Posts Tagged CHP

Solculuk meselesi

13 yıl boyunca Kılıçdaroğlu’nu, Erdoğan’la dincilikte ve sağcılıkta yarışmaya çalıştığı için eleştirdim. Türban ve laiklik açıklamalarından Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermesine kadar tüm hataları, Erdoğan’la Erdoğan’ın kulvarında yarışmaya çalışmasındandı.

Özel-İmamoğlu ikilisi de Erdoğan’la Atlantikçilikte yarışmaya çalışıyor. Halbuki orası da Erdoğan’ın kulvarı. Şimdi de ikiliyi “Erdoğan’la Atlantikçilikte yarışamazsınız” diye ve dahası “ABD’ye Erdoğan’dan daha yararlı Atlantikçilik yapamazsınız” diye eleştiriyorum. 

Özel-İmamoğlu’nun ana mesajı 

Kimi CHP’liler, Özel-İmamoğlu’nun aslında “biz AKP’den daha Atlantikçiyiz” mesajı vermediğini, benim ikilinin açıklamalarını bağlamından kopartarak yorumladığımı iddia ediyor. Bu köşeye açıklamaların bütününü sığdırmam elbette mümkün değil ama ikilinin CNN’den BBC’ye ve Foreign Affairs’e kadar tüm Batı mecralarına yaptığı açıklamaların toplamı, özetle “biz AKP’den daha Atlantikçiyiz” mesajını içeriyor. 

Özgür Özel’in CNN’e “Batı ile entegrasyonu ve NATO ile güçlü bir ittifakı biz destekliyoruz ama iktidar bunun önünde bir engel” demesi ve BBC’ye “İngiltere ve İşçi Partisi nasıl sessiz kalır? Terk edilmişlik hissediyoruz” sözleri ile İmamoğlu’nun Foreign Affairs’a yazdığı “Türkiye’yi ABD’nin öngörülebilir ortağı yapma vaadi” birbirinin bütünleyenleridir. 

Bu açıklamalar yokmuş gibi davranmanın, bu açıklamaları “aslında o anlama gelmiyor” diye bükmenin, CHP’ye bir yararı yok. 

CHP’nin iki kodu

Kılıçdaroğlu Erdoğan’la dincilik-sağcılık kulvarında, Özel-İmamoğlu da Erdoğan’la Atlantikçilik kulvarında yarışamaz, kaybeder. 

Peki hangi kulvarda kazanır? Aslında yanıtını dünkü pazar makalesinde, farklı bir amaçla da olsa Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum verdi.

Oraya geleceğiz ama  meramımı anlatabilmek için önce şu tarihsel gerçekleri anımsatmalıyım:

CHP, emperyalizme karşı mücadeleden doğan bir partidir ve kuruluş ana kodlarından ikisi, antiemperyalizm ve bağımsızlıkçılıktır. (Ki bu solculuktur.) CHP bu kodlarıyla seçim kazanan ama bu kodları aşındıkça seçim kaybeden bir partidir. 

CHP 1946 sonrası Atlantikçi çizgiye girmeye başlayınca bu kodları zayıfladı ve 1950, 1954 ile 1957 seçimlerini kaybetti. CHP ancak 1961’de, o da sadece yüzde 2 farkla seçimi kazanabildi. Ama bunda etkili olan faktörler, DP’nin dış politikada Atlantikçiliği zirveye taşıması ve iç politikada ağır baskı rejimi kurması ve 27 Mayıs’tı. Nitekim CHP sonraki 1965 ve 1969 seçimlerini kaybetti. 

73-77 dersleri 

Sonraki iki seçim, 1973 ve 1977 seçimleri derslerle doludur. CHP bu iki seçimi kazanabildi. Çünkü Türkiye’de bir halk hareketi yaşanıyordu, sosyalist sol güçlüydü. Öyle ki CHP de “ortanın solu” olmak durumunda kalmıştı. Kıbrıs Barış Harekatı, ABD’yle ambargo restleşmeleri, ABD’yle üs ve afyon çarpışmaları, antiemperyalist zeminde CHP’ye iki kez seçim kazandırmıştı. 

Sonrasında 1983, 1987, 1991, 1995 ve 1999 seçimlerini CHP kaybetti. 1999’da, 28 Şubat zemininde Ecevit’in DSP’si birinci parti oldu. AKP’li yıllarda ise CHP’nin kazanabildiği tek bir genel seçim yok.

Görüldüğü üzere CHP solculaştığında ve antiemperyalist tutum aldığında seçim kazanıyor, sağcılaştığında ve Atlantikçilik yaptığında seçim kaybediyor. 

Uçum’un makalesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en etkili başdanışmanı Mehmet Uçum, bir süredir pazar makaleleri yazıyor. Bu haftaki konusu “sol”du. Makalenin, üstelik konumuzla da ilgili olan tuhaflığıyla başlayayım: Uçum, AKP’nin pek çok politikasını sol, Erdoğan’ı da solcu ilan ediyor! Solculuk bu kadar kaybettiren birşey ise danışmanı neden Erdoğan’a solculuk yakıştırıyor? 

Uçum’un makalesinin biri geniş, diğeri dar iki anlamı var. 

Dar anlamı şu: Uçum solun öncelikle AKP-MHP-PKK açılımına, ardından da Yeni Anayasa sürecine destek vermesi gerektiğini savunuyor. Peki Saray neden solun açılıma desteğine ihtiyaç duyuyor. Solsuz açılım yürümüyor mu? Aslında Saray ve PKK, sosyalist soldan Kemalist ve ulusalcı CHP’ye kadar tüm siyasal ve toplumsal kesimleri sürece dahil etmek istiyor. Çünkü Saray biliyor ki bu kesimlerin rızasını almayan bir açılım meşru olamayacak. 

Geniş anlamı ise şu: Uçum, kısa ekonomi-politik analizinde kamuculuğun güçlenmesine, devletçilik ve planlı ekonomi uygulayan ülkelerin büyümesine, sosyal devlet anlayışının yükselmesine ve demokrasinin önemine işaret ediyor. Bunlar sol siyasetin içindedir.

Tüm CHP’lilerin üzerinde düşünmesi gereken şudur: “Erdoğan’ın bile solculuk yaptığı” iddia edilirken, CHP’nin hâlâ Atlantikçilik mesajları vermesi, iki kere yanlıştır. Bu yanlıştan dönmemek, CHP’nin AKP’yi yenme fırsatını tepmesine neden olabilir. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Aralık 2025

, , , , , ,

1 Yorum

ABD İmamoğlu’nu kurtarabilir mi?

CHP’nin yaşadığı hukuksuzluk nedeniyle Batı merkezlerinden destek arama çizgisinin işe yaramadığı görülmüyor mu? Tersine bu çizginin içeride CHP’nin elini zayıflattığı anlaşılmıyor mu? 

Bu kaçıncı?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu defalarca Batı’ya “AKP’nin bize yaptığı hukuksuzluğa karşı çık” mesajı verdiler, sayısız kere “bizi yalnız bırakmayın” çağrısı yaptılar. Karşılığında “Biz AKP’den daha Batıcıyız, daha Atlantikçiyiz, daha NATO’cuyuz” teminatı bile verdiler.

En acısı, İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in ve İngiliz İşçi Partisi’nin vermediği destek nedeniyle, “terk edilmişlik hissettiklerini” bile söyleyebildiler!

İmamoğlu’nun Atlantikçiliği 

Batı’dan destek arama çizgisinin işe yaramadığı defalarca görüldüğü halde, İmamoğlu bir kez daha Washington’a sesleniyor; hem de CFR’nin dergisi Foreign Affairs’dan… 

Neler söylemiyor ki… 

– Türkiye için Avrupa ile daha yakın entegrasyon ve güncellenmiş Gümrük Birliği “çaresi” açıklıyor.

– AKP’nin Rusya’dan S-400 almasını eleştiriyor, “S-400 konusunun yarattığı hasarın onarılmasını” istiyor.

– İktidarın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini geciktirmesini eleştiriyor.

– AKP’nin Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdığını, ABD’yle ilişkileri gerdiğini ve NATO içindeki güvenilirliğini zayıflattığını savunuyor. 

– Asya’ya, Rusya’ya, Çin’e, temel ihtiyaçlar dışında mesafeli olmayı savunuyor.

– Kıbrıs’ta “her iki tarafı” suçlayarak, yeni bir çözüm süreci istiyor.

– ABD ve AB’yle Akdeniz’de “uyum” istiyor!

– Türkiye’yi ABD’nin “öngörülebilir” bir ortağı yapmayı vaat ediyor.

CHP Erdoğan’ı yanlış tahlil ediyor

İnanılır gibi değil. Şu listeyi kimin önüne koysanız, ABD’nin Ankara Büyükelçisinin Türkiye’den talepleri sanır!

Mesele şu: İmamoğlu bu Batıcı çizgiyle tüm engelleri aşıp aday olduğunda seçim kazanabilir mi? İmamoğlu Erdoğan’la Batıcılıkta, Amerikancılıkta, Avrupacılıkta yarışarak onu yenebilir mi? 

Hiç mi Kılıçdaroğlu’nun seçime üç gün kala Rusya karşıtlığı yapmasının yanlışlığı anlaşılmadı? 

Erdoğan’ın dış politikası hiç mi çözümlenemedi? Erdoğan’ın Rusya ve Çin’le ilişkileri nasıl olur da “Batı karşıtlığı” diye okunabilir? Tersine Erdoğan Rusya ve Çin’le ilişkilerini, ABD’yle ilişkilerine kaldıraç yapmaya çalışıyor. 

Erdoğan’ın Neo-Abdülhamitçi dış politikası özetle şudur: Rusya’yla işbirliği yaparak kendisine bölgede alan açmak, bunu ABD’yle ilişkilerinde kaldıraç olarak kullanmak ve bu ilişkileri AB ile dengelemeye çalışmak. 

Çare Washington’da değil, Saraçhane’de

Hiç eğip bükmeye gerek yok. İmamoğlu’nun mesajı ABD’ye “beni kurtar” mesajıdır, “karşılığında daha Amerikancı bir yönetim kurarım” vaadidir.

Yazık ki İmamoğlu, kendisinin Rahip Brunson gibi Trump tarafından kurtarılabileceğini sanıyor. Yazık ki İmamoğlu Trump’a “ben Erdoğan’dan daha Atlantikçiyim” mesajı verince, Washington tarafından tercih edileceğini sanıyor!

Oysa tersine, ABD, kim ne vaat ederse etsin, sahaya yansıması bakımından, işlevi bakımından, yararı bakımından, AKP’den daha Atlantikçi bir partinin şu konjonktürde olamayacağını biliyor. CHP “ben daha Atlantikçiyim” dese bile, Washington, pratikte CHP’nin AKP’den daha fazla ve yararlı bir Atlantikçilik yapamayacağını gayet iyi biliyor.

Zira Erdoğan partisini ve tabanını Atlantikçiliğin her türlüsüne ikna edebilir ama Özel-İmamoğlu ikilisi CHP içindeki bağımsızlıkçı, antiemperyalist, yurtsever, Kemalist damarı ikna edemez.

Sonuç olarak İmamoğlu’nu ABD kurtarmaz, kurtaramaz ama Saraçhane Cephesi kurtarabilir. Tabii o cepheyi Batıcı çizgisiyle eritmezse!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Aralık 2025 

, , , , , , ,

Yorum bırakın

Öcalan’ın CHP ısrarının anlamı

TBMM Komisyonu’nun 24 Kasım’da İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmesinin kritik önemde olduğunu söylediler ama Öcalan’la ne konuştuklarını bırakın kamuoyuna açıklamayı, TBMM Komisyonu’nda bile ele almadılar. Komisyon toplantısını ertelediler, dahası araya DEM’in bir İmralı ziyaretini daha koydular. 

Evet, Komisyon toplanmadan önce DEM heyeti bir kez daha Öcalan’la görüştü. Heyetin açıklamasına göre Öcalan “darbe mekaniği” riskine dikkat çekti.

Halbuki TBMM Komisyonu’nun ziyareti sonrasında AKP’li Şamil Tayyar da bu yönde bir mesaj olduğunu iddia etmiş, Öcalan’ın “Bahçeli’ye karşı bir darbe uyarısı” olduğunu gündeme getirmiş ama bizzat Bahçeli tarafından yalanlanmıştı.

TBMM Komisyonu toplantısının geciktirilmesinden ve araya DEM’in yeni bir İmralı ziyaretinin eklenmesinden anlamamız gereken nedir? Öcalan’ın mesajları, kamuoyu tarafından daha rahat sindirilebilmesi için devletin üst katlarında inceltiliyor mu? 

Öcalan’ın siyasal mutabakat beklentisi

Evet, Öcalan’ın TBMM Komisyonu heyetine ne söylediğini devlet biliyor, iktidar biliyor, hatta Kandil biliyor ama TBMM Komisyonu ve kamuoyu bilmiyor. 

Öcalan’ın mesajları, DEM’li heyet üyesi Gülistan Koçyiğit’in ağzından kamuoyuna parça parça aktarıldı sadece. Belli ki parça parça olması da bir çeşit rahat sindirilmesi için. Koçyiğit’in aktardığına göre “Öcalan’ın temel arayışı siyasal mutabakat.”

Hangi siyasal mutabakat bu peki? Öcalan’ın siyasal mutabakattan kastının, CHP’nin AKP, MHP ve DEM’le uyumlu bir “açılım” ortağına dönüşmesi elbette. Nitekim DEM’li Koçyiğit’in İmralı’daki görüşmeden aktardığı şu değerlendirme de buna işaret ediyor: “Öcalan’ın CHP’yi önemsediğine, bu süreçte mutlaka olması gerektiğine dair değerlendirmeleri malum. Bu görüşmede özel olarak CHP’nin gelmemesine dair bir değerlendirmesi oldu ve ‘keşke CHP de gelseydi’ dedi.”

PKK’nin iki şartı

TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyareti, taraflarca süreci ivmelendirecek bir adım olarak pazarlandı. Ama sonuçlarına bakılırsa, tersine TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyareti, bir nevi “2. Habur” etkisi yaratmış durumda.

O sonuçlardan biri TBMM Komisyonu’nun Öcalan’la görüşmesinin ardından Kandil’den gelen “kırmızı çizgi”ydi: Önce KCK Eş Başkanı Bese Hozat “İktidarın sürece dönük yaklaşımı çok zayıftır; aslında kararsızdır” dedi, ardından da PKK’li Amed Malazgirt “Bizden bu kadar, adım atma sırası Türkiye’de. Öcalan serbest bırakılmadıkça başka adım atmayacağız” dedi.

Bahçeli, Bese Hozat’ın “af istemiyoruz” sözlerine tepki gösterdiyse de, bu daha çok Cumhur İttifakı tabanına olumsuz etkisini sönümlendirme amaçlı görünüyor. Zira diğer mesaj, PKK’nin “Öcalan’ın serbest bırakılması” şartı yerinde duruyor.

Açılıma entegrasyon düğümü

“Darbe mekaniği” tartıştırılıyor ama asıl önemli konu olan SDG’nin entegrasyonu ve Öcalan’ın bu konuda nasıl bir tutum alacağı konusu geçiştiriliyor. Hatta şu gelişmelere bakılırsa, Ankara ile SDG arasında dolaylı bir müzakere yürütüldüğü bile söylenebilir:

Suriye’deki özerk yapının Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Amed, DEM tarafından İstanbul’daki bir konferansa davet edildi ve DEM, onaylanması için AKP’yle görüşüyor. Diğer yandan İlham Ahmed’in Mazlum Abdi’yle birlikte Barzanilerin Kızey Irak’taki konferansına katılabilmesinin de Ankara’nın onayıyla mümkün olduğu belirtiliyor.

SDG komutanı Mazlum Abdi’nin açık açık “Öcalan’la görüşmek için Türkiye’ye gelmek istediğini” söylemesi de Ankara-SDG müzakerelerinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Bahçeli’nin “SDG Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına ve Şam’la imzaladığı 10 Mart mutabakatına riayet etmeli” mesajı ile onu tamamlayan AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “SDG, 10 Mart Anlaşması’na uyarsa terör örgütü olmaktan çıkar” mesajı ise Ankara’nın SDG’yle müzakereyi nereye evirmek istediğine işaret ediyor.

Özetle Türkiye’deki açılım, Suriye’deki entegrasyona düğümlenmiş durumda.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Aralık 2025 

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

CHP programında ŞİÖ ve BRICS yok

CHP’nin yeni programının taslağı, yoğun gündem nedeniyle, basında hakkıyla ele alınamadı, tartışılamadı. Programın eksiklerine, hatalarına, yanlış yönelimlerine elbette dikkat çekenler oldu. 

Özellikle “Türk milleti” kavramının buharlaşıp yerinin “yurttaşlıkla” doldurulmasına haklı tepkiler geldi. Hatta CHP yönetiminin bir PKK icadı olan “eşit yurttaşlık” kavramını programına sokması da eleştirildi. 

Eşit yurttaşlık ile yurttaşların eşitliği farkı

Elbette haklı eleştiriler bunlar. Zira yurttaşlık, zaten modernist eşitliğin kavramıdır. Hanedanların, krallıkların feodal düzenindeki kulluk, devrimlerle, ulusal devlette eşitlenerek yurttaşlığa dönüşmüştür. Yani yurttaşlık zaten eşitlik içermektedir. Dolayısıyla “eşit yurttaş” demek, “sıvı su”, “sıcak ateş” demek gibi yanlış bir nitelemedir. Dolayısıyla eşitsizlik sorununa işaret etmesi gereken kavram “eşit yurttaşlık” değil, “yurttaşların eşitliği”dir ki bunun sebebi de sınıfsaldır.

PKK ve türevlerinin “yurttaşların eşitliği” yerine “eşit yurttaşlık” demesi ise farklı sosyolojik kategoriler olan etnisite ile ulusu eşitleme niyetiyledir. Ve bu amaçla kullanılan “eşit yurttaşlık” nitelemesi, örneğin “nasıl bir yurttaş” sorusuna yanıt ararken dile getirilen “yoksulluktan kurtulmuş, başı dik, eşit ve özgür yurttaş” gibi bir nitelemeden köklü bir şekilde farklıdır.

CHP Asya’ya kör

Ne yazık ki CHP programının dış politika bölümü üzerinde uzun uzun konuşulacak pek bir şey yok. Hatta şu saptamayla başlarsam, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır: CHP’nin program taslağında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) yok, BRICS yok!

CHP programda Avrupa Konseyi var, AB var, AGİT var, NATO var, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) var, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) var ama ŞİÖ yok, BRICS yok!

Oysa Türkiye 2012’den beri ŞİÖ’nün “diyalog ortağı”dır. Ve Türkiye, BRICS zirvelerine katılan, zaman zaman üye olma amacını da ortaya koyan bir pozisyondadır. Dahası Türkiye’nin ŞİÖ ve BRICS içinde olması gereken statüde olamamasının nedeni de iktidarın “neo-Abdülhamitçi” dış politikasıdır; Asya’yla işbirliğini Atlantik’le pazarlıkta kozkart yapma hevesidir.

CHP’nin Amerikancılığı ve Avrupacılığı

CHP’nin dış politikasında İİT bile varken, neden ŞİÖ ve BRICS yok? Yanıtı CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Batı gazetelerine verdiği “Biz AKP’den daha Batıcıyız, daha NATO’cuyuz, daha AB’ciyiz” mesajlarındadır. Yanıtı eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçime üç kala hiç konusu bile yokken Rusya karşıtlığı mesajlarındadır. Yanıtı eski CHP/SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın “AB’ye girmeden Gümrük Birliğine girişe” imza atmasındadır.

Yanıtı, CHP’nin tıpkı iktidar partisi gibi, dış politikasının merkezine “Türkiye’nin AB üyeliği” hedefini koymasındadır. Bunca yıla, bunca açklamaya, bunca olguya rağmen, Türkiye’nin birinci, ikinci ve sıra sıra diğer partilerinin hâlâ “AB üyeliği” hayali kurabilmesi, açık söyleyelim, Amerikancılık ve NATO’culuk nedeniyledir. Türkiye’de AB’cilik, Amerikancılığın ve NATO’culuğun gereğidir. Türkiye’de AB’cilik, ABD’nin Türkiye’yi Asya’ya yönelmemesi için AB kapısında tutabilmesi içindir.

CHP programının dış politikası yok!

CHP’nin dış politika programı hakkında uzun uzun yazabilmek ne yazık ki olası değil, çünkü neredeyse “CHP programının dış politikası yok!”

Dünya analizi, Türkiye’nin yeni dünyada nasıl konumlanması gerektiği, Türkiye’nin hangi tehditlerle karşı karşıya olduğu, bu tehditlere karşı nasıl ve hangi güçlerle işbirliği yaparak pozisyon alabileceği gibi konular, yok derecesinde ne acı ki… 

Tamam, CHP ağır saldırı altında ve iktidarın bu saldırısına karşı mücadele önemli. Ancak bu, parti programının “iktidara karşı mücadele eylem kılavuzu haline” getirilmesini gerektirmiyor. Program başka, eylem kılavuzu başka. Mücadele önemli fakat kendisini iktidar adayı olarak gösteren CHP ekonomide, dış politikada kapsamlı bir program sunmadan halkın oyunu nasıl alacak?

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
29 Kasım 2025 

, , , , , , ,

1 Yorum

Dolmabahçe sendromu

Bahçeli’nin “Yeter ki terör bitsin, varsın sonumuz darağacı olsun” sözleri size de tuhaf gelmedi mi? Hani Bahçeli “yeter ki terör bitsin, Nobel barış ödülü almasam da olur” dese, bunda bir mantık var. Zira 50 yıllık terör sorununu çözebilmek, evet, Türkiye’nin ve dünyanın en değerli barış ödüllerine layıktır. 

Peki akla neden barış ödülü değil de darağacı geliyor? Terörü bitirmenin, barışı getirmenin sonucunun neden darağacı olabileceği düşünülüyor? Salt muhalefetin tepkisi nedeniyle mi?

Hani Hendek özrü?

Bahçeli’nin sözlerini işitince, “bu acaba bir Dolmabahçe sendromu mu” diye düşündüm kendi kendime. (Üstelik Erdoğan’ın Bahçeli’nin üç adım gerisinden yürüdüğü düşünülürse.)

Anımsayın, AKP ve DEM (HDP) yöneticileri, bir önceki açılımda “Dolmabahçe mutabakatı” imzalamış ve gururla kameralara poz vermişlerdi. Sonra ne oldu? Erdoğan “Dolmabahçe’deki o kare yanlış bir kareydi” dedi, “Dolmabahçe’yi yanlış buldum” dedi ve açılımı kapattı. Sonrasında Hendek Savaşı geldi. 793 güvenlik görevlisi şehit oldu, TİHV raporuna göre 310 sivil ile sayısı net bilinmeyen PKK’li öldü.

Dolmabahçe’den Hendek Savaşına dönüşümün esas nedeni neydi? PKK’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda egemen olmaya başlamasıydı. Peki bugünkü açılımda ne konuşuluyor? PKK/SDG devlete ve orduya nasıl entegre olacak, blok halinde mi, tek tek mi? Bu fiilen Ankara’nın PKK’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki yapısına nasıl pozisyon alacağını belirleyecek.

Sizce de bugün yeniden açılım yapan aynı aktörlerin, Dolmabahçe ve Hendek Savaşı konularında, önce topluma bir özür ve özeleştiri borçları yok mu? 

Yayman’ın fotoğraf endişesi

Bahçeli’nin darağacı sözü dışında, İmralı’ya giden heyetteki AKP’li milletvekili Hüseyin Yayman’ın tutumu da ilginçti. TBMM Komisyonu’nun AKP’li, MHP’li ve DEM’li üç üyesinin heyet halinde İmralı’ya gittiği haberi ajanslara düştüğünde, Yayman “ben gitmedim” dedi. Halbuki gitmişti! 

Partili arkadaşı Şamil Tayyar’ın açıkladığına göre, 3 saatlik İmralı ziyaretinde, DEM’li üye çok istediyse de AKP’li Hüseyin Yayman bir hatıra fotoğrafı çekilmesine karşı çıkmış. 

Neden? İmralı’ya gitmeyi bu kadar savunmuşken, İmralı’ya gitmeme kararı alan CHP’nin ne kadar Türkiye karşıtlığına düştüğünü propaganda etmişken, neden bir hatıra fotoğrafı çektirmediler? Fotoğraf teklifi geldiğinde acaba AKP’li Yayman’ın aklına ne geldi? Yoksa Erdoğan’ın “Dolmabahçe’deki o kare yanlış bir kareydi” sözü mü?

Aslında Tayyar’ın şu sözleri bile gerçeği bir yönüyle açıklıyor: “Ziyarete yoğun tepki varken fotoğraf çektirip milletin gözüne sokmak büyük hata olurdu.”

Açılımın kritik düğümü

Yukarıda belirttiğim gibi AKP-HDP’nin bir önceki açılımı, PKK’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda güçlenmesinin bir yansıması olan Hendek Savaşı nedeniyle bitmişti. 

Bugünkü açılımın Öcalan nezdinde özü ise şu: PKK Türkiye’de devlet, federasyon, hatta özerklik bile istemiyor artık ama karşılığında PKK’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda devletleşmesinin Ankara tarafından kabul edilmesini istiyor.

Devlet/iktidar katında bu talebe olumlu ve olumsuz bakan iki kanadın olduğu anlaşılıyor. 

TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyaretinin gündeminde de esas olark bu konu vardı. Nitekim DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğlulları’nın, AKP-MHP-DEM heyetinin İmralı’dan dönüşü sonrasında yaptığı açıklama da buna işaret ediyor: “Görüşmede, Suriye sorununun çözümüne ışık tutacak önemli değerlendirmeler yapılmıştır. Öcalan Kuzeydoğu Suriye özelinde ve Suriye’nin bütünü açısından çözüm sürecinin anahtarı olabilecek bir perspektifi ortaya koymuştur.” 

Açılım başka, çözüm başka

Terörün bitmesini hepimiz istiyoruz. Yola önce sosyalistleri Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundan temizleme göreviyle çıkarılan PKK’nin, tüm kollarıyla birlikte ortadan kalkmasını hepimiz istiyoruz. Terör örgütünün “zoraki hamiliğinden” kurtulan Kürtlerin, birlik temelinde siyaset sahnesinde daha etkili olmasını Kürtlerin çoğunluğu olarak istiyoruz. Ama aynı aktörlerin aynı açılımla, her seferinde, aynı filmin devamını izletmesini istemiyoruz. 

Bu açılıma birincisi “çözümle, barışla, demokratikleşmeyle” ilgisi olmadığı için, ikincisi iktidarın dışarıda ABD’nin yeni Ortadoğu düzeninden pay kapma arayışıyla ve içeride Erdoğan’a dördüncü kez cumhurbaşkanı yolu açmakla ilgili olduğu için karşı çıkıyorum.

Açılımın esası bu olduğu için de açılımın kimi alt aktörleri, gönül rahatlığıyla, yaptıkları işleri savunamıyorlar.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Kasım 2025 

, , , , , , , ,

1 Yorum

Kılıçdaroğlu’nun misyonu

AKP-MHP-DEM koalisyonu oluşmasının yansımalarından biri de DEM’in “gerçek” siyaset yapma tarzının ortaya çıkmaya başlamış olmasıdır. 

“Öcalan sürece karşı çıkan medyanın dilinden rahatsız, AKP’nin elinde yargı gücü var, sustursun bu gazetecileri” çağrısı yapan Pervin Buldan’ın “otoriter AKP rejimiyle” uyumlu tarzı, bunun tipik bir örneğiydi. Şimdi buna “İmralı’ya milletvekili göndermeme” kararı aldığı için kimi DEM yöneticilerinin “CHP’yi not etme” üsttenciliği ve dahası Van’da olduğu üzere CHP binasına saldırı eklendi!

Siyasi akıl sorunu

DEM’liler CHP’yi Kürt düşmanlığıyla suçluyor. Oysa DEM’lilerle seçim işbirliği yaptığı için terörle suçlanan ve tutuklanan CHP’li belediye başkanları var!

AKP ve MHP, daha dün DEM’lileri terörist ilan etmişken, MHP DEM’in kapatılmasını savunmuşken, Cumhur İttifakı CHP’nin DEM’le seçim işbirliği yapmasını “demlenmek” diyerek lekelemeye çalışmışken, bugün DEM’in CHP’ye karşı bu saldırgan tutumu alması, en hafifinden siyasi nezaketle bağdaşmaz. 

Ama ötesinde bir “siyasi akıl” sorununa da işaret eder. Örneğin DEM Grup Başkanvekili, iktidar koalisyonuna yamanmış olmanın özgüveniyle CHP’ye “tarih sizi yazacak” diye sesleniyor. Oysa tarih DEM’in AKP’yle üç kez açılım yapıp, üç kez pişman olmasını yazdı. Ve tarih, DEM’in hiçbir şey olmamış gibi dördüncü kez açılıma soyunup AKP’den medet ummasını da yazıyor.

İkiyüzlü siyaset

AKP ve MHP’nin CHP’yi “Öcalan’la görüşmüyor” diye hedef alabiliyor olması ise bir yönüyle mizahın ama bir yönüyle de psikolojinin konusudur. CHP’yi aynı anda hem terörle işbirliği yapıyor diye yargılayıp hem teröristle görüşmüyor diye suçlayabilmek, ancak tutarsızlığın bir siyaset yapma tarzı olmasıyla mümkündür.

Şiraze öyle kaymılş ki CHP’nin Öcalan’la İmralı’da görüşmeme kararını, “CHP iktidara gelmiş olsaydı Selahattin Demirtaş’ı da serbest bırakmazdı” diyerek suçlamaya kalkanlar bile var. 

Seçimde “CHP demleniyor, CHP DEM’le ittifak yapıyor, Demirtaş’ı serbest bırakacak, Öcalan’la iş tutacak” diye kara propaganda yapanlar, seçimden sonra o suçlamalarını bizzat kendileri hayata geçirdi. Yetinmeyip, o suçlamalara ortak olmaya direnen CHP’yi hedef alıyor şimdi.

Erdoğan’ın bölme taktiği

Doğrudan söyleyelim: Bu anlayıştan, Cumhur İttifakı’ndan açılımla demokrasi bekleyen, daha önceki açılımların sonuçlarını yaşar. AKP-MHP iktidarı gitmeden ülkeye ne demokrasi gelir, ne barış, ne çözüm ne de özgürlük… 

Erdoğan, iyi bir taktisyen, iyi bir oyun kurucu. İhtiyaç olursa açılım açar, ihtiyaç kalmazsa açılımı kapar, açılımcıları içeri atar. Erdoğan rakiplerini bölerek, rakiplerinin bölünen parçalarından müttefik yaparak iktidarını sürdürür. 

Erdoğan milliyetçileri böldü; MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti var. Öyle ki MHP, AKP’siz siyaset yapamaz hale geldi. Erdoğan’a Öcalan’ı asması için ip atan Bahçeli, koçbaşı yapılarak, Erdoğan’ın taktik ihtiyacı için Öcalan’ı “kurucu önder” sayıp TBMM’ye muhatap etti.

Kılıçdaroğlu’nun İmralı çıkışı

Erdoğan şimdi de CHP’yi bölmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık fiili “Erdoğan’ı iktidarda tutma” dönemi kapanınca ve Özgür Özel yönetiminde CHP birinci partiye dönüşünce, saray düğmeye basmıştı; dört koldan operasyonlar sürüyor.

O kollardan biri de Kılıçdaroğlu ne acı ki. Kılıçdaroğlu henüz kayyım atanamadı gerçi ama CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı aldığı gün kararı eleştirerek “CHP İmralı’ya gitmeli” yayını yapması, misyonunu sürdürdüğüne işaret ediyor. Ki Kılıçdaroğlu daha önce “İmralı meşru bir organ değil” demişken, “devlet Öcalan’la görüşmez” demişken, “Öcalan’la masaya oturmam” demişken!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Kasım 2025

, , , , , , , , ,

2 Yorum

İmralı ısrarının nedeni

İş öyle bir noktaya getirildi ki TBMM Komisyonu İmralı’ya gitmezse, sanki süreç duracak! Öyle ki MHP lideri Bahçeli, “Komisyon İmralı’ya gitmezse, ben giderim” diyerek Komisyon’a rest bile çekti. 

Peki Komisyon’un neden ille de İmralı’ya gitmesi isteniyor? Komisyon’un İmralı’da Öcalan’la görüşmesinden ne umuluyor? 

Komisyon’daki DEM periyodik olarak Öcalan’la zaten görüşüyor ve onun görüşlerini kamuoyuna açıklıyor. Devlet görevlileri Öcalan’la zaten görüşüyor ve içeriğini saraya aktarıyor. Dolayısıyla Öcalan’ın görüşleri hakkında taraflar bilgi sahibi. Hatta Öcalan’ın görüşleri telekonferans yoluyla Kandil’e bile ulaştırılıyor.

O zaman bu ısrar neden? CHP’nin ve Komisyon’da bulunan birer üyeli partilerin mi Öcalan tarafından bilgilendirilmesini istiyorlar? Elbette hayır. TBMM Komisyonu’nu Öcalan’ın ayağına götürerek, “kurucu önder” payesi verdikleri Öcalan’ı, “meşru siyasi aktör” mertebesine yükseltmek istiyorlar. 

AKP-MHP-DEM Komisyonu

TBMM Komisyonu’nun İmralı’ya gidip gitmemeyi konuşacağı ve oylayacağı oturumu kapalı yapması bile çok şey anlatıyor. Milletin Meclisinin Komisyonu, milletten gizleyerek, kapalı oturumda İmralı’ya gitmeyi ele aldı ve kabul etti.

51 üyeli Komisyon’un karar alabilmesi için, CHP’nin talebiyle kabul edilen nitelikli oy, yani 31 oy gerekiyor. Ki o zaman da CHP’ye nitelikli oy konusunun bir şey çözemeyeceğini anlatmaya çalıştık. AKP’nin 22, DEM’in 5 ve MHP’nin 4 oyu var ve 31 ediyor. Yani istedikleri her kararı alabilecek durumdalar. Öyle de oldu ve AKP-MHP-DEM, Öcalan’a gitmekte ittifak etti. 

Açılımın asıl amacı

CHP İmralı’ya gitmeme kararı aldı. Kapalı toplanma kararı aldığı için Komisyon toplantısına da katılmadı. 

CHP’nin bu kararı doğru ama eksik. Çünkü CHP, hatalı bir kararla, kendisine darbe yapanların komisyonuna girerek, yeni açılıma “kısmi meşruiyet” verdi. 

Israrla belirttik, bu komisyon bir AKP-MHP-DEM projesidir. CHP’yi komisyona meşruiyet sağlaması için istiyorlardı. Yoksa CHP’nin görüşlerinden yararlanmak ya da demokrasinin gereği diye değildi.

Kaldı ki ortada bir demokrasi projesi zaten yoktu. İktidar, düne kadar TBMM’den atılmasını istediği, terörist dediği DEM’lilerle, Öcalan’la ve PKK’yle açılımı, birbirini bütünleyen, ikisi iç biri dış üç nedenle istiyordu: 

1) CHP ile DEM’in belediye seçiminde yaptığı ittifakın tekrarlanmasını önlemek. 2) Erdoğan’ın dördüncü kez Cumhurbaşkanı olabilmesi için DEM’in oyuna ihtiyacı var. DEM’siz bir yeni anayasa mümkün değil çünkü. 3) Esad’ın devrilmesi sonrasında ABD Suriye’yi şekillendirme üzerinden Ortadoğu’da yeni bir düzen kurmaya çalışıyor. Ankara bundan pay kapma peşinde. 

Kimlik siyasetlerine karşıyım ama daha iyi anlatabilmek için belirteyim: “Etnik kimliği Kürt, ulusal kimliği Türk olarak” ya da “Kürt kökenli Türk olarak” veya “Kürt alt kimlikli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak” ya da “Türkiye Kürt’ü olarak” aylardır anlatmaya çalışıyorum: 23 yıldır her açılımı siyasal konumlarını güçlendirmek için yaptılar. Ne barış, ne çözüm, ne demokratikleşme, ne de özgürlük arayışındalar. Bu nedenle her açılımları fiyaskoyla sonuçlandı, her açılımları terörü büyüttü, her açılımları Türk ile Kürt’ü daha çok karşı karşıya getirdi. Son açılım güneydoğuyu savaş alanına çevirdi ne yazık ki… 

CHP Komisyon’u terketmelidir

CHP aslında tam da bu projenin gereği olarak iktidarın saldırısı altında; partisi kapatılmaya ve kayyımlarla yönetilmeye çalışılıyor, belediye başkanları tutuklu, 15 milyon dilekçeli cumhurbaşkanı adayı tutuklu…

Ülkenin ana muhalefet partisinin tasfiye edilmeye çalışıldığı şartlarda açılım sürecinin iddia ettikleri gibi “demokratikleşme” hedefiyle yapılıyor olması elbette mümkün değildi. CHP bu nedenle 31/51 oylamasında da görüldüğü üzere, hiçbir etkisinin olamayacağı bu komisyona baştan girmemeliydi. 

Hata etti girdi. Ama artık bu komisyonun amacının çözüm, barış, demokratikleşme olmadığını görmüş olmalı. CHP bu nedenle ABD sponsorlu bu AKP-MHP-DEM projesine destek vermeyi bırakmalı ve komisyonu terketmelidir.

Gerçek demokratikleşme ve çözüm, ancak AKP-MHP sonrasında mümkündür.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Kasım 2025

, , , , , ,

1 Yorum

Yeni rejim iddianamesi

Başsavcılığın 3.900 sayfalık İmamoğlu iddianamesi, özü itibariyle sarayın “yeni rejim inşa” iddianamesidir. 

Dosyanın daha savcısı ve soruşturması bile yokken saraydan CHP ve Ekrem İmamoğlu’na yönelen suçlamalar, iddianamenin özünü oluşturmaktadır. Hatta doğrudan Erdoğan’ın kullandığı “ahtapotun kolları” türünden nitelemeler bile iddianamenin iddiası olmuştur. 

AKP’ye seçim kazandırma iddianamesi

İmamoğlu’nu ve yeni CHP yönetimini hedef alan operasyonlar ve iddianamesi, ikinciliğe gerileyen AKP’ye seçim kazandırma, AKP’yi yeniden birinci parti yapma iddianamesidir.

“Aziz İhsan Aktaş suç örgütüne yönelik hazırlanan 578 sayfalık iddianame, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilerek tensip zaptı hazırlandı. (…) Davanın ek klasörlerine yansıyan bilgilere göre, yargılamanın azami 2520 günde tamamlanması hedefleniyor.” (Cumhuriyet, 11.11.2025)

2520 gün, yaklaşık 7 yıl yapıyor. Açık ki Cumhurbaşkanlığı seçimi rahat rahat geçip gidene kadar dava sürsün isteniyor.

Evet, bu iddianame, iktidara seçim kazandırma amaçlı iddianamedir. O kadar öyle ki rakip, iddianamede seçim kazanmakla, cumhurbaşkanı adayı olmak için CHP’yi ele geçirmekle suçlanabilmektedir!

CHP içeri PKK dışarı

İddianame, aynı zamanda medyaya balyoz operasyonudur. Soner Yalçın’dan Şaban Sevinç’e gazeteciler doğrudan İmamoğlu lehine haber yapmakla suçlanmaktadır. Bu gazeteciler hedef alınarak, diğer gazeteciler de otosansüre zorlanmaktadır. 

Yine İmamoğlu’nun hedef alındığı casusluk soruşturması da Tele1’i ve Merdan Yanardağ’ı susturma operasyonudur. (Yanardağ’ı iki yıl önce Öcalan’a övgüden (!) tutukladılar, bugün ise Tele1’i, diğer nedenlere ek olarak, Öcalan, açılım karşıtı yorumcularından ve yayınlarından rahatsız olduğu için susturdular!)

Öcalan demişken… 

Öyle satır satır iddianame okumaya bile gerek yok. İktidar yeni rejim inşa etmeye çalışıyor ve engel olarak gördüğü “kurucu parti CHP’yi” tasfiye etmeye çalışıyor. 

Ne acı ki “kurucu önder” Atatürk’ün partisi CHP’nin kapatılmaya çalışıldığı ama Bahçeli’nin ifadesiyle PKK’nin “kurucu önderi” Öcalan’ın siyasetin ana aktörü yapıldığı bir süreç bu… 

CHP’nin iki hatası

Bu, özü itibariyle bir yolsuzluk iddianamesi değildir ama CHP’nin “yeni CHP”ye “dönüşürken”, ideolojisi sulanırken, Altı Ok’u kırılırken, yolsuzlara, topuksuzlara, komisyonculara nasıl koltuk dağıtıldığının da acı bir belgesidir. Partiye doldurulan çürüklerin, çıkarcıların, liyakatsizlerin, hırsızların günü geldiğinde nasıl kullanılabildiklerinin belgesidir. Bu CHP’nin birinci büyük hatasıdır ve umarım CHP bundan ders çıkarabilir.

CHP’nin ikinci hatası ise iktidarın “belediyeleri silkeleme” operasyonuna “normalleşme” ile çare arayan “liberal” tutumuydu, önemli oranda düzeltti. İktidar, belediyelerin elindeki mülklere el koyarak, kendi dönemine ait borçların tahsilatı için baskı kurarak, belediyeleri halkın gözünde çalışamaz göstermeye çalışarak operasyonun ilk aşamasını uygularken, Özgür Özel ve ekibinin buna “yanıtı”, “iktidarla normalleşme” arama olmuştu. Hatta CHP yönetimi 30 Ekim 2024’te Esenyurt Belediyesine ilk operasyon yapıldığında bile işin esasını tam olarak göremedi ve ancak 19 Mart’ta asıl meseleyi yakalayabildi. 

Amaç CHP’yi tasfiye etmek

Sonuç olarak “Yeni CHP”nin arızaları, AKP’nin elinde koz oldu. Ancak bu, iddianamenin esasının yolsuzluk olduğu anlamına gelmiyor. Tıpkı Ergenekon-Balyoz iddianamelerinde olduğu gibi torbada arızalar ve arızalılar hep olur ama bu meselenin esası değildir, tersine meselenin esasını perdemele araçlarıdır, meseleyi maskeleme amaçlıdır.

Ergenekon-Balyoz kumpaslarının temel hedefi TSK’yi budamak ve Ulusalcı akımı zayıflatmak, dahası dönüştürmekti. Bu iddianamenin temel hedefi ise CHP’yi ve Erdoğan’ın rakiplerini tasfiye etmektir, Kemalistleri ve Cumhuriyetçileri etkisizleştirmektir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Kasım 2025

,

1 Yorum

İngilizcilik meselesi

Çok bilinen bir Çin bedduasıdır: Tuhaf zamanlarda yaşayasın.

İktidarın muhaliflerini İngiliz casusluğu ile suçladığı, İngiliz casuslarının başının İstanbul’da casus platformu tanıtarak muhbirlere çağrı yaptığı, iktidarın İngiltere’yle savaş uçağı anlaşması imzaladığı, muhaliflerin ise İngiliz iktidar partisinden dayanışma beklediği şu günler, hakikaten de tuhaf zamanlar değil mi?

Ve tüm bunlar tam da İngilizlerin iki yıl ömür biçtiği Cumhuriyetimizin 102. yıldönümünde yaşanıyor. Üstelik 102 yıldır Mustafa Kemal, Cumhuriyet ve devrim karşıtlarınca “İngilizci” diye suçlanıyor. Çünkü 102 yıldır bu ülkede İngilizciler ile İngiliz karşıtları çarpışıyor ve 102 yıldır İngilizciler, İngiliz karşıtlarını İngilizci diye suçlayarak İngilizcilik yapıyor.

Rusya, İran ve Çin’e mesaj

İngiliz İşçi Partisi lideri ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer Türkiye’deydi. Starmer ve Erdoğan, Eurofighter savaş uçağı satışı anlaşması imzaladı. 

CHP ise bir süredir İngiliz İşçi Partisi’ne kızgın. Özgür Özel, Avrupa Sosyalist Partisi zemininde dayanışma göstermemesi nedeniyle İngiliz İşçi Partisini eleştiriyor. CHP, İngiliz İşçi Partisinden ve diğer Avrupalı sosyal demokrat partilerden, kendilerine uygulanan hukuksuzluk karşısında dayanışma bekliyor. 

Buraya döneceğiz ama önce imzalanan anlaşmanın siyasi mesajına bakalım. Evet, Türkiye ile İngiltere’nin imzaladığı Eurofighter savaş uçağı alımı anlaşması kime ya da kimlere mesaj anlamına geliyor? Yeni Şafak yazarı Nedret Ersanel, dün köşesinde bu anlamlı soruya yanıt için bir çözümleme yaptı ve anlaşmanın mesajının sırasıyla Rusya, İran ve Çin’e olduğunu belirtti, bence de doğrudur (Yeni Şafak, 29.10.2025).

İngiliz casusbaşının iktidar onaylı faaliyeti

Anlaşmanın, Erdoğan’ın baş rakibi İmamoğlu’nun İngiliz casusu ilan edilmeye çalışıldığı şu günlerde imzalanması, başta da belirttik, her haliyle tuhaf. Ama meseleyi daha tuhaf yapan kısmı şu:

İmamoğlu’nu İngiliz casusu ilan edebilmek için, İmamoğlu’nun seçim kampanyası direktörü Necati Özkan’a yanaşan Hüseyin Gün üzerinden ilerlemeye çalışıyorlar. Gün’ün rehberindeki bazı isimler, Gün’ün ajanlığının delili sayılıyor. Örneğin David John Charters, Gün’ün telefon rehberinde “MI6 Başkanı Richard Moore’un arkadaşı” diye kayıtlı. 

Ama işte o Moore, 1 Ekim’de emekli olmadan ve İmamoğlu’na casusluk operasyonundan 1 ay önce, 19 Eylül’de, İstanbul’da bir casusluk platformu tanıttı. Rusya’dan Çin’e, dünyanın her yerinden insanların bu “Sessiz Kurye” isimli platform üzerinden İngiltere’ye muhbirlik, ajanlık yapabileceğini duyurdu!

CHP’nin nafile beklentisi

CHP’nin “sosyal demokrat” partilerden maruz kaldıkları hukuksuzluk ve baskı karşısında dayanışma beklemesi meselesine gelirsek… Bu nafile bir beklentidir. Zira “sosyal demokrat” partiler, ülkelerinin egemen sınıflarının çıkarına bakar. I. Dünya Savaşı’nda da öyle yaptılar ve emperyalist paylaşım savaşına kendi egemen sınıfının çıkarı için destek verdiler. Sonraki savaşlarda da çoğunlukla halklar lehine değil, egemen sınıflar lehine pozisyon aldılar.

Avrupalı sosyal demokrat partiler bugün de böyledir. Egemen sınıfın çıkarını gözeterek politika yaparlar, başka ülkelerin sosyal demokratlarıyla dayanışmak, ancak egemen sınıfın çıkarları dahilindeyse olur. Hatta Avrupalı sosyal demokratların çoğunluğu, Avrupalı egemen sınıfların çıkarları gereği Erdoğan’a destek veriyor bugün.

Zaten sorun da buradadır: Sosyal demokrasi, halkçılığı, devrimciliği ve sosyalizmi frenleme barikatı işlevine sahiptir, misyonu budur.

Cumhuriyetçi, halkçı, devrimci CHP’nin sonradan sosyal demokrat olması ve antiemepryalist savaş verdiği ülkeleri yöneten sosyal demokrat partilerden bugün dayanışma beklemesi, iki kere tuhaftır. 

Üzerinde düşünülmesi için şu kadarını sorarak bırakalım: Atatürk bilmiyor muydu sosyal demokrasiyi? Neden Sosyal Demokrat Parti demedi de Cumhuriyet Halk Partisi dedi? Neden Altı Ok dedi?

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Ekim 2025

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Trump ve Erdoğan’ın 2028 amacı

ABD Başkanı Donald Trump’ın akıl hocalarından Steve Bannon Economist dergisine açıkladı: “Trump (anayasaya aykırı da olsa) 2028’de başkan olacak. Üçüncü dönem başkanlık yapacak. İnsanlar buna alışmalı çünkü ABD’nin onun başkanlığına ihtiyacı var. Başladığımız işi bitirmeliyiz.”

Ne kadar tanıdık durum ve sözler. Benzerini “Küçük Amerika”da da yaşıyoruz. Burada da “Türkiye’nin bir dönem daha Erdoğan’ın başkanlığına ihtiyacı olduğu” iddia edilerek, anayasayı atlayacak bir yol ya da yeni anayasa aranıyor.

Cumhurbaşkanlığı savaşı

30 yıllık diploma, yolsuzluk iddiası, terörle iltisak suçlaması, arada sayısız hakaret davası ve son olarak da dün sabah açılan casusluk soruşturması…

Tüm bunlar, Erdoğan’ın kendisini üç kez yenen rakibini tasfiye operasyonudur. Bu davaların arasında hukuk aramak ve bulmak olası değil, zira hepsi siyasidir ve “bir dönem daha cumhurbaşkanlığı” içindir. 

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri hep sert olmuştur ama ilk kez bu çapta sertlik yaşanmaktadır. Esir ve rehin alınan CHP’lilerin sayılarına bakılırsa, bu kez “savaş” yaşanmaktadır.

İktidarın uzlaşı mesajı

Son operasyon, yani Ekrem İmamoğlu ve 2019’deki seçim kampanyasının direktörü Necati Özkan’ın casuslukla suçlandığı operasyon, CHP kurultayı davasında karar açıklanacağı günün sabahı yapıldı. Elbette tesadüf değil. 

Demoklesin kılıcı gibi CHP genel merkezinin üzerinde sallanan bu davanın sonucu, kayyım testi yapılan İstanbul il kurultayı sonrasında merakla bekleniyordu. Çünkü iktidar o testte istediğini tam olarak alamamıştı; CHP İstanbul örgütünü bölememiş, dahası kayyım ve ekibi yalnızlaşmıştı. Ankara’da benzer görevi bekleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Gürsel Tekin’in düştüğü duruma düşmekten çok çekindiği konuşuluyordu kulislerde.

Ve onca ertelemeden ve kurultay savaşlarından sonra CHP’nin kurultay davası, olması gerektiği gibi düştü dün. Ama sabahında İmamoğlu’na casusluk soruşturması açılmıştı. Casusluk ki İBB’ye kayyım olasılığı oluşsun!

Tesadüf olmadığını yineleyerek ikisinin toplamının iktidardan Özgür Özel’e şöyle bir mesaj anlamına geldiğini belirteyim: “Diploma, terör, yolsuzluk, üstüne casusluk soruşturması açtık, dosyaların içinin boş olmasının bir önemi yok, Ekrem İmamoğlu’nu unut, aday yaptırmayacağız. Mansur Yavaş’a konser soruşturmasıyla mesajı verdik, ısrar ederse ona da operasyonlar yapacağız. Ey Özgür Özel, bak dava düştü, partini sana bırakıyoruz, İmamoğlu’nu da Yavaş’ı da bırak, sen onlarsız yürü.”

Uzlaşı aramak, iktidar cephesinde işlerin iyi gitmediğine işaret eder aslında. Çünkü geri adım atanın kaybedeceği bir mücadele bu…

2019 seçim sonucuyla mücadele operasyonu

Gelelim casusluk soruşturmasına. Gazeteci Merdan Yanardağ da bu soruşturmaya dahil edildi. Türkiye’deki sert siyasi mücadelenin her aşamasının Yanardağ’a dokunmaması olası değil, zira Tele1’in haberciliği etkili.

Bu soruşturmada da özetle İmamoğlu-Özkan-Yanardağ’ın “2019 yerel seçimlerinde yabancı istihbarat servisleri ile iştirak halinde seçimlerin manipüle edilmesi noktasında faaliyette bulunduğu” iddia ediliyor. Dayanak da üçlünün irtibatlı olduğu iddia edilen Hüseyin Gün. Bu şahsın ABD, İngiltere, İsrail dahil bir çok yere ajanlık yaptığını iddia ediyor Başsavcılık. Yanardağ, avukatına yaptığı ilk açıklamada bu şahsı tanımadığını söyledi. 

Suriyeli muhaliflere destek suçlaması

Daha ilginci de şu: Başsavcılık şöyle diyor: “Hüseyin Gün’e ait olduğu değerlendirilen belgeler içerisinde (…) Suriye ülkesinde meydana gelen savaş ile alakalı muhalif grupların siyasi ve maddi olarak desteklenmeleri gerektiği yönünde içeriklerin (…)”

Satırları okuyunca, önce yanlış mı anladım diye, tekrar okudum. Başsavcılık, Suriye’deki muhalif gruplara siyasi ve maddi desteği, açık açık suç ve ajanlık faaliyeti kapsamında değerlendiriyor! İyi de bu durum Esad’ı destekleyen Merdan Yanardağ’ın lehine ve muhalifleri destekleyen iktidarın aleyhine değil mi?

Dedim ya diplomadan yolsuzluğa, terörden casusluğa, bu davaların içinde boşuna hukuk aramayın, mantık aramayın…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
25 Ekim 2025

, , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın