Posts Tagged Davos
AKP’nin iki yüzü
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 26/08/2024
AKP’nin siyaset yapma tarzı, “söylediğinin tersini yapma, yaptığının tersini söyleme” şeklinde özetlenebilir. Buna AKP’nin siyasette iki yüzü de denilebilir. En somut uygulandığı alan da en çok istismar ettiği konuda, İsrail-Filistin meselesinde yaşanıyor…
Son örnek, TCG Anadolu gemisinin, İsrail’i koruyan ABD savaş gemisiyle 13-17 Ağustos tarihleri arasında tatbikat yapması oldu. Aydınlık haberi manşetten, “AK Parti Hükümeti’nin gizlediği faaliyeti ABD açık etti: TCG Anadolu İsrail’i koruyan tatbikatta” şeklinde verdi (Aydınlık, 24.8.2024).
Her konuda açıklama yapan, her faaliyetini duyuran Milli Savunma Bakanlığı “nedense” bu tatbikatı duyurmadı. Türkiye tatbikatı ABD Denizcilik Enstitüsü’nün yayınladığı faaliyet notlarından öğrendi.
Güya AKP Hükümeti, ABD’nin Doğu Akdeniz’e savaş gemisi göndermesine karşı çıkıyor, ABD savaş gemilerinin İsrail’i destekleyerek Gazze’deki soykırımı büyüttüğünü savunuyordu. Taban da iktidarın “ABD’ye meydan okuyan” bu tavrıyla mutlu oluyordu. Meğer Türk savaş gemileri, AKP hükümetinin onayıyla İsrail’i koruyan ABD gemileriyle tatbikat yapıyormuş!
Ticaret ve müdahillik konusu
Benzerini ticaret konusunda da yaptılar biliyorsunuz. 7 Ekim 2023’ten itibaren kamuoyu AKP hükümetinden İsrail’le ticareti kesmesini istedi. Kesmediler, “siyaset başka ticaret başka” dediler. Ne zaman ki 31 Mart 2024 seçiminde İsrail’le ticareti sürdürmenin AKP oylarını erittiğini gördüler, “ticareti kesme” kararı aldılar. Ancak bazen “önceden yapılan anlaşma” diyerek, bazen de dolaylı yollardan ticareti sürdürdüler.
Bu köşede konu etmiştik. Erdoğan Washington’da yapılan NATO zirvesi sırasında basın toplantısında aynen şöyle demişti: “İsrail’i Lahey Adalet Divanı’na Güney Afrika ile şikayet ettik.” (AA, 12.7.2024).
Oysa doğru değildi. Güney Afrika tek başına şikayet etmiş, Ocak 2024’te ilk ara karar açıklanmış, AKP Mayıs ayında “davaya müdahil olacağız” demiş, Haziran ve Temmuz ayları boyunca “müdahil oluyoruz” diyerek propagandayı sürdürmüş, ancak 7 Ağustos’ta müdahil olmak için resmi başvuru yapabilmişti!
One minute
Bu tezatlıkları perdeleyebilmek için başka tezatlıklara imza attılar. Örneğin Erdoğan 31 Mart 2024 seçiminden önce İsrail’le ticaretin sürmesine tepki gösterenlere şöyle dedi: “Hiçbir siyasetçinin cesaret edemediği duruşu ‘one minute’ diyerek ortaya koyduk.” Halbuki Erdoğan İsrail’le normalleşme sürecini başlatırken, “one minute” çıkışı için şöyle demişti: “Benim tepkim moderatöreydi. İsrail’e, Peres’e veya Musevilere değildi.”
Kısacası kime “one minute” denildiği, siyasi ihtiyaca göre değişiyordu. Zaten İsrail Cumhurbaşkanı Peres’i 12 Kasım 2007’de TBMM’de konuşturup, ayakta alkışlamışlar; yaklaşık bir yıl sonra 29 Ocak 2009’da ise Davos’ta Peres’le yaptıkları oturumda ünlü “one minute” çıkışını sahnelemişlerdi!
Neo-Abdülhamitçilik
Sonuç olarak AKP hükümeti Haniye için yas ilan ediyor ama Haniye’yi öldüren İsrail’i koruyan ABD savaş gemileriyle ortak tatbikata onay veriyor; İsrail’i Gazze’de soykırım yapmakla suçluyor ama İncirlik’ten İsrail’e askeri mühimmat taşıyan ABD uçaklarının uçuşlarını engellemiyor; Netanyahu için Hitler benzetmesi yapıyor ama ABD’nin Netanyahu’ya istihbarat sağladığı Kürecik Radarını kapatmıyor.
Temmuz ayında Washington’da yapılan NATO Zirvesinden bu yana ise ABD’yle işbirliğini artırmış durumdalar ve AB’nin gayriresmi dışişleri bakanları toplantısına davet edilmekten de son derece mutlular!
Çünkü Erdoğan, yıllardır belirttiğim gibi Neo-Abdülhamitçidir; Rusya’yla anlaşarak kendisine bölgede alan açmaya çalışıyor, bunu ABD’yle pazarlığında kullanıyor, iki büyük gücü de AB’yle dengelemeye çalışıyor.
Problem şu ki Neo-Abdülhamit de Abdülhamit gibi üç tarafa taviz vermek zorunda kalıyor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Ağustos 2024
İSRAİL’LE KÖPRÜLER NEDEN ATILDI?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/03/2012
Üst yönetimi hariç hemen her AKP’linin mahcubiyet duyduğu en önemli konu, izlenen İran ve Suriye politikasıdır.
Eleştirileri “füze kalkanı aslında İran’ı hedef almıyor” ve “NATO üyesi olduğumuz için mecburuz” savunması ile geçiştirmeye ve inanmadan dile getirdikleri “Beşar Esad da halkını katlediyor” sözleriyle savuşturmaya çalışıyorlar…
Sonra nafile deyip kabulleniyorlar, ama her halükarda “AKP’nin İran ve Suriye politikasının, İsrail’in işine yaradığı” gerçeğine itiraz etmekten geri durmuyorlar.
Çünkü en büyük “gerçekleri”, Erdoğan’ın İsrail’e “one minute” dediği hayali…
YUMUŞATICI MİSYON
Biz de bıkıp usanmadan, Davos’da “one minute” ile sahnelenen oyunun gerekçesini anlatıyoruz yeniden.
İran’dan rol çalacak, bölge liderliğine oynayacak, Arapları arkasına alacak bir ülkenin önce Filistin davasına sarılması, sonra da İsrail’e kafa tutması gerektiğini belirtiyoruz.
Esad’ın daha iki yıl önce Erdoğan tarafından “kardeş” ilan edilmesinin de oyunun bir parçası olduğunu, Tahran’ın yalnızlaştırılması için müttefiki Şam’ın kucaklanması gerektiğini vurguluyoruz.
AKP’nin Lübnan, Ürdün ve Suriye ile kurduğu “Ortadoğu Birliği”nin İran’a karşı olduğunu anımsatıyoruz.
Sonra Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin, Obama’nın mektubuyla İran’a yakınlaştığını, uranyum takası için anlaşma aradığını belirtiyoruz. İkilinin, ABD adına İran’ı masada tutmaya çalıştığını, misyonlarının Washington’da “yumuşatıcı” ve “kolaylaştırıcı” diye isimlendirildiğini söylüyoruz.
En çok karşı oldukları kişi olan Çevik Bir ile liderlerinin “madalya kardeşi” olduğuna, bir tek ikisinin ABD’deki Yahudi kurumlarından madalya aldığına dikkat çekiyoruz.
Suriye sınırındaki mayınların neden İsrail şirketine verilmeye çalışıldığını soruyoruz.
Ve hepsinden önemlisi, siyasi ilişkiler güya kötüyken, nasıl olup da ticari ilişkilerin 2009’dan bu yana katlana katlana büyüdüğünü sorguluyoruz.
Ve tün bunları, 1 Şubat 2009’da “Davos’da drama” dediğimiz günden bu yana ısrarla dile getirdiğimizi belirtiyoruz.
GÖLGE CIA BELGESİNDE ERDOĞAN
Sonra belgeler ortaya çıkıyor: Wikileaks’in yayımladığı ABD kriptoları, CIA’nın bilgi notları… Son olarak da “gölge CIA” denilen Stratfor’un ele geçirilen yazışmaları…
Örneğin Stratfor CEO’su George Friedman’ın imzasını taşıyan bir yazışmada, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in notları yer alıyor. Ve o notlara göre Başbakan Erdoğan Kissinger’la görüşmesinde ona “bir noktada İsrail’le köprüleri atıp, İslam dünyasına yaklaşacağını” söylüyor.
O noktanın, iki nokta üst üste olduğunu, birinin Davos’ta “one minute”, diğerinin de Gazze yolunda Mavi Marmara olduğunu biliyoruz.
Ve iki noktadan çok ünlem geliyor aklımıza, hani Obama’nın Erdoğan’a “sen model ortaksın” dediği ünlem.
ÇAĞRI
Cezayir’deki kara lekeyi 50 yıldır silememişken alnımızdan… Ve Irak’ta, Libya’da yeniden lekelenmişken alnımız, en çok tabandaki AKP’lilere sesleniyoruz şimdi: Alnımıza bir de Suriye ile İran’da leke sürmelerine izin vermeyin diye…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Mart 2012
ERDOĞAN’IN KAHRAMANLIK ÖYKÜLERİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 07/02/2009
Dovos’daki dramayla Türk milletine ve Arap halkına “kahraman” olmaya çalışan Tayyip Erdoğan’la ilgili öyküler anlatılmaya devam ediyor!
Yeni öyküyü de Egemen Bağış patlattı: Meğer Tayyip Erdoğan, ABD’nin 4 Temmuz 2003’de, Süleymaniye’de 11 askerimizin başına çuval geçirdiği onur kırıcı olayda, ne kahramanlıklar yapmış..!
Egemen Bağış aynen şöyle söylüyor: “O askerlerimizin orada içerisine düştüğü durumdan sonra Başbakanımız dönemin ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile görüştüğünde, ki o gün ulusal tatil günüydü ve zorla buldurduk tatil yaptığı yerden… 4 Temmuz ABD’nin bağımsızlık günüydü, ‘Bizim çocukları çabuk serbest bırakın’ dedi. Cheney, ‘Sayın Başbakan emin olun ki durumları çok iyi’ dedi. Başbakanımız dedi ki ‘Ben hapis yatmış biriyim. Gözaltında, hapiste olan kişinin durumunu bana anlatmayın bunu kabul edemem, çabuk o çocukları serbest bırakın’ dedi ve onları Başbakanımız kurtardı.”
Erdoğan’a atfedilen kahramanlık öyküsünün özeti şu: Erdoğan Cheney’ye posta koymuş ve askerlerimizi kurtarmış!
Erdoğan ve kurmayları, alemi balık hafızalı sandıkları için yerel seçimler öncesinde bir de bu hikayeyi uydurdular!
Egemen Bağış, Erdoğan’ın Cheney’yle yaptığı bu konuşmanın yalanlanamayacağını düşünüyor çünkü AKP iktidarında devlet adamlarıyla yapılan görüşmelerde tutanak tutulmadı, tutulmuyor…
Gelin biz de Erdoğan’ın 4 Temmuz’daki gerçek hikayesini hatırlatalım o zaman…
Öncelikle Erdoğan’ın Cheney’ye “posta koymasıyla” o gece (4 Temmuz 2003 Cuma) askerlerimiz serbest bırakılmadı. O gece havaalanında tutuklu halde bekletilen 3 subay ve 8 astsubayımız ertesi gün yani 5 Temmuz Cumartesi günü sorguya alındı. Sorgunun ardından askerlerimiz başları çuvallı olarak helikopterlerle Bağdat’a götürüldü. Askerlerimiz 6 Temmuz 2003 Pazar günü, bir de Bağdat’ta sorgulandı.
Bu arada 5 Temmuz’dan itibaren Türk milleti görülmedik eylemlere, protestolara imza atıyordu. Milletin ABD’ye karşı tepkisi had safhadaydı.
Bu şartlar altında ABD, askerlerimizi 7 Temmuz 2003 Pazartesi sabahı serbest bıraktı!
Yani Egemen Bağış’ın uydurduğu gibi askerlerimizi o gece telefon konuşmasıyla Erdoğan kurtarmadı! O telefondan tam üç gün sonra askerlerimiz serbest kalabildi.
AKP hükümeti ve Tayyip Erdoğan, milletimizin onurunu kıran bu olaya karşı ABD’ye hesap soramadığı gibi milletimizin onurunu daha da kırdı: “ABD’ye nota verilecek mi” diye soran gazetecilere de, “Ne notası, müzik notası mı veriyoruz?” yanıtını veren Erdoğan, milletimizin hassasiyetiyle dalga geçti.
Peki dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu süreçte neler yaptı? Gül, programını hiç bozmadı ve Kayseri’ye mantı yemeğe gitti. Orada gazetecilerin olayla ilgili sorularına da “lokal bir olay” yanıtı vererek küçümsedi!
Sırf yerel seçimlerde yelken şişirebilmek için böyle bir hikaye nasıl uydurulur? Türkiye’yi yönetme iddiasındaki bir parti böyle bir komediye nasıl imza atar? Sorular çoğaltılabilir.
Ama şu süreçte yanıt tektir: Goethe’nin dediği gibi “çözümde yer almayanlar, problemin bir parçası olurlar”.
Haydi çözüme..!
Mehmet Ali Güller
DAVOS’DA DRAMA
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 01/02/2009
Panel talebinin iki hafta önce bizzat Erdoğan’dan geldiğini öğrenince, Davos’da aslında bir “drama” yaşandığı gerçeği tamamen pekişmiş oldu! 22 gün süren Gazze işgali boyunca, tek bir yaptırım bile uygulamadan İsrail’e karşı “üst perdeden” demeçler veren Tayyip Erdoğan ile Şimon Peres’in paneli de ancak drama olurdu zaten!
Çünkü Gazze işgali sırasındaki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, “Erdoğan, İsrail-Filistin meselesinin neresinde” sorusuna giden tek yanıt, Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığı görevinden geçmektedir! Bu görevi görmezden gelerek verilecek her yanıt, yalnızca, Erdoğan’ın tüm bu gelişmelerde ayrıca medet umduğu yerel seçim yelkenini şişirme hedefine hizmet edecektir.
ABD’NİN 2025 STRATEJİSİ
Davos’da bir drama yaşanmasına kadar uzanan bulanık süreci berraklaştırmak için ABD stratejisini yeniden hatırlayalım:
ABD, “Balkanlar’dan Orta Asya’ya tüm Avrasya” jeopolitik düzleminde tanımlanan 2025 stratejisi gereği uygulamaya soktuğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin, önce Yugoslavya aşamasını tamamladı. Ardından 2003 Irak işgaliyle diğer aşamaya geçti. Bu aşama öncesinde, Türkiye’de 2001 ekonomik krizi yaratılarak, BOP’a uygun –eşbaşkanlık görevini kabul eden ve Türk Ordusu’nu ABD-NATO görev gücü yapmaya hazır- bir iktidar değişikliğine gidildi.
Çünkü 1986’dan beri Türkiye’ye dayatılan ve BOP’un ileri hamlelerinde olmazsa olmaz öneme sahip olacak Kukla Devlet planlarını Ankara bir türlü kabul etmiyordu! 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü ABD adına Yeşil Kuşak stratejisi içinde yapan NATO generallerinin yerini, ABD planlarına direnen milli generaller almıştı! (Bu değişim-direnç, yıllar sonra Ergenekon tertibinin de nedeni olacaktı!)
SÜPERNATO CİNAYETLERİ
“Türkiye himayesinde Kürdistan” ya da Kukla Devlet planına önce dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ direndi. ABD, bu dirence Özal üzerinden “iki Necdet” operasyonuyla yanıt verdi. ABD 3 yıl sonra yeniden planı dayattığında, Ankara’yı, “Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Turan Dursun” suikastlarıyla da ikaz ediyordu. Herşeye rağmen, Kukla devlet planına 1991’de de Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay, istifa ederek direndi.
1991 -1996 yılları, ABD ve Türkiye açısından planla ilgili çatışmaların daha da sertleştiği bir dönem oldu. Bu dönemde Ankara’nın öne çıkan hamlesi Ankara süreciydi. ABD, planlarını çökertecek bu gelişmeye karşı bu kez Uğur Mumcu ve Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis suikastıyla ve Sivas Katliamına kadar uzanan pek çok olayla yanıt verdi.
ÇELİK HAREKATI
Sürece keskin bir darbe vurmak isteyen Türk Ordusu, Başbakan Tansu Çiller’e bile önceden haber vermeden, 35 bin kişiyle Kukla devlete girdi. ABD, Kukla Devleti resmileştirme yolunda ileride kullanacağı 3000 peşmergeyi, tarihe Çelik Harekatı diye geçen bu sınır ötesi operasyon sonucunda, Guam’a taşımak zorunda kaldı. Durumun ciddiyetini önceden analiz eden ABD istihbaratı, Çelik Harekatı’nı engellemek için Gazi mahallesinde Alevi-Sünni çatışmasını amaçlayan provokasyon bile yaptı!
28 ŞUBAT’IN HEDEFİ ABD’YDİ
28 Şubat 1997 de, aslında bu sürece direnmek zorunda olan Türkiye’nin, ikili iktidar yapısına yönelik bir ayarlamaydı. Çünkü ABD planlarına göre farklı farklı mevzilenen Türk Ordusu ile hükümetler arasındaki duruş farkı Ankara’nın elini hep zayıflatıyordu. 28 Şubat sonrası bir pat durumu yaşandı. SüperNato bu dönemde Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürdü.
ABD emperyalist devleti, Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulama zorunluluğu nedeniyle, iktidara NeoConları taşıdı ve 2003 Irak işgali öncesi içte ve dışta gerekli ayarlamaları yaptı. Dışta yaptığı en önemli ayarlardan biri, başta da söylediğimiz gibi, 2001 ekonomik kriziyle, 2002’de BOP eşbaşkanlığı görevini kabul edecek bir iktidar değişikliğiydi.
ABD TÜRK ORDUSU’NA SİLAH GÖSTERDİ
Ancak Türk Ordusu ABD planlarına direnmeye devam ediyordu. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddiyle ABD planı yine büyük yara almıştı. Türk Ordusu’nun direncini kırmak isteyen Washington, bu dönemde 4 Temmuz Süleymaniye baskını-Çuval operasyonu ile resmen TSK’ya silah gösterdi!
EMPERYALİZM OBAMA’YLA DERİ DEĞİŞTİRİYOR!
Dünyadaki güçler dengesinin aldığı yeni boyut da ABD planlarını sekteye uğratıyordu. Çin ve Rusya’nın bazı hamleleri ile İran’ın bölgesel direnci Washington’u güç kaybına götürdü. Bush iktidarının dünya halkları karşısında itibar yitirmesi Amerikan Devleti’ni yeni bir hamle değişikliğine götürdü ve iktidara “biraz zenci, biraz Müslüman, biraz Hüseyin” olan Obama’yı getirdi. Emperyalizm deri değiştirdi! Bu deri değişimi sürecinin Ortadoğu’ya ilk yansıması İsrail’in Gazze’yi işgaliydi.
İRAN’DAN ROL ÇALMA OPERASYONU
Tayyip Erdoğan’ın misyonu artık, “ılımlı İslamcı” bir BOP eşbaşkanı olarak Ortadoğu’da İsrail’le Arap’lara eşit mesafede olacak bir “ağabey”likti. ABD, Tayyip Erdoğan’ı öne çıkararak, Ortadoğu’da liderlik üstlenen Ahmedinejad’ı yani “antiemperyalist İran”ı devre dışı bırakmak istiyordu. Washington, ABD karşıtı Ahmedinajad’ı destekleyen Arap halklarını mümkünse yanına çekmek, olmadı tarafsızlaştırmak için Tayyip Erdoğan’a ihtiyaç duydu. Arap halkları üzerinden uygulanacak bu psikolojik savaşın en önemli kaynağı ise ancak sözde İsrail karşıtlığı olabilirdi. Nitekim öyle de oldu! Gazze işgalinin hemen öncesinde Ankara’da İsrail başbakanı Olmert’le buluşan Erdoğan, işgal boyunca İsrail karşıtı bir görüntü verdi. Ancak bu karşıtlığa rağmen, ne İsrail-Türkiye anlaşmalarıyla ilgili bir adım attı ne de İsrail devletine karşı siyasi bir tavır aldı. Büyükelçimizi en azından görüş almak için bile geri çekemeyen Tayyip Erdoğan, CHP’nin önerdiği TBMM’den ortak kınama çıkarma kararını da engelledi! Erdoğan Amerikan Yahudi Komitesi’nin 2004 yılında kendisine verdiği “Cesaret Ödülü”nü bile iade edemedi!
ERDOĞAN’IN DAVOS BEKLENTİLERİ!
Tüm bu gelişmelerin ardından, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda Tayyip Erdoğan’ın Şimon Peres’le bir panelde buluşacağı duyulduğunda, çok haklı olarak şu iki soruyu sorduk: Erdoğan madem İsrail karşıtı, Davos’da, İsrail Cumhurbaşkanı’yla bir panelde ne işi var? Böylesi bir panelden Türk dış politikası mimarlarının ne beklentisi var?
Sorunun yanıtı panel sonrasında ortaya çıktı!
Peres’in herkesi şaşırtan ses tonu ve üslubu, Ignatius’un “kötü” yönetimi ve Erdoğan’ın “anlık sinirden kaynaklanmadığı” anlaşılan düzgün cümleleri, (çünkü 6 yıldır gördük ki, Erdoğan sinirlendiğinde düzgün cümle kuramıyor, üstelik argo kelimeler kullanıyor) Ortadoğu halklarına yönelik bir psikolojik savaşın en önemli sahnesini oluşturdu!
MİLLİ DEVLET’TEN KABİLE DEVLETİ’NE
Dünya televizyonları canlı yayına geçtiğinde, İstanbul’daki hazırlıklar da son aşamasına gelmek üzereydi. Çünkü Erdoğan aynı zamanda “seçim çalışmasına Davos’dan başlamıştı”! Bir taşla birkaç kuş vurulacaktı.
Tüm aktörler, ileride olabilecekler konusunda rahattılar zaten. Ciddi bir “kriz” beklentisi taşımıyordu AKP kurmayları. Kaldı ki, ertesi gün, İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy, endişe edecek bir şey olmadığını, işlerin en kısa sürede yoluna gireceğini açıklıyordu!
Davos’daki dramanın en kötü sahnesi de, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın eşinin ağlayarak kameralar karşısında “İsrail Cumhurbaşkanı’nın söylediği her şey yalan” sözleriydi..! Milli devlet modelinden, kabile devlet modeline geçmiştik artık!
“DAVOS FATİHİ” AFİŞLERİ ÇABUCAK HAZIRLANMIŞ!
Masadan “benim için Davos bitmiştir” diyip kalkan Erdoğan, bir süre sonra Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Kalus Scwab ile ortak basın toplantısı düzenledi. Erdoğan bu kez ne Şimon Peres’i, ne de İsrail devletini hedef aldı? Olanlara moderatör (Panel yöneticisi) David Ignatius sebep olmuştu! Erdoğan Ignatius’a kızdığı için Panel’i terk etmişti!
Gece geç saatlerde İstanbul’a gelen Erdoğan, hazırlanan “davos fatihi, dünya lideri” afişleriyle karşılandı. Oyunun bu aşamasında, Türk milletinin haklı İsrail karşıtlığı kullanılarak, yerel seçimler öncesi yelkenler de şişirilecekti.
“HEPİMİZ ERMENİYİZ”CİLERİN GERÇEK YÜZÜ
Ertesi sabah yandaş medya aracılığıyla hazırlanan ortamda, Erdoğan Ortadoğu’nun yeni lideri ilan ediliyordu. Erdoğan’ın tutumunu eleştirecek olan kesimlere karşı gerekli hazırlık da yapılmıştı. Suçlu, Erdoğan’ın da işaret ettiği kötü “moderatör” David Ignatius’du. Daha dün bir işaretle “hepimiz Ermeniyiz” diyen demokrasici kalemler, birden Ignatius’un Elazığ-Harput kökenli Ermeni bir aileden geldiğini yazıp-çizdiler. Daha dün “hepimiz Ermeniyiz” diyenler, bugün Ignatius’un paneli kötü yönetmesini Ermeni kökenli olmasına bağlıyorlardı! Hrant Dink’in ardından sahte gözyaşı dökenlerin, gerçek etnik ayrımcı yaklaşımları bir kez daha ortaya çıkmıştı!
Oysa David Ignatius Aralık ayında İstanbul’a geldiğinde, Dolmabahçe’de Erdoğan’ın başdanışmanı Ahmed Davudoğlu’yla görüştüğünde, 21 Aralık’ta Washington Post’da bu görüşmeyi yazdığında, Ahmet Davudoğlu ve AKP’nin dış politikasına övgüler dizdiğinde, hatta “domino teorisi” diye yaldızlanan bu dış politikayı Barack Obama’ya tavsiye ettiğinde, “Ermeni kökenli” değildi! 21 Aralık tarihli yandaş gazeteleri açın bakın, Ignatius o gün, en utangaçları bile “ABD’nin en önemli kalemi” diye yağlıyordu!
BAĞDATLI ÇOCUKLAR MÜSLÜMAN DEĞİL Mİ?
Panelden bu yana Türkiye ikiye bölündü. Bir yandan Erdoğan’a büyük alkış var. Çünkü, yukarıda özetlemeye çalıştığımız yöntemlerle millete, Erdoğan’ın İsrail’e tepki gösterebilen bir lider olduğu imajı çizildi!
Filistin’de çocuklar öldüğü için tepki gösteren Erdoğan’ın, ABD Bağdat’ta çocuk öldürürken neden sustuğunu kimse sormuyor Erdoğan’a bu atmosferde? Askerlerimizin başına çuval geçirilirken, nota isteyen kesimlere, “ne notası, müzik notası” mı diyen Erdoğan unutuldu bile! Yüz binlerce Müslüman’ın katledildiği Irak’ta, ABD daha başarılı olabilsin, daha çok öldürebilsin diye, TBMM’den tezkere çıkarmaya çalışıldığı da hiç hatırlanmıyor bugünlerde!
ERDOĞAN’A YANLIŞ YERDEN VURULUYOR!
Erdoğan’ı eleştiren kesimlerin bir bölümü ise resmen İsrailcilik yapıyor! Daha doğrusu İsrailci bazı özel kalemler, Tayyip Erdoğan’ı, “Hamasçı, batıya sırtını dönen Ortadoğulu” diye yaftalıyor! Bizim bazı “Laikçi” çevreler de, bu koroya kapılıp, İsrailcilik yapmış oluyorlar. Ortadoğulu olmak ayıpmış gibi… Ortadoğu bizim yaşam alanımız!
Erdoğan’ı Hamas’ın sözcülüğünü yapmakla suçlayan bu kesimler, (İsrail’in işgal politikası Hamas yokken de vardı!) Türk dış politikasının Yahudi Lobisi’ni kaybederek intihar ettiğini yazıp çiziyorlar!
Kaldı ki bu çevreler yıllardır, ABD’yi Ermeni ve Yahudi lobisinin yönettiği yalanını yazarak, emperyalist ABD devletini, Yahudi sermayesinin oyuncağı olan bir zavallı gibi göstermeye çalışıyorlar. Onlara göre, Yahudi Lobisi sayesinde, Türkiye Ermeni Lobisi’nin saldırısına direniyor yıllardır! Geçiniz! Lobi devleti değil, Devlet lobiyi kullanır!
CHP’den Tayyip Erdoğan’a yönelik eleştiriler de tutarsızdır. “Erdoğan samimi ise şunu da yapsın, bunu da yapsın” demek, politika üretememenin en doğal sonucudur! ABD’nin BOP Eşbaşkanı sıfatını taşıyan Tayyip Erdoğan’dan nasıl bir samimiyet beklenebilir ki?!
SONUÇ
Tayyip Erdoğan, kimi “laikçi-Arap karşıtı-İsrail yandaşı” çevrelerin korkmasına yer bırakmayacak kadar ABD ve İsrail politikalarına uyumludur! Bu uyum, BOP eşbaşkanlığı görevinden kaynaklanmaktadır. Erdoğan, ABD ve İsrail’le köprüleri atamaz. Çünkü Erdoğan’ı bizzat o koltuğa ABD ve İsrail getirmiştir.
Tayyip Erdoğan sadece, halkımızın özlediği “devlet adamı” rolünü, üstelik çok da kötü oynamıştır Davos’taki dramada…
Mehmet Ali Güler