Posts Tagged ABD
Güney Amerika için iki zıt program
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 18/12/2025
ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinden sonra Çin de Güney Amerika için bir strateji belgesi yayımladı. İki strateji belgesi, bölge için birbirine zıt iki program ortaya koyuyor.
Geçen hafta ilkini incelemiştik: ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, birincil önemli bölge olarak Batı yarım küreyi belirlemiş durumda. Washington, kuzeyden güneye Grönland, Kanada, Panama diye inerek, Güney Amerika dahil kıtayı kendisi adına bir nevi “münhasır bölge” ilan ediyor ve burada yeni-Monroe doktrini uygulayacağını belirtiyor.
ABD Atlantik ve Pasifik okyanusları arasındaki bu bölgede, “Yarım küre dışındaki rakiplerin, yarım kürede kuvvet veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırmasını veya stratejik açıdan hayati önem taşıyan varlıklara sahip olmasını veya bunları kontrol etmesini” engellemeyi önüne temel hedef koymuş durumda. Kim bu yarım küre dışı kuvvet? Çin.
Özetle ABD Çin’le hem Asya’da hem Güney Amerika’da ve hem de Ortadoğu ile Afrika’da bir büyük mücadele stratejisi belirlemiş durumda.
Çin’den ABD’ye yanıt
Çin, ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji belgesinin yayınlamasının hemen ardından Güney Amerika ve Karayipler bölgesiyle ilişkilerini tanımlayan kapsamlı bir strateji belgesi yayınladı. Belge, Çin’in 2016 yılında yayımladığı strateji belgesinin güncellenmiş hali. Pekin yönetimi bölgeye beş başlıkta derin işbirliği öneriyor.
Belge öncelikle bölgeyi Küresel Güney’in ayrılmaz bir parçası olarak tanımlıyor. Çok kutuplu dünya düzeni inşasına işaret ederek, “tek taraflı zorbalığa ve hegemonya kullanımına” karşı çıkıyor.
Burada bir parantez açalım: Yeni Ulusal Güvenlik Stratej belgesinde, ABD’nin Güney Amerika’daki hedeflerine ulaşmak için iki araca başvuracağı yazıyor: Birincisi, “Bölgenin, ABD’yle uyumlu hükümetlerini, siyasi partilerini ve hareketlerini ödüllendireceğini ve teşvik edeceğini”, ikincisi de bunun kaldıracı olarak, Batı yarım küredeki askeri varlığını artıracağını belirtiyor.
İşte Çin’in strateji belgesinde işaret ettiği zorbalık ve hegemonya budur.
Çin’in strateji belgesi
Peki Çin’in strateji belgesinde neler var?
– Çin öncelikle siyasi güvenin önemine işaret ediyor. Egemenlik ve toprak bütünlüğünün desteklenmesini savunuyor. Hükümetler arası diyalog merkezlerinin güçlendirilmesini öneriyor.
– Çin ticaretin ötesine geçen yapısal öneriler sunuyor. Kuşak ve Yol kapsamında altyapı projelerinin hızlandırılmasını ve tedarik zincirlerinin güvence altına alınmasını amaçlıyor.
– ABD dolarına bağımlılığı azaltacak finansal adımları büyütmeyi öneriyor. İkili ticaretlerde ulusal paralarla ticareti savunuyor ve bunun gereği olan ödeme sistemlerinin entegrasyonunu öneriyor.
– Çin askeri alanda Güney Amerika ülkeleriyle savunma işbirliği ilişkilerini geliştirmek istiyor ve Küresel Güvenlik Sistemi çerçevesinde birlikte hareket etme niyetini ortaya koyuyor.
– Çin Güney Amerika ülkeleriyle yüksek teknoloji ve uzay çalışmaları alanlarında ortaklıkları derinleştirmek istiyor.
– Çin ayrıca “Uygarlık Programı” başlığı altında bölge ülkeleriyle kültürel diplomasiyi geliştirmeyi ve insani bağları güçlendirmeyi hedefliyor.
ABD savaş, Çin kazanç vaat ediyor
Görüleceği üzere Güney Amerika konusunda birbirine zıt iki program var.
ABD, Güney Amerika ülkelerini sömürmek için yeni-Monroe doktrini uygulayacağını, kendisiyle uyumlu hükümetleri işbaşına getirmeye çalışacağını ve bölgeyi askerileştireceğini söylüyor özetle. Ki Trump Beyaz Saray’a oturduğu günden bu yana Grönland’ı ve Panama’yı açıkça istediğini ortaya koydu, bazı Güney Amerika ülkelerindeki seçimlere doğrudan müdahil oldu ve Venezuela’ya da saldırı arayışında.
Çin ise tersine Güney Amerika ülkeleriyle daha önce başlattığı ve bu ülkelerin memnun kaldığı kazan-kazan ilişkilerini geliştirmeyi vaat ediyor.
İşte ABD’nin yeni-Monroe doktrininin zayıf karnı tam da budur: Güney Amerika ülkelerinin Çin’le işbirliğinden kazancı ve mennuiyeti…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Aralık 2025
ABD İmamoğlu’nu kurtarabilir mi?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/12/2025
CHP’nin yaşadığı hukuksuzluk nedeniyle Batı merkezlerinden destek arama çizgisinin işe yaramadığı görülmüyor mu? Tersine bu çizginin içeride CHP’nin elini zayıflattığı anlaşılmıyor mu?
Bu kaçıncı?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu defalarca Batı’ya “AKP’nin bize yaptığı hukuksuzluğa karşı çık” mesajı verdiler, sayısız kere “bizi yalnız bırakmayın” çağrısı yaptılar. Karşılığında “Biz AKP’den daha Batıcıyız, daha Atlantikçiyiz, daha NATO’cuyuz” teminatı bile verdiler.
En acısı, İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in ve İngiliz İşçi Partisi’nin vermediği destek nedeniyle, “terk edilmişlik hissettiklerini” bile söyleyebildiler!
İmamoğlu’nun Atlantikçiliği
Batı’dan destek arama çizgisinin işe yaramadığı defalarca görüldüğü halde, İmamoğlu bir kez daha Washington’a sesleniyor; hem de CFR’nin dergisi Foreign Affairs’dan…
Neler söylemiyor ki…
– Türkiye için Avrupa ile daha yakın entegrasyon ve güncellenmiş Gümrük Birliği “çaresi” açıklıyor.
– AKP’nin Rusya’dan S-400 almasını eleştiriyor, “S-400 konusunun yarattığı hasarın onarılmasını” istiyor.
– İktidarın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini geciktirmesini eleştiriyor.
– AKP’nin Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdığını, ABD’yle ilişkileri gerdiğini ve NATO içindeki güvenilirliğini zayıflattığını savunuyor.
– Asya’ya, Rusya’ya, Çin’e, temel ihtiyaçlar dışında mesafeli olmayı savunuyor.
– Kıbrıs’ta “her iki tarafı” suçlayarak, yeni bir çözüm süreci istiyor.
– ABD ve AB’yle Akdeniz’de “uyum” istiyor!
– Türkiye’yi ABD’nin “öngörülebilir” bir ortağı yapmayı vaat ediyor.
CHP Erdoğan’ı yanlış tahlil ediyor
İnanılır gibi değil. Şu listeyi kimin önüne koysanız, ABD’nin Ankara Büyükelçisinin Türkiye’den talepleri sanır!
Mesele şu: İmamoğlu bu Batıcı çizgiyle tüm engelleri aşıp aday olduğunda seçim kazanabilir mi? İmamoğlu Erdoğan’la Batıcılıkta, Amerikancılıkta, Avrupacılıkta yarışarak onu yenebilir mi?
Hiç mi Kılıçdaroğlu’nun seçime üç gün kala Rusya karşıtlığı yapmasının yanlışlığı anlaşılmadı?
Erdoğan’ın dış politikası hiç mi çözümlenemedi? Erdoğan’ın Rusya ve Çin’le ilişkileri nasıl olur da “Batı karşıtlığı” diye okunabilir? Tersine Erdoğan Rusya ve Çin’le ilişkilerini, ABD’yle ilişkilerine kaldıraç yapmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın Neo-Abdülhamitçi dış politikası özetle şudur: Rusya’yla işbirliği yaparak kendisine bölgede alan açmak, bunu ABD’yle ilişkilerinde kaldıraç olarak kullanmak ve bu ilişkileri AB ile dengelemeye çalışmak.
Çare Washington’da değil, Saraçhane’de
Hiç eğip bükmeye gerek yok. İmamoğlu’nun mesajı ABD’ye “beni kurtar” mesajıdır, “karşılığında daha Amerikancı bir yönetim kurarım” vaadidir.
Yazık ki İmamoğlu, kendisinin Rahip Brunson gibi Trump tarafından kurtarılabileceğini sanıyor. Yazık ki İmamoğlu Trump’a “ben Erdoğan’dan daha Atlantikçiyim” mesajı verince, Washington tarafından tercih edileceğini sanıyor!
Oysa tersine, ABD, kim ne vaat ederse etsin, sahaya yansıması bakımından, işlevi bakımından, yararı bakımından, AKP’den daha Atlantikçi bir partinin şu konjonktürde olamayacağını biliyor. CHP “ben daha Atlantikçiyim” dese bile, Washington, pratikte CHP’nin AKP’den daha fazla ve yararlı bir Atlantikçilik yapamayacağını gayet iyi biliyor.
Zira Erdoğan partisini ve tabanını Atlantikçiliğin her türlüsüne ikna edebilir ama Özel-İmamoğlu ikilisi CHP içindeki bağımsızlıkçı, antiemperyalist, yurtsever, Kemalist damarı ikna edemez.
Sonuç olarak İmamoğlu’nu ABD kurtarmaz, kurtaramaz ama Saraçhane Cephesi kurtarabilir. Tabii o cepheyi Batıcı çizgisiyle eritmezse!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Aralık 2025
Transatlantik çözülme
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 11/12/2025
ABD’nin Cumhuriyetçi Parti Kongre üyesi Thomas Massie, Temsilciler Meclisi’ne “ABD’nin NATO’dan çekilmesini” isteyen bir yasa teklifi sundu.
Massie, teklifinde NATO’yu “Soğuk Savaş kalıntısı” olarak niteledi ve ittifaka ayrılan bütçenin “ABD’nin kendi savunması için kullanılması gerektiğini” savundu.
NATO’nun genişleyerek “asıl işlevini yitirdiğini” belirten Cumhuriyetçi Kongre üyesi Massie, ittifakın “artık ABD’nin güncel ulusal güvenlik çıkarlarıyla örtüşmediğini” savundu.
NATO tartışması dünyanın yararına
Yasa teklifinin, ABD’nin Avrupa’yla ilişkilerini “gevşeteceğine” işaret eden yeni Ulusal Güvenlik Strateji belgesiyle eş zamanlı olması anlamlı ancak teklifin yasalaşması mümkün değil. Çünkü ABD’nin NATO’dan vazgeçmesi mümkün değil.
Ancak yine de böyle bir teklifin Kongre’ye gelmiş olması, ABD içinde NATO’nun sorgulanması, işlevinin tartışılması, bütçesinin yük olarak görülmesi önemli ve dünyanın yararına. (Bu arada ABD’de bile Kongre’ye “NATO’dan çekilme” teklifinin gelebildiği şartlarda, TBMM’ye de böyle bir önergenin gelebilmesi gerekmez mi?)
ABD-NATO-AB
Avrupa’da zaten bir süredir NATO tartışması vardı. Fransa “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” savunuyor. Üstüne Almanya başta bir çok ülke, özellikle Trump’ın Ukrayna barış planıyla birlikte NATO’nun geleceğini sorgulamaya başladı.
ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesi açıkça “NATO’nun sürekli genişleyen bir ittifak olarak algılanmasını sona erdirmek ve bunun gerçeğe dönüşmesini engellemek” şeklinde bir “Avrupa genel politikası önceliği” ilan etmiş durumda. Dahası, belge “Bazı Avrupa ülkelerinin güvenilir müttefikler olarak kalmaya yetecek kadar güçlü ekonomilere ve ordulara sahip olup olmayacağı henüz belli değil” diyor.
Haliyle bu durum, zaten “ABD bize sırtını mı dönüyor” diyen bazı Avrupa başkentlerinde tedirginliği artırdı.
Merz Trump’a yalvardı
”Transatlantik çözülme” işaretleri veren gelişmeler karşısında en tedirgin başkentin Berlin olduğu görülüyor. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesinin “bazı kısımlarını, Avrupa perspektifinden kabul edilemez” bulduklarını açıkladı.
Bu, Trump’ın ne kadar umurunda, elbette soru işaretli ama Almanya açık açık ABD’ye “bize sırtını dönme” mesajı verdi. Merz Trump’a şöyle seslendi: “‘Önce Amerika’ iyi, ama ‘Yalnız Amerika’ sizin çıkarınıza olamaz. Dünyada ortaklara da ihtiyacınız var. Bu ortaklardan biri Avrupa olabilir. Avrupa ile anlaşamıyorsanız, en azından Almanya’yı ortağınız yapın.”
Merz’in “bari Almanya’yı dışlamayın” sözleri, “büyük Alman gururunu”ayaklar altına alıyorsa da mevcut ekonomik, askeri ve siyasi şartlar, Berlin’i hâlâ “Washingtonsuz hareket edemez” pozisyonunda çakılı tutuyor.
AB’nin birliğini koruma sorunu
Almanya ve bazı AB ülkeleri, Ukrayna’nın yenilgisini, AB açısından NATO’nun yenilgisi ve buradan hareketle çözülmesinin başlangıcı olarak yorumluyorlar. Trump’ın Rusya’yla masaya oturması ve AB’yi masanın dışında tutması, AB başkentlerinde ABD-AB ilişkilerinin zayıflaması ve “Transatlantik çözülme” işareti olarak yorumlanıyor.
Ve buradan hareketle üzerinde asıl durulması gereken de şu: AB, ABD’siz birliğini koruyabilir mi? Çünkü “Transatlantik çözülme”nin AB içinde farklı çıkarlara göre hareket etme öncelikleri oluşturacağı düşünülüyor. Örneğin Almanya’da “Fransa nükleer füzeleri bizi ne kadar koruyabilir” endişesi oluşacağı, örneğin Polonya’nın Baltık ve Doğu Avrupa ülkeleriyle farklı bir çıkarı savunabileceği, örneğin Akdeniz ülkelerinin bambaşka bir gündemle hareket edebileceği gibi endişeler daha şimdiden tartışılıyor.
Avrupa’da bunlar tartışılırken, bizde hâlâ iktidar ve ana muhalefet partileri, dış politikalarının merkezine yerleştirdikleri “AB üyeliği hedefini” pazarlıyorlar!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Aralık 2025
Yeni-Monroe doktrininin zayıf karnı
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 09/12/2025
II. Paylaşım Savaşı sonrasında İngiltere, zayıflayan gücü nedeniyle, 31 Mart 1947’den itibaren Yunan Hükümeti’ne artık yardım edemeyeceğini ilan etti. Yunanistan’da hükümet ve dış destekçileri, Yunanistan Komünist Partisi’ne karşı mücadele ediyordu.
İngiltere’nin bu kararı ABD’nin Avrupa’yı önceleyen stratejisinin de temel nedenlerinden biri oldu. ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de yaptığı konuşmada, Kongre’den Yunan Hükümeti’ni Komünistlere karşı desteklemesini istedi. (Ayrıca Türkiye’ye yardım sağlanmasını da…)
İşte ABD’nin Avrupa’yı “komünizme karşı koruma” stratejisi “resmi olarak” buradan çıktı.
ABD batı yarım kürede yeni-Monroe doktrini ilan etti
Bu girişi şundan anımsattık: Avrupa’nın “Amerikan koruma şemsiyesine” sahip olması için Truman’ın 12 Mart 1947 konuşması ne kadar kritikse, o şemsiyenin kapanabileceğine işaret eden Trump’ın Kasım 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi de o denli önemli…
Çünkü ABD, Avrupa kıtasını artık birincil öncelik olmaktan çıkarıyor. 8 Aralık’ta Cumhuriyet gazetesindeki köşemde analiz ettiğim gibi, Trump yönetimi artık ABD’nin birincil önceliğinin Batı yarım küresi olduğunu Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesine kaydetmiş durumda. Atlantik ve Pasifik arasındaki Kuzey ve Güney Amerika’yı “kendi alanı”(!) ilan eden ABD yönetimi, bu bölge için yeni-Monroe doktrini uygulayacağını ilan etti.
Monroe doktrini, daha çok “ABD’nin Avrupa işleriyle ilgilenmeyeceği ve karışmayacağı” yönü üzerinden “izolasyonist” bir strateji olarak sunulsa da, aslında doktrin temelde ABD’nin Avrupa’ya “Güney Amerika’yi sömüremezsin çünkü ben sömüreceğim” ilanıdır.
Trump’ın yeni-Monroe doktrini de aynı şeyi söylüyor: ABD “Yarım küre dışındaki rakiplerin, Yarım kürede kuvvet veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırmasını veya stratejik açıdan hayati önem taşıyan varlıklara sahip olmasını veya bunları kontrol etmesini engellemeyi” önüne temel hedef koyuyor. Kuşkusuz buradaki “dış kuvvet” Çin’dir.
Çin-Güney Amerika ilişkisi
Yani ABD 19. yüzyılda kendi hakimiyet alanı saydığı Güney Amerika için Avrupa’ya karşı Monroe doktrini ilan etmişti, 21. yüzyılda da yine kendi hakimiyet alanı saydığı Güney Amerika için Çin’e karşı yeni-Monroe doktrini açıklamış oldu.
Elbette Çin’in 21. yüzyılda Güney Amerika ile yürüttüğü ilişki türünün Avrupa’nın 19. yüzyılda Güney Amerika ile yürüttüğü ilişki türünün birbirinin zıttı olduğunu önemle belirtelim. Bu zıtlık aynı zamanda Trump’ın yeni-Monroe doktrininin zayıf karnını oluşturuyor.
O nedenle de ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Çin’in Güney Amerika ülkeleriyle iyi ilişkilerine karşı, önüne “ABD’yle uyumlu hükümetleri, siyasi partileri ve hareketleri ödüllendirme ve teşvik etme” görevi koyuyor. Bunu “ABD’nin Güney Amerika’da rejim değiştirme operasyonları” hevesi olarak okuyabiliriz.
ABD stratejisinin özü: Çin’le büyük mücadele
Görüleceği üzere ABD’nin “birincil önemde” olduğunu dünyaya ilan ettiği Batı yarım küredeki asıl rakibi Çin. “İkincil önemde” olduğunu ilan ettiği Asya’daki asıl rakibi zaten Çin. Trump yönetimi burada hedefi “Hint-Pasifik’i ABD’ye açık tutmak” diye ilan ediyor ki bunu “bölgeyi ABD’nin hakimiyet alanı haline getirme amacı” diye okuyabiliriz.
Ve Trump yönetimi Asya’nın batısındaki “Ortadoğu” için de “bölgenin enerji kaynaklarına ve yollarına düşman saydığı güçlerin hakim olmasını engellemek” görevini koymuş. Benzeri Afrika için de geçerli. Dolayısıyla ABD Ortadoğu ve Afrika’da da aslında Çin’le mücadele stratejisi belirlemiş durumda.
Bu durumda özetle Trump yönetiminin hazırladığı Ulusal Güvenlik Stratejisinin aslında “ABD’nin Çin’e karşı yürüteceği büyük mücadelenin stratejisi” olduğu anlamına gelir.
ABD’den Avrupa’ya “koruma şemsiyesi kapanacak” mesajı
Peki Avrupa bunun neresinde?
Belge şu temel saptamayı yapıyor: “Avrupa ekonomisi geriliyor, daha önemlisi Avrupa uygarlığı da geriliyor.”
Bu saptama ve üzerine inşa edilen strateji, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in bu yılın Şubat ayında Münih Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmayla çok uyumlu. O konuşma Avrupa’da “eski dünya düzeninin sonunun geldiğinin işareti” olarak yorumlanmıştı.
ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi özetle ABD’nin Avrupa’ya “artık bölgende birincil sorumluluğu üstlen” mesajı veriyor, “ABD’nin Avrupa’ya koruma şemsiyesinin yavaş yavaş kapanacağını” söylüyor…
ABD, Avrupa’yı Çin’e karşı mücadelede yanında tutmak istiyor
Ancak emperyalist ABD, Avrupa’yı iki temel nedenle “gözardı edemeyeceğini” de belirtiyor. Birincisi ABD ile AB arasındaki Transatlantik ticaretin hâlâ “küresel ekonominin ve Amerikan refahının temel direklerinden birisi olması” nedeniyle, ikincisi de ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin “özü” nedeniyle…
Belgede açıkça “Avrupa’yı gözardı etmek, ABD’nin bu yeni stratejisini baltalamak olur” deniyor. Çünkü yeni stratejinin “özü” ABD’nin Çin’le yapacağı büyük mücadeledir. Ve ABD yönetimi, Çin’e karşı büyük mücadelesinde elbette Avrupa’yı yanında müttefik tutmak istiyor ve bu nedenle 1947’de başlattığı sorumluluğunu kesmek yerine adım adım azaltmayı tercih ediyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
9 Aralık 2025
ABD’nin Çin’le mücadele stratejisi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/12/2025
Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi, önümüzdeki birkaç on yıl boyunca, ABD’nin çok kutuplu yeni dünyada hangi hedeflere, hangi araçlarla hangi yoldan ilerleyeceğinin planlamasıdır.
Çünkü belge, öncelikle ABD’nin zayıfladığını saptıyor ve buradan hareketle “dünya düzenini ayakta tutma görevinin sona erdiğini” belirterek, müttefiklerini “bölgelerinde birincil sorumluluğu üstlenmeye” çağırıyor.
ABD üç temel amaç belirlemiş durumda. ABD’nin birincil önceliği Batı-Yarım Küreyi işbirliği yapan ve yabancı güçlerden arınmış bir bölge yapmak, ikincil önceliği Hint-Pasifik’i ABD’ye açık tutmak (hakimiyet alanı haline getirmek), üçüncül önceliği de Ortadoğu enerji kaynaklarına ve yollarına düşman saydığı güçlerin hakim olmasını engellemek.
Bu üç öncelik de temelde ABD’nin stratejisini Çin’e karşı oluşturması demektir. Dolayısıyla ABD’nin üç amacı da sonuçları itibariyle tek bir amaca, Çin’e yöneliktir:
Yeni-Monroe doktrini
ABD açısından artık birincil önemli bölge Batı Yarım Küredir; yani Pasifik ve Atlantik’in arasındaki Kuzey ve Güney Amerika’dır. ABD bu bölgede yeni-Monroe doktrini uygulayacak. Yani ABD “Yarım Küre dışındaki rakiplerin, Yarım Küre’de kuvvet veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırmasını veya stratejik açıdan hayati önem taşıyan varlıklara sahip olmasını veya bunları kontrol etmesini” engellemeyi önüne temel hedef koymuş durumda. Kuşkusuz buradaki “dış kuvvet” Çin’dir. (Orijinal Monroe doktrininin hedefi Avrupa ülkelerinin Güney Amerika’ya sızmasını önlemeye dönüktü. Şimdiki ise Güney Amerika’yı Çin’e karşı cephenin “sıklet alanı” yapmayı amaçlıyor.)
ABD bu amaca ulaşabilmek için birincisi, “Bölgenin, ABD’yle uyumlu hükümetlerini, siyasi partilerini ve hareketlerini ödüllendirecek ve teşvik edecek”, ikincisi de bunun kaldıracı olarak, Batı Yarım Küre’deki askeri varlığını artıracak.
Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, ABD’nin Batı Yarım Küre’deki kaynaklara çökmesini formüle etmiş: “Ulusal Güvenlik Konseyi, İstihbarat Topluluğumuzun analitik biriminin desteğiyle, Batı Yarım Küre’deki stratejik noktaları ve kaynakları tespit etmek ve bunların korunması ve bölgesel ortaklarla birlikte geliştirilmesi amacıyla, kurumlara görev vermek üzere güçlü bir kurumlararası süreç başlatacaktır.”
Asya-Pasifik’te büyük mücadele
ABD, Asya-Pasifik’te, esas rakibi Çin’le birkaç on yıl sürecek bir büyük mücadele öngörüyor, ama bunu “Amerikan caydırıcılığını” artırarak savaşsız yürütmek istiyor.
Strateji belgesine göre Amerikan caydırıcılığı ekonomik ve askeri caydırıcılık şeklinde uygulanacak.
Ekonomik caydırıcılık için:
– ABD, Çin’le ekonomik ilişkiyi dengelemek istiyor. Bu amaçla, “Çin mallarını dolaylı olarak aracılar ve Meksika dahil olmak üzere bir düzine ülkedeki Çin yapımı fabrikalardan ithal etmeyi azaltacağını” belirtiyor.
– ABD Çin’e karşı “birleşik ekonomik güç” oluşturma amacında. Bu öncelikle Hindistan’ı kazanmayı gerektiriyor.
– ABD, Küresel Güney’i bölmek istiyor. Bunun için de Avrupalı ve Asyalı müttefikleriyle “ihracat koalisyonu” kurmak istiyor.
– ABD, “düşük gelirli ülkelerin sermaye piyasalarını geliştirerek, para birimlerini dolara daha sıkı bağlamalarını sağlayıp, doların dünya rezerv birimi olmasını sürdürmek” istiyor.
Askeri caydırıcılık için:
– ABD bölgede askeri üstünlük sağlayarak, “Tayvan konusunda bir çatışmayı caydırmayı” önceliyor.
– ABD Birinci Ada Zinciri boyunca, müttefikleriyle “kolektif askeri güç” oluşturmayı hedefliyor.
Ortadoğu ve Afrika’da da hedef Çin
Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi, “en az yarım yüzyıldır ABD dış politikasının birinci bölgesi olan” Ortadoğu’ya odaklanmanın gerekçelerinin adım adım ortadan kalktığını savunuyor. ABD’nin bu bölgedeki ulus-inşası dönemini kapattığını ve reform dayatmayı bırakacağını belirten belge, ABD’nin bölge önceliklerini şöyle sıralamış: “Körfez enerji kaynakları düşmanın eline geçmemeli, Hürmüz Boğazı açık kalmalı, Kızıldeniz seyrüsefere elverişli kalmalı, bölge ABD çıkarlarına karşı terör kuluçka merkezi veya ihracatçısı olmamalı, İsrail’in güvenliği sağlanmalı.”
Aslında burada da ve sonraki bölümde ele alınan Afrika’da da ABD’nin asıl hedefi yine Çin. Dolayısıyla Trump’ın Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, özetle ABD’nin Çin’e karşı yürütüceği büyük mücadelenin stratejisidir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Aralık 2025
CHP programında ŞİÖ ve BRICS yok
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 29/11/2025
CHP’nin yeni programının taslağı, yoğun gündem nedeniyle, basında hakkıyla ele alınamadı, tartışılamadı. Programın eksiklerine, hatalarına, yanlış yönelimlerine elbette dikkat çekenler oldu.
Özellikle “Türk milleti” kavramının buharlaşıp yerinin “yurttaşlıkla” doldurulmasına haklı tepkiler geldi. Hatta CHP yönetiminin bir PKK icadı olan “eşit yurttaşlık” kavramını programına sokması da eleştirildi.
Eşit yurttaşlık ile yurttaşların eşitliği farkı
Elbette haklı eleştiriler bunlar. Zira yurttaşlık, zaten modernist eşitliğin kavramıdır. Hanedanların, krallıkların feodal düzenindeki kulluk, devrimlerle, ulusal devlette eşitlenerek yurttaşlığa dönüşmüştür. Yani yurttaşlık zaten eşitlik içermektedir. Dolayısıyla “eşit yurttaş” demek, “sıvı su”, “sıcak ateş” demek gibi yanlış bir nitelemedir. Dolayısıyla eşitsizlik sorununa işaret etmesi gereken kavram “eşit yurttaşlık” değil, “yurttaşların eşitliği”dir ki bunun sebebi de sınıfsaldır.
PKK ve türevlerinin “yurttaşların eşitliği” yerine “eşit yurttaşlık” demesi ise farklı sosyolojik kategoriler olan etnisite ile ulusu eşitleme niyetiyledir. Ve bu amaçla kullanılan “eşit yurttaşlık” nitelemesi, örneğin “nasıl bir yurttaş” sorusuna yanıt ararken dile getirilen “yoksulluktan kurtulmuş, başı dik, eşit ve özgür yurttaş” gibi bir nitelemeden köklü bir şekilde farklıdır.
CHP Asya’ya kör
Ne yazık ki CHP programının dış politika bölümü üzerinde uzun uzun konuşulacak pek bir şey yok. Hatta şu saptamayla başlarsam, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır: CHP’nin program taslağında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) yok, BRICS yok!
CHP programda Avrupa Konseyi var, AB var, AGİT var, NATO var, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) var, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) var ama ŞİÖ yok, BRICS yok!
Oysa Türkiye 2012’den beri ŞİÖ’nün “diyalog ortağı”dır. Ve Türkiye, BRICS zirvelerine katılan, zaman zaman üye olma amacını da ortaya koyan bir pozisyondadır. Dahası Türkiye’nin ŞİÖ ve BRICS içinde olması gereken statüde olamamasının nedeni de iktidarın “neo-Abdülhamitçi” dış politikasıdır; Asya’yla işbirliğini Atlantik’le pazarlıkta kozkart yapma hevesidir.
CHP’nin Amerikancılığı ve Avrupacılığı
CHP’nin dış politikasında İİT bile varken, neden ŞİÖ ve BRICS yok? Yanıtı CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Batı gazetelerine verdiği “Biz AKP’den daha Batıcıyız, daha NATO’cuyuz, daha AB’ciyiz” mesajlarındadır. Yanıtı eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçime üç kala hiç konusu bile yokken Rusya karşıtlığı mesajlarındadır. Yanıtı eski CHP/SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’ın “AB’ye girmeden Gümrük Birliğine girişe” imza atmasındadır.
Yanıtı, CHP’nin tıpkı iktidar partisi gibi, dış politikasının merkezine “Türkiye’nin AB üyeliği” hedefini koymasındadır. Bunca yıla, bunca açklamaya, bunca olguya rağmen, Türkiye’nin birinci, ikinci ve sıra sıra diğer partilerinin hâlâ “AB üyeliği” hayali kurabilmesi, açık söyleyelim, Amerikancılık ve NATO’culuk nedeniyledir. Türkiye’de AB’cilik, Amerikancılığın ve NATO’culuğun gereğidir. Türkiye’de AB’cilik, ABD’nin Türkiye’yi Asya’ya yönelmemesi için AB kapısında tutabilmesi içindir.
CHP programının dış politikası yok!
CHP’nin dış politika programı hakkında uzun uzun yazabilmek ne yazık ki olası değil, çünkü neredeyse “CHP programının dış politikası yok!”
Dünya analizi, Türkiye’nin yeni dünyada nasıl konumlanması gerektiği, Türkiye’nin hangi tehditlerle karşı karşıya olduğu, bu tehditlere karşı nasıl ve hangi güçlerle işbirliği yaparak pozisyon alabileceği gibi konular, yok derecesinde ne acı ki…
Tamam, CHP ağır saldırı altında ve iktidarın bu saldırısına karşı mücadele önemli. Ancak bu, parti programının “iktidara karşı mücadele eylem kılavuzu haline” getirilmesini gerektirmiyor. Program başka, eylem kılavuzu başka. Mücadele önemli fakat kendisini iktidar adayı olarak gösteren CHP ekonomide, dış politikada kapsamlı bir program sunmadan halkın oyunu nasıl alacak?
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
29 Kasım 2025
28 maddelik plan sonunda kimin olacak?
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 25/11/2025
ABD’nin 28 maddelik Ukrayna planı, havadan bırakıldı ama masaya mı yere mi düşeceği net değil. Zira Alaska planını Ukrayna’ya, daha doğrusu AB’ye kabul ettiremeyen Washington’un ikinci ve genişletilmiş, esnetilmiş planı bu…
Ancak sızdırılan 28 maddelik plan da Ukrayna ve AB tarafından reddediliyor. Öyle ki ABD bile kendi planını net bir şekilde savunamıyor.
Örneğin önce “Zelenskiy, barış planımı beğenmek zorunda kalacak. Ona Oval Ofis’te, ‘Kartlar sende değil’ demiştim” açıklaması yapan ABD Başkanı Donald Trump, AB’den gelen tepkilerin ardından plan için “28 maddelik plan nihai teklif değil” dedi.
Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Senatör Mike Rounds’a “Plan bizim değil, bize ulaştırılmış bir öneri” dediği iddia edildi. Nitekim Senatör Rounds benzer çekilde “Bu bizim planımız değil. Aracı olarak ilettik. Biz sızdırmadık” açıklaması yaptı. Yine Rubio’nun görüştüğü senatörlerden Angus King de şöyle dedi: “Sızdırılan belge yönetimin pozisyonu değil; Rusya’nın istek listesi. Metin, Rusya’yı temsil ettiği düşünülen bir kişi tarafından Trump’ın gayriresmî barış temsilcisi Steve Witkoff’a verildi. ABD sadece alıcı konumundaydı.”
Görünen o ki havadaki 28 maddelik plan masaya düşmezse Rusların önerisi olacak, masaya düşer ama sonuç alınmazsa Witkoff planı olacak, sonuç alınırsa Trump planı olacak.
Putin’den AB’ye “kuklanı ikna et” uyarısı
Moskova genel anlamda 28 maddeli planı, Alaska planının gerisinde olsa da, olumlu değerlendiriliyor. Örneğin ABD’yle müzakerelerde yer alan Rusya Doğrudan Yatırım Fonu başkanı Kirill Dmitriev, planla ilgili “Savaş kışkırtıcılarının propagandası nedeniyle, birçok kişi Trump’ın barış planının Ukrayna’yı daha da büyük toprak ve can kaybından kurtarmak için tasarlandığını gözden kaçırıyor” diyor.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vlademir Putin de planın AB ve Ukrayna için şans olduğuna işaret ediyor. Putin “savaş kışkırtıcısı” diye nitelediği AB’ye seslenerek, “Ya planı kabul edersiniz, ya da özel askeri harekatımızın hedeflerine askeri yollarla adım adım ulaşırız. Kuklanızı ikna edemezseniz, bir şekilde işleri halledeceğiz” diyor.
Çanlar Zelenski için çalıyor
ABD yönetimi içinden isimler planın sahibi konusunda muğlak konuşsa da ABD planla ilgili Ukrayna’ya süre ültimatomu vermiş durumda. ABD “27 Kasım’a kadar barış planını onaylamazsa, Ukrayna’ya silah tedarikini ve istihbarat paylaşımını durdurducağını” açıkladı.
ABD’nin Ukrayna’ya askeri yardımı kesmesi, asıl AB’yi etkileyecek. Zira AB yönetimi, kendi silah yardımı kapasitesiyle Ukrayna’nın cephede savaşı uzatamayacağını kısa zamanda görmüş olacak. Bu durum ise Ukrayna halkına fazladan kayıp verdirmekten ve toprak kaybettirmekten başka bir şeye yaramayacak.
O durumda ise çanlar asıl Zelenski için çalmaya başlayacak ve Ukrayna içinde kritik bir iç siyasi mücadele başlayacak.
Çin ve İran faktörleri
Gelelim asıl soruya: Trump yönetimi, Biden yönetiminden farklı olarak neden Ukrayna’daki savaşı bitirmeye çalışıyor?
Buna verilen yanıtların başında ABD’nin “tersine Kissinger yöntemi” ile Rusya’yı Çin’den koparmaya çalışmak istemesi geliyor. Doğru, ABD için baş rakibi Çin’i yalnızlaştırmak, Rusya gibi bir nükleer gücün Çin’le “kapsamlı ortaklık” yapmasını durdurabilmek kritik önemde. ABD’nin bunu istediği zaten sır değil. Hatta ABD yönetiminin, bunun gerçekleşebilmesi için Rusya’ya daha büyük tavizler vermek isteyeceği de görülüyor. Ancak Rusya’nın Çin’le ortaklığının getirisinden vazgeçmeye niyeti yok. Ki Moskova yönetimini ABD-AB-NATO’nun Rusya’yı Ukrayna’dan kuşatma stratejisine karşı direnişinde Çin’in kritik destek rolünü gözardı edebilmesi, unutması, Moskova açısından pek akıllıca olmaz.
Diğer yandan Trump’ın Rusya’yla barış aramasını, İran konusunda pazarlığa bağlayan görüşler var. Buna göre Trump Ukrayna’nın üçte birini Rusya’ya verecek, Putin de ABD-İsrail’in İran’a yapacağı rejim değiştirme operasyonuna sessiz kalacak! Bu da olası görünmüyor. Zira ŞİÖ ve BRICS üyesi İran, son tahlilde Asya’nın, Çin ve Rusya’nın ön cephesidir. Dahası ABD-İsrail’in İran’a yerleşmesi, Rusya’nın bu kez güneyinden tehdit altında kalması demektir ki Moskova böyle bir tuzağa düşmez.
Trump “uzun savaş stratejisinin” çöktüğünün farkında
Trump’ın Rusya’yla Ukrayna’da barış aramak zorunda kalmasının asıl nedeni şu: ABD hegemonyası zayıflıyor ve Washington’un öyle bir kaç yerde birden savaş organizasyonu yapacak, finanse edecek gücü yok.
Diğer yandan Putin’in “gerekirse nükleer kartını” kullanacağını net bir şekilde ortaya koyması, ABD açısından önemli bir caydırıcılık anlamına da geliyor. Washington biliyor ki Rusya’nın kaybetmesi demek, aslında hepsinin kaybetmesi demek!
Ayrıca ABD içinde kimi kritik isimler, ABD’nin Ukrayna hatta Suriye’de oyalanmasının, baş rakipleri Çin’e yaradığını düşünüyor. Bu nedenle bu ağırlıklardan kurtularak sağlam bir Asya-Pasifik stratejisinin uygulanmasını istiyor.
Kısacası ABD’nin Ukrayna’da “uzun savaş” stratejisini sürdürecek gücü yok ve Trump bunu “masa kuran ve barış yapan lider” makyajıyla örtmeye çalışıyor. Putin de Rusya’nın kazancı karşılığında Trump’ın bu şovuna alkışla destek veriyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
26 Kasım 2025
ABD’nin İran planı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 20/11/2025
Siyaset ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün (IPIS) İran’ın başkenti Tahran’da düzenlediği “Saldırı Altında Uluslararası Hukuk” konferansına yazılı sunduğum görüşlerimi Ufuk Ötesi’nde siz Cumhuriyet gazetesi okurlarının da dikkatine sunacağım.
Çünkü İran üzerindeki ABD-İsrail baskısı ve emperyalizmin İran planlaması, doğrudan ülkemizi ve bölgemizi ilgilendiriyor, geleceğimizi etkiliyor.
1. Nükleer çifte standart
Nükleer silahlanma konusunda endişeli olan tüm ülkeler, öncelikle İsrail’in nükleer silahı olup olmadığını resmileştirmelidir.
Biliyoruz, İsrail’in nükleer silahları var, uzun yıllar önce ABD desteğiyle geliştirildi ama resmi olarak varlığı gizleniyor.
Peki nükleer silah sahibi ülkeler, nükleer silahları olduğunu ilan etmişken, İsrail’in nükleer silahları neden gizleniyor? Ortadoğu’da İsrail’in nükleer silahının olduğu kabul edilirse, bölgedeki diğer ülkelerin de edinme hakkı doğar diye…
Nükleer silahlanma konusundaki bu çifte standart, uluslararası hukukun şu anda en temel sorunlarının başında gelmektedir.
2. İsrail’i durdurmak isteyen, ABD’ye karşı durmalı
İsrail, ABD Başkanı’nın ifadesiyle ABD emperyalizmin Ortadoğu’daki ileri karakoludur. İsrail, Almanya Başbakanı’nın ifadesiyle, Avrupa’nın kirli işlerini yapan taşerondur.
Bu nedenle Ortadoğu’nun asıl sorunu İsrail değildir, emperyalist ABD’dir. Emperyalist ABD’nin siyasi, askeri, istihbari ve ekonomik desteği olmasa, İsrail saldırganlığı da olmaz. ABD varsa İsrail tehdidi vardır, ABD yoksa İsrail tehdidi yoktur.
O nedenle bölge ülkeleri okun ucunu ABD’ye yöneltmelidir.
Bölge ülkelerinin Amerikancılık yaparak İsrail’e karşı çıkmaları gerçekçi değildir, işlevsel değildir, etik değildir.
3. ABD’nin İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu planı
ABD İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu düzeni kurmaya çalışıyor.
ABD 1990-2005 arasında 15 yıl Irak’ı hedef aldı, 2010-2025 arasında 15 yıl Suriye’yi hedef aldı, şimdi de 15 yıl boyunca İran’ı hedef almak istiyor.
Bu amaçla ABD bölgede İran’a karşı bir cephe inşa etmeye çalışıyor: İran’ı kuzeyinden Güney Kafkasya’dan, batısından Türkiye ve Irak’taki üsleri üzerinden, güneyinden Körfez’deki üsleri ile kuşatmak istiyor. Ve ABD Pakistan’ı da İran’ı doğusundan çevrelemekte kullanabilmek için zorluyor.
4. ABD Kuşak ve Yol’u Ortadoğu’da düğümlemek istiyor
Emperyalist ABD’nin ana stratejik hedefi Çin’dir.
ABD, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol’u, Ortadoğu’da düğümlemek istemektedir. ABD sponsorlu Hindistan-Ortadoğu-Avrupa (IMEC) Koridoru bu amaçladır.
ABD bunun altyapısı için Arap ülkeleriyle İsrail arasında İbrahim Anlaşmaları yapmaya çalışıyor, bu koridor için stratejik önemde olan Gazze’yi işgal ediyor, Filistinlilerden arındırarak bir emlak merkezi yapmaya çalışıyor.
5. Beşli güvenlik mekanizması
İsrail hegemonyasına, İsrail saldırganlığına karşı “beşli bölgesel güvenlik mekanizması” oluşturulması tarihi bir ihtiyaçtır.
Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan’ın oluşturacağı bu beşli mekanizma, İsrail’in Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Yemen’de ve İran’da süren saldırganlığına karşı en gerçekçi caydırıcılık olacaktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Kasım 2025
Trump, Suriye’yi İsrail’e müttefik yapıyor
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 15/11/2025
Washington’dan gelen mesajlar, Suriye ile İsrail’in bir güvenlik anlaşması imzalamaya doğru ilerlediğine işaret ediyor. Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Şara’nın mesajları ise daha çok zaman kazanmaya çalıştığını gösteriyor.
Örneğin Şara, Trump’la 10 Kasım’da Beyaz Saray’da görüştükten sonra Washington Post’a şu açıklamayı yaptı: “İsrail ile doğrudan müzakereler yürütüyoruz ve anlaşmaya varma yolunda önemli mesafe katettik.” (AA, 12.11.2025). Ancak Şara devamında, “nihai anlaşma için İsrail 8 Aralık 2024 öncesi sınırlarına çekilmeli” diyor.
Şara ABD garantörlüğü istiyor
Görünen o ki Şara İsrail’in Esad’ın devrilmesini fırsat bilerek yeni işgal ettiği bölgeler ve Suriye’nin güneyinin askersizleştirilmesi konusunda sıkışmış durumda. Zira bu iki konuda vereceği taviz, Suriye’yi yönetmesini zorlaştırır. Şara o nedenle ABD’nin “denetleyici” ve “garantörlük” rolü üzerinden siyasi pozisyonunu sağlama almaya çalışıyor. Yani tavizi İsrail’e değil de ABD’ye vererek durumdan sıyrılmak istiyor.
Örneğin Şara o role dair niyetini SDG’yle entegrasyon konusunda şöyle ifade ediyor: “En makul çözüm, Suriye’deki ABD askerlerinin, SDG’nin entegrasyon sürecini denetlemesi.” (AA, 12.11.2025)
Şara ABD’nin garantörlüğünü aslında iki kere istiyor. ABD’nin garantörlüğünü, aynı zamanda kendi siyasi geleceğinin de garantörlüğü olarak görüyor.
Ağır şartlar
Şara “İsrail’le henüz anlaşma yok” diyor ama hedefi İsrail’le anlaşma olan bir ABD-Suriye güvenlik anlaşması metni dolaşımda…
9 maddelik bu metin, Suriye için ağır şartlar içeriyor. Anlaşmanın 1. maddesine göre “Suriye (…) ilk adım olarak bölgesel normalleşme mekanizmasına (Abraham Anlaşmaları) katılmayı değerlendirmeyi taahhüt eder.”
2. madde ise Suriye’nin güneyinin askersizleştirilmesiyle ilgili: “Kuneytra, Dera ve Şam kırsalının bazı bölgelerinde ağır silahların ve bağımsız silahlı grupların yasaklandığı bir silahsızlandırılmış bölge oluşturulur.”
3, 4 ve 5. maddeler ise İsrail’in güvenliğini garantileyen içeriğe sahip.
Suriye ABD’nin Ortadoğu işlerine yardım edecek
6. madde şöyle: “Suriye, Hizbullah, Hamas ve silahlı Filistinli gruplar gibi örgütlerin kendi topraklarında faaliyet göstermesini veya konuşlanmasını engellemeyi; ayrıca ABD’nin garantörlüğüyle koordinasyon içinde İran’ın askeri etkisini sınırlandıracak adımlar atmayı taahhüt eder.”
Evet, bu “anlaşma metni” gayriresmi olarak dolaşımda ama ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın 13 Kasım’da sosyal medyadan paylaştığı şu mesaj tam da 6. maddeye oturuyor: “Şam, artık IŞİD’in kalıntılarıyla, İran Devrim Muhafızları, Hamas, Hizbullah ve diğer terör ağlarıyla mücadelede bize aktif olarak yardım edecek.”
Anlaşmanın 7. maddesi askeri kurumların yapılanması, 8. maddesi IŞİD’le mücadele ve 9. maddsi Suriye’nin bölgesel güvenliğe bağlılık taahhüdü ile ilgili.
Kimin zaferi?
Görüleceği üzere anlaşma metninin varlığını doğrulayacak nitelikte resmi açıklamalar var. Dolayısıyla bu anlaşma hayata geçecek olursa, Suriye, Ortadoğu’da ABD-İsrail eksenine tamamen eklemlenmiş olacak.
Peki bu ne anlama gelir?
Tamam, ABD bu yolla İran’ın “direniş eksenini” zayıflatmış oldu ama bu sonuç Ankara’nın Suriye’de 15 yıldır yaptığı İhvanlı/ÖSO’lu yatırımın da kenara atılması anlamına geliyor.
8 Aralık 2024 günü Esad’ın devrilmesinin Ankara’da zaferle kutlanmasının nasıl vahim bir hata olduğunu ve faturasının ne kadar ağır olacağını anlatmaya çalışmamız bundandı. Çünkü iktidar Esad’ın yıkılmasını kendi zaferi görse de, ulusal çıkarlar açısından bu Türkiye’nin zaferi değildi, ne yazık ki ABD ve İsrail’in zaferiydi.
Üstelik faturanın daha ağır olan kısmı da henüz gelmedi!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Kasım 2025