Posts Tagged Gazze
ERDOĞAN GAZZE’YE GİDEMESİN DİYE
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/09/2013
Tayyip Erdoğan Gazze’ye gidemesin diye İstanbul’a 2020 olimpiyatını vermediler.
Yazıyı burada kesip, başka sayfaya atlayabilirsiniz. Hakkınızdır, zira tez komplo ötesi… Ama biraz sabır gösterip beklerseniz, hem kaynağının hükümet olduğunu görerek teze ciddiyet yükleyeceksiniz, hem de komplo teorileri dünyasında keyifli bir yolculuk yapacaksınız.
ANTİ-OLİMPİK ZİHNİYET
Önceki gece Arjantin’de yapılan seçimlerde, Olimpiyat Komitesi 2020 için İstanbul’u değil, Tokyo’yu seçti. Tabii bu sonuç Olimpiyatı alma başarısıyla üzerindeki karabulutları dağıtmak isteyen hükümeti oldukça kötü etkiledi.
Spor Bakanı Suat Kılıç’ın “kına stokları tükendi” açıklamasından tutun da AKP’li Şamil Tayyar’a ve Melih Gökçek’e varıncaya kadar hemen hepsi, açtı ağzını, yumdu gözünü… AKP, olimpiyatların Tokyo’ya verilmesine sportmence yaklaşmadığı gibi, hükümetinin spor politikalarını eleştirenleri de “vatan hainliğiyle” suçladı.
Hadi Tayyar ve Gökçek neyse de Spor Bakanı Suat Kılıç’ın bulunduğu makam nedeniyle spora yakışır davranması gerekirdi ama olmadı, olamadı… Belki bir gün Olimpiyatın İstanbul’a değil, bu zihniyete verilmediğini anlayarak dersler çıkarırlar.
KOMPLO DÖNGÜSÜNDE AKIL KAYBETMEK
Ertesi gün Yeni Şafak başta olmak üzere AK medya, hükümet kanadından yapılan açıklamaları esas alan haberler yayımladılar. Ana fikir şuydu: Olimpiyat Komitesi İstanbul’u seçmemişti çünkü Gezi Lobisi bunu engellemişti. Ciddi ciddi böyle söylediler, böyle yazdılar.
Haziran Halk Hareketinin, yani Gezi eylemlerinin sırf AKP’ye olimpiyat verilmesin diye yapıldığını söyleyecek kadar mantıktan uzaklaşabilmek, kuşkusuz bizim değil fakat tıbbın ilgi alanındadır.
O gece AKP’liler bu mantıksızlığa düşünce, mantıksızlığı başka mantıksızlıklar izledi. Şöyle sıralayabiliriz: Olimpiyat kararının arkasında Gezi Lobisi var, Gezi Lobisi’nin arkasında Faiz Lobisi var, Faiz Lobisi’nin arkasında Yahudi Lobisi var… Brezilya eylemleri Gezi’ye destek için yapıldı… Mısır’da Mursi Erdoğan’ı Ortadoğu’da etkisizleştirmek için devrildi… Erdoğan Gazze’ye gidemesin diye önce Gezi eylemleri yapıldı, ardından da Mursi devrildi…
Haliyle bu saçmalıklardan şu sonuç çıkıyordu artık: Tayyip Erdoğan Gazze’ye gidemesin diye, İstanbul’a olimpiyat verilmedi!
OLİMPİYAT ASLINDA NEDEN VERİLMEDİ
İşin kara mizah konusu olan bu yanlarını bir kenara bırakarak neden olimpiyatların İstanbul’a verilmediği üzerinde durabiliriz. Bizce esas gerekçelerin bazıları şunlardı:
1. Tokyo’yu nükleer sızıntı nedeniyle şanssız görenler, kendi sınırlarının kimyasallı terör sızıntısı altında bulunduğunu hiç hesaplamadılar!
2. Bir gün önce St. Petersburg’da G-20 ülkelerini Suriye’ye savaşa çağıran Erdoğan’ın, ertesi gün Arjantin’de barış konuşması yapması ciddiyetsiz görüldü.
3. Türkiye’nin sıfır sorundan sırf soruna dönüşen dış politikası o kadar olumsuz bir etki yarattı ki, maalesef 7 yıl sonra yapılacak olimpiyat için bile yüksek risk taşıyor.
4. Başbakanın talimatıyla ikide bir en merkezi yerindeki parkı Vali tarafından halka kapatılan bir kent, haliyle olimpiyat ruhuna uygun yönetilmiyordu.
5. AKP döneminde sporumuz, maalesef kirlendi. Hükümetin spora da hükmetmek istemesi, federasyonları ele geçirme çabaları, kulüplerle didişmesi ortaya yıllarca temizlenmeyecek bir kirli tablo yarattı.
6. AKP ve Cemaatin Fenerbahçe’ye ve Aziz Yıldırım’a açtığı savaşla ortaya çıkan sonuçlar şu algıyı doğurdu: Türk futbolu şikecidir. Kulüp başkanından kalecisine kadar futbol kulüpleri şikeye bulaşmıştır. UEFA’nın takımlarımızı men etmesi, spor dünyasında ülkemize kirli bir kimlik kazandırmıştır.
7. Sporcularımız doping kullanma rekorları kırıyor. Hemen her branşta yeni bir doping skandalıyla ve sporcularımızın aldığı müsabakalardan men cezalarıyla sarsılıyoruz. Sporu bu kadar dopinglenmiş bir ülkenin asıl olimpiyat alması, şaşırtıcı olurdu!
8. Cenk Akyol gibi sporcuların muhalif kimliği nedeniyle milli takımdan men edilmesi, iktidarın spora ne kadar hükmettiğini gösterdi ve sporun geleceği açısından tepki topladı.
Sonuç olarak bu nedenler, İstanbul’a 2020 olimpiyatlarını getirmedi ancak bir şey öğretti. AKP ile uluslararası alanda başarı elde etmek mümkün değil! Zira hükümet hem ülkeyi kötü yöneterek başarısızlıklara zemin yaratıyor hem de uluslararası toplum nezdinde ülkemizin yerini gittikçe düşürüyor.
Daha vahimi AKP spor, kültür, sanat gibi alanlara başka bir gözlükle bakıyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Eylül 2013
TÜRKİYE-İSRAİL-MISIR EKSENİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 04/12/2012
Asya-Pasifik merkezli yeni bir savunma stratejisiyle Çin’i kuşatmaya soyunan ABD, Ortadoğu’daki işlerinin sorumluluğunu Türkiye’ye vermişti. Ancak 1,5 yıllık pratik, AKP’nin bu sorumluluğu tek başına yüklenemediğini ortaya koydu. Çünkü Atlantik cephesinin karşısında güçlü bir Asya bloğu vardı.
Washington, Türkiye üzerinden Suriye’de bir ilerleme sağlanamaması üzerine yeni bir yönteme başvurdu. Bu yöntemde Türkiye assolist olmayacak, sahneyi İsrail ve Mısır’la birlikte paylaşacaktı. Washington’un saptamasına göre Ortadoğu’da kesin mağlubiyet, ancak Türkiye-İsrail-Mısır ekseninin kurulmasıyla engellenebilirdi.
İşte son dönemde Suriye konusunda yaşanan gelişmeler ve Gazze saldırısı üzerinden yürütülen istihbarat savaşları, bu eksenin inşa edilmesine seferber edildi.
Nitekim biz de 21 Kasım tarihli yazımızda Gazze’de Türkiye ile İran’ın çarpıştığını, AKP’nin Hamas’ı İran’ın yörüngesinden çıkarmaya çalıştığını, Türkiye ile Mısır’ın Filistin konusunda İran’ın yerini almaya soyunduğunu belirtmiştik.
Yeni olgular, bu çarpışmayı daha da açığa çıkardı:
MİT-MOSSAD BULUŞMALARI
1. ABD, Ahmet Davutoğlu’nun koordinatörlüğündeki SUK yerine Katar-Doha’da SUKO’yu inşa etti. Doha’daki bu konferans sırasında ABD, Türkiye, Katar, BAE ve Suriye muhalifleri arasında gizli bir anlaşma imzalandı. (Aydınlık, 2 Aralık 2012) 12 maddelik bu anlaşmanın kimi maddeleri açıkça İsrail’i gözetiyor.
2. Bu süreçte Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun temsilcisi Yosef Chechnover ile Cenevre’de görüştü. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri görüşmeyi doğruladı. (CNN Türk, 24 Kasım 2012)
İskenderun’dan İsrail’in Hayfa Limanı’na başlatılan Ro-Ro seferleri, İsrail’in Ankara maslahatgüzarı Yosef Levi-Sfari’nin AKP nezdinde yaptığı kimi girişimler ve Türk basınında yer alan Tel Aviv mesajları ile Türkiye-İsrail ilişkilerindeki buzlar çözülmeye çalışıldı.
3. İsrail’in Gazze saldırısı sırasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MOSSAD Başkanı Tamir Pardo ile birlikte çalıştı. Fidan ve Pardo’nun bu süreçte yakın çalıştığı bir diğer isim ise aynı zamanda istihbaratın da başı olan Katar Başbakanı Şeyh Casim El Tani’ydi.
El Tani’nin İsrail’in saldırısından kısa bir süre önce Gazze’yi ziyaret etmesi dikkat çekiciydi.
İRAN-HAMAS BAĞINA SABOTAJ
4. İsrail’in 8 günlük Gazze saldırısında, İran-Hamas bağı hedef alındı. Gazze meselesinde “Mısır mı kazandı, Türkiye mi kaybetti” yorumlarının perdelediği en önemli faaliyet CIA-MOSSAD-MİT üçgeni içerisinde yürütülen faaliyetlerdi!
İsrail’in Hamas’ın askeri sorumlusu Ahmed Caberi’yi öldürmesi, Erdoğan’ın Türkiye’de savunduğu “terörle mücadele, siyasetle müzakere” yönteminin Filistin’deki karşılığıydı!
5. Gazze saldırısından hemen sonra Filistin’in BM’de “gözlemci devlet” statüsüne yükseltilmesi girişimi iki yönlüdür. Washington bu gelişmeden, birincisi Türkiye-Mısır ikilisini parlatmaya çalışarak, ikincisi Filistin’in İran olmadan da siyasi başarı elde ettiğini göstermeye çalışarak yararlanmak istedi.
İKİ BÖLGECİ ATAK
Ancak ABD’nin bölgedeki pozisyonunu güçlendirmeye yönelik bu çabaların sonuç vermesi mümkün görünmüyor. Çok önemli olan dış etkenler bir yana, içeride çok kritik iki gelişme yaşanıyor:
1. Tahrir’de yeniden başlayan eylemler sadece Müslüman Kardeşler iktidarını değil, aynı zamanda kurulmaya çalışılan Türkiye-İsrail-Mısır eksenini hedef alıyor; Kahire’yi bölgeciliğe zorluyor.
2. Türkiye’de 19 Mayıs’ta başlayan ve 29 Ekim ile 10 Kasım’da büyüyen Cumhuriyet seferberliği, AKP’nin ABD ve İsrail’le bağını hedef alıyor; Ankara’ya biçilen role direniyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Aralık 2012
GAZZE’YE PAPATYA FALI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 14/09/2011
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, önce “Gazze’ye gideceğim” dedi. Sonra, “Mısır’a gidersem, Gazze’ye de giderim” diyerek aslında gidemeyeceğinin ilk sinyalini verdi. Ardından, “Gazze’ye gidip gitmeyeceğime, Mısır’da karar vereceğim” diyerek, gidemeyeceğini kesinkes ortaya koydu. Bir gün sonra, Mısır’ın zaten Gazze ziyaretine izin vermediği açıklandı. Ve son olarak Başbakan Erdoğan Mısır’a gideceği gün ilan etti: “Gazze’ye ziyaretim söz konusu değil.”
Yukarıda özetlediğimiz şu bir haftalık Gazze’ye gidip gidememe meselesi bile Türk dış politikasının nereye geldiğini göstermez mi? Bağımsız olmayan bir dış politikanın varacağı yer işte burasıdır; “gideceğim” diye yola çıkar, bir haftada “gitmem söz konusu değil” demek durumunda kalırsınız!
Bu bir haftada ABD’nin neler söylediğini de, dönemin kriptolarının ileride açılmasıyla öğreneceğiz.
Geçmeden belirtelim: Erdoğan’ın şimdi çıkıp, “Mavi Marmara’ya saldırı, aslında savaş nedeniydi” demesi de, dış politikanın iflasıdır: Savaş nedeniyse neden savaşmadın; değilse, neden “savaş nedeni” diyerek kırmızı çizgini sildirdin!
GAZZE ERDOĞAN İÇİN ARAÇ
Gazze’ye abluka, İsrail ile devrik Mısır lideri Hüsnü Mübarek’in ortak eylemiydi. İsrail denizden, Mısır karadan Refah sınır kapısını kapatarak, Gazze’ye abluka uyguluyordu. (Mübarek’in yıkılmasıyla ablukanın aralandığını, yeni yönetimin kapıyı sağlık gibi nedenlerle kısmen açtığını da anımsatalım)
İşte Mısır, bu kapıyı açmayacağını ilan etti ve Erdoğan’ın Gazze’ye geçişine izin vermedi. Yani Mısır Gazze’ye abluka uyguladı! Peki bu durumda, Gazze’ye abluka için İsrail’e “sert çıkan” Erdoğan’ın, Mısır’a da kükremesi gerekmez mi?
Bırakalım kükremeyi, Erdoğan’ın “bir daha da Davos’a gelmem” kıvamında Kahire’ye çıkışıp, “Refah sınır kapısını açmazsan, ben de Mısır’a gelmem” demesi gerekmez mi?
Gerekmez, çünkü Gazze, Erdoğan için sadece araç. Peki hangi politika ya da görev için araç?
TÜRKİYE’NİN DENGELEME GÖREVİ
Erdoğan’ın Mısır ziyaretinden en başta İsrail memnun. İsrail Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü Türkiye uzmanı Gallia Lindenstrauss bu memnuniyeti şöyle açıklıyor: “Türkiye, Mısır üzerindeki olası İran etkisine karşı bir dengeleme görevi görüyor.”
Erdoğan’ın Davos’taki çıkışından beri altını çizdiğimiz işte tam da buydu: Türkiye’nin İran’ın bölgedeki etkisini kırması için bu ülkeyi yalnızlaştırması, bunun için de bölge ülkeleriyle “sıfır sorun” diyerek yakınlaşması gerekmekteydi. Ve bölgede Arap dostluğu kurabilmek için de İsrail karşıtı olmak şarttı!
‘YENİ EŞBAŞKANLIK’ ZİYARETİ
Başbakan Erdoğan’ın Mısır, Tunus, Libya ziyareti işte bu görevin gereğidir. Ki bu görev için ABD Erdoğan’a yeni bir eşbaşkanlık daha verdi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un açıklamasına göre Washington’un yeni kurduğu “Küresel Terörimle Mücadele Forumu”nun eşbaşkanlığını ABD ve Türkiye üstlenecek!
ABD’nin bu forumu, 14 Mart’ta AKP’ye İstanbul’da düzenlettirdiği “değişim liderleri zirvesi”nin de devamıdır. Bu zirvede Msır ve Tunus örneklerinin nasıl engelleneceği konuşulmuştu. Erdoğan, zirvedeki konuşmasında, “Ortaduğu ve Kuzey Afrika’daki değişime yardımcı olmak, istikamet tavsiyesinde bulunmakla mükellefiz” derken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, “Eğer aktif bir öncülükle değişim liderliğini yürütemezsek, biz bu coğrafyada bu gelişmelerde en olumsuz etkilenen ülke oluruz” demişti.
ABD’nin bu zirvesinden sonra da iki şey olmuştu: Bir yandan Mısır’da uzlaşma yolları aranarak, rejimin tamamen kaybedilmesi engellenmeye çalışılmış, bir yandan da Mısır’dan sonra Ürdün, Bayreyn, Yemen gibi ABD nüfuz alanı olan ülkelerdeki halk hareketlerinin etkisiz kalabilmesi için, Libya ve Suriye gibi ABD karşıtı ülkelerde kışkırtmayla ayaklanma başlatılmıştı.
Bitirirken belirtelim. ABD’nin Erdoğan’a yeni bir eşbaşkanlık daha vermesi, işlerin Washington açısından iyi gitmediğini gösterir.
Savaşta zor duruma düşen komutan, astlarına rütbe dağıtır! Eşbaşkanlık bir rütbe midir, o da ayrı mesele…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Eylül 2011
MAVİ MARMARA’NIN GAZZE SEFERİNİN BİLİNMEYENLERİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 02/06/2010
Bir önceki yazımızda, İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna insanlık dışı bir şekilde uyguladığı devlet terörünün “beklenen bir senaryo” olup olmadığı üzerinde durmuş ve bazı sorular sormuştuk. (bakınız: http://www.odatv.com/n.php?n=hukumetin-akil-danistigi-ergenekon-sanigi-cikti-0106101200)
O sorulardan bir bölümünü anımsamak gerekirse: “Bundan birkaç ay önce, bu gemilerin uluslararası karasularda seyir evraklarını tamamlama sürecinde çıkan problemler nasıl çözüldü? İdarenin yola çıkmasını teknik olarak doğru bulmadığı bu gemiler hangi ülke üzerinden evraklandırıldı? O toplantılarda, konvoy organizatörleri için “en iyi” ve “en kötü” senaryolar nelerdi? Organizasyon hangi senaryonun gerçekleşmesini bekliyordu?”
Şimdi gelin hem o soruların bir bölümüne yanıt verelim, hem de yeni sorularla konuyu aydınlatmaya çalışalım.
Mavi Marmara Gemisi 1994 yılında 450 yolcu için inşa edilmiş bir yolcu gemisidir. Geminin Gazze için kalkışından önce bildirilen yolcu sayısı ise 615’dir. 16 kişilik gemi personelini de eklersek, geminin toplam yolcu sayısı 631’dir.
GEMİ SOLAS’A UYGUN MUYDU?
Öte yandan gemi İstanbul Deniz Otobüsleri İDO tarafından 1040 yolcu kapasitesi ile çalıştırılıyordu. Geminin güzergâhı da Marmara Adası ile Avşa arası. Yani Mavi Marmara Gemisi “uluslararası sefer” yapmıyor dolayısıyla SOLAS’a (Safety of Life at Sea – Denizde Can Emniyeti Sözleşmesi) uygun olması gerekmiyor.
Ancak Gazze seferi uluslararası bir sefer olduğundan gemi SOLAS kurallarına uygun olmak zorundaydı. En önemlisi Geminin filikalarının ve cansallarının kapasitesi SOLAS kurallarına göre yetersizdi. Geminin boyutu nedeniyle yeni filika koyma imkânı da olmadığından Bayrak İdaremiz, Mavi Marmara gemisine “Yolcu Gemisi Emniyet Sertifikası” veremedi.
GEMİNİN BAYRAĞI NEDEN DEĞİŞTİRİLDİ?
İnsani Yardım Vakfı İHH ise bu problemi aşmak için kendisine önerilen yöntemi uyguladı ve geminin bayrağını değiştirerek kolay bayrak olan “Comoros” bayrağı çekti. Ve klası da Phonix olarak değiştirildi. Böylece gemide zorunlu olarak bulunması gereken tüm sertifikalar hazırlandı ve Mavi Marmara Gemisi “kâğıt üzerinde” uluslararası sefere hazır hale getirildi(!)
Amacı insani yardım olan bir kuruluşun can güvenliğini pek önemsemeden gemiyi uluslararası sefere çıkarmasını “denizcilik” bilgisizliğine vererek gelin şu soruyu soralım.
ANTALYA LİMAN BAŞKANLIĞI’NIN İZİN GEREKÇELERİ NELERDİR?
Sertifikaları, kâğıtları, evrakları “bir şekilde” tamamlansa da yolcu sayısı ortada olan Mavi Marmara Gemisi’ne, çok sıkı liman devleti kontrolü yapan Antalya Liman Başkanlığı, uluslararası sefere çıkma iznini hangi gerekçelerle verdi?
GEMİ ISPS KOD’UN GEREĞİNİ YAPTI MI?
Geninin taşıdığı sertifikalardan biri de ISPS Kod (Uluslararası Gemi ve Liman Tesisi Güvenlik Kodu) gereği “Uluslararası Gemi Güvenlik Sertifikası”ydı. Buna göre demek ki Mavi Marmara’da Comoros bayrak idaresinden onaylı “Gemi Güvenlik Planı” mevcuttu(!) Peki nedir bu plan ve nedir ISPS Kod’un amacı?
Bu plan ve kod uluslararası sefer yapan gemileri ve içindekileri “teröristlere ve deniz haydutlarına” karşı korumak amacıyla vardır. Hiçbir nedenle “Taraf” devlete karşı değildir; tam tersine “Taraf” devletin güvenlik güçleri ile irtibatlı olmayı zorunlu kılar.
Öte yandan geminin ve yolcuların güvenliğinden birinci derecede sorumlu olan ve hem bu sorumluluk nedeniyle hem de mevcut sertifikalar gereği gideceği liman devletinin “uyarılarına uymakla sorumlu” olan kaptan, bu sorunluluğunu yerine getirmiş midir?
Şimdi sorulara ara verelim ve iç politikaya yönelik sorular soralım:
REFERANDUM VE PROPOGANDA
İktidarın Anayasa Değişikliği ile ilgili referandum tarihi beklentisi aslında neydi? İlan edildiği gibi 12 Eylül müydü, daha mı öncesiydi?
Ya da bu soruya yanıt bulabilmek için şu soruyu soralım: “One minute” ile “Davos’da Drama” sahneleyen iktidar o tarihte inişe geçen oy oranını yüzde kaç oranında artırmıştı?
ABD’ye bu denli bağımlı olan bir iktidar gerçekten İran’la müttefik ve İsrail’le düşman mıdır?
İktidarın izlediği arabuluculuk politikası, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’ye biçtiği “model ortaklığın” bir sonucu mudur?
Sorular çok, üstelik yanıtlarını da biliyorsunuz…
Mavi Marmara’nın Gazze Seferinin bilinmeyenlerine ışık tutmaya çalıştığımız yazımızı, önceki makalemizdeki tespitimizle noktalayalım
ABD KANATLARI ALTINDA İSRAİL KARŞITLIĞI YAPILMAZ
Kuşkusuz İsrail, bir Türk gemisine saldırmanın ve Türk kanı dökmenin yanıtını almalıdır. Ancak bu yanıtın ne olacağından önce Ankara’nın tehdidin kaynağını doğru saptaması gerekmektedir. Tehdidin İsrail’den önce ABD’den geldiğini görememek ya da bu gerçeği perdelemek Ortadoğu halklarına yapılan en büyük düşmanlıktır. ABD’nin kanatları altında kalarak, İsrail karşıtlığı yapmanın ne Filistin’e, ne Türkiye’ye ne de Ortadoğu’ya bir yararı vardır.
MEHMET ALİ GÜLLER
İSRAİL SALDIRISI BEKLENEN SENARYO MUYDU?
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 31/05/2010
İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna saldırısı sonrası kamera karşısına geçen Başbakan Vekili Bülent Arınç açık konuştu: “Hiç kimse bizden bu olay sebebiyle İsrail’e savaş ilan etmemizi beklemesin. Böyle birşey olmaz. Mümkün de değil, doğru da değil”.
“One minute” ile yapılana “Davos’da drama” dediğimiz için Başbakan vekilinin bu açıklaması bizi şaşırtmadı. Hele de 4 Temmuz 2003 günü askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde benzer açıklamaların yapıldığını anımsadığımızda, Arınç’ın söylemi gayet normal geldi. O dönemde de hükümet, kamuoyunun nota beklentisine “ne notası, müzik notası mı” yanıtı vermişti!
Arınç’ın açıklamasına katılmamamızdan kuşkusuz “İsrail’e savaş açalım” düşüncesi içinde olduğumuz anlaşılmasın. Anlatmaya çalıştığımız şey şu…
SİLAH DESTEKLİ POLTİKA İHTİYACI
Ordu neden vardır? Elbette vatanı korumak ve kollamak için. Ama gerektiğinde de politikanızı silahla desteklemek için. Şimdi durduk yere “savaş ilan etmeyeceğiz” diyerek politikanızı silahla desteklememiş oldunuz. Daha doğrusu, İsrail’in hareket alanını genişlettiniz! Bu açıklamaya ne gerek vardı? Elbette “savaş ilan etmeyin” ama “savaş ilan etmeyeceğiz” kartınızı da peşinen masaya açmayın!
Gerçi Arınç’ın Başbakan Vekili olarak yaptığı kriz toplantısı da “bir orduya” ihtiyaç duymadığına dolaylı işaret ediyordu. Nasıl mı? Açalım:
ARINÇ ERGENEKON SANIĞINA AKIL DANIŞTI
İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna saldırısı sonrası Başbakanlık’ta yapılan kriz toplantısına kimler katıldı? Başbakan vekili olarak Arınç’ın başkanlık ettiği kriz toplantısına İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Mehmet Eröz ve Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Koramiral Nusret Güner katıldı. Yani hükümet, askere “akıl danışma” toplantısı yapmıştı. Hangi askere akıl danışıyordu hükümet? Daha dün Ergenekon sanığı olarak sorgulanan Korgeneral Mehmet Eröz’e…! Yani daha dün yandaş medyanın, “Arınç’a paraf atan komutan” diye suçladığı askerimiz..!
İşte iktidarın Mavi Marmara’ya düzenlenen saldırıyla karşılaştığı bir başka çıplak gerçek de buydu. Her fırsatta küçük düşürmeye çalıştıkları, her fırsatta terörist muamelesi yaptıkları, her fırsatta darbeci suçlaması getirdikleri askere “akıl danışma” pozisyonuna düşmüşlerdi!
Neyse…
Gelin biz İsrail’in neden saldırdığından başlayarak bundan sonra neler olacak konusuna kadar uzanan sorulara yanıt arayalım…
SALDIRI BEKLENİYOR MUYDU?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, her ne kadar İsrail’in yardım gemilerine saldırması, insanlık dışı ve devlet terörü de olsa, kimse için sürpriz değildi!
İsrail iki haftadır, bu gemileri vuracağını belirtiyor, hatta gemilere yönelik yapacağı operasyona isim bile verip dünya kamuoyuna ilan ediyordu…
Ancak bu tehdide rağmen herhangi bir önlem alınmadı. Bu durumda ortaya iki sonuç çıkıyordu. Ya bu organizasyonu yapanlar İsrail’in blöf yaptığını sandılar, ya da “saldırıyı istediler”!
İsrail’in geçmiş terörist faaliyetleri sizce de blöf seçeneğini ortadan kaldırmaz mı?
Ve de şu sorular yanıtını aramıyor mu sizce?
Bundan birkaç ay önce, bu gemilerin uluslararası karasularda seyir evraklarını tamamlama sürecinde çıkan problemler nasıl çözüldü? İdarenin yola çıkmasını teknik olarak doğru bulmadığı bu gemiler hangi ülke üzerinden evraklandırıldı? O toplantılarda, konvoy organizatörleri için “en iyi” ve “en kötü” senaryolar nelerdi? Organizasyon hangi senaryonun gerçekleşmesini bekliyordu?
Yardım konvoyunun yola çıkmasından önce neden “uluslararası ortamın hazırlanması” için tek bir politik adım atılmadı?
İsrail’in açıkça saldıracağını ilan ettiği, “yola bile çıkmasın” tehdidini savurduğu bu yardım gemisine neden “11 aylık” bir bebek yolcu olarak alındı?
Aslında yanıt arayan o kadar çok soru var ki..?
Ama gelin biz sorulara ara verelim ve krizin perde arkasına ışık tutalım.
ABD KANATLARI ALTINA İSRAİL KARŞITILIĞI
Aslında olanların ne anlama geldiğini anlamamız için son 1 yılda olanları çok kısa bir şekilde anımsamamız gerekecek.
ABD devleti, Amerikan yüzyılı için uygulamak zorunda olduğu BOP stratejisinde çuvalladı. Irak’ta bataklığa saplanan ABD devleti, çözümü taktik değişiklikte gördü; öncelikle yıpranan Bush yerine “biraz Müslüman, biraz zenci, biraz Hüseyin” olan Barack Obama’yı Beyaz Saray’a taşıdı. Ve ABD devleti şu değişiklik reçetesini Obama’nın eline verdi:
BOP’un yeni ağırlık merkezi Af-Pak yani Afganistan-Pakistan hattı olacaktır. Böylece hem Irak üzerinden alınamayan uluslararası destek Afganistan üzerinden daha kolay alınacak hem de Irak bataklığından “şerefli çıkış” yolu bulunacaktır. Ancak Irak’tan çıkış öncesi düzenlenmesi gereken işler vardır. Öncelikle Irak’ın kuzeyinde inşa edilen “kukla devlet”in yani “ikinci İsrail”in emin ellere teslim edilmesi gerekir. En emin el Türkiye’dir. Kaldı ki, “Türkiye himayesinde Kürdistan Planı” 30 yıllık maziye sahiptir!
Öte yandan ABD’nin Bush döneminde kara listeye aldığı Suriye ve İran probleminin de geri adım atmadan bir parça ötelenmesi gerekmektedir. Bu konuda da Türkiye’ye görev düşmektedir. O nedenle Obama, Türkiye’yi “model ortak” ilan etmiştir.
Washington hem Ortadoğu’da yükselen tepkileri frenlemek hem de Ankara’nın elini güçlendirmek için iki yöntem belirlemiştir. ABD ilk olarak “düşman İslam” söyleminden “ortak İslam” söylemine kaymış, ikincil olarak da Ortadoğu denklemi açısından İsrail’in ipini biraz sıkmıştır! Ne de olsa Ankara, “ortak İslam” diyen ve İsrail’i geçmiş döneme göre “yalnız bırakan” Washington’u Ortadoğu’da daha iyi taşıyacaktır!
AKP’nin Şam’la kurmaya çalıştığı ittifak da, İran’ın uranyum takasına girmesi de bu gelişmelerin içinde okunması gereken politikalardır. Erdoğan’ın takasa tepki gösteren Obama’ya şaşırması ve “ama mektup vardı” demesi de zaten bundandır!
TEHDİT İSRAİL’DEN ÖNCE ABD’DEN GELMEKTEDİR
Kuşkusuz İsrail, bir Türk gemisine saldırmanın ve Türk kanı dökmenin yanıtını almalıdır. Ancak bu yanıtın ne olacağından önce Ankara’nın tehdidin kaynağını doğru saptaması gerekmektedir. Tehdidin İsrail’den önce ABD’den geldiğini görememek ya da bu gerçeği perdelemek Ortadoğu halklarına yapılan en büyük düşmanlıktır. ABD’nin kanatları altında kalarak, İsrail karşıtlığı yapmanın ne Filistin’e, ne Türkiye’ye ne de Ortadoğu’ya bir yararı vardır.
MEHMET ALİ GÜLLER
TAYYİP ERDOĞAN İSRAİL-FİLİSTİN SORUNUNUN NERESİNDE?
Posted by Mehmet Ali Güller in Teori Dergisi Yazıları on 01/02/2009
Mehmet Ali Güller
Teori Dergisi– Şubat 2009
ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni aşaması gereği, İsrail’i Filistin halkının üzerine sürdü. Bir hafta boyunca hava harekatıyla hedef gözetmeksizin Gazze’yi füze saldırısı altında tutan İsrail, ardından da kara harekatıyla Filistin topraklarını işgal etti.
Biz yazımızda iki konu üzerinde duracağız. Birincisi, İsrail’in işgalini Hamas’a bağlayanların teorisini çürüteceğiz. İkincisi ve daha önemlisi de, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsrail-Filistin sorununun aslında neresinde durduğunu göstereceğiz.
ABD-İSRAİL’İN HAMAS YALANLARI
İsrail’in işgaline ABD penceresinden bakan kesimlerin ürettiği tezlerin en başında geleni, “İsrail’in kendisini terörist Hamas’a karşı savunduğu” idi. Bu tezin sözcüleri İsrail’in Filistin’i değil, Hamas’ı hedef aldığını propaganda etmeye çalıştılar. Kullandıkları psikolojik savaş malzemesinin en başta geleni de “ateşkesi Hamas bozdu” ve “Hamas uluslararası hukuka uymuyor” yalanlarıydı.
“İSRAİL KENDİNİ SAVUNUYOR” YALANI
Öncelikle, İsrail’in kendini terörist Hamas’a karşı savunmadığını, tam tersine İsrail’in daha Hamas bile yokken, 1947’den beri aşama aşama, topraklarını genişletmek için, saldırı-işgal-katliam siyaseti uyguladığını belirtelim. Bunun en önemli kanıtı 60 yılın sonunda gelinen durumu gösteren aşağıdaki haritalardır:
İsrail bu genişleme siyasetini 60 yıldır kanla uyguluyor. Haritalarda da görüldüğü gibi, İsrail yerleşim bölgeleriyle, Filistin yerleşim bölgeleri oranı, 60 yılda birbirinin tam tersi duruma gelmiştir.
Daha Hamas diye bir örgüt bile yokken, İsrail bu işgalleri, bu katliamları defalarca yapmıştır.
Hamas iktidarından önce İsrail Filistin’e saldırmıyor muydu? Hamas’ın değil, El Fetih’in lideri olan Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ı Ramallah’ta abluka altına alan ve zehirleyen İsrail değil miydi?
“HAMAS ATEŞKES’E UYMUYOR” YALANI
Ateşkes’i bozan Hamas değil İsrail’dir! İsrail, 4 Kasım’da yaptığı sınır saldırısında 6 Hamas militanını öldürerek, ateşkesi bozan taraf olmuştur!
Kaldı ki, İsrail İç İstihbarat Örgütü Shin-Bet’in 23 Aralık’ta İsrail kabinesine verdiği bilgiye göre Hamas her şeye rağmen ateşkesin uzatılmasını istedi. Ama Ateşkes anlaşmasında olan ve İsrail’in uymadığı iki konuda ısrarcı oldu Hamas. Nedir anlaşmada olan ama İsrail’in uymadığı bu iki madde? Ambargonun kaldırılması ve ateşkesin Batı Şeria’da da uygulanması. Böylesi bir gerçeği atlayan “bir kısım medya”, “İsrail’in sivilleri öldürmesini kınıyoruz ama Hamas da ateşkese uymuyor” yalanıyla okurlarını yönlendirmeye çalıştı günlerce.
İsrail’in yıllarca süren işgalleri boyunca 380 km karelik alana sıkışıp kalan 1.5 milyon Filistinli’nin yaşadığı Gazze abluka altındaki bir açıkhava hapishanesi durumundadır. İnsanlar ekmek için yer altı tünelleri kullanıyor! Mısır’ın Refah sınır kapısı bile ABD ve İsrail baskısı nedeniyle kapalıydı. Hamas, ateşkes şartları içinde elbette ambargonun kaldırılmasını talep edecekti! Bundan daha doğalı ne olabilir?
İsrail’in ateşkes karşısındaki gerçek tutumunu bir de Amerikalı Musevi akademisyen Prof. Norman Finkelstein’dan dinleyelim. Prof. Finkelstein’a göre İsrail’in son Gazze işgalinin iki temel hedefi var. (Zaman 19 Ocak 2009)
“Birincisi Arap devletleri arasında korku yayarak caydırıcılık gücünü tekrar takviye etmek. Bu İsrail’in stratejik doktrininin temel ilkelerinden biridir. Arap ülkeleri İsrail’in büyük askerî kuvvetinden korkmalı, İsrail’in istediklerini yapmalı ve emirlerine itaat etmelidir.”
“İkinci gaye ise Filistin’in barış ‘hücumunu’ akamete uğratmaktı. Araplarla barışı müzakere etmemek de İsrail’in diğer temel ilkelerinden biridir. İsrail, Araplara her zaman emir vermek ister ama müzakere etmek istemez. Hamas, çok ılımlı bir çizgiye doğru geliyordu. 1967 öncesi sınırlar çerçevesinde barışa ‘evet’ diyebileceğinin kuvvetli sinyallerini göndermeye başlamıştı. Suriye ve Batı Şeria’daki Filistin liderliği de bu yönde işaretler veriyordu. İsrail, milletlerarası camianın son 30 yıldır desteklediği bu barış planına mecbur edilebileceği endişesine kapıldı. Bu tür barışa ABD ya da şöyle diyelim, ABD destekli İsrail itiraz ediyor. Hamas gittikçe ılımlı bir çizgiye doğru ilerliyor, 2008 Haziran’ında kabul edilen ateşkese riayet ederek de güvenilir bir barış ortağı olabileceğinin işaretlerini veriyordu. Yani sözünü tutuyordu. Bu arada İsrail ne yapıyordu? İsrail ateşkesin mühim şartlarından biri olan Gazze tecridinin kaldırılması için hiçbir şey yapmadı. İsrail’in stratejisi Filistinlilerin bu barış ‘hücumunu’ öldürmekti ki İsrail, bunu her zaman yapar. Filistinlileri her zaman tepki vermeye zorlar. Ya Hamas’ı tamamen tahrip etmek istiyor ya da o kadar fazla zarar vererek Hamas’ın ‘biz hiçbir zaman İsrail ile müzakere etmeyiz’ demesini temin etmeye çalışıyor. Bu da tam olarak İsrail’in istediğidir. İsrail hiçbir zaman karşısında ılımlı, makul bir barış muhatabı görmek istemez. Böyle bir muhatap ortaya çıkarsa milletlerarası baskının artacağını çok iyi bilir. Hamas şu an çözümden yana, sözlerini tuttu. Sözlerini tutmayan ve müzakere etmek istemeyen taraf İsrail’dir.”
“HAMAS ULUSLARARASI HUKUKA UYMUYOR” YALANI
Bir de İsrail Dışişleri Bakanı Livni’nin ağzından “Hamas uluslararası hukuka uymuyor” yalanına sarılanlar var. Hangi uluslararası hukuk? 1972’den bu yana BM Güvenlik Konseyi’nde İsrail aleyhine çıkarılmak istenen 44 tasarıyı ABD veto etmedi mi?
Kara harekatından hemen önce, İsrail’in Gazze’yi işgaline karşı protesto metni yayınlamak isteyen Güvenlik Konseyi’nde yine veto hakkını kullanmadı mı ABD?
İsrail’in 2004’ten beri süren Gazze operasyonlarını sonlandırması için hazırlanan 5 tasarıyı ABD engellemedi mi?
“Hamas uluslararası hukuka uymuyormuş”! Hangi uluslararası hukuk?
ABD uluslararası hukuk içinde mi işgal altında tutuyor Irak’ı?
TAYYİP ERDOĞAN’UN ORTADOĞU MİSYONU
Başbakan Erdoğan, işgal boyunca İsrail karşıtı sözler sarfetti. Gerçi, İsrail’e karşı tek bir somut yaptırım uygulamadı ama her sözü, Filistin için yüreği çarpan vatandaşlarımızın gazını aldı. Peki, durum gerçekte nedir? Tayyip Erdoğan ve de AKP, İsrail-Filistin sorununun neresindedir? Birkaç önemli olguyu hatırlatalım:
KİM İSRAİL, KİM FİLİSTİN DOSTU?
340 AKP milletvekilinin bulunduğu TBMM’nin Türkiye-İsrail Dostluk Grubu üyesi kaç? 361. Evet, tam 361 milletvekilimiz, İsrail-Türkiye Dostluk Grubu’nun üyesi.
Peki kaç milletvekilimiz İsrail-Filistin Dostluk Grubu’nun üyesi? Sadece 61.
İsrail’in Gazze’yi işgali sırasında Türkiye-İsrail Dostluk Grubu’ndan istifalar oldu. Ama şu günler geçsin, göreceksiniz, yine hızla koşup İsrail dostluğuna sarılacaklar!
ERDOĞAN “YAHUDİ CESARET ÖDÜLÜ”NDEN VAZGEÇMEDİ!
İş lafa geldi mi “Müslüman kardeşliğini” ağzında düşürmeyenlerin daha 5 yıl önce, 2004’ün Ocak ayında, ABD’de Amerikan Musevi Komitesi’nden “cesaret ödülü” aldığını unutmayalım! Amerikan Musevi Komitesi, İsrail’e hizmet edenlere verdiği bu ödülü, 2004 yılında ilk defa Yahudi olmayan bir isme, Tayyip Erdoğan’a vermişti!
Sözde, hergün İsrail karşıtı açıklamalar yapan Tayyip Erdoğan, bırakın İsrail’e ciddi bir yaptırım uygulamayı, aldığı bu ödülü bile iade edemedi.
İsrail dostluğuna büyük önem veren AKP’nin, bir yandan “Müslüman kardeşliği” derken diğer yandan da İsrail’le en çok anlaşma imzalayan hükümeti oluşturduğunu da belirtelim.
ERDOĞAN-OLMERT GÖRÜŞMESİ
İsrail’İn Gazze’yi işgalinden hemen önce, Başbakan Erdoğan, İsrail Başbakanı Olmert ile Ankara’da 5 saatlik bir görüşme yaptı. Basına da yansıdığı üzere bu görüşme esnasında İsrail’in Gazze’ye saldıracağı zaten konuşulmuş. Ancak bu 5 saatlik görüşme konusunda kamuoyunun baskısına rağmen, Başbakan Erdoğan herhangi bir ciddi açıklama yapmadı. Erdoğan sadece “Olmert’le görüşmem çarpıtılmasın” dedi.
“ERDOĞAN MAHMUT ABBAS’I SATTI”
İsrail işgalinden sonra Ortadoğu turuna çıkan Başbakan Erdoğan İsrail’le temaslarından bahsederken şöyle bir cümle sarfediyor: “İsrail’in en yetkili ağzı, Filistin lideri Mahmut Abbas’ın tutuklu Hamas milletvekillerinin serbest bırakılmasını istemediğini söyledi”
Olmert’le 5 saatlik görüşmesi hakkında bir açıklama yapmayan Erdoğan, sonraki temasları sırasında ise “bir gizli” bilgiyi ifşa ederek Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ı kendi halkı önünde küçük düşürüyor, uluslararası kamuoyu önünde de zor durumda bırakıyor!
KINAMAK KOLAY, YAPTIRIM NEREDE?
İsrail’in Gazze işgali, öylesine büyük bir nefret topladı ki, “kınamak” hemen her devlet adamı için yapılabilecek en kolay politika oldu. Kaldı ki, İsrail, bu tip işgaller karşısında, kendi kamuoyunu rahatlatmak için “protesto ve kınama” yapan devlet adamlarının durumunu gayet anlayışla karşılıyor!
İsrail’in Gazze’yi işgaline karşı somut beklentiler içinde olan Türk milleti, boşuna bekledi. Erdoğan, değil diplomatik ilişkileri dondurmak, Büyükelçimizi bir süreliğine bile geri çekmedi.
Dünyada sadece dört devlet ciddi yaptırım uyguladı. Chavez’in Venezuela’sı İsrail’le diplomatik ilişkileri kesen ilk ülke oldu. Ardından Bolivya ve Moritanya ile Katar.
BOP EŞBAŞKANLIĞI GÖREVİ
AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın İsrail karşıtı görünen çizgisi BOP Eşbaşkanlığı görevi gereğidir. Açıklayalım.
Bir kere İsrail’in Gazze’yi işgali BOP kapsamındadır. İsrail işgale Obama’nın resmi olarak ABD Başkanı olmasından önce başlamış ve yemin töreninden hemen önce de ateşkes istemiştir. Yeri gelmişken dünyaya “küresel lider” olarak empoze edilen Obama’nın “Kudüs, İsrail’in bölünmemiş başkenti olacaktır” sözünü de hatırlatalım.
Tayyip Erdoğan’ı BOP eşbaşkanlığı görevi üzerinden Ortadoğu’da öne çıkartan bir politika izleniyor. Nerede sorun var, Tayyip Erdoğan orada bitiyor! İsrail Lübnan’a saldırıyor. Geri çekiliyor. Boşluğu Erdoğan hükümeti kararıyla Türk Ordusu dolduruyor!
ABD Ortadoğu’da İran etkisini kırmak için, Tayyip Erdoğan’ı öne çıkarıyor. Bölgede İran-Suriye-Hizbullah-Hamas şeklindeki ABD karşıtı hattın önüne Erdoğan-Mısır bloğu yerleştiriliyor. Ahmet Davutoğlu diploması dehası ilan ediliyor, Tayyip Erdoğan da arabuluculuğa soyunduruluyor.
“TÜRK ORDUSU GAZZE’YE” PLANI
Dikkat ediniz, İsrail Gazze işgaline başlar başlamaz AKP’nin yürüttüğü sözde diplomasinin merkezine hemen “Türk Ordusu Gazze’ye” formülü yerleştirildi. Tıpkı Lübnan’da olduğu gibi İsrail’in geri çekildiği boşluğa TSK’yı yerleştirmek istiyorlar.
ABD, Türkiye’ye Gazze’de uluslararası güç oluşturma görevi veriyor, Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan-Ali Babacan üçlüsü hemen köşkte toplanıp, ardından da basına şu bilgiyi servis ediyorlar: “Köşk’te gerçekleştirilen toplantıda, öncelikle Gazze’de ‘ateşkes’ sağlanması için Ankara’nın atacağı diplomatik adımlar, ardından da bölgeye bir “gözlemci gücü” yerleştirilmesinin yolları üzerinde duruldu” (Hürriyet 5 Ocak 2009)
Ardından BOP’un İsrail ayağı devreye giriyor ve şu bilgi basına servis ediliyor: “Türk askerinin Gazze’de gözlemci statüsünde görev yapma önerisine İsrail de yakın”. (6 Ocak tarihli tüm dünya gazeteleri)
SONUÇ
ABD, Bush’un yitirilen itibarıyla sekteye uğrayan Büyük Ortadoğu Projesi’ni, Obama’yla sürdürecek. Obama bu yüzden biraz Müslüman, biraz zenci, biraz Hüseyin’dir…
Projenin kilit oyuncusu ise Tayyip Erdoğan’dır. Çünkü kilit ülke Türkiye’nin Başbakanıdır ve bu yüzden de kendisine projenin eşbaşkanlığı görevi verilmiştir.
Türkiye direnirse, ABD BOP’u uygulayamaz.
Türkiye direnirse, Filistin yaşar!