Posts Tagged TGB

TGB’YE OPERASYONUN ANLAMI

AKP’nin kolluk kuvvetleri, 3 Ağustos sabahı TGB’ye operasyon yaptı. Doğrusu şaşırmadık. Zira İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun bir gün önce soluna jandarma komutanını, sağına emniyet müdürünü alarak Silivri Özel Yetkili Mahkeme Başkanı’nın kararını duyurduğu(!) ve Silivri’de toplanmayı kanunsuz ilan ettiği(!) açıklaması, bu operasyonun habercisiydi.

TGB’ye operasyon diyoruz ama gözaltına alınanlar arasında İşçi Partisi yöneticisi, Ulusal Kanal yöneticisi ve çalışanları ile gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel de var.

Operasyonun anlamı açık: Halkın 5 Ağustos’ta Silivri’de toplanmasını engellemek!

Valinin açıklamasıyla Silivri’ye gitmeyi kanunsuz sayarak ve TGB’nin liderlerine operasyon yaparak 5 Ağustos kâbuslarından kurtulacaklarını sanıyorlar! Nitekim o korkuyla gözaltı süresini de 72 saat ilan etmişler. Çünkü 48 saat olsa, TGB’liler 5 Ağustos sabahı dışarıda olacaklar!

‘SİLİVRİ’DEN TUTUKLU KAÇIRACAKLARDI’

Gözaltı kararında “arama ve el koyma işlemine niçin ihtiyaç duyulmuştur” diye bir bölüm var. Ne kadar normal ve yasal faaliyet varsa, hâkim onları yasadışı saymış: Otobüs kaldırmak, miting düzenlemek, mitinge halkı çağırmak vs. Hukuk fakültelerinde mutlaka incelenmelidir.

Bir de açık açık sanki suçmuş gibi şunu yazmışlar: “Mevcut hükümeti devirmek!”

Mevcut hükümetin devrilmesinin “suç” görüldüğü bir ülke, kuşkusuz demokratik değildir. Çünkü demokratik ülkelerde muhalefetin görevi zaten hükümeti yıkmaktır, devirmektir.

Ancak AKP’nin yönettiği Türkiye’de kurumlar gibi kavramlar da işgal edilmiştir. Örneğin Türk Dil Kurumu’na göre artık “hükümetin demokratik yollarla yıkılması” darbe demektir!

Hükümet karşıtı olmayı, hükümeti protesto etmeyi, hükümeti yıkmak ve devirmek istemeyi suç sayarak akıllarınca hükümetlerini koruyacaklardır!

Bu saçmalıklara insanları inandırmak mümkün olmadığı için de, önce TGB’ye “suç” aradılar. Samanyolu TV’den Taraf’a kadar, ellerinde ne kadar operasyonel yayın organı varsa, hepsinde birkaç gündür “TGB’nin Silvri’de suç işleyeceğini iddia ettiler.

Gittikçe de düzeysizleştiler. Örneğin Emre Uslu sosyal medyada, “plan, Silivri’yi basıp tutukluları kaçırmak” diye yazdı! CIA’nın ünlü “Çinliler aynı anda zıplayıp ABD’yi yıkacak” palavrasıyla yarışacak nitelikteki bu saçmalığın benzerleri birkaç gündür, telaşla, servis ediliyor.

Böylesi akıl tutulması iddialara yaslanmaları, kuşkusuz çaresizlik ve korkudandır. Böyle anlarda beyin normal çalışmaz!

JÖN TÜRKLER HÜKÜMET YIKAR!

Peki, 1987 doğumlu Çağdaş Cengiz’in başkanlığını yaptığı Türkiye Gençlik Birliği’nden neden bu kadar korkuyorlar?

Çünkü TGB’nin, 19 Mayıs 2012’de Taksim’de 250 bin gencin yürümesiyle başlayan büyük halk hareketinin kurmay örgütü olduğunu biliyorlar.

Çünkü TGB’nin 23 Nisan’larda, 19 Mayıs’larda, 29 Ekim’lerde Atatürk’ün izinde Türk Bayrağı’nı yükselttiğini ve bu nedenle halkın sevgilisi olduğunu biliyorlar.

Çünkü TGB’nin, Hatay’da halk düşmanlığına geçit vermediğini, Diyarbakır’da kardeşliği savunduğunu ve Ankara’da vatana sahip çıktığını biliyorlar.

Çünkü TGB’nin Gezi eylemlerinde, Haziran halk hareketinde kurmay roller üstlendiğini, barikatlarda halka önderlik ettiğini biliyorlar…

Çünkü TGB’nin Namık Kemal’lerden Mustafa Kemal’lere ve Deniz Gezmiş’lere uzanan Jön Türk hareketinin devamı olduğunu biliyorlar…

Ve Jön Türklerin genetik kodlarında yazılıdır: Milli olmayan tüm “mevcut hükümetler” devrilir!

Jön Türkler o yüzden hep devrimcidir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Ağustos 2013

, , , ,

Yorum bırakın

SAM AMCA’NIN PARMAĞI VAR MI?

Dünden beri pek çok okurdan ve sosyal medya takipçimden gelen “Bu eylemler CIA’nın marifetiymiş, doğru mu?” sorusunun kaynağının Banu Avar olduğunu üzülerek öğrendim.

Bu kadar ileri gitmiş olamaz diye umarak, Banu Avar’ın yazdıklarına baktım.

Evet, Avar açık bir şekilde gelişmelerin arkasında Occupy hareketinin ve OTPOR örgütünün olduğunu yazmıştı. Avar’a göre her ikisi de CIA imalatı örgütlerdi. Avar “turuncu Soros darbelerinin” yaşandığı ülkeleri görmüş biri olarak okurlarını uyarıyordu: “Batı basının ‘Çılgın Türkler’ diyerek neden gaz verdiğini düşünmenizi öneririm.”

HEM PARTİYE HEM DE ÖRGÜTSÜZ EYLEME KARŞI!

Anlaşılan Banu Avar’a bu yazdıklarından dolayı ciddi tepki gelmiş ki, Avar bu kez o tepkiler için de bir yanıt yazmış.

Örneğin “Erdoğan ABD’nin desteklediği adam, neden Batı tarafından devrilmek istensin?” sorusuna özetle şu yanıtı veriyor: “ABD, biriken gazdan kurtulmak için Erdoğan’ı deliğe süpürecek. Yerine Y-CHP ile BDP’den bir koalisyon kuracak. O sırada bölünme anayasası çıkacak. Federe Türk devletine yol alınacak.”

Yani ABD Tayyip Erdoğan üzerinden yapamadığını Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden yapabilecek!

Avar, “Peki evde mi oturalım! Sokağa çıkmayalım mı?” diyen okurlarına da yanıt veriyor ve şu “çözümü” gösteriyor: “Partiler üstü bir platform oluşturulsun. Örneğin herkes ‘Şehit Aileleri Dernekleri’ içinde örgütlensin. İl il, ilçe ilçe Şehit Aileleri Dernekleri etrafında birleşmiş örgütlü kitle ne yapacağını, nasıl yapacağını bilir!”

YENİ ŞAFAK DA BANU AVAR GİBİ DÜŞÜNÜYOR!

Önceleri Banu Avar’ın yaklaşımını kişisel özelliklerinin bir yansıması diye düşündüm hep. Örneğin “aydın mükemmeliyetçiliğinden” kaynaklanıyor olabilirdi bu sürekli beğenmeme hali…

Yüzbinlerin katıldığı bir eylemdeki beğenmediği bir afiş, on binlerin yaptığı bir eylemdeki hoşuna gitmeyen bir slogan, o eylemi Avar tarafından tu kaka ilan etmeye yeterli olurdu. Yani bir aydının “havuza düşmüş bir yaprak nedeniyle tüm havuzu kirli sanması” hastalığıyla karşı karşıyaydık…

Ama örneğin TGB’nin uluslararası örgütleri de davet ettiği 19 Mayıs eylemine, “pankarttaki “Viva 19 Mayıs” lafından dolayı destek vermekten çekilmesi, yetinmeyip alternatif bir 19 Mayıs düzenlemeye soyunması, ya da Diyarbakır TGB’nin Kürtçe “Türk-Kürt kardeştir” pankartından vahim anlamlar çıkarması, meselenin bir aydın hastalığı olmaktan daha ileri olduğunu gösteriyordu.

Her neyse…

AKP’nin bazı özel isimleri de başından beri Banu Avar gibi düşünüyor. Onlar da ısrarla “Türk ekonomisi çok iyi. Türkiye bölgesinde büyüyor. ABD bundan rahatsız olduğu için Türkiye’yi karıştırıyor.” diyorlar.

Avar acaba bu tezleri her gün yazan Yeni Şafak ve Star yazarlarını okuyor mu? Okuyorsa, “acaba neden benim gibi düşünüyorlar” diye hiç soruyor mu?

HATASIZ EYLEM, YAPILMAMIŞ EYLEMDİR

Banu Avar’dan farklı olarak bu eylemlere “örgütsüz, öndersiz, programsız” olduğu için dudak bükenler de var. Avar gibi “CIA parmağı” görmüyorlar ama “başarısız olacak” diyerek eylemden uzak duruyorlar. Yani yeniliriz diyerek maça çıkmıyorlar! Tabanlarının zorlamasıyla çıktıklarında da eylemin kenarında duruyorlar!

Oysa çok basit bir gerçek ortada duruyor: Katıl, eylemdeki yanlışlara karşı çık, eylemi doğruya sevk et, eyleme önderlik et, programını kitlelere benimset!

Unutulmamalı, doğru eylem çizgisinde aşırı hassasiyet, eylemsizliğe götürür. Zira en hatasız eylem, yapılmamış eylemdir.

ERDOĞAN’A CAN SİMİDİ ATMA!

Netice olarak şunları söylemeliyiz:

1. Bu eylemler, 11 yıllık AKP saltanatının insanlarda yarattığı birikmiş öfkenin patlamasıdır. Yaşam tarzına müdahale edilen, aşağılanan, hakarete uğrayan, her demokratik eylemine biber gazı sıkılan, sınavına kopya çetesi sokulan, üniversitesine polis dikilen, sevgilisinin elini tuttuğu için ‘ahlaksız’ ilan edilen, kendinden başarısız olanın kendisine baş tayin edilmesine kızan, değerlerine her gün küfredilen insanların başkaldırışıdır!

2. Kuşkusuz örgütsüz kitle hareketi olması nedeniyle başarısız olabilir. Ama şimdiden en önemli başarıyı kazanmıştır: Korku duvarını yıkmıştır!

3. İstihbarat servisleri halk hareketlerine sızar, yanlış eylemler yaparak eylemi geniş kitleler nezdinde itibarsızlaştırmaya çalışır. Bunun panzehri, örgütlü güçlerin de eylemlere ağırlığını koymasıdır.

4. ABD her şeye hâkim değildir! En son kanıtı da Irak’tır, Suriye’dir… Her olayda ABD’nin parmağını aramak, Washington’dan onaysız dünyanın dönmeyeceğini sanmak hem bir özgüvensizlik halidir hem de teslimiyete yol açar.

5. Emperyalizm önünü alamadığı eylemlerin yönünü değiştirmeye, yönünü değiştiremeyecekse de başına “kötünün iyisini ya da iyinin kötüsünü” geçirmeye gayret eder. Örneğin Mısır’daki gibi…

Ancak halk hareketleri böyledir; inişler çıkışlar olur, ilerlemeler geri çekilmeler olur… Diz bir çizgide sürekli ilerleyen ve pirüpak olan bir halk hareketi hayatta değil ancak laboratuvarda gerçekleşir!

6. Türk basınının bu eylemlere Erdoğan korkusuyla sessiz kalmasını sorgulamaktansa, Batı basınının neden ilgi gösterdiği üzerinden komplo teorileri üretmenin eyleme ve Türkiye’ye bir yararı yoktur.

7. ABD’deki güç kaybı, ekonomik sorunlar kuşkusuz devlet içinde bir bölünmeye ve tarafların çarpışmasına neden oluyor. Erdoğan’ın ve Fethullah Gülen’in pozisyonu, ABD’deki bu iç çarpışmadan bağımsız değildir.

Ancak Erdoğan hâlâ ABD’nin Türkiye’deki en önemli aktörüdür. Washington Erdoğan’dan vazgeçmiş değildir ancak hizadan çıkmaması için sürekli denetim altında tutmakta, zaman zaman da alternatifleriyle terbiye etmektedir.

Bu gerçeklikten atlayarak Erdoğan’ı zorlayan bu eylemleri CIA marifeti saymak ve gözden düşürmeye gayret etmek, Erdoğan’ın beklediği can simididir!

Banu Avar’ın buna hakkı yok!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Haziran 2013 

, , , , ,

6 Yorum

PADİŞAHIN FERMANI YIRTILDI

Taksim Gezi Parkı direnişinin tüm Türkiye’ye yayılması, kolluk kuvvetlerine verilen “kalabalığı dağıt” emrinin işe yaramaması, AKP hükümetinin bu dalganın önünde duramaması ve geri adım atmak zorunda kalması, 10 yıldır saltanat sürenlerde büyük korku yarattı.

Çaresizlikleri onları psikolojik savaş uygulamaya yöneltti. İşte ucuz numaralarından bazıları:

STAR YAZI İŞLERİ’NİN TWEETİ

Star “Karanlık tahrik” başlığını kullanmış! Türkiye tarihinin en aydınlık eylemine “karanlık” demek kuşkusuz her şeyden önce bir gazetecilik fiyaskosudur. Gerçi AK Star’ın ilk sahibi Sancak “Erdoğan için aldım” derken, gazete yapmayacağını, iktidara bildiri çıkaracağını zaten ilan etmişti.

Ancak “karanlık tahrik” olduğuna kanıt gösterdikleri şu tweet, Star’ın bildiri bile çıkaramadığını gösteriyor: “Şuan Taksim’deyim, polis gerçek mermi kullanıyor. En az 500 ölü! Şuan 10 polis tepeme bindi, bu twiti çok zor şartlar altına yazıyorum.”

Bir vatandaşın olduğunu iddia ettikleri bu tweetin Taksim’den değil, Star Yazı İşleri’nden atıldığı çok açık! Yoksa en yetenekli cambaz bile tepesinde 10 polis varken tweet atamaz. Kafasına cop, tekme inen birine o şartlar altında tweet attırabilen, ancak çift meslekli bir gazeteci olabilir!

Kaldı ki, ben bütün gün ve gece Taksim Meydanı’ndaydım ve ne tweeter ne de facebook çalışıyordu. Sizlerle paylaştığım tweetleri ve fotoğrafları, Taksim Meydanı’ndan ara ara Galatasaray’ın az ilerisinde bulunan gazetemize geldiğim sıralarda atabiliyordum.

AKP’YE MUHTAÇ KALEMLER

Tabi adece Star başvurmadı bu yöntemlere…

Kimi “vatandaşlara” iki gündür özel tweet attırıldığını yakından biliyoruz. Sahte isimlere açılmış ve sadece belli başlı gazetecileri izleyen kimi “vatandaşlar” sürekli “eylem amacına ulaştı, evinize dönün” mesajları atıyordu!

Korku neler yaptırıyor!

O korkuyu yaşayanlardan biri de Nagehan Alçı’ydı. gece şu tweeti attı: “Bizim evin etrafındaki sokakları sardılar, esnafı tedirgin edip faşist sloganlar atıyorlar bir de utanmadan faşizme karsı omuz omuza diyorlar. Mustafa Kemal’in askerleriyiz ve ordu göreve diye bağırıp etrafı korkutarak şehri esir alanlara soruyorum: bu demokrasi hassasiyeti mi?”

Kuşkusuz “ordu göreve” pankartının sahipleri provokatördü; o zaman bu provokatif pankartlarıyla Ergenekon tertip merkezine hizmet etmişlerdi…  “Ordu göreve” pankartının sahipleri bugün de provokasyonlarına devam ediyorlar; şimdi de Genç Türk adını kullanarak TGB’den rol çalmaya uğraşıyorlar.

Ancak TGB, Genç Türk’ün olası provokasyonunu anında bastırmak için bu yapıyı sürekli göz önünde tutuyordu ve bizim aldığımız bilgiye göre “ordu göreve” pankartı açmaya cesaret edememişlerdi. Tabi tıpkı Star binasından atılan tweet gibi, Nagehan Alçı da bu pankartı yatak odasında asmadıysa!

Peki, Milliyet’in Pazar-başyazarı katına kadar çıkarılan Nagehan Alçı neden böylesi ucuz bir yalana başvurdu? Çünkü tüm ününü AKP’ye yandaş olmanın karşılığında elde etti ve bu saltanatın sürmesi en çok onun için gerekli.

JÖN TÜRK BAKIŞI

Bir başka yazımızda Taksim’deki halk zaferini siyasal ve sosyal yanlarıyla inceleyeceğiz ama bugünlük şu kadarını söyleyerek bitirelim: Böyle bir “başkaldırıyı” şimdiye kadar ne gördüm, ne duydum, ne de okudum!

Kararlı bir halk hareketinin önünde hiç kimsenin duramayacağını gösteren eylemciler, gece boyunca Taksim’i özgürleştirdiler, gece boyunca birlikte keyfini çıkardılar, sabaha doğru alanı süpürdüler, temizlediler ve nöbetçilerini bırakıp, evlere dinlenmeye çekildiler. Çünkü Taksim Halk Harekâtı yeni günde de sürecek!

3 Haziran sabahının ilk Karaköy-Kadıköy vapurundaki manzara aslında her şeyi özetliyordu: Bir üniversite kantinini andıran o vapurdaki gözlerde, zaferin yorgunluğunu, başarının mutluluğunu ve padişah fermanını yırtma cesaretini gördük!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Haziran 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

PERİNÇEK’İN HAYALETİ

Perinçek sendromu yaşayan Erdoğan’ın İP korkusunu açığa vurduğu dünkü grup konuşması muhtemelen tüm psikologların ilgisini çekmiştir.

Meğer 15 Aralık 2012’de Erdoğan’a “Bizi duvarların içine hapsettiğinizi sanıyordunuz değil mi?” diye soran ve “Silivri duvarının önüne kurduğunuz barikatınızı yıkan bizdik” yanıtı veren Perinçek, haklıymış!

Meğer Silivri’ye esir edilen yiğit devrimcinin hayaleti, TBMM koridorlarında Erdoğan’ı korkutuyormuş!

ERDOĞAN’IN DAYANDIĞI KUVVET

O korku Erdoğan’a bol İP’li cümleler kurdurtmadı sadece; bir de itiraf getirdi: “Ortada BOP diye bir şey kalmadı. Bu proje, Sayın Bush zamanda başlamıştı, başlamasıyla bitişi bir olmuştur. Bunun üç tane dönem içinde görevlendirilmiş ülkesi vardı; İtalya, Türkiye, Yemen. Üçünün çalışma alanı farklıydı.”

Hani Erdoğan BOP’un eş başkanı değildi?

Kendinden güçlüyü –Kerry örneğinde olduğu gibi- alttan alan ama kendinden zayıfı –çiftçi örneğinde olduğu gibi- azarlayan Erdoğan’ın BOP eş başkanlığı da gücün varlığına göre değişiyor.

Örneğin Erdoğan, Amerikan askerleri Irak’tayken 40 farklı yerde 40 kere “Ben Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” diyerek övünüyordu.

Ancak Amerika Irak’ta yenilip de çekilmeye başlayınca Erdoğan bu kez şöyle demeye başlamıştı: “Ellerine bir kâğıt almışlar, bu proje ABD’nin projesidir diye. Bunu ispat etsinler her şeye varım. Eğer ispat etmezlerse namussuz ve alçaktırlar.”

Amerikan askeri varlığına göre konumlanan Erdoğan’ı, bu kez Perinçek’in hayaleti korkuttu ve konuşturdu!

PAZARLIK YOK, ABD’NİN TALİMATI VAR

Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasında dikkatimizi çeken bir başka açıklaması da yemin billah edercesine “PKK ile pazarlık yapmadıklarını” belirtmesiydi.

İlginç olan, Ahmet Türk’ün de Erdoğan’ı doğrulaması ve “pazarlık yapılmıyor” demesiydi.

Haliyle insan merak ediyor: AKP ile PKK hiç pazarlık yapmadan, hiç taviz vermeden, birbirini üzmeden neden öpüştü, neden barıştı?

Zira çok değil daha 6 ay önce Erdoğan Öcalan’ı asmaktan bahsediyordu, PKK’li teröristle kucaklaşan BDP milletvekilleri için fezleke hazırlatıyordu, Zerdüşt diyerek Kürtleri aşağılamaya kalkıyordu…

Ya Öcalan’a ne demeli? Dün korkuyla “devletimin hizmetindeyim” derken, bugün hangi cesaretle “AKP benim sayemde iktidar oldu” diyebiliyor?

Tüm bu tablonun, tüm bu tükürdüklerini yalamalarının tek bir sebebi var: Obama’nın beyzbol sopası!

O sopa Erdoğan ile Öcalan’ı “hiç pazarlıksız” el ele tutuşturabildi!

Çünkü ikisi adına kararlar alındı, al-ver kontratları bağlandı!

OBAMA’NIN SOPASI MI, MİLLETİN TOKADI MI?

Ancak Erdoğan’ın asıl korkusu şimdi başladı: Milli Merkez korkusu.

Çünkü Milli Merkez’de Erdoğan’ın “ananı da al git” dediği çiftçi var, sanatına ucube dediği heykeltıraş var, fabrikasını sattığı işçi var, coplattığı öğrenci var, “onunla bizi meşgul etmeyin” dediği Fazıl Say var, “koyun” dediği Demirel var, hayaletinden korktuğu Perinçek var!

Çünkü Milli Merkez’de; “Suriye’ye düşmanlık yaptırtmam” diyen Hataylı var, “Hepimiz Kubilayız” diyen İzmirli var, “Batı Asya Birliği’nin tutkalıyım” diyen Diyarbakırlı Furkan var…

Erdoğan’ın Akillerine bayrak gösteren Kocaelili var, “şehit evlatlarımın hakkını helal etmiyorum” diyen Kütahyalı var, Akillere fırça atan Konyalı Kemal dede var…

Milli Merkez’de Jön Türk geleneğinin şimdiki temsilcisi TGB var…

Milli Merkez’de “Atatürk’te birleşen” ve “Türksüz Anayasa yaptırtmam” diyen vatanseverler var…

Milli Merkez’de “Türk de biziz, Kürt de biziz, hepimiz Türk milletiyiz” diyen millet var!

NOT: 1 Mayıs bayramınız kutlu olsun.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Mayıs 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

JÖN TÜRKLER BARİKATLARI YIKTI

Bu yazıyı duruşma salonunun kapısında, x-ray cihazının hemen önünde, yerde kucağıma bilgisayarı alarak yazıyorum.

Yoğun basın ilgisi nedeniyle içeri giremiyorum…

Arada dışarı çıkıyor ve zalimin zulmüne direnenleri izliyorum…

Arada dönüp hâkimin bir türlü başlatamadığı duruşmanın bilgilerini dinliyorum…

CEMAAT HİYERARŞİSİ

Sabah “kanun benim” diyerek avukat ve gazetecileri içeri almayan iki çizgili uzman jandarma, komutanına “reis” diye hitap ederek ondan takdir bekliyor. “Reis” çaresizce “nasıl sokmadım ama içeri” diyen bu iki çizgili uzman jandarmayı onaylıyor.

Reis’in üç yıldızı olduğu düşünülürse, aralarında başka türden bir hiyerarşi olduğu anlaşılır…

Bu tablo davayı da, “hukuku” da açıklıyor. “Ergenekon olduktan sonra sinkaf ederim hâkimini de, savcısını da” diyen F tipi polislerin TSK içindeki eşdeğerleri bunlar…

SANKİ FİLİSTİN

Silivri bugün tarihi bir güne sahne oldu. Jandarma takviyeli polislerin Türk milletine yaptıklarına ancak İsrail’de rastlanır. Yüzlerce gaz fişeğinin yarattığı kimyasal gaz, havalandırmadan duruşma salonuna bile girdi. Tazyikli sular, 9 dereceye düşmüş havada insanlara don etkisi yarattı.

AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in günler önce milleti tehdit etmesini fırsat bilen amirleri, emrindeki polisleri acımasızca davranmaya yönlendiriyor. Gaz fişeklerini boşaltarak dönen polislerin yüzlerinden okunuyor bu…

Çoğu yapmak zorunda kaldığı zulümden pişman…

TARİHİ MİRASIN SAHİPLERİ

Gelelim sonuçlara…

Onca gaz, onca su, onca barikat “hepimiz Ergenekoncuyuz” diyen Türk milletini ne durdurabildi ne de kararlılıklarını engelleyebildi.

Jön Türklerin günümüzdeki temsilcileri olan Türkiye Gençlik Birliği TGB üyeleri, Namık Kemallerden, Mustafa Kemallerden, Deniz Gezmişlerden aldıkları tarihi mirası Silivri düzlüklerinde sürdürdü…

Atatürk’ün devrimciliği emanet ettiği genç Türkler, al bayraklarıyla, sloganlarıyla Türk milletinin Ergenekon’dan çıkmasına öncülük ettiler.

Silivri barikatlarını, Silivri zihniyetini, kafalardaki duvarları yıktılar!

ERGENEKON’DAN ÇIKIŞ BAŞLADI

On binlerce TGB’li “o duvar duvarınız, o duvar duvarınız, vız gelir bize vız” diyerek devirdiler barikatları…

İşçi Partililer, CHP’liler, ADD üyeleri “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek haykırdılar saatlerce ve 8 Nisan’da, 13 Aralık’ı aştılar…

Polisleri, gazları, barikatları durdurmadı Türk milletini…

O yüzden 8 Nisan, arık yeni korku takvimleri!

Öyle ki, “güvenlik olmadığı” gerekçesiyle bir türlü başlatamadıkları davayı 11 Nisan’a ertelediler.

Gazları vardı, jandarmaları vardı, polisleri vardı, yetkileri vardı ama “güvenlikleri” yoktu!

Arkalarındaki Atlantik desteğine, hükümet güvencesine, cemaat olanaklarına rağmen yalnızdılar!

Dışarıda gaz yiyen, ıslanan yüz binler ise güvendeydiler!

Çünkü haklıydılar, güçlüydüler!

Ve bu nedenle de Ergenekon’dan çıkışı başlattılar.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Nisan 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

YENİ ŞAFAK TGB’DEN ÖZÜR DİLER Mİ?

Ergenekon iddianamelerindeki iki bine yakın maddi hatanın iki açıklaması olabilirdi. Ya tertipçiler sonuçtan o kadar emindi ki, pek de özenmediler. Ya da tertipçilerin çapı bu kadarına yetiyordu. Görüldüğü gibi ikisi de aynı kapıya çıkıyordu…

Zira yıllar önce gömüldüğü iddia edilen silahların güncel gazetelere sarılmasının ve hiç yıpranmamasının, 2006’da kurulan örgütlerin 2003 “belgelerinde” bulunmasının, 2007’de belediye meclisinin aldığı kararla verilen sokak ve cadde isimlerinin 2003 “belgelerinde” yer almasının üçüncü bir açıklaması yoktu.

Neden mi anımsattık şimdi bunları? Anlatalım.

SELVİ, EYLEMİ NASIL İZLEDİ?

29 Ekim Cumhuriyet buluşmasını Ulus’ta bizzat yerinde izlediğini söyleyen Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi dün izlenimlerini yazmıştı. Ancak yazılanlar içinde izlenim değeri görecek nesnel bir olgu olmadığı gibi açık kışkırtma örnekleri vardı!

Mitingi yerinde izleyen Abdülkadir Selvi “Gazlı cumhuriyet” başlıklı makalesinde bakın ne yazıyor: “Gençler başlarına, ‘Atam İzindeyiz’ bantlarını takmışlardı, ellerinde de ‘TGS’ bayrakları vardı. TGS canım, hani şu Tandoğan Meydanı’nda, ‘Ordu Göreve’ pankartı açan militarist kuruluş. Bu kez göreve çağıracakları ‘darbeci ordu’ kalmadığı için kendileri gelmişti.

Okuyunca siz de “devenin boynu” dediniz muhtemelen… Neresini düzelteceksiniz? Tıpkı Ergenekon iddianamelerinde olduğu gibi çapsızlıkla birleşmiş bir kışkırtıcılık ve sonuçtan emin olma hali…

Abdülkadir Selvi Ulus’taki eylemi nasıl izledi bilmiyoruz ama biz gerçeği yazalım, belki öğrenir:

SELVİ’NİN UYDURMALARI

1) Gençlerin ellerinde TGS bayrakları yoktu, TGB bayrakları vardı! TGS diye bir kuruluş var kuşkusuz; Türkiye Gazeteciler Sendikası. Ancak bu kuruluşun bayrakları ellerde değildi! Alanın neredeyse her yerinde dalgalanan o kocaman bayraklardaki TGB’yi ancak Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi doğru okuyamaz ve TGS diye not edebilirdi.

2) Selvi’nin bu satırları salt yukarıdaki maddi hatadan ibaret olsaydı, çapsız der, üzerinde durmazdık. Ancak bugün TGB’yi geçmişte “Ordu Göreve” pankartı açan provokatör grupçuk diye suçlamaya kalmak düpedüz kışkırtıcılıktır!

3) Üstelik o provokatör grupçuk, “Ordu Göreve” pankartını Selvi’nin yazdığı gibi 2007’de Tandoğan’da değil, 2003’te açmış ve bizzat 2003 eylemine katılanlar tarafından kınanmıştı.

TGB’DEN SELVİ’YE SORULAR

Abdülkadir Selvi’nin bu kışkırtıcı yazısını dün sosyal medyada da eleştirdim. TGB’nin bir yöneticisi eleştirime yaptığı yorumda bakın ne diyor:

Selvi gazetecilik yapmak istiyorsa önce şu soruya yanıt versin. ‘Ordu Göreve” pankartı açanlar neden hiç soruşturulmadı? Neden o pankart Ergenekon davalarında hemen her sanığa soruldu da, o pankartın sahipleri iddianamelerde yer almadı? O provokatör grubun lideri neden iddianamede yok?

TGB yöneticisinin dikkat çektiği konuyu netleştirelim. Bahsettikleri isim gerçekten de Ergenekon’un ilk iki iddianamesinde hiç geçmiyor, üçüncüsünde ise bir kez, o da geçiştirilerek yer alıyor…

Kuşkusuz Abdülkadir Selvi bu soruya birkaç nedenle yanıt veremeyecektir. Ama biz yine de Selvi’nin makamından, yani Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi’nden bu kışkırtıcı yazıyı düzeltmesini ve TGB’den özür dilemesini isteyelim.

Gazetecilik en azından bunu gerektirir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Ekim 2012

, , , , ,

1 Yorum

CUMHURİYET-SALTANAT ÇARPIŞMASI

Dün başkent Ankara’da Saltanat ile Cumhuriyet çarpıştı!

Saltanat, Hipodromda Cumhuriyet’in cenazesini kaldırma töreni düzenledi. Cumhur, Ulus’ta Cumhuriyet’i yeniden inşa etmeye başladı.

Saltanat, Hipodromda boş tribünleri selamladı. Cumhur, sel oldu Ulus’a aktı.

Saltanat, Hipodrom ve Resepsiyonlarda şatafatlıydı! Cumhur, Ulus’ta al bayraklarıyla gururlu ve ayaktaydı.

CUMHURİYET GENÇLİĞİ AYAKTA

Saltanatın valisi, Cumhur’a Cumhuriyeti yasaklamaya kalktı. Saltanatın şakşakçısı, “istihbarat var” yalanına sarılıp, Cumhurun ayağa kalkmasına engel olmaya çalıştı. Saltanatın kolluk kuvvetleri Ankara’ya gitmeye hazırlanan otobüsleri mühürledi. Saltanatın polisi 1. Meclis önüne barikat kurdu. Saltanatın polisi, Türk bayrağı açana tekme attı. Saltanatın haber kanalı, sanki suçmuş gibi “grupların hedefi Anıtkabir’e ulaşabilmek” diye yayın yaptı.

Cumhuriyet’in gençliği TGB, yurdun dört bir yanından başkente aktı. Cumhuriyet’in geleceği TGB, polisin saldırısına karşı halka kalkan oldu. Cumhuriyet’in aydını, cumhurla Ulus’ta birleşti. Cumhuriyet’in kanalı Ulusal Kanal, Ulus’tan canlı yayın yaptı. Cumhuriyet’in kadını, polisin tazyikli suyuna karşı ayakta dimdik durdu. Cumhuriyet’in genci gaz bombası ve tazyikli suyun karşısında bayrağını dalgalandırdı.

SALTANATIN ASKERİ BOŞ TRİBÜN SELAMLADI

Saltanat’ın emrini yerine getiren Jandarma, Ankara girişinde otobüsleri durdurup tüm yolcuları kimlik kontrolünden geçirdi. Otobüsleri durdurulan Cumhuriyet’in gazileri, inip Ankara’ya yayan yürüdü.

Saltanat’ın emrindeki rütbeli subay, Hipodromda boş tribünleri ve Saltanat ailesini selamladı. Cumhuriyet’in askerleri ise Silivri’den, Hasdal’dan, Mamak’dan selam yolladılar Ulus’a…

SALTANAT HÜKÜMETİ YASA DIŞIDIR

Ankara’da toplanacak halkı “istihbarat var” diyerek engellemek isteyen zihniyet saltanatçıdır. Ankara’ya gidecek otobüsleri “ceset torbası yok” diye mühürleyen zihniyet çürümüştür, kokmuştur!

Cumhura Cumhuriyet’i kutlamayı yasaklayan bir hükümet, Cumhuriyet’in değil Saltanat’ın gücüdür ve bu yüzden yasa dışıdır!

Ve her şeyden önemlisi, halka polisi saldırtan bir hükümet, aslında yıkılacağının işaretini vermiştir!

SEFERBERLİK BAŞLADI

1453’te karadan gemi yürüten, Çanakkale’de sırtında yüz kiloluk mermi taşıyan, Kurtuluş Savaşı’nda yalınayak kağnı süren, iki çorabından birini Mehmetçik’e veren, Cumhuriyet’i mermisi bitince süngüsüyle çarpışarak kuran bir halka, AKP barikatı söker mi?

Dün sökmedi ve Cumhur, 89. yılında Cumhuriyet’i yeniden inşa etmek için dün seferberlik başlattı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
30 Ekim 2012

,

Yorum bırakın

ERDOĞAN’IN TGB KORKUSU

Başbakan Erdoğan’ın Ankara Üniversitesi’nin açılışını yapması “ileri demokrasimiz” açısından bir ilke daha vesile oldu. Şöyle ki, öğrenciler “uslu” ve “yaramaz” diye ikiye ayrıldı. Üniversite yönetimin yaptığı bu ayrımla oluşturulan listeler açılış günü kapıdaki polislere verildi. Polisler gelen öğrencinin kimliğine bakıp, ismi listede varsa içeri aldı, ismi yoksa içeri sokmadı!

Yani üniversite açılışına üniversite öğrencisi sokulmadı!

Böylesi bir kepazeliğin tek gerekçesi vardı: Başbakan Erdoğan’ın öğrenciler tarafından protesto edilmesini engelleyebilmek.

Bu kafayla üniversiteleri kapatmak zorunda bile kalırlar. Zira protestolar çığ gibi büyüyecek…

GÜL KOKULU REKTÖRLER

Bu son uygulama, üniversitelerin ne hale getirildiğini de ortaya koyuyor. 5-6 yıl önce Cumhuriyete sahip çıkan üniversitelerin çoğunun yönetimi, artık iktidara yandaşlık yapma yarışına soyunmuş akademik bademlerle dolu!

Sadece kendi oyuyla rektör olabilenler bile var…

Bilim ve Gelecek Dergisi’nin son sayısı gelinen yeri anlamamızı sağlıyor. Dergi, son sayısında Türkiye’nin rektör haritasını çıkarmış. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hangi kriterlerle rektör atadığını, Cemaat-AKP kadrolaşmasının geldiği boyutu, muhalif öğretim üyelerinin nasıl cezalandırıldığını, ayrıntılı incelemiş…

Sonuç olarak üniversiteler, bilimsel bilginin üretildiği merkez olmaktan hızla uzaklaşıyor…

AKP KAFESLEDİ, TGB ÇUVALI ÇIKARTTI!

Erdoğan cephesinden bakılınca bu korkunun dayanakları fazlasıyla görülüyor kuşkusuz…

Örneğin AKP, Türk askerinin başına çuval geçirilmesini “büyük devletler özür dilemez” diyerek geçiştirmiş, “ne notası, müzik notası mı” diyerek durumdan memnuniyetini sergilemişti. Ancak Türkiye Gençlik Birliği TGB, hem de birkaç kez, yakaladığı ABD askerinin başına çuval geçirerek onurumuza sahip çıkmıştı…

Örneğin AKP, ABD’yle birlikte TSK’yi kafeslemiş ama TGB “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek gençliğin vatansever sesi olmuştu…

Sayısız örnek için yerimiz yok… Ama AKP’nin TGB’den neden korktuğunu en somut olarak ortaya koyan bir eylemi anımsatarak bitirelim: TGB, bu 19 Mayıs’ta polis rakamlarına göre 250 bin genci Taksim’de toplamış ve “Bağımsız Türkiye” için ant içmişti…

İşte şimdi o andın devamı olarak 29 Ekim’de, Ankara’yı, Cumhuriyet’in başkentini “bağımsız Türkiye” sloganlarıyla inletmeye hazırlanıyorlar…

TELGRAFÇI HAMDİ’NİN TORUNLARIYIZ

Erdoğan’ın korkusu öyle bir noktaya gelmiş ki, artık milli, ulusalcı, solcu gazetelere ambargo uygulamaya bile kalktı.

Nafile… Telgrafçı Hamdi’nin “su borusundan füze yapan” torunları için gazetecilik yapabilmenin sınırları yoktur!

Gelin bugünkü Ufuk Ötesi’ni, Erdoğan’ın durumunu anlatan bir fıkrayla bitirelim:

Napolyon, tekrar dünyaya gönderilmiş. Önce Beyaz Saray’da akşam yemeğinde ağırlanmış. Yemek bittiğinde Napolyon, Obama’ya şöyle demiş: ‘Sizin elinizdeki silahlara sahip olsaydık, Waterloo’da savaşı kaybetmezdik…’

“Ardından Rusya ağırlamış kendisini. Yemek bittikten sonra Napolyon, Putin’e dönmüş: ‘Sizdeki bu KGB bizde olsaydı, Waterloo’da savaşı kaybetmezdik…’

“Nihayet Ankara’da ağırlanmış Napolyon… Yemekten sonra yine konuşmuş: ‘Çok şanslısınız Mösyö Tayyip. Sizdeki bu mükemmel basın bizde olsaydı, Waterloo’da kaybettiğimizi kimse öğrenmeyecekti…

Türkiye yıkıldığınızı, ambargo uyguladığınız bu milli, ulusalcı, solcu gazetelerden duyacak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Ekim 2012 

, , ,

Yorum bırakın

MİLLİ SOL DALGA GELİYOR

Kemal Kılıçdaroğlu bir gecede fikir değiştirip Deniz Baykal’ın koltuğuna aday olduğundan bu yana ismine itiraz ediyorum. Hatta o dönem Odatv’de yazdıklarım nedeniyle kimi CHP’lilerle de sert tartışmalarımız oldu.

Aslında her şey ilk günden ortadaydı: 27 Mayıs’ı eleştirerek ve laiklikten ödün vererek izlenecek yol, elbette Atatürk’e çıkmayacaktı! 2 yılda Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Fırkası’nı Terakkiperver Fırka’ya çevirdiler!

Üstelik izledikleri yöntemlerle onu da arattılar. Gerçek CHP’liler bu yöntemi artık sorgulamalıdır: Kılıçdaroğlu Önder Sav’la birleşip Baykal’ı tasfiye etti; Gürsel Tekin’le birleşip Önder Sav’ı tasfiye etti; şimdi de Erdoğan Topraklarla birleşerek Gürsel Tekin’i tasfiye etmiş oldu!

HER KONU SOL’A BAĞLANIYOR

CHP solculuğu bırakıp liberalleşirken, Türkiye’de Sol tartışılmaya başladı. Fark etmişsinizdir, son birkaç haftadır, konu ne olursa olsun Sol’a bağlanmaktadır. Elbette 1 Mayıs tartışmaları ve Denizlerin 40. yılı da bunda etkendir…

Ama Sol’a bağlanarak tartışılan konular bunların ötesindedir: Köprü, Suriye, 28 Şubat, tiyatro, medya halleri, süt…

Kim bilir, belki de 1 Mayıs 1977’de kontrgerillayı aklayıp suçu Sol’a yıkmaya kalkmak da sistemin bu gelişmeye karşı önleyici müdahalesidir!

1 MAYIS RAKAMLARLA DA BÜYÜDÜ

Aslında anlatmaya çalıştığım şeyin matematiği bu 1 Mayıs’ta yaşandı. Bölünmeye rağmen bu 1 Mayıs, tüm yurtta şimdiye kadarki en büyük katılımlarla kutlandı.

Hadi İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i geçin ama katılımın katlandığı diğer büyükşehirler? İlk defa 1 Mayıs kortejleri oluşturulan orta Anadolu kentleri? Ege’de ve Akdeniz’de tatil kasabalarında bile yapılan 1 Mayıs gösterileri?

BAYRAKLI VE VATANLI SOL

Sol’un yükselmeye başladığının işaretlerini her yerde görüyoruz…

27 Mayıs’ın açtığı özgürlük ortamında büyüyen ve gelişen ama 12 Eylül’le bastırılan o büyük dalga, göreceksiniz, yakında bir daha oluşacak.

Üstelik bu kez Sol, milli olacak, bayraklı olacak, vatanlı olacak!

MİLLİ SOL DALGANIN İŞARETLERİ

Bunun işaretleri de artmaktadır:

AKP’nin bölünme anayasasına karşı yurt çapında yapılan Milli Anayasa Forumları; Türkiye Gençlik Birliği’nin hızla büyümesi; İşçi Partisi’nin Türkiye’nin iç ve dış meselelerine yaptığı politik önderliğin toplumda gördüğü büyük ilgi; Yandaş ve sistem gazetelerinin toplam tirajı ile sol ve milli olan gazetelerin toplam tirajları arasındaki makasın küçülmesi; İktidar gücünü arkasına alan kitaplar ile iktidara karşı duran kitaplar arasındaki satış miktarı farkı; “Özelleştirme” zihniyetinin kapitalizmin krizine toslaması ve değişik kesimlerde “kamuculuk” fikrinin tartışılmaya başlaması; Batı tarzı tüketim ile Doğu tarzı üretim savaşının sonucu; Dünya ekonomilerinde Batı’nın payının azalması, Doğu’nun payının artması; Türkiye’nin AB’ye döndürülmüş yüzünün zorunlu olarak bölgesine ve Asya’ya dönmeye başlaması ve en önemlisi ABD’nin inişe geçmesi…

DOĞRU PROGRAM VE ÖNDERLİK

Artık mesele bu gelecek dalgaya önderlik edebilmektir. Atılacak ilk adım da Kemalist Devrim’in programında buluşmaktır. “Kılıçdaroğlu’nu düzeltiriz, CHP’yi teslim etmeyiz” diyenler, boşa geçen iki yıldan ders çıkarmalı ve bu gerçekleşmeyecek amaca harcayacakları enerjiyi, doğru adreslerde değerlendirmelidirler.

2007’deki Cumhuriyet mitinglerinde görülen iktidar olmaya sırt çevirme tavrında ısrar etmek, ikinci ve daha büyük bir yenilgi olacaktır. Tarihi fırsatları ıskalamamak için doğru programda ve önderlikte birleşmek gerekir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Mayıs 2012

, , , , , , , ,

1 Yorum

MANİSA REKTÖRÜ BİR ZAMANLAR NE DİYORDU?

“Üniversiteler topluma yön veren kuruluşlar olmalıdır. Statüko ve durağanlığı temsil etmemeli, değişim ve yenilikten yana öncü rol oynamalıdır. Bu kurumlarda çalışan akademisyenler tam anlamıyla kendilerini özgür hissedebilmeli, düşünce ve fikirlerini hiçbir endişeye kapılmadan rahatça ifade edebilmelidirler. Akademisyenlere, beğenmedikleri icraatlar için üniversite idaresini ve rektörü de rahatlıkla tenkit edebilme serbestliği sağlanmalıdır. Muhalif sesleri susturmak için disiplin ceza yönetmeliği kullanılmamalı, açıklama ve ikna yöntemi tercih edilmelidir. Disiplin soruşturması ancak başka türlü çözüm yolu kalmamış, sabit ve art niyetli suçlar için açılmalı, rektörlüğün kendi makam ve icraatlarını savunmak, muhalifleri susturmak için bir silah olarak kullanılmamalıdır. Suçu sabit olan ve kötü niyetli kastın olduğu eylemlerde ise suçlu korunmamalı, gereken işlemler derhal yapılmalıdır. Bu özgürlük ortamından öğrencilerimiz de yararlanabilmeli, suça karışmamak şartı ile fikirlerini özgürce beyan edebilmeli, bu amaçla toplanıp konuşmalar yapabilmelidir. Öğrenci temsilci kurulları birimler tarafından periyodik olarak toplantılara çağrılmalı, öğrencilerin iyileştirme adına önerileri dikkatle ele alınmalıdır.” (1)

Bu sözler, Celal Bayar Üniversitesi’nin yeni rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli’ye ait. Bu “demokratik” bakış açısına sahip bir rektörün varlığı, üniversite öğrencilerinin büyük şansı(!)

Peki öyle mi?

‘KİMLİKLERİNİ TOPLARIM, OKULDAN ATARIM’

24 Aralık 2010 tarihinde, Manisa Milletvekili ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Prof. Pakdemirli’yi, rektör atandığı için kutlamak ister ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi’ne geleceğini haber gönderir.

Bu gelişme üzerine bir grup Türkiye Gençlik Birliği TGB üyesi üniversiteli genç, Arınç’ı protesto etmek üzere toplanır. Ellerinde yumurta olmayan ve sadece slogan atacak gençlerle, rektör arasındaki diyalogu Türkiye izledi.

“Rektörün ibretlik konuşmasını yeniden anımsatalım: “Sizler Atatürk’ten görev alamazsınız. Cumhuriyeti savunacaksam ben savunurum. Net bir şey söylüyorum size. Siyasi slogan atarsanız, kimliklerinizi toplarım. Üniversiteden atarım hepinizi”. (2) Rektör tam bu konuşmayı bitirince, bir yetkili kameraların da duyacağı şekilde, Rektöre “Arınç’ın üniversiteye giriş yaptığını” haber verdi.

İyice paniğe kapılan Rektör, öğrencilere son sözünü söyledi: “Hemen dağılıyorsunuz. Burada slogan atamazsınız. Eğer atarsanız emniyet görevlileri kimliklerinizi toplayacak”. (3)

Gençler olgun davrandı da, olay daha da büyümedi!

Şimdi gelin Rektör’ün, Arınç ziyareti nedeniyle estirdiği terör sırasında söylediği sözler ile daha önce dile getirdiği, yukarıda alıntıladığımız sözleri, cümleler bakımından kıyaslayalım.

REKTÖRÜN ARINÇ HALLERİ

Rektör eskiden diyor ki: “Muhalif sesleri susturmak için disiplin ceza yönetmeliği kullanılmamalı, açıklama ve ikna yöntemi tercih edilmelidir”.

Rektörü şimdi diyor ki: “Net bir şey söylüyorum size. Siyasi slogan atarsanız, kimliklerinizi toplarım. Üniversiteden atarım hepinizi”.

Rektör eskiden diyor ki: “Bu özgürlük ortamından öğrencilerimiz de yararlanabilmeli, suça karışmamak şartı ile fikirlerini özgürce beyan edebilmeli, bu amaçla toplanıp konuşmalar yapabilmelidir”.

Rektörü şimdi diyor ki: “Hemen dağılıyorsunuz. Burada slogan atamazsınız. Eğer atarsanız emniyet görevlileri kimliklerinizi toplayacak”.

BİLİMSEL DURUŞUN İFLASI

Bir akademisyeni, yazdığını yalayacak böyle bir uygulamaya yönelten nedir? Doktor unvanı almış, profesör unvanı almış, bilimle uğraşmış bir insanın, makam edindikten sonraki 180 derece değişen bu tutumunu nasıl açıklamak gerekir?

Hiç lafı evirmeye, çevirmeye gerek yok!

Bu AKP korkusudur!

AKP’li Burhan Kuzu’nun, protesto edildi diye, SBF Dekanı’nın görevden alınması için YÖK’ü göreve çağırması ve üniversitelerin bu açık “faşist” uygulamaya sessiz kalmış olması, bilimsel duruşun iflasıdır!

İşte o duruş, dün de Manisa’da yerlerde sürünmüştür!

Ancak o duruş yerlerde de sürünce, bu ülkenin gençleri, Kubilay’dan bu yana başını vermiş ama başını öne eğmemiştir!

MEHMET ALİ GÜLLER

KAYNAKLAR:
1..http://www.mehmetpakdemirli.com/index.php?option=com_content&view=article&id=168&Itemid=126
2..24 Aralık 2010 tarihli anahaber bültenleri
3..24 Aralık 2010 tarihli anahaber bültenleri

, ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın