Posts Tagged Biden

Emperyalizmin iki karakolu

Emperyalizmin siyasi sözcüleri bazen öyle net konuşurlar ki, bir kitapta anlatacağınız konu, çırıl çıplak ortaya seriliverir.

İngiliz Muhafazakar Parti lideri Kemi Badenoch’un sözleri de öyle oldu. Badenoch, Hamas tartışmalarına değindiği konuşmasında aynen şöyle dedi: “Tıpkı Ukrayna‘nın Batı adına Rusya’yla savaşması gibi İsrail de İngiltere adına savaşıyor” (Odatv, 25 Mayıs 2025).

İngiltere’nin ileri karakolu olarak Ukrayna

Bir grup gazeteci olarak birlikte yazdığımız Ukrayna: Tarih Yapan Savaş (Kırmızı Kedi, 2022) kitabında işte tam olarak bunu anlatmaya çalıştık: Öyle iddia edildiği ve medyada işlendiği gibi diktatör bir Rus liderin komşusuna sebepsiz saldırısı değildi bu, ABD’nin NATO’yu genişletme planının artık Moskova’ya dayanmasıydı, emperyalizmin stratejistlerinin ifadeleriyle Rusları Asya içlerine doğru çekilmeye mecbur etme stratejisiydi. Putin, Rusya’yı kuşatan bu çevrelemeye karşı, zorunlu bir “yarma harekatı” yapmıştı. Öncesinde Batı’ya ortak güvenlik mimarisi ve güvenlik garantileri anlaşması gibi seçenekleri sunmuş ama yanıtsız kalmıştı. 

Bu gerçek, kimi sol kesimlerde bile anlaşılmadı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya’nın kapitalist modelde örgütlenmesinden hareketle, bu ülkeyi emperyalist ilan ederek, olayı Batı’nın penceresinden bile okuyanlar oldu.

İşte İngiliz Muhafazakar Parti lideri Badenoch, gerçeği çırılçıplak ortaya koyuyor, “Ukrayna, bizim adımıza Rusya’yla savaşıyor” diyor. Böylece Ukrayna’nın Atlantik cephesinin Rusya’ya karşı “ileri karakolu” olduğunu belirtmiş oluyor.

İsrail karakol ülke olarak tasarlandı

İngiliz lider, aynı şekilde İsrail’in de İngiltere adına savaştığını belirtiyor.

Evet, İsrail önce İngiliz emperyalizminin, ardından da ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolluğunu yaptı. Bu ülke, en başından itibaren, emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarları için tasarlandı. 

İsrail’in “kurucu babası” Theodor Herzl, daha yola çıkarken Yahudi devletinin misyonunu “ileri karakol” olarak ilan etmişti. Ünlü Der Judenstaat (Yahudi Devleti) kitabında aynen şöyle diyordu: “Avrupa için biz, orada (Filistin) Asya’ya karşı korunma duvarının bir parçası, barbarlığa karşı uygarlığın ileri karakolu olabiliriz.” (Walter Hollstein, Filistin Sorunu, Yücel Yayınları, 1975, s. 69)

İşte İngiliz Muhafazakar Parti lideri Badenoch tam olarak Herzl’i doğrulamış oldu. İsrail, emperyalizm adına, Batı adına, sözde uygarlık adına barbar gördükleri Asya’ya karşı bir ileri karakoldur.

ABD için İsrail’in anlamı

Önceki ABD başkanı Joe Biden’ın sözleri de gerçeği çırılçıplak ortaya koyan türdendi. 

Başkanlığı sırasında İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Gazze’de Filistinli soykırımına tam destek veren Biden, Senatörken 1986’da aynen şöyle demişti: 

“Eğer İsrail olmasaydı, ABD bölgede kendi çıkarlarını korumak için bir İsrail yaratmak zorunda kalacaktı. Tekrar söylüyorum, ABD, bölgede bir İsrail üretmek zorunda kalacaktı!”

Evet, Ortadoğu’yu İngilizlerden devraldıktan sonra ABD, ileri karakolu olan İsrail üzerinden bölgedeki çıkarlarını geliştirmeye çalıştı hep…

Emperyalist gözlükten görünen

Görüleceği üzere Ukrayna Doğu Avrupa’da Ruslara karşı, İsrail Ortadoğu’da Asya’ya karşı Atlantik cephesinin, ABD’nin, İngiltere’nin “ileri karakolu” durumundadır. 

Batı, Ukrayna ve İsrail’e kendi adlarına rakipleriyle çarpışarak onları zayıflatsın, kendi çıkarlarını uygulayacakları alan açsın diye yatırım yapıyor.

Bu olguyu atlayarak yapılacak analizler, hem gerçeği ıskalar hem siyaseten yanlış pozisyon alınmasını sağlar ama hem de ABD-İngiltere gözlüğüyle Rusya ve İran karşılığına yol açar. 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
27 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

Trump’ın Gazze planı

Başlığı elbette “ABD’nin Gazze planı” diye de okuyabilirsiniz. Birincisi ABD başkanları Donald Trump ile Joe Biden’ın İsrail’e destek politikaları zaten birbirini tamamladığı için, ikincisi de ABD’yi kim yönetirse yönetsin, İsrail’e desteği sürdüreceği için… 

Çünkü İsrail ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakoludur ve bu karakolun tahkimatı, ABD başkanlarının en temel görevlerinin başında gelmektedir.

Öte yandan Biden yönetiminin Gazze’de soykırım yapması için İsrail’e tam destek veren politikası, pratikte Trump’ın ilk dönemindeki Abraham Anlaşmaları ve “Kudüs’ü başkent ilan etme” hamlesini tamamlamış oldu.

Gazze’yi Filistinsizleştirme amacı

Şimdi de Trump ikinci döneminde Biden’ın “soykırım sponsorluğunu” tamamlayacak hamlelerin peşinde: Koltuğa oturur oturmaz, ”Gazze’yi Filistinlisizleştirilme planı”nın düğmesine bastı. 

Trump, “Gazze’nin temizlenmesi için Ürdün, Mısır ve diğer Arap ülkelerinden daha fazla Filistinli mülteci almasını” istedi (AA, 26.1.2025).

“Yaklaşık 1.5 milyon kişiden söz ediyoruz ve orayı (Gazze) tamamen temizleyip ‘bitti’ demeliyiz” ifadelerini kullanan Trump, “Bazı Arap ülkeleriyle biraraya gelip, Filistinlilerin barış içinde yaşabilecekleri başka bir yerde konutlar inşa etmeyi tercih ederim” dedi. 

Sürgün ve vatansızlaştırma planı açıklayan Trump, açık açık insanlık suçu işlemektedir!

Mısır ve Ürdün karşı çıkmıştı

Gazze’yi Filistinlisizleştirme, Washington’un bölge stratejisi içinde bir politik hedeftir. Açalım:

Donald Trump hafta başında yaptığı bir konuşmada Gazze’nin “deniz ve hava açısından olağanüstü konuma sahip olduğunu” belirtmişti. İlk dönemindeki İsrail politikalarının uygulayıcılarından damadı Jared Kushner de, geçen sene yaptığı bir konuşmada Gazze’nin sahil mülkünün değerine dikkat çekmiş ve İsrail’e “Filistinlileri Gazze’den çıkarıp burayı temizlemesini” önermişti!

Nitekim İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu da “Gazze’nin Filistin’den arındırılması” niyetini ortaya koymuş, Kahire buna karşın “İsrail-Mısır ilişkilerini bozar” uyarısını yaparken, Ürdün Kralı Abdullah da “bunu kırmızı çizgi” ilan etmişti.

ABD’nin Kıbrıs-İsrail hattı

Gazze, ABD’nin Kıbrıs-İsrail hattına dayanan bölge stratejisi nedeniyle önemli. Washington Doğu Akdeniz’de “Kıbrıs-İsrail hattı” inşa etmeye çalışıyor. Bu hattı, Girit ve Yunan anakarası üzerinden Avrupa’ya, Körfez üzerinden Hindistan’a bağlamaya çalışıyor. 

Bu plan, ABD sponsorlu “Hindistan- Ortadoğu- Avrupa Ekonomi Koridoru” olarak 7 ülke tarafından mutabakat zaptı imzalanarak hayata geçirilmeye çalışılmış ama Hamas’ın Aksa Tufanı ile rafa kalkmıştı. 

Hindistan- Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)- Suudi Arabistan- Ürdün- İsrail- Kıbrıs- Yunanistan yolu, ABD’nin hem Çin’in Kuşak ve Yolu’na karşı düşündüğü, hem Hindistan’ı Çin’e karşı yanına çekmeyi amaçladığı, hem de İsrail’i Ortadoğu-Doğu Akdeniz’de bir merkez yaparak güvenliğini garantiye almaya çalıştığı bir projeydi.

İki devletli çözüm

Sonuç olarak Biden ya da Trump, Demokratlar ya da Cumhuriyetçiler, hangisi emperyalist ABD’yi yönetirse yönetsin, Beyaz Saray’a oturduğu anda İsrail’in güvenliğini esas alan politikalar izleyecektir. 

Farkları şudur: ABD Başkanı’yken İsrail’in Filistin soykırımına her türlü desteği veren Biden, görevi bitince “iki devletli çözüm” demeye başladı. Dün “İsrail’i Gazze’de ileriye gitmemekle” uyaran Trump ve ekibi, göreve başlayınca “iki devletli çözüm diye bir çözüm yok” demeye başladı.

Dolayısıyla Arapların, bölge ülkelerinin ve Küresel Güney ülkelerinin Filistin konusundaki temel politikası, bu yıl “iki devletli çözüm” konferanslarını sonuca götürecek şekilde düzenlemek olmalıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Ocak 2025

, , , , ,

Yorum bırakın

Tanrının seçtiği Trump!

Kongre’deki törende yemin ederek resmen ABD Başkanı olan Donald Trump, ilk konuşmasında “Amerika’yı yeniden büyük yapmam için Tanrı hayatımı kurtardı” dedi. 

Böylece ABD’nin daha önceki başkanlar döneminde küresel saldırganlığa grekçe yaptığı “Tanrı tarafından seçilmiş halk” söylemi, Trump tarafından doğrudan “Tanrı tarafından seçilen başkan” olarak güncellendi!

Trump, Tanrı tarafından seçildiğini ilan etti ama yemin ederken İncil’e el basmadı!

Trump önce “güney sınırı”na odaklanacak

Ve “Tanrının seçtiği ABD Başkanı Trump”, törendeki ilk konuşmasında ilk odaklanacağı coğrafyanın, ABD’nin güneyindeki Orta Amerika bölgesi olduğuna işaret etti. Trump bu amaçla;

1) Göçmenlere karşı ABD’nin güney sınırına asker göndereceğini,

2) Meksika Körfezi’nin adını Amerika Körfezi olarak değiştireceğini,

3) Panama Kanalı’nı geri alacağını, açıkladı.

Trump’ın ajandasında her konu Çin’e bağlanıyor

Trump Panama Kanalı da dahil, konuşmasının sonraki bölümünde değindiği ekonomi alanındaki icraatları konusunda da hedefe Çin’i oturttu.

Trump’a göre Panama Kanalı’nı Çin işletiyor ve ABD, kanalı Çin’e vermemişti.

Trump Amerikan halkını zenginleştirmek için Çin başta yabancı ülkelere tarife uygulayacağını açıkladı.

Trump, Çin’in ağırlık kazandığı otomotiv endüstrisini kurtaracak önlemler alacağını belirtti. 

Washington’un önündeki ikilem

Trump başkanlığının ilk döneminde de Çin’i hedef almış ve ticaret savaşı başlatmıştı. Ancak o savaş her iki ekonomiye de olumsuz yansımıştı. 

Trump’ın şimdi de “Çin’e zarar veren ama ABD’nin etkilenmediği bir ticaret savaşı” formülü yok. 

Emperyalist ABD’nin önündeki bu gerçek, geniş planda Washington’u şu ikileme sokuyor: Çin’le kazanamayacağı savaşa girmek mi, ABD’nin kendi bölgesinde hegemonyasını sürdürmesi mi?

Önümüzdeki süreçte daha da belirginleşecek olan bu ikilem ABD’nin Ortadoğu ve Doğu Avrupa siyasetlerine de yansıyacak. Dolayısıyla Trump’ın seçim öncesinde vaat ettiği Ukrayna savaşını bitirme adımı atıp atmayacağı da, Suriye’nin kuzeyindeki ABD askerlerini çekip çekmeyeceği de, bu ikilemden hangisinin ağırlık kazanacağına bağlı.

Zira ABD’nin hem Pasifik’te Çin’le daha sert mücadele edip, hem Ortadoğu’da sınır ve rejim değiştirme operasyonlarını sürdürmeye ve Rusya’ya karşı Avrupa’da “uzun savaş” stratejisini uygulmaya gücü yok.

Biden’dan Trump’ın hedef alacağı isimlere koruma

Trump’ın yemin töreninden daha ilginci Joe Biden’ın ABD başkanlığını bırakmadan önceki son icraatıydı. 

Biden Trump’ın görevi almasına saatler kala Trump’ın hedef alabileceği bazı isimler için af çıkardı. Böylece Biden ilk kez, haklarında bir soruşturma olmayan kişileri affederek af yetkisini kullanmış oldu. 

Eski Genelkurmay Başkanı Mark Milley, Biden’ın korumaya aldığı isimler arasında en dikkat çekeni. Trump, Milley’in Çinli mevkidaşıyla görüşmesini “arkasından iş çevrilmesi” olarak yorumlamış, Milley’i “Çin’i ABD Başkanı’nın düşünceleri hakkında bilgilendirmekle” suçlamış ve “bu o kadar korkunç bir eylem ki geçmişte cezası ölüm olurdu” demişti. 

Biden’in Trump’a karşı korumaya aldığı bir diğer isim ise ABD Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsünü yöneten Dr. Anthony Fauci’ydi. Trump yönetimi ve Cumhuriyetçi Parti, Dr. Fauci’yi “Covid virüsünün kökenlerinin örtbas edilmesini organize etmekle” suçluyor. Zira Dr. Fauci, Beyaz Saray’ın tüm baskısına rağmen Çin’i sorumlu tutan bir açıklama yapmamıştı. Dr. Fauci, “virüsün laboratuvarda üretildiğine dair bir kanıt olmadığını, doğada evrimleşerek canlılara bulaştığını“ açıklamıştı. 

Trump’ın ana gündemi Çin

Özetle Panama Kanalı’ndan Genelkurmay Başkanı Milley’e, otomotiv endüstrisinden Dr. Fauci’ye hemen her konu doğrudan Çin’le ilgili… 

ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin gündemi, önündeki dört yılın en önemli ana başlığı olacak. Mesele bu başlıktaki konuları rekabet sınırları içerisinde ele almayı tercih edip etmeyeceği… 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
21.1.2025

, , , , , ,

2 Yorum

Trump’ın Çin’e karşı yapabileceği bir şey yok

ABD’de Çin’e karşı nasıl konumlanılacağı başkanlar üstü bir konudur. O konumlanmada hangi politikaların izleneceği ise başkandan başkana değişebilir. Dolayısıyla Trump döneminde de ABD Çin’i “baş rakip” görmeyi sürdürecektir. 

Nitekim Cumhuriyet’te “Trump’ın ana stratejisi ne?” başlıklı yazımda incelediğim gibi Trump, Biden’dan daha fazla Asya-Pasifik’e, yani Çin’e odaklanmak istiyor. Bunun için de Avrupa ve Ortadoğu’daki sorunları hafifletmeyi amaçlıyor. Bunu ne oranda yapabileceği ise elbette ayrı mesele… 

Trump ve Biden’in Çin stratejisi

ABD sadece kendi strateji belgelerine değil, NATO belegelerine de Çin’i “mücadele edilecek baş rakip” diye koymuş durumda. Trump bunun gereğini yapmaya çalışacak, “baş rakibiyle” daha iyi mücadele edebilmek için bir strateji oluşturacak, o stratejiyi başarılı kılmak için politikalar, taktikler üretecek. 

Evet, başta da belirttiğimiz gibi konu başkanlar üstü. Nitekim Çin’e “ticaret savaşı” açan kişi Cumhuriyetçi Trump’tı. Yerine seçilen Demokrat Biden “ticaret savaşını” artırarak sürdürdü. Çin’in NATO belgelerinde “baş rakip” olarak ağırlık kazanması Biden döneminde oldu.

Trump ile Biden’ın Çin konusunda özetle strateji düzleminde bir farkı olmayacak, taktik düzlemdeki farkları ise sonucu değiştirmeyecek.

Sullivan’ın işaret ettiği tehdit sıralaması

Trump başkan seçildikten sonra, 13 Kasım’da, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden yönetiminin ABD ulusal güvenliğine yönelik baş tehditleri nasıl gördüğünü sıraladı. Beyaz Saray’dan ayrılacak bir yönetimin bu en temel konudaki görüşünü son dakikada açıklaması, elbette öncelikle “devlette devamlılık” içindir. (Bu nedenle zaman zaman ABD başkanları değişimi sırasında, bir önceki ABD başkanının savunma bakanının, sonraki ABD başkanının bir süre savunma bakanlığını yaptığı örnekler bile görüldü.)

Sullivan’ın aslında Trump dönemi için işaretlemek istediği ABD ulusal güvenliğine yönelik baş tehditler sırayla şöyle: “Stratejik düzeyde bakarsanız, önümüzdeki 10, 20 ve 30 yıl boyunca dünya için belirleyici konu Çin Halk Cumhuriyeti ile rekabettir. Daha sonra gelen en acil konular ise İran ile onun vekil gruplarıdır.”

Dikkat ederseniz Sullivan, Rusya-Ukrayna savaşı konusunu ve Rusya tehdidini ilk ikiye almamış, üçüncü sırada değerlendiriyor. 

ABD neden Çin’i durduramaz?

Kuşkusuz kimsenin ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiği yok, tersine ABD diğer ülkelerin ulusal güvenliklerini tehdit ediyor. Gerçek elbette bu ve o nedenle Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın işaret ettiği sıralamayı aslında şöyle okumalıyız: ”ABD’nin 21. yüzyılda çıkarlarını koruyabilmek ve dünya hegemonyasını sürdürebilmek için mücadele etmesi gereken güçler.”

Peki Beyaz Saray’a ikinci kez oturacak Donald Trump, bu hedef gereği Çin’e karşı ne yapacak, ne yapabilecek? 

Daha somut soralım: ABD’nin Çin’i durdurma ve gelişmesini önleme şansı var mı? İki kere yok: 

1) Çin, Çin’e özgü sosyalizm sistemiyle dünyanın en verimli, en üretken ülkesi durumunda. ABD’nin Çin’le üretimde rekabet şansı yok. Dahası Çin bilim, teknoloji, eğitim konularında da ABD’yi geçiyor. ABD Çin’e ticaret savaşı açarak, yaptırım uygulayarak, Tayvan ve Uygur sorunlarını kışkırtarak, Çin’i çevreleyerek bu gelişmeyi engelleyemedi. ABD’nin işe yaramayan bu yöntemleri aşacak araçları yok. Çünkü Pasifik’teki bir savaş da ABD’nin yenilgisi demek!

2) Çin artık BRICS’tir, ŞİÖ’dür, Küresel Güney’dir. Dolayısıyla ABD’nin Çin’e karşı mücadelesi, türevleri nedeniyle Küresel Güney’a karşı da mücadele demektir. Çünkü ABD Çin’e karşı mücadele ettiğinde, Çin’in kazan-kazan merkezli bir yatırımını hedef aldığında, o yatırımın (santral, köprü, liman vb.) olduğu ülkeyi de karşısına almış oluyor.

Sonuç olarak Trump’ın Çin’e karşı yapabileceği bir şey yok…

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
19 Kasım 2024

, , , , , ,

1 Yorum

Trump’ın ana stratejisi ne?

Dünya, Donald Trump’ın yeni döneminde hangi politikaları izleyeceğini tartışıyor. 

Trump ve ekibi seçim kampanyası sırasında ilan ettiği gibi Ukrayna savaşına son vermeye çalışacak mı, yoksa ABD’nin “uzun savaş” stratejisi sürecek mi? İsrail yanlısı isimlerin ağırlıkta olacağı bir kabine inşa etmekte olan Trump İsrail-Filistin meselesinde ne yapacak? Asıl önemlisi, Çin’le rekabeti nasıl yürütecek?

Dünya basınında yanıtları aranan bu soruları tartışalım:

Çin’den Biden/Trump’a üç uyarı

Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden ile görüşen Çin Devlet Başkanı Xi Jinping üç mesaj verdi:

1) “Tukidides Tuzağı” tarihsel olarak kaçınılmaz değil.

2) Yeni bir “Soğuk Savaş” yapılmamalı çünkü kazanılamaz.

3) Çin’i çevrelemek akılsızcadır, kabul edilemez ve başarısızlığa mahkumdur. 

Kuşkusuz bu üç mesaj, “topal ördek” Biden’dan çok, 20 Ocak 2025’te Beyaz Saray’a oturacak Donald Trump’aydı.

Trump Asya-Pasifik’e odaklanmak istiyor

Başkanlığının ilk döneminde Çin’e “ticaret savaşı” açan Trump’ın yeni dönemde de “Çin’le mücadele” stratejisini izleyeceği öngörülüyor. Ama bu mücadelenin nasıl olacağı, rekabetle sınırlı mı kalacağı, Biden’ın sürdürdüğü ticaret savaşının çıtasının yükseltilip yükseltilmeyeceği, Çin’i çevrelemek üzere ikili, üçlü, dörtlü müttefikler kurma stratejisinin artarak devam edip etmeyeceği tartışılıyor. Bunu Trump’ın koltuğa oturduktan sonra ilan edeceği ulusal güvenlik stratejisiyle daha net anlayacağız.

Ancak hem Trump’ın ilk dönemine bakarak, hem seçim sürecinde söylediklerini dikkate alarak ve hem de Washington’un NATO belgelerine dahil ettiği ifadeleri anımsayarak şunu söyleyebiliriz: Trump döneminde ABD, Asya-Pasifik’e daha fazla odaklanacak. Bunun için de diğer iki konuyu hafifletmesi gerekiyor: Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail’in Filistin soykırımı… 

Ortadoğu’da iki konu

Trump’ın Ortadoğu’daki mevcut durumu, ilk döneminde başlattığı “İbrahim anlaşmalarını” yeniden canlandırmakta kullanacağı anlaşılıyor.

1) Trump’ın Filistin sorununa “iki devletli çözüm” yerine Arap-İsrail normalleşmesi zemininde çözüm dayatacağını söyleyebiliriz.

2) Trump’ın geçen dönemden farklı olarak bu kez İran’ı “sistem içine çekme” yolu arayabileceği ihtimal dahilinde.

Elon Musk’ın güçlü ilişkileri nedeniyle Çin, Rusya ve İran konularında Trump’a “özel elçilik” yapacağı anlaşılıyor. 

Ukrayna’da barış masası hazırlığı mı?

Trump, Çin ve Asya-Pasifik’e odaklanabilmek için Rusya-Ukrayna meselesini çözmek istiyor. Nitekim seçim süreci boyunca, kazanması halinde bu savaşa son vereceğini söylemişti. Bunu yapabilmek için, öncelikle bu savaştan nemalanan askeri endüstri ve enerji şirketleri ile “çarpışması” gerekiyor; bu da Biden’ın inşa ettiği “uzun savaş” stratejisinin çöpe atılması demek. 

Trump ve ekibi, Çin-Rusya işbirliğini derinleştiren zemini ortadan kaldırmayı ve Çin’i yalnızlaştırmayı savunuyor. 

Savaşın bir an önce bitmesini isteyen bir başka merkez ise Alman sermayesi. Alman ekonomisinin küçülmesi Berlin’de yeni hükümet formülünü ya da erken seçimi dayatmış durumda. Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un iki yıl aradan sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i telefonla araması bu nedenle. Avrupa’da pek çok ülke artık Ukrayna’da barış masasının kurulmasının zamanının geldiğini düşünüyor. 

Tam bu süreçte ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in yeni döneme işaret eder nitelikteki şu mesajını not etmeliyiz: “Ortadoğu’da gerilimi azaltmamız ve Ukrayna’da geçişe giden yolu bulmamız gerekiyor. Bu çatışma bir noktada bir tür müzakereyle sona erecek.”

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Kasım 2024

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

Bölgesel savaş riski

İran 7 Ekim’den beri savaşın bölgeselleşmesine karşı ölçülü hareket ediyor. İsrail Suriye’deki diplomatik temsilciliğini vurduğunda da yine savaşı bölgeslleştirmeyecek ama İsrail’in dokunulşmazlığını delecek şekilde “ölçülü bir yanıt” vermişti.  

İsrail’in Hamas lideri İsmail Haniye’yi Tahran’da öldürmesi, yine İran’ı yanıt vermeye zorlamaktadır. Üstelik bu kez misafirine suikast düzenlenmesi, sorumluluğu nedeniyle İran’ı daha da öfkelendirmiş durumda.

Yetkililerin açıklamalarından, İran’ın savaşı bölgeselleştirmeyecek ama İsrail’i caydırmakta çok daha etkili olacak bir yanıt vereceği anlaşılıyor.

ABD’nin ikiyüzlü tutumu

Dünya ise diken üstünde. Savaşın bölgeselleştirilmesine İsrail dışında herkes karşı. 

ABD merkezli Batı, savaşın bölgeselleşmemesi için İran’dan yanıt vermemesini istiyor hatta ABD, yanıt halinde İsrail’e yardım edeceğini ilan ediyor. 

İşte savaşın bölgeselleşme riskini artıran da bu yaklaşımdır. Savaşın bölgeselleşmesine karşı görünen ama bir tarafın saldırılarına sponsor olup, gelecek yanıtlara siper olan bu tutum, savaşın bölgeselleşme riskini asıl artıran tutumdur.

Bölgesel bir savaştan doğrudan etkilenecek bölge ülkelerinin “bölgesel savaş riski”ne karşı tutum alması elbette doğrudur ve de hakkıdır. Ama ABD’nin hem İsrail’in Gazze’de soykırım yapmasına sponsor olması, hem İsrail’in bölgede terör ve suikast düzenlemesine gerçekten karşı çıkmaması ama hem de yanıt hakkına karşı tutum açıklaması, ikiyüzlülüktür ve bölgesel savaş riskini artıran asıl etkendir.  

Netanyahu’nun pervasızlığının nedeni

ABD silah desteği vermese, ABD istihbarat desteği vermese, hatta ABD bölgedeki üsleri ve Doğu Akdeniz’deki gemileri aracılığıyla İsrail’i korumasa, İsrail bu kadar pervasız bir şekilde işgali, soykırımı ve bölgesel terörü sürdüremeyecek.

Dolayısıyla bugün İsrail’i Gazze’de ateşkese mecbur edebilecek asıl kuvvet de savaşın bölgeselleşme riskini frenleyebilecek asıl aktör de ABD’dir. 

ABD Başkanı Joe Biden’ın ateşkes isteğine rağmen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun yeni şartlar ileri sürerek Washington’u olayılıyor oluşu, “İsrail’in ABD’ye bile kafa tutacak güçte olduğu” şeklinde yorumlanıyor. Ancak Netanyahu’nun pervasızlığı ve ABD’yi biraz da seçim sürecinden yararlanarak kullanıyor oluşu İsrail’in gücünden değil, ABD’nin çıkarları gereği İsrail’e biçtiği rolden kaynaklanmaktadır. Yani İsrail güçlü olduğu için değil, ileri karakolu olduğu için ABD tarafından her durumda korunmaktadır. Netanyahu da bunu bildiği için, pervasızca saldırganlığını sürdürmektedir.

Çabaları birleştirmek

İsrail’e soykırım, terör ve suikast sponsorluğu yapanların İran’a “yanıt verme” demesinin hiçbir anlamı ve değeri yok. Savaşı bölgeselleştirme riskini ortadan kaldırmak istiyorlarsa İran’a değil İsrail’e mesaj vermeleri gerekiyor. Mesajdan öte “seni korumayacağız” demeleri gerekiyor ki İsrail saldırganlığını sonlandırsın. Bunu yapmadıkları müddetçe de “bölgesel savaşa karşıyız” açıklamalarının hiçbir anlamı yok.

Peki bu durumda İsrail saldırganlığı durdurulamaz mı? Elbette bir yol daha var. Filistin için büyük çaba sarfeden, her biri ayrı kulvarlarda Filistin için hareket eden ülkelerin çabalarını birleştirebilmeleri. 

Çin 14 Filistin örgütünü Beijing’de biraraya getirerek birlik oluşturmaları ve bir ulusal mutabakat hükümeti kurabilmeleri için uzlaştırdı. 

Güney Afrika, İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırımla yargılatıyor. 

Kolombiya başta kimi ülkeler İsrail’le diplomatik ve ticari ilişkileri kestiler. 

İşte tüm bu çabaların birleştirilmesi gerekir. Ancak…

İsrail’i durdurmak ABD’ye pozisyon almaktan geçiyor

Dikkat edilirse İsrail’e karşı etkili eylem yapan bu ülkelerin hiçbiri bölge ülkesi değil. İşte asıl problem de bu. Bölge ülkeleri bu ülkeler kadar aktif tutum alamıyorlar, almıyorlar. Bunun birçok nedeni var ve dahası Filistin meselesinin bunca yıldır çözülememiş olması da bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü bölge ülkelerinin önemli bir kısmı Amerikancı, topraklarından ABD üsleri var. Hem Amerikancı olup hem de İsrail’e karşı işe yarar tutum alabilmek haliyle mümkün olmuyor! Bu nedenle bölge ülkeleri İsrail’e karşı en üst perdeden konuşur ama fiilen pek bir şey yapmazlar yıllardır…

Dolayısıyla bu tablonun değiştirilmesi gerekiyor. Bu tabloyu değiştirebilmek de elbette ABD’nin küresel ölçekte dengelenebilmesine bağlı. ABD başka büyük kuvvetler tarafından dengelenebildikçe, bölge ülkeleri de yukarıda özetlediğimiz bu dar çemberin dışına çıkabilecekler. Aslında çıkmaya başladıklarını da söyleyebiliriz. Çok kutupluluk inşası güçlendikçe, bölge ülkelerinin çok taraflı hareket ettiklerini son birkaç yıldır görebiliyoruz. 

Ancak Gazze’de soykırıma uğrayan Filistinlilerin zamanı yok. O nedenle asıl bölge ülkelerinin risk alması gerekiyor; savaşın bölgeselleşmesi riskine karşı olanların, İsrail’i durdurmak için ABD’ye karşı net bir tutum alması gerekiyor. 

ABD’nin bölgedeki üslerinden hareket kabiliyetini kısıtlamaya başlamak, petrol ve doğalgaz gücünü kullanmaya başlamak vb tutumlar ile Washington’un sponsorluğu durdurulabilir. Washington’un sponsorluğu olmazsa, Tel Aviv de durur. 

Filistinlilerin lafa değil, bu türden eylemlere ihtiyacı var. 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
6 Ağustos 2024

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

Trump’a ‘uzun savaş’ kurşunu

Çağımız ne yazık ki kavramların alt üst edildiği, anlamlarının boşaltıldığı ve olgunun algıyla perdelenmeye çalışıldığı bir çağ. Bunun bir örneği ABD seçiminde yaşanıyor. Biden ile Trump’ın seçim yarışı, demokrasi ile faşizmin mücadelesi diye sunuluyor. Trump’ın adaylığı Amerikan demokrasisine tehdit olarak görülüyor. 

Amerikan demokrasisinin ne derece demokrasi olduğu zaten ayrı konu. Ancak Biden’ı demokrat, Trump’ı faşist yapan ne?

Amerikan mali sermayesinin, askeri endüstrisinin, enerji şirketlerinin çıkarları için Ukrayna’da son Ukraynalı kalana kadar “uzun savaş” isteyen Biden demokrat ama Ukrayna’da savaşa karşı olan Trump faşist, öyle mi? Uluslararası hukuku ve kurallı düzeni ayakları altına alarak Rusya’nın 300 milyar dolarına çöken Biden demokrat ama Rusya’ya yaptırıma karşı çıkan Trump faşist, öyle mi? (İkisi de emperyalist ABD’nin başkanıdır nihayetinde!)

Brüksel’den Budapeşte’ye yaptırım 

Benzer durum Macaristan Başbakanı Viktor Orban için de geçerli. Orban da ülkesinin AB dönem başkanlığını alır almaz, Avrupa için büyük bir tehdit olan Ukrayna-Rusya savaşını durdurmaya soyundu. 10 günde Ukrayna, Rusya, Çin ve ABD’de barış  turu yaptı; Zelenski, Putin, Xi Jinping ve Trump’la barışı konuştu.

Ama Atlantik medyasına göre Avrupa için barış arayan Orban faşist, ABD’nin arkasına vagon gibi dizilerek kıtayı ateşe atan Avrupa liderleri ise demokrat, öyle mi?

Avrupa’nın Atlantikçi liderleri Orban’a kazan kaldırmış durumdalar: 

– 63 Avrupa Parlamentosu milletvekili, Macaristan’ın AB’deki oy hakkının elinden alınmasını talep etti.

– AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Orban’ın Avrupa’nın kararlılığını baltaladığını savundu. 

– AB Konseyi Başkanı Charles Michel “AB dönem başkanlığının AB adına Rusya ile temas kurma yetkisi yoktur” dedi. 

– AB Dış ilişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell “Macaristan Başbakanı’nın hiçbir şekilde AB’yi temsil etmediğini” iddia etti. 

– AB Komisyonu, AB üyesi Macaristan’a yaptırım uyguladı.

– AB hükümetleri, Macaristan’daki bakanlık toplantısına bakan yerine devlet memuru gönderdi. 

Orban’ın üç önerisi

Oysa Ukrayna’daki savaşın bitmesi Ukrayna’nın da Avrupa’nın da çıkarına. Ama ABD mali sermayesinin, askeri endüstrisinin, enerji şirketlerinin çıkarlarına değil!

Washington, bu çıkarların gereği olarak adım adım, zorlaya zorlaya Berlin’i Paris’i, Brüksel’i kendi stratejisine eklemledi ve şimdi bu başkentler Avrupa’nın çıkarını savunan Orban’a karşı ABD’nin çıkarının tetikçiliğini yapıyorlar!

Orban’ın temaslarının ardından Avrupalı liderlere gönderdiği mektup gerçeği çırılçıplak ortaya koyuyor. Washington-Brüksel hattında olgu algıyla ne kadar eğilip bükülmeye çalışılsa da bükülemiyor. İşte barış misyonuna soyunan Orban’ın mektubundaki üç öneri:

1) “NATO adına Avrupa stratejimiz, ABD’nin savaş yanlısı politikasını kopyaladı. Bugüne kadar egemen ve bağımsız bir Avrupa stratejimiz ya da siyasi eylem planımız olmadı. Bu politikanın devamının, gelecek için mantıklı olup olmadığının tartışılmasını öneriyorum.”

2) “Kiev ile üst düzey temasları sürdürürken, Moskova ile doğrudan diplomatik iletişim hatlarının yeniden açılmasını öneriyorum.”

3) “Çin ile bir sonraki barış konferansının detayları üzerine görüşmeler yapılmasını öneriyorum.”

Barış arayışına kurşun

Ve asıl önemlisi de şu: Trump’la görüşmesinden edindiği izlenimi bir mektupla Avrupalı liderlere aktaran Orban açık açık belirtiyor: “Trump, seçim zaferinin hemen ardından, resmen göreve başlamayı bile beklemeden Ukrayna’da barış için arabulucu olarak hareket etmeye hazır.”

İşte Trump’a 13 Temmuz 2024’te sıkılan kurşunun önemli bir nedeni de bu. O kurşun Amerikan egemen sınıfı içindeki 2008 kriziyle birlikte derinleşmeye başlayan çelişmenin, artık uzlaşmazlığa evrildiğinin işaretidir.

Trump seçildiğinde iddia ettiği gibi hızla Ukrayna’ya barış getirebilir mi getiremez mi göreceğiz. Zira uzlaşmaz çelişkiler nedeniyle, namluya yeni mermiler sürülebilir!

Ama mesele şudur: Son tahlilde Türkiye için de, stratejik özerklik ve bağımsızlık arayan Avrupa için de, Ukraynalılar için de, dünya için de asıl önemli olan bu savaşın bir an önce bitmesidir. Üstelik, Trump’ın bu bitişi “asıl hedefimize yani Çin’e yönelelim” diye istiyor olmasına rağmen!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Temmuz 2024

, , , , , ,

2 Yorum

Egemen sınıf içindeki çelişkinin kurşunu

ABD’de başkanlara suikast bir “iç savaş” geleneğidir. İlk ölümlü suikast Kuzey-Güney savaşının ardından 14 Nisan 1865’te Abraham Lincoln’e yapılmıştı. 

O tarihten bu yana başkanlar James Garfield (2 Temmuz 1881), William McKinley (6 Eylül 1901) ve John F. Kennedy (22 Kasım 1963) ile başkan adayı Robert F. Kennedy (5 Haziran 1968) öldürüldüler. 

Aslında ilk suikast 30 Ocak 1835’te Andrew Jackson’aydı, saldırganın silahı tutukluk yaptı. Suikastlardan yaralanarak veya yara almadan kurtulan diğer başkanlar ise şunlardır: Franklin D. Roosevelt (15 Şubat 1933), Harry Truman (1 Kasım 1950), Gerald Ford (Eylül 1975’te iki kez), Ronald Reagan (30 Mart 1981) ve George W. Bush (10 Mayıs 2005). Diğer yandan Theodore Roosevelt (14 Ekim 1912) ile George Wallace (15 Kasım 1972) adayken suikaste uğrayan ve yaralanan isimler. 

Listeye adayken suikaste uğrayan son isim olarak 13 Temmuz 2024’te Donald Trump eklenmiş oldu.

Biden-Trump farkı

Donald Trump’a suikast; uluslararası ilişkileri siyasetçi, akademisyen ya da gazeteci olarak izleyen hiç kimseyi şaşırtmadı. Nitekim Tele1’deki programlarımda da bugüne kadar pek çok isim, Biden-Trump seçimini analiz ederken “suikast olabilir” uyarısı yapmıştı. 

Peki neden? Donald Trump neden suikasta uğradı? 

Biden ile Trump arasındaki seçim, sıklıkla bir demokrasi-neofaşizm mücadelesi olarak sunuluyor. Trump’ın seçimi tanımadığı ve taraftarlarının 6 Ocak 2021’de Kongreyi bastığı olaylar da anımsatılarak, Amerikan demokrasisinin saldırı altında olduğu savunuluyor. 

Bu anlatı gerçeği resmetmiyor. Biden ile Trump arasında bu kavramlar üzerinden yapılacak bir analiz doğru sonuç vermez. İkisi de bir dönem ABD başkanlığı yaptı ve uygulamaları, en azından dünya halkları nezdinde Biden’ın Trump’tan daha demokrat olduğunu ortaya koymuyor: Ukrayna savaşı da İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım da Biden’ın sponsorluğunda sürüyor.

O zaman farkları ne?

Bush’un 2. döneminde başlayan çelişme

Farkı anlamak için ABD’nin 2001’de başlattığı büyük saldırının hemen arkasına bakmamız gerekiyor: 

2004’te Irak ABD’nin beklemediği şekilde direnmeye başladı. ABD’nin bu yıllarda çeşitli ülkelerde yaptığı “turuncu darbeler” birkaç yıl içinde geri tepti. 2006’da Hizbullah İsrail’e büyük bir ders verdi. 2008’de Rusya, ABD’nin tutuncu darbeli Kafkasya çıkarmasına Gürcistan’dan silah gösterdi. Ve en önemlisi ABD’nin merkezinde olduğu liberal kapitalist düzen 2008’de (hâlâ süren) derin krize girdi. 

İşte bu süreç Amerikan egemen sınıfı içinde çıkar çatışmaları doğurdu. Bazıları ABD’nin savaş aygıtının çalışıyor olmasından kazanıyor, bazıları ise zarar ediyordu. 

2008 krizi çatışmayı iyice derinleştirdi. 

Artık Amerikan egemen sınıfının bir kanadı “geniş Ortadoğu’daki” savaşların ekonomiye zarar verdiğini savunuyor; bu sürecin Çin’e yaradığını söylüyor; ABD’nin yeniden içeride güçlenmesi ve üreten bir ekonomiye dönüşmesi gerektiğini belirtiyor, bunun için de yurtdışındaki, özellikle Çin’deki yatırımları ABD’ye döndürmeyi istiyordu.

Diğer kanat ise özetle şöyle diyordu: Geri çekilirsek dünyadaki çıkarlarımızı tamamen kaybederiz. ABD hâlâ açık ara en büyük askeri güçtür. Yangını çıkaralım, yangından en az zarar gören biz oluruz. 

Egemen sınıf Obama’da uzlaştı

Kasım 2008 seçimi, aslında Amerikan egemen sınıfının bu çelişkisini çözme seçimiydi. 20 Ocak 2009’da George W. Bush’tan görevi devralan Barack Hussein Obama, egemen sınıfın iki kanadının uzlaşmasının başkanıydı. (Bunun tipik göstergelerinden biri, Bush’un 2006’dan beri savunma bakanı olan Robert Gates’in, Obama döneminde de görevine 2011’e kadar devam etmesiydi.)

Bir uzlaşmanın, bir sentezin gereği olarak Obama hem Afganistan ve Irak’tan geri çekilmeyi başlatıyor ama hem de Libya ve Suriye gibi ülkelerde vekalet yoluyla da olsa bulunmaya çalışıyordu. Asıl rakip görülen Çin’e karşı da Asya-Pasifik’te çevreleme stratejisine geçiliyordu.

Trump’ın Kasım 2016 seçiminde kazanması ve Ocak 2017’de başkanlığı devralmasıyla uzlaşma, geri çekilmeciler lehine biraz ağırlık kazansa da, esas olarak sürdü. Trump’ın “Önce Amerika” stratejisi içeri çekilmeyi, içeride güçlenmeyi, yatırımları ABD’ye döndürmeyi, Çin’e hatta rekabet halindeki müttefiklere yaptırım uygulamayı, gümrük duvarlarını yükseltmeyi, Çin’e ticaret savaşı açmayı içeriyordu. Trump, Obama’nın başlattığı Afganistan ve Irak’tan çekilme programını ilerletti, Libya ve Suriye’deki varlığını vekiller üzerinden sürdürdü, İran’la nükleer anlaşmadan çekildi, İran’a karşı Arap-İsrail uzlaşması aradı ve “Kudüs’ü başkent olarak tanıyarak” Filistin’in devlet olma hayalini tamamen ortadan kaldırmaya yöneldi. 

Çelişki derinleşiyor

Kasım 2020’de Trump’a karşı Biden’ın kazandığı ve Trump’ın tanımadığı, taraftarlarının 6 Ocak 2021’de ABD Kongresi’ni bastığı tablo ise şu gerçeğe işaret ediyordu: Amerikan egemen sınıfının iki kanadı arasında çelişki derinleşiyor, uzlaşmazlığa gidiyor. 

Evet, Obama’nın başlattığı, Trump’ın ilerlettiği Irak ve Afganistan’dan çekilme programı sürdürülüyor hatta Afganistan’dan çekilme tamamlanıyor ama diğer yandan da ABD devleti stratejik özerklik arayan AB’yi yeniden tahakküm altına alacak ve ileride kesin hesaplaşmaya gideceği Çin’e karşı harekete geçecekti. Biden, bu hedeflerin gereği Ukrayna’da Küresel Güney’e karşı cephe açtı. 

ABD egemen sınıfının bir kanadının temsilcisi olarak yeniden başkanlığa aday olan Trump ise “önce Amerika” isimli stratejiyi sürdürmek üzere yeniden aday oldu. Adaylığı türlü yollarla kesilmeye çalışıldı; karakolda gözaltına alınan başkan konumuna itildi, mahkemeler yoluyla önü kesilmeye çalışıldı. Olmayınca 13 Temmuz 2024’te öldürülmek istendi. Şimdi 1 cm ile kurtulmuş olmasını seçimi kazanmanın avantajına dönüştürecektir.

Asıl çelişme

Özetle ABD egemen sınıfı içindeki iki kanadın çelişmesi derinleşerek, kongre baskınlarından suikasta kadar geldi. Çelişmenin uzlaşmaz yönü ağır basmaya başladı. ABD’de Teksas ve California gibi zengin eyaletlerdeki ayrılıkçılığın güçlenmesi, bunun İç Savaş isimli Hollywood filmlerine dönüşmesi, göç sorununun Kongre’de ciddi yarılmaya yol açması ve bunun üzerinden ABD dış politikasının zaman zaman rehin alınması, işlerin ABD için daha da zorlaşacağını gösteriyor.

ABD egemen sınıfı içindeki bu çelişmenin nasıl çözüleceği, ne yazık ki ABD’nin küresel konumu nedeniyle tüm küreyi, hepimizi ilgilendiriyor. Ukrayna’da “uzun savaş” isteyen Biden yerine “Ukrayna savaşını bir günde bitireceğim” diyen Trump’ın seçilecek olması elbette Avrupa’daki bağımsızlıkçılardan başlayarak tüm küreyi belli ölçülerde rahatlatacaktır ama son tahlilde asıl çelişme Atlantik Kuzeyi ile Küresel Güney arasındadır. Ve Küresel Güney açısından asıl mesele ABD egemen sınıfının kanatları meselesi değil, toptan Amerikan emperyalist kapitalist sınıfının kendisidir.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
16 Temmuz 2024

, , , , , ,

1 Yorum

Küresel Güney’in dayattığı ateşkes

ABD Başkanı Joe Biden, Gazze için üç aşamalı ateşkes planı açıkladı:

1. aşama 6 hafta (45 gün) sürecek. Bu aşamada İsrail askerleri Gazze’den çekilmeye başlayacak. Hamas yaşlı ve kadın rehineleri, İsrail de hapishanelerde tuttuğu Filistinlilerin bir bölümünü bırakacak. Gazze’ye insani yardım günlük 600 TIR seviyesine çıkarılacak. Filistinliler bu aşamada yaşadıkları bölgelere güvenli bir şekilde dönecekler. Asıl önemlisi, bu aşamada kalıcı ateşkes müzakereleri yapılacak. Müzakerelere bağlı olarak 6 haftalık süre artabilecek.

2. aşamaya geçildiğinde Hamas’ın elinde kalan tüm rehineler serbest bırakılacak. İsrail Gazze’den tamamen çekilmiş olacak. 

3. aşamada ise ölen rehinelerin cenazeleri teslim edilecek ve Gazze’nin yeniden inşa sürecine başlanacak.

Ateşkes planının sahibi kim? 

Planı ABD Başkanı Biden dünya kamuoyuna açıkladı ama “İsrail’in önerisi” diye sundu. İsrail Başbakanlık Ofisinden yapılan açıklamada ise plandan “Biden’ın önerisi” diye bahsedildi. İsrail Savaş Kabinesi üyesi Benny Gantz’ın anlaşmaya destek açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla ateşkes planı İsrail’in müzakere heyeti ile ABD’li görevliler tarafından hazırlandı. Nitekim Filistinli aktörler de plandan “ABD-İsrail önerisi” diye sözediyorlar.

İsrailli aktörler plan için ne diyor?

Biden’ın planı açıklamasından 1 saat sonra İsrail Başbakanlık Ofisi “İsrail’in şartları sağlanmadan kalıcı ateşkes mümkün değil” çıkışı yaptı ve o şartları sıraladı: “Hamas’ın askeri ve idari gücünün yok edilmesi, tüm rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’nin İsrail için artık bir tehdit oluşturmamasının sağlanması.”

Ancak İsrail Başbakanlık Ofisinin bu açıklaması Biden’ın açıkladığı planın reddinden ziyade, Netanyahu’nun savaş yanlısı koalisyon ortaklarını yatıştırma hamlesi gibi görünüyor.

Nitekim İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir anlaşmaya karşı çıktılar ve Netanyahu’ya “onaylanması durumunda hükümetin bir parçası olmayacaklarını” bildirdiler. İsrail Savaş Kabinesi üyesi Gantz ise anlaşmaya destek açıkladı.

Filistinli aktörler plan için ne diyor?

Hamas, ilk değerlendirmesinde ateşkes planını olumlu bulduğunu açıkladı.

Filistin Ulusal Girişim Hareketi Genel Sekreteri Mustafa el-Bergusi ise İsrail saldırganlığının başarısızlığına işaret etti: “Biden’ın açıkladığı İsrail-ABD önerisi, İsrail saldırganlığının etnik temizlik, direnişin kökünü kazıma, Gazze Şeridi üzerinde kontrol kurma ve rehineleri zorla kurtarma hedeflerinin başarısızlığının kabulünü temsil ediyor.”

ABD-İsrail ateşkese neden mecbur kaldı?

İşin ilginç yanı, ateşkes planı, Hamas’ın üç ay önce önerdiği ateşkes planına benziyor. Hamas’ın hazırladığı, Mısır ve Katar’ın ABD’ye sunduğu o plana Biden itiraz etmişti. Plan o gün onaylansa 10 bin kişinin hayatı kurtulmuş olacaktı!

ABD’yi üç ay sonra benzer ateşkes planını gündeme getirmeye yol açan ise kuşkusuz güçlü iç ve dış etkenlerdir.

İç etkenler: Kasım seçimi öncesinde ABD çapında Filistin’e destek gösterilerinin artmış olması, hatta üniversite eylemleri boyutuyla bunun Amerikan demokrasisini tartışmaya açmış olması.

Dış etkenler: ABD ve İsrail iyice yalnızlaşıyor. İsrail, Uluslararası Adalet Divanı’nda “soykırımcı” diye yargılanıyor, Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcılığı İsrail Başbakanı hakkında tutuklama talebinde bulunuyor, Filistin’e destek tasarıları BM üyelerinin çoğunluğu tarafından destekleniyor, Avrupa ülkeleri Filistin’i 1967 sınırlarıyla tanımaya başlıyor, Çin-Arap ortaklığı barış konferansı çağrısı yapıyor vb.

Özetle Küresel Güney ABD ve İsrail’i ateşkese mecbur bırakıyor.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Haziran 2024

, , , , , , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın