Posts Tagged İran
ATEŞ AÇ’DAN ATEŞKES’E
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 29/11/2013
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Tahran’da İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’le birlikte Suriye’deki taraflara “ateşkes” çağrısı yaptı!
Beşar Esad’ı yıkmaya yemin etmiş, bu uğurda tüm imkânlarını Suriye muhalefetinin önüne sermiş, dahası Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılacağını açıklayarak “işgal bayrağı” dalgalandırmış AKP Hükümeti’nin “ateşkes” çağrısı yapması ne anlama geliyor? İnceleyelim:
ESAD KALDI, ERDOĞAN GİDİYOR
1) Öncelikle ateşkes çağrısı açık bir başarısızlık ve yenilgi ilanıdır. Davutoğlu bu açıklamasıyla Suriye’de “ateş aç” pozisyonundan “ateşkes” pozisyonuna gerilediklerini kabul etmiş oldu.
2) Daha ilk günden Suriye muhalefetini Antalya ve İstanbul’da toplayarak, muhalefetin kontrolündeki terörist gruplara sınırı açarak, Suriye tarafında yaralanan teröristlere ambulans dahi gönderecek çapta her türlü lojistik desteği sunarak, TIR şoförlerinin ifadelerine yansıdığı gibi güvenlik birimlerinin eskortluğunda Suriye’ye silah sevkiyatına izin vererek, Türkiye’deki çeşitli atölyelerde üretilen füze parçalarının Adana’da birleştirilip Suriye’ye sevk edilmesine göz yumarak açık bir savaşa giren AKP hükümeti için “ateşkes” çağrısı kesin yenilginin ilanıdır.
3) Bu suçlar, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin önüne mutlaka gelecektir. Defalarca belirttik: Suriyeli teröristlere yapılan yardımlar, oyun kurucu ülkelerin dosyalarındadır ve AKP’nin önüne günü geldiğinde koyulacaktır. Erdoğan–Davutoğlu ikilisinin uygulamaları, uluslararası ceza mahkemelerinin konusudur.
4) 22 Ocak 2014’te toplanacak Cenevre-2 konferansının en önemli gündem maddesi, Esad’ın pozisyonu değil, fiilen Erdoğan’ın durumu olacaktır!
5) Davutoğlu’nun “ateşkes” açıklaması, Esad’ın değil, Erdoğan’ın gidici olduğunu bir kez daha resmetmiştir. İlk günden beri denklem netti: Ya Esad, Ya Erdoğan. Esad iktidarda kalacaksa, Erdoğan iktidardan düşecektir!
BÖLGENİN CİDDİYE ALMADIĞI AKTÖR
Davutoğlu’nun “ateşkes” açıklaması, toplamda başka anlamlara da gelmektedir:
1) AKP hükümetinin bölge ülkeleri nezdinde hiçbir ciddiyeti kalmamıştır:
a) Neçirvan Barzani’yi petrol anlaşması imzalamak için Ankara’ya çağıran Erdoğan, Bağdat’tan gelen ültimatom üzerine eline kalem alamamıştır.
b) Mısır hükümeti, içişlerine karıştığı için büyükelçimizi kovmuş ve Ankara’yı son kez uyarmıştır. Hatta son olarak Mısır Başbakanı Hazem El Bablaui, AKP’nin hamisi ABD’yi de uyarmış ve içişlerine karışmayı sürdürdüğü takdirde, ABD ile de ilişkilerini gözden geçireceklerini, “Türkiye ile olduğu gibi benzer önlemler alacaklarını” ilan etmiştir.
c) Kendisini bölgenin bir numaralı oyun kurucusu ilan eden AKP Hükümeti, P5+1 ülkelerinin İran’la yaptığı anlaşma sürecinin dışında tutulmuştur.
d) AKP Hükümeti, Suriye konulu Cenevre-2 konferansı hazırlık sürecinden de dışlanmıştır.
e) Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, basının önünde Erdoğan’a “bel altı” şaka yapmış, Erdoğan gülümseyerek sineye çekmek zorunda kalmıştır.
2) AKP Hükümeti, ABD tarafından kullanılma kabiliyetini de adım adım yitirmektedir. Erdoğan kullanılma değerini artırmak için bazen masaya Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyelik kartı atmakta, bazen de Çin’le ABD’yi kızdıran anlaşmalar yapmaktadır.
Artık ABD’ye Erdoğan değil, önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, sonra da yardımcısı Bülent Arınç gidebilmektedir. ABD’nin ise alternatifini bulamadığı için Erdoğan’ı kullanmayı sürdürebildiği kadar sürdüreceği anlaşılmaktadır.
AKP’NİN YIKILMASI HIZLANDI
Peki, AKP Hükümeti neden bu hallere düştü? Elbette birbiriyle etkileşen pek çok dış etken var: Doğu’nun güçlenmesi, Batı’nın zayıflaması, ABD’nin askerlerini bölgeden çekmesi, Irak-Suriye-İran üçlüsünün emperyalizme direnmesi vs.
Fakat daha önemlisi iç etkendir: Haziran Halk Hareketi!
Mayıs’ta Obama’yla görüşen Erdoğan gücünün zirvesindeydi. Fakat o görüşmeden iki hafta sonra başlayan Gezi Direnişi, AKP açısından sonun başlangıcı oldu: Erdoğan’ın iktidarı sallandı, iktidar sallandıkça iktidar bileşenleri arasındaki çelişmeler arttı, Erdoğan’ın dış politikada eli zayıfladı, PKK ile yaptığı takvimler ötelendi vs.
Artık Erdoğan iktidarının yıkılması süreci daha da hızlanacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Kasım 2013
ABD-İRAN ANLAŞMASININ ANLAMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/11/2013
P5+1 ülkeleriyle, yani ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya ile İran arasındaki Cenevre müzakereleri anlaşmayla sonuçlandı. Buna göre İran’ın uranyumu yüzde 5 zenginleştirmesi, artık kabul edildi. Daha önce İran’a “uranyumu zenginleştirme, bizden zenginleştirilmiş uranyum al” diyen Batı, Tahran’ın kararlılığına boyun eğmiş oldu.
Bu Tahran açısından tarihi bir başarıdır. Zira ABD, İran’ın nükleer silah üretebileceğini ileri sürerek, uranyumu zenginleştirmesine sürekli karşı çıkıyordu. Hatta ABD bu nedenle İran’ı ablukaya almış ve ciddi yaptırımlar uygulamıştı.
6 ay geçerli olacak ve ikincisi için geçiş niteliği taşıyacak bu anlaşmayla, İran etrafındaki çemberi kırmış oldu.
TEKNİK SONUÇLAR
1) İran bu anlaşmayla ABD’yi, nükleer silah üretme niyetinin olmadığına ve sadece nükleer teknolojiden yararlanmak istediğine “ikna” etmiş oldu.
2) İran uranyumu yüzde 5 zenginleştirebilecek.
3) İran hiçbir nükleer tesisini kapatmayacak.
EKONOMİK SONUÇLAR
1) İran bu anlaşmayla üzerindeki ekonomik baskıyı hafifletmiş oldu. Yeni yaptırımların uygulanmayacağı, eski yaptırımların da adım adım gevşetileceği bir süreç başlamış oldu.
2) İran bu anlaşmayla ambargoyu delmiş ve halkı için gerekli ürünleri dünya pazarlarından alabilmenin önünü açmıştır.
3) İran petrol ve gazını artık parayla satabilecektir. Daha önce bazı ülkelerle petrol ve gaz alışverişini takas yöntemiyle yapmak zorunda kalan Tahran, döviz elde edebilecektir.
SİYASAL SONUÇLAR
1) İran, ABD’yi masaya oturmaya mecbur bırakarak, çok önemli bir siyasal başarı kazandı.
2) ABD İran’ın gücünü kabul etmiş oldu. Irak ve Suriye üzerinden de İran’la çatışan ABD, önemli bir mevzi kaybetti.
3) İran, bu anlaşmayla İsrail’in etkinliğini kırdı. ABD ve İran arasında mektuplaşmayla başlayan, telefonlaşmayla süren ve dışişleri bakanları seviyesinde ilk temasla taçlanan süreç, İsrail’i zayıflattı. Hatta İsrail, “ABD olmazsa, İran’a karşı Suudi Arabistan’la ittifak kurarım” dedi.
OLASI SONUÇLAR
1) P5+1 ile anlaşma sağlayan İran, büyük ihtimalle Suriye konulu Cenevre-2 konferansına da artık katılabilecektir. Konferansta İran’ın olması, Asya cephesini daha da güçlendirecektir.
2) Suudi Arabistan’ın İran’a karşı İsrail’le açık ittifak yapmaya soyunması, bugüne kadar Riyad’la hareket eden Körfez Ülkeleri arasında bir ayrışma yaratacaktır. Böylece İran, bir cepheyi daha yarmış olacaktır.
3) Batı’nın saldırılarına karşı bir direniş hattı olan İran, Irak, Suriye, Lübnan hattı, daha da güçlenecektir.
4) Üzerindeki ağır baskıyı hafifleten İran, bölge sorunlarına daha fazla odaklanabilecektir. Hem batısındaki Irak ve Suriye’de, hem de doğusundaki Afganistan’da, bir barış kuşağı oluşturmaya çalışacaktır.
ANLAŞMANIN TÜRKİYE’YE ETKİSİ
1) ABD’yle anlaşan İran, tıpkı İsrail gibi AKP Hükümeti’ni de yalnızlaştırmış oldu. AKP Hükümeti iki ileri bir geri götürdüğü İran’la ilişkilerini artık yeniden gözden geçirmek zorundadır. AKP Hükümeti daha önce ABD tarafından, Batı adına İran’ı masada tutmakla görevlendirilmişti. Washington Erdoğan’a “kolaylaştırıcı” rolü vermişti.
2) Suriye’ye düşmanlık yapan ve Beşar Esad’ı yıkmaya çalışan AKP Hükümeti’nin karşısında artık İran değil, “Batı’yı anlaşmaya mecbur eden” İran var!
3) Tahran’ın siyasal başarısı, bu ülkenin Kürt meselesinde de bölge adına olumlu adımlar atmasını kolaylaştırabilir. AKP’nin Diyarbakır’ı merkez yapma çalışması, İran’ın Irak ve Suriye’de daha da artıracağı etkinlikle, sekteye uğrayabilir. Ankara’nın Bağdat’ı zayıflatmayı amaçlayan Erbil’le yakınlaşması, Tahran’ın baskısıyla sınırlanabilir.
Bitirirken meselenin şu çok önemli boyutuna da dikkat çekelim: Çin ve Rusya, ABD’yi İran’la anlaşmaya mecbur etti. Sırada Suriye var! “Ortadoğu’da oyun kurucu” olduğunu iddia eden Erdoğan-Davutoğlu ikilisi ise tüm bu süreçlerin dışında…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Kasım 2013
PKK’NİN YENİ HEDEFİ: İRAN
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 10/11/2013
İran-PKK ateşkesi sona mı erdi?
PKK’nin İran kolu PJAK’a bakılırsa, İran 25 Ekim 2013’ta iki PJAK üyesini idam ederek ateşkesi bozan taraf oldu. PJAK da bu iki idam üzerine İran hedeflerine saldırılar düzenledi.
Peki, aslında olan ne? Gerçekten ateşkes bozuldu mu? Ateşkesi bozan kim? İran’ın hedefi ne?
PKK: İRAN AKP-İMRALI GÖRÜŞMESİNDEN RAHATSIZ
Gelin önce PJAK’ın konuyu nasıl ele aldığına bakalım. BBC Türkçe servisinin, PKK ve PJAK yetkilileriyle bu konuda yaptığı görüşmeye göz atalım:
PJAK’ın Genel Başkanı Hacı Ahmedi, “İran’ın Kürt siyasi mahkûmları idam ederek 2011’den beri geçerli olan ateşkesi çiğnediğini ve son idamların Türkiye’ye yakınlaşma mesajı olduğunu” söylüyor. Ahmedi Türkiye’ye mesajın ne olduğunu da açıklamış: “İran, Türkiye’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşmelerinden rahatsız ve bunu bozmak istiyor.”
Kongra-Gel Başkanı Remzi Kartal da idamları İran’ın Türkiye’ye mesajı şeklinde yorumluyor. Kartal’a göre mesaj şu: “Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de ortak hareket edelim.”
İRAN SURİYE’DE ÖZERKLİĞİ DESTEKLER Mİ?
Hem PJAK hem de Kongral-Gel İran’ın PKK’yi hedef alarak Türkiye’ye yakınlaşma mesajı vermeye çalıştığını söylüyor. İran’ın AKP-PKK görüşmelerinden rahatsız olduğunu savunuyor.
Bu açıklamalar, MİT kaynaklı bazı haberlerle de uyumlu gözüyor. Örneğin Yeni Şafak İran istihbarat şefi Kasım Süleymani’nin son dokuz ayda PKK yönetimiyle altı kez görüştüğünü, Tahran’ın PKK’den Türkiye’yle ateşkesini bozmasını istediğini, karşılığında da “Suriye’de özerk yönetimi destekleriz” mesajı verdiğini yazdı.
SURİYE’NİN BİRLİĞİNİ KİM SAVUNUYOR?
Gelin hep birlikte akıl yürütelim:
1. PJAK Genel Başkanı’na göre İran PJAK’la ateşkesi bozdu çünkü Türkiye’nin Öcalan’la başlattığı süreçten rahatsız.
Tahran Ankara ile PKK’nin yakınlaşmasından rahatsızsa, ki olabilir, hatta görüşme süreci baltalansın istiyorsa, neden PJAK’a saldırsın ve ateşkesi bozsun?
2. Yeni Şafak’ın iddia ettiği gibi Tahran, Türkiye-PKK ateşkesinden rahatsızsa, ki olabilir, bunun bozulmasının karşılığı Suriye’de özerk yönetimin desteklenmesi olabilir mi? Suriye’nin bölünmesi ABD’nin mi, Ankara’nın mı, yoksa Tahran’ın mı hedefi?
BARKEY: PJAK ATEŞKESİ BOZACAK
Bakın aslında Tahran’ın 25 Ekim’de iki PJAK’lıyı idam etmesiyle başlamış bir sorun değil bu gelişme. Her ne kadar Türkiye’de ve Batı basınında İran’ın idamlarıyla başlayan bir süreçmiş gibi tartışılsa da, gerçek başka.
Zira ateşkes Ekim’den önce, Ağustos ayı sonunda fiilen bozulmuş durumda. Nitekim o tarihten itibaren PJAK’ın çeşitli saldırılar yaptığı görülüyor. En son 11 Ekim’de, yani idamlardan iki hafta önce, PJAK Baneh’te saldırı düzenliyor ve beş Devrim Muhafızını öldürüyor.
Peki neden?
Yanıtı Kürdistan’ın mimarlarından Henri Barkey Ağustos ayında veriyor: “Türkiye’deki Kürtler çözüm sürecinde bir şeyler elde ediyorlar, Suriye’deki Kürtler ayaklanıyor, Kuzey Irak’taki Kürtler otonomi kazanmış… Geriye kim kaldı? İran. PJAK’ın şu anda İranlılarla ateşkesi var ama bu ateşkes devam etmeyebilir.” (Akşam, 5 Ağustos 2013)
Yoruma gerek var mı?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Kasım 2013
ABD’NİN ÜÇ KÜRT AÇILIMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 10/09/2013
PKK lideri Cemil Bayık’ın “Geri çekilmeyi durduruyoruz” sözleri AKP-PKK işbirliğinin ve “Kürt Açılımının” bittiği şeklinde yorumlandı. Ardından PKK liderlerinden Remzi Kartal’ın, “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi, biten bir sürecin muhasebesi gibi algılandı.
Peki, öyle mi? Bugün bu soruya yanıt arayacağız.
Öncelikle belirtelim. Remzi Kartal’ın “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi bir doğruya, ama eksik bir doğruya işaret etmektedir. PKK’nin AKP’ye göre Açılımdan daha kârlı çıktığı doğrudur ama ABD’nin hem AKP’den, hem de PKK’den daha kârlı olduğu en doğrusudur. Çünkü alt yüklenicilerin kârlarının toplamı ana yükleyicinin hanesine yazılacaktır ve her halükarda ABD, enstrümanlarından daha kârlıdır.
Bu gerçek, bir başka gerçeğe daha işaret eder. Açılımı AKP ya da PKK başlatmadığı için AKP ya da PKK bitiremez. Kim bitirebilir? Açılımın ana yüklenicisi olan ABD; zira açılımı o başlatmıştır.
Peki, ABD Açılımı ne zaman başlattı? İnceleyelim:
ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 1. AÇILIMI
Bu Açılım, 1986 yılında Pentagon’un iki numarası olan William Taft’ın “Kürt dosyasını” Turgut Özal’a getirmesiyle başlar. Özal dosyayı kabul eder ama dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ, Taft’la görüşmeyerek dosyayı Türk Ordusu adına reddeder.
ABD bu ilk Açılımda atılımı, Irak’a saldırarak yaptı. Sonuçları ise Irak’ın kuzeyinde, 1991’de bir kukla devletçiğin filizlenmesidir.
Çekiç Güç’ün 17 Nisan 1991’de Irak’ın kuzeyine girmesiyle kurulan devletçik, 1992’de parlamentoya kavuştu ve 1996 yılına kadar iyice serpildi. TSK’nin Türk hükümetlerine rağmen bu devletçiğe yaptığı Çelik Harekâtı gibi müdahaleler ise devletçiğin resmiyet kazanmasını engelledi.
ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 2. AÇILIMI
Bu Açılım, aslında 1998 Washington sürecinde Barzani’nin TSK denetiminden çıkarılmasıyla başladı ve 1999’da Türkiye’ye dayatılan ABD’nin Yeni Kürt Planı ile uygulamaya geçti. Plan Pentagon tarafından Alan Makovsky başkanlığındaki bir ekibe hazırlatıldı, ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın onayı ve ABD Başkanı Bill Clinton’un parafı ile yürürlüğe girdi.
ABD bu ikinci Açılımda atılımı, 2003’te Irak’ı işgal ederek yaptı. Bu süreçte Irak fiilen üçe bölündü ve Washington, Erbil merkezli Kürt Devleti’ni adım adım Bağdat’tan kopardı.
Ancak Irak’ın 2004’te ABD’ye direnmeye başlaması, 2006’da Hizbullah’ın İsrail’i yenmesi, 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a saldırması ve 2008’de ekonomik krizin patlaması ABD’yi planlarını tamamlamaktan alıkoydu. Washington adım adım Ortadoğu’dan çekildi ve kalan işlerini taşeronlarına bıraktı.
ABD’NİN SURİYE ÜZERİNDEN 3. AÇILIMI
Bu Açılım, 2009’da Abdullah Gül’ün “çok güzel şeyler olacak” demesiyle başlatıldı. Ankara, Bağdat, Şam ve Beyrut’la bir Ortadoğu Birliği kurarak, Büyük Kürt devletinin yollarını döşeyecekti.
Ancak Ortadoğu’da halk hareketleri başladı ve plan değiştirilmek zorunda kaldı. Suriye, Büyük Kürdistan’a silahla mecbur bırakılacaktı.
2011’de başlatılan Atlantik saldırısının merkezinde ABD’nin Kürt Koridoru planı vardı. ABD, Irak’ın kuzeyindeki devletçiğini Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmaya çalışacaktı. Bu planın aktörleri Erdoğan ve Öcalan’dı. Paranın kaynağı ise Katar ve Suudi Arabistan…
İşte AKP’nin Türkiye’de bir “Kürt Açılımı” başlatması ve Öcalan’la Suriye merkezli bir ortaklığa soyunmasının sebebi bu üçüncü Açılımdır. Öcalan’ın PKK’ye İran, Irak ve Suriye’de yeni görev alanları çizmesi bu nedenledir.
ABD’NİN TÜRKİYE ÜZERİNDEN 4. AÇILIMI
Kısaca özetlediğimiz gibi Açılımların sahibi ABD’dir ve AKP ile PKK Açılımın alt yüklenicileridir. Dolayısıyla ABD’ye rağmen süreci bitirmeleri mümkün değildir.
Ancak ABD’nin Açılımını Türkiye’nin, hele de komşularıyla birleşen Türkiye’nin bitirebileceğini özellikle vurgulayalım. Hatta bitirmek zorunda olduğunun da altını çizelim.
Zira ABD’nin dördüncü Açılımı Türkiye üzerinden olacaktır ve Irak’ın kuzeyindeki yapı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açıldıktan sonra Türkiye’ye doğru genişleyecek ve Diyarbakır merkezli olarak Büyük Kürdistan kurulacaktır!
O nedenle Türkiye’nin ve bölgenin savunma hattı bugün Suriye’dedir.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Eylül 2013
TERÖR EKSENİ: AKP-PKK-MK
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 19/08/2013
AKP Hükümeti’nin dış politikası, Türkiye’yi PKK ve Müslüman Kardeşler’le ortaklığa mahkûm etti! Artık ne bir dost komşumuz, ne de bölgede yan yana durabildiğimiz bir ülke var…
SURİYE
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı ve Şam rejimini yıkmak için savaş ilan eden ve 2,5 yıldır Esad’a karşı savaşan terörist grupları destekleyen AKP Hükümeti, sonunda bu ülkede PKK ile müttefik oldu. ABD’nin uyarısı sonrası desteklediği El Kaide örgütleriyle arasında “şimdilik” bir mesafe koyan Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bu ülkedeki yeni ortağı, artık PKK-PYD’dir.
Esad’ı yıkamayan ama Türkiye’nin 910 kilometrelik sınırını “güvensiz” hale getiren AKP Hükümeti’nin dış politikası, sınır bölgemizi uluslararası terörizmin yeni üssü yaptı.
LÜBNAN
Atlantik adına Hizbullah karşıtlığına soyunan AKP Hükümeti, artık Lübnan’da da istenmiyor. Öyle ki iki pilotumuz hâlâ bu ülkede esir ve Dışişleri Bakanlığı Türk vatandaşlarına bu ülkeye gitmemeyi tavsiye etti. AKP, Lübnan’daki askerlerimizin bir bölümünü geri çekme kararı almak zorunda kaldı.
IRAK
Irak başbakanı Nuri Maliki’ye karşı Allawi-Haşimi’ye dayanarak açıktan darbeye soyunan fakat başaramayan AKP Hükümeti, diğer yandan Bağdat’ı devre dışı bırakarak Erbil’le ittifaka ve petrol anlaşmaları yapmaya soyundu.
Ancak Kuzey Irak’ı Irak’tan koparmaya yönelik bu hamleler, Maliki’nin Barzani’ye silah göstermesi nedeniyle rafa kalktı.
İRAN
AKP, ABD adına Tahran’ı masada tutmak için çok çabaladı ancak Suriye sorunu Ankara ile Tahran’ı tamamen karşı karşıya getirdi. Bu sonuç, hem AKP’nin İslamcı tabanı açısından, hem de İran’a doğalgaz bağımlılığı nedeniyle Erdoğan’ı zor durumda bırakıyor.
MISIR
30 milyon Mısırlının iradesini yok sayarak Muhammed Mursi’nin devrilmesine “darbe” diyen ve ilk günden itibaren Müslüman Kardeşler’i meydanlarda direnmeye çağıran Erdoğan, Ankara’nın Kahire’yle ilişkilerini de bitirmiş oldu.
Hem diplomatik ilişkilerin seviyesi düştü, hem de Ankara Kahire tarafından “içişlerine müdahale etmekle” suçlandı!
SUUDİ ARABİSTAN
Suudi Arabistan sıcak para açısından AKP’nin şu ana kadar en önemli müttefikiydi. Öyle ki, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, o sıcak para aşkına, Kral Abdullah’la görüşmesini, Kralın Ankara’da kaldığı otelde yapmak zorunda bile kalmıştı!
Üstelik Suudi Arabistan, AKP’nin Suriye’de Esad’ı yıkma politikasının da finansörüydü. Hem parayı hem de teröristi bulan ülkeydi. Ancak Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler aşkı, AKP ile Suud ailesinin arasını da açtı.
İSRAL-YUNANİSTAN-GÜNEY KIBRIS
Hüseyin Çelik’in deyimiyle Erdoğan’ın içeride milletin gazını alan İsrail politikası, Doğu Akdeniz’deki Türk egemenliğini dinamitledi. İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la petrol ve doğalgaz anlaşmasından tutun, üç ülkeyi kapsayan su ve elektrik hattı çekilmesine kadar bir dizi anlaşma yaptı.
Türkiye karşıtı bu gelişmelere rağmen AKP, ABD’nin zoruyla İsrail’i koruyan Kürecik radarını inşa etti, Suriye’yi vurması için İsrail’e hava sahasını açtı ve hatta uçaklarının İncirlik’te üslenmesine göz yumdu!
SONUÇLAR
Tüm bu gelişmeler bölgede ve uluslararası alanda şu sonuçları doğurdu:
1. Devletlerle değil, terör örgütleriyle müttefik olan AKP, kendi meşruiyetini tartışmalı hale getirdi.
2. AKP, komşularının teröristlerine yardım ederek, “terör hamisi” sıfatını elde etti.
3. Komşularını bölecek hamleler yaparak, “düşman” sıfatını kazandı.
4. Türkiye’yi tüm komşularıyla sorunlu hale getiren AKP Hükümeti, bölgede yalnızlaştı.
5. AKP, bölgede “güvenlik sorunu” haline geldi.
6. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesi sonrasında bölgedeki itibarı tavan yapan Türkiye’nin, AKP’nin 10 yıllık dış politikası neticesinde tüm itibarı sıfırlandı!
7. AKP, bu “düşmanlık” içeren dış politikaları yürütebilmek için de, içeride faşizan bir rejim kurmak durumunda kaldı.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Ağustos 2013
AKP ve PKK, İRAN HEDEFİNDE BİRLEŞTİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 17/01/2013
Ahmet Türk TBMM’de gazetecilerle sohbeti sırasında, Paris suikastının arkasında İran ve Suriye olduğunu açıklamış. Keza AKP çevrelerinden de benzer açıklamalar geliyor.
İlk günkü karşılıklı suçlamaların ardından, tarafların İran’ı hedef göstermekte birleşmesi hem anlamlıdır, hem de suikastla amaçlananı ortaya koymaktadır!
WASHİNGTON KOMPLOSU
Kuşkusuz hem AKP hem de PKK’nin İran ve Suriye’yi Paris suikastının arkasındaki adres olarak sunmaları bir veriye değil, ABD’nin dayattığı yeni politik hattın ihtiyaçlarına dayanıyor.
Sundukları gerekçe de özetle şöyle: “AKP’nin Kürt meselesini çözmesi, Türkiye’nin büyümesi ve Ortadoğu’da güçlenmesi demek. Kürt meselesinin çözümü ise AKP ile PKK’nin anlaşmasına bağlı. İran ve Suriye, Türkiye’nin güçlenmesini istemediği için AKP-PKK görüşmelerine karşı çıkıyor.”
Kendi içinde bile bir mantığı olmayan bu yaklaşım, kuşkusuz “barış” anonslu medya kalemleri üzerinden kamuoyunu teslim almaya dönük. Üstelik bu yaklaşım öyle bir komplo içeriyor ki, karşılığında Tahran ya da Şam’ın kalkıp aynı mantıkla, “Sırf Suriye’yi köşeye sıkıştırmak için önce Paris’te suikast düzenlediler, sonra da suçu Şam’a attılar” bile demesi mümkündür!
ABD – BATI ASYA ÇARPIŞMASI
Oysa gerçek şudur: ABD yıllardır, bölgede sıçrama tahtası olarak kullanacağı ve ikinci bir İsrail işlevi taşıyacak bir Kürt devleti peşindedir. Birinci ve İkinci Irak savaşlarıyla bu yapı büyük oranda inşa edilmişti. Ancak resmiyete kavuşması, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki bu yapıyı himaye etmesine ve bölgeye karşı savunmasına bağlıdır. AKP, sıcak para ihtiyacıyla ABD’nin bu planını kabul etti ve Kuzey Irak’ı himayeye soyundu. Kuzey Irak’taki yapının Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e bağlanması için Şam hedef alındı. Ancak böylesi bir yapı sadece Irak ve Suriye’yi bölmekle kalmayacak, ileride Türkiye’yi de parçalayacaktır. Nitekim bu gelişmeye engel olamazsa, İran da aynı tehditle yüzleşecektir.
Bu nedenle bölgede iki ayrı cephe oluştu. ABD’nin cephesinde AKP, Kuzey Irak, PKK ve Suriyeli rejim karşıtları var. Karşılarında ise Çin ve Rusya’nın desteğini alan İran, Irak, Suriye hattı var.
Savaş, “bölgenin (Batı Asya) çıkarı mı” yoksa “ABD’nin çıkarı mı” sorusunun yanıtı için bu iki cephe arasında sürmektedir.
Nitekim BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın AKP’nin Öcalan’la başlattığı sürece “İmralı-Erbil” adını önermesi, bu gerçeğe ve cepheleşmeye işaret etmektedir!
MÜZAKERE BARIŞ DEĞİL SAVAŞ GETİRİR
AKP medyasının PKK’yi bazen Suriye’nin bazen de İran’ın ve hatta kimi zaman da Ergenekon’un kontrolündeki bir aktör olarak sunması Atlantik cephesinin ihtiyaçları içindir. Yoksa ellerindeki tüm istihbarat verileri, PKK’yi asıl kontrol eden gücün ABD-İsrail olduğunu ortaya koymaktadır.
Kuşkusuz 1999’a kadar Öcalan Suriye’nin kontrolündedir ve “yerel” ile “bölgesel” arası bir konumdadır. Ancak ABD Öcalan’ı Türkiye’ye şartlı teslim ederek, onu “uluslararası” bir konuma yükseltmiştir. Beşar Esad’ın PKK’nin Suriye kolu olan PYD’yle ilişkisi ise ABD’ninki gibi stratejik değil, taktikseldir ve dönemseldir; karşıtlarının çelişkisinden faydalanma amaçlıdır ve vatan savunması düzlemindedir!
Ve kuşkusuz İran da PKK’yi kontrol etmek istemektedir. Tahran’ın geçen yıl PKK’nin İran kolu olan PJAK’a yönelik kapsamlı operasyonları sonrasında, örgütün bir kanadını o da bir ölçüde teslim aldığı doğrudur. Ancak bu gerçek, PKK’yi esas kontrol eden kuvvetin ABD olduğu gerçeğini değiştirmez.
Ve bitirirken belirtelim. AKP ile PKK’nin müzakeresi elbette İran ve Suriye’yi rahatsız edecektir. Ancak müzakerenin içerik ve hedefi dikkate alınırsa, Ankara’nın rahatsızlığı Tahran ve Şam’a göre daha fazla olmalıdır! Zira ABD’nin projesi İran ve Suriye’den çok, Türkiye’nin çıkarlarına aykırıdır; elbette Türklerin ve Kürtlerin de…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ocak 2013