Posts Tagged NATO

GLADYO SİLİVRİ’DE DEĞİL, ANKARA’DA

NATO’nun en önemli işlevi, “müttefik” ülkeleri denetim altında tutmaktır. Nitelim eski ABD Dışişleri Bakanı Henrry Kissinger, “Amerika’nın müttefiki olmak, Amerika’nın düşmanı olmaktan daha tehlikelidir” diyerek bir bakıma bu gerçeğe işaret etmiştir.

Washington bu denetimi Gladyo, SüperNATO, Kontrgerilla diye adlandırılan gizli örgütlerle sağlar. ABD bu örgüte kaydettiği adamlarını devletin, ordunun, istihbaratın, kolluk kuvvetlerinin, partilerin en kritik noktalarına ve hatta en tepesine getirir. O nedenle de Gladyo’lar mutlaka iktidarda olur, muhalefette değil. Ve her ülkenin Gladyo’su, Brüksel’deki ana karargâh üzerinden doğrudan Washington’a bağlıdır.

Tüm bu genel bilgileri neden mi anımsattık? Çünkü Washington’un kirli işlerini deşifre eden ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) elemanı Edward Snowden’in sızdırdığı son belgeler, Gladyo’ya işaret etmektedir!

NATO, AB’Yİ DİNLİYOR

Snowden’in Alman Spiegel dergisine sızdırdığı belgelere göre NSA, AB’nin Washington ve Brüksel ofislerini dinlemiş. Üstelik dinleme sistemi NATO ana karargâhından kontrol edilmiş!

Yani ABD, Atlantik ittifakının diğer parçası olan AB’yi sürekli izleyerek, denetim altında tutmuş. Kuşkusuz şaşırmadık.

Peki, ABD bu “kirli” işi nasıl yapmış? “Çok gizli” kodlu Eylül 2010 tarihli belgelere göre NSA, hem AB Temsilciliği’ne dinleme cihazları yerleştirmiş, hem bilgisayar sistemlerine girerek tüm e-postaları izlemiş hem de ağdaki tüm dosyaları kontrol altına almış. NSA, benzer şekilde AB’nin BM’deki temsilciliğini de izlemiş.

NATO Ana Karargâhı’ndan kontrol edilen bu sistemle AB’ye ait binalardaki tüm telefon konuşmaları da en az beş yıldır dinleniyormuş.

ABD, İSTİHBARAT SERVİSLERİ ÜZERİNDEN BİLGİ ALIYOR

Edward Snowden dışında, eski NSA elemanı Wayne Madsen da çok önemli şeyler söylüyor. Örneğin Madsen, Avrupa’daki en az 7 istihbarat servisinin, ülkelerindeki telefon ve internet faaliyetleri hakkında NSA’ya düzenli bilgi verdiğini belirtiyor.

Nasıl ve neye dayanarak? ABD ile bu ülkeler arasında NATO ilişkileri üzerinden yasal ve yasadışı anlaşmalar var. İstihbarat servisleri bu anlaşmalara(!) dayanarak ülkelerini Washington’un denetimine açıyor.

Yine Kissinger’ın bir sözünden hareket ederek bu ilişkiye açıklık getirebiliriz: “Yasadışı olanı hemen yapabiliriz. Anayasaya aykırı olanı yapmak ise biraz daha vakit alır.” Kuşkusuz bu söz ABD için hem içeride, hem de dışarıda geçerlidir…

Ayrıca ille de bir anlaşmaya gerek de yoktur. Gladyo marifetiyle en önemli adamların istihbarat servislerinde en üst kademelere yükseltildiği, CIA’nın bu istihbarat servisleri içinde doğrudan kendine bağlı klikler oluşturduğu da artık bilinmektedir.

ABD, SİLİVRİ’DEN YENİLECEK

Gelelim meselenin bizi ilgilendiren kısmına…

Dün Aydınlık sürmanşetten duyurdu: NSA’ya vatandaşlarının telefon konuşmalarını ve internet yazışmalarını veren bir diğer istihbarat kuruluşu da MİT!

Doğrusu buna da şaşırmadık. ABD’yle “2 sayfa 9 maddelik gizli bir anlaşma” yapan bir ülkenin istihbarat servisi de bağımsızlık konusunda soru işaretlidir!

Bu tablo Galdyo’nun Türkiye’de iş başında olduğunu göstermektedir. Anormal olan ise kimi “safların” hâlâ Silivri’de Gladyo’nun yargılandığını sanmasıdır!

Ama tıpkı ABD’nin ipliğinin pazara çıkması gibi, Silivri gerçeği de kısa zamanda tescillenecektir.

Şu nedenle eminiz: ABD’nin “kirli işlerinin” son bir iki yıldır çokça ortaya dökülmesi, bu ülkenin zayıflaması ve inişe geçmesiyle ilgilidir. Güçlü ülkelerin sırrı olur ama zayıflayan ülkelerin sırları ortalığa dökülür!

Sırrı ortalığa saçılan ABD, yenilen ABD’dir. Ve ABD Silivri’de de yenilecektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Temmuz 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

NATO’NUN STRATEJİK KORİDORU: KÜRDİSTAN

Bugün size Pakistan’dan çarpıcı bir analiz aktaracağım. Analizin sahibi Pakistanlı emekli bir asker olan Agha Amin.

Düşünce kuruluşu ORBAT ve Alexandrian Defence Group’un üyesi olan Amin, halen güvenlik yönetim danışmanı olarak çalışıyor. Başta “Pakistan Ordu Tarihi” ve “Afganistan’da Taliban’ın Savaşı” olmak üzere pek çok kitabın da yazarı…

Agha Amin, NCNBC International’dan Christof Lehmann ile 30 Ocak 2013’te oldukça kapsamlı bir söyleşi yapmış. Amin’in bu söyleşideki vurgularını madde madde dikkatinize getireceğiz:

TÜRKİYE’DEN HİNDİSTAN’A KORİDOR

1. Agha Amin bölgedeki gelişmelerin ana nedenini ABD’nin Rusya ile kıta Avrupası’nın enerji entegrasyonunu engellemek istemesine bağlıyor: “İran’ın siyasi gücü ele geçirmesinde en önemli faktör, Rusya ile birlikte, Avrupa Birliği’nde önümüzdeki 100-120 yıl içinde tüketilecek doğal gazın yüzde 40’ını sağlaması yatıyor. ABD ve İngiltere’nin amacı, kıta Avrupası ve Rusya’nın ulusal ekonomisi ile enerji sektörünün entegrasyonunu sabote etmek. Atılan adımlar bu amaçladır.”

2. Amin, ABD’nin bu hedefi gerçekleştirmek için bir NATO koridoru planladığını belirtiyor: “Türkiye’den Hindistan’a NATO koridoru açılması planlandı. Koridorun bir bölümünde kurulacak Kürdistan, Rus Güney Akım gaz boru hattının güvenlik dinamiğinde önemli değişikliğe yol açacak. Suriye’de yaşananların sebeplerinden biri de bu.”

ABD’NİN STRATEJİK HEDEFİ: TÜRKİYE’NİN BÖLÜNMESİ

3. Agha Amin’e göre ABD’nin stratejik planının hayata geçirilmesi için atılacak ilk adım, ayrı bir Kürt bölgesi yaratılarak Türkiye’nin bölünmesidir. NATO, bu Kürt bölgesi sayesinde Kafkasya’ya doğrudan erişim sağlayabilecek. Bu durum, Kafkas petrollerini kontrol etmek ve Rusya’ya karşı düşük yoğunluklu çatışmalar için Çeçenlere destek olmayı sağlar. Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için denize çıkış şart. Bu da, Türkiye’nin güney kıyılarından ya da Suriye’nin kuzey-batı sahillerinden sağlanabilir.

4. Pakistanlı jeopolitik uzmanı Amin’e göre NATO’nun stratejik hedefi; İsrail’in kuzey sınırlarını Hizbullah, güney sınırlarını ise Hamas’a karşı güvenliğe almak; Rusya’nın Doğu Akdeniz’de, Suriye’nın Tartus limanındaki deniz üssünü ortadan kaldırmak.

5. Agha Amin’e göre “İran’dan gelip Irak ve Suriye’den geçerek Doğu Akdeniz’e ulaşacak 10 milyar dolarlık Pars gaz boru hattı projesi” Atlantik için büyük sorundu. Amin, ABD’nin bu projeyi baltaladığını belirtiyor: “Türkiye ile İran arasında doğal gaz alanında işbirliğini geliştirmeyi ve mevcut projeleri hayata geçirmeyi öngören mutabakat zaptı, Tahran’da Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İran Petrol Bakanı Gulam Hüseyin Nozeri tarafından 2008’de imzalanmış, anlaşmadan kısa bir süre sonra Güler görevinden alınmıştı. Wikileaks belgelerinde, ABD’nin, İtalya’nın enerji şirketi Eni’nin İran’ın Güney Pars doğalgaz sahasından Türkiye’ye boru hattı inşası için fizibilite çalışması yapmasına karşı çıktığı ortaya çıkmıştı.”

NATO KURT, TÜRKİYE KUZU

6. Amin’e göre Suriye’de iki tarafın birbirini yenmeden sürekli çarpışması ABD’nin çıkarınadır: “Suriye’de bir askerin ya da bir İslamcı militanın ölmesi, ABD ve NATO’nun çıkarınadır. İslam dünyasında savaş yaratmanın en önemli stratejik hedefi, ABD ve Avrupa’nın, Batı medeniyetinin düşmanlarının birbirini yok etmesiyle daha güvenli hale gelmesidir.”

7. Pakistanlı güvenlik uzmanı Agha Amin, NATO’nun kurtlar sofrası olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Türkiye ise NATO’nun garip kurdudur. NATO’nun kurtları Suriye’yi yedikten sonra sıra Türkiye’ye gelecek. Türkiye ve özellikle palyaço İslamcı AKP’ye, Suudi Arabistan’dan yüklü miktarda para aktarılıyor. AKP, Türkiye’nin laikliğini sömürürken, diğer taraftan NATO’nun en gözde menkul malı rolünü oynuyor. ABD liderliğindeki NATO, 1991’den beri kuzuları yiyor. Önce Sırbistan, ardından Kosova, Afganistan, Irak ve Libya yıkıldı. Suriye’nin dönüm noktası olmasını umuyorum.”

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Nisan 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

TSK’NİN SORUNU: ŞİÖ’YE NATO’DAN BAKMAK

Aydınlık’ın 14 Nisan tarihli manşeti çok önemliydi: “TSK’den Şangay seçeneği”

Gazetemiz, TSK’nin Şangay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) bir “seçenek” olarak göstermesini doğru takdir etti ve manşetine taşıdı.

Kuşkusuz TSK’nin Başbakan Erdoğan’dan önce ŞİÖ’yü bir seçenek olarak saptaması çok daha anlamlı olurdu. Ancak önemli olan geç de kalınsa saptanmış olmasıdır.

ABD’NİN GERÇEK KONUMU

Hava Kuvvetleri Komutanlığı Plan Prensipler Başkanlığı’ndan Hava Pilot Kurmay Binbaşı Ömer Alkanat’ın ATASE bünyesindeki Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin 415. sayısında yer alan bu geniş makalesi, doğal olarak günlük bir gazetede tüm boyutlarıyla ele alınamazdı. Biz bugün Alkanat’ın yanlış bulduğumuz kimi tezlerinden hareketle, bu çok önemli makaleye dair eleştirilerimizi yapacağız:

Öncelikle belirtelim. Alkanat’ın ŞİÖ’yü ele alışı “soğuk savaş” izlerini taşımaktadır ve bir NATO subayının bakış açısının ilerisine geçememektedir.

1. Makalenin tamamında NATO merkezli görüşler ağırlıktadır ve bunlar hatalı saptamalara zemin doğurduğu için problemlidir. Mesele Orta Asya’da yaşanan problemleri Stalin’e bağlamakla sınırlı kalsaydı belki, üzerinde durmayacaktık.

Ancak Orta Asya’nın ABD için önemini ifade eden şu türden cümleler stratejik hatalar içermektedir: “Orta Asya; ABD için stratejik konumu, bölgenin enerji kaynaklarının kontrolü, terörizmin engellenmesi ve bölge ülkelerinin demokratikleştirilmesi açısından oldukça önemlidir.”

Yugoslavya, Afganistan ve Irak örneklerine rağmen hâlâ ABD’den “demokrasi” getiren bir kuvvet olarak bahsetmek ve PKK’yi büyütmesine rağmen Washington’un terörle mücadele ettiğini varsaymak, “yığınak” hatasıdır!

2. Alkanat’ın Çin ve Rusya’nın ŞİÖ’ye ilişkin beklentilerine dair yaptığı saptamalar Washington’un gözünden yapılmıştır. Örneğin Çin’in ŞİÖ’de üç ana amacının olduğunu belirten Alkanat, başa şunu koymuştur: “Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde bulunan Uygur Türklerini daha rahat kontrol altına almak.”

Denilebilir ki Alkanat’ın en başa koyduğu bu amaç, gerçekte en gerilerdedir.

ASYA’NIN KAYNAKLARI ASYA YARARINA!

3. Alkanat, ŞİÖ’nün “Hazar Bölgesi’ndeki petrollerin Batı’ya akması yerine boru hatlarıyla Güney ve Doğu Asya’ya akmasını sağlamaya çalışmasını” bir tehdit olarak okumaktadır. Kuşkusuz bu, NATO’nun Türkiye’ye atfettiği “boru bekçiliği” görevini tehlikeye düşürdüğü için tehdit sayılmaktadır!

Nitekim Alkanat makalesinin ilerleyen bölümünde bu konuya yeniden değinmiş ve Nabucco’nun tehlikeye düşeceğinden endişe ettiğini açıkça yazmıştır. Hatta Türkmenistan’ın ileride ŞİÖ’ye üye olma ihtimalinin Nabucco Projesine vereceği zarara da değinmiştir.

Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmeyen ve zaten ölü doğan Nabucco projesine TSK bünyesinde bu denli önem atfedilmesi doğrusu bizi şaşırttı. Bir Türk subayının Asya’nın bölge kaynaklarının Asya’da kalmasına öncelik vermesini dilerdik!

4. ABD, Irak’tan sonra işgal ettiği Afganistan’dan çekilmeye hazırlanmışken ve bu konuda bir takvim de ilan etmişken, Alkanat’ın ŞİÖ’den “Afganistan’da istikrarı sağlamada zorlanan NATO’ya” yardım elini uzatmasını beklemesi dikkat çekici bir tezdir!

ŞİÖ’NÜN NATO KARŞITLIĞINDAN KORKMAK

5. Alkanat’ın şu tezi de gerçekçi değildir: “Çin’in bu kadar fazla ekonomik ilişkileri bulunduğu ABD ile anlaşmazlığa düşmesi yakın ve orta vadede pek olası görülmemektedir.”

Anlaşılan Binbaşı Alkanat hem ABD’nin Çin’i hedef alan yeni savunma stratejisini farklı yorumlamakta hem de son altı aydır güneydoğu Asya’da olanları ön muharebe olarak değerlendirmemektedir!

6. Makalenin bütünü dikkate alınırsa, Alkanat’a göre ŞİÖ’den oldukça büyük tehditler yönelmektedir. Örneğin Alkanat ŞİÖ’nün “Varşova paktı gibi bir yapıya bürünerek, Türkiye’yi soğuk savaş yıllarındaki gibi tehditlere sınır bir ülke konumuna getireceğini” düşünmektedir.

7. Alkanat’ın şu tezi de Washington merkezlidir: “ŞİÖ, İran vasıtasıyla Türkiye’nin büyük etkileri ve çıkarları bulunduğu Orta Doğu’ya İran lehine ortak olacaktır.”

TSK ŞİÖ’DEN NE BEKLİYOR?

8. Binbaşı Alkanat’ın ŞİÖ’nün Türkiye’ye verdiği diyalog ülkesi statüsünü salt “Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerin gelişmesinde ve Uygur Türklerinin durumu ile ilgili meselelerde söz sahibi olmak” bakımında değerli görmesi problemli bir bakış açısıdır.

Fakat şaşırtıcı değildir. Zira Alkanat Orta Asya ülkelerinin NATO bünyesindeki “Barış için ortaklık” programına dâhil edilmesinde Ankara’nın önemli rol almasından övgüyle bahsetmektedir!

Toplamda Binbaşı Alkanat’ın ŞİÖ’yü ele alışı, geçmişin Türk-İslam sentezli bakış açısının izlerini taşımaktadır!

Ancak TSK’nin ŞİÖ’yü bir seçenek olarak görmesi her şeye rağmen çok değerlidir. Bu bakış açısı Rusya’da dile getirilmeye başlanan “Truva atı” söylemlerini beslese de, “seçenek” aramak önemlidir. Zira Türkiye “müttefik” ABD’nin kucağında parçalanmaya doğru gitmektedir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Nisan 2013

, ,

Yorum bırakın

BİR SÜPERNATO OPERASYONU

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, NATO Patriotları konusunda TBMM Genel Kurulu’nu bilgilendirdi. Yılmaz’ın açıklamaları üç önemli konuya açıklık getirdi:

PATRİOT KİMİN TALEBİ?

Patriot konusu Türkiye’nin gündemine ilk olarak Reuters ajansına konuşan biri Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, diğeri de NATO yetkilisi olan iki isimsiz kişinin açıklamasıyla geldi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 7 Kasım 2012’de Belçika Dışişleri Bakanı Didier Reynders ile yaptığı görüşmenin ardından gazetecilerin soruları üzerine her iki açıklamayı da doğruladı ve “NATO Patriot vermeye hazırlanıyor” dedi.

Gazeteciler Endonezya’da bulunan Başbakan Erdoğan’a da sordular. Yanıt “ipler kimin elinde” dedirtecek cinstendi: “NATO’dan sınıra füze talebimiz olmadı, iddialar asılsız. Bu füzeyi alma konusunda karar verecek merci biziz. Bu dışişleri yetkilisi kim. Böyle bir şeyden haberimiz yok. Sağır duymaz uydurur cinsinden Reuters bir haber yapıyor.”

Oysa sağır da yoktu, uyduran da… Türkiye’nin Ankara yerine Washington ve Brüksel’den yönetildiği gerçeği vardı. O nedenle Erdoğan sözlerini yuttu ve Patriot konusu gerçeğe dönüştü.

Hatta 4 Aralık 2012 tarihli NATO Dışişleri Bakanları toplantısında ortaya çıktı ki, aslında talep Ankara’dan değil, NATO’dan gelmişti! Bir NATO görevlisinin şu sözleri tam bir dış politika faciasıydı: “Suriye ile gerginlik arttığında, Türkiye’ye ‘talep edin, hemen size Patriot verelim’ dedik.” (Hürriyet, 4 Aralık 2013)

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın önceki gün TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ise Patiotların Erdoğan’a rağmen Davutoğlu üzerinden getirildiğini doğruluyor. Yılmaz, NATO’dan “resmi olarak” 21 Kasım 2012’de Patriot talebinde bulunduklarını açıklıyor! Yani Erdoğan’ın “sağır duymaz, uydurur” demesinden 14 gün sonra…

Nitekim NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de 21 Kasım 2012’de yaptığı açıklamada, Türkiye’nin “resmi olarak” Patriot talebinde bulunduğunu açıklamıştı. Ancak daha ilginci ve aslında iplerin kimin elinde olduğunu gösteren açıklama ise dört gün önce, 17 Kasım 2012’de ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’dan gelmişti. Panetta, “Türkiye Patirot talep etti, verebiliriz” diyordu!

KOMUTA KİMDE?

AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, 22 Kasım 2012’de parti genel merkezinde düzenlediği basın bilgilendirme toplantısında “Tetik, Türkiye’de olacak” diyordu.

Hiçbir doğruluğu olmadığı ortada olan bu sözler, kuşkusuz tabanın gazını almaya yönelikti. Nitekim NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen 27 Kasım 2012’de “komuta NATO’da olacak” diyerek son noktayı koyuyordu.

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz da TBMM Genel Kurulu’nu bilgilendirdiği konuşmasında “Patriotların komutası Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı’nda olacaktır” dedi. Yani Brüksel’deki ünlü SHAPE karargâhında, yani komutası Pentagon’da olan NATO’da…

PATRİOTLARIN MENZİLİ

Peki, Patriotların asıl hedefi ve menzili neydi? Bakan Yılmaz’dan dinleyelim: “Bazı arkadaşlarımız, ‘bunların konuşlandırılmasının amacı, İran’dan atılacak füzelerin İsrail’i korumasına yöneliktir’ şeklinde, gerçekle hiç bağdaşmayan iddialarda bulunmuştur. Hedefi 36 kilometre olan bir füzenin, İran’dan İsrail’e atılan bir füzeyi Türkiye’de bulunduğu mevzilerde yok edebilmesi teknik olarak mümkün değildir.”

Peki, Patriot bataryaları sınırdan 300 km geriye Adana, Antep ve Maraş’a konuşlandırıldığına göre, 36 km menzille nereyi koruyabilecektir? Bu durumda sınırdan itibaren 264 km’lik iç hat savunmasız olmayacak mı? Hesap ortada…

Aslında gerçek de ortada. ABD, Türkiye’yi NATO’ya resmi talepte bulundurarak, Patriotlarla Kürecik Radarını ve İncirlik Üssünü korumaktadır!

Nasılsa Türk Ordusu bu kepazeliğe itiraz edemeyecek denli diz çöktürülmüş ve Genelkurmay Başkanı dâhil 400 subay ve astsubay zindanlarda esirdir!

Üstelik Türkiye bu operasyonla “NATO faaliyet alanı” ilan edilerek Batı’ya çıpalanmayı sürdürecektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Şubat 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CHP’NİN ATLANTİK’TEKİ YERİ

Dünyanın ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya kaydığı ve ABD’nin bu gelişmeye göre saldırı stratejisini Asya-Pasifik merkezli ilan ettiği bir süreçte, Başbakan Erdoğan’ın AB’ye karşı Şangay İşbirliği Örgütü’ne girmeyi düşünmesi, sebebi ne olursa olsun, Türkiye için çok önemlidir.

Bunun, AB’ye şantaj olasılığı içermesine rağmen, reel politikanın gereği olduğunu içeren yazılarımızı anımsayacaksınız. Son yazımızda NATO üyeliği ile ŞİÖ üyeliğinin bir arada olamayacağını da vurgulamıştık.

Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, Hürriyet’in Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın sorusu üzerine aynı şeyi söyledi: “Başbakan tarafından yapılan yorumu görmedim. Açıkçası, Türkiye’nin aynı zamanda NATO üyesi olduğu düşünülürse, Şangay örgütüne üyeliği enteresan olurdu. Nasıl ilerleyeceğini görmek zorundayız.”

Salt bu açıklama bile ŞİÖ üyeliği konusunun ABD emperyalizminden bağımsızlaşmak anlamına geleceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle dünyanın ilk anti-emperyalist kurtuluş savaşını vermiş bir ülkenin kurucu partisi olan CHP’nin de bu gelişmeyi alkışlayacağı düşünülürdü…

Peki, öyle mi oldu?

CHP’YE GÖRE NATO, ÇAĞDAŞ DÜNYA

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceki gün grup konuşmasında bu konuya değindi ve şunları söyledi: “Siz o çağdaş dünyadan kendinizi koparmak istiyorsunuz. Kiminle konuştunuz, kime danıştınız? Eğer Şangay İşbirliği Örgütü’ne girecekseniz, NATO’yu ne yapacaksınız? NATO’dan da herhalde çıkacaksınız.”

Yeni CHP’ye göre NATO çağdaş dünyaydı ve ŞİÖ’ye girmek, çağdaş dünyadan kopmaktı!

Meseleye, özellikle son günlerde ortaya çıkan ve bu partinin üst yönetiminin millet ile milliyet farkı konusunda bile ortalama bilgi düzeyinin altında kaldığını gösteren tartışmayı temel alarak bakarsak, NATO’yu çağdaş dünya görmeyi cehaletle açıklayabiliriz.

Ama sorun cehaletle açıklanamayacak kadar derindir ve önemlidir.

CHP’YE GÖRE AB, TÜRKİYE’NİN KÖKÜ

CHP’nin dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı Faruk Loğoğlu’nun ŞİÖ üyeliği konusunda attığı iki tweet, “derin ve önemli” gördüğümüz bağa işaret etmektedir.

Şöyle diyor Loğoğlu: “Hâlâ inanamıyorum, AB değil Şangay Beşlisi diyen AKP, Türkiye’nin eksenini değiştirmekle yetinmiyor, artık köklerini kazımaya çalışıyor.”

Dünyanın ekseni değişirken, Loğoğlu’nun hâlâ Batı’da çıpalı kalmak istemesi not edilmelidir. Öte yandan Loğoğlu’nun eksen değiştirmeyi “köklerin kazınması” olarak görmesi, daha da anlamlıdır. Loğoğlu bilmelidir ki, Türkiye’nin kökleri Batı’daysa eğer, o Batı 1922’de Ankara-Polatlı’ya kadar gelmişti ve CHP’nin lideri Mustafa Kemal, o kökleri kesmişti!

Loğoğlu ikinci tweet’inde de şöyle diyor:  “AB değil, Şangay Beşlisi demek, Türk dış politikasını hafife alan AKP, Türkiye’nin çıkarlarını ve geleceğini ciddiye almıyor demektir.”

Türkiye’nin çıkarlarını Batı’da gören bir anlayışın Dışişleri Bakanlığı’nda müsteşarlık seviyesine kadar çıkmış olması, kabul edelim ki, Küçük Amerika sürecinin başarısıdır!

CUMHURİYET AB YOLUNDA YIKILDI!

Faruk Loğoğlu tweet’leriyle yetinmedi, iki gün sonra da yazılı bir basın açıklaması yaptı. Bu kez daha da ileri gitti ve “AKP, bu çıkışıyla aslında uzun süredir uzaklaşmak için çaba harcadığı Avrupa-Atlantik camiasından Türkiye’yi daha da uzaklaştırabilecek bir adım atmıştır.” diyerek hükümeti Atlantik Cephesi’nden kopmak istemekle suçladı.

Erdoğan, eğer Batı gerilemiyor ve Doğu yükselmiyorsa, siyaseten en büyük dayanağı olan Atlantik Cephesi’nden kopmayı aklının ucundan bile geçirmez! Bunu Loğoğlu’nun bilemiyor olmasını kabul edemeyiz!

Anlaşılan CHP, Türkiye’nin dünyadaki yeri konusunda artık en geridedir. Aksi takdirde Faruk Loğoğlu’nun AKP’ye “Atlantik’ten sakın kopma” çağrısında bulunabilmesini açıklayamayız.

Bitirirken Loğoğlu’nun basın açıklamasındaki “AB’ye tam üyelik CHP’nin temel hedeflerinden birisidir!” sözlerine de değinelim: Demek Yeni CHP, Cumhuriyet’in 1999’dan beri AB aday üyeliği yoluyla adım adım yıkıldığını hiç fark etmedi!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Ocak 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

YA ŞİÖ, YA NATO

Başbakan Erdoğan, geçen yıl “AB’de ne işiniz var” diyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e “Bizi Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) dâhil edin, biz de AB’yi gözden çıkaralım” demişti. Erdoğan, meseleye “latife” katarak bunu söylediğini belirtmiş, haliyle Türkiye’de de bu sözler “latife” olarak algılanmıştı.

Ufuk Ötesi’nde o zaman, bunun Türkiye için bir zorunluluk olduğunu, dünyanın merkezinin Batı’dan Doğu’ya kaydığı bir süreçte, bu gelişmenin Erdoğan için bile kaçınılmaz olduğunu belirtmiştik. Nitekim Türkiye bu süreçte, ŞİÖ’nün “diyalog ortağı” oldu.

ERDOĞAN: ŞİÖ, AB’DEN DAHA GÜÇLÜ

Erdoğan önceki gün kendisine sorulan “Türkiye AB sürecini unuttu mu” sorusunu yanıtlarken, yine bu konuyu gündeme getirdi: “Şimdi tabii bu böyle olumsuz bir şekilde gidince siz de ister istemez 75 milyonun bir başbakanı olarak başka arayışlar içeresine de giriyorsunuz. Onun için geçenlerde Sayın Putin’e onu söyledim, ‘bizi Şangay Beşlisi içine alın’ dedim. Alın bizi Şangay Beşlisi içine, biz de AB’ye ‘allahaısmarladık’ diyelim, ayrılalım oradan. Bu kadar oyalamanın ne anlamı var?”

Üstelik bu kez Erdoğan, “İkisi birbirine alternatif mi” sorusuna da şu çok önemli yanıtı verdi: “Şanghay Beşlisi daha iyi, çok daha güçlü!

Anlaşılan Erdoğan Putin’e, Aralık başındaki Türkiye ziyareti sırasında da aynı talepte bulunmuş. Şaşırmadık. Çünkü o ziyaretten sonra, 23 Aralık 2012’deki Ufuk Ötesi’nde şunları yazmıştık: “Putin’in 3 Aralık’taki Türkiye ziyareti sırasında ‘Ortak Asya Stratejisi’ belirleme kararı alındı. Putin ve Erdoğan bu hedefle ortak çalışma grubu kurulmasını kararlaştırdı.”

Erdoğan bu görüşmeden bir ay önce de, Endonezya’daki Demokrasi Forumu konuşmasında da önemli bir çıkış yapmış ve “21. Yüzyıl, Asya yüzyılı olacak” demişti.

AB ÇÖZÜLÜYOR, ŞİÖ BÜYÜYOR

Erdoğan’ın belirttiği gibi ŞİÖ, AB’den daha iyi ve çok daha güçlüdür! Üstelik Çin ve Rusya dışında Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri de ŞİÖ üyesidir. İran, Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Moğolistan gözlemci üyeleri, Sri Lanka ve Belarus diyalog ortağıdır. Dünya nüfusunun ve ekonomik büyüklüğünün yarısı ŞİÖ’dedir!

Ayrıca AB, ulusal devletlerin egemenliğini devrettiği bir birleşik devletler modeli olmayı hedeflerken ve ABD’nin transatlantik ittifakı içinde yer alırken, ŞİÖ, küreselleşmeye karşı bir bölgeselleşme modeli olarak 1996’da ortaya çıkmış ve 2007’de “tek kutuplu dünya kabul edilemez” diyerek ABD’nin karşısına dikilmişti!

Üstelik AB, 2008’de başlayan ve hâlâ süren küresel kriz nedeniyle, genişleme yerine “çözülme” eğilimindedir. İngiltere’nin, AB üyeliğini halkoyuna sunma kararı alması buna işarettir.

Berlin’in Doğu’ya yöneldiği ve Moskova-Pekin hattıyla yakınlaştığı; Paris’in ise Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya yöneldiği bu süreçte Londra, çareyi Washington’la daha da yakınlaşmakta görmektedir.

YÜKSELEN KUVVETLERLE İTTİFAK

Erdoğan’ın bu nedenle AB yerine ŞİÖ demesi, akıllıcadır ve tarihsel zorunluluktur. İnen kuvvetler yerine yükselen kuvvetlerle ittifak yapak, en başta reel-politikanın gereğidir.

Ancak Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığı, Libya’ya müdahalede Batı Koalisyonu içinde yer alması, ABD adına Suriye’yi hedef alması, İsrail’in güvenliğini sağlayacak özellikteki Kürecik Radarını kabul etmesi, ABD’nin stratejik hedefine uygun olarak Barzanistan’ı himayeye soyunması, hele de Türkiye’yi “NATO toprağı” ilan ederek Patriot’lara evet demesi, ŞİÖ üyeliği konusuna kuşkuyla yaklaşılmasına neden olmaktadır.

Üstelik Erdoğan’ın kişiliği, ŞİÖ üyeliğini, Batı’yla pazarlık adına gündeme getirmiş olabileceğini düşündürmektedir.

O nedenle Erdoğan’ın bu konudaki ciddiyetinin test edileceği yer, öncelikle NATO’yla ilişkileridir! Çünkü ŞİÖ üyeliği ile NATO üyeliği bir arada olamaz!

Ancak her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın -amacı ne olursa olsun- ŞİÖ üyeliğini bir seçenek olarak gündeme getirmesi ülke adına önemli ve yararlıdır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Ocak 2013

, , , ,

Yorum bırakın

ABD’NİN ‘KÜRT KORİDORU’ HAMLELERİ

Cengiz Çandar’ın, “Meğer AKP’nin 2010’daki Irak politikası, aslında ABD’nin politikasıymış” demesi, kuşkusuz bir keşif ve bilinçlerde sıçrama değil fakat ABD içi hesaplaşma ile ABD-İsrail çelişmesinin neticesidir. Yoksa AKP’nin taşeronluğunu en iyi Çandar, üstelik yerinden bilmektedir. Nitekim AKP’nin Suriye’de de ABD taşeronluğu yaptığını bir vesileyle dile getirmişti daha önce.

Bu girişi bölgedeki tüm çarpışmaların “Kürt Koridoru” eksenli olduğunu belirtmek için yaptık. Suriye konusu da, Irak konusu da, Bağdat ile Erbil’in mücadelesi de, Ankara ile Bağdat’ın karşı karşıya gelmesi de, AKP’nin Kürt hamiliğine soyunması da, Türk topraklarına Patriot yerleştirilmesi de doğrudan ABD’nin “Kürt Koridoru” planıyla ilgilidir.

Çünkü ABD’nin bu bölgedeki 60 yıllık ama esas olarak son 20 yıllık ana hedefinin, ikinci bir İsrail işlevi taşıyacak ve kopardığı topraklarla bölge ülkelerini parçalayacak bir “Kukla Devlet” olduğunu Washington’un resmi belgelerine dayanarak biliyoruz.

ABD bu stratejisi gereği, kartı olan Kürt aktörlerini sürekli büyütmeye yönelik taktikler uyguluyor. ABD 1991’den beri PKK, Barzani ve Talabani’yi büyütüyor; hem de toplamda bu sıralamayla…

ABD’nin son dönemdeki kimi taktik hamlelerinin de, “Kürt Koridoru” atağı için PKK’yi büyütmek ve örgüte alan açmak hedefli olduğu anlaşılıyor. İnceleyelim:

NEDEN SUK YERİNE SUKO?

1. ABD, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Konseyi SUK’un yeterli olmadığını belirterek, Katar merkezli Suriye Ulusal Koalisyonu SUKO’yu kurdu bildiğiniz gibi geçen ay.

PYD lideri Salih Müslim, Radikal’den Fehim Taştekin’e, ABD’nin SUK yerine neden SUKO’yu inşa ettiğini açıklıyor: “SUK, SUKO olunca, Türkiye’nin kontrolünden çıkmış oldu. Şimdi bizi dâhil etme konusunda daha esnekler.

2.  El Nusra cephesi, Suriye’nin kuzeyinde son dönemde PYD’ye karşı ciddi saldırılar yaptı. PYD ve PKK, El Nusra’nın Türkiye’nin (hatta TSK’nin) kontrolünde olduğunu, Ankara’nın El Nusra’yı üstlerine sürdüğünü iddia etti.

Yanıt Ankara yerine Washington’dan geldi. ABD, El Nusra cephesini “terör örgütleri listesine” dâhil etti!

PATRİOTLAR ‘KÜRT KORİDORU’ İÇİN

3. Patriotların Adana, Maraş ve Antep’e konuşlandırılacağı ilan edildi. Suriye’den gelecek füzelere karşı olduğu söylenen Patriotların sınırdan 100 km geriye yerleştirilmesi, asıl niyetin başka olduğunu ortaya koydu. Zira Patriotların füzelere karşı menzili 20 km.

Türk Atlantik Konseyi’nin Antalya’da düzenlediği Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nda Zeynep Gürcanlı’nın sorularını yanıtlayan emekli Büyükelçi Yusuf Buluç’un saptaması, Patriotların ana hedefini anlamamız bakımından önemli: “Patriotlar, Türkiye halkı için değil, Türkiye’deki tesisleri korumak için yerleştiriliyor. Aksi halde, bölge halkına da gaz maskesi dağıtılırdı.”

Demek ABD ve NATO Patriotlarla Adana’daki İncirlik Üssü’nü, Diyarbakır’daki Pirinçlik Üssü’nü ve Malatya’daki Kürecik Radarı’nı korumayı planlıyor. (Bu arada, 1997’de kapatılan Pirinçlik Üssü’nün geçen yıl yeniden faaliyete açılmasının “Kürt Koridoru” ile ilgili olduğunu belirtelim.)

Son olarak Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, Patriotların Suriye için değil, İran için yerleştirileceğini söyledi.

Hepsi birleştirildiğinde korunacak ana hedefin “Kürt Koridoru”, bu hedefi besleyen alt hedefin de İsrail’in güvenliği olduğu anlaşılıyor! Kaldı ki, Irak’ın kuzeyinin Barzanistan’a dönüşmesinde Çekiç Güç ve İncirlik Üssü’nin nasıl bir rol oynadığına dair önemli bir deneyime sahibiz.

DERİN PATRİOT

Bir de işin “Derin Patriot” kısmı var elbette. Dün kısmen değinmiştik. ABD Patirotlarla ve İzmir’i kara karargâhı yapma kararıyla NATO’ya faaliyet alanı yaratıyor ve Türkiye’yi bu faaliyetin merkezi haline getiriyor. Böylece Türkiye NATO üzerinden bir daha Atlantik’e çıpalanıyor!

Patriot konusu gündeme ilk geldiğinde Erdoğan’ın haberinin olmadığını fakat sonra savunmaya mecbur kaldığını yazmıştık. Son olarak bir NATO görevlisinin “Patriotları Türkiye istemedi, biz önerdik” demesi, “Derin Patriot” konusuna noktayı koyuyor!

5. AKP’nin Öcalan Açılımı başlatması ve Erdoğan’ın açılımın ayrıntılarını netleştirmek üzere Washington’a gidecek olması da “Kürt Koridoru” ile doğrudan ilgilidir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Aralık 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

DAVUTOĞLU TASFİYE Mİ EDİLDİ?

Dolmabahçe fotoğrafı aslında çok şey anlatıyor. 3 Türk ile 3 Rus yetkilinin müzakere görüntüsünden bahsediyoruz… Bu tip heyetler arası görüşmelerde her yetkili kendi mevkidaşının karşısında yer alır. O fotoğrafta ise farklıydı…

Tamam, Putin’in karşısında Erdoğan oturuyordu ama Rusya Dışişleri Bakanı’nın karşısında Ömer Çelik, Putin’in dış politika danışmanının karşısında ise Ahmet Davutoğlu oturuyordu!

Yoksa hükümette adı konmamış bir görev değişikliği mi vardı? Ahmet Davutoğlu danışmanlığa dönmüş, Ömer Çelik de Dışişleri Bakanı mı olmuştu?

ÖMER ÇELİK DENETÇİ Mİ?

Bu tablo aslında bir süredir sergileniyor… AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, yurt dışı gezilerinde Erdoğan’a Dışişleri Bakanı gibi eşlik ediyor! Ya da Davutoğlu’nun gezilerinde Ömer Çelik mutlaka yer alıyor! Denetçi gibi…

Ufuk Ötesi’ni düzenli izleyen okurlarımız, Suriye konusunda son dönemde AKP içinde bir kırılma yaşandığını, Erdoğan ile Davutoğlu-Gül arasında farklılıklar belirdiğini, Erdoğan’ın Suriye sahnesinden çekilmek için İran ve Rusya ile müzakerelere yeşil ışık yaktığını anımsayacaklardır…

İşte bu fotoğraf, anlatmaya çalıştığımız ayrışmayı sergiliyor.

ANKARA-MOSKOVA HATTINA ABD SABOTAJI

Bakın bir ayrışma olduğunu başka nasıl anlıyoruz:

Dikkat ettiyseniz Erdoğan ile Putin’in buluşması aşağı yukarı her gazeteye olumlu yansıdı. Manşetlerde Erdoğan ile Putin’in Suriye konusunda birbirlerine yaklaştığına dikkat çekildi. Kimi gazeteciler konumları gereği Erdoğan’ın Putin’e değil, Putin’in Erdoğan’a yaklaştığını iddia ettiyseler de, ortada bir yakınlaşma vardı nihayetinde!

Tüm gazeteler Suriye konusunda Türkiye ile Rusya arasındaki görüş farklılığı makasının daraldığını saptıyordu. Başlıklar da öyle…

Peki, ideolojik bir araç işlevi olan ünlü Amerika’nın Sesi nasıl verdi bu haberi? İnternet sitelerindeki manşetlerinde başlık şöyleydi: “Putin ve Erdoğan, Suriye konusunda uzlaşamadı!

Bu manşet hem Moskova’dan kalkan Suriye uçağının CIA istihbaratıyla neden zorla Ankara’ya indirildiğini açıklıyor, hem de “füze yerine elektrik teçhizatı çıkan” operasyonun neden Ankara-Moskova hattında soğutulduğunu açıkılıyor!

MOSKOVA’NIN ANKARA’YA TEKLİFİ

Putin basın toplantısında çok açık bir şekilde ”Suriye’de pozisyonlarımız aynı ama hangi metotları kullanacağımız konusunda farklılık var” dedi. Bu söz tescilli Amerikancı gazeteciler tarafından her ne kadar “Esad’ın sandalyesini kim tekmeleyecek” şeklinde sunulduysa da, Ankara ile Moskova’nın “pozisyon yakınlaşması” içinde bulunduklarını dünyaya ilan etmesi çok önemli!

Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 23 Kasım’da Moskova’da yaptığı basın toplantısında çok önemli bir bilgi vermişti: “Biz, Ankara ve Şam arasında doğrudan diyalogun kurulmasını teklif ettik. Maalesef, teklif henüz yerine getirilmedi, ama halen yürürlükte.

Erdoğan ve Putin’in 3 Aralık’taki buluşmasında işte bu teklif de konuşuldu. Nitekim önce Putin “Görüşmede yeni görüşler dile getirildi” dedi, ardından da Erdoğan şu sözlerle tamamladı: “Komşumuz Suriye’de barış ve istikrarın yeniden tesis edilmesi, hiç kuşkusuz hem ülkemiz hem de bölge için hayati bir öneme sahiptir. (…) Suriye’de akan kanın bir an önce durmasını istiyoruz. Dışişleri bakanlarımız bu konuda daha yoğun bir çalışma yolunda adımlar atacaktır.

Peki, daha önce Suriye politikası nedeniyle “Rusya’nın cezalandırılmasını” isteyen Davutoğlu, Erdoğan’ın işaret ettiği bu çalışmayı yürütebilir mi? Ya da Lavrov’un karşısında Davutoğlu yerine Ömer Çelik’in oturmasının sebebi bu mu?

ERDOĞAN PATRİOT’U BASINDAN ÖĞRENDİ!

Suriye konusunda yaşanan bu değişikliğin nedenlerinin başında kuşkusuz “Kürt koridoru” geliyor. Son dönemde Washington’dan Ankara’ya gelen “Suriyeli Kürtlerle anlaşın” baskısı, Suriye sahnesinden çekilme arayışlarını hızlandırdı!

İşte NATO ve Patriot meselesi de aslında bu arayışa Washington’un yanıtıdır. ABD ve Davutoğlu, Patriotlarla Türkiye’yi sahnede kalmaya mecbur etmeye çalışıyor.

Erdoğan ile Davutoğlu’nun basına yansıyan “Patriot istendi, istenmedi” tartışması da bu nedenledir. Türkiye Cumhuriyet Başbakanı, ülkesinin NATO’dan resmen Patriot istediğini basından öğrenmişti!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Aralık 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

ABD SUKO’YU NEDEN TANIMIYOR?

Türkiye’nin Suriye sınırına konuşlandırmak üzere NATO’dan Patriot istemesi ile ABD ve Türkiye Özel Kuvvetleri’nin tatbikat mutabakatına vardığının ortaya çıkması, Washignton’un artık Suriye konusuna ağırlık vermeye başladığı şeklinde yorumlanıyor. Hatta bazı çevrelere göre Esad’ın düşmesi bu kez an meselesi!

Peki, öyle mi? Yani Atlantik cephesi bu kez Çin, Rusya, İran, Irak, Suriye, Lübnan bloğunu yardı mı?

Hayır! Bırakın yarmayı, Washington daha istediği gibi bir Suriye muhalefet cephesi bile oluşturamadı! ABD bu nedenle Doha’da kurduğu Suriye Ulusal Koalisyonu SUKO’yu bile hâlâ resmi olarak tanımadı!

Oysa ABD, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Konseyi SUK’u yetersiz gördüğünü açıkça belirtmiş ve ardından Doha’da bir hafta süren konferansta SUKO’yu inşa etmişti!

ABD kendi kurduğu SUKO’yu henüz tanımazken, Arap Birliği, Fransa, İngiltere ve Türkiye’nin tanıması, meseleyi daha da ilginç kılıyor.

ABD’NİN ZORUNLU KARARSIZLIĞI

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, hem Associated Press’in duyurduğu “ABD’nin yeni oluşturulan Suriye muhalefet cephesini resmen tanımaya hazırlanıyor” haberini, hem de New York Times’ın gündeme getirdiği “ABD’nin Suriyeli muhaliflere doğrudan silah yardımı yapmayı planladığı” iddiasını doğrulamadı.

Clinton Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın aktardığına göre, 2013’te ülkesinin dış politika önceliklerini açıkladığı konuşmasında şöyle dedi: “Düzenli olarak durumu değerlendiriyor ve bazı adımlar atıyoruz. Eminim önümüzdeki haftalarda daha fazlasını yapacağız. Fakat henüz bir karar verilmiş değil ve günlük olarak bunu değerlendiriyoruz.”

Clinton silah yardımı konusunun ise 12 Aralık’ta Fas’ta yapılacak “Suriye (muhaliflerinin) dostları” toplantısında ele alınabileceğinin sinyalini verdi.

ABD’NİN NETLEŞEMEYEN POZİSYONU

ABD’nin Suriye Büyükelçisi Robert Ford’un açıklaması Washington’un neden SUKO’yu henüz tanımadığını ortaya koyuyor: “SUKO Suriye halkının arzularının meşru temsilcisidir. Onlarla işbirliği yapacağız. Suriye için bir vizyonları var. İlerleme kaydediyorlar, onlar geliştikçe bizim pozisyonumuzun da evrilmesini bekliyorum.”

Ford’un muhaliflere silah yardımı konusunda söyledikleri de önemli: “Birçok kişi, aktif olmayı silahlarla bağlantılandırıyor. Bunun bir hata olduğunu söylemeliyim. Silahlar bir strateji değildir, silahlar bir taktiktir. Bunu çok net söyleyeceğim; askeri çözümün Suriye için en iyi yol olmadığını düşünüyoruz. Bir tarafın diğer tarafı ele geçirerek kazanma çabaları sadece şiddeti uzatacaktır ve zaten korkunç vaziyette olan insani durumu daha da ağırlaştıracaktır.”

SURİYE MUHALEFETİNDE YARILMA

Clinton ve Ford’un açıklamalarından ortaya iki gerçek çıkıyor. 1. ABD silahlı mücadelenin başarı getirmeyeceğini saptıyor. 2. ABD, Suriyeli muhaliflerinin başarı şansı artıkça arkalarında duracak.

Peki, Suriye muhalefeti, ABD’nin daha somut pozisyon almasını sağlayacak işaretler veriyor mu? Yanıt hayır!

Üstelik Suriye muhalefetinin önünde artık daha büyük sorunlar var:

1. Tek parçalı Suriye muhalefeti bir türlü oluşturulamadı. Örneğin Ulusal Koordinasyon Kurulu UKK, Moskova’yla temasları artırıyor, Şam’la müzakereye hazır olduğunu ilan ediyor.

2. SUKO hafta içi Kahire’de yaptığı son toplantıda da uzlaşamadı. SUKO’yu oluşturan gruplar arasındaki anlaşmazlık sürüyor hatta Kürt meselesi boyutu üzerinden derinleşiyor. Suriye’deki Barzaniciler ile PKK/PYD’nin yeniden anlaşması, Araplarda endişe yaratıyor.

Clinton’un “Türkiye, Suriye’de hiçbir şey yapılmamasının özelikle PKK uzantısı olan Kürtleri güçlendirmesinden inanılmaz biçimde endişeli” demesi dikkat çekici.

3. Doha’da ABD, Türkiye, Katar ve SUKO arasında imzalanan ve İsrail’i gözeten gizli anlaşma muhalefet içinde kırılma yarattı. Ayrıntılarını bugün Aydınlık’ın dış haberler sayfasında okuyacağınız 12 maddelik bu gizli anlaşmayı, Suriyeli muhalefetin bir bütün olarak kabul etmesi mümkün görünmüyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Aralık 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

MUHTEŞEM ERDOĞAN

Meclis Darbe Komisyonu, bir daha darbe olmaması için 20 öneri yapmış. Raporda yer alan öneriler arasında “okul, hastane, sosyal tesislerden darbecilerin isimlerinin kaldırılması” bile var ama NATO’dan çıkmak yok!

İçinde “NATO’dan çıkalım” önerisi olmayan bir rapor, darbeyle değil TSK’yle hesaplaşıyordur. Nitekim raporda yer alan “AB reformları devam etmeli” önerisi, hedefin TSK olduğunu ortaya koymaktadır.

ERGENEKON İLE GLADYO’NUN NATO FARKI

NATO meselesi turnusol kâğıdı gibidir. “Türk Ordusu NATO’dan çıkmalı mı” sorusuna verilen yanıta göre, bir insanın TSK’ye bakışı da, emperyalizme bakışı da net olarak anlaşılır.

Yani “NATO’ya hayır” demek, gerçekten “one minute” demektir!

Çünkü NATO, ABD’nin üye ülkeleri denetleme aracıdır, o ülkeleri sinir merkezinden teslim alma organıdır, üye ülkelerin en kritik kurumlarını ele geçirme aracıdır… NATO, başkentleri Washington’a bağlama operasyonunun adıdır.

ABD bu operasyonu Gladyo ile gerçekleştirir, yani SüperNATO’yla… Bu nedenle Gladyo’nun üyeleri, Washington’da “bizim oğlanlar” diye bilinir.

Gladyo üyeleri pratikte en Amerikancı isimlerdir aynı zamanda… Onları Türk-Amerikan ilişkilerinde nasıl konumlandıklarına bakarak da tanıyabilirsiniz. En Türkiyeci görünene, en milli laflar edene şu soruyu sormanız yeterli: “Türkiye NATO’dan çıkmalı mı?”

NATO meselesi, Ergenekon ile Gladyo’nun farkını da ortaya koyar. ABD’ye en mesafeli isimler Ergenekoncu ilan edilerek tutuklanırken, Gladyo’nun en has memurları dışarıdadır ve Ergenekoncu avındadır!

NATO ÇARPMASI

Bakın bu NATO meselesi o kadar kritiktir ki, ecdadının gittiği yerlere göz diken ve at sırtında oralara gitmek isteyen Muhteşem Erdoğan’ın karizmasını, onu sırtından atan Cihangir isimli attan beter çizer!

Anımsayın: NATO’nun bir Haçlı Koalisyonu olarak Libya’ya çullanması gündeme geldiğinde Muhteşem Erdoğan kükremiş ve “NATO’nun ne işi var Libya’da” diyerek tepki göstermişti. Sonra bağıtlar anımsatılmış olmalı ki, Muhteşem Erdoğan şöyle demişti: “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tescil etmek için Libya’ya girmelidir.”

Bu tescil işi sıradan bir laf değildir. Doğrudur, NATO bir tescil makamıdır. Girdiği yere el kor!

Nitekim Muhteşem Erdoğan bu NATO çarpmasından sonra her yere NATO’yu çağırmaya başladı. Kuzey Irak’a çağırdı, Kandil’e çağırdı, Suriye’ye çağırdı… Olmayınca Türk topraklarına çağırdı ve tescil durumunu da daha NATO gelmeden kendi ilan etti: “Burası NATO toprağıdır.

E, madem buralar artık NATO toprağıydı, o zaman NATO, karargâhını da buralara taşımalıydı! Öyle de oldu. Yarın yapılacak törenle, İzmir’deki Müttefik Hava Komutanlığı, yerini NATO Kara Komutanlığı’na bırakacak. Yani artık karadan girecek NATO askerleri!

PARGALI ABDULLAH

Bakın bu NATO çarpması sıradan bir olay değildir. Kimi zaman Muhteşem Erdoğan’ın Pargalı Abdullah tarafından hizaya sokulmasını sağlar.

Anımsayın: Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği gündeme gelmiş ancak Müslümanlara hakaret eden karikatürleri ifade özgürlüğü sayan Rasmussen’in adaylığına Muhteşem Erdoğan karşı çıkmıştı. Öylesine karşıydı ki, tüm dünyaya “hayır” diyeceklerini ilan etmişti!

Sonra NATO çarptı ve Pargalı Abdullah, Rasmussen’in genel sekreterliğine Türkiye adına “evet” dedi.

HÜSEYİN TETİK

NATO’nun Patriot’larını, Kilis çevresindeki NATO toprağına getirten Muhteşem Erdoğan’ın yardımcısı Hüseyin Çelik, biliyorsunuz, “ama tetik bizde olacak” demişti.

Sonra onu da NATO çarptı. NATO Genel Sekreteri Rasmussen, “komuta NATO’da” dedi.

NATO çarpınca, Hüseyin Çelik, Hüseyin Tetik’e döndü ama “Hüseyin Ç. Bir Ankara Faciası” dizisinin senaryosu da tamamlanmış oldu!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Kasım 2012

, , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: