Archive for category Politika Yazıları
Atom bombası sendromu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 22/05/2023
ABD’nin merkezinde olduğu G7 başta pek çok platformun sonuç bildirgesinde sık sık karşılaşırsınız: “Kurallara dayalı uluslararası düzen.”
Bu, özetle kurallarını ABD’nin yazdığı ve ulusların Atlantik sistemine boyun eğdirildiği emperyalist düzendir.
ABD, bu düzenin kurallarını “atom bombasıyla” koydu; Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak, “uluslararası düzenin kurallarını ben koyarım” demiş oldu. Yoksa mesele Japonya’yı yenmek değildi.
Kaldı ki Japonya zaten yenilmişti. ABD, İngiltere ve SSCB 26 Temmuz 1945’te Japonya’ya teslim olma çağrısı yapmış, teslim olma sinyali veren Japon Başbakanı, imparatorluk sisteminin kaldırılması ve imparatorun savaş suçlusu olarak yargılanması şartının kaldırılmasını istemişti.
Açık ki Japonya teslim olmayı kabul etmesin diye o şartta ısrar edildi. Nitekim ABD yaklaşık 10 gün sonra, 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te Nagazaki’ye atom bombası attı. Radyasyon nedeniyle sonradan ölenlerle birlikte insan kaybı yaklaşık 300 oldu.
ABD’nin tasarlanmış insanlık suçu
Emperyalist ABD’nin tasarladığı, hazırladığı, en küçük ayrıntısına kadar planladığı bu saldırı, büyük bir savaş ve insanlık suçudur. ABD sadece yaklaşık 300 bin insanı öldürmemiş, o iki atom bombasıyla kurduğu düzeni sürdürebilmek için devamında Vietnam’dan Irak’a, dünyanın çeşitli yerlerinde milyonları katletmişti. Yani ABD, modern dünyada “insanlık soykırımı” yapmış bir ülkedir.
Evet, ABD bu suçu bile isteye tasarlayarak, planlayarak, hazırlayarak işlemiştir. 12 Nisan 1945’te Roosvelt ölmüş, yeni başkan Truman 27 Nisan 1945’te nükleer saldırının hazırlık düğmesine basmıştı.
Etkisine, nüfusuna göre 14 şehir seçilmiş, ince elemelerden sonra yedekleriyle birlikte şehirler dörde indirilmiş, hatta bu şehirlere hava bombardımanı yapılmayacağı propagandası ile buralara göçler teşvik edilmiş, dahası dışarıda insan sayısının en fazla olacağı saat bile hesaplanarak atom bombası sabah 8.15’te atılmıştı.
O iki atom bombasının esas amacının emperyalist ABD’nin dünyaya egemenlik ilanı olduğunun bir göstergesi de Postdam’da Truman’ın Stalin’e “yeni bir güçlü silaha” sahip olduğunu söylemesiydi. O silahı 10 gün sonra kullanan Truman, böylece en yakın rakibine de “kuralları ben koyacağım” demiş oluyordu.
Nükleer düzenin özrü yok!
Tüm bunları şundan anımsattık: Hiroşima’da G7 zirvesi vardı. Emperyalist ABD, bu zenginler kulübünü Çin ve Rusya’ya karşı savaşının finansörü gibi kullanmaya çalışıyor bir süredir.
Zirve Hiroşima’da olunca, acaba ABD Başkanı Biden, atom bombasıyla aslında soykırıma uğratılan Japon halkından özür diler mi, diye beklenti oluştu uluslararası çevrelerde. Tabii ki Biden özür dilemedi! Tıpkı daha önceki ABD başkanları gibi Biden’a göre de özür dilenecek bir durum yoktu, nükleer düzenin özrü olmazdı!
Daha vahimi ise kurbanın durumuydu. Çünkü ABD, atom bombası attığı Hiroşima’da yapılan zirvede, Japonya’yı “atom bombasıyla” koruyacağına söz veriyordu!
ABD hem Çin’i tehdit ediyor hem de “Çin’in bölgeyi tehdit ettiği” yalanı üzerinden bölge ülkelerini kendi stratejisine eklemlemeye çalışıyor. Atom bombası kurbanı Japon liderler, ABD’nin atom bombalarıyla kendisini koruyacağına sevinme onursuzluğunu gösteriyor! Bu da “atom bombasına aşık olma sendromu” olsa gerek!
Ve ABD, AUKUS ile Avustralya’yı da Çin’e karşı nükleer denizaltı üssü haline getiriyor.
Kısacası ABD kurduğu “nükleer düzeni” koruyabilmek için “nükleer tehdide” başvuruyor.
Ancak ABD’nin nükleer düzenini inşa edebildiği şartlarda değil; tersine o düzenin adım adım çözüldüğü, ABD’nin artık sopa göstererek mahalle kabadayılığı yapamayacağı şartlardayız.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Mayıs 2023
‘Reis mi, cumhurbaşkanı mı’ seçimi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 20/05/2023
İkinci tura kalan seçimin ana ekseni şu: Türkiye bir reis mi seçecek, yoksa cumhurbaşkanı mı?
Diğer tüm konular, bu eksenin kenarlarında kalıyor şimdilik. Yarın yeniden önem kazanacak, öne çıkacak ve bazıları belirleyici olacak elbette…
Ekonomide fark yok
Ekonomi-politikaları açısından iki seçenek arasında temelde bir fark yok, ayrıntılarda var. Her iki seçenek de kamucu değil ve neoliberal programı uygulamayı sürdürecek. CHP’li Kemal Derviş’in programını devralan AKP’nin o programı sürdürmesi gibi, Kılıçdaroğlu da bazı rötuşlarla Erdoğan’ın ekonomi programını devam ettirecek…
Tabi kamu ihalele kanununu düzelterek, en çok beşli çeteye kazandıran sistemi değiştirip kazancı diğer sermaye gruplarına da yayarak, aile ve çevresini zenginleştiren sistemi onararak, “yandaş vakıflar” yoluyla tarikat sermayesinin güçlenmesini sağlayan yolu keserek, tabii sosyal devletin bazı gereklerini de yerine getirerek sistemi restore edecek…
Ama kamu hazinesiyle özellerin zenginleştiği sistem esas olarak devam edecek. Neoliberal programı kim uygularsa uygulasın, sonuç değişmeyecek; programın karakteri itibariyle zenginler zenginleşecek, yoksullar yoksullaşcak.
Dış politikada fark yok
Dış politika açısından da iki seçenek arasında temelde bir fark yok, ayrıntılarda var. Her iki seçenek de esas itibariyle Atlantikçi ve NATO’cu çünkü.
Erdoğan, bunu seçim boyunca “sanki değilmiş” gibi gösterebilmeyi becerebildiği için, Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ın oynadığı dengeciliği beceremeyecekmiş görüntüsü veren Rusya karşıtlığına düştüğü için, bir fark oluştu…
Aynı durum terör konusu için de geçerli. Bitmiş terörü açılımıyla siyasallaştıran ve büyüten iktidar, denediği halde desteğini alamadığı HDP üzerinden CHP’yi terör destekçisi gösterdi; kendisini de teröre karşı “devlet bekasının” garantörü. Halbuki kim seçilirse seçilsin, her hükümet terörle mücadele etmek zorunda; edemezse hükmedemeyecek çünkü…
Özetle NATO’dan PKK terörüne geniş dış politika yelpazesinde kim seçilirse seçilsin, büyük bir fark olmayacaktır.
Özgürlük alanımızın seçimi
İki seçenek arasında esas fark, birinin sadece partisinin ve seçmenlerinin değil, artık hepimizin, Türkiye’nin reisi olmaya çalışması, diğerinin ise sadece yurttaşların cumhurbaşkanı olacağıdır.
Erdoğan seçilirse “tek adam rejimini” biraz daha zorlayarak iyice reisleşecek; Kılıçdaroğlu seçilirse yurttaşların cumhurbaşkanı olarak yeniden parlamenter rejime dönüşün yolunu açacak.
Erdoğan seçilirse hepimize “şusunuz, busunuz” demeye devam edecek; Kılıçdaroğlu seçilirse şu, bu olmaktan kurtulacak, Türkiye’nin tüm seçmenleri olarak yurttaşlık ortak paydasında yeniden buluşma olanağına kavuşacağız.
Erdoğan seçilirse iktidarı eleştirmekte artık daha da zorlanacağız ama Kılıçdaroğlu seçilirse iktidardan çatır çatır hesap sorabileceğiz!
Gazeteci halk/kamu yararına haber yapabildiği ve aydın halk/kamu yararına iktidarı en ağır şekilde eleştirebildiği oranda özgürlük vardır.
Yurttaş yönetenden hesap sorabildiği oranda özgürdür.
28 Mayıs’ta kalan özgürlük alanımızı ya bir reis seçerek daraltacağız, ya da bir cumhurbaşkanı seçerek genişletebilme olanağını kazanacağız.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Mayıs 2023
Türk doları!
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 18/05/2023
Irak hükümeti doları yasakladı. Bağdat’ın 14 Mayıs’ta uygulamaya koyduğu bu kararın iki hedefi var:
1) Irak dinarının yaygınlaştırılması.
2) Resmi döviz kuru ile karaborsa arasındaki farkın azaltılması (CRI Türk, 17.5.2023).
Dolarsızlaşma güçleniyor
Irak’ın kararı ayrıca iki yöne işaret ediyor:
1) De-dolarizasyon ya da dolarsızlaşma süreci: Çok kutuplu dünyanın inşa olmasıyla birlikte “ulusal paralarla ticaret” de ekonomide bir olgu haline geldi. Süreç özellikle Ukrayna krizi sonrası ABD’nin dolar rezervlerine el koyması ve yaptırımları silah gibi kullanmasıyla birlikte ivmelendi.
Çin ve Rusya başta olmak üzere pek çok ülke artık ikili ticaretlerinde ulusal para kullanıyor. Dahası Körfez ülkeleri ile Çin arasında petrol ile doğalgaz alışverişinin “yuan” ile yapılmaya başladığını da görüyoruz.
Önümüzdeki ay yapılacak BRICS toplantısında “ortak para” birimi ele alınacak.
Kısacası dolarsızlaşma eğilimi, doların rezerv para olma değerini adım adım azaltıyor.
Saddam Hüseyin’e dönüş
2) Ekonomik bağımsızlık, siyasi bağımsızlığın garantörü ve bütünleyenidir. Ekonomik bağımlılığın en önemli çapası ise ABD dolarıdır. ABD dolarına bağımlılık, ekonomik bağımlılıktır.
Bu yönüyle diyebiliriz ki, ABD’nin Irak’ı işgali aslında ve tam olarak 14 Mayıs 2023’te sona ermiş oldu. Dahası Irak hükümeti bu kararıyla, fiilen Saddam Hüseyin dönemine de dönmüş oldu. Çünkü savaşın asıl nedeni, Saddam Hüseyin’in ABD’nin petrodolar sistemine meydan okumasıydı.
Yine buradan hareketle diyebiliriz ki, antiemperyalizmin de milliciliğin de en önemli ölçütü ABD dolarına karşı tutumunuzdur. Vatan ya da iktisadi ifadesiyle “ulusal pazar”, ulusal parasıyla vardır. Ulusal para yerine emperyalizmin dolarını ulusal pazarda etkin kılan iktidarlar bağımlı, ulusal pazarını dolarak karşı korumaya çalışan iktidarlar ise bağımzsızlıkçıdır.
En serbest piyasa ve dört çeşit dolar
Türkiye bu açıdan laboratuvar özelliği taşımaktadır. Gerçek ile propaganda arasında geniş bir açı vardır. Somutlayalım:
Neoliberalizmin en iyi uygulayıcısı olan AKP iktidarı, “serbest piyasa ekonomisi”ne bile takla attırmış, ekonomiyi “en serbest” hale getirmiştir.
Piyasa o kadar serbesttir ki, bugün ulusal pazarda fiilen dört çeşit dolar kuru vardır:
1) Bankaların dolar kuru.
2) Döviz büfelerinin dolar kuru
3) Kapalıçarşı’nın dolar kuru
4) Merkez Bankası’nın dolar kuru.
İşte bu sonuncusu, yani Merkez Bankası’nın dolar kuru, “kur korumalı mevduat” projesi ile bir çeşit “Türk doları” haline gelmiştir.
Çifte faiz kumpası
Kısacası “yerli ve milli” propagandası ve “dış güçlere karşı savaş” adı altında sergilenen gerçek budur: Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, vatanda, ulusal pazarda Türk lirasının karşısında “Türk doları” oluşturulmuş, ABD dolarına yasallık kazandırılmıştır.
Dahası, bunu üstelik sanki “dolara karşı mücadele” ediyormuş gibi yaptılar ve sonuçta bankaları / finans kapitali çifte faizle, yüzde 400 kârlılık oranında zenginleştirdiler.
Çifte faizin biri hazineden, yani cebimizdendi ve finans kapital kazandıkça yoksullaştık.
Bu tablodan nasıl çıkılacağı, Türkiye’nin en önemli problemidir. Türkiye’nin tüm ilerici kuvvetleri 28 Mayıs’tan sonra asıl bu probleme kafa yormalı ve çözüm için seçenek oluşturmalıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Mayıs 2023
Dış politikanın seçime etkisi
Posted by Mehmet Ali Güller in CRI Türk, Politika Yazıları on 16/05/2023
Çoğu ülkede dış politikanın seçime etkisi yok ya da azdır. Ama Türkiye’de dış politikanın seçime etkisi, çoğu ülkeye göre açık ara fazladır.
Dünyada rüzgarın ABD’den estiği şartlarda bile, çoğu parti, öyle olmasına rağmen açıktan Amerikancılık yapamamıştır. Çünkü Türkiye’de milliyetçilik her dönem güçlüdür. Hatta öyle ki zaman zaman özünde Amerikancı olan partiler bile, seçimlerde Amerikancı olmadıklarını göstermeye uğraşırlar.
Diğer yandan tablo özellikle son 10 yılda büyük değişim geçirmektedir. Çok kutuplu dünyanın oluşmaya başlaması, Asya-Pasifik’in güçlenip Atlantik’in zayıflaması, gelişen dünyanın artık ABD saldırganlığına karşı durabilmesi vb etkiler, Türkiye seçimlerinde genel tabloyu iyice değiştirmiştir. Öyle ki seçimlerde artık açıktan Amerikancılık ve Avrupacılık yapan parti neredeyse kalmamıştır.
Öte yandan her yıl Türk halkının diğer ülkelere bakışını ortaya koyan araştırma sonuçları da bu gerçeğe işaret etmektedir: Türk halkı, ABD’ye, AB’ye yoğun oranda karşıdır:
İKİ HATA
Muhalefet bloğunun seçim sürecinde izlediği dış politika çizgisi ise yukarıda özetlemeye çalıştığımız tabloyu yok sayar nitelikteydi:
1) CHP aslında AKP’den çok farklı bir dış politika izle(ye)meyeceği halde, daha Batıcı bir görüntü verdi. Oysa tersine AKP “Batıya mesafeli” biz görüntü ortaya koymaya çalıştı.
Gerçekte AKP de CHP de çok kutuplu yeni dünyanın gerçeklerine uygun olarak çok taraflılık izleyecekti. Nitekim James Jeffrey başta eski ABD büyükelçileri de seçimin sonucunun Türk dış politikasında büyük değişiklik oluşturmayacağını, sadece üslubun yumuşayacağını belirtiyorlardı.
2) Diğer yandan CHP, seçim sürecinde birkaç kez doğrudan Rusya’yı hedef alma, Rusya’ya karşı konumlanma hatası yaptı.
Önce “Rusya’ya NATO üyesi olduğumuzu anımsatacağız” denilerek hata yapıldı ama sonrasında bu Kılıçdaroğlu’nun Moskova’daki bir toplantıya gönderdiği mektupla düzeltildi; “Türkiye-Rusya ilişkileri değişmeyecek” mesajı verildi. Ancak seçime bir hafta kala, bu kez “Rusya’ya yaptırım uygulama” açıklaması yapıldı. En vahimi de seçime üç gün kala “seçime müdahale ettiği varsayımı” üzerinden Rusya’nın doğrudan hedef alınmasıydı.
DIŞ POLİTİKANIN ETKİLEDİĞİ FAKTÖRLER
Pek çok seçmen nezdinde, bir partinin dış politika konumlanması, ekonomiden küresel ve bölgesel siyasetlere kadar izlenecek yola işaret ediyor. Bu nedenle de seçime, olması gerekenden fazla etki yapıyor.
Şöyle ki:
Eğer bir parti Rusya’yla, Çin’le, Asya’yla işbirliğini önemsemeyi dış politikasının önceliği haline getirirse, bu toplamda şu anlamlara geliyor:
1) O parti yeni eğilime uygun olarak dolarla ticareti azaltacak, ikili ticaretinde yerel paraları kullanacaktır.
2) O parti, Ukrayna meselesine ABD gözlüğü ile bakmayacak, haliyle ABD’nin zorladığı yaptırımlara büyük ölçüde uymayacak, Ukrayna merkezli cephenin genişletilmesi çağrılarına karşı durarak Karadeniz’de statüyü Montrö Sözleşmesi ile koruyacaktır.
3) O parti, ABD’nin Ortadoğu planlarına karşı olacak ve onun gereği olarak da komşuları ve bölge ülkeleriyle işbirliğini esas alacaktır.
4) O parti, yükselen Asya ekonomisinden Türkiye’nin daha çok pay alabilmesi için Asya’nın örgütlerinde, platformlarında, organizasyonlarında daha çok boy gösterecek.
5) O parti, haliyle ABD’nin Kıbrıs, Ermeni, Uygur, Tayvan kışkırtmalarına karşı daha Türkiyeci ve Asyacı bir siyaset izleyecek.
Bu beş maddede ve artırılacak maddelerde, partilerin izleyeceği siyasetin tonu biraz daha açılabilir ya da daha koyulaşabilir ama genel perspektif böyledir.
ESKİ TÜR BATICILIK DÖNEMİ KAPANDI
Sonuç olarak Kılıçdaroğlu’nun ve kurmaylarının seçim sürecinde izlediği ve kamuoyunda “Daha Batıcı ve Rusya’ya karşı mesafeli” görüntü anlamına gelen çizgi, milliyetçi oyların kaymasını sağlamış görünüyor. (Çünkü ABD karşılığı üzerinden milliyetçilik, klasik Rusya karşıtlığı üzerinden milliyetçiliği aşmıştır.)
Bu durumda 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur öncesinde, bu görüntünün düzeltilmesi gerekiyor. Zira bu aslında bir gerçeğe de dayanmak demektir.
O gerçek şudur: Türkiye’yi kim yönetirse yönetsin, artık eskisi türden bir Batıcılık yapamayacaktır ve çok kutupluluğun gereğine uygun siyaset izlemek durumda olacaktır.
Mehmet Ali Güller
CRI Türk
16 Mayıs 2023
14 Mayıs’ın ilk sonuçları
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 16/05/2023
Yazıyı gazeteye yetiştirmek üzere yazmaya oturduğumda, açılan sandıkların 3/5’ine göre Erdoğan’ın oyu yüzde 48, Kılıçdaroğlu’nun oyu yüzde 46 ve Oğan’ın oyu da yüzde 5 civarındaydı.
Gerçi AKP bu kez CHP’nin yüksek olduğu bölgelerde sistematik itirazlar yaparak o oyların sonuçlara eklenmesini geciktirmeye çalışıyordu ama yine de seçim büyük olasılıkla ikinci tura kalacak gibi görünüyordu…
AKP’nin CHP lehine sonuçları geciktirme taktiği
AA’nın “parti ajansı” gibi yürüttüğü seçim açıklama yöntemi, genel olarak yüzde 80’le AKP lehine oy açıklama şeklindeydi bugüne kadar. Son İstanbul seçimlerinde de öyle olmuş, ancak İmamoğlu’nun önceki adaylardan farklı olarak AKP’ye “Atı alan Üsküdar’ı geçti” fırsatı vermemesi nedeniyle sonuç gece yarısından sonra değişmişti.
Aynı AA’nın bu kez değil yüzde 80 ile, Erdoğan’ı sadece yüzde 59 ile başlatmış olması önemli bir geri adım. Nitekim AA’nın verileriyle gerçek arasındaki makası parça parça kapanmaya başlamış, yazıyı yazmaya oturduğumda Erdoğan’ın oyu AA’ye göre yüzde 59’den 50’ye gerilemiş, Kılıçdaroğlu’nun oyu da yüzde 44’e çıkmıştı. Islak imzalı tutanak sonuçlarına göre ise o süreçte Erdoğan’ın oyu yüzde 48, Kılıçdaroğlu’nun oyu yüzde 46’ydı.
Sabah olduğunda geciktirilen oyların sonuçlara dahil edilmesiyle ya Kılıçdaroğlu birinci turda seçimi kazanmış ya da seçim ikinci tura kalmış olacak. Ancak sonuç ne olursa olsun bazı değerlendirmeler yapabileceğiz eldeki verilerle….
Eski AKP’lilere değil, İnce-Özdağ-Oğan’a dayanılmalıydı
Kılıçdaroğlu-Akşener ikilisi, başından beri itiraz ettiğimiz gibi Davutoğlu ve Babacan gibi “eski AKP’lilere” değil, İnce ve Özdağ–Oğan gibi CHP ve İYİ Parti’den kopanlara dayanan, onları yeniden kucaklayan bir çizgi izlemeliydi.
Babacan’ın ekonomi politikası ve Davutoğlu’nun dış politikası gibi ağır bagajları bir yana, ikisinin toplamının Millet İttifakına yüzde 1 civarından fazla oy katkısı yoktu. Oysa görüldü ki, Özdağ-Oğan ve İnce’nin oy katkısı yüzde 6’nın üzerinde…
Yani Kılıçdaroğlu ve Akşener, İnce ve Özdağ-Oğan’ı kucaklayan bir çizgi izlese, seçim ilk turda kazanılırdı.
Batıcılık görüntüsü seçimi riske attı
Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın kimi Batıcı görünümlü çıkışı, hele de seçime üç gün kala Rusya’yı hedef alan çıkışı, seçmenlerin bir bölümünü Kılıçdaroğlu’na oy vermekte tereddüde götürdü.
AKP’ye göre ABD ve NATO’yla daha uyumlu ilişki yürüteceğinin izlenimini veren Kılıçaroğlu, bu nedenle, aslında ilk turda kazanacağı seçimi riske atmış oldu.
Oysa çokça dikkat çektiğimiz gibi, Millet İttifakı, birincisi Türk halkının ülkelere bakışını ortaya koyan kamuoyu araştırmalarını dikkate alsa, ikincisi de Macaristan seçiminden deneyim çıkarsa, farklı bir tutum sergiler ve rahatça ilk turda kazanırdı.
Parlamenter rejime dönüş başladı
Sonuç olarak, öyle ya da böyle, sonuç ne olursa olsun, Türk milleti, Türkiye’nin başkanlık sistemine ve tek adam rejimine sığmadığını göstermiş ve 150 yıllık deneyimi bulunan parlamenter rejime dönmenin işaretini vermiş oldu.
Bugün ya da yarın, bu durum gerçekleşecek…
Sadece yanlış politikalarla süreç uzatılmış ve maliyet artırılmış oldu.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Mayıs 2023
14 Mayıs’ta aslında ne oylanacak?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/05/2023
14 Mayıs, seçmenlerin bir bölümü açısından hükümet seçimi değil, rejim oylamasıdır. Yani 16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasının tekrarıdır.
16 Nisan 2017’de, tartışmalı bir kampanya ve seçimin ardından, sadece yüzde 51 oyla parlamenter rejim yıkılmış, yerine “AKP tipi başkanlık sistemi” getirilmişti. Geride kalan beş yıllık uygulama, bunun bir “tek adam rejimi” olduğunu iyice ortaya koydu ve kamuoyu bunun sonuçlarını en çok ekonomide gördü. 5 yılda beşe katlanan enflasyon, borç, ücret kaybı, pahalılık ve yoksulluk…
Dolayısıyla yarın, bu kez uygulaması da görülmüş başkanlık sistemi oylanacak aslında…
Oylanacak üç konu
Haliyle bu durumda 14 Mayıs’ın üç konusu olacak:
1) “Erdoğan ve rejimi devam etsin” mi, yoksa “Erdoğan dışındaki seçenek(ler) ile parlamenter sisteme dönüş kapısı açılsın” mı?
2) “Erdoğan kanunları/kararnameleri sürsün” mü, yoksa “eksikli de olsa bir hukuk düzeni olsun” mu? (Erdoğan’ın Anayasa’ya aykırı olarak 3. kez aday olması bile seçimin bu karakterine işaret etmektedir.)
3) “Erdoğan’ın İslamcı rejimi kurumlaşmaya devam etsin” mi, yoksa “laik ve devrimci cumhuriyete ulaşmayı kolaylaştıracak bir kapı aralansın” mı?
Sandığa ‘Erdoğan rejimi bitsin’ oyu atılacak
Bu tablo haliyle Erdoğan karşısındaki adayların politik farklılıklarından çok kazanma potansiyelinin yüksek olup olmamasını öne çıkarıyor. Yani adayların politik farklılıklarından çok kapıyı ne kadar açabilecekleri önemli durumda.
Kuşkusuz bu noktaya gelinmiş olması bile 21 yıllık AKP iktidarının yarattığı yıkıma işaret etmektedir: Zira AKP kurmaylarının seçimi darbe, muhalif seçmeni öteki, zillet, hatta terörist diye işaretleyerek sürdürdüğü seçim kampanyası bile, “yüksek politikalardan” önce “yaşam hakkının” oylanacağını göstermektedir.
Dolayısıyla bir bölüm seçmen yarın aslında “Erdoğan rejimi bitsin” diye oy kullanacaktır. Bunun pratik yolu da Kılıçdaroğlu seçeneği olduğundan, ona oy verecektir, yoksa Kılıçdaroğlu’nun politikalarını benimsediği için değil…
Asıl iş 15 Mayıs sabahı başlıyor
Sık sık “asıl işimiz 15 Mayıs sabahı başlıyor” demem bundandır. Çünkü Kılıçdaroğlu seçilerek sadece ve en fazla erozyonu durduracaktır; araziye hangi ağacın ve nasıl dikileceği 15 Mayıs sonrasının konusudur.
Çünkü ekonomi politikası başta olmak üzere pek çok politikada, seçenekler arasında büyük bir fark yoktur. Örneğin iki seçenek de neoliberal ekonomi programını uygulayacak. Hatta dış politikada yeni riskler oluşacak.
İşte bu nedenle, devrimci cumhuriyet diyenler, ekonomide kamuculuğun ağırlık kazanmasını isteyenler, çok kutuplu dünyanın gerçeklerine uygun konumlanılmasını savunanlar, 15 Mayıs’tan itibaren Kılıçdaroğlu’na sert muhalefete edecektir.
Bunun için ise 14 Mayıs’ta yapılması gereken bir iş daha var: Güçlü sosyalist bir odağın inşasına oy vermek… Dolayısıyla “Erdoğan rejimi gitsin” diye 14 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu’na cumhurbaşkanlığı oyu verenler, 15 Mayıs’tan itibaren Kılıçdaroğlu’na karşı daha etkili muhalefet yapılabilsin diye de “Sosyalist Güç Birliğini” büyütmelidirler.
CHP’nin daha da sağa savrulmasının panzehri, güçlü bir sosyalist odağın inşasıdır. Türkiye’nin devrimci cumhuriyete yönelebilmesinin kaldıracı güçlü bir sosyalist odaktır.
Tersi görüldü çünkü: 80 yıl boyunca ABD’nin güdümünde sosyalistleri hedef alanlar, ülkeyi en sonunda ılımlı İslamcılara teslim ettiler!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Mayıs 2023
ABD’nin 15 Mayıs’ta gördüğü tablo
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 11/05/2023
2023 seçiminin propaganda eksenlerinden biri de Amerikancılık. İktidarın bazı isimleri muhalefeti Batıcılıkla, muhalefetin bazı isimleri de iktidarı Putincilikle suçluyor.
Peki ABD, cumhurbaşkanı adaylarını bu açıdan nasıl görüyor? ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, bu sorunun yanıtını anlamamızı sağlayacak bazı değerlendirmeler yapıyor (Amerika’nın Sesi, Dilge Timoçin, 9.5.2023):
‘ABD ile Türkiye arasında ticaret patladı’
Jeffrey’e göre “Türk-Amerikan ilişkileri şu anda oldukça iyi durumda.” Jeffrey, “tarafların üslubunu değil, ilişkinin özünü dikkate alın” diyor.
Hatta konu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun üslubuna geldiğinde Jeffrey şöyle diyor: “Neyse ki ABD-Türkiye ilişkilerinden o sorumlu değil. Bu işlerden sorumlu olan kişilerin Washington’a ve Washington’un Ankara’daki rolüne bakışları çok farklı.”
Türk-Amerikan ilişkilerinden sorumlu isimler belli: “Ulusal Güvenlik Danışmanı” gibi hareket eden Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu. Tabii baş sorumlu elbette Erdoğan. Demek ki Washington ya bu dörtlüye bakıp Soylu’nun çıkışlarını dikkate almıyor ya da Soylu’nun çıkışlarının bir tür emniyet sübabı görevi gördüğü düşünüyor.
Benzer bir durumu İsrail’le yaşanan “one minute” krizinde de yaşamıştık. O zaman da meselenin propaganda boyutuna dikkat çekiyor ve paranın akışının gerçek tabloyu ortaya koyacağını belirtiyordum. Çünkü gerçekte Türkiye ile İsrail’in karşılıklı ticareti her yıl bir öncekine göre artıyordu. Jeffrey’in açıklamalarından aynı durumun Türk-Amerikan ilişkilerinde de olduğunu görüyoruz. Çünkü Jeffrey, “son dört beş yılda ABD ile Türkiye arasında ticaret patladı” diyor!
‘S-400 önemsiz ve unutulmalı’
Kaldı ki Jeffrey Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorunlu konuları da, yürümekte olan ilişkinin yanında önemsiz görüyor.
Örneğin Jeffrey’e göre S-400, “büyük bir sorun değil ve unutulması gereken bir konu.” Gerekçesini de şöyle açıklıyor Jeffrey: “O zamandan (2017) beri Rusya Türkiye’ye çok fazla silah sattı mı? Hayır. Aksine Türkler burada Washington’da 6 milyar dolar değerinde Amerikan silahı almaya çalışıyorlar. Başka bir NATO ülkesi Türkiye’nin izinden gitti mi? Hayır. Yani F-35 meselesi dışında S-400 alımının siyasi, dış politika, askeri etkisi, ABD’nin ilişkilerine hiçbir etkisi yok ve bu nedenle konuyu kapatmalıyız.”
Örneğin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği konusunu da Jeffrey çok farklı değerlendiriyor: “Erdoğan hükümetinin Finlandiya’yı NATO’ya kabul etmesi, daha önceki tutumunun, Rusya’nın baskısı nedeniyle olmadığı anlamına geliyor. Çünkü Rusya’nın NATO’da istemediği ülke, Finlandiya’ydı. Rusya için İsveç çok daha az sorun teşkil ediyor.”
Örneğin ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği desteğin ortaya çıkardığı sorunu da artık hayati görmediğini belirtiyor Jeffrey. Neden mi? “Çünkü” diyor Jeffrey: “Neredeyse 10 yıl oldu, hâlâ oradayız, SDG hâlâ orada, Türkiye hâlâ mutsuz ama gerçek bir krizden kaçınmayı başardık.”
‘Dış politika değişmez’
Ve asıl önemlisi şu: ABD’nin deneyimli diplomatı Jeffrey, kim seçilirse seçilsin, Türkiye’nin dış politikasında önemli bir değişiklik öngörmüyor. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi halinde sadece “söylemin yumuşayacağını” ama PKK, Suriye, Rusya, Ukrayna, Kafkasya vb dış politika konularında büyük bir değişiklik olmayacağını savunuyor.
Ne yazık ki hem ekonomi politikasında hem de dış politikada Millet İttifakı-Cumhur İttifakı seçenekleri arasında temelde fark yok. Zaten 14 mayıs seçimi de gerçekte bambaşka bir konunun seçimidir. Onu da önümüzdeki yazıda tartışalım.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Mayıs 2023
ABD’nin S-400 teklifinin şifreleri
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/05/2023
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu açıkladı: “ABD, S-400’leri Ukrayna’ya gönderir misiniz dedi, biz olmaz dedik” (Habertürk, 7.5.2023).
Çavuşoğlu’nun seçime bir hafta kala açıkladığı bu teklif üç temel soruna işaret ediyor:
1. ABD, Türkiye’yi savaşa bulaştırma peşinde
ABD’nin teklifi, kimi kesimler açısından Türk-Amerikan ilişkilerinin önemli bir sorununa “çözüm” arayışı olarak değerlendirilebilir. Ancak ABD’nin asıl hedefinin başka olduğu anlaşılıyor:
ABD Türkiye’nin elindeki S-400’den kurtulmanın ötesinde, Türkiye’nin S-400’ü Ukrayna’ya vermesi üzerinden, savaşa bulaştırılmasını sağlamaya çalışıyor. Türkiye’yi Ukrayna için “güneydeki Polonya” yapmaya uğraşıyor.
Türkiye’nin savaşa bulaştırılması ABD açısından; birincisi Türkiye-Rusya işbirliğini sabote etmenin, ikincisi Ukrayna’yı Polonya dışında Türkiye’den de silahlandırmanın, üçüncüsü savaşa bulaşan Türkiye’nin Montrö Sözleşmesini gevşeterek Karadeniz’i ABD’ye/NATO’ya açmasının yolu anlamına geliyor.
2. Dengecilik çıkar yol değil
Tek başına ABD’nin bu teklifi bile, Ankara’nın izlediği dengeciliğin son tahlilde çıkar yol olmadığını resmetmektedir. Çünkü dengecilik, stratejik düzlemin gerçeklerine uymayan taktik hamlelerle “idare etmeye” dayanıyor. Bu ise her an Türkiye’yi bu örnekte görüldüğü gibi ateşe atma potansiyeli olan risklerle karşı karşıya getiriyor.
O nedenle Ankara’nın 14 Mayıs’tan sonra, baş çelişki, temel tehditler, asıl müttefikler, ara kuvvetler gibi konularda dış politikasını netleştirmesi gerekiyor
3. AKP için seçim malzemesi
Görüldüğü üzere ABD’nin S-400 teklifi, bir savaş teklifi… Dolayısıyla hepimizi ilgilendiriyor.
Oysa Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, bu konuda Türk milletini teklif geldiğinde değil, seçime bir hafta kala bilgilendiriyor! Bu kadar önemli bir konu bile, ancak seçim malzemesi olarak önemi varsa, halka açıklanma gereği duyuluyor.
AKP seçim meydanlarında 14 Mayıs’ı “beka meselesi” diye propaganda ediyor ama Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren böyle bir konu hakkında bunca zamandır Türk milletini bilgilendirmiyor!
Çünkü… İktidar, kökleri 90’lara dayanan TCG Anadolu’yu AKP imalatı gibi seçim otobüsüne çeviriyor, her yıl eylülde yapılan Teknofest’i bu kez nisanda yaparak festivalden seçim mitingi çıkarıyor, sonra da “savunma konularını seçime alet etmeyelim” deyip muhalefete yükleniyor!
15 Mayıs’ın gündemi
Görüldüğü üzere S-400, 15 Mayıs sabahından (ya da 29 Mayıs) itibaren de Türkiye’nin en önemi sorunu olmaya devam edecek. Bu sorunun nasıl ele alınacağı, Türkiye’nin dış politika yönünü de tayin edecek.
Türkiye, mevcut iktidarın kör topal sürdürdüğü dengeciliği bir yana bırakarak, Karadeniz, NATO’nun genişlemesi sorunu, ABD’nin Ege, Akdeniz ve Suriye’deki Türkiye karşıtı rolü üzerinden strateji belirlemelidir.
Ankara’nın yeni yönetimi, bu kapsamda iki hızlı adım atmalıdır:
1) AKP’nin alımını durdurduğu ikinci parti S-400’ü almalıdır. Çünkü Türkiye’nin asıl istekleri olan teknoloji paylaşımı, ortak üretim ve yazılım entegrasyonu sözleşmeye göre ikinci parti alımda…
2) Türkiye, Ukrayna’ya İHA-SİHA desteğini/satışını sonlandırmalıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Mayıs 2023
NATO’nun genişlemesi, savaşın genişlemesidir
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 06/05/2023
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NATO, adının ve 14 maddelik kuruluş sözleşmesinin işaret ettiği üzere Kuzey Atlantik’in iki yakasını, Kuzey Amerika ile Avrupa’yı ilgilendirir.
ABD NATO’yu genişletme stratejisini Rusya’ya karşı uygularken, genişlemenin Avrupa sınırlarında olduğunu savunarak bunu müttefiklerine kabul ettirebiliyordu. Ancak ABD artık NATO’yu Kuzey Atlantik’in çok ötesine taşımaya çalışıyor.
Asya-Pasifik’te NATO İrtibat Ofisi
NATO, “Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi güvenlik ortaklarıyla görüşmeleri kolaylaştırmak için Asya’daki ilk irtibat ofisini Japonya’da açmayı” planlıyor (harici.com.tr, 4.5.2023).
ABD, ekonomik rekabette gerisine düştüğü Çin’e karşı saldırgan bir “kuşatma stratejisi” izlemeye çalışıyor; Çin’i bölgesinde sıkıştırarak ve Kuşak ve Yol’u sabote ederek bu ülkenin gelişmesini frenlemeye uğraşıyor.
Çin de ABD’nin Japonya’da NATO İrtibat Ofisi girişiminin bölgeyi istikrarsızlaştıracağına dikkat çekerek karşı çıkıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning, “Asya’nın jeopolitik bir savaş alanı olmaması gerektiğini” belirttiği açıklamasında şu uyarıları yaptı: “NATO’nun Asya-Pasifik’te sürekli doğuya doğru genişlemesi, bölgesel işlere müdahalesi, bölgesel barış ve istikrarı yok etme girişimleri ve blok çatışması için zorlaması, bölge ülkelerinin yüksek ihtiyatlı olmasını gerektiriyor.”
Kennedy’nin işaret ettiği gerçek
ABD’nin NATO’yu Ukrayna’ya genişleterek Rusya’yı hedef alan stratejisinin sonucu ortada. Bu gerçeği ABD içinde görenler de var elbette.
Örneğin ABD Başkan adayı Robert F. Kennedy Jr., “Zelenski sadece ‘NATO’ya katılmayacağım’ diyerek Rusya’yla çatışmaktan kaçınabilirdi” dedi ve ekledi: “Ancak Zelenski, Biden’ın Beyaz Saray’ındaki Neo-Con’ların ve Ukrayna hükümeti içindeki faşist unsurların baskısıyla ordusunu NATO ordusuyla bütünleştirdi ve ABD’nin Ukrayna’nın Rusya ile 1200 millik sınırına nükleer kapasiteli Aegis füzeleri yerleştirmesine izin verdi. Bunlar Rus liderliği için ‘kırmızı çizgi’ niteliğindeki provokasyonlardı. Kabul edelim, Neo-Con’lar Irak’la nasıl savaş istiyorlarsa Rusya’yla da bu savaşı istiyorlardı.” (twitter, 3.5.2023)
Evet, Kennedy’nin işaret ettiği gibi “Zelenski ‘NATO’ya katılmayacağım’ diyerek Rusya’yla çatışmaktan kaçınabilirdi”, ancak ABD yönetimi ve Beyaz Saray memuru konumundaki NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna’yı NATO üyeliği konusunda sürekli teşvik etti, zorladı, devam da ediyor. Çünkü ABD Ukrayna’da “son Ukraynalı” kalana kadar “uzun savaş” istiyor.
Savaşın panzehri: Çin planı
Ukrayna yönetimi de Washington’un stratejisine tamamen çapalanmış durumda. Öyle ki Ukrayna Savunma Bakanı Oleksiy Reznikov “NATO’nun fiilen bir üyesiyiz ve eninde sonunda yasal bir üye olacağımızdan hiç şüphem yok” diyor (Şarkul Avsat, 5.5.2023).
Neden? Çünkü daha kısa bir süre önce Kiev’i ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır. Bütün müttefikler bunda hemfikir. Temmuz zirvesinde konu gündeme gelecek” dedi (DW, 20.4.2023).
AKP yönetimi NATO’ya bu sözü vermiş olabilir ama Türkiye’nin Ukrayna’nın üyeliğini onaylayarak savaşı genişletme ve Karadeniz’de bu savaşın bir parçası olma lüksü yok!
Bitirirken belirtelim: NATO’nun genişlemesi, pratikte savaşın genişlemesidir. Bunun eldeki panzehri ise Çin’in Ukrayna krizi için önerdiği 12 maddelik barış planıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
6 Mayıs 2023
Sullivan’ın itirafı: Neoliberalizm yenildi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 04/05/2023
Son Davos’ta da görüldü ki, “en zenginler”, kazandıklarının bir bölümünden vazgeçmedikleri taktirde, sistemin başlarına yıkılacağının endişesini duyuyorlar. En zengin 205 milyarder, Davos’a çağrı yaparak “bizi vergilendirin” demişti özetle.
Aslında Trump dönemi, sistemin yıkılmakta olduğunu görenlerin çözüm arayışıydı. Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi, dışarıya değil içeriye yatırım uygulamaları sistemi kurtarabilme çabalarıydı.
Görünen o ki ABD artık “sistemi kurtarabilmeyi”, mevcudu sürdürmekte değil yeni bir düzen inşa edebilmekte görüyor.
İşte Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın Brookings Enstitüsü’nde yaptığı “Amerikan Ekonomik Liderliğinin Yenilenmesi” konuşması o yeniden inşa stratejisinin ifadesiydi. (27 Nisan tarihli konuşmanın tam metnini Beyaz Saray sayfasında okuyabilirsiniz.)
ABD için yeni düzen gerekiyor
Sullivan’un uzun ve kapsamlı konuşmasındaki mesajları, saptamaları ve önerileri şunlar:
– Kamu yatırımı vizyonu soldu; vergi indirimi, kuralsızlaştırma, özelleştirme ve ticaretin serbestleştirilmesi kendi başına bir amaç haline geldi.
– Piyasaların sermayeyi her zaman verimli ve etkin bölüştürmediği görüldü.
– ABD sanayisi darbe aldı.
– Ekonomik entegrasyonun, açık bir küresel düzeni oluşturamadığı görüldü.
– Her türlü büyümenin iyi olmadığı ortaya çıktı.
– Eşitsizlik, demokrasiye zarar verdi. Büyümenin kazançları emekçilere ulaşmadı. Zenginler daha da zenginleşirken, ABD orta sınıfı zayıfladı.
– Amerikan düzeni, son birkaç on yılda çatlamaya başladı, yeni bir düzen inşa etmek gerekiyor.
ABD üretimi kaybetti
– Çin, sanayiyi, temiz enerjiyi, dijital altyapıyı ve gelişmiş teknolojileri sübvanse ederken, ABD üretimi kaybetmekle kalmadı, kritik teknolojilerdeki rekabet gücü de aşındı.
– ABD şu anda yarı iletkenlerin yalnızca yüzde 10’unu üretebiliyor. Elektrikli araçlara yönelik talebi karşılamak için gereken lityumun yüzde 4’ünü, kobaltın yüzde 13’ünü, nikelin yüzde 0’ını, grafitin yüzde 0’ını üretiyor. Oysa kritik minerallerin yüzde 80’inden fazlasını Çin işliyor. Yerli kapasiteyi geliştirmek ABD için çıkış noktası ama sınırlarını aşıyor. O nedenle ABD ortaklarla birlikte çalışmalı.
– Sistem açısından 90’ların ana uluslararası ekonomik projesi gümrük tarifelerini düşürmekti. Ancak ABD’nin gümrük tarifeleri diğer ülkelere göre düşük kaldı. Politikayı tarife indirimine dayalı olarak tanımlamak ve ölçmek doğru değil. ABD Ticaret Temsilcisi Katherine Tai’nin dediği gibi, “piyasanın serbestleştirilmesine yemin etmedik.” ABD, temel teknolojiyi küçük bir avlu ve yüksek bir çitle koruyor.
– Ya birlikte (hem içeride orta sınıflar, hem de ABD’nin müttefiki devletler) yükselinecek, ya da birlikte düşülecek.
Finans – sanayi çelişmesi
Görüldüğü üzere ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın ortaya koyduğu tablo, dünyayı soldan çözümleyenler ve kamuculuğu savunanlar için yeni bir şey içermiyor; hatta bir bakıma malumun ilanından öte gitmediği de söylenebilir.
Ancak önemi şurada: Bu tablonun kendisi de düzeltilebilmesi de, orta ve alt sınıfları bir yana bıraksak bile, esas olarak finans kapital-sanayi sermayesi çelişmesine bağlıdır. Amerikan yönetimi bu çelişmeyi çözebilecek mi, nasıl çözebilir?
Bunları da bir başka yazıda tartışacağız…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Mayıs 2023