Posts Tagged Egemen Bağış
ABD ERDOĞAN’IN ÜSTÜNÜ ÇİZDİ Mİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 24/11/2013
Önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ABD’ye gitti, şimdi de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç… Davutoğlu ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’yle, Arınç da ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la Türkiye-ABD ilişkilerini ele aldı; Suriye, Irak, Mısır, İran dosyalarını görüştü.
Bu görüşmeleri normalde 11 yıldır Başbakan Erdoğan yapardı. Neredeyse ortalama yılda iki kez ABD’ye gider Bush’la ve Obama’yla görüşürdü; Washington’un verdiği yol haritalarını iktidarının dayanağı olarak alır, Büyük Ortadoğu’da uygulamak üzere “model ortak” sıfatıyla yurda dönerdi.
ABD başkanlarıyla sıkça telefonda da görüşürdü. Azıcık çizginin dışına kaysa Bush ya da Obama arar ve çizgiyi anımsatırdı. Hatta Beyaz Saray bu telefon görüşmelerinden birinin fotoğrafını da yayımlamıştı. Obama’nın sol elinde telefon, sağ elinde beyzbol sopası vardı. Oraları iyi bilen Egemen Bağış Washington’un mesajını “onlarda beyzbol sopası tespih gibidir, sürekli eldedir” diyerek milletin gözünde yumuşatmaya çalışmıştı.
Neyse uzatmayalım. Erdoğan son olarak bu yılın Mayıs ayında Washington’da, Beyaz Saray’daydı. Hatta Obama ile Erdoğan ortak basın toplantısı düzenlendiği sırada yağmur yağmış ve basının tüm yandaş kalemleri koro olup söylemişti: “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda.” Bu sözleri Erdoğan–Obama görüşmesine başlık yapan, manşet yapan bile vardı.
AKP’NİN HAZİRAN YALANI
Sonra araya soğukluk girdi. Kimileri o soğukluğun kaynağının Haziran Halk Hareketi olduğunu propaganda etti, ediyor. ABD’den gelen kimi “gösteri hakkı” açıklamalarını iddialarına dayanak yapıyorlar.
Oysa bu gerçek değil. Hem de iki kere: Birincisi direnişin sahibi halk olduğu ve hedefinde ABD’yle birlikte Erdoğan olduğu için. İkincisi de ABD’nin Erdoğan’dan kurtulmak istediğinde böyle pahalı operasyonlara ihtiyacı olmadığı için! Danışmanının ifadesiyle “deliğe süpürmek” kolaydır.
Ancak Erdoğan ve kurmayları, medya üzerinden yaptıkları bir psikolojik harekâtla Türkiye-ABD ilişkilerindeki soğukluğu Haziran’a endekslemeye çalıştılar. Böylece hem Haziran direnişinin arkasında ABD’nin olduğunu propaganda ederek direnişi karalamış olacaklar, hem de ABD’yle esas sorunu perdelemiş olacaklardı!
Fakat bu yalana kendi tabanlarını bile ikna edemediler.
OBAMA DİREKSİYON KIRIYOR, ERDOĞAN SAVRULUYOR
Esas mesele ise başkaydı. AKP ile ABD arasında bir kırılma varsa da, bunun tarihi Haziran değil, 3 Temmuz’du. Yani Müslüman Kardeşler iktidarının Mısır’da yıkıldığı gün. ABD bu süreçte Mısır’ı tamamen kaybetmemek üzere bir manevra yapmış fakat model ortağı, projesinin eş başkanlığı bu manevraya uyamamıştı.
Öte yandan 21 Ağustos kimyasal komplosu sonrasında Suriye meselesini savaşla çözemeyeceğini kabul etmek zorunda kalan ABD, manevra yapmış ve Rusya’nın planlarına mecbur kalmıştı. Fakat model ortağı, Suriye’de de o manevraya uyum sağlayamamıştı.
Diğer taraftan Ortadoğu’da toplamda bir değişikliğe gitmek zorunda kalan ABD, İran’la da masaya oturmaya mecbur kalmıştı. Model ortağı burada da savruldu.
Ve en önemlisi ABD, Irak’ı İran’ın nüfuzuna terk etmemek için Nuri El Maliki’yle de uzlaşmak zorundaydı. Maliki’yle uzlaşmak demek mecburen Irak’ın birliğini şimdilik kabul etmek ve Ankara-Erbil hattının Bağdat karşıtı operasyonlarını bir süreliğine rafa kaldırmak demekti. AKP bu zorunlu manevraya da ayak uyduramadı.
Özetle otobüsün şoför koltuğunda oturan Obama direksiyonu sola kıvırınca en arkadaki Erdoğan sağa savruluyordu.
ERDOĞAN’IN ÜSTÜNÜ MİLLET ÇİZDİ
Peki, ABD Erdoğan’ın üzerini, bu manevralara uyum sağlayamadığı için çizdi mi? Hayır!
Eskiden ABD’nin Türkiye’de birden fazla seçeneği olurdu. Washington’un A olmazsa B, B olmazsa C ile yola devam etme kabiliyeti vardı. Fakat artık yok. ABD zayıfladıkça, böyle kabiliyetleri de azalıyor. Artık Washington’un Türkiye’de ikinci bir seçeneği yok.
Hatta diyebiliriz ki, Türkiye’de artık toplamda zaten iki seçenek var: ABD’nin seçeneği, Türkiye’ni seçeneği.
Gül–Gülen ittifakı, ABD açısından Türkiye’ye kumanda edebilecek bir seçenek değildir. Bu ittifakın değeri, ABD’nin Erdoğan’ı çizgi içinde tutma sopası olabilmesine bağlıdır.
ABD, yerine gerçekçi bir seçenek bulmadan, asla Erdoğan’ın üstünü çizmez.
Üstünlük milli güçlerdedir! Erdoğan’ı da, Erdoğan için sopa görevi görecek kuvvetleri de çizme kabiliyeti artık milli güçlerindir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Kasım 2013
İZMİR’İN VAPURLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Mesleki Yazılar, Politika Yazıları on 09/12/2011
İzmir’in CHP’li Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı 15 adet yolcu gemisi alım ihalesi, kentte büyük tartışma yarattı. Konu haliyle Gemi Mühendisleri Odası GMO’nun İzmir Şubesi’ni de yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle 5 Aralık günü bir basın açıklaması yaparak kamuoyunu bilgilendirdiler. Özetle şu vurguları yapıyorlar:
Alımı planlanan gemi amaca yani kentiçi ulaşıma uygun değildir. İç körfezde yani kısa mesafede çalışacak gemiler için hızı esas almak yanlıştır. Şartnamede yer alan gemi malzemesi hem pahalı hem de dışa bağımlıdır. Hız ve malzeme seçimi göstermektedir ki, şartname, gemilerin yurtdışından sağlanmasını amaçlamaktadır. Seçilen malzemenin kırılganlığı, emniyet kuşkularını artırmaktadır. Yeni iskelelerin yapılmasını ya da mevcutların tadilatını gerektirmektedir ki, bu da ek maliyet demektir. Şartname, milli klas kuruluşumuz olan Türk Loydu’nun yapım ve sonrasında denetimini engelleyecek biçimde düzenlenmiştir.
YERLİ ÜRETİM ÇAĞRISI
GMO İzmir Şubesi, şartnamede tarif edilen gemiler yerine, yeterli hızda ve daha ekonomik malzemeyle, İzmirlilerin ihtiyacını daha iyi görecek gemilerin çok daha az maliyetle üretilebileceğini, bu işe ayrılan para ile İzmir’in bir de tersane sahibi olabileceğini iddia ediyor. Ve GMO İzmir Şubesi, tasarımdan üretim tekniğine, malzemeden üretim yerine kadar, yerli seçiminin önemine ulusal ekonomimiz açısından da dikkat çekiyorlar. İzmir’e yakışanın artık kendi özgün gemilerini yani İzmir Vapurunu tasarlayıp üretmek olduğunu belirtiyorlar.
Bu dönem İzmir’den milletvekili olan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım da konuya müdahil oldu ve şu değerlendirmeyi yaptı: “Teknelerin seçilen tip ve malzemesi itibariyle yerli piyasaya çok fazla katkı sağlamayacağı, bunların tamamen yurtdışından temin edilmesi gibi durumla karşı karşıya olduğumuz ifade edildi. Bu proje Türkiye’de gerçekleştirilmeli ve bu para Türkiye’de kalmalı.”
Bakan’ın çok haklı görülen bu açıklamasını ayrıca ele alacağız. Ancak önce bir başka konuya değinelim.
‘EVETÇİ ODA’ YAFTASININ SONUÇLARI
AKP’nin yoğun baskısı altında olan İzmir Büyükşehir Belediyesi, GMO İzmir Şubesi’ni kendilerine yönelik lobinin bir parçası olarak gördü ve ilan etti. Ancak GMO’nun bir üyesi ve bir önceki dönemin de genel merkez yönetim kurulu üyesi olarak belirtmem gerekir ki, İzmir şubemiz, bir lobi varsa bile, asla o lobinin doğrudan parçası değildir.
Peki, CHP’li İzmir Belediyesini bu değerlendirmeye götüren sadece Binali Yıldırım ile GMO İzmir Şubesi’nin açıklamalarının örtüşmesi midir? İşte kritik soru budur.
Sorun GMO’nun bu dönemki genel merkez yönetiminden kaynaklanmaktadır. 12 Eylül halkoylaması sırasında mevcut yönetim Bakan Egemen Bağış’ı GMO’da “misafir” etmiş; Bakan da basının önünde GMO’yu “evetçi oda” ilan etmişti!
İşte CHP’li belediyenin GMO İzmir Şubesi’ni lobinin bir parçası ilan etmesinin ve haklı itirazlarını dikkate almamasının nedeni budur.
İSTANBUL BAŞKA, İZMİR BAŞKA MI?
Gelelim Bakan Binali Yıldırım’ın açıklamasına… Kuşkusuz açıklama oldukça doğru görünüyor. Ama insan sormadan edemiyor. 2005 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Deniz Otobüsleri İDO da tıpkı bugün İzmir’in yaptığına benzer bir şartname ile ihaleye çıkmıştı. GMO Genel Merkezi, tıpkı bugün İzmir Şubesi’nin yaptığı gibi şartnameye itiraz etti, yerli üretimi savundu.
Bakan Binali Yıldırım, o zaman da bakandı ama hiç de bugünkü gibi müdahale gereği duymamıştı. Yoksa Bakanlıkta “AKP yabancı alabilir, ama CHP yerli almalı” mantığı mı var?
Her neyse… Sonuç olarak gerekçeler ne olursa olsun, İzmir belediyesi bir an önce yanlıştan dönmeli ve GMO İzmir Şubesi’nin vurguladığı konuları dikkate almalıdır. Çünkü cebimizden çıkacak 300 milyon lira ile hem İzmirli kendi vapurlarına kavuşabilir, hem de İzmir, dünyanın tersanesi olmayan tek liman kenti olma ayıbından kurtulur.
NOT: Ulusal Kanal’daki canlı yayın programım nedeniyle odamızın bu akşamki kuruluş yıldönümü yemeğine katılamayacağım. Meslektaşlarımıza ve camiamıza buradan selam ve saygılarımı iletiyorum. Odamızın üyesi olan Bakan Binali Yıldırım’ında katılacağı bu yemekte, umarım bu konular meslektaşlarımızca tartışılır.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Aralık 2011
BİR BAKAN İKİ REKLAM
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 05/12/2011
Neyle suçlandığı bile belli olmadan bin gündür Silivri zindanında yatanlar kadar mağdur olduğunu ispatlama peşinde olan AB Bakanı Egemen Bağış, AKP kapatma davasının hayatında nasıl zorluklar yarattığını şu sözlerle ispatlamaya çalıştı:
OYUNCAĞINI PAYLAŞMAYAN ÇOCUK
“Hatta dokuz yaşındaki oğlumun hayatı bile zorlaştı. Bir gün bir arkadaşıyla sokakta oynarken arkadaşı bisikletini ödünç istiyor. Oğlum ‘hayır’ deyince arkadaşı ‘babanın partisini kapatacaklar, işsiz kalacak ve bundan sonra bisiklete binemeyeceksin’ şeklinde konuşmuş. Evde iki gün ağladı. Bu tür olumsuzluklara katlanmak zorunda kaldık, Allah’a şükür geride kaldı.”
Hemen her gazete, bu sözleri kendi meşrebine uygun olarak yayımladı, değerlendirdi. Biz ise bir ayrıntıya takıldık!
Bakan Egemen Bağış’ın dokuz yaşındaki oğlu, bisikletini çok isteyen arkadaşına neden ödünç vermez? Bir bakanın çocuğu neden oyuncağını arkadaşıyla paylaşmaz?
Durun hemen yanıt vermeyin.
Yaratılan bu iklimdeki iki reklamı irdeleyelim önce:
KARI – KOCA’NIN PAYLAŞAMADIĞI BİSKÜVİ
Dizi filmi gibi bir bisküvi reklamı yayımlanıyor ekranlarda. Bir karı-kocanın hikayesi. Kadın bisküvi paketini açıp yemeye başladığında, koca bisküviden yiyebilmek için olmadık taktikler dener, başaramaz. Kadın bisküvisini kocasıyla paylaşmaz.
Başka bir gün de bu kez koca o bisküviden almıştır. Kadın yalvarır, yine olmadık numaralar yapar bisküviden alabilmek için. Koca karısıyla paylaşmaz bisküvisini.
Bir kocanın karısıyla, bir kadının kocasıyla paylaşamayacağı kadar güzel bir bisküvidir yani… Reklamcılar böyle düşünmemizi istemişlerdir.
Biz farklı düşünelim ve şu soruyu soralım. Bir kadın kocasıyla, bir koca karısıyla bir bisküviyi neden paylaşamaz? Soruları çoğaltabilirsiniz? Bir evli çiftin aslında paylaşamayacak neyi olabilir ki?
SUSUZLUKTAN ÖL!
Ünlü bir müzik grubunun yer aldığı bir içecek reklamı var örneğin. Müzisyen sahnede susamıştır, tam şarkısını bitirdiğinde öndeki dinleyicilerin içinden bir gencin, o içecek şişesini açtığını görür ve susuzluğunu gidermek için ister.
Siz bu durumda olsaydınız ne yapardınız? Durun yanıt vermeyin hemen.
İçeceğin sahibi genç, içeceğin karşılığında müzisyenden gitarının penasını ister, müzisyen verir. Genç bakar ki, içeceği çok değerli, bu kez gitarını da ister. Müzisyen onu da verir. Sonra gruptaki diğer müzisyenin ceketini de ister.
Ha bire ister yani. O kadar değerli ve kıymetli bir içecektir çünkü elindeki. Müziğini dinlemeye gittiği grubun solistiyle karşılıksız paylaşamayacağı kadar kıymetlidir!
MÜLK’ÜN AĞIRLIĞI
Şimdi yeniden soralım sorumuzu: Bir bakanın çocuğu, arkadaşıyla oyuncağını neden paylaşmaz?
Soruyu daha da derinleştirelim mi?
Bir başbakanın, ülkesinin dışında, sekiz ayrı banka hesabı olur mu? Bir Cumhurbaşkanı eşi, 50 bin liralık yüzük takar mı? Peki, 50 bin liralık yüzük takan bir kadın, paylaşımcı bir çocuk yetiştirebilir mi?
BİZİN İNSANIMIZ
Asya halkları, hele de Anadolu insanı… Komşusuyla aşını paylaşır; köylüsüyle üretim aracı olan mal’ını, eşeğini paylaşır; öğrencisiyle harçlığını paylaşır; işçisiyle alın terini paylaşır; sevgilisiyle sevgisini ve yaşamını paylaşır; askeriyle karavanasını paylaşır; milletiyle vatanını paylaşır.
Çünkü mülk, boyundaki zincir kadar ağırdır insana…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Aralık 2011