Archive for category Politika Yazıları

Erdoğan’ın ‘meşruiyet’ müttefikleri

AKP’nin 24 yıldır iktidarda kalabilmesinin nedenlerinden biri “muhalefet partilerinin başarısızlığı”ysa, bir diğeri de Erdoğan’ın muhalefet liderlerini sıra sıra kendine müttefik yapabilme becerisidir. Kuşkusuz ikisi birbirinin bütünleyenidir.

Bu ilişkinin en tipik örneği Erdoğan-Bahçeli ilişkisidir. Bahçeli yıllar önce, en hafifinden “senden cumhurbaşkanı olmaz” diyordu, bugün Erdoğan’ın en büyük dayanağı oldu. (Bu dönüşümde MHP’ye yönelik kaset ve yargı operasyonlarının rolü, MHP’nin siyasi tarihini yazacak araştırmacıların konusu olacaktır.)

DEM’den Erdoğan’a meşruiyet

DEM liderlerinin 1 Ekim’deki TBMM açılışında Erdoğan’a bakışlarını yansıtan fotoğrafları sosyal medyada çok tartışıldı. O fotoğrafların iki temel özelliği vardı. 

Birincisi, “seni başkan yaptırmayacağız” çizgisinden “başkanı ayakta karşılamaya, başkana meşruiyet dayanağı” olmaya dönüşümün fotoğrafıydı. İkincisi de “CHP’nin ‘demini’ alma operasyonunun” geldiği duraktı.

Kimi DEM’liler bu dönüşümü “ama o Demirtaş’ın çizgisiydi” diyerek geçiştirmeye çalışıyorlar. Oysa partinin de çizgisiydi. Nitekim sonraki seçimlerde de DEM o çizgiyi sürdürdü. Örneğin Pervin Buldan son seçim öncesinde şöyle dedi: “Anayasaya göre üçüncü kez aday olamazsınız Erdoğan. Üçüncü kez olamazsın. Bu, çok açık ve nettir. Adaylığı meşru değildir.”

Sonuçta Erdoğan’ı “meşru cumhurbaşkanı görmeyen” DEM çizgisi, Erdoğan’ı meşru gören çizgiye dönüşmüş oldu.

DEM’i CHP’den koparma operasyonu

DEM’deki bu dönüşüm sadece bir yılda oldu. Aynı bir yılda şu da oldu: CHP’nin yeni liderliği, çokça eleştirdiğimiz “normalleşme/yumuşama” çizgisiyle Erdoğan’ı geçen yıl TBMM’de ayakta karşılarken, bu yıl “meşruiyet yok” diyerek protesto etti, oturarak bile karşılamadı. Bu dönüşüm de bir yıl sürdü. Bu bir yılda iktidarın CHP’yi hedef alan çok boyutlu operasyonları yaşandı; belediyeleri, İstanbul İl Başkanlığı, kurultayları hedef alındı. Yani CHP’nin ”aldığı ders” hayli ağır oldu.

DEM ve CHP arasındaki ters dönüşüm arasında da bir ilişki var elbette. Bir yıl öncesine kadar, AKP-MHP koalisyonu CHP’yi “demlenmekle” suçluyordu. Demlenmek, iktidarın CHP ile DEM’in seçim işbirliğine göndermesiydi. Ama sadece siyasi bir gönderme değil, operasyon gerekçesi yapılan suçlamaydı. CHP-DEM seçim işbirlikleri, iktidara göre CHP’nin “terörle işbirliği” anlamına geliyordu ve bu şekilde kazanılan belediyelere “terörle iltisaklı” diyerek operasyonlar yapıldı, belediye başkanları tutuklandı.

Sadece bir yıl sonra, Erdoğan DEM liderleriyle işte o fotoğrafı verdi. CHP’yle seçim işbirliği yaparken “terörist” sayılan DEM’liler, iktidarın açılımının öznesi yapılarak hem “meşruiyet” kazandılar, hem de Erdoğan’ın “meşruiyet” dayanağı oldular.

Böylece Erdoğan-Bahçeli ikilisi, CHP-DEM seçim işbirliğini kendi hukuklarına göre suç sayıp, DEM’i CHP’den koparıp, “açılım” üzerinden müttefik yapmış oldular. Kuşkusuz arada Öcalan’ın rolü ve Öcalan üzerindeki “devlet yetkililerinin” becerisi de var.

Başını dik tutabilmek

Şu bir yıl ne çok derslerle dolu muhalefet partileri açısından. Kendilerini “dar siyasi çıkarlarla” Erdoğan’a müttefik yapanlardan, ABD’nin “yeni Ortadoğu düzeni” içinde müttefiklik yaparak ”çifte meşruiyet” arayanlara… 

Erdoğan, 24 yıldır liberalleri, dönek solcuları, sağcıları, milliyetçileri, ülkücüleri, ulusalcıları, laik Kürtçüleri, İslamcı Kürtçüleri, NATO’cuları, her türden Batıcıları, Avrupacıları, Amerikancıları, saraycılık meraklısı sanatçıları, yükselemediği mahallesinden kaçanları, operasyon baskısıyla partisinden topuklayanları sıra sıra kendisine müttefik yapabildi.

Tüm bu müttefikler, başını dik tutabilmek için kalemini dik tutan 20’li yaşlarındaki gazeteci Furkan Karabay’ın tırnağı bile olamadılar kısacası.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Ekim 2025

, , , , ,

Yorum bırakın

Hangi yeni sayfa?

Erdoğan’ın 6 yıl sonra Beyaz Saray’da kabul edilmesi, Washington’un “geniş Ortadoğu’da” Ankara’dan beklentileri nedeniyleydi. Böyle olduğu için de iktidar partisi ziyareti “küresel ve bölgesel olarak yeni diplomatik sayfalar açacak” diyerek değerlendirildi. 

Peki hangi yeni sayfalar?

Washington’un üç beklentisi

Washington’un Ankara’dan “geniş Ortadoğu’da” üç beklentisi var:

1) Rusya’yla derinleşen işbirliğini azaltması: Enerji ve nükleer ilişkilerini rafa kaldırarak bunları ABD ve Batı’yla değiştirmesi.

2) Suriye’de Washington’un (ve dolayısıyla Tel Aviv’in) hedeflediği çözüme uyum göstermesi.

3) Gazze’de Trump’ın planının hayat bulmasını kolaylaştırması. 

Rusya’yla işbirliğini zayıflatma talebi

1) Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyareti sırasında imzalananlarla birlikte, son bir yılda ABD’li ve Batılı şirketlerle yapılan sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) anlaşmaları, yıllık 22 milyar metreküp kapasiteli. Türkiye’nin yıllık tüketiminin 53 milyar metreküp olduğu gözönünde bulundurulursa, bu hayli yüksek bir hacim. Dolayısıyla Trump’ın Erdoğan’a kameraların önünde söylediği “Türkiye’nin yapacağı en iyi şey Rusya’dan petrol ve gaz alımını kesmektir” talebi, hayata geçmeye başlamış oluyor. 

Öte yandan bu ziyaret sırasında Türkiye’nin ABD’yle imzaladığı nükleer işbirliği anlaşması da aynı talebin içindedir.

Suriye’de Washington çözümüne uyum talebi 

2) Suriye’de nasıl bir “çözüm” olacak? ABD, İsrail’in lehine, İsrail’in işgal ettiği toprakların da korunduğu, Şam’ın Tel Aviv’le normalleştiği, İbrahim Anlaşmalarının imzalandığı bir çözüm istiyor. Şam yönetimiyle İsrail arasında bu yönde güvenlik müzakereleri sürüyor. 

Türkiye’yi ilgilendiren asıl boyut ise Şam ile SDG’nin entegrasyonunun nasıl olacağı. Ankara “Suriye’nin birliğini”, Washington ise “SDG’nin özerkliğini” savunuyor. Ama Washington Ankara’nın İsrail boyutlu çözüme itirazsızlığı karşılığında SDG’nin özerkliğini, “federasyon olmayan ama ademi-merkeziyetçiliğe yakın” bir çözüme geriletmiş durumda.

Bu entegrasyonun nasıl olacağı sorunu, Türkiye’deki açılımı ve “demokratik entegrasyonu” da etkiliyor.

Gazze planına destek talebi

3) Trump’ın Gazze planı tuzaklarla dolu. 

Birincisi Avrupalı devletlerin bile Filistin’i tanıdığı şartlarda bu plan Filistin devletinin tanınmasını belirsiz bir tarihe, üstelik olasılık olarak havale ederek, bir nevi tanınmaya fren koymuş oldu.

İkinci olarak bu plan, Trump’ın Gazze’ye “çökmesi” anlamına geliyor. Beyaz Saray’a oturduğu günden bu yana “Gazze’ye sahip olmak istediğini” açıkça söyleyen Trump, plana göre Gazze’yi yönetecek konseyin başkanı olacak. 

Üçüncüsü de plan, İsrail’in işgalini fiilen sona erdirmiyor, uzatıyor. Geri çekilmeleri üç aşamada uyguluyor ve nihai geri çekilmeyi bile İsrail’in Gazze topraklarında tampon hat kuracağı yere kadar planlıyor . Böyle olduğu için de Netanyahu Trump’ın planının hem İsrail’in lehine olduğunu hem de işgali sürdürmeye açık olduğunu savunuyor.

Washington Ankara’dan bu plana destek istedi. 23 Eylül’de New York’ta Trump’ın ev sahipliğinde yapılan ve Türkiye ile 7 ülkenin katıldığı toplantı bunun içindi. Nitekim Trump Netanyahu’yla birlikte Gazze planını açıkladıktan hemen sonra Erdoğan desteğini açıkladı, Fidan da diğer 7 ülkenin dışişleri bakanlarıyla plana ortak destek açıklaması yaptı.

Peki Erdoğan-Fidan tuzaklarla dolu bu plana AKP tabanını nasıl ikna edecek? Yeni Şafak’ın plana itiraz eden dünkü manşeti, bunun çok kolay olmayacağına işaret ediyor.

İran’a karşı cephe planı

Peki sayfalar bu üçünden mi ibaret? Asıl mesele de bu. Zira bu üç sayfa, asıl sayfaya giden yol aslında. 1991-2004 yılları arasında Irak’ı, 2011-2024 arasında Suriye’yi hedef alan ABD’nin şimdiki “geniş Ortadoğu” hedefi İran. 

ABD bu amaçla İsrail hegemonyasında bir yeni Ortadoğu düzeni kurmaya çalışıyor. İşte Ankara’dan asıl beklentisi de bu. Washington, bu düzende, Ankara’nın İran’a karşı cephede yer almasını istiyor. 

İşte “meşruiyet” de asıl bu hedefin gereği olarak veriliyor!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
2 Ekim 2025

, , , , , , ,

Yorum bırakın

Trump’ın Gazze’ye çökme planı

Beyaz Saray, “Başkan Trump’ın Gazze Çatışmasını Sonlandıracak Kapsamlı Planı” diye duyurdu. 20 maddelik plana bakılırsa, “Trump’ın Planı” esas olarak Trump’ın Gazze’yi yönetmesine dayanan bir plan. 

Böylece Trump “Gazze’ye çökme planının” yeni aşamasına geçmiş oldu. Trump Beyaz Saray’a yerleşince, “ABD Gazze’ye sahip olacak”, “Gazze’yi satın almaya ve sahiplenmeye kararlıyım” şeklinde sözleriyle açık açık Gazze’ye çökmek istediğini ortaya koymuştu.

Gazze’yi ‘Konsey’ yönetecek

Trump, planını haritaları dahil Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Netanyahu ile ele aldı. Planın 9. maddesi, yani Gazze’nin nasıl yönetileceği maddesi işin esasını oluşturuyor.

Plana göre Gazze’yı bir komite, komiteyi de konsey yönetecek. 

Komite, teknokratlardan oluşacak. Bu komiteyi yönetecek kurulun adı “Barış Konseyi”, başkanı da Trump olacak. 

9. maddeye göre Barış Konseyi’nde ayrıca eski İngiltere Başbakanı Tony Blair ve isimleri daha sonra açıklanacak bazı devlet başkanları var. 

Peki bu yönetimin asıl hedefi ne? 10. madde o hedefi açıklıyor: “Gazze’yi Ortadoğu’daki bazı modern mucize şehirler gibi yeniden inşa etmek.”

Trump, kulağa hoş gelen bu ifadenin somut halini, Gazze’yi neden istediğini belirttiği ilk açıklamalarında belirtmişti: “Gazze’yi büyük bir gayrimenkul sitesi olarak düşünün. ABD ona sahip olacak ve yavaş yavaş inşa edecek.” (TRT Haber, 10.2.2025)

İsrail çevre güvenliği alacak! 

Planın 15. maddesi, Gazze’nin askeri yönetimi konusu ele alıyor. Buna göre ABD, Arap ve uluslararası ortaklarıyla birlikte geçici bir Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) oluşturacak. 

Bu güç, Gazze’de bir Filistin Polis Gücü oluşturacak, İsrail ve Mısır ile birlikte sınır güvenliği sağlayacak.

ISF, aynı zamanda İsrail Silahlı Kuvvetlerinin (IDF) geri çekilişinde boşlukları dolduracak. Bu arada IDF’nin geri çekilişi, aşama aşama olacak ama haritaya göre son çekildikleri alanda bile Gazze topraklarında tampon oluşturaraklar! Bu, “IDF, terör tehdidine karşı güvenlik sağlamak için, çevre güvenliği varlığını sürdürecek” denilerek 15. maddede plana dahil edilmiş.

Filistin’i tanımaya fren amacı

Barış Konseyi’nin bir diğer amacı da Gazze için “dinlerarası diyalog” başlatmak, bunu da 18. maddede, barış, hoşgörü gibi kulağa hoş gelen sözcüklerle süslemişler. 

Hamas’ın silahsızlandırıldığı, bağımsız denetimcilerin gözetiminde Gazze’nin askerden arındırıldığı, Gazze’den ayrılmak isteyen Hamas üyelerine güvenli çıkış garantisi verildiği bu plan, peki bir Filistin Devleti’ni hedefliyor mu?

19. madde bununla ilgili ama takvimsiz, muğlak ve olasılık dahilinde şöyle ele alınmış: “Gazze’nin yeniden kalkınması ve yönetimi ilerledikçe ve Filistin Yönetimi reform programı sadakatle uygulandıkça, nihayetinde Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı ve devlet kurma yönünde inandırıcı bir yol için koşullar hazır olabilir.”

Böylece Avrupa devletlerinin bile Filistin Devletini tanıdığı şartlarda, plan Filistin Devletinin “kurulmasını” ileri bir tarihe olasılık olarak atmış oluyor. Bir nevi süreci frenlemeye çalışıyor.

New York’taki Gazze toplantısında kararlaştırıldı

Trump’ın başkanlık edeceği Barış Konseyi‘nde, adı planda geçen E. İngiltere Başbakanı Tony Blair dışında kimler olacak? Örneğin bu planın çerçevesinin ele alındığı New York’taki Gazze toplantısına katılan ülkeler, Barış Konseyi‘nde temsil edilecek mi?

Gazze toplantısı demişken… 

O toplantının sonuç bildirgesi, Gazze’de barışın kapısını açacak lider olarak Trump’a işaret etmişti:

– “Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) devletlerinin liderleri, toplantıyı düzenleyen ABD Başkanı Trump’a teşekkürlerini sundu.”

– “Arap Birliği ve İİT devletlerinin liderleri Trump ile işbirliği yapma taahhütlerini yinelendi.”

–  “Arap Birliği ve İİT ülkelerinin liderleri, savaşı sona erdirmek, adil ve kalıcı bir barışın kapılarını açmak için Trump’ın liderliğinin önemini vurguladı.”

Trump’ın ev sahipliğinde 23 Eylül’de New York’ta toplanan Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Endonezya, Pakistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün yetkilileri, böylece Trump’a “Barış Konseyi başkanlığı” sunmuş oldular. 

Daha doğrusu toplantıya katılan ülkeler, Trump’ın planını ve Gazze’yi yönetmesini kabul ettiler. Trump da bunu 29 Eylül’de Beyaz Saray’da Netanyahu ile birlikte ila etmiş oldu.

Nitekim New York’taki Gazze toplantısına katılan Türkiye ve 7 ülkenin dışişleri bakanları ortak bir açıklama yaparak, Trump’ın planına destek açıkladılar. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan da Trump’ın planına destek açıklayarak, “sürece katkı vermeye devam edeceğiz” dedi.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
30 Eylül 2025

, ,

Yorum bırakın

Bahçeli’nin TRÇ çelişkileri

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Erdoğan’ın ABD ziyaretinin hemen öncesinde dile getirdiği TRÇ önerisini, Türkgün gazetesinde yayınlanan üç günlük söyleşiyle ayrıntılandırdı.

Ancak bu ayrıntılandırma, önerinin ilk halinden ciddi bir dönüşüme işaret ediyor. “ABD-İsrail’e karşı” diye önerilen Türkiye-Rusya-Çin ittifakının yerini, NATO’ya karşı olmayan, hatta NATO’yu bütünleyen, dahası Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) açısından ”NATO sigortası” sağlayan bir öneriye dönüştü.

Bu dönüşümde, TRÇ sorulduğunda “takip etmedim” diyen Erdoğan’ın ve daha önemlisi iktidar nezdinde “ABD’yle yeni sayfa açılmasının“ etkisi ne oranda, göreceğiz…

ABD’ye karşı’dan ‘iki yön’e bakmaya

Bahçeli öneriyi ortaya attığında, açık bir şekilde, TRÇ ittifakının “ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı” olduğunu belirtmişti. 

Söyleşinin birinci günü şöyle dedi: “Türkiye’nin NATO üyeliği eğer Türkiye’yi NATO içinden gelebilecek muhtemel saldırılara karşı korumanın ötesine geçemiyorsa, bazı NATO müttefiklerimiz en hayati önceliklerimi görmezden gelebiliyorsa, (…) her iki yöne bakma vakti gelmiştir.”

Burada anahtar sözcükler, “iki yön”dür; Bahçeli şartlar şöyle olursa, iki yöne, hem Batı’ya hem Doğu’ya bakarız, diyor. Sorun şu ki hem olursa dediği şartlar zaten oluşmuş durumda, hem de sorun öyle iki yöne birden bakılarak çözülebilecek aşamayı çoktan geçti. 

NATO sorumluluklarıyla çelişmeyen bir TRÇ mümkün mü?

Bahçeli söyleşinin ikinci günü ise daha da geri adım atıyor ve önerisinin “Türkiye’nin mevcut NATO mimarisinin yerini almaya yönelik olmadığını” belirtiyor. Devamında TRÇ’nin bir “askeri blok” olmadığını vurguluyor. Ve “NATO’nun Türkiye’ye caydırıcılık ve güvenlik sağladığından” hareketle, TRÇ’nin “askeri nitelikte kurgulanmaması” gerektiğini söylüyor, dahası “TRÇ’nin Türkiye’nin NATO yükümlülükleriyle çelişmemesi gerektiğini” savunuyor. 

Ve Bahçeli üçüncü gün, önerisini “Türkiye’nin Batı’dan vazgeçmeden Doğu ile işbirliği” şeklinde formüle ediyor.

Böylece “ABD’ye karşı” diye başlayan öneri, ”NATO’ya ve Batı’ya karşı olmayan“, dahası, “Türkiye’nin NATO sorumluluklarıyla çelişmeyecek türden bir işbirliği“ haline dönüşüyor. Nasıl olacak? Mümkün mü? Elbette değil, zira NATO konseptine göre Rusya tehdit, Çin mücadele edilecek baş rakip konumunda.

Nitekim Bahçeli sonunda, başladığı yere dönüyor: “NATO kapsamında bir müttefikimiz olan ABD ile ilişkilerimiz Avro-Atlantik bölgesi ve hatta dünya barış ve istikrarı açısından kritik önem taşıdığı gerçeğine uygun olarak (…) eşitlik ve karşılıklılık temelinde yürütülmesi esas olmalıdır.”

Bahçeli’nin TDT’ye biçtiği misyon

Meselenin işbirliği yapabilme ve ortaklık kurabilme zemini açısından daha sorunlu yanı ise şu: Bahçeli Rusya ve Çin’le bir ittifak tasarımını, Türkiye’nin Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) nezdindeki pozisyonu üzerine kurguluyor. Bir nevi TDT’nin “ağabeyi” olarak ve onları da arkasına alarak Rusya ve Çin’le ittifak tasarlıyor. 

Tasarı, bu devletlerin siyasal pozisyonlarının gerçekliğinden o kadar uzak ki devamında bakın Bahçeli ne diyor: “TDT kamuoyundaki duyarlılıklara koruyucu diplomasi ile yaklaşmak suretiyle ‘çifte sigorta’ (NATO yükümlülükleri + TRÇ’de uyumlu alanlarda derinleşme) ilkesi gözetilerek…”

Ve dahası, TRÇ “çok kutupluluğun” bir gereği olarak önerilmişken, söyleşinin üçüncü gününde TRÇ aşısından kritik önemde görülen TDT’den ”kutuplaşmaları törpüleyecek” bir yapı olarak bahsedilmektedir!

Rusya ve Çin kandırılabilir mi?

Bahçeli’nin Türkgün’deki üç günlük açıklamalarını özetlersek: 

1) TRÇ, Türkiye’nin ABD karşısında Rusya ve Çin’e dayanarak elini güçlendirmek içindir.

2) TRÇ NATO’ya karşı değildir, dahası Türkiye’nin Rusya ve Çin karşısında pozisyonunu güçlü tutmasını sağlayacak TDT açısından “çifte sigorta” niteliği taşımaktadır.

3) Türkiye, son tahlilde Avro-Atlantik’te ABD’yle müttefikliği esas almaktadır. 

Tasarı tamam da, Rusya ve Çin, bu tasarıma kanabilecek türden ülkeler mi? Asıl mesele de bu işte…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
29 Eylül 2025

, , , ,

1 Yorum

Trump’la zirvenin maliyeti

İktidarın “küresel ve bölgesel olarak yeni diplomatik sayfalar açacak” diyerek müjdelediği Erdoğan-Trump zirvesinin, Türk halkına siyasi ve ekonomik maliyetinin ağır olacağı anlaşılıyor. 

Ziyaret öncesi Trump’a jest olarak gümrük vergileri kaldırıldı. ABD ziyareti sırasında da THY için 150’si kesin, 75’i opsiyonlu 225 adet Boeing uçak anlaşması yapıldı. THY Genel Müdürü Bilal Ekşi bu alışverişi “uçak sayısı ile dünyanın en büyük beş havayolundan biri olma” hedefiyle gerekçelendirdi. Asgari ücret, emekli maaşı gibi alanlarda Türkiye’nin kaçıncılığa gerilediği elbette umurlarında değil.

Boeing İsrail’e bomba veriyor

Geçen pazar Tele1’deki yayında anlattım: Boeing sadece ticari uçak satmıyor, envanterinde askeri uçak ve mühimmatlar da var.

Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in Gazze’deki soykırım ve işgaline destek sağlayan 15 şirketi açıkladı. Bu şirketler arasında Boeing ve Lockheed Martin de var. (TRT Haber, 19.9.2025)

TRT’nin internet sayfası ayrıntıyı vermemiş ama Uluslararası Af Örgütü’nün tespitine göre “İsrail’in Filistinli sivilleri katleden hava saldırılarında kullanılan Boeing silahları şunlar: Müşterek Doğrudan Taarruz Mühimmatı (JDAM) ve GBU-39 Küçük Çaplı Bombalar.” (Agos, 18.9.2025)

Lockheed Martin demişken…

New York’taki Concordio Zirvesi’nde Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile aynı panelde konuşan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Barrack Türkiye-ABD ilişkileri üzerine bir soruya cevap verirken şöyle dedi: “Türkiye bizim en büyük müttefikimiz. Dünyadaki en büyük F-16 alıcısı, değil mi? Bu da Lockheed’i ayakta tutuyor.” (Serbestiyet, 25.9.2025)

ABD’den yüklü doğalgaz alımı

Erdoğan-Trump görüşmesinin bir diğer maliyetli başlığı enerjiydi. Trump, “Türkiye’nin yapabileceği en iyi şey Rusya’dan petrol ve gaz almamak” dedi.

Rusya’dan gaz almamak, ucuz gazdan olup, pahalı ABD sıvılaştırılmış doğalgazı (LNG) almak demektir. Nitekim Erdoğan’ın ziyareti, bu yönde başlamış bir alışverişe yeni anlaşmalar dahil etmekle sonuçlandı. BOTAŞ iki ayrı şirketle, yüksek kapasiteli ABD gazı alımı anlaşması yaptı. BOTAŞ İsviçre merkezli Mercuria şirketiyle ile yıllık yaklaşık 4 milyar metreküp kapasiteli, toplamda 70 milyar metreküpü bulan, 20 yıllık ABD’ye ait LNG alımı anlaşması imzaladı. BOTAŞ Avustralya merkezli Woodside şirketiyle, yıllık 5,8 milyar metreküp kapasiteli, 9 yıllık ABD’ye ait LNG alımı anlaşması imzaladı. 

BOTAŞ ayrıca Mayıs 2024’te ABD‘li ExxonMobil şirketiyle yıllık 3,2 milyar metreküp kapasiteli 10 yıllık, Eylül 2025’te ABD’li Cheniere şirketiyle yıllık 1,2 milyar metreküp kapasiteli 3 yıllık LNG alımı anlaşmaları imzalamıştı. 

Ayrıca şu Batılı şirketle anlaşmalar da var: Eylül 2024’te İngiliz-Hollanda ortaklı Shell şirketiyle yıllık 4 milyar metreküp kapasiteli 10 yıllık, Eylül 2024’te Fransız Total şirketiyle yıllık 1,6 milyar metreküp kapasiteli 10 yıllık, Eylül 2025’te İtalyan ENI şirketiyle yıllık 0.5 milyar metreküp kapasiteli 3 yıllık, Eylül 2024’te İngiliz BP şirketiyle yıllık 1,6 milyar metreküp kapasiteli 3 yıllık LNG anlaşmaları imzalanmıştı.

Dolayısıyla Batılı şirketlerle yıllık yaklaşık 22 milyar metreküplük anlaşmalar imzalanmış durumda. Türkiye’nin yıllık doğalgaz tüketimi ise yaklaşık 53 milyar metreküp düzeyinde.

Fiyatlar her anlaşmaya göre farklılık gösterse de, kabaca LNG, yüzde 25 daha pahalı bir gazdır. ABD, Avrupa’yı Rusya’ya yaptırıma mecbur ederek, bu ülkelerinin Rusya’dan ucuz enerji alımını kesmiş, yerine kendi pahalı sıvılaştırılmış doğalgazını (LNG) satmıştı. Bu da Avrupa ekonomilerinin durağanlığa girmesinde en önemli etken olmuştu.

Patrik’in şikayetleri

Kuşkusuz siyasi maliyetler ekonomik maliyetlerden daha önemli. Bu alanda verilecek tavizlerin başında Heybeliada Ruhban Okulu’nun geleceği anlaşılıyor, zira Erdoğan “üzerimize düşeni” yaparız dedi. Trump 10 gün önce Patrik Bartholomeos’u Beyaz Saray’da kabul etmiş, ”ekümenik, okul ve dini özgürlükler” şikayetlerini dinleyerek ekibine not aldırmıştı.  

138 dakikalık basına kapalı bölümde başka hangi alanlarda tavizlerin verildiği de yavaş yavaş ortaya çıkacaktır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Eylül 2025

, , , ,

Yorum bırakın

Trump’ın Netanyahu’dan farkı ne?

Başlıktaki çok önemli soru bir canlı yayın kazasına uğrayınca, ne yazık ki mevcut siyasal iklimde bir soruşturmaya dönüştü.

Duymayanlar için özetleyeyim: Pazar akşamları benim de sabit konuğu olduğum Tele1 TV’deki Türkiye’nin Yönü programında, programın sabit konuklarından emekli general Dr. Haldun Solmaztürk, konuşmasını bitirirken sordu bu soruyu ve kendi yanıtını da verdi. 

Konuşma sırası bana geçerken, rejideki görevli arkadaş, televizyoncuların KJ dediği, daha doğru bir tabirle ekran alt bant yazısına dönüştürüyor bu sözü. Fakat bizim programımızın sonuna yaklaştığımız için, çalışanlar bir yandan da bir sonraki canlı spor programının görüntülerini hazırlıyorlar, zira Fenerbahçe Kongresi konuşulacak. 

İşte o şartlarda, ne yazık ki görevli arkadaş Trump yerine Erdoğan yazıyor. Sunucu Musa Özuğurlu fark etmiyor bile. Zira çok kısa süre ekranda kalıyor yazı. Hatayı fark edip, altyazıyı çekiyor reji. Ama böyle bir hatayı “kollayanlar” var elbette. Pazartesi günü troller devreye sokuldu ve Tele1 hedef alındı.

Ya TRT Haber’in hatası?

Kuşkusuz altyazı aslında hukuken sorun içermiyor ama siyaseten de insani açıdan da Erdoğan ile Netanyahu’yu karşılaştırmak hem yanlış hem haksızlık. Tele1 Yayın Kurulu da bu gerekçeyle kamuoyuna açık bir özür metni yayınladı. Nitekim bir süre sonra açıklama yapan AKP Sözcüsü Ömer Çelik, altyazıya tepki gösterdi ama özre de dikkat çekti. Fakat ne olduysa ondan sonra oldu ve önce danışmanlar ardından resmi kurumlar Tele1’i hedef almaya başladı. Sonunda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bir açıklama yapıp soruşturma başlatıldığını duyurdu. 

Salı günü Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, Tele1 Sorumlu Müdürü İhsan Demir ve programın sunucusu Musa Özuğurlu, polis eşliğinde ifadeye götürüldü. Üç arkadaşımız yurtdışına çıkış yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Oysa bırakın özel televizyonları, en geniş kadroyla yayıncılık yapan TRT Haber bile zaman zaman bu tür canlı yayın kazaları yapıyor. Örneğin bir kaç yıl önce Karabağ Savaşı sırasında ekranda beliren “Azerbaycan sivillere saldırıyor” altyazısı bunlardan en hafifiydi. Hata olduğu ortadaydı ve soruşturma açılmadı elbette.

Halkın hoşgörüsü

Durum, kamuoyunun önemli bir kısmı tarafından basın özgürlüğünü sınırlama boyutu nedeniyle tepki gördü. Ortada bir suç olmamasına rağmen, bir hatanın soruşturmaya dönüştürülmesi, elbette budanan demokrasimizin geldiği yeri resmediyor. 

Öte yandan bu süreçte bazı sanatçılar ve mizahçılar da hedef alınmış durumda. “Halkı kin ve nefrete tahrik” diye bir suçlamayla kültür ortamı baskılanıyor. Halbuki halkımız gayet hoşgörülüdür ve öyle kolay kolay tahrik olmaz. (Geride kalan yıllarda yaşanan bazı “tahrik” olayları, elbette halka maledilemez, zira tipik Gladyo operasyonlarıydı.) Nitekim bu suçlamayla sayısız soruşturma yaşandı son yıllarda ama gerçekte sokaklarda tahrik olan bir halk yoktu. Ne vardı? Sosyal medyada görevli trollerin yaygarası!

Bu toprakların hoşgörüsü, hâlâ dinlenen ve söylenen türkülerimizde yaşıyor. Ama o türkülerden daha “muhafazakâr” olan şarkı sözleri nedeniyle bugün sanatçılar hedef alınıyor.

Erdoğan’ın Batı’ya demokrasi eleştirisi!

Bu arada kimi “çok cesurlar” da Tele1’in özrüne, “korkup geri adım attınız” diyerek tepki gösterdiler. 

Merdan Yanardağ başta Tele1 ailesinin korkmadığını herkes bilir. Bilmeyenlere şöyle anlatayım: Birincisi, Tele1 henüz hiçbir açıklama yokken bu özrü yaptı, bir baskı üzerine değil! İkincisi, biz devrimciler kendimize güveniriz, hata olduğunu düşünüyorsak, özür dileriz, bizim kültürümüz böyledir. Başka kültürlerdeki gibi kamuoyundan ve muhatabından özür dilemek yerine, “Allah affetsin” diyerek meseleyi geçiştirmeyiz!

Ve bitirirken konuyu trajik yapan asıl noktaya dikkat çekeyim. Arkadaşlarımızın ifade verdiği akşam, Cumhurbaşkanı Erdoğan BM genel Kurulu’nda konuştu ve şöyle dedi: “İsrail‘in artan saldırganlığı sebebiyle Avrupa başta olmak üzere Batı’da, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan değerler de çok ağır yara almıştır. En temel insan hakları, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, gösteri ve protesto özgürlüğü, kadın hakları, çocuk hakları, demokrasi, eşitlik, adalet gibi kavramlar rafa kaldırılmıştır.”

Doğru, bu demokrasi kazanımları İsrail’i savunmak adına Batı’da rafa kaldırılmış durumda. Ancak ne acı ki iç siyasi mücadele nedeniyle biz de çoktan rafa kalkmış durumda!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
25 Eylül 2025

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’nin Şara’dan istedikleri

Eski HTŞ terör örgütü lideri Colani’nin geçici Suriye Cumhurbaşkanı Şara ismiyle ABD’de, BM Genel Kurulu’nda boy göstermesi her yönüyle ironiktir.

ABD’nin başına 10 milyon dolar ödül koyduğu Colani, henüz dünyaca meşruiyet kazanmış değil. Nitekim BM Genel Kuruluna katılabilmesi için, 21-25 Eylül tarihlerine özel dört günlük izin ayrıcalığı tanındı.

Şara’nın mesajları

Şara’nın BM Genel Kurulu’nda 25 Eylül günü ne konuşacağı belli. Zaten ABD’de boy gösterdiği etkinliklerde Washington’un istediği mesajları bol bol veriyor.

Örneğin ABD’nin CBS televizyonuna röportaj veren Suriye Cumhurbaşkanı Şara, “İran milislerini ve Hizbullah’ı bölgeden kovduk” dedi. 

Kuşkusuz ne İran milislerini ne de Hizbullah’ı Suriye’den kovan, Şara’ya başlı HTŞ’li teröristler değildi. 

Suriye ordusunun Halep komutanlığında satın almalar yapılarak ordunun direnci kırıldı. İsrail satın alınmışlar aracılığıyla silah depolarını uçurdu, havalanlarını vurdu. Ve İsrail ABD’nin desteğiyle, HTŞ’nin Şam’a ilerlemesi için yol temizliği yaptı. Putin’in ifadesiyle 30 bin kişilik Halep ordusu 300 kişilik HTŞ’nin önünden çekilince, Rusya’nın da yapabileceği pek bir şey kalmamıştı. 

İsrail’le müzakerelerde ileri aşama  

HTŞ terör örgütü lideri Colani, yeni geçici Suriye Cumhurbaşkanı Şara, başına 10 milyon dolar ödül koyan ABD’de, eski CIA Direktörü General David Petraeus’un moderatörlüğünde Concordia Zirvesi’nde gündeme ilişkin soruları da yanıtladı.

Şara orada da Washington’un asıl istediği mesajı verdi: “İsrail ile güvenlik anlaşması konusunda müzakereler sürüyor ve ileri aşamalara gelmiş durumdayız.”

Esad’ın devrilmesinde HTŞ’ye önemli destek veren, devrildiği andan itibaren Suriye’ye girerek Golan’ın üstünü işgal eden, işgal ettiği topraklarda 10 askeri üs kuran ve bunları pazarlık konusu yapmadığını söyleyen İsrail, bir süredir Suriye’yle müzakereler yürütüyor!

Ve Şara da bu müzakerelerde ileri aşamaya geçildiğini müjdeliyor.

Şara’nın durumu

İşte Şara budur!

Bir terör örgütü lideri olarak emperyalizmin desteğiyle rejimin başına oturtuldu, şimdi bedelini ödüyor. Suriye-Lübnan Hizbullah’ı bağını keserek, Suriye-İran bağını keserek, Suriye topraklarını işgal eden İsrail’le normalleşerek bedelini ödüyor.

Ve biliyor ki bedel ödemeye ayak direse, kullanılıp atılacak. Bu nedenle zaman zaman Ankara’nın desteği üzerinden pozisyonunu güçlü tutmaya çalışıyor. 

Direniş Ekseninin hedef alınmasının sonuçları

Dünya bugün Filistin’e kan ağlıyor, ABD destekli İsrail’in durdurulamamasından yakınıyor. 

Çünkü ABD ve onun Ortadoğu’daki ileri karakolu İsrail, uzun yıllar boyunca Filistin için direnenleri yokederek ve İran’ın oluşturduğu direniş eksenini zayıfltarak bunları yapabildi, yapabiliyor.

Saddam Hüseyin’in ve Muammer Kaddafi’nin öldürülmelerinin, ardından Irak ve Libya’nın Filistin’e desteğinin kesilmesinin bugünlerin yaşanmasında payı var. 

İran, Irak, Suriye ve Lübnan üzerinde oluşan Direniş Ekseni’nin medyada şeytanlaştırılmasının bugünlerin yaşanmasında payı var. Direniş Ekseni’nin Filistin’i desteklediği gerçeğini perdelediler. 

İran ile Filistin arasındaki Irak, Suriye ve Lübnan bağlarının zayıflaması ABD’ye ve İsrail’e yarıyor, Filistinlilere ölüm oluyor…

ABD o eksen tamamen ortadan kalksın diye Lübnan’da Hizbullah’ın silahlarına el konulmasını zorluyor, Suriye’de Şara’nın İsrail’e taviz vererek tanımasını sağlamaya çalışıyor.

Ağır maliyetleri olacak

Bölgemizde değil günlük veya aylık, bazen yıllık projeksiyon tutarak siyaset yapmak bile yetersizdir. Zira emperyalizm uzun yılları hedefleyen stratejiler yapıyor. 

15 yıldır bölgede yürütülen Esad karşıtlığına itiraz etmemiz bu nedenleydi. 

Bölge liderlerinin, Saddam Hüseyin’in, Muammer Kaddafi’nin, Beşar Esad’ın sıra sıra tasfiye edilmesinin komşularına değil ABD ve İsrail’e yarayacağını uzun yıllardır anlatmaya çalışmamız bundandı. 

Esad karşıtlığının ağır maliyetleri Türkiye ve bölge için daha yeni başlıyor ne yazık ki!

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
23 Eylül 2025

, , , , , ,

Yorum bırakın

Trump’ın Bagram amacı

Trump Grönland, Panama ve Gazze’den sonra, şimdi de Afganistan’daki Bagram Hava Üssü’nü istiyor. Trump’ı önceki ABD başkanlarından ayıran bir özelliği, önceki başkanlar gibi demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi Amerikan yalanlarına başvurmadan, daha açık bir şekilde amacını ortaya koyması. 

Trump Bagram’ı neden istediğini de nispeten açık bir şekilde söyledi: “Burası, Çin’in nükleer silahlarını ürettiği yerden bir saat uzakta.”

ABD’nin asıl hedefi Çin

Emperyalist ABD‘nin, terörle mücadele, Afgan halkına özgürlük ve demokrasi getirme yalanıyla Afganistan’ı işgal ederken de asıl amacı Çin’di, Orta Asya’ya yerleşerek Çin’i kontrol edebilmekti, Çin ile Rusya’nın arasına yerleşmekti. 

Şimdi Trump bunu “Çin’in nükleer silahlarını ürettiği yerden bir saat uzakta” diye, nispeten daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ve burayı terk ettiği için de önceki ABD yönetimini suçluyor. Gerçi Afganistan’dan çekilmeyi ilk başkanlık döneminde kendisi de savunmuştu.

ABD-İsrail ortaklığı

Trump’ın önceki ABD başkanlarına göre amacını daha açık bir şekilde söylüyor olması, onu daha ahlaki bir siyaset mertebesine yükseltmiyor elbette. Hatta Trump, yüzyılın en büyük insanlık düşmanlığı olan İsrail’in Gazze’de Filistinlileri soykırıma uğratmasına sponsorluk yaptığı için, bir çok ABD başkanından daha da gayri ahlaki bir siyasi seviyeye düşmüş durumda.

Sadece açık açık emlak gibi nedenler üzerinden Gazze’yi istemesi bile yeterince ahlak dışı. Üstelik onunla gayri ahlaki politika yapmakta omuz omuza yürüyebileceği İsraillilerden çok var. Örneğin İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich şöyle diyor: “Gazze’nin yıkımı için çok para harcadık. Emlak ganimetini ABD ile bölüşeceğiz.”

Hakikaten bunların alçaklığını niteleyecek bir kavram, bir söz yok sözlüklerde!

ABD yalanları

SSCB dağıldıktan sonra ABD Yugoslavya’yı parçaladı; gerekçesi Balkan halklarının özgürlüğüydü. 

ABD Afganistan’ı işgal etti; gerekçesi terörle mücadeleydi, Afgan halkına özgürlük ve Afganistan’a demokrasi getirmekti.

ABD Irak’ı işgal etti; gerekçesi Saddam Hüseyin’in elindeki (olmayan) kitle imha silahlarını almaktı, Irak halkını Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarmaktı, Irak’a demokrasi getirmekti. 

ABD Libya ve Suriye saldırılarını başlattı; gerekçesi halklara özgürlüktü. 

Uygur bölgesinin önemi

ABD’nin bir de yapamadıkları var: Örneğin Uygur Türklerini Çin’in “zulmünden(!)” kurtarmak istiyor, Uygur Türklerinin bağımsızlığını amaçlıyor!

Gerçi yukarıdaki örnekler, ABD’nin bu amacındaki “samimiyetini” ortaya koymaya yeter ama tersinden bir örnekle teyit edelim. Uygur Türklerinin Çin’den ayrılmasını savunan ABD, ayrı yaşadığı halde neden Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs Rumlarıyla birlikte yaşamasını istiyor?

Mesele şu: Sincian-Uygur Özerk Bölgesi Çin’in Orta Asya’ya açılan kapısıdır. Bölge, hem Pakistan’a hem Afganistan’a hem de diğer Türk devletlerine komşudur. Pakistan’ın Gwadar limanına boşaltılan Körfez petrolü, boru hattıyla kuzeye, Kaşgar’a ulaştırılabilmektedir. Sincian-Uygur Özerk Bölgesi, Kuşak ve Yol açısından kritik önemdedir. 

ABD köprübaşı peşinde 

ABD’nin 1990’lar boyunca FETÖ tipi örgütlerle Orta Asya’ya yerleşme çabaları, Şanghay İşbirliği Örgütü içinde Çin, Rusya ve Türk devletlerinin ortak mücadelesiyle püskürtüldü.

ABD ve çeşitli terör örgütleri Özbekistan’dan, Kırgızistan’dan, Tacikistan’dan ve Sincian-Uygur Özerk Bölgesinden kovuldu. İşte Trump Bagram’ı isteyerek, ABD’nin bölgede yine bu tür faaliyetler için bir köprübaşı elde etmesini amaçlıyor.

Önemle belirtelim: ABD’nin işi, bugün dünden daha zor!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Eylül 2025

, , , , , , ,

Yorum bırakın

TRÇ ve beşli mekanizma

Bahçeli’nin “ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı Türkiye, Rusya, Çin’den oluşan TRÇ ittifakı” önermesi, kimin söylediğinden ve ne amaçla söylendiğinden bağımsız olarak, tek başına çok önemlidir. Zira Türkiye, Rusya ve Çin arasında bir ”ortaklığın”, olasılık olarak kamuoyunun önüne gelmesi, konuşulması ve tartışılması bile Atlantik’te boğulmakta olan ülkemiz açısından başlı başına önemlidir.

Önerinin Bahçeli’den gelmesi, MHP’nin Soğuk Savaş’ta biçimlenen kimliği ve Cumhur İttifakının izlediği Neo-Abdülhamitçi çizgi nedeniyle elbette anti-emperyalist, anti-Amerikancı ve NATO karşıtı kesimlerde kuşkuyla karşılandı. Önerinin Erdağan’ın 21 Eylül’deki BM Genel Kurulu sırasında ABD Başkanı Trump’la görüşme arzusunun hemen öncesinde gelmesi de kuşkuları artırdı.

Haksız değiller. Zira iktidar ŞİÖ ve BRICS’le ilişkisinden Astana Platformuna kadar hemen her ilişkisini, ABD’yle pazarlığının bir kartı olarak gördü, görüyor. Bu durum ne yazık ki Pekin ve Moskova’da da güven sorunu oluşturuyor.

Büyük güç kaymaları

Bunlar doğru ama bir doğru da şu: Erdoğan’a, Bahçeli’ye, diğer Atlantikçi siyasetçilere rağmen, Türkiye kaçınılmaz olarak Asyacılığa yöneliyor zaten. İktidar bu çıkışları Batı’yla ilişkilerinde elini güçlendirmek için yapıyor da olsa, bazı muhalif liderler sandığa üç kala Rusya karşıtlığı da yapsa, bazı muhalifler “Kürt devleti Çin’e yarar” diyerek Çin karşıtlığı da yapsa, Türkiye kaçınılmaz olarak bölgeciliğe, Asyacılığa, Küresel Güney’ciliğe kayıyor. Bu isimler ise kaymayı yavaşlatabiliyor sadece.

Bahçeli’nin çıkışı, ABD destekli İsrail saldırganlığının arttığı, “ABD’den satın alınan güvenliğin” işe yaramadığının Katar’da görüldüğü ve Suriye’de çelişmelerin sürdüğü şartlarda geldi. O bakımdan Bahçeli’nin önerisinin taktik düzeyde mi olduğu, stratejik seviyeyi mi amaçladığı net değil. Ama mesele ifade edildiği gibi “ABD-İsrail şer koalisyonuna” karşı bir “ittifak” çağrısıysa, konu hızla netleştirilebilir: ABD’nin İsrail’e dolaylı istihbarat sağladığı Kürecik Radarı’na vurulacak bir kilit, çağrı yapılan ülkelerin çağrının ciddiyetini anlamalarını kolaylaştırabilir.

Bölgesel beşli güvenlik mekanizması

Ancak şunu söylemeliyim: Ne Çin’le ne de Rusya’yla, böyle “ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı” diyerek “ittifak” kurulmaz. Çin, Rusya’yla çok gelişmiş ortaklığını bile “üçüncü ülkelere karşı değil” diyerek yürütmektedir. Kaldı ki Çin, “ittifak” türünden ilişkileri “Soğuk Savaş’tan kalma” ilişkiler diyerek reddetmekte, “işbirliği” ve “ortaklık” kavramlarını tercih etmektedir.

Pratikleşebilmesi bakımından, Türkiye’nin Çin ve Rusya’yla bu çapta bir “ortaklık” kurabilmesinden önce, Türkiye’nin Çin ve Rusya’nın bölgedeki ortaklarıyla işbirliği mekanizmaları kurması gerekir. 

ABD’nin İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu düzeni kurmaya çalıştığı şartlarda, “ABD-İsrail şer koalisyonuna” karşı bir bölgesel güvenlik mekanizmasına ihtiyaç olduğu ortada. Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan işbirliğiyle oluşturulabilecek bir beşli güvenlik mekanizması, “ABD-İsrail nasıl durdurulur” sorusunun en somut yanıtıdır.

Çekirdek anlaşma hazır

Suudi Arabistan ile Pakistan, birkaç gün önce çok kapsamlı bir savunma anlaşması yaptılar. Anlaşmanın İran ve Hindistan’ı rahatsız edebileceği üzerinde duruluyor. Oysa bu anlaşmayı çekirdek alarak kurulacak Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan beşli güvenlik mekanizması, Hindistan’ı da rahatlatacaktır.

Suudi Arabistan’ın yaptığı savunma anlaşması, pratikte, hem nükleer karta hem de Çin’in silahlarına erişmeyi amaçlıyor zira Pakistan yüzde 80’den fazla oranla Çin silahları alıyor. Diğer yandan Trump’ın “ticaret savaşı”, Hindistan’ı son ŞİÖ zirvesinde Çin ve Rusya’yla “özel üçlü görüntü” vermeye itti.

Yani şartlar aslında hiç olmadığı kadar uygun. Kıtada Çin, Rusya, Hindistan ortaklığı, bölgede Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan, Pakistan ortaklığı, son tahlilde zaten Büyük Asya Ortaklığı demektir.

“ABD-İsrail nasıl durdurulur” sorusuna gerçekten yanıt arayanların dikkatine… 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Eylül 2025

, , , ,

Yorum bırakın

İsrail nasıl durdurulur?

Katar’ın başkenti Doha’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Liği Olağanüstü Zirvesi’nin 25 maddelik sonuç bildirgesi, yaptırım çağrısı dışında, ciddi bir caydırıcılık sergilemekten uzaktı.

Oysa zirve öncesinde kimi ülkeler tarafından “İslam İttifakı”, ”Arap NATO’su”, “Ortak Operasyon Karargâhı” gibi öneriler dile getirildi. Bazı ülkeler tek tek başlıktaki soruya, “İsrail nasıl durdurulur” sorusuna yanıt arıyor ama ortak bildiriler ne yazık ki yanıtın yanından bile geçmiyor.

Erdoğan’ın önerileri

Cumhurbaşkanı Erdoğan zirvede yaptığı konuşmada, İsrail’in durdurulabileceğini savundu. “İslam âlemi İsrail’in bu yayılmacı emellerini boşa çıkaracak dirayete ve imkâna Allah’ın izniyle sahiptir” diyen Erdoğan, yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: Ekonomik  yaptırımlar, diplomatik yaptırımlar, uluslararası hukuk mekanizmalarının kullanılması, caydırıcı savunma sanayii inşası ve bölge ülkelerinin işbirliği…

Oysa bunlar zaten belli ölçülerde yapılıyor ve bunlar ne yazık ki İsrail’i durdurmaya yetmiyor, yetmez. Çünkü “İsrail nasıl durdurulur” sorusunun doğru yanıtı, gerçekte başka sorunun yanıtında…

ABD nasıl caydırılır?

“İsrail nasıl durdurulur” sorunun işlevsel yanıtı, “ABD nasıl caydırılır” sorusunun yanıtındadır.

ABD’nin siyasi, askeri, istihbari ve ekonomik desteği olmazsa, İsrail Filistin’e, Lübnan’a, Suriye’ye, Yemen’e ve İran’a saldıramaz çünkü…

Dahası, ABD Ortadoğu’da İsrail hegemonyasına dayalı bir yeni düzen inşa etmeye çalışmaktadır ve İsrail saldırganlığı haliyle bu stratejinin parçasıdır.

Dolayısıyla İsrail’i gerçekten durdurmak isteyenler, ABD’nin nasıl caydırılacağına kafa yormalıdır.

Katar dersleri

Bu köşede bir kaç kez yazdım, sorun şurdadır: Bölge ülkeleri hem Amerikancılık yapmakta hem de İsrail’e karşı çıkmaktadır! Bu durum İsrail’in şansı ve Filistinlilerin şanssızlığıdır. Çünkü Amerkancılık yaparak İsrail’i durdurabilmenin olanağı yoktur.

İşte Katar! Topraklarındaki ABD askeri varlığı, ABD füze savunma sistemi, ABD uçakları, Katar topraklarına yapılan İsrail saldırısını durdurdu mu? Tersine kolaylaştırdı. 

Katar’ın durumu, tüm Körfez ülkeleri için derslerle doludur. Daha birkaç ay önce ABD’yle toplamda 2 trilyon dolarlık anlaşma yaptılar; güvenlikleri için ABD silahları alıyorlar, güvenliklerini sağlaması karşılığında ABD’ye yatırım yapıyorlar.

Katar’da görüldü ki bu işe yaramıyor. 

Bölgenin kartları

Oysa tersini yapmak işe yarar:

Paralarına karşılık ABD’nin İsrail’e sponsorluğunu kesmelerini istemeleri işe yarar.

Türkiye’den Körfez’e bölgede çok sayıda bulunan ABD üslerini kapatmak, işe yarar. Çünkü o üsler İsrail saldırganlığını destekliyor ve İsrail’e saldırıları önlüyor.

ABD’nin çıkarlarını garanti eden anlaşmaları fesh etmek işe yarar. Çünkü o anlaşmalar, ABD’nin çıkarlarına ek olarak, fiilen İsrail’in çıkarlarını da sağlıyor.

Kafaları esir alan Amerikancılık

Karşılığında ABD’nin açık saldırganlığından korkmaya da gerek yok, zira ABD’nin bugün bölgeye açık işgal uygulayacak gücü yok. Olsaydı, Irak’taki gibi “kendi işini” kendisi yapardı. Olmadığı için Suriye ve Libya’da “vekil güç” kullandı.

Ve önemle belirteyim: Netanyahu’nun İsrail’e karşı “basın ablukası” uyguladığını savunarak Çin’den rahatsızlığını ifade etmesi, aslında bölgenin stratejik dayanaklarına işaret ediyor.

Mesele stratejik düzlemde tehdit nereden geliyor, düşman kim, dost kim, ara güç kim, düşmana karşı müttefik olabilecek kuvvetler kim, bunları hesaplamaktır…

II. Dünya Savaşı’nın ve özellikle Süveyş Krizi’nin ardından bölgeye giren ABD emperyalizminden kurtulmanın yolu, kafaları esir alan Amerikancılıktan kurtulmaktan geçiyor!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Eylül 2025

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın