Posts Tagged Cemaat
GLADYO’NUN ÜÇ ÇOCUĞU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 21/12/2013
PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı.
İlk bakışta insana “ne ilgisi” var dedirten bu açıklama, aslında oldukça önemli olan ve aralarındaki Gladyo bağına işaret eden bir açıklamadır.
OSLO’YLA BAŞLAYAN AYRILIK
Gladyo’nun üç çocuğu olan AKP, Cemaat ve PKK, Oslo sürecine kadar birlikteydi. Oslo’yla birlikte ayrışmaya başladılar. Hatta sızdırılan mutabakat metni nedeniyle PKK Cemaati, Cemaat de PKK’yi suçlamıştı.
Sonrasında Reyhanlı saldırısı, Gaziantep patlaması gibi aydınlatılmayan tüm olaylar ve hatta Paris’teki Sakine Cansız cinayeti bile doğrudan bu üçlü arasındaki çatışmayla ilgiliydi.
Türkiye’deki bu olaylar aydınlatılmadığı gibi, Gladyo meselesi olduğu için Fransa da Paris cinayetlerini aydınlatamamaktadır!
ABD ZAYIFLADIKÇA, AKTÖRLERİYLE BAĞI GEVŞEDİ
Peki, Gladyo’nun üç çocuğu neden ayrıştı?
Bakın bu soruya yanıt verebilmek için önce şu saptamayı yapalım: ABD’nin AKP’yle ilgili tek sorunu Kürt Açılımı’nı olması gerektiği kadar ilerletememesidir. Demokrasi, insan hakları, tutuklu gazeteciler vs. hepsi hikâyedir.
Gelelim sorumuzun yanıtına…
Bakın aslında bu sorunun bölge penceresinden baktığınızda tek yanıtı vardır: Çünkü ABD Ortadoğu’da yenildi ve dünya çapında güç kaybediyor. Güç zafiyeti yaşandıkça da kontrol altında tuttuğu aktörlerde gevşeme yaşanmaktadır.
Türkiye’deki bu durumun benzeri, Suudi Arabistan ve Katar’da da vardır. Katar’da birkaç ay önce saray darbesiyle iktidar değişmişti!
HEM ÇATIŞIYORLAR HEM DE BÖLÜNÜYORLAR
ABD zayıfladıkça, kendisine bağlı Türkiye Gladyosu gevşiyor, Gladyo’nun bileşenleri arasındaki çelişmeler artıyor ve hatta her bileşen kendi içerisinde bölünme eğilimi taşıyor.
Örneğin AKP fiilen iki parçadır; Erdoğan’ın büyük parçası ile Abdullah Gül’ün küçük parçası.
Örneğin Cemaat içinde çatlaklar vardır; F tipi yapının eski Emniyet sorumlusu, şebekenin şemasını Başbakan Erdoğan’ın önüne sermiştir!
Örneğin PKK ikili, hatta üçlü eğilim göstermeye başlamıştır. Öcalan ile Kandil, Kandil ile BDP üst yönetimi arasındaki çelişmeler gittikçe derinleşmektedir.
NATO ÇATIRDIYOR
Bakın ABD’nin güç kaybı nedeniyle yerel Gladyoların gevşediğini ortaya koyan en önemli gelişme, tüm Gladyoların bağlı olduğu NATO’daki erozyondur!
Önceki gün toplanan NATO üyesi AB liderleri zirvesinde, bu erozyon en somut şekilde ortaya çıktı:
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Avrupa’nın savunma bütçesini GSMH’nin en az yüzde 2 oranına çıkarmaması durumunda, ABD’nin NATO üyeliğine ilgisini kaybedebileceğini belirtti ve 28 AB ülkesi liderini uyardı!
KÜÇÜK AMERİKA SÜRECİ SONA ERDİ
NATO çatırdadıkça, NATO’nun gizli örgütü olan Gladyolar, SüperNATO’lar da gevşemektedir.
Bu Türkiye için büyük bir fırsattır. 1946’da başlayan Küçük Amerika süreci, 2013’te kayaya çarpmıştır.
2014 Türkiye’nin yeniden bir devrimle bağımsızlık yoluna gireceği yıl olacaktır.
AKP-Cemaat çatışması ile AKP-PKK ortaklığına sıkıştırılarak bölünen Türkiye’nin çıkışı, Aslanlı Yol’dan başlamıştır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Aralık 2013
CEMAATE KARŞI AKP-PKK İŞBİRLİĞİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 20/09/2013
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’ın AKP’ye “paralel devlet” uyarısı yaptığını açıkladı. (Özgür Gündem, 19 Eylül 2013)
Öcalan’ın “paralel devlet” ile neyi kastettiğine geleceğiz ama önce bu nitelemeyi ilk nerede duymuştuk, onu anımsayalım: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iki yıl önce, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Türkiye’de kalkıp da kendisine paralel bir devlet anlayışına, KCK gibi, müsaade etmesi mümkün değil” dedi. (Milliyet, 7 Kasım 2013)
Ancak Erdoğan’ın KCK’yi “paralel devlet” diye nitelemesinden sonra, siyasi dengeler değişti. Haliyle “paralel devlet” de değişti! Erdoğan, daha üzerinden bir yıl bile geçmeden, bu kez “özel yetkili mahkemeler” diyerek, Fethullah Gülen cemaatini açık açık “devlet içinde devlet” diye niteledi. (ATV, 6 Haziran 2012)
Çünkü Cemaat’in egemen olduğu yargı, KCK davasına dayanarak, 7 Şubat 2012’de MİT’e soruşturma açmıştı. Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı verirse, sıranın kendisine geleceğini biliyordu. Bunu ifade de etmişti. Çünkü Fidan, sadece MİT Müsteşarı değil, Oslo tutanaklarında da görüldüğü gibi, Erdoğan’ın PKK ile müzakerede, masadaki özel yetkili temsilcisiydi.
Fidan ve yardımcıları 7 Şubat operasyonu sırasında birkaç gün ortalıktan kayboldu… Erdoğan ise bu sürede TBMM’den hızla Fidan’ı yargıdan koruyan bir kanun çıkardı. Sonrasını biliyorsunuz. AKP ile Cemaat sert bir çarpışmaya girdi; Savcılar tasfiye edildi, Cemaat’in etkin olduğu Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi yenilendi hatta Erdoğan’ın korumaları bile topluca değiştirildi…
KCK DAVASI TUFAN, MİT SORUŞTURMASI TSUNAMİ
İşte Öcalan, Selahattin Demirtaş aracılıyla Erdoğan’ı, bu “paralel devlete” karşı uyarıyor. Demirtaş’a göre Öcalan açık açık “paralel devleti” tarif de ediyor: “Türkiye’nin NATO’ya girişiyle birlikte NATO merkezli Gladyo’nun, sonraları Amerika’da Utah merkezli akademilerin, çeşitli lobilerin ve güncel olarak da bazı cemaatlerin bu paralel devlet yapılanması içerisinde yer aldıklarını düşünüyor kendisi.” (Özgür Gündem, 19 Eylül 2013)
Öcalan’ın mesajını tamamlayan bir başka açıklama ise KCK davasında yargılanan avukatından geldi. Öcalan’ın avukatlığını yaparken tutuklanan Özgür Erol, yargılandığı İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu yazılı savunmada, “Bizi alınca ‘bu tufandır, daha tsunami gelecek’ dediler. 2 ay sonra MİT soruşturması başladı” dedi. (Vatan, 19 Eylül 2013)
ERDOĞAN-ÖCALAN İKİLİSİNİN GEZİ KORKUSU
Tüm bunları Öcalan’ın Gezi mesajlarıyla birlikte değerlendirmeliyiz. Şöyle ki Öcalan anımsayacağınız gibi Gezi’de grev kırıcılığı üstlenerek Erdoğan’a can simdi atmış ve PKK’ye “Gezi’yi ulusalcılara bırakmayın” talimatı vermişti.
Sonbaharda yeniden bir halk hareketinin doğacı kaygısı, AKP ile PKK’nin ortak kaygısıydı ve o halk hareketi AKP’yi devirerek, PKK’nin kazandığı mevzileri silebilirdi. İşte bu kaygıyla PKK, sonbaharda Gezi’ye aktif katılma kararı aldı.
Şimdi burada duralım ve AKP’nin Sesi olan Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin “Öcalan, Gezi’de ne gördü” başlıklı yazısını anımsayalım: Selvi Öcalan’ı, Gezi’yi en iyi analiz eden isim olarak nitelediği yazısında, özetle “Gezi’nin arkasında paralel devlet var” fikrini işlemişti. (Yeni Şafak, 1 Temmuz 2013)
Bu ve Erdoğan’ın çevresinden gelen başka açıklamalar, Gezi ile Cemaati irtibatlandırmıştı. Hatta Cemaat, madde madde tüm suçlamalara yanıt verdiği F-muhtırasında Gezi’yle irtibatlandırılmasına karşı çıkmıştı.
Kuşkusuz Gezi’nin arkasında ne “paralel devlet” ne de Cemaat vardı! Hatta Gezi’nin hedefleri arasında AKP ve PKK gibi, Cemaat de vardı!
GEZİ HEPSİNİ TASFİYE EDECEK!
Ya o zaman? PKK, Cemaat ile çarpışan müzakere ortağı AKP’ye destek veriyordu. Zira Gezi, birkaç cephede birden savaşan AKP’yi de PKK’yi de silip süpürebilirdi ve birlikte Gezi’yi farklı yollardan bastırmak, “müzakere masasının” sürmesinin garantisiydi… Üstelik Erdoğan’a Cemaat ile çarpışmasında yardımcı olan Öcalan, “müzakere masasında” daha güçlü olacaktı!
Ancak AKP ile PKK ortaklığının hem Gezi’yi bastıramayacağını, hem de “müzakere masasında” Türkiye’yi paylaşamayacağını yakın zamanda göreceğiz! Halk Hareketi AKP-PKK ortaklığı ile Cemaat’in paylaşım savaşına son verecek ve tümünü tasfiye ederek Türkiye’yi özgürleştirecek!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Eylül 2013
AKP İLE CEMAATİN DERSHANE SAVAŞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/09/2012
Başbakan Tayyip Erdoğan dershaneleri kapatacaklarını ilan etti. Erdoğan 9 Eylül tarihli açıklamasında, “okul varsa dershane niye var?” diye sorarak kararının gerekçesini açıkladı. Hatta Erdoğan daha da ileri giderek, “ekonomik gücü olmayan vatandaşın yavrusunu dershaneye gönderemediğini” belirtiyor ve “sınıfsal” bir tavır da alıyordu!
Kuşkusuz Erdoğan, bu iddialarını kamuoyunu tavlamak için dile getiriyordu. Zira rakamlar ortadaydı ve Erdoğan döneminde Türkiye’deki dershane sayısı iki kat artmıştı!
DERSHANELER SAVAŞIN YENİ CEPHESİ
Peki, Başbakan Erdoğan 10 yıl sonra dershane sisteminin yanlışlığını neden keşfetti? Neden dershaneleri kapatmak istiyor?
“Bundan kim gücenirse gücensin” diyen Erdoğan elbette Fethullah Gülen cemaatine sesleniyordu; çünkü cemaatin en önemli silahı okulları ve dershaneleriydi…
Erdoğan bu kararıyla, özel temsilcisi olarak PKK’yle masaya oturan ve müzakere yapan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yargılanmak istenmesiyle hamle yapan cemaate ceza kesiyordu!
ERDOĞAN 28 ŞUBAT GENERALLERİNDEN BETER
AKP Hükümeti’nin dershaneleri kapatma kararı, Erdoğan’ın 9 Eylül’deki ilanından önce de aslında gündeme gelmişti. Ancak Cemaat AKP’yle savaşı büyütmemek için ilk günler açık bir tepki göstermedi.
Cemaatin resmi ilk tepkisi, Zaman yazarı İbrahim Öztürk’ün kaleme aldığı “Dershaneleri kapatmak” başlıklı yazı dizisiydi. 12 ve 13 Eylül tarihli bu yazılarda Öztürk, eğitimde kaliteyi artırmanın bir yöntemi olarak dile getirilen bu kararın netice vermeyeceğini savundu.
Öztürk yazısında Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’i de açıkça hedef aldı: “Milli Eğitim Bakanı ile eğitim ordusu arasında zerre kadar duygusal ve psikolojik bir bağ kalmadı ki. Ordusuz komutan gibi yapayalnız ilerliyor.”
Zaman yazarı İbrahim Öztürk, şu satırlarıyla Erdoğan’ı 28 Şubatçı generallerle aynı kefeye koyuyordu: “Derdiniz ne? Bu ülkede teröre karşı devletin vurmak-kırmaktan öte gitmeyen sert, acımasız yüzü hiçbir şeyi çözmüyor. Bu okullar umutsuz yüz binlerin başının okşandığı, onurlu milletimizin hayırsever ‘harçlıkları’ ile ayakta duran kurumlar. 28 Şubat’ta yapılamayanı, şimdi kalkıp bu hükümet mi yapacak?”
Hatta İbrahim Öztürk dershaneleri kapatmaya soyunan AKP Hükümeti’ni “milleti inletmekle” suçluyordu: “100 bin kişilik istihdamı, 2 milyar dolarlık sektörü batırmayı ‘milletim öyle istiyor’ diye meşru kılacaksınız, öyle mi? Millet kim? Alanlarında tekelleşen ve milleti inleten bir avuç komprador burjuvazi küçük esnafı ve tüketiciyi inletiyor, ‘milleti’ orada da hatırlamak lazım.”
SAVAŞ, SINAVLARA BİLE YANSIDI
AKP ile Cemaatin eğitim cephesine taşıdığı savaşın dershanelerden önceki ayağı İmam Hatip okullarıydı…
Zaman yazarı Mümtazer Türköne AKP Hükümeti’nin 4+4+4 sisteminin hedeflerini ele aldığı ve birkaç gün sürdürdüğü yazısında İmam Hatip’lerin kapatılmasını savunmuştu: “İmam-Hatipler çok hayırlı hizmetler yaptılar. Türkiye’ye çok şey kazandırdılar. Ama artık görev tamamlandı, ömürleri sona erdi. Sayıları meslekî ihtiyacı karşılayacak ölçüde sınırlanmalı ve genel eğitim içinde din eğitimi ihtiyacını karşılayan okul modeli olmaktan çıkartılmalı.” (Zaman, 26 Haziran 2012)
Bitirirken şu soruyu soralım: Son iki yılda neden neredeyse her sınav sorunlu geçiyor? Kopyalar, şikeler… Örneğin Erdoğan’ın bizzat MİT’i görevlendirdiği araştırmasından neden bir sonuç çıkmadı? Daha doğrusu çıkan sonuç neden kamuoyuna açıklanmadı?
Sınavların son iki yılda bu kadar sorunlu olması, AKP ile Cemaat’in eğitim savaşları nedeniyle mi?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Eylül 2012
AKP – PKK ARASINA CEMAAT Mİ GİRDİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 19/06/2012
Başbakan Erdoğan’ın “PKK silah bırakırsa, operasyonları durdururuz” demesinin ardından, son 10 güne damga vuran şu gelişmeler yaşandı: CHP genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, içinde Öcalan’ın akil adamlar önerisinin de yer aldığı “çözüm” paketini Başbakan Erdoğan’a sundu. Leyla Zana, “Ben Erdoğan’ın bu işi çözeceğine inanıyorum” dedi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “PKK silah bırakırsa, Öcalan’ın ev hapsi gündeme gelebilir” müjdesi verdi. Erdoğan, Fethullah Gülen’i “gel de gör” dercesine yurda çağırdı. Gülen, “Türkiye emin ve güvenilir değil” diyerek, dönmeyeceğini söyledi.
Son olarak da Kürt Açılımı sürecinin “akil adamlarından” eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, uluslararası bir uyarıda bulundu: “Erdoğan, Kürt sorununu çözemezse Türkiye parçalanır. Ama ülkeden önce parçalanacak olan kendi partisi olacaktır!”
Bu açıklamaların toplamı her şeyden önce şu gerçeği ortaya koyuyor. Mesele, Türkiye’nin değil ABD’nin ihtiyaçları düzleminde ele alınıyor ve yürütülüyor! Taraflar arasındaki ittifakların da, sürtüşmelerin de kaynağı ve nedeni, ABD’nin ihtiyaçlarıdır!
OSLO’YU KİM HANÇERLEDİ?
Radikal yazarı Avni Özgürel’in PKK’nin 2. adamı Murat Karayılan’la yaptığı ancak gazetesinin yayınlamadığı röportaj bu nedenle önem kazandı. Karayılan, 2012 bitmeden meselenin çözülmesi gerektiğini vurguladığı röportajın satır aralarında dikkat çeken suçlamalar ve tespitler yapıyor.
Karayılan açıkça cemaati suçluyor ve AKP ile PKK’nin arasına cemaatin girdiğini belirtiyor: “Bir güç aramıza girdi. Aslında sivil toplum kuruluşudur. Orayı çok açmayayım. Açsam herhalde bazı çevreler rahatsız olabilir. Yani Oslo’dan bahsediyorum.”
Karayılan, Oslo sürecinin 1 değil 3 yıl olduğunu ve karşılıklı saygı temelinde sürdürüldüğünü de özellikle belirtiyor; sürecin “Başbakan Erdoğan’ın kararıyla Milli Güvenlik Kurulu çerçevesinde yapılmış müzakereye dayandığını” vurguluyor.
Karayılan “sürecin başlamasıyla birlikte KCK davasının ortaya atılmış olması ise tam bir hançerlemeydi” diyor.
OSLO KASETLERİNİ KİM ÇALDI?
Oslo kayıtlarının ortaya çıkması, Hakan Fidan’ın “Başbakan’ın özel temsilcisi” sıfatıyla masada bulunduğunu PKK’lilere belirtmesi, dahası Erdoğan ile Öcalan’ın yüzde 95 anlaştıklarını müjdelemesi, haliyle en çok Erdoğan’ı zor durumda bırakmıştı.
O dönemde kasetin PKK tarafından sızdırıldığı da iddia edilmişti. Karayılan kendilerinin sızdırmadığını bir kez daha belirtiyor: “Biz o kuruma (MİT) gerekli bilgileri verdik. Yani bundan kesinkes emin olabilirsiniz ki, burada sızma söz konusu değildir, bizim tarafımızdan ifşa edilmemiştir.”
Hatta Karayılan, MİT’e “gelin soruşturun” da demiş: “İsterseniz gelin soruşturun… Onlar da dediler ki, ‘biz sizin bu sarf ettiğiniz, belirttiğiniz şeyleri, biz samimi gördük’ dediler.” Nitekim Karayılan, Oslo süreci başlarken uyarıldıklarını, bu nedenle süreci sadece 11 kişinin bildiğini belirtiyor.
CIA – CEMAAT OPERASYONU MU?
Peki, o zaman konuşmalar nasıl sızdı? Karayılan, PKK – MİT istişaresinden sonra ortaya çıkan sonucu şöyle özetliyor: “Ama nihayetinde anlaşıldı ki, aslında devletin kendi içinde farklı eğilimdeki grupların işidir. Yani aslında MİT’ten bir biçimde çalınmıştır.”
Karayılan bu operasyonu anlatırken dikkat çekici ayrıntılardan bahsediyor: “O noktada uluslararası bir organizasyon işe karışmış olabilir mi onu bilemem. Benim tahminimi sorsanız bence oradan bir şekilde alındı. Özellikle polisin bizi işaret etmesi… Bu bizdeki kanaati kesinleştirdi ki o zaman bunlar ya MİT’ten almış ya da uluslararası bir kurumdan almış, dedik.”
STRATEJİK PİYONLUĞUN SONUÇLARI
AKP ve PKK’nin CIA koordinatörlüğünde (ABD – İngiltere) müzakere etmesi, CIA’nın kaseti cemaat üzerinden sızdırması, PKK’nin MİT’e “gel bizi soruştur” demesi, PKK ile MİT’in “samimi ilişkileri”, AKP’nin cemaati “devlet içinde devlet” diye nitelemesi…
Tüm bu pespayelik, tarafların ABD’nin stratejik piyonluğunu kabul etmesindendir! Ve ABD de, piyonlarını kimi zaman masaya oturtarak, kimi zaman tokuşturarak, bazen havuç bazen sopa olarak kullanarak, hedefine ilerliyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Haziran 2012
CEMAAT ÜÇ KOLDAN ATEŞ AÇTI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 30/05/2012
Dünkü Zaman gazetesi dikkat çekiciydi. Üç cemaat yazarı, üç ayrı konuda Başbakan Erdoğan’ı hedef aldı. Mümtazer Türköne Uludere, Şahin Alpay ise Başkanlık sistemi konusunda Erdoğan’ı eleştirirken, İhsan Dağı’nın Necip Fazıl’ın 12 Eylülcülüğünü gündeme getirmesi anlamlıydı!
CEMAAT KURBAN İSTİYOR
Dönemlerinin Amerikancılık seviyesine uygun olarak MHP’den Çiller’e, oradan da cemaate yönelen Mümtazer Türköne, dün “Uludere’den çıkış” başlıklı “özel” bir yazı kaleme aldı. Yazısının giriş bölümünde “devleti adam etmek” ifadelerini kullanan Türköne, ardından şu saptamayı yaptı: “Devlet kim? Uludere’de oluşan bataklığın sırrı bu soruda saklı. Bütün öfkemi dizginleyip, sabırla anlamaya çalışıyorum. Devlet bugün sadece AK Parti hükümeti.”
“Uludere katliamı AK Parti hükümeti için bataklığa dönüştü” diyen cemaat yazarı, Erdoğan’a şu çıkış yolunu öneriyor: “Bir tek kişinin etini kuşbaşı doğrayıp, sağda solda hırlayan köpeklerin önüne atmak. Sonra kalan parçalarını Uludere bataklığına gömüp üzerinden devlet denen devasa aracı geçirmek.”
Acaba cemaatin istediği kurban kim?
CEMAAT: ERDOĞAN YORULDU
Bir diğer cemaat yazarı Şahin Alpay ise “Başkanlık niçin bize yaramaz?” başlıklı yazısıyla, Erdoğan’ı can evinden vurdu.
Alpay’ın başkanlık ve yarı başkanlık sistemine itirazlarını dile getirdiği yazısı bakın nasıl bitiyor: “Başkanlık sistemleri demokratikleşmemize hizmet etmez. Bunu Başbakan Erdoğan’ın son zamanlardaki tavırları da göstermiyor mu? Başbakan, Türkiye halkını güdülmeye muhtaç bir sürü, kendisini de onun çobanı görmeye başladı. Bunun için sanattan spora, tiyatrodan kürtaja, medyanın neyi yazıp yazmayacağına kadar kendisini ilgilendirmeyen her konuya müdahale etmeye başladı. Başbakan Erdoğan’ın bu ülkeye çok büyük hizmetleri oldu. Ama anlaşılan uzun süren iktidar liderleri yoruyor, yıpratıyor.”
Alpay’ın bir tek “artık yeter, görevi bırak” demediği kaldı!
CEMAAT: ERDOĞAN’IN İDEOLOĞU DARBECİDİR!
Cemaatin Erdoğan’ı aynı gün hedef alan üçüncü yazarı ise İhsan Dağı’ydı.
Necip Fazıl’ın Erdoğan için anlamı ve önemi herkesin malumudur. Başbakan, Necip Fazıl’ın görüşlerini, sözlerini her vesileyle dile getirir. Erdoğan daha geçenlerde Necip Fazıl’ın hitabesini okumuş ve onun sözlerinden hareketle “dindar nesil” özlemini, hedefini ilan etmişti.
Ancak cemaat yazarı İhsan Dağı, dünkü yazısında Necip Fazıl’ın darbeciliğini gündeme getirdi ve sorguladı; sözlerinden örnekler verdi:
“Hareketin mahiyeti… Malum klasik darbelerden biri değildir… Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabiyle Türkiye’nin çöküşü gerçekleşebilirdi… 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır… 27 Mayıs 1960 hareketi ‘millete rağmen’ diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak ‘millet için’ formülüyle ifade edilebilir.”
Necip Fazıl bir başka yerde de 12 Eylül’ü şöyle tanımlar: “Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah…” Necip Fazıl, “şeriatın kestiği parmak acımaz” diyen Kenan Evren için “başımızdan hiçbir an için eksik olmayın” da demiştir!
Dağı’nın “Üstad’a göre ‘ordu mecbur’dur. Orduya davetiye çıkarmayan siyasilere de sitem eder” sözleri oldukça anlamlı. Zira Fethullah Gülen de 28 Şubat’ta Erbakan hükümetine sitem etmişti!
Dağı yazısını şu saptamayla bitirmiş: “Sağın Soğuk Savaş yıllarında devletle ve uluslararası anti-komünist hareketle ilişkisi, 1970’li yıllarda da şiddetle ilişkisi hem karanlık, hem sorunlu. Bence sağın tarihi de yeniden yazılmalı…”
Dağı’nın, “Necip Fazıl, 12 Eylül ve Türk sağı” başlıklı bu yazısı sanırız önemli bir tartışma da başlatacak. İlk sözü de 12 Eylül’ün en ateşli savunucusu Nazlı Ilıcak söylemeli!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
30 Mayıs 2012
“AZİZ’İN PİÇLERİ”
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 16/05/2012
Fenerbahçe’ye yönelik operasyonun arkasında cemaatin ya da şampiyonluk maçı sonrasında yaşananların polisin eseri olmadığını iddia edenler, dünkü Zaman gazetesini iyi incelesinler. Çünkü Zaman gazetesinin manşeti her şeyi ortaya koyuyor: “Olaylar, organize ve marjinal grupların işi.”
Kurgu – haberi inceleyeceğiz ama baştan soralım: Cemaat tüm bu yaşananların bir tarafı değilse eğer, Zaman gazetesi bu kadar operasyonel bir manşete neden ihtiyaç duyar?
POLİS KURGUSU
Zaman’ın operasyonel bir haberde başvurduğu yöntem ve kurgu, akıllara Ergenekon tertibinin gizli tanıklarını getirmektedir: “Kadıköy’deki Fenerbahçe – Galatasaray derbisinden sonra çıkan olaylara şahitlik eden Ali A. (37) isimli esnaf, grup içindeki bazı kişilerin, ‘Hadi polisleri öldürelim’ diye bağırdıklarını söyledi.”
Zaman bu iftiranın bir parça inandırıcılık kazanması için de olayı sözde “somut” verilerle süslemiş. Güya “hadi polisleri öldürelim” diyenler, sonra Ali A.’nın işyerine girmiş ve kendisinden polis öldürmek için bıçak istemiş!
Samanyolu dizilerinin berbat senaryolarını bile aratan bu kurgunun bir gazeteciden çıkması pek mümkün değil! Nitekim haberdeki şu cümleler gerçeği ele veriyor: “Büyük bir yangın tehlikesi belirdi. Bunun üzerine polis sahaya yeniden çıkarak öfkeli kalabalığı biber gazıyla durdurdu. Copla müdahalenin taraftarların yaralanmasını önlemek için özellikle yapılmadığı kaydedildi.”
Biber gazı sıkılmasına yönelik kamuoyu tepkisine karşı ürettikleri mazerete bakar mısınız siz? İnsanlar yaralanmasın diye cop kullanmayıp, biber gazı sıkmışlar! Yeri gelmişken belirtelim, İstanbul Valisi’nin de bu gerekçeye sarılması oldukça anlamlı.
Zaman bütün stadın, hatta koridorların bile biber gazıyla dolduğu gerçeğini, okurun belleğinde negatife çevirmek için de haberde şöyle numaralara başvurmuşlar: “Bunu önlemeye çalışan polis, Şili biberinden yapılan ve sadece sıkıldığı alanda etki gösteren Model 5 isimli biber gazı sıktı. Yaralama ve can kaybı olmaması için polise talimat verildi.”
Neymiş? Şili biberinden üretilen gaz, “sadece sıkıldığı alanda” etki gösterirmiş! Ekrem Dumanlı ve ekibi bu model 5’in özelliğini bize uygulamalı göstersinler önce…
CEMAAT POLİSİ
“Biber gazı fırlatmaya doyamayan” polisin olaylar sırasında ve sonrasında söyledikleri bile aslında gerçeği anlamaya yeterli:
Örneğin maraton tribününe saldıran polislerin “Aziz’in piçleri, hadi gelsin kurtarsın sizi” diye bağırmaları…
Facebook’ta olay sonrasında kimi polislerin birbirini “ellerine sağlık devrem” diye kutlamaları… Mesaisi Fenerbahçe stadında olmayan kimi polislerin “Allah herkese nasip etsin” demeleri…
Normal bir polis, hiç tanımadığı bir insana neden “Aziz’in piçi” der? Normal bir polis, normal bir polisi sırf Fenerbahçeli dövdü diye kutlar mı? Normal bir polis, o gün orada Fenerbahçeli dövemediği için üzülür mü?
CEMAAT OPERASYONU
“Olaylar, organize ve marjinal grupların işi” diye manşet atan Zaman, aslında operasyona Fenerbahçe – Galatasaray maçından önce başlamıştı!
Cemaatin dergisi Aksiyon, son sayısında Fenerbahçe’yi ve sanki 1 Mayıs’a katılmak suçmuş gibi alanlarda yer alan taraftar gruplarını hedef aldı. Oradan da Fenerbahçe – Ergenekon bağı kurdu aklınca!
Ağabeyleri ve sözcüleri “Fenerbahçe’yi neden ele geçirelim ki?” diye savunma yapan cemaat mensuplarına soralım o zaman: Cemaat bu tertibin arkasında değilse, yayın organlarınızın bu düşmanlığının nedeni ne peki? Hepiniz sadece başka kulüplerin fanatiği misiniz?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Mayıs 2012
CEMAAT İRAN’A NEDEN DÜŞMAN?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/05/2012
Aydınlık’ta okudunuz. İran’ın Ankara Büyükelçiliği Zaman’a zehir zemberek bir mektup yazdı ve gazeteyi “mezhep ve ırklar arası çatışmayı alevlendirme çabasında olmakla” suçladı. Büyükelçilik “Zaman Gazetesi’nin varlığı Amerikan ve Siyonist medyasına gerek bırakmıyor” dedi.
CEMAAT AMERİKANCI, İRAN ANTİ-AMEİRKANCI
Peki, Zaman daha doğrusu cemaat neden İran’a düşman?
Yanıt basit, sade ve açık: Cemaat Amerikancı, İran anti-Amerikancı!
Somut bir örnek üzerinden de belirtelim: Fethullah Gülen’in haritada yerini bile bilmediği ülkelerde okulları var ama İran’da yok. Çünkü Amerikan karşıtı İran, bu okulların gerçek amacını en başından beri saptamıştı.
CEMAAT: İRAN HEP MÜSLÜMANLARLA SAVAŞTI
İşte bu basit, sade ve açık gerçeği hem tabanının hem de Türk milletinin aklında perdelemeye çalışan cemaat, olmadık yalanlara sarılıyor.
Örneğin Today’s Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş CIA imalatı bir argümana sarılıyor ve diyor ki: “İran’ın tarihine baktığınızda hep Müslümanlarla savaşmıştır. Batılı ülkelere direnmemiştir, hep Müslüman ülkelerle savaşmıştır.” (CİHAN, 11 Mayıs 2012)
Bu sözlerin sahibi Keneş, üstelik İran konusunda doktora tezi yapmış bir isim! Varın siz cemaat okullarındaki öğrencilerin nasıl yönlendirildiğini düşünün.
Bülent Keneş, Amerikan imalatı yalanı destekleyebilmek için de Çeçenistan örneği veriyor ve diyor ki: “İran büyük zulümlerin yaşandığı Çeçenistan’daki katliama ‘Rusya’nın iç işleri, karışamayız’ diyerek sessiz kaldı.”
Bu örnek bile tek başına gerçek saflaşmayı göstermekte ve ABD’nin Çeçen kartının anlamını ortaya koymaktadır. Çeçen meselesi İran’ın da saptadığı gibi bir Müslümanlık meselesi ya da bir insan hakları meselesi değildir. Doğrudan ABD’nin Rusya’ya yönelik bir müdahalesidir; emperyalizmin Hazar enerji havzasına ulaşmak için Kafkasya’yı karıştırma hamlesidir!
CEMAAT İRANLI İŞADAMLARINA DA KARŞI
Cemaatin daha doğrusu ABD’nin İran karşıtlığı öyle bir noktadadır ki, Bülent Keneş “İranlı işadamlarının Türkiye’ye yönelmesini tedbirli karşılamak lazım” bile diyebilmektedir.
Cemaat, iki ülkenin bırakın siyasi işbirliğini, ekonomik işbirliğine bile tahammül edememektedir. Çünkü cemaat bilmektedir ki, Türk – İran yakınlaşması ABD’nin Büyük Ortadoğu çıkarlarını baltalayacaktır.
Washington için Ankara – Tahran düşmanlığı hayati önemdedir. Çünkü bölgenin bu en önemli iki devleti işbirliği yaparsa ABD bölgeye giremez! Ama bu iki devlet karşı karşıya olursa ABD Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya burnunu sokmak için her zaman zemin bulur.
İRAN DÜŞMANLIĞI SÜPERNATO FAALİYETİDİR
Cemaatin bu operasyonel İran düşmanlığının NATOTürkçü versiyonu da ülkemiz ve bölgemiz için öğreticidir. ABD’nin yıllarca “laiklik” üzerinden yaratmaya çalıştığı İran karşıtlığı dönem dönem “Cumhuriyetçi” kesimlerde de hayat buldu.
CIA-MOSSAD operasyonlarıyla işlenen siyasi cinayetlerden sonra okların İran’a yöneltilmesi tipik bir SüperNATO faaliyetiydi.
Kuşkusuz, tersi İran’da da zorlandı. Tıpkı Türkiye’de “İran ülkemize rejim ihracına çalışıyor” denildiği gibi, İran’da da “Türkiye’nin Kemalizm ve laiklikle Müslüman İran’ı bozmaya çalıştığı” iddia edildi.
İRAN DÜŞMANLIĞI 28 ŞUBAT’TA TÖRPÜLENDİ
İlginçtir, bu çatışmacı durum 28 Şubat sürecinde büyük oranda törpülendi.
Ankara – Tahran ilişkileri en çok 28 Şubat sürecinde gelişti ve iki ülke bu dönemde başta güvenlik olmak üzere pek çok konuda işbirliği yaptı. ABD’nin Irak’ın kuzeyinden yönelttiği tehdide karşı yan yana duruldu.
O dönemin temel anlayışı şöyleydi: “Senin rejimin sana, benim rejimim bana.”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Mayıs 2012