Posts Tagged Kılıçdaroğlu

KILIÇDAROĞLU’NUN DEMOKRASİ ANLAYIŞI

CHP’li okurlarımızın bir bölümü, Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirdiğimiz yazılarımız nedeniyle zaman zaman kızarlar. Hatta bazıları Kılıçdaroğlu’na kişisel husumetim olduğunu bile iddia eder. Gerekçeleri de şöyledir: “Kılıçdaroğlu henüz genel başkan olduğunda ve Aydınlık onu ‘devrimci Kemal’ diye nitelediğinde bile, siz Odatv’de Kılıçdaroğlu’na karşı yazıyordunuz.”

Evet yazıyordum… Hatta daha genel başkan olduktan üç ay sonra Odatv’de “Kılıdaroğlu’nun Tayyipleştiğini” belirttiğim üç bölümlük bir dizi yazısı da yazdım. Sonrasında da eleştirilerimi sürdürdüm.

KILIDAROĞLU’NUN 3 YILININ ÖZETİ:

1) Kılıçdaroğlu’nun “türban kozunu Erdoğan’ın elinden alacağım” diyerek rafa kalkmış türban konusunu gündeme getirmesini ve sonunda TBMM’ye sokmasını eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun “laiklik tehlikede değil” ve “tarikat ile cemaatlere saygılıyım” sözlerini eleştirdim.

2) Kılıçdaroğlu’nun “darbe kozunu Erdoğan’ın elinden alacağım” diyerek TSK’nin etkisizleştirilmesinde rol almasını eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi’nin değiştirilmesini teklif etmesini, Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanmasını istemesini, 27 Mayıs’ı eleştirmesini ve hatta 28 Şubat’a teslim olduğu için Refahyol hükümetini bile suçlamasını eleştirdim.

3) Kılıçdaroğlu’nun “Dersim’i CHP bombaladı” diyen Erdoğan’a karşı CHP’yi savunmayıp “ben daha doğmamıştım” demesini ve topu Atatürk ile İnönü’ye atmasını eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun, “neden Kürt sözcüğünü kullanmadınız” sorusunu, üçüncü bir tarafmışçasına “Ben Kürt demedim ama Türk de demedim” diye yanıtlamasını eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun “CHP’de bazı kanatlar, özellikle Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmamızı zaman zaman engellemek istiyor” diyerek partisindeki ulusalcıları BDP milletvekili Levent Tüzel’e şikâyet etmesini eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun geçen yıl “anadilde eğitim tartışılabilir” demesini eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun Öcalan’ın önerilerini bir çözüm paketi yapıp 6 Haziran 2012’de Erdoğan’a sunmasını eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun “PKK’yle MİT değil, akil adamlar görüşsün” demesini eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun, Radikal’in PKK ve TSK’yi silah bırakmaya davet eden “savaşma konuş” kampanyasına imza vermesini eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’la “Yeni Anayasa” yapmaya soyunmasını eleştirdim.

4) Kılıçdaroğlu’nun Batı’nın Libya’ya müdahalesini ve AKP’nin tutumunu doğru bulduğunu söylemesini eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun Esad’ı zalim ilan etmesini eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun Mısır’daki devrimi darbe diye suçlayıp AKP’yle birlikte ortak bildiri imzalamasını eleştirdim. Kılıçdaroğlu’nun ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone ile teamüller dışında, baş başa görüşmesini eleştirdim.

5) Ve en vahimi… Kılıçdaroğlu Haziran Halk Hareketi sırasında “görevimiz arabuluculuk yaparak olayları sakinleştirmek olmalı” dediğinde onu eleştirdim!

DEMOKRASİ 1946’DA DEĞİL, 1920’DE DEVRİMLE GELDİ

Ancak Kılıçdaroğlu bu eleştirilerin tekini bile dikkate almadı. Kuşkusuz Aydınlık yazarları başta olmak üzere merkez medyadaki kimi kalemler de Kılıçdaroğlu’nu benzer şekilde eleştirdi, dostça uyardı. Fakat Kılıçdaroğlu bu yanlışlarda ısrar etti! Çünkü bize yanlış gelenler, Kılıçdaroğlu’nun doğrusuydu; zihni öyle çalışıyordu…

Bakın ABD ziyaretine hazırlanan Kemal Kılıçdaroğlu, bu zihniyeti, Wall Street Journal’e yazdığı makalede de sürüyor. Daha ilk cümlesinde şöyle demiş CHP Genel Başkanı: “Türkiye’de demokrasi, 1946’da hayata geçtiğinden bu yana yoluna çıkan birçok engele rağmen yarım yüzyıldan uzun bir süredir ayakta kalmayı başarmıştır.”

Türkiye’ye demokrasinin 1946’da geldiğini iddia etmek sadece bir cehalet değil, aynı zamanda 1923-1946 dönemine nesnel bir karşıtlıktır!

Kılıçdaroğlu’na anımsatmak isteriz: Türkiye’ye demokrasi 1946’da gelmedi, 1920’de geldi! 1946’da gelen “çok partililiktir” ve çok parti olması ille de demokrasi demek değildir. Demokrasi en başta tanrının, kralın, imparatorun, padişahın egemenliğini millete devretmektir! O yüzden de bu topraklara demokrasi 1920’de, 1923’te, 1924’te, 1927’de, 1935’te “arasız devrimlerle” gelmiştir! 46’da gelen karşı devrimdir!

Türkiye’ye demokrasinin 1946’da geldiğini savunmak, ancak “demokrasi eşittir sandık” diyen Erdoğan kadar düşünebilmektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Kasım2013

1 Yorum

HALKÇI-MİLLİYETÇİ CEPHE

Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer yazdı: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey 3 Ağustos günü yanlarında yardımcıları da olduğu halde özel bir görüşme yapmışlar. Çakırözer’e göre Kılıçdaroğlu’nun makamında yapılan görüşmenin konusu seçim ittifakıydı…

Kılıçdaroğlu özetle “ortak mücadele şart ama ittifak olmaz” demiş. Ancak Çakırözer’e göre Kılıçdaroğlu’nun 3 çekincesi var:

1. “Cephe tipi bir bloklaşma AKP’yi alternatifsiz hale getirebilir.”

2. “MHP’nin bugünkü yönetimine bir ittifak konusunda güvenmek zor. AKP’ye can simidi, stepne oluyorlar.”

3. “Olası bir ittifak modelinin ‘Kürt sorunu’ konusuna çözüm önerisi sunamayacağı şeklinde bir kaygıya sahibiz.” (Cumhuriyet, 12 Ağustos 2013)

Her üç çekincenin de geçerli olmadığı ortada, şimdilik üzerinde durmuyoruz ama bu haber dolayısıyla esas konuya dair fikirlerimizi belirtmeliyiz.

TÜRKİYE AKP’DEN NASIL KURTULUR?

Nedir esas mesele? Türkiye’nin AKP hükümetinden nasıl kurtulacağıdır…

Bu sorunun yanıtı da, Türkiye’nin önüne bir hükümet seçeneği çıkarabilmekten geçmektedir ve üzerinde durulması gereken asıl konu artık budur.

Bir hükümet seçeneği yaratabilmek, şu gerçeklerden hareket etmeyi gerektirir:

1. AKP’yi devirecek bir hükümet seçeneği, en önemlisi, AKP’nin tabanından da oy alabilmelidir.

2. AKP’yi devirecek ve Türkiye’yi yeniden birleştirecek bir hükümet seçeneği Kürtlerden de oy alabilmelidir.

3. AKP’yi devirecek bir hükümet seçeneği, ancak mevcut partilerin bir ittifak, bir birliktelik, bir cephe oluşturabilmesine ya da ortak hareket edebilmesine bağlıdır. (Nasıl ve hangi modelle yapılacağının yanıtı, kuşkusuz ne yapılacağında birleştikten sonra verilebilecektir. Biz şimdilik “cephe” diyeceğiz.)

4. AKP’yi yıkacak ve Türkiye’yi birleştirecek bir cephe, ancak halkçı-milliyetçi ana çatısı altında olabilir.

AYNI KÖKTEN GELİYORUZ

Türkiye’nin AKP’yi yıkacak hükümet seçeneği halkçı-milliyetçi bir cepheden geçecekse, gelin o zaman önce o cephenin özelliklerine bakalım:

1. Türkiye’nin halkçıları ve milliyetçileri aslında aynı kökten gelmektedir ve 150 yıl öncenin devrimcileridir.

2. Halkçı çatısının altında fiilen sol sosyalistlerden sol Kemalistlere oradan da ulusalcılara kadar uzanan geniş bir yelpaze vardır.

3. Milliyetçi çatısı da ulusalcılardan başlayarak kendisini toplumcu Türkçü, sağ milliyetçi diye niteleyen kesimlere kadar uzanır.

4. Halkçı-milliyetçi cephe hem sol hem de sağ kesimlerden oy alır.

5. Halkçı-milliyetçi cephe muhafazakâr kesimleri de yanına çeker.

CHP-MHP-İP ORTAKLIĞI AKP’Yİ DEVİRİR

Peki AKP’nin karşısına bir hükümet seçeneği oluşturabilecek bu halkçı-milliyetçi cephe hangi siyasal dinamiklerden oluşmaktadır, hangi partiler bu cepheye dahil olabilir?

1. Halkçı-milliyetçi cepheyi oluşturacak asıl aktörüler CHP, MHP ve İşçi Partisi’dir.

2. Her üç partinin son seçimlerdeki oy toplamı yüzde 40’a yakındır. Ancak bu üç partinin oluşturacağı bir cephenin alacağı oy, tek tek aldıkları oyların toplamından çok daha fazladır.

3. CHP, MHP ve İşçi Partisi’nin kuracağı bir cephe, son anketlerde oranı oldukça yüksek çıkan kararsızların karar vereceği adres olacaktır.

4. Gezi dinamiğini sandığa kurban etmemenin ve sandıklara bölmemenin tek yolu, CHP-MHP-İP ittifakıdır.

5. Halkçı-milliyetçi cephe, aynı zamanda yurtsever bir cephedir. “Yurtsever cephe”, ayrılıkçı olmayan ve büyük çoğunluğu birlikten yana olan Kürt’ümüzün de esas adresi olacaktır.

CEPHE, TEK KURTULUŞ SEÇENEĞİ

Üstelik CHP, MHP ve İşçi Partisi’nin yan yana gelerek kuracağı bu halkçı-milliyetçi cephe, “demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını” da sonbaharda gösterecek cephedir.

Haziran halk hareketinin sonbaharda yeniden dirileceğini işaret eden gelişmeler ortadadır. İşte o sonbahar halk hareketinin Türkiye adına daha somut başarılar elde etmesinin yolu da halkçı-milliyetçi bir cephe inşa etmekten geçmektedir.

Ne Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne Devlet Bahçeli’nin ne de Doğu Perinçek’in başka seçeneği yoktur. Zira bir tek bu seçenek, yani bir tek halkçı-milliyetçi cephe, dışarıda komşularına düşmanlaştırılan ve içeride milleti ikiye bölünen bir Türkiye’yi yeniden düzlüğe çıkarır…

Her üç partinin tabanı da, partilerinin yönetimlerini bu cepheyi kurmaları için zorlamalıdır. Geç kalmadan ve iş işten geçmeden…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ağustos 2013

, , , , , , , ,

2 Yorum

ERDOĞAN BOP’ÇU, GÜLEN PASİFİKÇİ

Fethullah Gülen Cemaati’nin sözcüsü Hüseyin Gülerce, Reyhanlı saldırısının bir BOP tuzağı olduğunu yazdı dün! Hatta hızını alamayan Gülerce ABD’nin Irak’ı işgal ettiğini anımsatarak Ortadoğu’yu bölmek istediğini, sınırları yeniden çizmek istediğini, mezhep çatışması yaratmak istediğini de yazdı!

Hayır, Cemaatin geçmişte Irak işgalini nasıl alkışladığını anımsatmayacağız. Ya da Erdoğan’ın, Gülerce’nin bu yazısından sonra Salı grup konuşmasında “sol işaret parmağıyla Kılıçdaroğlu’nu, sağ işaret parmağıyla Bahçeli’yi yönlendiren Perinçek, başparmağıyla da cemaati yönlendiriyor” deme ihtimalini de hesaplamayacağız.

Sadece bölünmenin bu düzeye çıkmasının asıl nedenini inceleyeceğiz:

ABD’DE KIRAN KIRANA ÇARPIŞMA

Ufuk Ötesi’nde sık sık işaret ettiğimiz gibi ABD’deki bölünme kıran kırana çarpışmalara sahne oluyor. Son yazımızdan bu yana bile taraflar birkaç yeni cephede daha çarpışmaya başladı:

1. ABD’deki yarılma kuşkusuz hâkim sınıflar içindeki çelişmenin sonucudur ama şu andaki somut yansıması Beyaz Saray ile Kongre’nin karşı karşıya olması şeklindedir.

Bunu neden belirttik? Şundan: Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Barrack Obama dışında, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Joan Boehner ile bir araya gelecek.

Peki, bunun önemi ne? Bildiğiniz gibi Asya-Pasifik merkezli bir stratejiyle ABD’yi düzlüğe çıkaracağını varsayan Obama yönetimi, Suriye konusunu Türkiye’nin çözmesini bekliyor. Ancak ABD’nin geleceğini Ortadoğu’da görenler ise Suriye’ye doğrudan müdahale için bastırıyor.

Müdahaleciler bu nedenle Kongre’ye “Suriye’de İstikrarın Sağlanması-2013” isimli bir yasa tasarısı sundular. Tasarı ABD’nin Suriye’de uçuşa yasaklı bölge ilan etmesine ve muhaliflere ağır silah verilmesine izin veriyor. Tasarıyı hazırlayanlar, ABD’nin Rusya’yla uzlaşarak yapmayı planladığı Uluslararası Suriye Konferansı’na da ateş püskürüyor!

2. ABD Kongresi, geçen hafta Bingazi Saldırısı’nı yeniden gündeme getirdi. Cumhuriyetçiler,  Kongre’de dinlenen ABD’nin Libya’daki eski Misyon Şefi Yardımcısı Gregory Hicks’in açıklamaları üzerinden sadece Obama yönetimini değil, Hillary Clinton’un 2016 başkanlık adaylığını da hedef aldılar!

3. ABD Adalet Bakanlığı’nın, AP’ye haber sızdıran yetkilileri yakalamak için ajansın tüm çalışanlarını dinlemeye aldığı ortaya çıktı. Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın bildirdiğine göre skandal şöyle gelişti: AP Yemen’de hâlâ süren bir CIA operasyonunu deşifre etti. Beyaz Saray haberin yayımlanmamasını istedi ancak AP dinlemedi. İş büyüdü.  Hatta FBI, şimdiki CIA Direktörü John Brennan dâhil birçok kişiyi olay nedeniyle sorguladı.

4. Hâkim sınıflar arasındaki yarılma Pentagon’a da yansıdı. Örneğin NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı Oramiral James Stavridis’in istifa ettiği haberi servis edildi medyaya. Ancak Stavridis görevinin başındaydı! Ne olmuştu gerçekte peki? Bu durum acaba Stavridis’in Obama’nın aksine Suriye’ye müdahale yanlısı olmasıyla ilgili miydi?

ERDOĞAN-GÜLEN ÇARPIŞMASI

ABD içindeki bu yarılma, haliyle Türkiye’deki temsilcilerine de yansıyor. Üstelik Obama’nın göreve geldiği 2009’un başından beri!

AKP ve Cemaat, Kürt Açılımı’nda da, Suriye konusunda da uyumlu değil.

Kuşkusuz bu iki konu başlığındaki çelişmenin ana dayanaklarından biri Erdoğan’ın “Kuzey Irak’ın Fethullahlaştırılması ve Güneydoğu’nun Barzanileştirilmesi” yerine, yola Abdullah Öcalan ile devam etme kararıdır. AKP’ye ortak yapılan PKK’nin Cemaati hedef alması ve Cemaatin de “çözüm sürecine” mesafe koyması bu nedenledir. Ancak bu ayrışmanın kaynağı da ABD’deki yarılmadır.

Bu yarılma, kimi AKP yetkililerinin “Washington önce Kuzey Irak’la ilişki kurmuyoruz diye kızıyordu, şimdiyse ilişkimizden rahatsız” diye yakınmasını da açıklıyor. Zira Obama’nın Ankara-Erbil yakınlaşmasından değil, bu yakınlaşma nedeniyle Maliki’nin İran’ın yanına itilmesinden rahatsız olduğunu anlamıyorlar.

AKP İLE CEMAAT’İN İSTİHBARAT SAVAŞLARI

AKP-MİT cephesiyle Cemaat-Emniyet İstihbarat cephesinin çarpışması, “Başbakanlığa böcek” olayından sonra, şimdi de Reyhanlı saldırısına yansıdı.

Erdoğan, Reyhanlı saldırısı sonrası açıkça Emniyet’i suçladı ve MİT’in istihbaratının doğru fakat Emniyet’in uygulamasının eksik olduğunu açıkladı. Başbakanlık Teftik Kurulu’nu harekete geçirdi.

Cemaat ise kalemşorlarının “MİT Muhaberat’ın oyununa geldi” yazılarıyla bu saldırıya yanıt veriyor. Emre Uslu’nun MİT’i açıkça hedef alan dünkü yazısında “Aydınlıkçılar MİT’i de kontrol ediyor” diye yazması ise cemaatin çapsız bir yalana sarılacak kadar sıkıştığını gösteriyor.

ABD YARILDI, F-AK KOALİSYONU BÖLÜNDÜ

Sonuç olarak ABD yarılınca, Türkiye şube temsilcileri de bölündü.

ABD’deki yarılma Türkiye’ye fiilen şöyle yansıyor: Erdoğan ABD’nin BOP’çu, Ortadoğucu kesimlerinin Türkiye şubesi olmayı sürdürüyor, Gülen Cemaati ise yeni stratejiye uygun olarak Pasifikçiliği seçiyor ve BOP eleştirisine soyunuyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Mayıs 2013

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

APOYASA

AKP’li yetkili anayasa konusunda gelinen noktayı şu sözlerle özetliyor: “Başkanlık sistemi parti kararımız. Eğer Başkanlık sistemi, yeni anayasa önünde engel ise diğer maddelerde bir uzlaşma olursa parlamenter sistem ile yolumuza devam edebiliriz. Başkanlık sisteminden çekilme şartımız uzlaşmadır.” (Radikal,3 Mayıs 2013)

Yani AKP, CHP’ye “Anayasa’ya ortak ol, Başkanlık’tan vazgeçelim” diyor!

Bu veciz ifade, medyada estirilen “CHP sürece destek vermezse biter” yayınlarını, yani AKP ve yandaşlarının ansızın ortaya çıkan CHP sevdasını açıklıyor.

Zira AKP çok iyi biliyor ki, CHP’yi bu sürece ortak etmeden, sürece meşruiyet kazandıramaz!

ANAYASA MEYDAN SAVAŞI

Öcalan Erdoğan’a “al başkanlığı, ver özerkliği” demişti; Erdoğan da Kılıçdaroğlu’na “Anayasa’da uzlaşalım, başkanlığı erteleyelim” demiş oluyor.

Kuşkusuz bu sonuç, hem Yeni Anayasa’nın aslında Apoyasa olduğunu hem de Erdoğan’ın Anayasa Meydan Savaşı’nın ilk üç muharebesini kaybettiğini ortaya koyuyor. Ancak savaş sürüyor.

Atlantik cephesinin bölünme anayasası ya da Apoyasa’da kaybettiği muharebeleri ve mevzileri inceleyelim:

1. Anayasa’yı bir yılda çıkartacaklardı, yapamadılar!

2. Türksüz anayasa yapacaklardı, yapamadılar!

AKP, her ne kadar tanımları ve ifadeleri sulandırdıysa da, yoğun tepkiler nedeniyle hazırladığı taslağa Türk ifadesini koymak zorunda kaldı. Hatta AKP bu konuda, taslağına “Türkiye ahalisi” gibi ifadeler koyan CHP’nin bile ilerisine konumlandı.

Daha da ilginci ise PKK’nin tavrıydı. PKK’nin iki numarası Murat Karayılan bile Tük milletini oluşturan milliyetlerin tek tek yazılması halinde, anayasada “Türk milleti” ifadesinin bulunmasından rahatsız olmayacaklarını ilan etti. (Ezgi Başaran, Radikal, 26 Nisan 2013)

3. Türk tipi başkanlık sistemi getireceklerdi, yapamadılar! Türk tipi başkanlık, bir sultanlık rejimiydi ve sultan sadece yürütmenin başı değil, fiilen yasamanın da, yargının da başıydı.

Ancak tepkiler AKP’yi bu konuda da geri adım atmaya mecbur etti. Erdoğan önce yarı başkanlık, sonra partili cumhurbaşkanı, son olarak da “başkanlıktan vazgeçebiliriz” mevziisine geriledi.

MİLLİ MERKEZ’İN BAŞARISI

Her üç konuda da AKP’nin karşısına esas olarak Milli Merkez dikildi. Milli Merkez hem siyasal faaliyetleriyle Erdoğan-Öcalan anayasasının karşısında bir tepki örgütledi hem de 12 Eylül anayasasının gerçek karşıtı olan milli anayasayı yurt çapında yaptığı 153 toplantı ile oluşturdu.

Başbakan Erdoğan’ın İşçi Partisi’ni, Doğu Perinçek’i ve Milli Merkez’i açıktan hedef almasının esbabı mucibesi buradadır.

Milli Merkez’in varlığı aynı zamanda CHP içindeki ulusalcıların da elini güçlendirmiştir. Ulusalcılar Yeni CHP içine yuvalanan ve üst yönetime yerleşen neo-liberal kesimlere karşı Türkiye’yi kararlılıkla savunurken, Milli Merkez’in yarattığı rüzgârdan beslenmiştir.

CHP’NİN TARİHİ GÖREVİ

Milli kuvvetler ile gayri millî kuvvetleri Anayasa Medyan Savaşı’nın ön muharebelerinde karşı karşıya getiren sürecin analizi ve doğru okunması, asıl savaşın kazanılması için zorunluluktur.

Artık Türkiye için kritik bir dönemece girilmiştir ve CHP’ye büyük görev düşmektedir. Şöyle ki, CHP’nin AKP’nin yaptığı pazarlığa razı olmaması, ilk üç muharebenin ardından asıl savaşı kazanmayı da kolaylaştıracaktır.

CHP bilmelidir ki, AKP’nin “anayasada uzlaşırsak, başkanlıktan vazgeçeriz” demesini kabul etmek Türkiye’yi bölünme sürecinden çıkarmaz!

CHP’nin yapması gereken Erdoğan ile Öcalan’ın anayasasına da, başkanlık sistemine de, özerklik hamlelerinde de toptan karşı çıkmaktır!

Çıkmazsa Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve Öcalan’ın girişimlerine meşruiyet sağlamış olur.

Ancak bitirirken altını çizerek belirtelim: CHP’nin AKP’ye parlamentoda sağlayacağı bu meşruiyet, Türk milleti nezdinde asla geçerli olmayacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Mayıs 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

BAŞKANIN TÜM ADAMLARI

Öcalan’ın “çekilme” şartlarından biri de Akil Adamlar heyeti…

Ancak önerinin yeni olmadığını, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun da bu öneride mutabık kaldığını önemle vurgulamalıyım.

Öcalan bu önerisini Aralık 2007’de ortaya atmıştı: “Akil adamlar komisyonu kurulmalıdır. Bu akil adamların kimlerden oluşacağı çok önemli… Ben sadece biz seçelim, bizim seçtiğimiz insanlardan oluşsun demiyorum. Devletin de seçeceği kişilerden oluşan bir komisyon olur. Örneğin İlter Türkmen olabilir. Bu komisyona Aahtisari gibi, ki özellikle onu öneriyorum, insanlar bulunmalı. Bunlar gelip benimle de görüşürler.”

Ardından Kılıçdaroğlu, Öcalan’ın Akil Adamlarını, bir Y-CHP önerisi olarak gündeme getirdi. Hatta daha da ileri gitti ve PKK’yle MİT’in değil, Akil Adamların görüşmesi gerektiğini savundu. (Haber Türk TV, 7 Haziran 2011)

ÖCALAN’IN VE DEVLETİN AKİL ADAMI: AAHTİSARİ

Marti Aahtisari, Öcalan tarafından Akil Adam olarak önerildikten sonra AKP ve CHP tarafından Türkiye’ye davet edildi.

Aahtisari Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Ana Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’yla görüşerek sadece Öcalan’ın değil, devletin de Baş Akil Adamı kabulü gördü.

KANDİL’İN AKİL ADAMI: İLTER TÜRKMEN

Ardından Murat Karayılan, Cumhurbaşkanı Gül adına röportaja gelen Hasan Cemal’e Kandil’in Akil Adamı’nı açıkladı: İlter Türkmen!

MİT’i CIA’ya bağlayan General Behçet Türkmen’in oğlu İlter Türkmen, 12 Eylül rejiminin Dışişleri Bakanı yapılmıştı. Türkmen’in kimliği Türk heyetinin bir Moskova ziyaretinde de gündeme gelmişti

Yıl 1974. Yer Kremlin. Sovyetler Birliği Yüksek Prezidyum başkanı Potgorni, TBMM Başkanı Kemal Güven’e İlter Türkmen’i parmağı ile işaret ederek, “sizin bu büyükelçiniz Amerikan casusudur” diye bağırır. Heyette yer alan milletvekillerinden Necdet Evliyagil, yanında oturan Türkmen’e “Bu nasıl iş? Cevap ver” der.

Ancak Türkmen’in vereceği bir cevabı yoktur!

BDP’NİN AKİL ADAMI CHP’DE: TANRIKULU

Sonra BDP’nin Cengiz Çadar, Hasan Cemal, Sezgin Tanrıkulu gibi Akil Adam önerileri oldu.

“Gölge CIA” olan Stratfor’un TR705 kodlu istihbarat kaynağı Sezgin Tanrıkulu, bilahare Akil Adam kontenjanından CHP’ye girdi, milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı oldu.

AKP’NİN AKİL ADAMI: HİLMİ ÖZKÖK

AKP’nin en önemli Akil Adamı ise Hilmi Özkök’tü. Gerçi Özkök, Erdoğan’a bağlılığının sürekliliği nedeniyle pozisyonunu şöyle tanımlıyordu: “Akil değil makul adamım!”

Böylece Özkök, karşı devrimdeki rolü nedeniyle aslında AKP için “makul” olduğunu sergilemiş oluyordu!

İSRAİL’İN AKİL ADAMI: HİSARCIKLIOĞLU

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ismi önce İmralı sürecinin Akil Adamı olarak gündeme geldi.

Ancak İsrail’in özrü sırasında ortaya çıktı ki, 17 Mart’ta Kudüs Tahkim Merkezi’nin Eş Başkanı ilan edilen Hisarcıklıoğlu meğer Suriye’ye karşı İsrail-Türkiye cephesi kurulmasında da Tel Aviv’in Akil Adamı olarak görev almış!

AB’NİN AKİL ADAMI: BEJAN MATUR

Eski Zaman yazarı Bejan Matur ise Alman Der Spiegel’e yazdığı bir makalede PKK’ye akıl vererek, Akil Adam olduğunu göstermiş oldu.

Matur AKP’nin her an çark edebileceği uyarısı yaparak sürece, örneğin AB gibi bir garantör gücün yetkili olmasının şart olduğunu savunuyor.

ABD’NİN AKİLADAMI: EGE CANSEN

Hürriyet yazarı Ege Cansen ise “ihanet önerileri” listesinde üst sıralar için yarışacak şu öneriyi yaptı: “PKK değil, bölgedeki (Güneydoğu’daki) güvenlik güçleri geri çekilsin!” (Hürriyet, 27 Mart 2013)

Tüm okurlarını şaşırtan Cansen, bu dudak uçuklatan önerisiyle kendiliğinden Atlantik’in Akil Adamlığına terfi etti.

AKP’NİN AKİL ADAMI: YALÇIN AKDOĞAN

Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ise bu karşı devrim sürecinin nasıl tamamlanacağını belirtiyor: “Tarihle, geçmişle hesaplaşmadan, sorgulamadan, yüzleşmeden kronik meseleler aşılamaz.” (Yeni Şafak, 27 Mart 2013)

Akdoğan’ın tarih dediği Atatürk’tür, Cumhuriyet’tir, Kurtuluş Savaşı’dır, Kemalist Devrim’dir; kökleri kazınmadan, milletin hücrelerinden sökülüp atılmadan nihayete erilmez!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Mart 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

4 MADDELİK ÇÖZÜM PLANI

Dağlıca’da 8 askerimiz şehit oldu… Malum çevreler yine “tam barış geliyordu, bozdular” demeye başladı. Yazıya oturduğumuzda, henüz “Ergenekon”u işaret eden olmamıştı!

Ancak bir kısım akılsız ve vicdansız, terörü, terörist saldırıyı “provokasyon” diye yorumlamaya başlamıştı bile. PKK’nin içine sızan provokatörlerden şikâyet edebilmek ancak Açılımcılara yakışır zaten! Sanırsın PKK, silahlı bir örgüt değil de kanarya sevenler derneği! Artık Karayılan’la oturur, PKK’deki provokatörlere yönelik soruşturma başlatırlar!

ANKARA’NIN YOL HARİTASI

Babasını 1,5 yaşındayken teröre kurban vermiş 19 yaşındaki bir kardeşimiz dün haykırıyordu telefonda, “çözümü yaz” diyordu. Akil adamsız, Açılımsız ve Oslo’suz çözümü yazalım:

1. Türk devleti, Irak’ın kuzeyindeki yapıya, PKK yöneticilerini teslim etmesi ve kampları boşaltması için 72 saat süre tanıdığını dünyaya ilan etmeli ve gereğini yapmalıdır!

2. Türkiye, ABD’nin Kürt planını bozmak için İran, Irak ve Suriye ile bu temelde bir ittifak kurmalı ve ortak askeri çözümle, “ikinci İsrail”i yıkmalıdır!

3. Dört ülke, ABD’nin “Büyük Kürdistan” planını bozduktan sonra, bölgede bir Türk – Kürt – Arap – Fars kardeşliği oluşturmak için bölgesel bir birliktelik kurmalıdır! Türk – Kürt, Arap – Kürt ve Fars – Kürt sorunları üzerinde emperyalist müdahalelerin bir daha yaşanmaması için birlik temelli eşitlikçi siyasal çözüm uygulanmalıdır!

AKP ÇÖZÜM DEĞİL SORUNDUR!

Bu üç aşamalı yolun ilk iki aşaması geçmiş dönemlerde asgari seviyede uygulandı ve başarı da kazandı. Örneğin Türk Ordusu 1995’te bölgeye düzenlediği Çelik Harekâtı’yla ABD’nin kukla yapısını dağıttı, CIA peşmergeleri Guam’a taşınmak zorunda kaldı. Örneğin 1998’de İran ile güvenlik anlaşmaları imzalanarak, PKK’ye karşı ortak mücadele verildi vs.

Ancak bugün, kimin hangi iradeyle yapabileceği meselenin düğümlendiği noktadır. O da çözüm planının 4. ve en önemli maddesidir.

Zira Türkiye’yi yöneten AKP hükümeti, Barzani’ye bu ültimatomu verecek siyasi pozisyonda değildir; tersine Barzani ile birlikte Maliki’ye düşmanlık yapmaktadır! AKP hükümeti, değil Suriye ile ittifak kurmak, tersine Suriye rejiminin yıkılması için çalışmaktadır. AKP hükümeti, İran ile ittifak bir yana, tersine İran’ı hedef alan Atlantik planlarında rol almakta, İsrail’e kalkan olacak ABD radarlarına ev sahipliği yapmaktadır.

Ve en önemlisi AKP hükümeti, ABD’nin stratejik piyonları PKK ve Barzani’yle mücadele edemez, zira kendisi de ABD’nin Ortadoğu’daki bir diğer taşeronudur!

ÇÖZÜMÜN ADRESİ İŞÇİ PARTİSİ

Hiç lafı dolandırmadan belirtelim: Türkiye AKP hükümetinden kurtulmadıkça ve Türk milleti AKP hükümetini yıkmadıkça daha çok şehit veririz. Ankara’dan değil de Washington’dan yönetilmenin sonuçları ortadadır. Bin yıldır birlikte yaşayan Türk ile Kürt’ü birbirinden tamamen koparacak Açılım’lara son vermenin yolu önce Ankara’yı yeniden iktidar yapmaktır!

Tıpkı Cumhuriyet gibi CHP de yıkılmıştır; AKCHP ve F tipi CHP olmuştur. Öcalan’a ev hapsi isteyen, Öcalan’ın akil adamlarını çözüm sanan bir CHP’nin millete bir hayrı artık yoktur.

Tek yol, Cumhuriyet’i yeniden kurmak, Atatürk’ün altı okunu yeniden iktidar yapmaktır. Bu program, birikim ve siyasal irade bugün Türkiye’de sadece İşçi Partisi’nde vardır.

Kılıçdaroğlu’nu Atatürkçü yapmaya enerji harcayan yurtsever CHP’li milletvekilleri, bu enerjilerini artık Kuvvayı Milliye ruhunun olduğu yeri büyütmeye harcamalıdır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Haziran 2012

, , , , , , ,

1 Yorum

OSLO’DAN ANKARA MUTABAKATINA

Erdoğan ile Öcalan arasındaki Oslo mutabakatı, Kılıçdaroğlu’yla üçlü mutabakata dönüştürülmüştü. Şimdi sırada mutabakatı Bahçeli ile büyütmek var! Bakın Oslo mutabakatı 5 adımda nasıl genişletildi?

ERDOĞAN – ÖCALAN MUTABAKATI

1.) AKP ile PKK arasında yapılan müzakereler, “koordinatör ülke” gözetimindeki 5. Oslo görüşmesinde mutabakatla sonuçlanmıştı. Masada bizzat Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi sıfatıyla bulunduğunu belirten MİT Müsteşarı Hakan Fidan, PKK yöneticilerine Öcalan ile Erdoğan’ın “yüzde 95 anlaştığını” müjdeliyordu. (AKP’nin ve geçmiş hükümetlerin PKK ile müzakereleri için lütfen Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Hükümet – PKK görüşmeleri” isimli kitabımızı inceleyiniz.)

UZLAŞMA KOMİSYONU

2.) Oslo mutabakatının merkezinde “bölünme anayasası” vardı! “Koordinatör ülke”nin AKP ile PKK’yi mutabık kılarak Türkiye’ye dayattığı “yeni Anayasa” için artık TBMM görevlendirilmeliydi. “Erdoğan – Öcalan anayasası” CHP ve MHP yoluyla milletin meclisine benimsetilmeliydi!

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in başkanlığında AKP, CHP, MHP ve BDP’den üçer milletvekilinin dâhil edildiği bir “uzlaşma komisyonu” kuruldu. 12 milletvekili, sanki anayasa yapıyorlarmış gibi toplandılar aylarca… Oysa “bölünme anayasası” hazır ve Başbakanlıkta bekletiliyordu!

“Türk olmayan yeni anayasa” gerçeği anlaşıldıkça, CHP ve MHP içinden itirazlar yükseldi. “Koordinatör ülke” çözümü anında buldu: Masadan ilk kalkanın ebe olacağı bir oyun başladı böylece…

ERDOĞAN – ÖCALAN – KILIÇDAROĞLU MUTABAKATI

3.) Sürecin belli bir aşamasında “yeni anayasa” gereği ülkenin yönetiminin de değişeceğinden hareketle “başkanlık sistemi” meselesi gündeme getirildi… Tam başkanlık, yarı başkanlık, partili Cumhurbaşkanı gibi modellerle kamuoyu ısıtıldı, alıştırıldı!

4.) Artık Erdoğan ile Öcalan arasındaki Oslo mutabakatına CHP de bütün gövdesiyle dâhil edilmeliydi. Gerçi Kılıçdaroğlu, “Yeni CHP” Genel Başkanı olarak çoktan mutabıktı! Ancak görmek istemeyenler ile sürece direnen CHP’liler de vardı. Kılıçdaroğlu artık daha açık hamlelere geçecekti.

Kılıçdaroğlu, Öcalan’ın 2007’de ortaya attığı “akil adamlar” ve “hakikatleri araştırma komisyonu” gibi önerileri dosyasına koyup, Erdoğan’a çıktı! Artık Erdoğan – Öcalan mutabakatı, Kılıçdaroğlu’yla genişlemiş ve üçlü mutabakat oluşmuştu!

ERDOĞAN: ÖNCE MHP’Yİ İKNA EDİN

5.) Kuşkusuz “koordinatör ülke” projelerinde Erdoğan daha deneyimliydi. Erdoğan, Öcalan’ın fikirleriyle kendisine gelen Kılıçdaroğlu’na “önce MHP’yi ikna edin” dedi!

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na söylediği şu sözleri CHP ve MHP tabanı sorgulamalıdır: “BDP başlattığınız süreci olumladığını açıkladı. MHP Genel Başkanı ise önerdiğiniz konuya katkı vermeyeceği açıklaması yaptı. Oysa TBMM’de ‘toplumsal mutabakat komisyonu’nun kurulması için MHP’nin ikna edilmesi gerekiyor. Eğer temaslarınız MHP’nin iknasıyla sonuçlanırsa biz de komisyonun parçası oluruz.” (Hürriyet, 7 Haziran 2012)

ANKARA MUTABAKATI

“Toplumsal mutabakat komisyonu” dedikleri, Oslo mutabakatıdır! AKP önce PKK/BDP ile anlaşmış, ardından da “yeni CHP” bu mutabakata dâhil edilmiştir! Sırada MHP vardır! Bahçeli’nin en kritik zamanlarda aldığı tutum göz önünde bulundurulursa, “yeni MHP” de mutabıktır! (Emcet Olcaytu’nun Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Devlet Bahçeli’nin dokuz sabıkası” kitabını inceleyiniz)

Erdoğan ile Öcalan arasındaki Oslo mutabakatı, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ile Ankara mutabakatına dönüştürülüyor…

Ancak, bakalım Türk milleti mutabık mı?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Haziran 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: