Posts Tagged KKTC

NATO turancılığı

Ankara ABD’nin son dönemdeki Güney Kafkasya ve Orta Asya hamleleri karşısında neden sessiz? Yoksa Ankara, politikalarını, ABD’nin 1990’lardan beri dayattığı ve inişli çıkışlı uygulanan “Türkiye üzerinden Orta Asya’ya sarkma” stratejisine uyumlu hale getirmede basamak mı yükseltiyor? İnceleyelim: 

Trump’ın koridor planı

Erdoğan, Karabağ zaferinin 5. yıldönümü için Bakü’deydi. Azerbaycan 30 yıl boyunca Ermenistan’ın işgali altında olan topraklarını nihayet beş yıl önce kurtarabildi. Bunda önemli etkenlerden biri Rusya’nın tutumuydu. Nitekim Erivan yönetimi, Karabağ kaybı nedeniyle Moskova’yı suçladı; Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nden çıkmaktan ABD’yle ilişkileri geliştirmeye kadar pek çok tepki gösterdi. 

Peki Rusya neden böyle bir tutum almıştı ya da Erivan’ın ifadesiyle Moskova neden Bakü’ye yeşil ışık yakmıştı? Çünkü Türkiye, Rusya ve İran, Astana Platformu’nda çok stratejik bir işbirliği yürütüyordu. 

Ama ne oldu? Esad’ın devrilmesi Astana Platformu’nu fiilen işlevsizleştirdi. ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın ifadesiyle Suriye’de ABD, İsrail ve Türkiye üçlüsüne alan açıldı. Astana’nın Güney Kafkasya’da açtığı barışa giden yola ABD yandan köprü kurdu: Zengezur Koridoru’nın işletmesi, Beyaz Saray’da yapılan bir anlaşmayla 99 yıllığına ABD’li şirkete verilerek Trump Koridoru’na dönüştürüldü.

Güney Kıbrıs’ı tanıma ve Abraham Anlaşması

Orta Asya ülkeleri Çin ve Rusya’nın yakın müttefiki durumundalar. ABD 90’larda FETÖ gibi örgütlerle bu ülkelere yerleşmeye çalıştı ancak Şanghay İşbirliği Örgütü başta çeşitli platformlar ile Amerikan nüfuzu engellendi. Ancak ABD ve AB Orta Asya’ya yerleşebilmeyi stratejik bir hedef olmayı sürdürüyor. 

Bu yılın Orta Asya’ya ilk hamlesini AB yaptı. Ne yazık ki AB-Orta Asya Zirvesi, KKTC’nin aleyhine bir sonuç doğurdu. Bu köşede “12 milyar Avro’ya KKTC’yi sattılar” başlığıyla yazdım: “Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ olarak tanıdı ve büyükelçi atadı. Böylece üç Türk Cumhuriyeti, KKTC’nin varlığını resmen reddetmiş ve Rumların parçası saymış oldu.” (Cumhuriyet, 7.4.2025)

İkinci hamleyi de ABD yaptı. Trump, beş Orta Asya ülkesinin liderleriyle Washington’da C5+1 formatında zirve yaptı. Trump, “Avrasya’nın kalbindeki konumları Orta Asya ülkelerine inanılmaz bir önem ve inanılmaz bir potansiyel kazandırıyor. ABD’nin bu ülkelerle ortaklığını her zamankinden daha güçlü hale getirmeye kararlıyım” dedi ve Orta Asya ülkeleriyle nadir element anlaşmaları başta çeşitli anlaşmalar yaptı.

Bu zirveden çıkan sonuçlardan biri de Kazakistan’ın İsrail’le Abraham Anlaşması yapmasıydı. Trump’ın müjdelediği anlaşma, Trump, Tokayev ve Netanyahu arasındaki üçlü telefon görüşmesinin ardından geldi. 

Bahçeli’nin NATO sigortası

Ankara ne Zengezur Koridoru’nun Trump koridoruna dönüşmesine tepki gösterdi, ne Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımasına itiraz etti, ne de Kazakistan’ın İsrail’le Abraham Anlaşması yapmasına… 

Peki Ankara ABD’nin bu hamleleri karşısında neden sessiz? AKP-MHP koalisyonu, ABD’nin bu hamlelerini rahatsız edici görmüyor mu? Erdoğan-Bahçeli ikilisi bu hamleleri kendi planlamaları ile uyumlu mu görüyor yoksa?

Bahçeli’nin “TRÇ: Türkiye, Rusya, Çin ittifakı” önerisini detaylandırdığı Türkgün gazetesi söyleşisini burada çözümlemiştim. Bahçeli’nin o söyleşideki şu sözü, sorunun yanıtına işaret ediyor: “Türk Devletleri Teşkilatı TDT kamuoyundaki duyarlılıklara koruyucu diplomasi ile yaklaşmak suretiyle ‘çifte sigorta’ (NATO yükümlülükleri + TRÇ’de uyumlu alanlarda derinleşme) ilkesi gözetilerek…”

Yani Bahçeli’nin amaçlarından biri de Orta Asya ülkelerine “NATO sigortası” götürmek! Türkiye-Kafkasya-Orta Asya hattıyla ABD’yi Asrasya’nın kalbine sokmak ise olsa olsa “NATO Turancılığı” anlamına gelir elbette! 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Kasım 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’nin üç boyutlu Kıbrıs planı

KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimi, ABD’nin Kıbrıs konusunu Avrupa ile yeniden ısıtmak istediği bir sürece denk geldi. Zira Kıbrıs adası, ABD’nin İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu düzeni kurma hedefi açısından kritik önemde. 

ABD için Kıbrıs adası “Büyük Ortadoğu” açısından güvenlik, “küresel güç mücadelesi” açısından ekonomi ve Doğu Akdeniz açısından enerji meselesidir. 

Washington bu üç temel nedenle Kıbrıs üzerinde yeni bir planlama yürütmeye çalışmaktadır.

1. Kıbrıs’ın güvenlik boyutu

İsrail’in Gazze soykırımı sürecinde Kıbrıs, ABD-İsrail güvenlik politikaları bakımından kritik öneme sahip oldu. 

ABD ve İngiltere, Kıbrıs üslerinden kalkan uçaklarla İsrail’in “bölgesel” savaşına destek verdiler. Kıbrıs hem İsrail’e lojistik destek merkezi oldu, hem ABD’nin silah sevkiyatında rol aldı, hem de İsrail’in hava saldırılarına istihbarattan yakıt ikmaline kadar katkı verdi.

Öte yandan Kıbrıs’taki üsler hem İran’ın yanıt hakkında İsrail’in savunmasına destek vermiş oldu hem de İsrail uçakları için “güvenli geri çekilme” adresi oldu. Bu durum Kıbrıs limanları için de geçerli elbette.

2. Kıbrıs’ın ekonomi boyutu

ABD, Çin’le yürüttüğü küresel güç mücadelesinde, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol’u kesebilmeyi kritik önemde görüyor. Bu amaçla Hindistan – Ortadoğu – Avrupa Koridoru (IMEC) tasarlamıştı. 

Bu koridoru Hindistan ve Güney Asya ile Avrupa arasındaki temel ticaret koridoru yapmak isteyen ABD, aynı zamanda bu koridor ile Ortadoğu’da “siyasi bir inşa” hedefliyor. Koridorun Ortadoğu bölümünü oluşturan Körfez – İsrail/Gazze – Kıbrıs hattı, İsrail’in Körfez’le ve Arap dünyasının önemli bir kısmıyla normalleşmesi ve Kıbrıs yolu üzerinden ticaret merkezi haline gelmesi demek.

IMEC, 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı ile rafa kalkmıştı. ABD Başkanı Donald Trump şimdi bunu ”Gazze ’barış’ planı” ile raftan indirmeye ve hayata geçirmeye çalışıyor. Trump’ın Gazze’yi Riviera yapma amacından biri de bu.

3. Kıbrıs’ın enerji boyutu

Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’deki enerji-politik mücadelenin merkezinde yer alıyor. 

ABD’nin Türkiye’yi dışlayarak yürüttüğü bu mücadele ve Doğu Akdeniz gazının Kıbrıs ve Girit adaları üzerinden Avrupa’ya boru hatlarıyla ulaştırılması projesi, maliyeti ve gazın kapasitesi nedeniyle ekonomik olmadığı için hayata geçemedi. 

Hatta bu durum, Aksa Tufanı’ndan hemen önce, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek istemesinin nedenlerinin başında geliyordu. Zira Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya en ucuz şekilde ulaştırmanın adresi Türkiye’ydi. 

Bu durum haliyle KKTC ve Kıbrıs sorununun nasıl çözüleceğini de etkileyecekti. 

Ankara’nın Atina’ya mesajı 

Washington’un bu siyasal planlamaları, Kıbrıs için yeniden harekete geçileceğine işaret ediyor. Diğer yandan Türkiye’nin Avrupa güvenlik sisteminde yer almak istemesi ama Yunanistan’ın bunu engellemesi, Ankara’nın Atina’ya bu konunun çözümü için görüşme teklif etmesi, Kıbrıs sorununu ısıtacaktır.

İşte KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimi bu nedenlerle önemliydi. Biraz da bunun etkisiyle, AKP-MHP destekli Cumhurbaşkanı Ersin Tatar seçimi “ya iki devletli çözüm ya federasyon” referandumuna çevirmek istemişti ama bu ters tepti. Nitekim Cumhurbaşkanlığı seçilen Tufan Erhürman, ilk açıklamasında Ankara’yla eşgüdüm halinde olacağını önemle belirtti.

Ankara ise yeni dönemin işaretini geçen hafta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın şu mesajıyla verdi: “Cumhurbaşkanı’mız her seçilen Yunanistan başbakanına şans veriyor. Vermediği hiçbir insan yok. Bakın Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Kıbrıs sorunlarını çözecek siyasi meşruiyeti olan tek insan Cumhurbaşkanı’mızdır. Siyasi gerçekçi analizle söylüyorum. Bunu Yunanlılar da biliyor, Kıbrıslılar da biliyor, herkes biliyor.” 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
21 Ekim 2025

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

Aile arasında, kamuoyundan uzakta dış politika!

Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin AB ile stratejik ortaklık anlaşması yaptığı ve 12 milyar avroluk fonun karşılığı olarak Güney Kıbrıs’a büyükelçi atadığı sırada, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan sosyal medyadan ana muhalefet partisi liderine “had bildirme” mesajları atıyordu. Haliyle eleştirildi. 

Fidan o eleştirilere ancak 20 gün sonra bir “yanıt” verdi: “Bu son olaylardan hareketle aramızı bozmak isteyen bazı çevreler, bu sorunu bizim açıktan kamuoyunda tartışmamızı istiyorlar. Biz prensip olarak ailevi konuları kamuoyu önünde tartışmamayı tercih ediyoruz. Türk dünyasıyla aramızı bozmak isteyenlerin manipülasyonları bu açıdan başarılı olmayacak” (AA 24.4.2025).

Semerkand anlaşmasının esası

Baştan belirteyim: Meseleyi “Türk dünyasıyla aramızı bozmaya çalışıyorlar” diyerek ele almak, bir dış politika başarısızlığını ortadan kaldıramaz. Konu çok önemli. Türkiye’nin Türk dünyası ortakları, AB fonu alabilmek için Güney Kıbrıs’a büyükelçi atadılar. Üstelik bu bir gecede olmadı, en az altı aylık geçmişi var. Dahası Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Güney Kıbrıs’ı tanıma anlamına gelecek türden ilişkileri yıllara dayanıyor. Mesele Türkiye’nin bu süreçte, özellikle kritik son altı ayda ne yaptığıdır!

Diğer yandan üstü örtülmeye çalışılan asıl mesele şudur: Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin AB ile imzaladığı Semerkand anlaşmasının 4. maddesinde BM Güvenlik Konseyinin 541 ve 550 sayılı kararlarına atıf var. Bu iki karar KKTC’nin reddine ve Güney Kıbrıs’ın Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmasına ilişkindir.

Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bu imzayla KKTC‘ye sırtını dönmüş olması, aile arasında kalacak bir konu değildir ve her Türk vatandaşının ilgilenmesi gereken bir konudur. Dış politikayı “aile arası” bir iş olarak nitelemek yanlıştır; o durumda sorulır: “Aileniz kendi halkınız mı, Yunanistan veya Orta Asya Türk Cumhuriyetleri mi?”

Dış politika istihbarat faaliyeti değildir

İstihbarat kökenli olmasından kaynaklanıyor olsa gerek, Hakan Fidan dış politikayı aile arasında, kamuoyundan uzakta yapılan bir iş gibi görüyor. Anısmarsanız, Fidan Yunanistan ile sorunları da “bir paket olarak kamuoyundan uzakta ele almayı tercih ettiğini” söylemişti (AA, 23.11.2024).

Dış politika bir istihbarat faaliyeti değildir. Kimi konular bazı aşamalarında sessiz sedasız yürütülebilir ama her halükârda millete/halka açıklanmak zorundadır. Kamuoyundan uzakta, “aile arasında” gizli kapaklı yürütülebilecek iş değildir. Tersine, dış politika, kamuoyunu bilgilendirerek, onun desteğini arkasına alarak daha güçlü yapılır.

Mesele “Türkiye’nin Orta Asya ülkeleriyle arasını bozmak istiyorlar” diyerek geçiştirilemeyecek önemdedir. Tersine Türkiye’nin arasını aslında Orta Asya ülkeleriyle sorunlu götürenler kendileridir. Bakınız, Temmuz 2024’te Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) üye, gözlemci üye ve diyalog partnerlerinin (Türkiye dahil toplam 23 ülke) katıldığı bir enerji forumu vardı. İran’ın cumhurbaşkanı yardımcısı, Orta Türk Cumhuriyetlerinin enerjiyle ilgili bakanlar seviyesinde katıldığı bu toplantıya Türkiye’den tek bir yetkili, alt düzeyde bir bürokrat bile katılmadı. (Her ülkeden bir medya temsilcisinin olduğu Çin’deki bu toplantıları izledim.)

Colani İsrail’le anlaşma arayışında

Türk dış politikası ciddi sorunlar yaşıyor. Bunlardan sonuncusu da Suriye’dir. Ne yazık ki 8 Aralık 2024’te HTŞ’nin Şam’a girmesini kendi başarıları olarak sundular, günlerce “zafer” dediler. Olmadığını, tersine önümüzde sorunlar bulunduğunu anlatmaya çalıştık. 

Sonuç ortada: HTŞ lideri Colani ile görüşen ABD Kongre Üyesi Cory Mills açıkladı. “Mills, Colani’nin ABD’nin endişelerini gidermeye açık olduğunu, İsrail ile ilişkilerin normalleştirildiği Abraham Anlaşmalarına katılmakla ilgilendiğini aktardı.” (Harici, 24.4.2025).

Sonuç olarak Türkiye’nin dış politikasının ciddi sorunları var ve bunların bilinmesi ve özellikle tartışılması gerekiyor. Kamuoyundan uzakta ele alarak başarı sağlanmaz, tersine başarısızlıklar örtülmüş olur. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Nisan 2025

, , , ,

Yorum bırakın

12 milyar avroya KKTC’yi sattılar

Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdı ve büyükelçi atadı. Böylece üç Türki Cumhuriyet, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) varlığını resmen reddetmiş ve Rumların parçası saymış oldu.

Halbuki AKP hükümeti daha iki sene önce KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) gözlemci olarak davet edilmesini “KKTC’nin tanınmasını sağlıyoruz” diye propaganda ediyordu. Türk Devletleri Teşkilatı Aksakallar Konseyi Başkanı Binali Yıldırım, “Kıbrıs Türk’ünün sesi” ilan ediliyordu.

Önce tanıma, sonra para

Üç ülkenin bir kaç aydır sıra sıra Güney Kıbrıs’ı tanıyarak büyükelçi atamalarının nedeni, AB’nin vaat ettiği paraydı. Vaadin karşılığı Güney Kıbrıs’ı tanımaktı. Tanımazsa, AB üyesi Güney Kıbrıs, yatırım için verilecek parayı veto edecekti. 

Özetle “önce para sonra tanıma”yı bile kabul etmediler, “önce tanıma sonra para” deyip, kabul ettirdiler. Üç Türki Cumhuriyet, 12 milyar avroya KKTC’yi sattı.

Semerkant’ta yapılan AB-Orta Asya Zirvesi’nde, ilişkilerin stratejik bir ortaklığa yükseltilmesi kararı alındı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB’nin 5 Orta Asya ülkesine, “stratejik ortaklık” kapsamında 12 milyar avro yatırım yapacağını duyurdu. 

Bu yatırımın 2,5 milyar avrosu kritik hammaddeler için, 3 milyar avrosu Çin’i Avrupa’ya bağlayan Orta Koridor ticaret rotasının geliştirilmesi için, 6,5 milyar avrosu da çeşitli çevresel projeler için verilecek.

AKP’nin dış politika fiyaskosu

Üç Orta Asya ülkesinin AB’yle stratejik ortaklık yapabilmelerinin şartı olarak Güney Kıbrıs’ı “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıması, AKP’nin dış politikası açısından tam bir fiyaskodur.

Annan Planı’nı desteklemekle çıkılan yolda, gelinen sonuçlardan biridir bu fiyasko. ”AB üyeliği” masalıyla Güney Kıbrıs’ın, “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak AB üyesi olmasına yol açmışlardı. Şimdi AB Türkiye’nin “kardeşlerine”, “12 milyar avroyu istiyorsan, önce Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanı” demiş oldu.

Güney Kıbrıs’ı “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımak demek, KKTC’yi tanımamak, dahası Kıbrıs Türklerini de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin parçası saymak anlamına gelir.

İslamcılık ve Türkçülükle dış politika olmaz

Türk sağının sloganlarındandır, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” derler. Etnisiteyi, “Türk kardeşliğini” ana parametre alarak dış politika yapılamayacağının göstergesidir bu sonuç. 

AKP benzerini, “İslam kardeşliği” üzerinden de yürüttü, dahası yürütmekte ısrar da ediyor. Oysa orada da fiyasko yaşanmıştı. Sünni İslamcılık üzerinden, İhvancılık üzerinden yürüttükleri o dış politika Türkiye’yi bölgede yalnızlaştırmıştı.

Kısacası İslamcılıkla da Türkçülükle de dış politika yapılabilmesinin mümkün olamayacağı ortada. 

Dış politika, dışarıda ortaklar sağlamak içindir, güç kazanmak içindir, ekonomik çıkarlar sağlamak içindir ama son tahlilde, iç politika içindir; içeride kalkınma ve refah (gönenç) sağlamak içindir. Ancak AKP’nin hemen her dış politika hamlesi içeriyi zayıflattı, halkı yoksullaştırdı, Türkiye’nin yüz yıllık çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma hedefini ağırlaştırdı… 

Ankara’nın dostu, Türkiye’nin düşmanıdır

Türk dış politikasının felsefesi “yurtta barış, dünyada barış” olmalıdır: İki barış birbirini beslemektedir. Çevrenizde barış olması, sizin barış içinde olmanızın garantisidir; sizin barışınız da çevrenizde barış sağlanmasının etkenidir. 

Türk dış politikasının karakteri “bağımsızlık” olmalıdır: NATO üyeliği ve AB üyeliği hedefi bu karaktere aykırıdır. Çünkü bu platformlar, egemenliğin önemli oranda devrini gerektirir. Türkiye, elbette ittifaklar ve ortaklıklar kurmalıdır ama bu egemenliği aşındırmayan türden olmalıdır.

Türk dış politikasının zemini ulusal çıkarlar olmalıdır: Ulusal çıkarların yerine dar bir grubun çıkarını ve iktidarı besleyen sermaye sınıfının çıkarlarını esas alan her dış politik hamle, Türkiye’yi zayıflatır.

Türk dış politikasının stratejisi, tehditlere göre belirlenmelidir: Ne yazık ki Türkiye 80 yıldır kendisine yönelen türlü tehdidin ana kaynağı durumundaki emperyalist ABD’yle müttefiktir. Ankara’nın dostu, Türkiye’nin düşmanıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Nisan 2025

, , , , , , ,

Yorum bırakın

Askeri üsse karşı mescit

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yıl töreninden dönüşte, uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken çok vahim bir karşılaştırma yapıyor…

Gazeteci, KKTC Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı’nın açıklamasını anımsatıyor önce: “Güney Kıbrıs, Yunanistan’la Larnaka kıyılarında deniz üssü inşa etme girişiminde. ABD ve AB ile anlaştıkları haberleri çıktı ve yalanlanmadı.”

Gazeteci, ardından Arıklı’nın “Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’yle anlaşarak deniz üssü kurma zamanı geldi” beklentisini de aktararak soruyor: “Deniz ve Hava üssü kurulması kısa zamanda söz konusu olur mu?” 

Erdoğan’ın bu net soruya yanıtı ise şöyle: “Ada’da Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı binasıyla, Kuzey Kıbrıs Parlamento binası inşaatını yapıyoruz. Yanında da oraya hizmet verecek gayet güzel bir mescit yapılıyor. Herhalde bu üslerden daha önemli bir şey yok. Onlar askeri üs yapıyor, biz siyasi üs yapıyoruz” (AA, 21.7.2024)

Böylece Kıbrıs konusunda Türkiye’nin en vahim politikalarını izleyen ve son yıllarda düzelttiği iddia edilen Erdoğan, “Yunan deniz üssüne karşı Türk mesciti” politikasıyla kırık dolu Kıbrıs karnesine bir kırık daha eklemiş oldu!

Denktaş’ı Türkiye’den kovmaya kalktılar

Üstelik Erdoğan’ın Kıbrıs’daki hataları, telafi edilecek taktik hatalar da değil, stratejik düzeyde hatalardı. Karşılığı, Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla 1 Mayıs 2004’te AB’ye katılması oldu. Böylece Kıbrıs meselesi, garantörler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin meselesi olmaktan, fiilen AB’nin meselesi olmaya dönüşmüş oldu. 

Özetle AKP’nin Annan Planı’nı desteklemesi, stratejik düzlemde bir hataydı ve bedeli ağır oldu. O süreçte Annan Planı’na karşı Rauf Denktaş çırpınıyor, Türkiye’deki havayı değiştirmek için toplantılara katılıyordu. Başbakan Erdoğan ise ne yazık ki Denktaş’ı Türkiye’den kovmaya bile kalkmıştı, “Ne anlatacaksan git Kıbrıs’ta anlat” demişti. 

Bakmayın bugün iktidarın 50. yıl ve Denktaş söylemlerine… O yıllarda AKP-FETÖ-liberaller Denktaş’a karşı birleşmişti. Öyle ki Denktaş’ın adını Ergenekon iddianamesine bile koymuşlardı!

Toprak verme ve asker çekme tavizi

Şimdilerde unutuldu ama o yıllarda toprak vermeye bile hazırlardı. Örneğin 2004 yılında, ABD’de, Harvard Üniversitesinde şöyle diyordu Başbakan Erdoğan: “Adanın şu an yüzde 36’sı KKTC’nin yaşam alanıdır. Belli bir oranda toprak verebiliriz. Biz garantör ülke olarak tavsiye ederiz. KKTC bu yaklaşımı gösterir” (Hürriyet, 31 Ocak 2004).

Sırf AB’den müzakere tarihi alabilmek için, KKTC’den Türk askerini bile çekmeye hazırlardı! Örneğin o süreçte Erdoğan, KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat ile 5 bin Türk askerini çekme formülünü bile görüşmüştü (Barkın Şık, Milliyet, 14.6.2004).

AKP’nin Kıbrıs’taki teslimiyetçi politikasını anlamak için Batılı diplomatların anılarına bakmak bile yeterli aslında. Örneğin İngiliz diplomat Peter Westmacott’un, kitabında, “başta Türk limanlarının ve havaalanlarının açılmasını öngören Ankara Protokolü’nün imzalanması olmak üzere, Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü nasıl tek taraflı ödünler vermeye ikna ettiklerini ve Türkiye’ye verilen sözlerin ne kadar havada kaldığını” yazması ibretliktir (E. Büyükelçi Süha Umar, Cumhuriyet, 15.9.2021).

Erdoğan yeni tavizlere açık

Peki Erdoğan Kıbrıs politikasındaki tüm hatalarından döndü mü? 15 Temmuz’dan sonra Kıbrıs konusunda değiştiği söyleniyor. Öyle mi peki? 

6-7 Temmuz 2017’de Crans-Montana’da hangi tavizlerin verildiğini KKTC’li gazeteci Sabahattin İsmail açıklamıştı. Daha geçen yıl Erdoğan “Samimiyetimizi Annan Planı dahil, şimdiye kadarki tüm süreçlerde gösterdik, gerekirse yine gösteririz” demişti (AA, 24.7.2023). 

Erdoğan, gerekirse yeni tavizler verebileceğini açık açık söylüyorken ve “askeri üsse karşı mescit” politikası açıklıyorken, elbette hiçbir şeyin garantisi yoktur. Dahası ana muhalefet partisinin Kıbrıs politikası da bundan pek ileride ve olası tavizleri frenleyebilecek nitelikte değildir ne yazık ki…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Temmuz 2024

, , , , , , , ,

1 Yorum

AKP, MOSKOVA-LEFKOŞA BAĞINI KESTİ

Rusya yönetimi, vatandaşlarına KKTC’den gayrimenkul almamalarını tavsiye etti. Rusya Dışişleri Bakanlığı, tavsiyesine KKTC’nin “meşru devlet” olmadığını gerekçe gösterdi.

Böylece AKP hükümeti, ABD’ye tam bağımlı dış politikası nedeniyle Rusya’yı da Kıbrıs konusunda karşısına almış oldu.

Oysa 7 yıl önce bu konuda çok önemli bir gelişme yaşanmıştı. Anımsatalım:

PERİNÇEK, DUGİN’İ DENKTAŞ’LA BULUŞTURDU

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, bundan 7 yıl önce, KKTC’ye yönelik Atlantik baskısını kırmak ve uluslararası alanda bir destek yaratabilmek için Lefkoşa – Moskova teması sağladı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dış politika danışmanı olan Uluslararası Avrasya Hareketi Yüksek Konseyi Başkanı Aleksandr Dugin, Perinçek’in isteğiyle KKTC’ye gitti ve Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la görüştü.

Rus Duma’sına bağlı Jeopolitik İncelemeler Merkezi Başkanı da olan Dugin, Denktaş’la görüşmesinde, ülkesinin geleneksel olarak Rum tarafını desteklediğini ancak koşulların değiştiğini, Moskova’nın artık Kıbrıs konusuna Rum ve Türk penceresinden birlikte bakması gerektiğini savundu.

Denktaş ve Dugin, Kıbrıs Türklerinin uluslararası tecritten kurtulması için neler yapılabileceği konusunda görüş alışverişi yaptılar ve bazı somut projeler üzerinde durdular.

AKP, ÖNCE DENKTAŞ’I ÇİZDİ

Sonrasını hep birlikte yaşadık. ABD- AKP operasyonuyla Rauf Denktaş devre dışı bırakıldı. KKTC’de Batı yanlısı Mehmet Ali Talat başa getirildi. KKTC’ye Annan Planı kabul ettirildi, ancak Rumlar reddetti.

ABD ve AB verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı. KKTC’ye yönelik izolasyon olanca ağırlığıyla sürdü. AKP hükümeti, KKTC’nin tanınması için tek bir hamle bile yapmadı. (Hatta Denktaş’ın söylediği gibi KKTC’nin tanınmasını engelledi!)

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ise ABD’nin bölge politikalarına karşı dik durduğu için Türk Ordusu’nun en seçkin subaylarıyla birlikte tutuklandı.

AKP’NİN AMERİKANCI UYGULAMALARI

AKP hükümeti ise bu yıllar içinde stratejik işbirliği kurabileceği Rusya ile adım adım karşı karşıya geldi.

Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığı, Moskova’yı Ankara’ya düşman ettirecek şu hamlelere imza attı: İran ve Rusya’yı hedef alan ABD – NATO füze radarına ev sahipliği yaptı. Suriye konusunda ABD’nin sopası oldu. ABD isteğiyle İran’a karşı yaptırım uyguladı. Irak’taki Maliki yönetimini hedef alan ilişkiler kurdu. Kuzey Irak’ı Bağdat’a karşı himayeye soyundu.

Rusya’yı adım adım Türkiye’yle karşı karşıya getiren AKP hükümeti, diğer yandan değil KKTC’yi kimi “dost” ülkelere tanıtmak, yıllardır yönettiği İslam İşbirliği Teşkilatı’na dahi tam üye yapamadı! Daha doğrusu yapmadı!

ABD, RUSYA’YI KIBRIS’TAN DİNLİYOR

Rusya’nın vatandaşlarına KKTC’den gayrimenkul almamalarını tavsiye ettiğini öğrendiğimde aklıma Rauf Denktaş’ın şu çok önemli saptaması geldi:

Denktaş, Doğu Perinçek gibi Ergenekon’dan tutuklu olan Mehmet Perinçek’e şunları söylemişti: “Amerikalılar Güney Kıbrıs’ta bulunan egemen İngiliz üslerini de kullanmaktadırlar. Kıbrıs’ta Rusya’yı, Çin’i dinleme tesisleri vardır. Rum tarafını bu nedenle kızdırıp gücendirmek istemezler. AB de Kıbrıs’ta stratejik çıkarları olduğunu açıklamıştır. Bunlar nedir sorusuna verilen cevap şudur: Petrol kuyularını kontrol gerekmektedir, bölgede ne yapacağı bilinmeyen kökten dinci hükümetler vardır. En iyi kontrol merkezi Kıbrıs’tır.”

Denktaş için “o adam bitmiştir” diyen Erdoğan ise bugün Güney Kıbrıs’ın İsrail’le Akdeniz’de ortak doğalgaz aramasını ve ABD-İsrail-Yunanistan askeri tatbikatını izlemektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Nisan 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN, PATLATMADAN ÖNCE BALONU ŞİŞİRİYOR

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son Kıbrıs açıklamaları kimi çevrelerde şaşkınlık yarattı. “Kıbrıs’tan asker çekmeyiz”, “Maraş ve Güzelyurt’ta taviz vermeyiz”, “Kıbrıs diye bir devlet yok”, “AB ile müzakereleri dondururuz” diyen Erdoğan’ın bu tutumu, ulusalcı kesimlerde bile “Başbakan tavır değiştirdi”, “Denktaş gibi konuştu” şeklinde yorumlandı… Peki, gerçek öyle mi?

WASHINGTON’DN ÖNCE VE SONRA

1) Erdoğan’ın önemli konulardaki sözleri “Washington ayarından önce ve sonra” diye ikiye ayrılıyor. Birkaç örnekle anımsayalım:

Örneğin Erdoğan, “Washington ayarından önce”, “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye esip gürlemişti. Washington ayarından sonrası malum… Erdoğan, Türkiye’yi Libya’ya NATO saldırısının siyasi ve askeri karargâhı yaptı. Tezkere çıkmadan savaş gemilerini Libya üzerine, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu da isyancıları desteklemeye, Bingazi’ye gönderdi.

Örneğin Erdoğan, “Washington ayarından önce” Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği adaylığına şiddetle itiraz etmiş, yine esip gürlemişti. Sonrası malum. Rasmussen, Erdoğan’ın en çok ikili temaslarda bulunduğu kişilerden biri oldu.

8 yıllık Erdoğan dönemi, daha pek çok benzer örnekle dolu… Tahran’la uranyum takas analaşması ve sonrasında İran’a ambargo, İsrail’e “One minute” ama ikili anlaşmalara devam, füze kalkanına sözde itiraz ama sonra “Buton bizde olacak” yumuşatmaları… Ki AKP zaten “buton” durumunda!

HEDEFLERİ BİRLEŞİK KIBRIS

2) Erdoğan, stratejik konularda taviz vermeden önce, mutlaka tavizin tam tersi istikamette konuşuyor, eylemlerde bulunuyor. Böylece kamuoyunu da o tavize hazırlıyor. Hatta tavizden sonra, “İstediğimizi aldık” bile diyebiliyor(!) Kısacası Erdoğan, balonu patlatmadan önce şişiriyor…

Örneğin Suriye… Beşar Esad’a “Kardeşim” dedi, ortak kabine toplantıları yaptı, vizeleri kaldırdı, “Ortadoğu Birliği” kurdu, Fenerbahçe’yi alıp Halep’e maça götürdü… Geriye ne kaldı peki? Hem Halep’e hem de Fenerbahçe’ye kazık!

İşte Erdoğan “milli” görüntülü son çıkışıyla, Kıbrıs konusunda da büyük bir tavize hazırlanıyor. O tavizin ne olduğunu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gayet net söyledi zaten: Bu yılın sonunda anlaşma, 2012 başında referandum ve “Birleşik Kıbrıs”!

KKTC politikasının tek gerçek ölçütü, “tanınması” konusunda bir çalışmanın olup olmadığıdır.

ERDOĞAN AB’Cİ DEĞİL, ABD’Cİ!

3) Erdoğan’ın “tavır değişikliği” gibi algılanan son çıkışının bir diğer nedeni de satır aralarında gizli. Erdoğan, “AB’yi Kıbrıs konusunda muhatap kabul etmiyoruz. AB, bunu kendi zeminine çekmeye çalışıyor” diyor…

İşte Erdoğan’ın açıklamasının esbab-ı mucibesi budur. Çünkü Erdoğan, AB’ci değil, ABD’cidir. “Şartlar değişti” dediği de budur. Değişen ABD’nin gündemidir, takvimidir, Agratur’dur… Hedef, AB yerine BM üzerinden ABD planı gerçekleştirmektir.

Yeri gelmişken belirtelim: Başbakan Erdoğan’ın “AB ile müzakereleri dondururuz” şeklindeki tehdit görüntülü açıklaması da gerçekçi değildir. Çünkü AB ile fiilen ilişkiler zaten donmuş durumdadır. “En iyi ihtimalle 15 yılda biter” denilen müzakereler askıda… Son 1 yılda açılan tek başlık bile yok! AB başlık açılması için uzun zamandır şart koşuyor AKP’ye. “Rumlara limanlarını aç” diye…

BOP EŞBAŞKANI MİLLİ OLAMAZ!

Sonuç olarak Erdoğan’ın herhangi bir politikada “tavır değiştirmesi”, “milli” bir çizgiye girmesi gibi bir ihtimal yoktur; eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü Erdoğan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıdır. O koltuktan da Ankara yerine Washington politikaları uygulanır sadece…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi / s: 7

, ,

Yorum bırakın

AKP AÇILIMI, KKTC’Yİ BÖLDÜ!

“Besleme” sözü üzerinden Türkiye kamuoyunun gündemine oturan KKTC’deki “toplumsal varoluş” mitinginin üçüncüsü yapıldı. Mitingin katılımcıları bu kez daha da ileri gitti ve Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği binasına Rum bayrağı astı. Eylemciler başta “İşgalci TC, Kıbrıs’tan defol” pankartı olmak üzere pek çok Ankara karşıtı pankart taşıdı, slogan attı…

Avrupa Parlamentosu’ndan Liberal Grup heyetinin de katıldığı “toplumsal varoluş” mitinginde bir ara eylemciler birbirine düştü. Bir grup, Cumhuriyetçi Türk Partisi CTP Genel Başkanı ve eski Başbakan Ferdi Sabit Soyer ile Toplumsal Demokrasi Partisi TDP Genel Başkanı Mehmet Çakıcı’ya sert tepki gösterdi. Çıkan arbedede, polis CTP Girne Milletvekili Ömer Kalyoncu’yu zor kurtardı.

KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı, Türk askerini “işgalci” gösteren ve Türk hükümetini hedef alan pankart ve söylemleri şiddetle kınadı.

MİTİNGİN SONUÇLARI

“Toplumsal varoluş” mitinginin üçüncüsüyle birlikte ortaya çıkan somut tablo şudur:

1.. Türk askeri, 8 yıl aradan sonra, yine aynı gruplar tarafından işgalci olmakla suçlandı! 2003 yılında yani Annan Planı’nın kabul ettirilmesi için yürütülen çalışmalar sırasında, aynı gruplar Türk askerini “işgalci” olmakla suçlayan pankartlar açmışlardı!

2.. Ki bu gruplar, KKTC’ye Annan Planı’nı kabul etmesi için baskı uygulayan AKP’nin en önemli müttefikiydiler!

3.. “Toplumsal varoluş” mitinginde birbirine düşen her iki grup da AKP müttefikiydi. Örneğin CTP’yi iktidara AKP taşımıştı! Rauf Denktaş’ı çözümsüzlüğün adresi olarak sunan, açıktan hedef alan ve devre dışı bırakan AKP, CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’ı önce Başbakanlığa sonra da Cumhurbaşkanlığı’na taşımıştı!

Ki bu gruplar ve siyasi partiler ABD’nin de “yardımlarını” almışlardı. ABD Kongresi için hazırlanan ve internette yer alan 27 Haziran 2006 tarihli bir raporda, ABD’nin Kıbrıs Özel Koordinatörü Thomas Weston’un, “çözüm şansını artırmak için, Aralık 2003’teki seçimlerden önce, Kıbrıs Türk siyasi muhalefetine açık biçimde yardım ettiği” yazmaktadır!

Dahası Türk askerini hedef alan pankartı açanlar, 24 Nisan 2004 tarihindeki referandum öncesinde de, Trodos dağında Rumlarla birlikte etkinlik yapanlardır.

4.. Peki, müttefiklerinin aralarında bölündüğü ve bir bölümünün kendisini sert biçimde hedef aldığı AKP’yi bugün her şeye rağmen kim savunuyor: Ulusal Birlik Partisi UBP ve KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı. Yani Erdoğan – Gül ikilisin Mehmet Ali Talat’ı iktidara getirmek için açıktan aleyhinde çalıştığı “Denktaşçı” parti.

5.. AKP hükümeti, 2003 yılından bu yana AB üzerinden gelen her türlü TSK karşıtı açıklama karşısında sessizdir! Türk askerinin Kıbrıs’ta işgalci sayılması, AKP müttefiki olan bu grupların pankartından önce Avrupa Parlamentosu kararlarında yer aldı! Daha dün, Yunanistan Başbakanı Papandreu bile Erzurum’da “Türk Ordusu Kıbrıs’ta işgalcidir” demedi mi? Papandreu’ya bu konuda yanıt vermeyen, veremeyen Tayyip Erdoğan, nitekim KKTC’deki eylemlere de sırf şahsı hedef alınıyor diye tepki göstermişti!

İKİ SAPTAMA

“Toplumsal varoluş” mitinglerinden ortaya çıkan bu tabloya göre şu iki saptamada bulunabiliriz:

1.. AKP, Kıbrıs Açılımı ile önce KKTC’yi ikiye böldü: Bir yanda Rauf Denktaş, UBP ve destekçileri, diğer yanda CTP, TDP, kimi sendikalar, liberaller vs… Ancak AKP’nin Açılımı sonuçları itibariyle, müttefiklerini de böldü! Toplamda AKP’nin Kıbrıs Açılımı KKTC’yi üçe böldü!

2.. Ne ABD’nin “çözüm” sözleri, ne AB’nin üyelik yemi, ne BM’nin Annan Planı, ne de başka bir şey… Geniş ittifakın tek hedefi var: Türk Ordusu’nu KKTC’den çıkarmak! Çünkü biliyorlar ki, TSK adada bulunduğu sürece, başa kimi getirirseniz getirin, KKTC’yi ABD ve AB’ye peşkeş çekemez!

MEHMET ALİ GÜLLER

,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın