Posts Tagged Nuri El Maliki

ABD ERDOĞAN’IN ÜSTÜNÜ ÇİZDİ Mİ?

Önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ABD’ye gitti, şimdi de Başbakan Yardımcısı Bülent ArınçDavutoğlu ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’yle, Arınç da ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la Türkiye-ABD ilişkilerini ele aldı; Suriye, Irak, Mısır, İran dosyalarını görüştü.

Bu görüşmeleri normalde 11 yıldır Başbakan Erdoğan yapardı. Neredeyse ortalama yılda iki kez ABD’ye gider Bush’la ve Obama’yla görüşürdü; Washington’un verdiği yol haritalarını iktidarının dayanağı olarak alır, Büyük Ortadoğu’da uygulamak üzere “model ortak” sıfatıyla yurda dönerdi.

ABD başkanlarıyla sıkça telefonda da görüşürdü. Azıcık çizginin dışına kaysa Bush ya da Obama arar ve çizgiyi anımsatırdı. Hatta Beyaz Saray bu telefon görüşmelerinden birinin fotoğrafını da yayımlamıştı. Obama’nın sol elinde telefon, sağ elinde beyzbol sopası vardı. Oraları iyi bilen Egemen Bağış Washington’un mesajını “onlarda beyzbol sopası tespih gibidir, sürekli eldedir” diyerek milletin gözünde yumuşatmaya çalışmıştı.

Neyse uzatmayalım. Erdoğan son olarak bu yılın Mayıs ayında Washington’da, Beyaz Saray’daydı. Hatta Obama ile Erdoğan ortak basın toplantısı düzenlendiği sırada yağmur yağmış ve basının tüm yandaş kalemleri koro olup söylemişti: “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda.” Bu sözleri ErdoğanObama görüşmesine başlık yapan, manşet yapan bile vardı.

AKP’NİN HAZİRAN YALANI

Sonra araya soğukluk girdi. Kimileri o soğukluğun kaynağının Haziran Halk Hareketi olduğunu propaganda etti, ediyor. ABD’den gelen kimi “gösteri hakkı” açıklamalarını iddialarına dayanak yapıyorlar.

Oysa bu gerçek değil. Hem de iki kere: Birincisi direnişin sahibi halk olduğu ve hedefinde ABD’yle birlikte Erdoğan olduğu için. İkincisi de ABD’nin Erdoğan’dan kurtulmak istediğinde böyle pahalı operasyonlara ihtiyacı olmadığı için! Danışmanının ifadesiyle “deliğe süpürmek” kolaydır.

Ancak Erdoğan ve kurmayları, medya üzerinden yaptıkları bir psikolojik harekâtla Türkiye-ABD ilişkilerindeki soğukluğu Haziran’a endekslemeye çalıştılar. Böylece hem Haziran direnişinin arkasında ABD’nin olduğunu propaganda ederek direnişi karalamış olacaklar, hem de ABD’yle esas sorunu perdelemiş olacaklardı!

Fakat bu yalana kendi tabanlarını bile ikna edemediler.

OBAMA DİREKSİYON KIRIYOR, ERDOĞAN SAVRULUYOR

Esas mesele ise başkaydı. AKP ile ABD arasında bir kırılma varsa da, bunun tarihi Haziran değil, 3 Temmuz’du. Yani Müslüman Kardeşler iktidarının Mısır’da yıkıldığı gün. ABD bu süreçte Mısır’ı tamamen kaybetmemek üzere bir manevra yapmış fakat model ortağı, projesinin eş başkanlığı bu manevraya uyamamıştı.

Öte yandan 21 Ağustos kimyasal komplosu sonrasında Suriye meselesini savaşla çözemeyeceğini kabul etmek zorunda kalan ABD, manevra yapmış ve Rusya’nın planlarına mecbur kalmıştı. Fakat model ortağı, Suriye’de de o manevraya uyum sağlayamamıştı.

Diğer taraftan Ortadoğu’da toplamda bir değişikliğe gitmek zorunda kalan ABD, İran’la da masaya oturmaya mecbur kalmıştı. Model ortağı burada da savruldu.

Ve en önemlisi ABD, Irak’ı İran’ın nüfuzuna terk etmemek için Nuri El Maliki’yle de uzlaşmak zorundaydı. Maliki’yle uzlaşmak demek mecburen Irak’ın birliğini şimdilik kabul etmek ve Ankara-Erbil hattının Bağdat karşıtı operasyonlarını bir süreliğine rafa kaldırmak demekti. AKP bu zorunlu manevraya da ayak uyduramadı.

Özetle otobüsün şoför koltuğunda oturan Obama direksiyonu sola kıvırınca en arkadaki Erdoğan sağa savruluyordu.

ERDOĞAN’IN ÜSTÜNÜ MİLLET ÇİZDİ

Peki, ABD Erdoğan’ın üzerini, bu manevralara uyum sağlayamadığı için çizdi mi? Hayır!

Eskiden ABD’nin Türkiye’de birden fazla seçeneği olurdu. Washington’un A olmazsa B, B olmazsa C ile yola devam etme kabiliyeti vardı. Fakat artık yok. ABD zayıfladıkça, böyle kabiliyetleri de azalıyor. Artık Washington’un Türkiye’de ikinci bir seçeneği yok.

Hatta diyebiliriz ki, Türkiye’de artık toplamda zaten iki seçenek var: ABD’nin seçeneği, Türkiye’ni seçeneği.

GülGülen ittifakı, ABD açısından Türkiye’ye kumanda edebilecek bir seçenek değildir. Bu ittifakın değeri, ABD’nin Erdoğan’ı çizgi içinde tutma sopası olabilmesine bağlıdır.

ABD, yerine gerçekçi bir seçenek bulmadan, asla Erdoğan’ın üstünü çizmez.

Üstünlük milli güçlerdedir! Erdoğan’ı da, Erdoğan için sopa görevi görecek kuvvetleri de çizme kabiliyeti artık milli güçlerindir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Kasım 2013

, , , , , , ,

1 Yorum

NABUCCO PROJESİ NEDEN ÇÖKTÜ?

13 Temmuz 2009’da büyük şaşaayla imzalanan Nabucco Projesi, geçen hafta çöktü! Kuşkusuz Ufuk Ötesi okurları için sürpriz olmadı zira bu köşede birçok kez Nabucco’nun hayata geçemeyeceğini savunmuştuk.

İddiamızın gerekçeleri neydi? Anımsayalım:

1. Gazın kaynağı sorunu: Nabucco Projesi’nin tedarikçileri yoktu. ABD ve Türkiye Türkmenistan, Azerbaycan, Irak ve Mısır’ı projeye katılmaya çabaladı ama olmadı!

2. Projenin maliyeti: Geri ödemelerin imzalanacak gaz anlaşmaları ile yapılması planlandı fakat anlaşma imzalanamadı.

3. Rusya faktörü: Moskova, İtalya, Fransa ve Almanya ile Güney Akım Projesi’ni imzalayarak Nabucco Projesi’ni bitirdi!

KÜRT KORİDORU ÇÖKTÜ

Peki, bu “teknik” gerekçelerin altındaki siyasal nedenler nelerdi?

Yani hangi güç ilişkileri ve hangi siyasal gelişmeler yukarıdaki 3 maddeyi bir sonuç haline getirdi? İnceleyelim:

1. Nabucco Projesi, aslında ABD’nin siyasal Kürt Koridoru projesinin enerji versiyonuydu. Proje, ABD Avrasya Enerji Kaynakları Özel Temsilcisi Richard Morningstar ve ABD Kongre üyesi Senatör Richard Lugar’ın koordinatörlüğünde, ilgili devletlerin başbakanlarıyla 13 Temmuz 2009’da Türkiye’de imzalanmıştı.

Kürt Koridoru, Basra’dan Doğu Akdeniz’e bir enerji koridoru oluşturulması demekti. Irak’ın kuzeyindeki otonom yapının Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılması ve Türkiye’nin güneydoğusuyla birleştirilerek Diyarbakır merkezli bir tramplen devlet haline getirilmesiydi.

Nabucco Projesi bir koluyla Türkmenistan ve Azerbaycan kaynaklarını, diğer koluyla da Kuzey Irak kaynaklarını Batı’ya taşıyacaktı.

Kuzey Irak petrol ve gaz kaynakları Nabucco’ya akamadı. Çünkü Irak Başbakanı Nuri El Maliki, ülkesinin siyasal birliğini ve toprak bütünlüğünü adım adım sağladı ve Kuzey Irak’ın kopmasını engelledi.

Rusya ve İran’ın Maliki’yi destekleyen politikaları, Irak’ın birliğini sağlamlaştırdı.

RUSYA, ORTADOĞU’DA ABD’Yİ YENDİ

2. Rusya Türkmenistan ve Azerbaycan’la önemli anlaşmalar yaparak Nabucco’yu bu iki ülke için gereksiz hale getirdi!

3. 2008 krizi, Almanya-Fransa merkezli kara Avrupası ile İngiltere merkezli deniz Avrupası arasındaki çelişkileri daha da derinleştirdi. Avro bölgesi sorunları da eklenince, İngiltere ABD’yle daha da yakınlaştı. Almanya ise finansal krizi aşacak adresin Doğu olduğunu görerek, Çin ve Rusya’yla yakınlaştı.

Rusya bu koşullarda Kara Avrupası’yla, yani Almanya, Fransa ve İtalya’ya enerji anlaşmaları yaparak ABD’nin bu coğrafyadaki enerji planlamalarına darbe vurdu.

4. Doğu Akdeniz’deki güç dengeleri değişti. Türkiye üzerinden Suriye’ye baskı uygulayan, bu ülkeyi Kürt Koridoru kurmak için bölmek isteyen ABD, hem Şam’ın hem de Tahran ve Moskova’nın sert direnişiyle karşılaştı.

İki yılı aşan bu çarpışmanın öncesinde Rusya’nın askeri gücü sadece Suriye’nin Tartus Limanı’nda vardı.

Ya Bugün? Bugün Rus askeri kuvvetleri Tartus dışında artık Kıbrıs Rum Kesimi’nin Limasol Deniz Limanı’nda ve Baf Hava Üssü’nde var. Kıbrıs ve Suriye arasındaki bölgeye konumlanan Rus savaş gemileri ise ABD’ye meydan okuyor!

BÖLGE BAĞIMSIZLAŞIYOR

Peki, Nabucco Projesi’nin bu siyasal gerekçelerle çökmesi demek, Ortadoğu açısından ne demek?

1. ABD’nin Kürt Koridoru planı çöktü.

2. ABD Suriye’yi bölemedi.

3. ABD Irak’ı bölemedi.

4. ABD Ortadoğu’da yenildi.

5. Ortadoğu’da ABD’yi dengeleyen Rusya’nın varlığı bölge ülkelerini bağımsız dış politikaya yöneltti. İran, Irak, Suriye ve Lübnan arasında bir barış kuşağı oluştu.

Bu tablo en çok da Erdoğan’ın yenilgisi demek!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Temmuz 2013

, , , , ,

1 Yorum

TAHRAN’DAN KÜRT KORİDORU’NA GEÇİT YOK

ABD’nin nihai hedefinin Basra’dan Doğu Akdeniz’e bir Kürt Koridoru açmak olduğunu, bunun yolunun da kuzey Irak’taki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden İskenderun’a taşımak olduğunu biliyoruz.

Nitekim AKP hükümeti de ABD’nin bu stratejisi gereği Şam yönetimini hedef almakta ve Bağdat’a karşı Erbil’le yakınlaşmaktadır. Erdoğan hükümetinin içeride Kürt Açılımı başlatması ve Öcalan’la müzakereye oturması da, bu bölgesel planın gereğidir.

ABD’NİN IRAK AÇIKLAMALARI

Peki, son haftalarda bu ana planda bir değişiklik mi oldu? Zira Washington’dan gelen açıklamalar, hem Ankara’yı Irak konusunda uyarır hem de AKP’nin hedef tahtasına oturttuğu Nuri El Maliki’yi destekler niteliktedir.

Örneğin Milliyet’ten Pınar Ersoy’un sorularını yanıtlayan ABD Başkanı Barrack Obama, Irak konusundaki soruyu es geçti. Örneğin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, Bağdat’ın onayı olmadan Kuzey Irak’tan petrol ihraç edilmesini desteklemediklerini ilan etti. Örneğin Akşam gazetesine konuşan ABD’li yetkili, iki tarafın kazandığı bir model yerine dört tarafın da (Ankara, Erbil, Bağdat ve Washington) kazandığı bir modeli desteklediklerini belirtti. Örneğin ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone, Türkiye’nin sadece Irak’ın kuzeyiyle değil, tümüyle ekonomik ilişkiye geçmesi gerektiğini savundu.  Örneğin Erbil’e gidecek Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın uçağının ABD’nin bilgisi dâhilinde Bağdat tarafından engellendiği ortaya çıktı.

ABD’NİN İRAN ENDİŞESİ

Bu açıklamalar ne anlama geliyor? ABD kendi stratejisinde bir değişikliğe mi gitti? Washington’un Ankara’ya uyarıları ne anlama geliyor?

Bizi yanıtlara götürecek “mesaj” Başbakan Erdoğan’ın yapacağı ABD ziyaretinin ön hazırlığı için geçen ay Washington’a giden Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun temaslarında var. Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’den dinleyelim: “Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’na ABD temasları sırasında, ‘Enerji konusunda yaptıklarınızla (Kuzey Irak’la yapılan anlaşmalar) siz Maliki’yi İran’a itiyorsunuz’ diyorlar.” (Yeni Şafak, 22 Ocak 2013)

Bir başka ipucu da Mensur Akgün’den… TESEV’in “Ortadoğu’da Türkiye Algısı” raporunu sunmak için Washington’a giden Akgün’e ABD’li yetkililer, Türkiye’nin Kuzey Irak’la boru hattı inşasının hayata geçmesinden rahatsız olduklarını, Irak’ın parçalanmasını istemediklerini, çünkü İran’ın bölgedeki nüfuzunun daha da artmasından endişe ettiklerini belirtiyorlar. (Star, 16 Şubat 2013)

Mensur Akgün’ün temasları neticesinde vardığı değerlendirme şu: “ABD, Maliki’nin ancak Kürtlerin içinde yer aldığı bir siyasi yapıda dengelenebileceğine inanıyor.

TAHRAN: IRAK BÖLÜNEMEZ

ABD’nin haklı endişesini doğrulayan Tahran merkezli çok kritik birkaç gelişmeyi anımsayalım:

1. İran, Tahran-Bağdat-Şam hattını inşa etti. Öyle ki bu hat ABD’nin Kürt Koridoru’na karşı bölgenin koridoru oldu ve Türkiye’yi de güneyi boyunca kuşattı.

2. Tahran, Şam’a yapılacak müdahaleyi kendisine yapılmış sayacağını başta Ankara olmak üzere bölgedeki tüm aktörlere ilan etti.

3. İran, Irak’ın parçalanması ve kuzeyde bir Kürt devletinin kurulmasına izin vermeyeceğini ilan etti. Tahran’ın bu kararlı tavrı, Kuzey Irak’ın ikinci önemli aktörü olan Celal Talabani ve partisi KYB’de etkisini buldu. Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Davutoğlu-Barzani yakınlaşması sürecinde Irak’ın birliğinden yana tutum aldı.

4. KYB Genel Sekreteri Kusret Resul ve yardımcısı Behram Salih geçen hafta Tahran’daydı. İran KYB yetkililerine bölgede istikrar istedikleri ve Erbil’in Bağdat’la ilişkisini sürdürmesi gerektiği mesajını verdi.

5. KYB Siyasi Bürosu yetkilisi Behram Mecidhan, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin Kuzey Irak’a harekâtını İran’ın durdurduğunu açıkladı! Bu Tahran’ın Barzani’ye en sert ve somut mesajıydı!

BÖLGENİN ZAAFI: ANKARA’DAKİ BOP EŞBAŞKANLIĞI

Sonuç olarak Tahran, ABD’nin Kürt Koridoru planına karşı kararlılık sergiledi ve ABD’ye geri adımlar attırdı. Ekonomik krizle boğuşan, içe yönelen ve dışarıda Asya-Pasifik’i esas alacağını ilan eden Washington, bu süreçte Maliki’nin karşısında kazanacak bir seçenek olmadığı ve Suriye’ye de aktif müdahalede bulunamayacağı için Irak konusunda söylem değişikliğine geçti.

Ancak bu nihai hedefinden vazgeçtiği anlamına gelmiyor kuşkusuz. ABD’nin Türkiye üzerinden bölgede varlık göstermeyi sürdüreceği ve mümkün olduğu kadar Ankara ile Tahran’ı karşı karşıya getirerek mevzi arayacağı görülüyor.

Bölgenin bu olumlu konjonktürdeki en önemli dezavantajı ise Ankara’daki BOP Eşbaşkanlığı’dır maalesef!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Şubat 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD İLE AKP ARASINDAKİ ÇATLAK

ABD ile AKP arasında, başta Irak ve Suriye konusunda olmak üzere bir çatlak oluşmaya başladığı görülüyor. Ancak bu çatlağın esas olarak ABD içi çatlağın bir yansıması olduğunu söylemeliyiz. Bu durum AKP’yi oluşturan koalisyon içinde de kırılmalara dönüşüyor.

Bu çatlağın izleri özellikle ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin son konuşmasında iyice belirginleşti.

ABD’DE İÇ YARILMA

ABD’deki çatlağın kaynağı ekonomik kriz… ABD için krizin en hasar veren sonucu ise Türkiye’nin milli gelirinden bile büyük olan bütçe açığı vermesidir. Bu açık, bütçe kesintilerini zorunlu kılıyor. Bütçe kısıntıları da en çok askeri harcamalara yansıyor.  Bu da haliyle ABD’nin silahlı dış politikasını etkiliyor.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta durumu şu sözlerle özetliyor: “Kongre, 1 Mart’ta otomatik olarak devreye girecek bütçe kesintilerinin önüne geçecek bir adım atamazsa, ordu ciddi zaafa uğrayacak, dünya genelindeki krizlere yanıt verebilme kabiliyeti azalacak.”

Obama yönetimi ekonomik kriz nedeniyle bir süredir içe yönelmiş ve ağırlığı krizin etkilerini azaltmaya vermiş durumda. Bu durum ABD’yi başta Suriye olmak üzere kimi konulara zorunlu olarak “aktif” müdahale edemez hale getiriyor.

Ancak Obama yönetiminin “geri çekilme” hamleleri hâkim sınıflar içinde şiddeti artan bir çarpışmaya da dönüşmüş durumda.

Örneğin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus üçlüsüne ait Suriye planının Obama tarafından reddedildiğinin kamuoyuna duyurulması önemli. Bu hamle üzerine Senato’da Panetta’ya “Suriye muhalefetine silah yardımı yaptık” dedirtildi. Ancak neticede üç isim de değişik yollarla tasfiye edildi.

SURİYE KONUSUNDA FARKLILIK

ABD, Türkiye’nin Suriye’ye aktif müdahale edilmesi çağrısına olumlu yanıt veremiyor. AKP hükümeti ise Beşar Esad’ı tek başına deviremiyor. Erdoğan ABD’nin tutumunu önce Kasım’daki seçimlere bağladı ama durumun değişmeyeceğini gördü. O yüzden Suriye sahnesinden çekilme arayışlarına girdi ve Esad karşıtı sert sözlerine rağmen, Moskova ve Tahran’ın dâhil olduğu çözüm modellerini gözden geçirmeye başladı.

Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu ise Suriye sahnesinde aktif bulunma çizgisinde ısrar ediyorlar.

Öte yanda İsrail’in Suriye’yi vurmasının ardından Erdoğan ile Davutoğlu’nun tepkilerinin içerik farklılığı da dikkat çekiciydi. Erdoğan İsrail’i kınarken, Davutoğlu “Esad neden İsrail’e çakıl taşı bile atmadı” diye soruyordu. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı da Erdoğan’dan ziyade Davutoğlu’na yüklendi ve onu “ortamı kızıştırmaya” çalışmakla suçladı!

ABD’NİN MALİKİ’YE MECBURİYETİ

ABD Büyükelçisi Ricciardone, AKP’nin Irak politikasına yönelik kimi eleştirilere resmiyet kazandırdı. Ricciardone, Türkiye’nin Bağdat’a rağmen Erbil’le yakınlaşmasını ve petrol politikalarını yanlış bulduklarını, Irak’ın bütünlüğünden yana olduklarını belirtti özetle.

Böylece Ankara’da yükselen “Washington neden Nuri El Maliki’ye haddini bildirmiyor” serzenişi de yanıtını bulmuş oldu. Gerçekte Irak’ın birliğini savunmayan ABD, şu aşamada bir alternatifi olmayan ve Irak’ta gücünü artıran Maliki’yi karşısına alamazdı elbette!

RİCCİARDONE İLE ERDOĞAN AYNI ŞEYİ SÖYLEDİ

Ricciardone ayrıca uzun tutukluluğu ve askerlerin terörist ilan edilmesini, toplamda da yargı sistemini eleştirdi.  Kuşkusuz bu sözler normalde bir büyükelçisinin görevi de değildir, haddine de değildir. Ancak yargısının “uyumlulaştırılması” için Adalet Bakanlığı’na ABD’li danışman kabul eden ve polisinin FBI’ya Ergenekon brifingi vermesini isteyen bir hükümet için durum maalesef olağandır, normaldir.

Buna rağmen AKP sözcüsü Hüseyin Çelik çok sert açıklamalar yaptı ve “acemi büyükelçi haddini bilmeyi öğrenememiş” dedi. Oysa Ricciardone’nin eleştirileri Erdoğan’ınkiyle aynıydı ve onu tamamlıyordu. Dahası ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland, Ricciardone’nin sözlerinin daha önce Hillary Clinton tarafından muhataplarına söylendiğini, yeni Bakan John Kerry’nin de aynı şeyleri söyleyeceğini ilan etti.

ERDOĞAN DOĞU’YA BAKIYOR

Sonuç olarak hem ABD’de hem de AKP’de çatlak var. Bu durum ABD’nin bir parçasıyla AKP’nin bir parçasını en temel konularda karşı karşıya getirmeye başladı.

Erdoğan’ın ŞİÖ seçeneği hamlesiyle Batı’ya sırtını dönmeden Doğu’ya da bakması ve bölge kuvvetleriyle ortaklık araması bu nedenle önemli…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Şubat 2013

, , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

TÜRKİYE VE İRAN’IN İTTİFAK ZORUNLULUĞU

Sünni Osmanlı ile Şii Safevi devletinin 16. yüzyıldaki mücadelesi, iki gücün aralarında Kürtleri tampon yapmasıyla sonuçlanmıştı. Öyle ki, Şii yörüngesinde görülen Alevi Türkmenler, Sünni Osmanlı’nın hışmından “Kürtleşerek” kurtuldular!

Bugün Kürt ve Alevi olan kimi aşiretlerden özellikle köklerini Horasan diye belirtenler, işte o Kürtleşmiş Alevi-Türkmen aşiretlerdir.

Kuşkusuz derdimiz kimin Türk, kimin Kürt olduğunu saptamak değildir; Türkiye ve İran’ın, Kürt meselesini, Osmanlı ile Safevi’nin mücadelesinden dersler çıkararak, hem kendilerinin, hem de Kürt ve Arapların yararına çözmesidir…

Çünkü Kürt meselesi, Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın ve Suriye’nin sorunudur, ABD’nin değil! ABD sorunu kendi çıkarına ve bölge ülkelerinin zararına çözmeye çalışmaktadır.

Bu nedenle Kürt meselesi, aynı zamanda Türk, Arap ve Fars meselesidir!

PARİS SUİKASTI KİME YARADI?

Oysa süreç tersine işlemektedir. Bakınız, Paris’te 3 PKK’linin öldürülmesi, Türkiye ile İran’ın gayrı-resmi birbirini suçlamasına neden oldu.

AKP ve PKK kalemleri, “Barış en başta İran’ın işine gelmiyor. Paris’te barışa yapılan sabotaj, İran kaynaklıdır” demeye ilk günden başladı…

Fars Haber Ajansı ise “Türkiye, ABD ve İsrail’in ‘PKK üzerinden İran’daki Kürt nüfusu Tahran hükümetine karşı provoke etme’ planını uygulamaya başladı.” diyerek karşı atağa geçti.

Sırf bu açıklamalardan hareketle bile, Paris’te 3 PKK’linin öldürülmesinin en çok ABD’ye yaradığını söyleyebiliriz!

KÜRT MESELESİ HANGİ MODELLE ÇÖZÜLECEK?

Sorun Paris’teki suikasttan çok daha büyüktür ve “Kürt meselesinin” nasıl ele alınacağıyla ilgilidir. Bölge yararına mı, ABD yararına mı?

Neçirvan Barzani’nin Time’a yaptığı şu açıklama, aslında hangi modelin tedavüle girdiğini gösteriyordu: “Irak anayasasından umudumuzu kestiğimiz zaman gerekli kararı vereceğiz. Bağımsız Kürdistan’ın ilanı için en az bir komşu ülkeyi ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü hem bölgesel hem de uluslararası desteğe ihtiyacımız var. Şunu söyleyebilirim ki, Bağımsız Kürdistan’a her zamankinden daha yakınız.”

İşte o komşu ülke AKP’nin yönettiği Türkiye’ydi. Türkiye “sıcak para” sorununu Kuzey Irak petrolleriyle çözme karşılığında, Barzanistan’ın hamiliğini kabul ediyordu. Barzanistan ancak Türkiye’nin hamiliğinde, İran, Irak ve Suriye’ye karşı koyabilirdi ve ancak Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılarak varlığını pekiştirebilirdi.

İşte Erdoğan’ın Öcalan’la başlattığı yeni müzakere sürecinin sırrı buradadır! Sadece Açılım ve müzakereler değil, Suriye meselesi, Kürecik Radarı ve NATO patriotları da, ABD’nin bu temel projesi içindedir.

Ancak Barzanistan’ın bağımsızlığı, sadece Irak’ın parçalanması ve bölünmesi anlamına gelmeyecekti. Tahran, İran’ın da bölünmesine gidebilecek bu gelişmeyi, tıpkı AKP öncesinin Türkiye’si gibi kırmızıçizgi ilan ediyor, savaş sebebi sayıyordu.

Irak Başbakanı Nuri El Maliki ise ülkesinin toprak bütünlüğü ve siyasal birliği için harekete geçmiş, öncelikle Kürdistan’ın kalbi görülen Kerkük düğümünü ülkesi lehine çözmeye çalışıyordu.

Bu gelişmeler, bölgede ilk defa, üstelik Çin ve Rusya’nın desteklediği bir İran-Irak-Suriye hattı da oluşturuyordu!

ABD ADINA İTTİFAK, DÜŞMANLIK GETİRİR

“Kürt meselesinin” ABD modeliyle çözümü kuşkusuz ileride, Türkiye’nin de parçalanması ve Barzanistan’ın Diyarbakır merkezli olarak büyümesi demektir. Ancak daha önemlisi, Türk-Kürt ittifakı(!) ile Fars ve Arap karşıtlığı tuzağına düşülmesidir ki ABD’nin temel hedefi de budur!

Öyle ki, bugün ABD çıkarları üzerine oturtulan Türk-Kürt ittifakı, sadece Türkleri Arap ve Fars milletiyle karşı karşıya getirmeyecek, yarın daha büyük Türk-Kürt ayrılığına dönüşecektir!

Ankara ve Tahran, sadece Kürt meselesi nedeniyle değil, Kafkasya’daki sorunlar ve özellikle Azeri azınlık gibi etkenler nedeniyle de birlikte çözüm üretmek zorundadırlar. Aksi durum, her iki ülkenin de zararına olacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Ocak 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

ABD, PKK’NİN ÖNÜNÜ AÇIYOR

Türk devletinin Suriye’de PYD’ye karşı El Nusra’yı kullandığı, artık bir PKK iddiası olmaktan çıkmış ve “iyi kulak” Cengiz Çandar gibilerce de telaffuz edilmeye başlamıştır.

Beşar Esad’ı devirme göreviyle Eylül 2011’de kurulan Sünni İslamcı El Nusra’nın, PYD’ye karşı operasyonlarının ardından ABD tarafından terör örgütleri listesine alınması, sis perdesi arkasında kalmış kimi konuları da berraklaştırdı.

Ki o konuların başında Esad-PKK/PYD ilişkisi gelmektedir.

ESAD’IN AKILLI HAMLESİ

Meseleye “merkezin zayıflaması” ve “güç boşluğu” gibi ana etkenleri soyutlayarak salt “PYD’nin,  ‘kolayca’ Suriye’nin kuzeyine yerleşmesi” üzerinden bakarsanız, haliyle ortaya “PYD, Esad’ın kartıdır” gibi bir sonuç çıkar.

Oysa PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki kimi alanlarda otorite olması, öncelikle merkezin zayıflaması, ardından bu nedenle kuzeyde ortaya çıkan güç boşluğu ve son olarak da Esad’ın “topu AKP’nin kucağına bırakması” nedeniyleydi.

Esad, birkaç cephede savaşmaktansa, cephelerden birinin sıkıntısını AKP’nin omuzlarına bıraktı; ABD’nin stratejik kartı PYD’yi, ABD’nin müttefiki Ankara’yla karşı karşıya bırakmış oldu. Neticede Esad, öncelikle Suriye’nin çıkarlarını düşünüyor…

ABD’NİN İKİ HEDEFİ

ABD’nin El Nusra’yı terör örgütü listesine almakta iki hedefi var:

1. ABD, Suriye sorunun esası olan “Kürt Koridoru” konusunda, PYD’nin önünü açmakta, PYD karşısında engel yaratan konuları ayıklamaktadır.

Washington’un ana stratejisi, Basra’dan Akdeniz’e bir Kürt Koridoru inşa etmektir; Irak’ın kuzeyini, Suriye’nin kuzeyi üzerinden Akdeniz’e bağlamaktır.

İki Kürt bölgesi arasında kalan Türkmen ağırlıklı alanın son dönemde Nuri El Maliki ile Mesud Barzani arasında soruna dönüşmesi ve Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük düğümünde ABD ve Barzani’nin çıkarlarına uygun hamleler yapması, ana stratejiye bağlılıktandır.

Keza Davutoğlu’nun son günlerde PYD’ye sıcak mesajlar vermesi, yol haritası sunması, “federal Suriye” çekinceleri olmadığını ilan etmesi de bu ilişki nedeniyledir.

PYD de karşılık olarak “Suriye’de 3. yol” taktiğini bir kenara bırakmayı ve SUKO’ya katılmayı kabul etmiştir.

‘ÖZEL SAVAŞ’ ARAYIŞI

2. ABD’nin El Nusra’yı terör örgütü listesine almasının taktik nedeni ise “özel savaş” arayışıdır!

Bilindik yöntem şudur: Suriye’de bir örgüt terör örgütüyse, ABD bu örgüte karşı mücadele etmelidir!

Mücadele kuşkusuz konvansiyonel araçlarla değil, “özel savaş” yöntemleriyle olacaktır.

HİZBULLAH DERSİ ALINMAMIŞ!

Bitirirken, Türk Devleti’nin PYD’ye karşı El Nusra’yı kullanması konusuna da değinelim.

Komşularının toprak bütünlüğü ve siyasal birliği konusunda net bir tutumu olmayan, daha doğrusu AKP hükümetinden ötürü “tek” bir tutumu olamayan Türk Devleti’nin, sorunlara karşı mücadelede değil stratejik bir program, taktik bir yöntem bile yaratamaması normaldir.

Geçmişte PKK’ye karşı Hizbullah’ın kullanılması türünden alışkanlıkların devam ettiği ancak başarısızlıktan bir ders alınmadığı ortada…

Yanlış cephede, doğru hamle yapılmaz!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Aralık 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ANKARA’NIN IRAK’TA 5 HATASI

ABD askerlerinin Irak’tan geri çekilmesine ilişkin anlaşmanın imzalandığı gün, Dr. Engin Selçuk da Bağdat’tadır. Görevliler Selçuk’u Irak Başbakanı Nuri El Maliki’ye takdim eder. Maliki sertçe Selçuk’un elini sıkar ve sitemle sorar: “Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmuyor mu artık?

Dr. Engin Selçuk bu soru karşısında “kem küm” eder. Maliki, Selçuk’un “gevelemesi” karşısında konuşmanın vakit kaybı olacağını düşünmüş gibi hızla uzaklaşır.

Bunun üzerine Maliki’nin Şii Türkmen kökenli siyasi danışmanı Dr. Engin Selçuk’un kulağına şu çarpıcı saptamayı yapar: “Kürtlerle fiili bir ittifak düşünüyorsanız, ileride elinizdeki topraklardan da olursunuz. Sizi de parçalarlar!

IRAK’IN İÇİŞLERİNE MÜDAHALE

AKP Hükümeti’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmaktan vazgeçerek Mesud Barzani’yle ittifak kurduğu ve Maliki’nin Ankara’yı “Suriye bölünürse Irak da bölünür, Irak bölünürse Türkiye de bölünür” diye uyardığı şu günlerde oldukça düşündürücü bir anekdot.

Dr. Engin Selçuk bu anekdotu Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM için yazdığı bir makalede anımsatıyor. Selçuk “Türkiye Irak’ın Toprak Bütünlüğünü Savunmaktan Vazgeçiyor” başlıklı makalesinde Ankara’nın hatalarını inceliyor.

Oldukça önemli olan bu saptamaları Aydınlık okurları için paylaşalım dedik:

1. Türkiye, ABD’nin 2005’te Irak’a dayattığı Anayasa’nın kodlarını kavrayamadı. Bağdat’ı güçsüzleştiren, Erbil’e aşırı yetki tanıyan Anayasa, parçalanmanın temellerini attı. ABD bu Anayasa ile “sürekli ve kontrol edilebilir bir istikrarsızlık” hedefliyordu. Selçuk’a göre Türkiye bu iradeyi deşifre edemedi.

2. Dr. Engin Selçuk’a göre Türkiye’nin ikinci hatası kendisini “oyun kurucu” görüp, açıkça Irak’ın içişlerine müdahale etmesiydi. Örneğin Büyükelçi Murat Özçelik, 2009 genel seçimleri öncesinde İyad Allavi önderliğinde bir seçim ittifakı oluşturmuştu.

Hem Allavi kaybetti, hem de Maliki bunu affetmeyerek görevden alınana kadar Türk Büyükelçiyle görüşmeyi reddetti.

MALİKİ, IRAK CUMHURİYETİ’Nİ YARATIYOR

3. Türkiye Tarık Haşimi’yi koruyarak önemli bir hata yaptı. Dr. Engin Selçuk’a göre Türkiye’nin Balyoz davasında unuttuğu “masumiyet karinesini” Haşimi için “anımsaması” ironikti.

4. Türkiye’nin dördüncü hatası Maliki’yi anlayamamasıydı. Dr. Selçuk’a göre Jakobenlikle suçlanan Maliki “etnik, dinsel, mezhepsel ve dilsel farklılaşmışlıklar üzerinde bir Irak kimliği ve bir Cumhuriyet yaratmak” istiyordu. Selçuk’un Maliki’ye yönelik jakoben suçlaması karşısında verdiği şu örnekler oldukça öğreticidir: “Fransız Ulusu’nun inşası jakoben değil miydi? İtalya 19. yüzyılda birliğini demokratik yöntemlerle mi gerçekleştirmişti? Ya da Mustafa Kemal I. Meclis ve 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile Cumhuriyeti kurabilir miydi?”

Dr. Selçuk, “Türkiye, Maliki’nin Irak’ta geçici olduğunu düşündü. Oysa Maliki’yi yaratan Irak’ın kendisiydi” diyerek önemli bir saptama da yapıyor.

5. Selçuk’a göre Türkiye’nin beşinci hatası Irak’ta kendisine dostlar ve düşmanlar yaratmasıydı. Oysa dış politikada dostlar ve düşmanlar olmaz, sadece ulusal çıkarlar olurdu. Selçuk’a göre Barzani dost olmadığı gibi Maliki de düşman değildir.

Selçuk’a göre seçilen yanlış dost ve düşman, örneğin Telafer’de yaşamsal sonuçlar doğuruyordu. Barzani “dostluğu” ile Telafer’in Türkmen kimliği ortadan kalkıyor ve Kuzey Irak Kürtleri ile Suriye’deki Kürt Kamışlı bölgesi arasındaki bu “ayrık otunun” temizlenmesi, Kürt bölgesini kesintisiz hale getiriyor.

Türkiye’nin yanlış dost ve düşman algısı, örneğin Maliki’nin Dicle Operasyon Gücü’ne karşı körlük oluşturuyor. Bu ordu gerçekte Tuzhurmatu-Kerkük-Telafer yayının Kürt istilasına karşı savunulmasıdır.

Türkiye’nin yanlış dost ve düşman algısının en somut örneklerinden biri de Dr. Selçuk’a göre Ankara’nın Erbil’le imzaladığı petrol anlaşmaları…

Bugün yalnızca Dr. Engin Selçuk’un saptamalarını paylaştık. Bu önemli konuyu incelemeyi ve tartışmayı sürdüreceğiz. Zira taktik hatalar telafi edilebilir ama stratejik hata affetmez!

NOT: Bugün Ankara Ticaret Odası Kongre Merkezi’nde okurlarla buluşup, kitaplarımızı imzalıyoruz. Saat 13.00’ten itibaren sizleri Söğütözü’ne bekliyoruz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Aralık 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

BATI ASYA ENERJİ SATRANCI

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye’yi ziyaretinde ele aldığı enerji konuları ile Bağdat’ın Kürdistan Petrol Konferansı’na gitmek isteyen Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın uçağına hava sahasını kapatması arasında ve hatta ABD ile Türkiye’nin İran altınları gerginliği arasında kuşkusuz bir bağ var.

O bağ, Atlantik ile Asya güçleri arasında yaşanan büyük savaşın enerji boyutuyla ilgili. Taraflar bu alanda da kıran kırana bir mücadelenin içinde…

Bu savaş, ABD Başkanı Barrack Obama’nın Türkiye’yi “Enerji güvenliğinin sağlanması ve Hazar petrol ve doğalgazı ile Kuzey Irak petrol ve doğalgazının uluslararası piyasalara ulaştırılması” için “model ortak” ilan etmesinden ötürü bizi fazlasıyla ilgilendirmektedir.

KUZEY IRAK PETROLLERİ

Merkezine Türkiye’yi de koydukları Nabucco Projesi, bu savaşta Atlantik’in en önemli silahıydı. ABD ve AB, Rusya ve İran’ı bu silahla alt edecek, Türkiye gibi ülkeleri bu silahla “tam bağımlı” hale getirecekti.

Nabucco Projesi anlaşması ABD’li yetkililerin önünde 13 Temmuz 2009’da Ankara’da büyük bir törenle imzalandı. Başbakan Erdoğan “Türkiye’yi dünyanın dördüncü büyük ana arteri yapacağız” diyor, Batı basını ise anlaşmayı “Rus boyunduruğu kırıldı” diye manşetlere taşıyordu.

Türkmen gazını Türkiye üzerinden Avrupa taşıyacak projenin imza törenine Türkmenistan’ın katılmaması, aslında projenin ölü doğduğunu daha ilk günden gösteriyordu. Zaten Türkmenistan, gazının Avrupa’ya transferi için Rusya’yla anlaşacaktı.

Nabucco’yu besleyecek diğer kaynaklar Azerbaycan ve Kuzey Irak’tı… Oysa Azerbaycan biri Rusya’yla diğeri de BP’yle iki ayrı anlaşma hazırlığındaydı.

Geriye bir tek Barzani petrolleri kalmıştı. Nitekim AKP hükümeti Erbil’le bir boru hattı anlaşması yapmış, hat tamamlanana kadar da Erbil’in petrollerini tankerlerle taşıyarak işlemeyi taahhüt etmişti.

RUSYA VE İRAN’IN ENERJİ KARTI

Rusya ve İran, Nabucco’nun karşısına kendi projeleriyle çıktılar.

İran, Irak, Suriye ve Lübnan ile 5,600 kilometrelik bir boru hattı anlaşması yaptı. Tahran, Kuzey Irak’tan geçecek bu hattın anlaşmasından hemen sonra Kandil’e büyük çaplı bir operasyon düzenleyerek, güzergâhın güvenliği için PJAK’ı teslim aldı! Irak Başbakanı Nuri El Maliki de, Erbil’in Bağdat’a rağmen yaptığı enerji anlaşmalarını yok saydı. Suriye’de 1,5 yıldır süren kışkırtmanın bu bölgesel gelişmeyi hedef aldığı ortada.

Rusya ise Nabucco’nun karşısına Güney Akım’la çıktı. Rusya’nın İtalya, Fransa ve Almanya ile yaptığı bu anlaşma hızla yol aldı. Öyle ki, Türkiye de sonrasında bu projeye dâhil oldu; Enerji Bakanı Taner Yıldız Moskova’ya gidip Erdoğan adına Putin’le anlaşmaya imza koydu.

TANAP, NABUCCO’YU BİTİRİR Mİ?

Türkiye, Rusya’nın Güney Akım projesine dâhil olmakla kalmamış, bir de Azerbaycan’la Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) için anlaşmıştı! Türkiye ve Azerbaycan, Hazar Denizi’ndeki Şah Deniz havzasından Avrupa’ya doğal gaz taşıyan bir boru hattı inşa edecekti.

“TANAP limitli bir hattır” diyen Nabucco Genel Müdürü Reinhard Mitschek’ın sözleri TANAP’ın Nabucco’nun geleceğini olumsuz etkilediğine işaret ediyordu

Enerji Bakanı Taner Yıldız ise Financial Times’a verdiği röportajda Türkmenistan’la Nabucco arasında henüz kesinleşmiş bir anlaşma bile olmadığına dikkat çekiyor ve “Bir boru hattı projesinin her şeyden evvel kaynağı belli olmalıdır. Fakat Nabucco’nun kaynağı kesinleştirilemedi” diyordu.

ALMANYA NABUCCO’DAN ÇEKİLİYOR

Bu gelişmeler yaşanırken Nabucco ortaklarını kaybetmeye başlıyordu. İlk olarak Nabucco’nun altı ortağından biri olan Macaristan, ayrılma kararı aldığını duyurdu.

Son olarak ise Almanya ayrılık kararı verdi. Alman RWE holdingi, Nabucco’daki yüzde 17’lik payının satışı için görüşmelere başladı. Payın proje katılımcılarından Avusturya’nın OMV şirketine satılabileceği belirtiliyor.

Almanya’nın bu kararı, Nabucco’nun ölmesi demektir!

Ama daha önemlisi Asya’nın Batı Asya enerji satrancında Atlantik’in “şahını” köşeye sıkıştırması demektir.

Mat yakın!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Aralık 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

OBAMA’DAN SOPA, PKK’DEN HAVUÇ

Dün Pentagon’un havuç olarak Türkiye’nin önüne koyduklarını bugün PKK’nin koyuyor olması, birincisi örgütün ABD’nin stratejik piyonu olduğunu ortaya koyması bakımından, ikincisi de “Büyük Kürdistan’ın” stratejik bir hedef olması bakımından önemi var. Ama daha önemlisi, Türk devletinin ne hallere düşürüldüğünü göstermektedir!

AKP’nin Oslo’da masaya oturduğu üç PKK yöneticisinden biri olan Zübeyr Aydar, havucu Aslı Aydıntaşbaş’la söyleşisinde uzatıyor: “Aslında Suriye’nin Kürt bölgesi de, Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde. Bunları tartışmalıyız. Türkiye’nin Kürtlerle büyümesi lazım.” (Milliyet, 27 Kasım 2012)

Kuşkusuz bu havuç, Obama’nın Erdoğan’a gösterdiği “beyzbol” ve Washington Post’ta dile getirilen “Kürt Baharı” sopasıyla birlikte değerlendirilmelidir.

BARZANİSTAN, KERKÜK HAVUCUYLA İNŞA EDİLDİ

Musul ve Kerkük havucu ilk Turgut Özal’a sunulmuş ve o da bu havucu, “ABD ile hareket edersek, bir koyup üç alacağız” diyerek TSK’ye yedirmeye çalışmıştı.

Bu havuç, 1992’de ABD Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti inşa etmeye başladığında, sık sık Ankara’ya uzatıldı. Washington kimi zaman Kerkük havucuyla, kimi zaman da ekonomik kriz gibi, Gazi provokasyonu gibi, siyasal cinayetler gibi sopalarla bu kukla devleti adım adım oluşturdu.

AKP hükümetleri döneminde ise Kerkük havucuna pek gerek kalmadı. AKP, bir ABD kartı olarak Washington’un “Büyük Kürdistan” stratejik hedefine zaten uyumluydu. BOP eşbaşkanlığı tam da bu “uyum” demekti.

Örneğin son olarak Ahmet Davutoğlu, Bağdat’a cephe açmak üzere Kerkük’e gitmiş ve Araplara karşı Türkmen-Kürt ittifakı arayışına girmişti. Bu kez Kerkük’ün kendisi havuç olmaktan çıkmış, Kerkük’ten döşenecek boru hattı AKP için yeterli olmuştu.

BÜYÜK KÜRDİSTAN’IN 4 AŞAMASI

Zübeyr Aydar’ın Suriye’nin Kürt bölgesini de Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde sayarak AKP’ye göz kırpması, “Büyük Kürdistan” stratejik hedefi nedeniyledir.

Çünkü dört aşamalı Büyük Kürdistan hedefinin ikinci aşaması, Irak’ın kuzeyindeki yapının Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasıdır. Üçüncü aşamada, bu yapının Türkiye ile birleştirilmesi var. İkinci ve üçüncü aşamalar, iç içe ve paralel ilerleyecektir.

Dördüncü aşama ise Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan ermesi ve Türkiye’den kopması aşamasıdır.

ATLANTİK’İN HAYALİ SÖNÜYOR

AKP’nin, “Türkiye’nin ABD’nin kanatları altında büyüyebileceği” iddiası ABD’nin Büyük Kürdistan stratejik hedefi içindedir. AKP’nin PKK’yle müzakerelerinden tutun, savurduğu “Türkiye ya büyüyecek ya da küçülecek” tehdidine kadar her hamlesi, Washington’un planıyla uyumludur.

Ahmet Davutolu bu yüzden “Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak” demiştir. Hakan Fidan bu yüzden “dış politika konusunda dinamik bir süreçte” olunduğunu belirterek, “Türkiyedüzen kurucu roldedir” demiştir.

Davutoğlu’nun “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız.” demesi, bir Atlantik projesi söylemidir.

AKP, bölgede Türk-Kürt ittifakına dayanarak büyüyecek(!) ve Türkiye’yi genişletecektir! Bağdat’a karşı Erbil’le mutabakatı, PKK’yle müzakereleri ve Esad’a karşı “Kürt koridoru” işlevli “tampon bölge” arayışları bundandır.

Ancak, bu plan düne göre artık daha zordur. Nitekim Büyük Kürdistan hedefinin birinci aşaması olan ve Irak’ın kuzeyinde Erbil merkezli kurulan küçük Kürdistan, bugün Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin taarruzu altındadır.

Ne ABD’nin Çin-Rusya cephesini yarması mümkündür, ne de AKP-PKK-Barzani ittifakının İran-Irak-Suriye hattını aşabilmesi…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Kasım 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KERKÜK DÜĞÜMÜ

Başbakan Erdoğan’ın “Irak’ta petrol savaşı ihtimaline” işaret etmesi, Kerkük merkezli cepheleşme nedeniyledir. Irak Başbakanlığı bu nedenle Erdoğan’a “kehanet ettiğin savaşa izin vermeyeceğiz” yanıtı verdi ve Ankara’ya “iç sorunlarıyla uğraşmasını” tavsiye etti.  Davutoğlu yönetimindeki Dışişleri Bakanlığı ise Irak’a “kendi durumunuzla bizimkini karıştırmayın” diyerek seslendi.

Bu restleşme, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ABD işgalinin ardından ülkesinin siyasal birliğini yeniden inşa etmek üzere yaptığı hamleler nedeniyledir. Ankara ile Erbil bir ittifak kurarak, Bağdat’ın bu hamlelerine barikat kurmaya çalışmaktadır.

IRAK’IN BİRLİĞİ KERKÜK’TEN BAŞLAR

Maliki en somut hamlesini, 8 Mayıs 2012’de Kerkük’ü sürpriz bir şekilde ziyaret ederek ve Irak Bakanlar Kurulu’nu burada toplayarak yaptı. Irak Başbakanı, “Kerkük’ün bir Irak şehri olduğunu” ve “hiç kimsenin ‘Kerkük; Kürtler’in, Araplar’ın veya Türkmenlerindir’ diyemeyeceğini” belirtti, hatta Kerkük’ün “Küçük Irak” olduğunu ilan etti!

Bu ziyaretin ne anlama geldiğini, aslında Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi IKBY bakanlarının Maliki’den hemen sonra, 9 Mayıs’ta Kerkük’ü ziyaret etmelerinden anlayabiliyoruz. Dahası IKYB İstihbarat Örgütü Başkanı olan oğul Mesrur Barzani’nin aynı gün söylediği “Maliki’nin Kerkük’e ağır silahlarla girmesi, Kerkük’ü Kürdistan’dan ayıramaz” sözleri, Bağdat’ın mesajının alındığını gösteriyordu.

Maliki Kerkük hamlelerini sürdürdü: Güvenliği için Kerkük’e gelen ağır silahlı kuvvetleri burada bıraktı. Kerkük’teki Irak Ordusu’na bağlı 12. Tümen’in Şii komutanını, Sünni bir komutanla değiştirdi. Türkmenlerin desteğini toplamaya başladı.

TÜRKMEN-KÜRT İTTİFAKI ARAYIŞI

İşte Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “izinsiz” Kerkük ziyareti bu hamleye yanıt arayışı nedeniyle gerçekleşti. Anımsayalım:

Davutoğlu, Erbil’de Barzani’yle görüştükten sonra programında olmadığı halde ve Bağdat’a bilgi vermeden, 2 Ağustos 2012’de Kerkük’e gitti. Bağdat izinsiz yapılan bu ziyarete tepkisini, “Davutoğlu’nu tutuklama hakkımız var” diyerek en sert şekilde gösterdi. 3 Ağustos 2012’de de Türkiye’ye bir nota verdi ve Ankara’yla ilişkilerin gözden geçirileceğini belirtti.

Zaten Ankara ile Bağdat arasındaki ilişkiler, hakkında tutuklama kararı bulunan Tarık Haşimi’nin 9 Nisan’da Türkiye’ye getirilmesiyle gerilmeye başlamıştı. Ayrıca Erdoğan, yaptığı açıklamalarla sık sık Maliki’yi hedef alıyordu. Öte yandan bazı Türk şirketlerinin Bağdat’a rağmen Erbil’le petrol anlaşması yapması ve Erdoğan ile Barzani’nin petrol boru hattı inşasında mutabık kalması, Türkiye-Irak ilişkilerini kopma noktasına getirmişti. Bu süreçte AKP Hükümeti’nin Barzani-Haşimi-Allavi üçlüsüne dayanarak Maliki’ye karşı kimi operasyonlara yöneldiği de görüldü!

Davutoğlu’nun ziyaretinin üç hedefi vardı: 1. Türkmenlerin Maliki’ye artan desteğini frenlemek. 2. Araplara karşı Türkmen-Kürt ittifakı aramak.

Zaten çoktandır bu ittifak için uğraşıyorlardı. Örneğin KDP 2010’daki Kongresi’ne ITC’yi davet etmiş, ITC de ertesi yıl Erbil’de “İl Başkanlığı” açmıştı.

Davutoğlu bu hedeflerini, Kerkük ziyaretinden beş gün sonra ITC milletvekillerini Ankara’da toplayarak da sürdürdü.

MALİKİ İLK MUHAREBEYİ KAZANDI

Maliki, son olarak Kerkük merkezli Dicle Ordusu’nu kurarak Barzani’ye artık açıkça silah gösterdi!

Erbil, Bağdat’a direnmeye çalışırken arkasında iki destek vardı: AKP ve PKK!

Erdoğan, Maliki’yi “Irak’ı iç savaşa sürüklemekle suçlayarak” Barzani’ye açık destek veriyor; PKK de, sözcüsü Ahmet Deniz’in Kurd Press’e yaptığı  “Kürt bölgesine yapılan hiçbir saldırıya sessiz kalmayacağız” açıklamasıyla safa giriyordu!

Barzani kuvvetleri bu cepheleşme sürecinde iki kez Dicle Ordusu’yla çatıştı ama daha fazla ileri gidemedi. Çünkü Suriye’de kayaya çarpan ABD-AKP-PKK-Barzani cephesinin, Irak’ta da şansı yok!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Kasım 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: