Posts Tagged Henry Kissinger

ABD’NİN SURİYE’YE MÜDAHALE GÜCÜ YOK

Amerikan devlet aygıtının ünlü politika yapıcılarından eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger Washington Post’a “Suriye’ye müdahale küresel düzeni çökertme riski taşıyor” başlıklı bir makale yazdı. (Henry Kissinger, Syrian intervention risks upsetting global order, Washignton Post, 2 June 2012)

Kissinger, makalesinde Suriye’ye müdahale risklerine dikkat çekiyor ve ülkesini uyarıyor.

ABD’NİN MÜTTEFİK SORUNU

Henry Kissinger’ın öncelikle ortaya attığı şu soru anlamlı: “ABD, uluslararası sistemi ayakta tutmak için şimdiye kadar önemi sayılanlar dâhil, demokratik olmayan herhangi bir hükümete karşı her halk ayaklanmasına destek vermeye kendisini mecbur mu hissediyor? Örneğin Suudi Arabistan, yalnızca topraklarında halk ayaklanması başlayana kadar mı müttefiktir?”

Kisisnger’ın, yanıtı içinde barındıran bu sorusu, aslında Suriye’yi değil, Mısır’ı ilgilendiriyor. Ve Kissinger’ın, Mübarek’i koruyamayan ABD’yi eleştirdiği anlaşılıyor.

Henry Kissinger’ın, Suriye’ye müdahalenin sonuçlarını tartıştığı yazısında, ikinci bir eleştirisi daha dikkat çekiyor: “Müdahale sonucu, insani durumu ve güvenlik durumunu iyileştirecek mi? Yoksa Sovyet işgalcisiyle savaşsın diye ABD tarafından silahlandırılan ama sonra bize karşı bir güvenlik sorununa dönen Taliban’la yaşadığımız deneyimi yineleme riskine mi düşüyoruz?”

Bu uyarı, özellikle ABD Kongresi’nde de yoğun olarak paylaşılıyor. Kongre üyeleri, Suriye’de rejim muhaliflerine dağıtılacak silahların, bir gün ABD’ye çevrileceğinden endişeli.

ÇİN VE RUSYA DİRENCİ

Henry Kissinger’ın üçüncü olarak dile getirdiği uyarı ise Suriye’ye müdahalenin yeni Amerikan stratejisiyle çelişecek olması: “ABD, Irak ve Afganistan’daki askeri müdahalelerden çekilişi hızlandırırken, aynı bölgede yeni bir askeri müdahalesi, nasıl haklı görülebilir? Diplomatik ve ahlaki meselelere daha bir odaklı, stratejik ve askeri niteliği daha az belirgin bu yeni yaklaşım, Irak’taki ya da Afganistan’daki geri çekilmeyle ve bölünmüş bir ABD’yle neticelenen ikilemleri çözer mi?”

Kissinger’ın dikkat çektiği dördüncü uyarı ise ABD’nin Suriye’ye müdahalesinin Suriye’yle sınırlı kalmayacağı gerçeği: “… ki bunun da benzer meydan okumalarla yüz yüze gelmesi ihtimali var.”

Henry Kissinger, beşinci olarak Suriye’ye müdahale konusunda uluslararası bir oybirliği bulunmadığına ve Çin ile Rusya’nın direncine dikkat çekmektedir.

ABD’NİN ÇARESİZLİĞİ

Altıncı olarak, Kissinger’a göre askeri müdahalenin iki ön şartı vardır: “Birincisi, statükonun devrilmesinden sonraki yönetim üzerinde oybirliği sağlanması can alıcıdır. Şayet amaç, bir yöneticinin indirilmesiyse, sonuçta ortaya çıkacak olan boşlukta yeni bir iç savaş patlak verecektir. Zira silahlı gruplar başa geçmek için yarışa girecek ve diğer ülkeler farklı tarafları tercih edecektir. İkincisi, siyasi amaç açık ve dayanılır bir sürede ulaşılabilir olmalıdır.”

Yedinci ve son olarak Kissinger, en önemli saptamasını yapıyor ve ABD’nin gücünün bu işe yetmeyeceğini vurguluyor: “Suriye meselesinin bu kriterleri karşıladığından şüphe ediyorum. Gittikçe mezhepçi bir karaktere bürünen bir çatışmada tanımlanmamış bir askeri müdahalenin içinde çareden çareye koşuşturmaya gücümüz yetmez.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Haziran 2012

, , ,

Yorum bırakın

YEDİGEN DÜNYA

ABD’de önemli dış politika otoritesi kabul edilen Prof. Walter Russel Mead, ülkesinin değişen dünyadaki yerini Wall Street gazetesine değerlendirdi. Türk basınında özeti yer alan bu değerlendirmeyi okumuşusunuzdur.

Prof. Mead öncelikle dünyanın güç dengesinin değiştiğini savunuyor: “Çin, Hindistan, Türkiye ve Brezilya giderek daha sık ve değişik konularda seslerini duyuruyorlar. AB krizle sarsılıyor, Japonya artık Asya’nın en büyük ekonomisi değil. ABD düşüşe geçmedi ama dengeyi tekrar sağlama sürecinin tam ortasında.”

TEK KUTUPLU DEĞİL YEDİ KUTUPLU DÜNYA

Kuşkusuz “ABD düşüşe geçmedi ama” diye süren cümle gerçekte Prof. Mead’in niyetine işaret ediyor. Çünkü Prof. Mead aslında tek kutuplu bir dünyanın olmadığını, yedigen bir dünya kurulduğunu kabul ediyor. Ve değerlendirmesinin devamında “ABD hâlâ lider bir aktör ama yedi kutuplu bir dünyada” diyor.

Prof. Mead’e göre dünyanın yedi köşesini tutan bu ülkeler şunlar: ABD, AB, Japonya, Hindistan, Türkiye, Rusya ve Çin.

Ancak Prof. Mead değerlendirmesinin bütününde yedi ülkenin de “ortak bir yaklaşım” geliştireceğini savunuyor: Avrupa’nın ve Japonya’nın yanı sıra Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye, Washington’un hızlı arama tuşlarında yer buldurlar. Rusya’nın katılmak istediği kesin değil, pazarlıklar sürüyor.”

TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU ROLÜ

ABD ile Çin’in karşı karşıya gelmeye başladığı, Pentagon’un Pasifik’i yeni stratejisinde merkeze koyduğu günümüz dünyasında Prof. Mead’in “yediler” dediği ülkeleri Washington’un çıkarlarının peşindeki ülkeler diye tarif etmesi elbette gerçeği yansıtmıyor.

Nitekim genel değerlendirmenin satır aralarında yer alan şu ifade niyeti ortaya koyuyor: “Avrupa’dan giderek uzaklaşan Türkiye, Ortadoğu’da AB’den daha etkili bir güç olma yolunda ilerliyor.”

ABD’NİN LİDERLİK YOLU

Prof. Mead, “ABD’nin Türkiye, Hindistan ve Brezilya gibi yeni güçlerle işbirliğine giderek uluslararası gücünü yeniden tanımlayabileceğine” işaret ediyor.

İşte meselenin esası da budur. Zaten Türk basınının da bu habere yer vermesi, Prof. Mead’in Türkiye’yi övmesi nedeniyledir.

Prof. Mead’in değerlendirmesini bu temelde yeniden yorumlarsak, aslında ortaya şu çıkıyor: ABD düşüşe geçti. ABD Çin karşısında liderliğini sürdürmek için mutlaka Türkiye, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerle ittifak kurmalıdır.

ÇİN’İ ÇEVRELEYEREK DENGELEME

Kaldı ki, ABD’nin saygın stratejistleri de benzer şeyler söylüyorlar. Örneğin Zbigniew Brzezinski, “Çin’in önemli komşuları olan Hindistan, Japonya ve Rusya, ABD’nin küresel totem direğindeki sıfatını Çin’in almasına hazır değil” demekte ve bu üç ülkenin “Çin’i dengelemek amacıyla, zayıflayan ABD’nin desteğini bile arayabileceğini” savunmaktadır.

Brzezinskistratejik vizyon” isimli son kitabında ABD’nin daha büyük Batı inşa ederek Çin’i dengeleyebileceğini ortaya koymuş; “daha büyük Batı”nın da ancak ABD’nin Rusya ve Türkiye’yle yakın bir şekilde çalışmasından geçtiğini” belirtmiştir.

Henry Kissinger da ABD ile Çin’in “yüzyılın düellosuna” gireceğini işaret ettiği “Çin üzerine” isimli son kitabında “bu düelloyla iki tarafın da kaybedeceğini” savunmuştur. Kissinger’ın önerisi ise “Pasifik Birliği”nin kurulmasıdır!

ALTI KUTUPLU DÜNYA

Biz ise farklı olarak, 1 Ocak 2012 tarihli yazımızda altı kutuplu bir dünyanın gelişmekte olduğunu belirtmiştik ve kutupları şöyle sıralamıştık: “1. ABD, 2. Brezilya merkezli Latin Amerika, 3. Almanya merkezli AB, 4. İran merkezli Ortadoğu, 5. Rusya, 6. Çin.”

Türkiye’nin önemli bir dünya aktörü olmasının yolu ise Irak ve Suriye ile “Batı Asya Birliği” kurmasından geçiyor!

Oysa Türkiye AKP’nin yönetiminde maalesef ABD’nin Ortadoğu’daki bir taşeronu haline gelmiş ve ittifak kurması gereken ülkelere savaş tehditleri savurmaktadır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Nisan 2012

, , , ,

Yorum bırakın

KISSINGER İLE ÇİN ÜZERİNE

Hem ABD – Çin ilişkilerinin 40. yılı, hem de ABD’nin yeni stratejisiyle Pasifik’i merkeze alması, Henry Kissinger’in “Çin üzerine” isimli son kitabını daha da önemli hale getirdi.

İlk baskısı geçen yıl yapılan ancak esas olarak Barrack Obama’nın ABD stratejisini açıklamasıyla gündeme gelen ve yeniden karton kapakla basılan bu kitap, Kissinger’in “yüzyılın düellosuna” yönelik analizlerini içeriyor.

YÜZYILIN DÜELLOSU

Kissinger’ın aktardığına göre Çin stratejik düşünüşü, ABD ile ilişkiyi bir maratona ve yüzyılın düellosuna benzetiyor. Ve Çin stratejik düşünüşüne göre, bu düello, taraflardan sadece birinin kazandığı bir yarış olacak. Haliyle taraflardan birinin mutlak başarısı, diğerinin başarısızlığı olacak.

İşte Kissinger, “Çin üzerine” isimli bu son kitabıyla, “ABD ve Çin’in yüzyılın düellosuna girmesiyle, iki tarafın da kaybedeceğini” ortaya koymaya çalışıyor ve “iki ülkenin ilişkisi asla sıfır-toplamlı bir oyun olmamalıdır.” diyor.

Kissinger, “önemli olan, bizim ve Çin’in büyük küresel güçler olma yolunda ilerliyor olmamız. Bunu evrilen ortaklar olarak mı yapacağız, yoksa sürekli birbiriyle çekişen iki ülke olarak mı? Çekişme iki taraf için de talihsiz olacak.” diyor.

PASİFİK BİRLİĞİ

Peki, ABD ve Çin, yüzyıllık düelloya nasıl engel olacak?

Kissinger, bunun için iki tarafın liderlik ettiği ve bölge ülkelerinin de içinde yer aldığı bir “Pasifik Birliği” kurulmasını öneriyor.

Kisisnger’a göre Pasifik ülkeleri bu birlik sayesinde, Washington ile Pekin arasında bir taraf tutmaya zorlanmamış olacak ve bu ülkeler aynı zamanda ABD tarafından terk edilmek durumunda kalmayacak!

KÜSTAHLIKTAN ÜRKEK ŞANTAJCILIĞA

Kissinger, eski bir Ulusal Güvenlik Danışmanı ya da Dışişleri Bakanı olmaktan çok daha fazla bir yere sahiptir Amerikan yayılmacılığında… O, Brzezinski’yle birlikte, modern emperyalizmin teorisyeni ve stratejik uygulayıcısıdır.

Bu bakından Kissinger’ın “Çin üzerine” isimli kitabı, her şeyden öte, şu gerçeğe işaret etmektedir: Eskiden, “bana meydan okuyan, kaybeder” küstahlığına sahip olan Amerikan dış politika yapıcılarının tavrının, bu kitapla, “bana meydan okursan, birlikte kaybederiz” ürkek şantajcılığına gerilediği itiraf edilmektedir aslında…

EŞİTLİKÇİ YENİ DÜNYA

Henry Kissinger’in “Çin üzerine” isimli kitabını, Zbigniew Brzezinski’nin “stratejik vizyon” isimli kitabıyla birlikte okumak gerekir.

Brzezinski, “Amerika’nın ardından” başlıklı son makalesinde, ABD’nin beklenenden önce inişe geçtiğini belirterek, Çin’in bu nedenle dünya liderliğini almaya hazırlıksız yakalandığını savunmuştu.

Kissinger da, ABD’nin dünya liderliğini sürdüremeyeceğini saptayarak, Çin’le işbirliği içeren bir modelle çöküşün engellenebileceğini, daha doğrusu geciktirebileceğini savunmuş oluyor.

“Yüzyılın düellosu” sadece ABD ile Çin’in mücadelesi değil, aynı zamanda kapitalist emperyalizm ile sosyalizmin de mücadelesi anlamına geliyor.

Bu nedenle, Amerikan dış politikasının bu en önemli iki mimarının saptadığı gerçeklikler, hiç arzulamasalar da, eşitlikçi bir dünyanın kurulmaya başladığını da ortaya koymaktadır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Mart 2012

, , , ,

Yorum bırakın

İSRAİL’LE KÖPRÜLER NEDEN ATILDI?

Üst yönetimi hariç hemen her AKP’linin mahcubiyet duyduğu en önemli konu, izlenen İran ve Suriye politikasıdır.

Eleştirileri “füze kalkanı aslında İran’ı hedef almıyor” ve “NATO üyesi olduğumuz için mecburuz” savunması ile geçiştirmeye ve inanmadan dile getirdikleri “Beşar Esad da halkını katlediyor” sözleriyle savuşturmaya çalışıyorlar…

Sonra nafile deyip kabulleniyorlar, ama her halükarda “AKP’nin İran ve Suriye politikasının, İsrail’in işine yaradığı” gerçeğine itiraz etmekten geri durmuyorlar.

Çünkü en büyük “gerçekleri”, Erdoğan’ın İsrail’e “one minute” dediği hayali…

YUMUŞATICI MİSYON

Biz de bıkıp usanmadan, Davos’da “one minute” ile sahnelenen oyunun gerekçesini anlatıyoruz yeniden.

İran’dan rol çalacak, bölge liderliğine oynayacak, Arapları arkasına alacak bir ülkenin önce Filistin davasına sarılması, sonra da İsrail’e kafa tutması gerektiğini belirtiyoruz.

Esad’ın daha iki yıl önce Erdoğan tarafından “kardeş” ilan edilmesinin de oyunun bir parçası olduğunu, Tahran’ın yalnızlaştırılması için müttefiki Şam’ın kucaklanması gerektiğini vurguluyoruz.

AKP’nin Lübnan, Ürdün ve Suriye ile kurduğu “Ortadoğu Birliği”nin İran’a karşı olduğunu anımsatıyoruz.

Sonra Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin, Obama’nın mektubuyla İran’a yakınlaştığını, uranyum takası için anlaşma aradığını belirtiyoruz. İkilinin, ABD adına İran’ı masada tutmaya çalıştığını, misyonlarının Washington’da “yumuşatıcı” ve “kolaylaştırıcı” diye isimlendirildiğini söylüyoruz.

En çok karşı oldukları kişi olan Çevik Bir ile liderlerinin “madalya kardeşi” olduğuna, bir tek ikisinin ABD’deki Yahudi kurumlarından madalya aldığına dikkat çekiyoruz.

Suriye sınırındaki mayınların neden İsrail şirketine verilmeye çalışıldığını soruyoruz.

Ve hepsinden önemlisi, siyasi ilişkiler güya kötüyken, nasıl olup da ticari ilişkilerin 2009’dan bu yana katlana katlana büyüdüğünü sorguluyoruz.

Ve tün bunları, 1 Şubat 2009’da “Davos’da drama” dediğimiz günden bu yana ısrarla dile getirdiğimizi belirtiyoruz.

GÖLGE CIA BELGESİNDE ERDOĞAN

Sonra belgeler ortaya çıkıyor: Wikileaks’in yayımladığı ABD kriptoları, CIA’nın bilgi notları… Son olarak da “gölge CIA” denilen Stratfor’un ele geçirilen yazışmaları…

Örneğin Stratfor CEO’su George Friedman’ın imzasını taşıyan bir yazışmada, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in notları yer alıyor. Ve o notlara göre Başbakan Erdoğan Kissinger’la görüşmesinde ona “bir noktada İsrail’le köprüleri atıp, İslam dünyasına yaklaşacağını” söylüyor.

O noktanın, iki nokta üst üste olduğunu, birinin Davos’ta “one minute”, diğerinin de Gazze yolunda Mavi Marmara olduğunu biliyoruz.

Ve iki noktadan çok ünlem geliyor aklımıza, hani Obama’nın Erdoğan’a “sen model ortaksın” dediği ünlem.

ÇAĞRI

Cezayir’deki kara lekeyi 50 yıldır silememişken alnımızdan… Ve Irak’ta, Libya’da yeniden lekelenmişken alnımız, en çok tabandaki AKP’lilere sesleniyoruz şimdi: Alnımıza bir de Suriye ile İran’da leke sürmelerine izin vermeyin diye…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Mart 2012

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

KIBRIS’IN KATİLİ: HENRY KISSINGER

Kıbrıs Star gazetesinden Özcan Özcanhan, ünlü Rum gazeteci Kostas Yennaris ile önemli bir söyleşi gerçekleştirmiş. Yennaris, Kıbrıs’taki mevcut yanlışlıkların ABD ve NATO’nun eseri olduğunu belirtiyor!

Söyleşinin bütününde katılmadığımız noktalar olmakla birlikte, ABD ve NATO’nun Kıbrıs’taki konumuna ışık tuttuğu için, bu önemli söyleşiyi bugün Aydınlık okurlarının bilgisine ve dikkatine sunuyoruz:

‘KIBRISTA ABD SORUMLU’

Özcanhan, Yenanris’e soruyor: “Kıbrıs’ta yaşanan trajedinin ve adanın bölünmesinin sorumlusu Rumların Yunanistan’la birleşme rüyaları ile EOKA ve Yunan cuntası değil mi?”

Yennaris çarpıcı bir yanıt veriyor: “Sorumlu kim değildir ona bakalım. Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler değildir sorumlu ve suçlu olanlar. Sorumlular dıştadır. Amerikalılar, İngilizler, Sovyetlerdir. Kıbrıslılar bu dış güçlerin kurbanlarıdır. EOKA’yı da, TMT’yi de dış güçler, ABD ve NATO kurdurmuştur. Yunanistan’da da, Türkiye’de de, Kıbrıs’ta da özel timler oluşturmuştur.”

‘AMAÇ İNGİLİZLERE ÜS VERMEK’

Yennaris, geçmişte Kıbrıs Valiliği yapan İngiliz Lord Harding’le bir söyleşisini anımsatıyor: “Bir soruma karşılık, ‘EOKA’ya karşı Kıbrıslı Türkleri yardımcı polis ve özel kuvvetler yaptık. Bu güç tamamıyla Türk Kıbrıslılardan oluşturuldu ve EOKA ile vuruşturuldu’ dedi. ‘Neden’ dedim. ‘İngiliz’in ananevi siyaseti böl ve idare ettir de ondan. Sorduk kendi kendimize, Kıbrıs’ı bir üs olarak mı isteriz, Kıbrıs’ın içinde bir üs mü isteriz? Ondan sonra Kıbrıs’a bağımsızlık verdik.’ Ben de kendisine ‘1960 anlaşmaları İngilizlere Kıbrıs içinde egemen askeri üsler verilmesini sağlamak için yapıldı, değil mi’ deyince, cevabının ‘evet’ olduğu ortaya çıktı.”

‘ABD KIBRIS’I KURBAN ETTİ’

Özcanhan Yennaris’e soruyor: “Yunan cuntasının Makarios’a karşı kanlı darbesi, Kıbrıs faciasının nedenlerinden biri değil midir? Makarios’a üç kez suikast düzenleyen, İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis’i katledenler cuntacılar değil miydi?”

Yennaris, somut soruya Kissinger ismini vererek somut yanıtlıyor: “Bunların sorumlusu da ABD’dir, Henry Kissinger’dır. Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta askeri cuntayı harekete geçiren, cesaretlendiren de ABD’dir, NATO’dur. Kendi çıkarları için Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları kurban etmişlerdir. Makarios’u ortadan kaldırtmaya kalkışan, Yorgacis’i öldürten cuntacılardır. Türkiye’yi harekete geçiren, Kıbrıs’ı istila ettiren de ABD’dir.”

ABD HÂLÂ KIBRIS’I KARIŞTIRIYOR

En başta da söylediğimiz gibi, Yennaris’le söyleşide başta “istila” konusu olmak üzere, katılmadığımız noktalar var. Ancak, bir dönemin sorumlusunun ABD ve NATO olduğunun bugün işaret edilmesi önemlidir. Zira ABD ve NATO Kıbrıs üzerinde hâlâ oynamaktadır.

Bugün Kıbrıs’taki iki ayrı devleti zorla birleştirmeye çalışmalarının, buna araç olarak BM planlarını, oylamalarını devrede tutmalarının ne anlama geldiği, dünün gerçeğinde gizlidir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Kasım 2011

, ,

Yorum bırakın

İKİ RESİM, İKİ ABD

SEKİZ YIL ÖNCE

Tarih 5 Şubat 2003. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell BM Genel Kurulu’nda, Irak’ta kitle imha silahları olduğunu iddia ediyor ve “kanıt” gösteriyor. Powell önce biyolojik laboratuarların olduğu yerlerin işaretlendiği bir haritayı gösteriyor, ardından da Iraklı bir generalle bir albayın arasında geçen konuşmanın kasetini sunuyor Genel Kurul’a… Powell elinde tuttuğu en güçlü “kanıt” olan minik şarbon şişesini de tüm dünyanın gözüne sokuyor!

Aslında Powell’ı BM Genel Kurulu’nda dinleyen hiç kimse, kanıtlara inanmıyor… Ama neredeyse hiç kimse de net bir biçimde “yalan” diyemiyor. Çünkü tüm dünya biliyor ki, ABD Irak’a saldıracak! Çünkü gücünün doruğunda olan ABD’nin onaya ihtiyacı yok! O yüzden de Powell’ın kanıtlarına inanmayanlar, inanmış gibi yapıyorlar.

SEKİZ YIL SONRA

Tarih 12 Ekim 2011. Washington, İran’ın ABD’deki Suudi Arabistan Büyükelçisi’ne suikast planladığını iddia ediyor. ABD’nin
iddiası, “komedi”, “Hollywood filmlerini aratmayacak senaryo” diye değerlendiriliyor. Yani ABD’nin iddiasına bu kez hiç kimse inanmıyor ve sekiz yıl öncekinden farklı olarak herkes inanmadığını dile getiriyor.

Washington’un düştüğü berbat durumu şu tablodan daha iyi hiçbir şey anlatamaz: ABD Başkanı Barack Obama, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Ulusal Güvenlik Danışmanı Thomas Donilon, Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns ve Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Wendy Sherman bir araya gelip görev bölüşümü yapıyorlar ve telefonlara sarılıyorlar. Ve dünya başkentlerini arayarak, muhataplarını iddialarına inandırmaya çalışıyorlar. Hiç değilse İran’a karşı ABD’nin yanında olmasını istiyorlar!

DÜNYA ABD’DEN KORKMUYOR

Peki, bu iki resim arasındaki fark neden kaynaklanıyor? Daha sekiz yıl önce ABD’nin yalanlarına inanan, inanır görünen devletler, bugün neden Washington’a inanmıyorlar ve neden inanmadıklarını açıkça söyleyebiliyorlar?

Çünkü artık ABD’den korkmuyorlar, New York’un ekonomik yaptırımlarından çekinmiyorlar, Washington’un siyasi baskılarını umursamıyorlar, Pentagon’un silahlardan ürkmüyorlar!

KİSSİNGER’IN ‘NAZİK’ İTİRAFI

İki resim arasındaki fark, yeni resmi ortaya koyuyor. O resimde ABD’nin inişe geçtiği ve çökmeye başladığı görülüyor.

ABD’nin Zbigniev Brzezinski ile birlikte iki büyük politika yapıcısından biri olan Henry Kissinger, durumu daha nazikçe
ifade ediyor: “Ortadoğu’da baskın olan Washington, şimdi geri çekilmiş durumda…”

Kissinger’ın, “kişisel olarak ABD’nin bütün bunların sonunda toparlanacağına ve daha farklı bir konuma geleceğine inanması” ise yalnızca iyimser bir temenni olarak kalıyor satır aralarında…

OBAMA’NIN ŞANSI ERDOĞAN

Yalnız Kissinger’in ABD’nin yenilgisini kabullenen bu açıklamalarında, bizi ilgilendiren çok daha önemli bir konu var.

Kissinger, ABD’nin geri çekildiği Ortadoğu’da, çıkarlarını farklı oluşumlar içinde korumaya devam etmesi gerektiğini belirtiyor ve “bütün bu değişim ve oluşumlarda Türkiye’nin oynayabileceği çok önemli roller olduğunu” savunuyor!

Kissinger çok haklı: Bölgede ABD’nin artık “belirleyici” tek dayanağı Türkiye’dir. Ve Barack Obama’nın en büyük şansı Recep Tayyip Erdoğan’dır!

Erdoğan’ın dokuz yıldır iktidarda kalabilmesi de ABD’nin bu ihtiyacından kaynaklanmaktadır.

POWELL’IN İTİRAFININ ANLAMI

Bu arada sekiz yıl önce dünyaya yalan söyleyen Colin Powell, 11 Eylül 2011 günü bir açıklama yaparak, BM Genel Kurulu’ndaki o konuşmasından çok pişman olduğunu söylüyor. Irak’ta kitle imha silahlarına rastlanmadığını, çünkü kendisinin kandırıldığını savunuyor.

Tıpkı Kissinger’ın açıklaması gibi Powell’ın itirafı da, yeni resme, yani ABD’nin çöküşüne işaret ediyor. Çünkü ancak yenilen
kuvvetlerin temsilcileri arınma ihtiyacı duyar, itiraf eder!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Ekim 2011

, , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: