Posts Tagged Abdülkadir Selvi
WASHINGTON AÇILIMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 17/10/2013
Özgür Gündem’den Veysi Sarısözen ve Taraf’tan Emre Uslu haklı sorular sormuşlar:
Sarısözen özetle şöyle diyor: “Kandil ‘geri çekilmeyi durdurduğu zaman’ ve İmralı, ‘AKP Kandil’e başka yol bırakmadı’ dediği zaman Erdoğan ve hükümet ‘görüşmelerin ipi kopar’ demedi. Ama Demirtaş konuşunca Erdoğan “görüşmelerin ipi kopar” dedi!” (Özgür Gündem, 16 Ekim 2013)
Sarısözen ortada bir tuhaflık olduğunu şu sözlerle resmediyor: “Silah görüşmenin iplerini koparmaya yol açmıyor, ama mesaj görüşmenin iplerini tarumar ediyor.”
Sarısözen yazısını, şu dikkat çeken “eleştiriyle” bitiriyor: “Siz ‘pakete yetmez’ derseniz, hükümet de size, ‘gerillanın susması yetmez, BDP de sussun’ der işte.”
MİT’İN HER YAZDIRDIĞI YANLIŞ ÇIKTI
Emre Uslu ise sadece hükümetin değil, MİT’in de sesi olarak nitelediği Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin Açılım süresince yazdıklarını anımsatmış. (Taraf, 16 Ekim 2013)
Selvi’ye göre, daha doğrusu MİT ve AKP’ye göre Açılım üç aşamalıydı: 1. PKK’nın Türkiye sınırları dışına çekilmesi aşaması. 2. Demokratikleşme süreci aşaması. 3. Silah bırakma ve normalleşme süreci aşaması.
Selvi, 27 Şubat 2013’te bu anlaşma nedeniyle Cemil Bayık’ın PKK’den tasfiye edileceğini, 6 Mayıs 2013’te de tarafların müzakerede, kamuoyunun bildiğinden bir ay daha ileride olduğunu yazmıştı.
Uslu, tüm bunları yazdıktan ve her yazdığı yanlış çıktıktan sonra Selvi’nin önceki gün köşesinden Cemil Bayık’ın mesajlarına yer vermesini ve sürecin sıkıntılı olduğunu dile getirmesini köşesine taşımış ve ortaya çıkan tabloyla eğlenmiş. Uslu, “PKK barış değil, taktik ateşkes peşinde” diye yazdığı için Selvi ve benzeri seslerin kendisini “savaşçı” ilan ettiğini de özellikle anımsatmış.
Uslu sonuç olarak da hükümetin yanlış yaptığını, çünkü bu açılım sürecinin PKK’yi büyüttüğünü belirtmiş.
AÇILIM’IN HEDEFİ ZATEN PKK’Yİ BÜYÜTMEK
Ne Veysi Sarısözen’in “Siz ‘pakete yetmez’ derseniz, hükümet de size, ‘gerillanın susması yetmez, BDP de sussun’ der işte.” demesi, ne de Emre Uslu’nun “süreç PKK’yi büyüttü” saptaması aslında gerçeği yansıtıyor.
Zira Erdoğan-Öcalan ortaklığı üzerinden yürütülen Açılım’ın hedefi ne ülkeye demokrasi getirmekti, ne de PKK’yi bitirmek!
Açılım’a “Ankara merkezli” bakılınca haliyle taraflardan biri Açılım’dan “demokrasi”, diğeri de PKK’nin küçülmesini bekliyor.
Ancak Kürt Açılımı Ankara merkezli değil, Washington merkezlidir! Bu nedenle de Açılım ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgilidir, Irak’ın kuzeyini Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açarak Kürt Koridoru oluşturma hedefiyle ilgilidir, Diyarbakır’ı BOP’un merkezi hedefi yapma ilanıyla ilgilidir…
Bu hedefler, haliyle PKK’yi büyütecek ve daha kullanışlı bir enstrüman haline getirecektir!
KÜRT AÇILIMI DEMOKRASİ DEĞİL, FAŞİZM GETİRİR
Kürt Açılımı, Türklerin ya da Kürtlerin değil, Türkiye’nin, Irak’ın ve Suriye’nin de değil, fakat bir tek ABD’nin ve işbirlikçisi enstrümanların çıkarlarına yaramaktadır!
Kürt Açılımı, Ankara Açılımı yerine Washington Açılımı olduğu için de, Türkiye’ye demokrasi değil, daha otokrat bir rejim getirecektir. Nitekim son bir aydır “demokratikleşme paketinin” gölgesinde çıkarılan yasa ve yönetmelikler, ancak faşist bir düzende uygulanabilecek türdendir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ekim 2013
ABDÜLHAMİT DÜŞERKEN
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 08/06/2013
Nabi Avcı’nın durumu saptayan itirafı önemli: “Normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek birbirinden çok farklı kesimleri, grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk.”
Peki, Erdoğan tüm Türkiye’yi karşısında birleştirirken, kendi cephesinde durum ne? İnceleyelim:
AKP TAKSİM’İ DEĞİL, TAKSİM AKP’Yİ BÖLDÜ
1. Erdoğan’ın kurmayları açıkça Gül-Arınç ittifakına dikkat çekiyor. Erdoğan cephesine göre ikili, süreçten yararlanmak için çaba sarf ediyorlar. Abdülkadir Selvi üzerinden “Eğer Erdoğan’ı tasfiye operasyonu başarılı olursa, Gül’ü ikinci kez Çankaya’ya çıkaralım, Arınç’ı başbakan yapalım diye hareket etmeyecekler” uyarısı yapıyorlar. Mesaj açık: Sizi de yerler, dönün bu tarafa!
2. Erdoğan’ın kurmayları, bu ikili ile Cemaatin ittifakı üzerinde önemle duruyorlar. Zira bu ittifak AKP içindeki Erdoğan nüfuzuna önemli oranda darbe vuruyor.
3. AKP’ye oy veren geniş kitle bölündü. Erdoğan’ın faşizan uygulamalarından rahatsız olanlar her türlü karşı propagandaya rağmen alanlara gidiyorlar. Erdoğan bu yön değişikliğini engellemek için önce Taksim’e Cami lafını ortaya attı. “Taksim’dekiler Cami karşıtı” diye yaftalayarak, tabanının o kitleyle karışmasını engellemeye çalıştı, tutmadı.
Erdoğan’ın kurmayları ardından psikolojik savaş üretimi “Cami’de grup seks yapıyorlar”, “Başörtülülere saldırıyorlar” yalanlarıyla kitleyi ayrıştırmayı denedi, tutmadı. Olan Erdoğan’ın medyadaki “başörtüsü mağduriyeti fetişizmi” yaşayan sözcülerine oldu.
4. AKP içinde durumdan rahatsız olan alt düzey yönetici istifaları başladı. Kimi il ve ilçelerdeki Yönetim Kurulu üyelerinin tepki istifası daha da büyüyecek gibi görülüyor.
5. Erdoğan’ın kimi destekçileri, ekranlardan onun artık alanlara kulak vereceğini iddia ederek tansiyonu düşürmeye çalıştı. Nitekim Erdoğan’ın Kuzey Afrika’daki basın toplantıları süngüsünün düştüğünü gösteriyordu. Ancak şikâyet edilen özellikleri, Erdoğan’ın karakterini oluşturuyordu ve alttan alırken bile o faşizan tutumu sivilce gibi çıkıyordu: “Demokratik talep olsa canım feda.”
Yani alanlardaki kitlenin talebinin demokratik olup olmadığına da o karar verecekti! 23 Nisan’da koltuğunu verdiği çocuğa “Artık başbakansın, ister asar, ister kesersin” diyen birinden “demokrat” portresi çıkarmak mümkün değildi!
5. Kuzey Afrika dönüşü Erdoğan’ın kitlesel karşılanıp karşılanmayacağı da partide tartışma yarattı. Bir yandan “ya fiyasko olursa” endişesi, bir yandan “karşılanmayan bir başbakan” pozisyonuna düşme endişesi, partiyi ikircikli duruma düşürdü.
Bazı üst düzey AKP’lilerin ekranlara çıkıp karşılama olmayacağını ilan etmesine rağmen, 6 Haziran gece yarısı İstanbul’daki tüm örgütlere ve üyelere SMS’le Atatürk Havalimanı’nda toplanma çağrısı yapıldı. Ancak bu “orta yol” çözümü, duruma çare olmadı!
Üstelik az sayıdaki taraftara attırılan şu sloganlar “çaresizlik atağı” olmaktan öteye gidemedi: “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim”, “Azınlık şaşırma sabrımızı taşırma”, “Tayyip’in askerleriyiz.”
“Yüzde 50’yi evinde zor tutuyorum” diyerek halkını tehdit eden Erdoğan, alanlara çıkan milyonları bu sloganlarla da korkutamadı, tersine taraftarlarının arasındaki itibarını daha da aşındırdı ve tabanda eylemcilere hak verenlerin oranını yükseltti.
AKP-MHP-BDP KOALİSYONU
6. Erdoğan’ın cephesi gibi TBMM’deki partiler de fiilen bölündü.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisine eylemlere katılmayı yasakladı, ısrar eden milletvekillerinin istifasını istedi. Bahçeli’nin gerekçesi, alanlarda PKK-BDP’nin ve sol maskeli örgütlerin de bulunmasıydı.
BDP de alana mesafe koydu. Onların gerekçesi özetle “Ulusalcılarla ve ırkçılarla yan yana olmayız.” şeklindeydi.
Yani MHP bölücülerle, BDP de ırkçılarla yan yana durmayacaktı ama her iki parti de Erdoğan’ın eteğinde birleşecekti!
Üstelik BDP, Erdoğan’ın imdadına iki kere yetişecekti. BDP 9. günden itibaren Taksim’e gelme kararı aldı. Böylece Öcalan posterleri açarak halkı alandan soğutacaktı. Erdoğan, biber gazıyla yapamadığını Öcalan posterleriyle deneyecekti!
7. Erdoğan’ın ekibi, alanlardaki Cumhuriyetçi kitleyi etkileyebilmek adına, özellikle Yeni Şafak üzerinden “CIA operasyonu” yalanına başvurdu. Güya CIA Erdoğan’ı devirmek için düğmeye basmıştı! Alanlardaki orantısız zekâ haliyle sordu: “Obama’yla yağan yağmurda beraber yürümeniz yalan mıydı?”
Erdoğan ekibinin bu tezgâhı da tutmadı, tersine tezgâhın sahipleri de bölündü. Hem Yeni Şafak içinde, hem de diğer yandaş gazeteler içinde bu tür “dış düğme” haberlerine ciddi itiraz eden kalemler oldu.
8. Erdoğan eylemlerin arkasında “faiz lobisinin” olduğunu belirterek, açıkça büyük sermayeye ve medyasına devletin “maliye” kılıcını sallamış oldu. Ekonomisini faiz lobisi üzerine inşa eden Erdoğan, istemese de bu kesimi hedef almak zorundaydı zira tutunabilmek adına ayrışma mecburiyetine düşmüştü.
Yani Erdoğan’ın üstünde bulunduğu cam tepsi, artık kırılmıştı!
HALK HÜKMÜNÜ VERDİ
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Erdoğan için yolun sonu göründü. Halk hükmünü verdi: “Hükümet istifa!”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Haziran 2013
0 SORUN, 51 ÖLÜ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/05/2013
Başbakan Erdoğan dün grup konuşmasında, partisinin Reyhanlı tezlerine karşı çıkan hemen herkesi topa tuttu. Erdoğan “Reyhanlı’nın üzerinde kara dumanlar yükselirken” hükümetini sorumlu tutanlara ve saldırının arkasında Esad’ın olamayacağını belirtenlere bozulmuş! “Bekleseydiniz” diyor…
Erdoğan ve kurmaylarının Reyhanlı saldırısına fail “bulmakta” daha hızlı davrandığı ortadayken, muhaliflerini “beklemedikleri” için suçlaması, kuşkusuz sorunlu bir bakış açısını yansıtıyor. Meseleyi salt bu yanıyla, klasik Salı köpürtmesi sayacak ve üzerinde durmayacağız.
BAŞBAKANLIK TEFTİŞKURULU NEDEN DEVREDE?
Ancak sonraki sözlerine bakılırsa, Erdoğan’ı “bekleseydiniz” demeye iten gerçek nedenin hükümet ve devlet açısından çok daha önemli olduğu anlaşılıyor: Erdoğan grup konuşmasında, Reyhanlı saldırısında ihmal olup olmadığını anlamak için Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu harekete geçirdiğini ilan etti!
İhmal şüphesi de nereden çıktı? Hani failleri yakalamışlardı? Hani 13 kişi gözaltındaydı ve her şeyi itiraf etmişlerdi? Hani fail El Muhaberat’tı, Acilciler’di?
‘SURİYE’YE SEFER’ PROPAGANDASI
Bu soruların içerdiği anlama bakmak için gelin Reyhanlı saldırısın olduğu cumartesi gününe dönelim ve olayın hemen sonrasından başlayarak kimi gelişmeleri anımsayalım:
1. 51 yurttaşımızın ölümüne neden olan Reyhanlı saldırısından sonra, hükümetten farklı sesler çıktı. Başbakan Erdoğan, saldıranları “çözüm sürecini hazmedemeyenler” diye işaret etti. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise saldırının arkasında Beşar Esad’ın ve El Muhaberat’ın olduğunu ilan etti! Birkaç saat sonra da El Muhaberat’ın saldırıyı Acilciler örgütüne yaptırdığının anlaşıldığını açıkladılar!
2. MİT ve Emniyet panik halinde gazetelere “biz uyarmıştık” haberleri servis ettiler! Her iki örgüt de topu kucaklarından atma telaşına düşmüştü!
3. Ülkesinin iç ve dış güvenliğinden sorumlu olan Genelkurmay Başkanlığı ise “saldırıyı kınadıklarını” açıkladı! Anlaşılan Ergenekon tertipleri Türk Ordusu’nun ana karargâhını bir sivil toplum örgütüne dönüştürmüş ve Genelkurmay Başkanlığı’nın bir yardımlaşma derneği gibi davranmasına yol açmıştı.
4. Reyhanlı saldırısıyla ilgili hızla yayın yasağı alındı. Bu çağda, bu iletişim ortamında hiçbir anlamı olmayan bu yayın yasağının alınması, kuşkusuz hükümetin paniğini yansıtıyordu.
5. AKP’nin propaganda bürosu elemanları gibi çalışan tüm kalemler, ertesi gün ses birliği etmişçesine aynı şeyleri yazdılar ve Esad’ı, El Muhaberat’ı ve Acilciler’i Reyhanlı saldırısının faili olarak saptadılar! AKP propaganda elemanları, ekranlardan “Suriye’ye sefer” konuşmaları yaptılar.
REYHANLI SENARYOSUNDAN ÇARK
6. Öte yandan AKP’nin yayın yasağına rağmen ve hükümetin tek yanlı bilgi akışına rağmen, Reyhanlı saldırısıyla ilgili ciddi iddialar konuşulmaya başlandı. Özellikle Akşam’dan Levent Albayrak’ın verdiği şu haber çok önemliydi: “Reyhanlı’daki 73 MOBESE kamerasının tamamının birkaç gün önce ‘sistem arızası’ verdiği ve kayıt yapmadığı ortaya çıktı.”
7. Bu arada Ankara’da farklı senaryoların da gündeme geldiği konuşuldu. Erdoğan’ın “Türkiye’yi ateşe çekmek istiyorlar” mesajı vermesinin altı çizildi.
8. Erdoğan’ın mesajından sonra köşe yazarları da çark etmeye başladı. Örneğin Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, “Mesajı veren kim? Esad ya da Mihraç mı? Onların çapı yetmez. Küresel oyunculara bakmak lazım.” diyordu.
HÜKÜMET REYHANLI’NIN ALTINDA KALDI
Devletin birimlerinin “sorumluluktan kaçan” tavırları ile hükümetin telaşı ve sonrasında manevralara yönelmesi iki gerçeğe işaret ediyor:
1. Hükümet Reyhanlı saldırısının altında kaldı ve çaresizce çırpınıyor!
2. Erdoğan ve Davutoğlu’nun saldırıya zemin yaratan sorumluluğu, hükümetin sonunu getirir!
Çünkü AKP’nin komşularla sıfır sorun politikası sadece sıfır komşu değil, onlarca yurttaşımızın da ölümü demek artık!
ABD’nin Ortadoğu şerifliğini üstlenerek komşularla kapışan AKP’nin sadece Türkiye için değil, bölge için de bir güvenlik sorunu haline gelmesi, bardağı taşırdı. Öyle ki, Devlet Bahçeli bile dün grup konuşmasında Erdoğan’ı istifaya çağırdı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Mayıs 2013
ERDOĞAN CIA OPERASYONUNUN NERESİNDE?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/03/2013
ABD Büyükelçiliği’ne bombalı intihar saldırısı yapıldığı 1 Şubat günü, Milliyet’in manşetinde dikkat çekici bir haber vardı: Usame Bin Ladin’in damadı Süleyman Ebu Geyt, CIA’nin verdiği bilgiyle Ankara’da bir otelde yakalanmıştı.
Habere göre Ebu Geyt, 11 Eylül olayları sırasında El Kaide’nin sözcüsüydü ve olaydan sonra kayıplara karışmıştı. Sonradan İran’da özel bir kampta saklandığı öğrenilmişti. Ancak İran Ebu Geyt’i bu yılın başında kamptan çıkarmış ve sınır dışı etmişti. Bin Ladin’in damadı sahte Suudi Arabistan pasaportuyla Türkiye’ye giriş yapmıştı. CIA bu bilgileri MİT’le paylaşmış ve Ebu Geyt’i Ankara’da yakalatmıştı.
Milliyet’ten Fikret Bila, ABD Büyükelçiliği’ne saldırı sonrası CNNTürk’te katıldığı canlı yayında, Ebu Geyt’in aslında beş gün önce yani 26 Ocak’ta yakalandığını söylüyordu.
İRAN EBU GEYT’İ TESLİM Mİ ETTİ?
Bu operasyonla ilgili, günler sonra 18 Şubat’ta, Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’taki köşesinde resmi kurum kaynaklı olduğu anlaşılan çarpıcı iddialar yayınlandı. İranlı bir ajan Ebu Geyt’i Türkiye’ye getirmiş ve yakalandığı operasyon günü ortadan kaybolmuştu. Ayrıca ABD, Ebu Geyt daha İran’dan çıkmadan önce Türkiye’yle istihbaratı paylaşmıştı.
Selvi bu çarpıcı iddialara dayanarak ortaya şu imalı soruyu atıyordu: “İran, Bin Ladin’in damadını Amerika’ya İran’da teslim etmek istemedi, Türkiye’den almasının önünü mü açtı?”
Selvi “Acem oyunu” vurgulu yazısında, ayrıca Ebu Geyt’in sorgusunda itiraf ettiği çok çarpıcı bir bilgiyi de okurlarıyla paylaştı. Bin Ladin’in damadı, 11 Eylül saldırısı için Amerika’nın önlerini açtığını söylüyordu!
İran’ın rolünü de, Ebu Geyt’in bu itirafı yapıp yapmadığını bilemiyoruz ama bu süreçte basına servis edilen bir kaç haberde, Bin Ladin’in damadının CIA’ya kesinlikle teslim edilmeyeceğinin öne çıkarılmasını anlamlı bulduk. Büyük olasılıkla bu haberler, bir süre sonra yapılacak CIA’ya paket servisinin perdesiydi…
OPERASYONDAKİ ‘KUVEYT’ YALANI
Nihayet beklenen(!) haber 7 Mart günü bu kez Hürriyet’in manşetinden geldi. Ebu Geyt, Kuveyt’e verilmesi için Ürdün’e teslim edilmiş ancak CIA bir operasyonla Bin Ladin’in damadına Ürdün’de el koymuştu! Haberde Ebu Geyt’in ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin geldiği gün Ürdün’e verildiği belirtiliyordu.
Kuşkusuz sorulacak çok soru var ama biz şu tek soruyla yetinelim. Amaç Ebu Geyt’i Kuveyt’e vermekse, neden doğrudan değil de Ürdün’ün aracılığına ihtiyaç duyuldu. Türkiye’nin Kuveyt’le diplomatik ilişkisi yok mu?
Yanıt ortada… AKP Hükümeti Ortadoğu politikaları nedeniyle teslimatı Türkiye’den değil, üçüncü bir ülke üzerinden yapmayı siyaseten daha az maliyetli bulmuştu!
AKP HÜKÜMETİNİN ONAYI
Hükümete en yakın gazete olan Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, bu operasyonla ilgili ilginç bir makale yazdı dün. Karagül, “Ürdün Kralı ne zaman Türkiye’ye gelse, bölgede umulmadık şeyler olur” dedi.
Karagül’e göre, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Ürdün Kralı Abdullah aynı zamana gelen Türkiye ziyaretlerinde bu paketleme işlemini bağlamışlardı. Karagül Ebu Geyt’in, Kerry’nin geldiği gün Ürdün’e gönderildiğini, Kral’ın geldiği gün de Ürdün’de CIA’ya teslim edildiğini belirtti.
İbrahim Karagül, Kral Abdullah’ın operasyondaki rolünü şu sözlerle saptıyor: “Ürdün Kralı bu tür örtülü operasyonları çok iyi bilir. Bölgede oynadığı tek rol de neredeyse budur. Bakmayın öyle gözyaşları döktüğüne; bölge genelindeki bazı örtülü operasyonlarda, ABD-İngiliz ve İsrail istihbaratıyla bağlantılı konularda her zaman gerekenden fazla yardımsever olmuştur.”
Şimdi asıl konuya geliyoruz. Karagül, her ne kadar Kerry ile Kral Abdullah’ın anlaşmasını sanki Türkiye’den habersiz yapmışlar gibi sunmaya çalıştıysa da, böyle bir operasyonun Ankara’nın onayı olmadan gerçekleşemeyeceğini hemen herkes saptar!
Ankara’nın elindeki El Kaide yöneticisi, Ankara’nın onayı olmadan CIA’ya teslim edilmek üzere Ürdün’e gönderilemez. Ankara’daki onay makamı da Ergenekon olmadığına göre, açık ki Erdoğan hükümeti operasyondan haberdardır.
O nedenle bitirirken mecburen soruyoruz: Ebu Geyt’i CIA’ya teslim eden Kral Abdullah Yeni Şafak’a göre örtülü operasyon görevlisi ise Ebu Geyt’i Kral Abdullah’a teslim eden Erdoğan bu operasyonun neresindedir?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Mart 2013
KAPATILACAK PARANTEZ: CUMHURİYET
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 06/03/2013
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hafta sonu Bursa’da dikkat çeken bir konuşma yaptı: “Geçen yüzyıl bizim için bir parantezdi. Bu parantezi kapatacağız. Hiç kimseyle savaşmadan, hiç kimseyi düşman ilan etmeden, hiçbir sınıra saygısızlık yapmadan, tekrar Saraybosna’yı Şam’a Bingazi’yi Erzurum’a, Batum’a bağlayacağız.”
DAVUTOĞLU’NUN GÖREVİ
Böylece geçen yıl “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız” diyen Davutoğlu, asıl niyetini, daha doğrusu görevini bir parça daha açıklamış oldu!
Öncelikle şu saptamayı yapalım: Ahmet Davutoğlu’nun “geçen yüzyıl bizim için bir parantezdi, şimdi o parantezi kapatacağız” dediği Kurtuluş Savaşı’dır, Kemalist Devrim’dir, Cumhuriyet’tir!
Üstelik Davutoğlu’nun Cumhuriyet parantezini kapatma görevi yeni de değildir; o görev danışmanlığından dışişlerinin başına atanmasına kadar, kendisine verilen her rütbenin gereğidir.
KUZEY IRAK VE KUZEY SURİYE’YLE ENTEGRASYON
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yüzyıllık parantezi kapatma görevinin ayrıntılarını, Bursa’dan önce, dört gün süren röportajıyla Yeni Şafak gazetesinde verdi: “Son 100 yıl bir parantezdir, kapatılması gereken bir parantezdir. Sykes-Picot ile başlayan ayrışma kapatılması gereken bir parantezdir. Tarih coğrafi sınırlara isyan ediyordu ve evet biz bu parantezi kapatacağız.” (Yeni Şafak, 28 Şubat 2013)
Röportajın ikinci gününde, kapattıktan sonra nasıl bir parantez açacaklarını da belirtiyordu Davutoğlu: “Eskiden beri savunduğumuz ilke; bölgede yeni sınırlar oluşmasın, daha büyük ölçekli birliktelikler oluşsun. Sınırlar duvar olmaktan çıksın, anlamsızlaşsın.” (Yeni Şafak, 26 Şubat 2013)
“Yeni sınırlar oluşmasın ama eski sınırlar anlamsızlaşsın” demek, normalde anlamsızsa da, Davutoğlu’nda “perde” anlamındadır.
Nitekim Ahmet Davutoğlu ertesi gün perdeyi bir parça aralıyordu: “Sınırın hemen ötesindekilerle sınırları değiştirmeden entegrasyon yaşayacağız. Bu Kuzey Irak için de geçerlidir, Suriye’nin kuzeyinde her kesim için de geçerlidir.” (Yeni Şafak, 27 Şubat 2013)
İşte zurnanın zırt dediği delik budur; Türkiye’nin Kuzey Irak’la, Kuzey Suriye’yle entegrasyonu… Yani Kürt Koridoru, Kuzey Irak’ın Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz’e açılması; ardından da Türkiye’nin güneydoğusuna genişleyerek Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’a dönüşmesi…
Yani 2004 yılında “ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi içerisinde Diyarbakır’ı bir merkez yapma görevini” ilan eden Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi…
YANLIŞ HESAP BAĞDAT’TAN DÖNECEK!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Yeni Şafak’ta İbrahim Karagül ve Abdülkadir Selvi’yle söyleşinde, İmralı sürecinin, dış politikadaki bu zihniyet değişiminin bir sonucu olduğunu da belirtiyor.
Böylece “barış” adı altında yürüttükleri müzakerenin de aslında ABD’nin Büyük Kürdistan hedefinin içinde olduğunu kabul etmiş oluyor!
Boşuna “barışı değil, savaşı getiriyorlar” demiyoruz! Çünkü ne Bağdat Kuzey Irak’ı, ne de Şam Kuzey Suriye’yi AKP’ye savaşmadan teslim etmez!
Üstelik küresel güç merkezinin Atlantik’ten Pasifik’e kaydığı, Rusya ve İran’ın Ortadoğu’da etkin hale geldiği şu koşullarda, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye savaşarak da teslim alınamaz!
Türk ve Kürt’ü, Arap ve Fars’la karşı karşıya getirecek bu planları, Türk milleti artık ayaklarının altına almalıdır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Mart 2013
ÖCALAN ERDOĞAN’A SURİYE’DE İŞBİRLİĞİ ÖNERDİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 10/01/2013
AKP Hükümeti PKK’nin silah bırakması için Abdullah Öcalan’la müzakere yürütüyor ama hem Başbakan Erdoğan’ın hem de sözcülerinin açıklamalarına bakılırsa Öcalan karşılığında hiçbir şey istemiyor!
PKK silah bırakacak ama karşılığında genel af yok, Öcalan’a ev hapsi yok… Hatta Öcalan, Hakan Fidan’a, bırakın ayrı devleti, demokratik özerklik bile istemediğinin sözünü veriyor! (Yeni Şafak, 9 Ocak 2013)
Tüm bu yazılanlar ya kamuoyunu esasa hazırlama faaliyetinin bir parçasıdır ya da Öcalan AKP Hükümeti’yle fena halde kafa bulmaktadır!
Hakan Fidan ile Abdullah Öcalan görüşmesine dair ayrıntılı bilgilerin tek kaynağının MİT olduğunu da belirtelim. Zira BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş önceki gün yaptığı grup konuşmasında “müzakere yok, diyalog var” demiş, kendilerine ulaştırılmış bir yol haritası bulunmadığını da belirtmişti!
Ancak MİT’in bazı özel gazetecilere servis ettiği geniş içerikli bir yol haritası var, yaza yaza bitiremiyorlar! Üstelik parça parça verilen o yol haritası birleştirildiğinde ve farklı bir okuma yapıldığında, ortaya yok denilenlerin de olduğu, asıl müzakere konuları çıkmaktadır:
1. AF VE PKK’YE SİYASET YOLU
a. Türkiye’deki PKK’liler, Barış Gücü gözetiminde Kuzey Irak’a çekilecek.
b. 4. yargı paketi ya da gerekirse başka bir ek yasal düzenlemeyle, terör suçlarına “şiddet” kriteri getirilerek KCK tutukluları serbest bırakılacak.
c. Tutuklu PKK’liler, denetimli serbestlik uygulamasıyla, cezasının bir bölümünü tamamladığı için açık cezaevine alınacak, bir yıl sonra da serbest bırakılacak.
d. Eyleme katılmayan PKK’lilerin hızla dağdan inmesinin yasal olanağı sağlanacak.
e. Eyleme katılan PKK’lilerin ülkeye dönüp siyaset yapmasına olanak verecek bir düzenleme yapılacak. Ancak Öcalan, “pişmanlık” ya da “af” gibi kavramları özellikle kabul etmiyor.
f. AKP Hükümeti, 50 üst düzey PKK yöneticisinin başka bir ülkeye yerleştirilmesini istiyor.
g. Öcalan yeniden yargılanarak, serbest bırakılacak!
2. YENİ ANAYASA ORTAKLIĞI
a. Yeni Anayasa’da PKK’yi memnun edecek bir vatandaşlık tanımı yer alacak.
b. Yeni Anayasa’dan “Türklük” çıkarılacak.
3. ANADİLDE EĞİTİM
a. Anadilde savunma hakkı sağlanacak. TBMM’ye sevk edilen AKP taslağındaki eksiklikler giderilecek.
b. Kürtçe seçmeli dersi ve Kürtçe eğitimi, zamanla tüm derslerin Kürtçe verilmesine dönüştürülecek.
4. DEMOKRATİK ÖZERKLİK
a. Yeni Anayasa’da yerel yönetimlere geniş yetkiler tanınacak.
b. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki şerhler kaldırılarak, onaylanacak. Son MGK’de bu konuda bir mutabakat sağlandığı belirtiliyor.
c. AKP’nin çıkardığı Bütünşehir Yasası, Valilerin seçimle belirlenmesi gibi yeni düzenlemelerle güçlendirilecek.
d. Seçim Yasası değişecek.
5. SURİYE’DE İŞBİRLİĞİ
Öcalan, Erdoğan’a Suriye’de işbirliği öneriyor. Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin belirttiğine göre Öcalan, teklifini ete kemiğe büründürmek için PYD’ye şu mesajı gönderiyor: “Diğer oluşumları tasfiye edin. Diğer grupları tasfiye etmek için gerekirse şiddet kullanın. Bunlara vereceğiniz (Esad) enerjiyi, Araplara verin.” (Yeni Şafak, 9 Ocak 2013)
Zaten Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan’a teslim ettiği “açlık grevlerini bitirin” talimatını içeren mektupta da PYD’ye mesaj göndermişti. Öcalan, “6 ili ele geçirmekle sorun çözülmez, hedefiniz demokratik özerklik olsun” demişti! (Hürriyet, 18 Kasım 2012)
KÜRT KORİDORU AÇILIMI
Yol haritasındaki tüm bu maddeler ve özellikle Suriye’de işbirliği önerisi, en başından beri dile getirdiğimiz gerçeği doğrulamaktadır: 2009’daki Kürt Açılımı, Kuzey Irak açılımıydı. Şimdi ki açılım da, devamı olarak, Kürt Koridoru Açılımı’dır.
Erdoğan-Öcalan müzakeresi, Irak’ın kuzeyindeki yapıyı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmak ve Basra’dan Akdeniz’e bir Kürt Koridoru kurmak göreviyle ilgilidir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Ocak 2013
YENİ ŞAFAK TGB’DEN ÖZÜR DİLER Mİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 31/10/2012
Ergenekon iddianamelerindeki iki bine yakın maddi hatanın iki açıklaması olabilirdi. Ya tertipçiler sonuçtan o kadar emindi ki, pek de özenmediler. Ya da tertipçilerin çapı bu kadarına yetiyordu. Görüldüğü gibi ikisi de aynı kapıya çıkıyordu…
Zira yıllar önce gömüldüğü iddia edilen silahların güncel gazetelere sarılmasının ve hiç yıpranmamasının, 2006’da kurulan örgütlerin 2003 “belgelerinde” bulunmasının, 2007’de belediye meclisinin aldığı kararla verilen sokak ve cadde isimlerinin 2003 “belgelerinde” yer almasının üçüncü bir açıklaması yoktu.
Neden mi anımsattık şimdi bunları? Anlatalım.
SELVİ, EYLEMİ NASIL İZLEDİ?
29 Ekim Cumhuriyet buluşmasını Ulus’ta bizzat yerinde izlediğini söyleyen Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi dün izlenimlerini yazmıştı. Ancak yazılanlar içinde izlenim değeri görecek nesnel bir olgu olmadığı gibi açık kışkırtma örnekleri vardı!
Mitingi yerinde izleyen Abdülkadir Selvi “Gazlı cumhuriyet” başlıklı makalesinde bakın ne yazıyor: “Gençler başlarına, ‘Atam İzindeyiz’ bantlarını takmışlardı, ellerinde de ‘TGS’ bayrakları vardı. TGS canım, hani şu Tandoğan Meydanı’nda, ‘Ordu Göreve’ pankartı açan militarist kuruluş. Bu kez göreve çağıracakları ‘darbeci ordu’ kalmadığı için kendileri gelmişti.”
Okuyunca siz de “devenin boynu” dediniz muhtemelen… Neresini düzelteceksiniz? Tıpkı Ergenekon iddianamelerinde olduğu gibi çapsızlıkla birleşmiş bir kışkırtıcılık ve sonuçtan emin olma hali…
Abdülkadir Selvi Ulus’taki eylemi nasıl izledi bilmiyoruz ama biz gerçeği yazalım, belki öğrenir:
SELVİ’NİN UYDURMALARI
1) Gençlerin ellerinde TGS bayrakları yoktu, TGB bayrakları vardı! TGS diye bir kuruluş var kuşkusuz; Türkiye Gazeteciler Sendikası. Ancak bu kuruluşun bayrakları ellerde değildi! Alanın neredeyse her yerinde dalgalanan o kocaman bayraklardaki TGB’yi ancak Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi doğru okuyamaz ve TGS diye not edebilirdi.
2) Selvi’nin bu satırları salt yukarıdaki maddi hatadan ibaret olsaydı, çapsız der, üzerinde durmazdık. Ancak bugün TGB’yi geçmişte “Ordu Göreve” pankartı açan provokatör grupçuk diye suçlamaya kalmak düpedüz kışkırtıcılıktır!
3) Üstelik o provokatör grupçuk, “Ordu Göreve” pankartını Selvi’nin yazdığı gibi 2007’de Tandoğan’da değil, 2003’te açmış ve bizzat 2003 eylemine katılanlar tarafından kınanmıştı.
TGB’DEN SELVİ’YE SORULAR
Abdülkadir Selvi’nin bu kışkırtıcı yazısını dün sosyal medyada da eleştirdim. TGB’nin bir yöneticisi eleştirime yaptığı yorumda bakın ne diyor:
“Selvi gazetecilik yapmak istiyorsa önce şu soruya yanıt versin. ‘Ordu Göreve” pankartı açanlar neden hiç soruşturulmadı? Neden o pankart Ergenekon davalarında hemen her sanığa soruldu da, o pankartın sahipleri iddianamelerde yer almadı? O provokatör grubun lideri neden iddianamede yok?”
TGB yöneticisinin dikkat çektiği konuyu netleştirelim. Bahsettikleri isim gerçekten de Ergenekon’un ilk iki iddianamesinde hiç geçmiyor, üçüncüsünde ise bir kez, o da geçiştirilerek yer alıyor…
Kuşkusuz Abdülkadir Selvi bu soruya birkaç nedenle yanıt veremeyecektir. Ama biz yine de Selvi’nin makamından, yani Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi’nden bu kışkırtıcı yazıyı düzeltmesini ve TGB’den özür dilemesini isteyelim.
Gazetecilik en azından bunu gerektirir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Ekim 2012