” modeliyle, Perinçek ise dışarıdan propagandayla Erdoğan iktidarını destekledi.
6) Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın son parti vesayet operasyonunun doğal aktörü yaptı kendisini. CHP’ye defalarca seçim kaybettiren Kılıçdaroğlu, kurultayı kaybettikten sonra CHP birinci parti oldu. AKP, ana muhalefetin ilk kez iktidar olma şansı bulduğu bu sürece “belediyeleri silkeleme” ve “mahkemelik kurultay” ile müdahale etti. Kılıçdaroğlu, önce “partimi adliye koridorlarında tartışmam” kurnazlığıyla kendisinden beklenen “şaibe yok” açıklamasından kaçtı, ardından da “partiyi kayyuma bırakmam” kurnazlığıyla partinin başına geçme amacını ortaya koydu.
Erdoğan’ın şansı
7) CHP gazetecilerin, özellikle de CHP’li olmayan gazetecilerin yorumlarından ve eleştirilerinden yararlanmalı. Bu yorumcuların CHP’li olmaması CHP içindeki ekipler çatışmasının parçası olmaması, CHP için şanstır. Ancak CHP bu şansı ısrarla kullanmıyor. Örneğin İmamoğlu, kendisini Nagehan Alçı nedeniyle eleştiren gazetecilere parmak salladı, örneğin Özgür Özel kendisini Lütfü Savaş konusunda eleştiren gazetecilere “işinize bakın” dedi. Her iki konuda da sonuçlar ortada.
8) Peki bu kadar başarısızlığa rağmen, Kılıçdaroğlu nasıl oluyor da -belki de bölmek pahasına- üstelik mahkeme kararıyla partinin başına dönmek isteyebiliyor? Çünkü Kılıçdaroğlu biliyor ki bugün kendisine “AKP operasyonunun aktörü oldu” muamelesi yapan pek çok CHP’li, yarın genel başkan olunca, hiçbir şey olmamış gibi Kılıçdaroğlucu olacak. Çünkü Kılıçdaroğlu biliyor ki “seninleyiz” diyenler bir gecede nasıl Özelci, İmamoğlucu olabildiyse, yine bir gecede Kılıçdaroğlucu olabilir.
Kısacası Erdoğan’ın şansı CHP’nin bu özetlediğim durumudur. Ve bu durum son tahlilde ideolojiktir. CHP halkın ve Atatürk’ün partisi olabilmek için öncelikle “ideolojik arınma” yolunu izlemelidir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
28 Haziran 2025
Ankara’nın kulisleri
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 20/04/2025
Ufuk Ötesi okurları bilir, kulis yazmam. Çünkü hem kulislerde pek bulunmam, hem de bu tür kulis haberlerinin subjektif olduğunu değerlendiririm.
Ancak Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi olarak düzenlediğimiz “çok kutuplu yeni dünya” panelinin son hazırlıkları için üç gündür Ankara’daydım ve bu süreçte haliyle kulislere denk geldim.
O nedenle bugün iç ve dış politika kulisi yazacağım, zira uzun yıllardır Ankara’nın kulislerini ilk kez bu kadar hareketli gördüm.
’CHP’ye kayyum’ meselesi
“CHP’ye kayyum atanacak” propagandası, çarşamba akşamı katıldığım bir büyükelçilik resepsiyonunun en çok fısıltıyla konuşulan konusuydu. Yoğun bir şekilde ilginç bir “perşembe sabahına uyanılacağı” yorumları vardı.
Bana iki nedenle pek olası gelmedi. Birincisi CHP’yi salon partisi olmaktan çıkarıp onu meydan partisi yapmaya mecbur eden Saraçhane Cephesi, kayyum olasılığının önünü kapatmıştı bence. İkincisi, buna rağmen CHP’ye kayyum atamak, iktidarın siyasi ve ekonomik intiharı olurdu.
Kuşkusuz iktidarın içinde bir kanadın bunu ciddi ciddi düşündüğünün emareleri vardı aslında. Açık açık “karar alındı, FETÖ gibi CHP de tasfiye edilecek” diye yazıyorlardı çünkü. Üstelik “DEM’in normalleştirilip CHP’nin şeytanlaştırılması” ve “Öcalan’ın özgürlüğünün tartıştırılıp Ekrem İmamoğlu ve Ümit Özdağ’ın tutuklanması”, devletin çalışma prensibine de uyuyordu.
AKP ile MHP arasında çelişki var mı?
Ankara kulislerinin ikinci gözde konusu AKP ile MHP arasında bir çelişkinin olup olmadığıydı. Ağırlıklı olarak bir çelişkinin varlığına işaret ediliyordu. Devlet Bahçeli’nin gerek “İmamoğlu’yla ilgili mahkeme süreçlerinin ivedilikle görüşülüp karara bağlanması gerekmektedir” demesi, gerekse “CHP’ye kayyum hem doğru değil hem de mümkün değildir” sözleri, çelişkiye işaret edenlerin en güçlü argümanıydı.
Üstelik öncesine de işaret ediliyor: Örneğin Mardin Belediye Başkanlığına kayyum atanarak Ahmet Türk’ün görevden alınması ama Bahçeli tarafından “İmralı heyetinde olmasının” istenmesi, AKP ile MHP arasındaki çelişkilerden biri olarak savunuluyor.
Bu arada net olmayan şuydu: Bu çelişki, Bahçeli ile saray arasında mı, yoksa Bahçeli ile iktidarın bir kanadı arasında mıydı? İkincisini savunanların çoğunlukta olduğunu söyleyebilirim.
Dahası o kanadın, aslında Erdoğan sonrasına hazırlık yaptığı, mevzi kazanmaya çalıştığı da iddia ediliyor. Yani asıl çelişkinin AKP içinde olduğu belirtiliyor.
Erdoğan sonrası hesapları
AKP içinde Erdoğan sonrası hesaplarının yapılması normal. Zira Erdoğan şu anda zaten anayasaya aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanlığı yapmakta. Dördüncüsünü zorlayabilecek siyasi gücü ise artık yok, çünkü AKP birinci parti değil.
Öcalan üzerinden DEM Partisi katkılı yeni anayasa konusu ise o açmazın açarı olarak görülüyor.
İşte bu aşamada çeşitli senaryolar konuşuluyor. İddialardan biri şu: Yukarıda bahsettiğimiz AKP içindeki o kanat, açılımın ilerleyemeyeceğinden hareketle “Erdoğan’a yeniden başkanlık yolunun açılamayacağı” üzerine yatırım yapıyor. İşte Bahçeli ile asıl bu kanat arasında bir çelişki olduğu belirtiliyor.
Ve asıl önemlisi, bu kanadın yargıda gücü olduğu ve “kaosçu” bir çizgiyi savunduğu iddia ediliyor.
İçerinin dışarıya etkisi
Meselenin bir de dış boyutu var. Şöyle ki Erdoğan’ın yeniden başkanlığı ile anayasa arasında, anayasa ile açılım arasında, açılım ile Suriye arasında, Suriye’deki Türkiye politikası ile ABD ve İsrail politikaları arasında bağ var.
Bu durum, iktidarın ABD ve İsrail politikasını etkileyecek. İşte orada da AKP içinde ABD-İsrail’in “yeni Ortadoğu düzenine” eklemlenmek isteyenlerle sürecin önceki dönemde olduğu gibi “denge içinde” götürülebileceğini savunanlar arasında çelişkiler olduğu söyleniyor.
Ankara’nın kulisleri böyle işte. Dediğim gibi kulislerin subjektifliği yanıltıcıdır. O nedenle şöyle diyerek bitireyim: “Kulislere inanmayın, kulissiz de kalmayın.”
Ama asla unutmayın: Osmanlı’da oyun çoktur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Nisan 2025
16 Mart – 19 Mart bağı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 27/03/2025
İktidarın önünde, Türkiye’yi yarı-demokratik bir rejimle bile sokmayı başaramayacağı yeni bir stratejik görev mi var?
Sorunun daha net anlaşılması için anımsatayım: ABD’nin Türkiye’yi Irak için kuzey cephesi yapma talebine Ecevit hükümeti ve TSK direnmiş; Başbakan Yardımcıs Bahçeli’nin koalisyon hükümetini bozmasıyla erken seçime gidilmiş, Washington’un görevine talip olan AKP’nin seçimi kazanabilmesi için Atlantik sponsorlu kampanya yürütülmüş ve sonrasında da Türkiye’nin önüne ABD’nin 1 Mart 2003 tezkeresi konmuştu. Ancak Türkiye AKP’ye rağmen yine de direnmiş ve tezkere geçmemişti. Sonra BOP Eş Başkanı Erdoğan, başka bir yolla ABD’ye hava ve deniz limanlarını açmıştı. İşte Ergenekon ve Balyoz kumpasları, o gün ABD’nin Irak planına direnen Türk ordusunu, ABD tezkeresine karşı çıkanları, ulusalcıları, Kemalistleri ezme operasyonuydu, sonraki işlerin önünü açma operasyonuydu.
Trump’ın İran planı
ABD’nin şimdi de İran’ı hedef aldığı ama Irak, Libya ya da Suriye’den farklı olarak ağır bir baskılama/çevreleme stratejisi izleyeceği anlaşılıyor.
Trump’ın 1) Gazze planı, 2) Yemen’e başlattığı saldırı, 3) “yeni Suriye” inşası ve 4) İran’ı baskılama/çevreleme hedefi, bir bütün ve İsrail’in güvenliği içindir.
Trump, bu kapsamlı stratejisinde AKP hükümetini “kullanabileceğini” hesaplıyor. Washington’a göre Türkiye bu dört konunun üçünde belirleyici aktör durumunda; Gazze planı için Hamas üzerindeki nüfuzu, yeni Suriye inşasında çeşitli örgütler üzerindeki kontrolü ama daha önemlisi İran’ı çevreleme konusunda gücü ABD açısından kritik önemde.
Trump Erdoğan’la hangi konuda çalışacak?
Baştaki sorumuza dönersek, AKP hükümeti, bugünkü yarı-demokratik rejimle bile Türkiye’yi ABD adına İran macerasına sokabilir mi? İşte 16 Mart Trump-Erdoğan telefon görüşmesi ile 19 Mart’ta İmamoğlu’na yapılan operasyon arasındaki bağ, bu sorunun yanıtıyla ilgilidir.
Ne dedi Trump 16 Mart’ta Erdoğan’a: “Bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” (A. Selvi, Hürriyet, 21.3.2025). Nasıl yorumladı o görüşmeyi Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff: “Muhteşem ve dönüşümsel” (AA, 22.3.2025).
İşte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray’a giderek “dönüşecek” ilişki için imzalayacağı mutabakatlanın hazırlığı amacıyla Washington’da mevkidaşı Marco Rubio ile görüştü. Açıklamalardan Suriye’den Gazze’ye, Rusya-Ukrayna ateşkesinden Azerbaycan-Ermenistan barışına, Bosna-Hersek’ten Avrupa ve Karadeniz’e pek çok konunun ele alındığı anlaşılıyor. Bunları Trump’ın Erdoğan’a “sizinle çalışacağız” dediği “bölgesel ABD politikalarının” listesi diye de okuyabilirsiniz.
Ama asıl olan ayrıntıda…
İran’a karşı Türk-Kürt ittifakı
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, “Suriye’nin, İran’ın istikrar bozucu faaliyetlerinin güzergahı olmayacağı” konusunda Rubio ve Fidan’ın mutabık kaldığı belirtildi. Anımsayın, Fidan birkaç hafta önce de İran’ı bölgedeki faaliyetleri nedeniyle hedef almıştı ve konu Ankara-Tahran hattında gerilime neden olmuştu.
Öte yandan AKP-MHP’nin Öcalan açılımı ile Suriye’deki HTŞ-SDG anlaşması arasında doğrudan bir ilgi var. Bu süreçte bazı Kürt yayın organlarında İran’a karşı tarihi Türk-Kürt ittifakına işaret edilmesi dikkat çekiciydi.
Bunları tanımlayan bir de “başarı” listesi var. Trump’ın Erdoğan’a “bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” demesinin duyurulduğu yazıda belirtilen, “Erdoğan’ın hamlesiyle dengeler değişti: Baas bitti, Şii hilali çöktü, Rusların sıcak denizlere inme rüyası sona erdi” listesi, Türk-Amerikan ilişkilerindeki yeni “dönüşümsel” sürecin yönüne işaret etmektedir.
Bu stratejinin çalışması, haliyle Trump için Türkiye-İsrail normalleşmesini de gerektirmektedir.
Eylemlerin iki yönü
Görüleceği üzere iktidar, ABD stratejisine eklemlenerek, bir büyük göreve hazırlanıyor. Bunun için içeride siyasetin yeniden dizayn edilmesi, ana muhalefet partisinin yeni sürece uygun şekilde dönüştürülmesi, ihtiyaca uygun bir anayasa hazırlanarak sınırsız başkanlık yolunun açılması ve yeni göreve uygun yeni rejim inşası gerekmektedir.
23 yıl önce masada Irak tuzağı vardı, 23 yıl sonra masada İran tuzağı var.
Dolayısıyla milyonlarca yurttaşın “İmamoğlu’nun hukuku” konusunu aşarak “tek adam rejimi”ne karşı yürüttüğü “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” eylemleri, aynı zamanda Türkiye’yi “ulusal dış politika” zeminine çekme eylemleridir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Mart 2025
Sarayın kılıcı, halkın kalkanı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/03/2025
Günlerdir manşet atıyorlardı; yolsuzluk diyorlardı, milyarlarca lira diyorlardı, teröre 100 milyon dolar diyorlardı, PKK diyorlardı, FETÖ diyorlardı…
Sonuç? Savcılık iddianamesinin özeti şudur: Yüzde 80’i gizli tanık ifadelerinden oluşuyor, onlar da “ben görmedim ama birinden duydum” özetli dedikodular aslında.
Kalan yüzde 20 de “akrabalarınız arasında terör örgütü üyesi var mı” gibi hukuk dışı sorular ve bir takım siyasi suçlamalar.
Savcı var, sav yok
Günlerdir en fırtına koparılan konu örneğin, teröre 100 milyon dolar finansman sağlanması iddiası…
Bu süreci en iyi izleyen gazetecilerin başında gelen Ersin Eroğlu’ndan aktarayım: “Ekrem İmamoğlu, Emrah Şahan, Mahir Polat ve Mehmet Ali Çalışkan’ın şüpheli olduğu terör soruşturmasında emniyet ve savcılık ifadeleri ile hakimlik sorgusunu okudum. Bu isimler hakkında hazırlanan 58 sayfalık MASAK raporunu inceledim. ‘Teröre 100 milyon dolar’ manşetine dair ne soru, ne sorgu ne de bir delil vardı.”
Özetle, evet bir savcı var ama elle tutulur bir sav yok!
Başsavcılık açıklamasındaki o ifade
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması kararını şöyle duyurdu:
“Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen soruşturmalar kapsamında nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğince; Mali nitelikli soruşturma kapsamında şüpheli Ekrem İmamoğlu’nun suç örgütü kurmak ve yönetmek, rüşvet almak, irtikap, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve ihaleye fesat karıştırmak suçlarından tutuklanmasına; Şüpheli Ekrem İmamoğlu hakkında ise üzerine atılı silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan kuvvetli suç şüphesi bulunmakla birlikte mali nitelikli suçlardan zaten tutuklanmasına karar verildiğinden bu aşamada gerek görülmemekle talebin reddine karar verilmiştir.”
İmamoğlu’nun “mali suçlardan zaten tutuklu olduğu için bu aşamada terör örgütüne yardım suçundan tutuklanmaması” ifadesi, hukuken sorunludur ama daha önemlisi siyasal bir yön taşımaktadır.
Sarayın kılıcı
Yargı, bu ifadeyle, açıkça sarayın kılıcını, Demokles’in kılıcı gibi İmamoğlu’nun ve CHP’nin üzerinde tutmak istemektedir.
İmamoğlu’nun yolsuzluktan tutuklanıp, terörden tutuklanmaması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) kayyum atanıp atanmamasını etkilemektedir. Karşı görüşler olsa da hukukçular çoğunlukla kayyum atanamayacağı görüşündedir.
Ancak Başsavcılık açıklamasındaki “bu aşamada gerek görülmeyen” tutuklama, aslında, “sonraki aşamalarda gerek görülebilir“ anlamına gelmektedir. Yani sarayın kılıcı, kayyum meselesi için sallanmaktadır.
Bunu, iktidarın CHP’ye pazarlık teklifi diye okumak mümkün. Bu ifade, siyaseten “İmamoğlu’nun tasfiyesi karşılığında İBB’nin CHP’ye bırakılması ve CHP Kurultayı’na engel çıkarılmaması” teklifi anlamına gelebilmektedir. Bu ifade, aynı zamanda siyaseten “kitleyi alanlardan çek, İBB’yi al” teklifi anlamına da gelebilmektedir.
Halkın kalkanı
O ifadenin “Saraçhane cephesi“ açısından okunması ise şöyledir: Alanlara çıkan kitlelerin henüz potansiyelinin çok altındaki dört günlük gücü bile süreci etkiledi. Bunu sarayın kılıcına karşı halkın kalkanı diye de ifade edebiliriz.
Zira, Saraçhane başta Türkiye’nin dört bir tarafında meydanlara çıkan kitlelerin meselesi İmamoğlu’ndan çok, el konulmaya çalışılan iradeleridir. İmamoğlu’nun hukuku, milli egemenlik ve halk iradesi sorununun tetikleyicisi olmuştur.
Dolayısıyla sarayın pazarlık teklifi, “Saraçhane cephesi” açısından yok hükmündedir. Tersine, halkın kalkanının sarayın kılıcını püskürteceğinin işaretleri vardır. Alanlarda demokrasi mevzisini koruma kararlılığını sürdürebilmek, tutuklananların serbest kalmasını sağlayacaktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Mart 2025