Posts Tagged yaptırım

Dün Colani’yi ekenler, bugün biçiyor

Suriye’de bugün çeşitli aktörlerin güç mücadelesine dönüşen iki temel mesele var:

1) Suriye’nin İsrail’le anlaşması konusu.

2) Suriye’nin kuzeydoğusundaki PYD bölgesinin geleceği konusu.

ABD’nin Suriye’ye yaptırımları kaldırıp kaldırmayacağından Ankara’nın PKK ile yürüttüğü “silah bırakma” sürecine kadar pek çok mesele, bu iki konunun geleceğini belirleyecek nitelikte.

Azerbaycan’daki İsrail-Suriye görüşmesi

ABD için iki konu da kritik önemde ve ikisi de birbirini etkileyecek nitelikte. Washington yönetimi o nedenle, HTŞ lideri ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet el Şara’yı yaptırım kartı ile sıkıştırıyor bir süredir.

Sunduğu şartlara bakılırsa, Beyaz Saray’ın yeni önceliği, Suriye’nin İsrail’le normalleşmesi. ABD Başkanı Donald Trump bu amaçla Suudi Arabistan ziyareti sırasında Şara ile görüştü ve Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı dörtlü zirvede masaya şartlarını koydu. ABD’nin beş şartından biri yaptırımların kaldırılması karşılığında Suriye’nin Abraham Anlaşmasını imzalayarak İsrail’i tanıması. Hatta Trump görüşmenin ardından “Kendisine (Şara’ya) anlaşmaya katılmasını önerdim, o da kabul etti” dedi.

Nitekim Trump’ın “Suriye’ye yaptırımları kaldırdık” açıklamasını, Azerbaycan’da yapıldığı belirtilen “İsrail-Suriye görüşmesi” haberi izledi. Şara da “arabulucular aracılığıyla” İsrail ile görüştüklerini kabul etti zaten. İsrail medyasına göre ise İsrail Ordusu Harekat Dairesi Başkanı Tümg. Oded Basyuk’un Suriye yönetiminden temsilcilerle Azerbaycan’da yaptığı görüşmede, Türk yetkililerde de yer aldı!

ABD ve Türkiye’nin Colani’yle ilişkisi

Şara‘nın, yani HTŞ terör örgütü lideri Colani’nin, dünyayı şaşırtacak şekilde kendisini 8 Aralık 2024’te Şam’da cumhurbaşkanı olarak bulmasının, bugün yürüyen politikaların ön hazırlığı olduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor.

Belli ki hem Ankara hem de Washington, terör örgütü lideri olarak başına ödül koydukları zamanlarda bile Colani’ye bugünler için yatırım yapmışlar. Kimin daha çok yatırım yaptığı ve kimin Colani üzerinde daha çok etkisi, gücü, kozu olduğu kritik mesele elbette. 

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Colani’yle 8 Aralık’tan önce de temaslarının olduğunu belirtmiş, hatta bir Fransız kanalına yaptığı açıklamada “HTŞ yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu” demişti. Benzer şekilde ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de ”görevi devraldığından beri Colani’yle dolaylı ilişki yürüttüklerini, onu Esad yönetiminden koruduklarını” açıkladı.

ABD-İsrail-Türkiye üçgenindeki gelişmeler

Bu ilişki ağı hem terör örgütü HTŞ’nin 8 Aralık’ta Esad’ı devirerek nasıl cumhurbaşkanı olduğunu, hem de Esad’ın yıllardır direndiği Atlantik taleplerinin nasıl sıra sıra yerine getirildiğini açıklıyor.

O süreçte de söyledik: Türkiye, HTŞ’nin Esad’ı devirmesinde İsrail’le dolaylı ortaklık yapmış oldu. Zira İsrail ordusu, HTŞ’nin Şam’a ilerlemesini kolaylaştırmak için yolu üstündeki Suriye ordusu mevzilerini hava saldırılarıyla temizledi sürekli. Nitekim bunu sonradan İsrail Başbakanı Netanyahu da açıkladı.

Böylece ABD, İsrail, Türkiye üçgeninde, başta belirttiğimiz iki temel konu düzleminde önemli gelişmeler başlamış oldu:

1) Suriye İsrail’le Azerbaycan’da görüşmelere başladı. Görüşmelerde Türkiye de yer alıyor. ABD İsrail’le Abraham Anlaşması imzalaması karşılığında Suriye’ye yaptırımları kaldırıyor.

2) Şam yönetimi PYD/YPG/SDG ile anlaştı. Ankara’yla yeniden Açılım başlatan PKK, bu isimle mücadeleyi bırakıp, silahlarıyla Irak’tan Suriye’ye geçiyor. Bugüne kadar PYD’yi PKK’nin Suriye kolu sayan Ankara, bu tutumundan geri adım atıyor; örneğin Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler PYD/YPG yerine, artık SDG ismini telaffuz ediyor.

Sorun şu ki aslında olanlar, ABD ve İsrail’e daha çok yarıyor.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Trump’ın Çin’e karşı yapabileceği bir şey yok

ABD’de Çin’e karşı nasıl konumlanılacağı başkanlar üstü bir konudur. O konumlanmada hangi politikaların izleneceği ise başkandan başkana değişebilir. Dolayısıyla Trump döneminde de ABD Çin’i “baş rakip” görmeyi sürdürecektir. 

Nitekim Cumhuriyet’te “Trump’ın ana stratejisi ne?” başlıklı yazımda incelediğim gibi Trump, Biden’dan daha fazla Asya-Pasifik’e, yani Çin’e odaklanmak istiyor. Bunun için de Avrupa ve Ortadoğu’daki sorunları hafifletmeyi amaçlıyor. Bunu ne oranda yapabileceği ise elbette ayrı mesele… 

Trump ve Biden’in Çin stratejisi

ABD sadece kendi strateji belgelerine değil, NATO belegelerine de Çin’i “mücadele edilecek baş rakip” diye koymuş durumda. Trump bunun gereğini yapmaya çalışacak, “baş rakibiyle” daha iyi mücadele edebilmek için bir strateji oluşturacak, o stratejiyi başarılı kılmak için politikalar, taktikler üretecek. 

Evet, başta da belirttiğimiz gibi konu başkanlar üstü. Nitekim Çin’e “ticaret savaşı” açan kişi Cumhuriyetçi Trump’tı. Yerine seçilen Demokrat Biden “ticaret savaşını” artırarak sürdürdü. Çin’in NATO belgelerinde “baş rakip” olarak ağırlık kazanması Biden döneminde oldu.

Trump ile Biden’ın Çin konusunda özetle strateji düzleminde bir farkı olmayacak, taktik düzlemdeki farkları ise sonucu değiştirmeyecek.

Sullivan’ın işaret ettiği tehdit sıralaması

Trump başkan seçildikten sonra, 13 Kasım’da, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden yönetiminin ABD ulusal güvenliğine yönelik baş tehditleri nasıl gördüğünü sıraladı. Beyaz Saray’dan ayrılacak bir yönetimin bu en temel konudaki görüşünü son dakikada açıklaması, elbette öncelikle “devlette devamlılık” içindir. (Bu nedenle zaman zaman ABD başkanları değişimi sırasında, bir önceki ABD başkanının savunma bakanının, sonraki ABD başkanının bir süre savunma bakanlığını yaptığı örnekler bile görüldü.)

Sullivan’ın aslında Trump dönemi için işaretlemek istediği ABD ulusal güvenliğine yönelik baş tehditler sırayla şöyle: “Stratejik düzeyde bakarsanız, önümüzdeki 10, 20 ve 30 yıl boyunca dünya için belirleyici konu Çin Halk Cumhuriyeti ile rekabettir. Daha sonra gelen en acil konular ise İran ile onun vekil gruplarıdır.”

Dikkat ederseniz Sullivan, Rusya-Ukrayna savaşı konusunu ve Rusya tehdidini ilk ikiye almamış, üçüncü sırada değerlendiriyor. 

ABD neden Çin’i durduramaz?

Kuşkusuz kimsenin ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiği yok, tersine ABD diğer ülkelerin ulusal güvenliklerini tehdit ediyor. Gerçek elbette bu ve o nedenle Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın işaret ettiği sıralamayı aslında şöyle okumalıyız: ”ABD’nin 21. yüzyılda çıkarlarını koruyabilmek ve dünya hegemonyasını sürdürebilmek için mücadele etmesi gereken güçler.”

Peki Beyaz Saray’a ikinci kez oturacak Donald Trump, bu hedef gereği Çin’e karşı ne yapacak, ne yapabilecek? 

Daha somut soralım: ABD’nin Çin’i durdurma ve gelişmesini önleme şansı var mı? İki kere yok: 

1) Çin, Çin’e özgü sosyalizm sistemiyle dünyanın en verimli, en üretken ülkesi durumunda. ABD’nin Çin’le üretimde rekabet şansı yok. Dahası Çin bilim, teknoloji, eğitim konularında da ABD’yi geçiyor. ABD Çin’e ticaret savaşı açarak, yaptırım uygulayarak, Tayvan ve Uygur sorunlarını kışkırtarak, Çin’i çevreleyerek bu gelişmeyi engelleyemedi. ABD’nin işe yaramayan bu yöntemleri aşacak araçları yok. Çünkü Pasifik’teki bir savaş da ABD’nin yenilgisi demek!

2) Çin artık BRICS’tir, ŞİÖ’dür, Küresel Güney’dir. Dolayısıyla ABD’nin Çin’e karşı mücadelesi, türevleri nedeniyle Küresel Güney’a karşı da mücadele demektir. Çünkü ABD Çin’e karşı mücadele ettiğinde, Çin’in kazan-kazan merkezli bir yatırımını hedef aldığında, o yatırımın (santral, köprü, liman vb.) olduğu ülkeyi de karşısına almış oluyor.

Sonuç olarak Trump’ın Çin’e karşı yapabileceği bir şey yok…

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
19 Kasım 2024

, , , , , ,

1 Yorum

ABD’nin demokratik standardı yok çıkarı var

ABD Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby, Venezuela’daki seçim sonuçlarının “demokratik standartları sağlamadığını” söyleyerek, “sabrımız tükeniyor” dedi!

Ne olur peki sabırları tükenirse? Tıpkı Irak’a götürdükleri(!) gibi Venezuela’ya da “demokratik standart” mı götürecekler!

Venezuela’daki yoksulluktan ABD sorumlu

Türkiye’de bazı kesimler Erdoğan-Maduro ilişkisine tepkisel nedenlerle, bazı kesimler Atlantikçilikten, bazı kesimler medya propagandasından etkilenerek ve bazı kesimler de Venezuela’daki kötü ekonomiye bakarak Madura karşıtlığı yapıyor. Elbette Maduro yönetimini beğenmeyebilirsiniz, uygulamalarını olumsuz ya da yetersiz bulabilirsiniz ama Venezuela’daki mevcut yoksulluğun sorumluluğunu Maduro’ya yüklemek, insafsızlık olur. 

Zira Venezuela’daki yolsuzluğun belirleyici nedeni bu ülkeyi ablukaya alan, petrolünün satışını zorlaştıran, petrol yüklü tankerlerine, altın rezervlerine el koyan ABD’dir. Öyle ki ekonomi iflas etsin ve Chavez programı çöksün diye emperyalist ABD’nin yapmadığı kalmadı. Bir kaçını anımsayalım: 

ABD, İran’ın Venezuela’ya sattığı kargo uçağına Arjantin havalimanında el koydu. ABD, Venezuela petrol üretemesin ve hiçbir şirket de Venezuela’da üretime soyunamasın diye petrol rafinerisine sabotaj düzenlemeye kalktı. ABD, petrol taşıyan Venezuela tankerlerine el koydu. İngiltere, Venezuela’nın İngiltere Merkez Bankası’ndaki 1.8 milyar dolarlık altınına el koydu. Ve tüm bu süreçte de ABD bir kaç kez darbe girişiminde bulundu ama başaramadı.

ABD’nin asıl ölçüsü

Nedir ABD’nin Venezuela’yla problemi peki? Çünkü Chavez kamucu programıyla emperyalist ABD şirketlerinin bu ülkeyi sömürmesini önledi. Maduro da o programı tüm zorluklara rağmen sürdürüyor. Yani ABD demokrasi olmadığı için değil, bu ülkeyi sömüremediği için Maduro yönetimine karşı. 

Kaldı ki gerçekte ABD’nin demokratik standartları da yoktur, çıkarları vardır. Seçim yapılmayan, krallıklarla yönetilen ülkelerde “demokratik standart” aramayan ABD, seçim yapılan Venezuela’nın demokratik standardını beğenmiyor!

ABD’nin Güney Amerika’daki şu anda en önemli müttefiki Arjantin. Çünkü Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei koyu Amerikancı. Öyle ki Milei Çin ve Rusya karşıtlığı yaparak seçime girdi ve ABD’nin büyük desteğiyle kazandı. Şimdi Milei karşılığını ödüyor ve açık açık Venezuela Silahlı Kuvvetlerinden Madura’ya darbe yapmasını istedi.

Yani Venezuela’da darbe çağrısı yapan Arjantin lideri Milei ABD’nin “demokratik standartlarının” üstünde oluyor ama ülkesini emperyalist şirketlere sömürtmemeye çalışan Venezuela lideri Maduro “demokratik standartların” altında kalıyor! 

Demokrasi dayatmak antidemokratiktir

Demokrasi standardı demişken… ABD en antidemokratik seçimlere sahne olmuş ülkelerden biridir. Seçime bir elmanın yarısı durumundaki iki partinin giriyor olması demokrasi değildir. Gerektiğinde darbe ile seçimi kazananı alaşağı eden bir sistemleri vardır çünkü. Al Gore’un kazandığı seçimin nasıl Bush’a verildiği, itiraz bile edemediği yakın tarihin olaylarındandır.

ABD’de iki partili seçim aldatıcıdır. ABD’de en çok fon toplayanların başkan adayı olabildiği antidemokratik bir sistem vardır. Adayları fonlayanlar da haliyle karşılığını ister. İşte son örnek: Linkedln’nin kurucusu Reid Hoffmann, Harris’in seçim kampanyasına 10 milyon dolar bağışladı ve daha fazlası için de CNN ekranından şartlarını sıraladı. Şartlarından biri Harris’in Federal Ticaret Komisyonu Başkanı Lina Khan’ı kovması. Neden? Çünkü bu komisyon şu anda Microsoft’un yönetim kurulunu soruşturuyor ve o kurulda Hoffman da var. 

Konumuza dönersek: ABD’nin demokratik standartları yok, çıkarları var. Kaldı ki bir ülkenin demokratik standartları yüksek(?) bile olsa, bunu başka ülkelere dayatması, antidemokratiktir. Çünkü her ülkenin demokrasi sorunu o ülkenin kendi iç sorunudur. Dolayısıyla Venezuela başta ABD saldırısı altındaki ülkelere Atlantik medyası etkisiyle salt seçim-demokrasi düzleminden bakmak, aldatıcıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Ağustos 2024

, , , , , , , , , , ,

2 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın