Posts Tagged Afganistan
Trump’ın Bagram amacı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 22/09/2025
Trump Grönland, Panama ve Gazze’den sonra, şimdi de Afganistan’daki Bagram Hava Üssü’nü istiyor. Trump’ı önceki ABD başkanlarından ayıran bir özelliği, önceki başkanlar gibi demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi Amerikan yalanlarına başvurmadan, daha açık bir şekilde amacını ortaya koyması.
Trump Bagram’ı neden istediğini de nispeten açık bir şekilde söyledi: “Burası, Çin’in nükleer silahlarını ürettiği yerden bir saat uzakta.”
ABD’nin asıl hedefi Çin
Emperyalist ABD‘nin, terörle mücadele, Afgan halkına özgürlük ve demokrasi getirme yalanıyla Afganistan’ı işgal ederken de asıl amacı Çin’di, Orta Asya’ya yerleşerek Çin’i kontrol edebilmekti, Çin ile Rusya’nın arasına yerleşmekti.
Şimdi Trump bunu “Çin’in nükleer silahlarını ürettiği yerden bir saat uzakta” diye, nispeten daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ve burayı terk ettiği için de önceki ABD yönetimini suçluyor. Gerçi Afganistan’dan çekilmeyi ilk başkanlık döneminde kendisi de savunmuştu.
ABD-İsrail ortaklığı
Trump’ın önceki ABD başkanlarına göre amacını daha açık bir şekilde söylüyor olması, onu daha ahlaki bir siyaset mertebesine yükseltmiyor elbette. Hatta Trump, yüzyılın en büyük insanlık düşmanlığı olan İsrail’in Gazze’de Filistinlileri soykırıma uğratmasına sponsorluk yaptığı için, bir çok ABD başkanından daha da gayri ahlaki bir siyasi seviyeye düşmüş durumda.
Sadece açık açık emlak gibi nedenler üzerinden Gazze’yi istemesi bile yeterince ahlak dışı. Üstelik onunla gayri ahlaki politika yapmakta omuz omuza yürüyebileceği İsraillilerden çok var. Örneğin İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich şöyle diyor: “Gazze’nin yıkımı için çok para harcadık. Emlak ganimetini ABD ile bölüşeceğiz.”
Hakikaten bunların alçaklığını niteleyecek bir kavram, bir söz yok sözlüklerde!
ABD yalanları
SSCB dağıldıktan sonra ABD Yugoslavya’yı parçaladı; gerekçesi Balkan halklarının özgürlüğüydü.
ABD Afganistan’ı işgal etti; gerekçesi terörle mücadeleydi, Afgan halkına özgürlük ve Afganistan’a demokrasi getirmekti.
ABD Irak’ı işgal etti; gerekçesi Saddam Hüseyin’in elindeki (olmayan) kitle imha silahlarını almaktı, Irak halkını Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarmaktı, Irak’a demokrasi getirmekti.
ABD Libya ve Suriye saldırılarını başlattı; gerekçesi halklara özgürlüktü.
Uygur bölgesinin önemi
ABD’nin bir de yapamadıkları var: Örneğin Uygur Türklerini Çin’in “zulmünden(!)” kurtarmak istiyor, Uygur Türklerinin bağımsızlığını amaçlıyor!
Gerçi yukarıdaki örnekler, ABD’nin bu amacındaki “samimiyetini” ortaya koymaya yeter ama tersinden bir örnekle teyit edelim. Uygur Türklerinin Çin’den ayrılmasını savunan ABD, ayrı yaşadığı halde neden Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs Rumlarıyla birlikte yaşamasını istiyor?
Mesele şu: Sincian-Uygur Özerk Bölgesi Çin’in Orta Asya’ya açılan kapısıdır. Bölge, hem Pakistan’a hem Afganistan’a hem de diğer Türk devletlerine komşudur. Pakistan’ın Gwadar limanına boşaltılan Körfez petrolü, boru hattıyla kuzeye, Kaşgar’a ulaştırılabilmektedir. Sincian-Uygur Özerk Bölgesi, Kuşak ve Yol açısından kritik önemdedir.
ABD köprübaşı peşinde
ABD’nin 1990’lar boyunca FETÖ tipi örgütlerle Orta Asya’ya yerleşme çabaları, Şanghay İşbirliği Örgütü içinde Çin, Rusya ve Türk devletlerinin ortak mücadelesiyle püskürtüldü.
ABD ve çeşitli terör örgütleri Özbekistan’dan, Kırgızistan’dan, Tacikistan’dan ve Sincian-Uygur Özerk Bölgesinden kovuldu. İşte Trump Bagram’ı isteyerek, ABD’nin bölgede yine bu tür faaliyetler için bir köprübaşı elde etmesini amaçlıyor.
Önemle belirtelim: ABD’nin işi, bugün dünden daha zor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Eylül 2025
Hindu cihatçılığı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/05/2025
Hindistan Pakistan’ın Keşmir bölgesine füze saldırısı düzenleyerek riskli bir “sınırlı savaş” başlattı. Pakistan Hindistan’a bağlı Keşmir bölgesine topçu misillemesi yaparak, savaşın sınırlı kalmasını istediğini ortaya koydu. Umarım böyle olur ve iki nükleer güç daha fazla ileri gitmez.
1945’ten bu yana Keşmir nedeniyle defalarca karşı karşıya gelen iki ülke, Anglo-Sakson bakiyesi sorunun girdabı içinde ne yazık ki…
İngiltere, sömürgeci ve işgalci politikalarıyla etkisi bugün de süren sorunlar bıraktı; Filistin meselesi, Kıbrıs meselesi, Kürt meselesi, Keşmir meselesi… Anglo-Sakson İngiltere’nin sorunlarını devralan Anglo-Sakson ABD de bu sorunları emperyalist ihtiyaçlarına göre kullandı.
Yeni bir dünya, işte bu tür sorunları çözebilmek için ihtiyaç en başta.
Pakistan’daki CIA örgütleri
Bu kez “sınırlı savaş” 22 Nisan’da 26 kişinin ölümüne yol açan terör saldırısıyla tetiklendi. Saldırıyı Leşker-i Tayyibe örgütünün bir kolu olan Direniş Hareketi üstlendi. Hindistan ise doğrudan Pakistan‘ı sorumlu ilan etti.
Pakistan suçlamaları reddetti ve uluslararası soruşturma açılmasını istedi ancak Hindistan kabul etmedi.
Evet, Pakistan’da böyle yüzlerce örgüt var ama bunların Pakistan devletinin doğrudan kumandası altında olduğunu iddia etmek güç. Doğru, bir dönem Pakistan istihbaratı üzerinden pek çok örgütü yönlendirdiler ama o örgütler aslında Pakistan istihbaratından çok ABD istihbaratının kontrolündeydi. Çünkü bu örgütler, ABD’nin yeşil kuşak projesi kapsamında SSCB’ye karşı Pakistan’da eğitip, Afganistan’da harekete geçirdiği örgütlerdi.
Pakistan: ”Cihat, Batı kaynaklı”
Hindistan’ın iddialarının aksine, aslında bu örgütlerin asıl hedefi Pakistan’dır. Son bir yılda bu örgütler Pakistan’daki Çin tesislerine saldırdı, İran’a saldırdı ve Hindistan’a saldırdı. Yani bu örgütler Pakistan’ın komşularıyla ilişkilerini sabote etmeye çalışıyor aslında.
Nitekim Hindistan’a düzenlenen saldırının ardından Pakistan Savunma Bakanı Muhammed Asıf çok net ortaya koydu; “ABD’nin bölge politikaları nedeniyle terörün mağduruyuz” dedi, “Pakistan’ın geçmişte SSCB’ye karşı Afganistan savaşına katılarak ABD adına cihatçıları eğitmek ve yerleştirmek için bir üs haline gelmesi hataydı” dedi, “Batı tarafından icat edilen cihat kavramı, Pakistan toplumunun dokusunu değiştirdi ve bugünkü sorunlara zemin hazırladı” dedi (cumhuriyet.com.tr, 28.4.2025).
Modi’nin iç politika hedefi
Ancak Hindistan tüm bunları görmezden geldi ve riskli bir “sınırlı savaş” başlattı. Çünkü Hindistan Başbakanı Modi için bu savaş, iç politikayı pekiştirme amaçlı dış basınçtır.
“Hindu milliyetçiliği” adı altında “Hindu cihatçılığı” yapan Bharatiya Janata Partisi lideri Narendra Modi, ülkenin adını da Bharat yapmaya çalışıyor. Ülkedeki Müslümanların, azınlık grupların, kast sistemine göre daha altta olanların çareyi Komünistlerin yönettiği eyaletlere kaçmakta bulduğu ağır bir süreç yaşanıyor Hindistan’da…
İşte Modi’nin terör saldırısını bahane ederek Pakistan’a riskli “sınırlı savaş” açması, bu iç politikasının bir uzantısıdır.
Modi’nin fırsatçılığı
Hindistan Dışişleri Bakanı Vikram Misri, Sindoor Operasyonu adını verdikleri bu saldırıyı “terör saldırısını önleme” ve “Hindistan’a gönderilmesi muhtemel teröristleri etkisiz hale getirme” amaçlı diye tarif etti.
“Önleyici vuruş”, jeopolitikçiliğin ürettiği ve sürekli savaş riski doğuran bir yöntem; Alman emperyalizminden ABD emperyalizmine geçti, Bush bir doktrin olarak Irak’ta uyguladı, Şaron ve Netanyahu Filistin’de uyguladı, şimdi Modi bunu Pakistan’da uygulamak istiyor.
Rusya’nın Ukrayna’da Atlantik’le boğuştuğu, Çin’in ABD’nin açtığı ticaret savaşıyla uğraştığı bir süreçte Modi, Pakistan üzerinden içeride Hindu cihatçılığını pekiştirmeye çalışıyor.
Ama eski dünyaya ait bu anlayışlar, yeni dünyanın doğum sancılarını artırıyor son tahlilde…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Mayıs 2025
Pakistan’daki CIA örgütleri
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 29/04/2025
Keşmir’in Pahalgam bölgesinde, turistleri hedef alan silahlı saldırı Hindistan ile Pakistan’ı karşı karşıya getirdi. 26 kişinin öldüğü 22 Nisan’daki saldırıyı Leşker-i Tayyibe örgütünün bir kolu olan Direniş Cephesi (TRF) üstlendi.
Hindistan yönetimi bu örgütün Pakistan merkezli bir örgüt olması nedeniyle Pakistan’ı hedef aldı. Pakistan yönetimi ise suçlamaları reddetti.
Ancak iki ülkenin tarihsel sorunları nedeniyle yine de tansiyon yüksek ve gerilim sınırda karşılıklı askerlerin ateş açmasına kadar vardı. Vizelerin iptalinden hava sahasının kapatılmasına kadar bir dizi karşılıklı karar da alındı. İki ülkenin nükleer güç olması, meseleyi daha da kritik hale getiriyor.
Pakistan’ın komşularını hedef alan örgütler
Peki Leşker-i Tayyibe örgütünün Pakistan merkezli olması Pakistan’ı suçlamaya yeter mi?
Örneğin bir süre önce Pakistan’daki Çinli işçileri hedef alan bir saldırı olmuş, onu da yine Pakistan merkezli Belucistan Kurtuluş Ordusu üstlenmişti. Öncesinde de Çin’in işlettiği Gwadar Limanı’na yine bir terör saldırı olmuş, Belucistan Kurtuluş Örgütü saldırıyı üstlenmişti.
Örneğin, yine yakın zamanda, Ceyşu’l Adl isimli Pakistan merkezli örgüt, İran’ı hedef almış, Tahran yönetimi de bu örgüte ait olduğunu belirttiği Pakistan’daki mevzileri vurmuştu.
Pakistan’da böyle onlarca büyük, yüzlerce küçük örgüt var. Peki bu örgütlerin varlığı ve saldırıları nedeniyle Pakistan yönetimi mi suçlanmalı?
ABD Pakistan’ı üs yapmıştı
Bu örgütlerin varlık zeminini siyasal ve tarihsel olarak anlamadan yapılacak her değerlendirme eksik olur. Zira Pakistan yönetimi de bu örgütlerin hedefinde…
Bu örgütlerin önemli bir kısmı gerçekte CIA örgütleridir!
Evet, Pakistan’ı Afganistan’daki SSCB’ye karşı saldırı üssü yapan, Suudi Arabistan başta pek çok ülkeden “cihatçıyı” Pakistan’a yönlendiren, bu örgütleri kuran, finanse eden, eğiten ABD’dir, CIA’dır, Pentagon’dur.
Bu örgütlerin geride kalan yıllar içinde zaman zaman ABD’yi de hedef almış olması, “made in USA” olma durumunu değiştirmez. Bu ilişkiler böyledir, kurarsınız ama her zaman tam denetiminizde olmaz, kalamaz. Örgüt büyür, bir kolu kontrolden çıkar vb. Nitekim 1979’dan bu yana Pakistan’da yüzlerce örgüt bölünmesi, yüzlerce yeni örgüt kurulması örnekleri yaşandı.
ABD Pakistan’da uyguladığını, Türkiye’de de uyguladı. Suriye’de iç çatışma başladığında Türkiye sınırı da benzer durumu yaşadı. Gündüz Türkiye’deki çadır kentlerde kalan, gece silahıyla sınırı geçip Suriye’de savaşan cihatçı görüntülerini anımsayınız…
Pakistan: “Cihat, Batı tarafından yaratıldı”
O nedenle bugünkü saldırılarından Pakistan yönetimini sorumlu tutmak doğru değil ama ülkeyi ABD’nin operasyon üssüne çevirmesine izin veren eski Pakistan yöneticileri, CIA’nın şubesi gibi çalışan Pakistan istihbaratı elbette sorumlu. (CIA, Pakistan devlet aygıtı içinde hâlâ etkin, bu da bir başka ciddi sorun oluşturuyor.)
Bu gerçeği Pakistan’ın şimdiki yönetimi de görüyor ve kabul ediyor zaten. Pakistan Savunma Bakanı Khavaja Muhammed Asıf, “Cihat, Batı tarafında yaratıldı” diyor ve ülkesinin “ABD’nin bölge politikaları nedeniyle terörün mağduru olduğunu” savunuyor.
Asıf, Pakistan’ın geçmişte “Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen Afganistan savaşına katılarak ABD adına cihatçıları eğitmek ve yerleştirmek için bir üs haline gelmesinin, büyük bir hata olduğunu” belirtiyor ve ekliyor: “Batı tarafından icat edilen cihat kavramı, Pakistan toplumunun dokusunu değiştirdi ve bugünkü sorunlara zemin hazırladı.” (cumhuriyet.com.tr, 28.4.2025).
Üç ülke, üç hedef
Kuşkusuz bu örgütlerin mensupları, hatta üst düzey yöneticileri bile bu ilişkileri bilmez, hatta bu örgütlerin üyeleri ABD’ye karşıdır ama ilişkinin doğası nedeniyle, bu tür örgütler çoğu zaman ABD’nin işine yarayan eylemlerde bulur kendini!
Pakistan’daki bu CIA örgütleri de ABD’nin işine yarayan üç amaca hizmet ediyor:
1) Kuşak ve Yol projesi üzerinden Çin’i hedef alıyor: Gwadar limanı, stratejik öneme sahip. Çin petrol tankerleri, Arap/Fars Körfezi’nden çıktıktan sonra uzun yolu ve kritik Malaka Boğazı’nı geçmeden, körfeze çok yakın olan Gwadar’a boşatıyor yükünü. Petrol, Gwadar’dan boru hattıyla ülkenin kuzeyine iletiliyor ve Çin’in batısındaki Kaşgar’a bağlanıyor. (ABD’nin Sincian-Uygur meselesini kışkırtmaya çalışmasının bir nedeni de budur.)
2) İran-Pakistan ilişkilerini hedef alıyor: Belucistan’ın ayrılığı için hareket eden örgütler zaman zaman İran’ı hedef alarak, İran ile Pakistan’ı karşı karşıya getirmeye çalışıyor.
3) Hindistan-Pakistan savaşının çıkmasını amaçlıyor: Pakistan merkezli bu CIA örgütleri, son olayda da görüldüğü üzere, iki ülkeyi savaştırmak istiyor. İki ülke savaşmasa bile, ilişkilerinin dondurulması hatta soğutulması bile bu örgütlerin (tabii ABD’nin) işine geliyor.
ABD’nin üç amacı
İşte işin bam teli de bu: Hindistan ile Pakistan’ı karşı karşıya getirmek ABD için bir kaç yönlü getiri olarak değerlendiriliyor.
1) Pakistan ve Hindistan savaşırsa, bu yükselen Asya’yı zayıflatır, Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) dağıtır! Tersine Çin ve Rusya bu iki ülkeyi ŞİÖ içinde barışa taşıyor…
2) Pakistan ve Hindistan savaşı çıkarsa, Çin-Pakistan ilişkileri nedeniyle ABD Hindistan’ın kendisine daha çok yanaşacağını hesaplıyor. Bu da ABD’nin “Çin’e karşı Hindistan’ı dengeleyeci faktör yapma” stratejisini besliyor.
3) ABD, Pakistan-Hindistan savaşı üzerinden, Rusya-Hindistan işbirliğini de baltalayacağını hesaplıyor.
ABD-İsrail-Cihatçılık bağı
Görüldüğü üzere Pakistan merkezli örgütlerin Çin’i, Hindistan’ı, İran’ı hedef alması, son tahlilde ABD’ye, ABD’nin amaçlarına yarıyor.
ABD, zaman zaman kendisine zarar veriyorsa bile, işte bu tür stratejik kazançları nedeniyle bu örgütlerle ilişkisini sürdürüyor. Zira “cihatçılık” üzerinden bu örgütleri ve kollarını, ihtiyaç duyduğu coğrafyalarda kullanıyor.
Suriye sahası, Afganistan sahasından sonra ABD için ikinci büyük vaka alanı oldu. İşte Ankara’nın da desteklediği HTŞ! Bu cihatçı terör örgütü Şam’da iktidar oldu ve şimdi İsrail’le anlaşmaya doğru gidiyor.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu açık açık HTŞ’nin Beşar Esad’ı devirmesini kolaşlaştırdıklarını açıklıyor: “İran Esad’ın devrilmesini önlemek için Şam’a havadan asker indirmeyi planladı, F-16’larla önledik. İran’ın Esad’a gönderdiği silahların yüzde 90’ını da imha ettik.”
Sonuç olarak ABD-İsrail-Cihatçı örgütler bağını kavramak, doğru politik mevzi inşa edebilmenin öncelikli yoludur.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
29 Nisan 2025
ABD – TALİBAN MÜZAKERELERİ BAŞLADI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/02/2012
7 Ekim 2001 günü Afganistan’a saldıran ABD’nin resmi gerekçesi, 11 Eylül’ün faili saydıkları Usame Bin Ladin’in bu ülkede olmasıydı. Oysa asıl neden, ABD’nin Avrasya’nın kalpgâhına yerleşme stratejisiydi.
ABD’nin 21. yüzyılı Amerikan yüzyılı ilan edebilmesi ve ileride kendisine rakip olabilecek tek kuvvet olan Çin’i sıkıştırması bu stratejiye bağlıydı.
ABD, bu stratejiyi gerçekleştirebilmek için Afganistan saldırısında önüne Taliban yönetimini ve yandaşlarını ortadan kaldırma hedefi koydu.
Bu anımsatmayı neden mi yaptık? ABD’nin hedefinin gerçekleşip gerçekleşmediğini saptayabilmek için… Gelin çok önemli şu iki gelişmeyi inceleyelim:
SAVAŞI BİTİRME GÖRÜŞMESİ
1. Ufuk Ötesi okurları için sürpriz sayılmaz. Bu köşede birkaç kez, ABD’nin Taliban’la müzakereye hazırlandığını duyurmuştuk. Ve o gün artık geldi.
New York Times, ABD’li yetkililerin Taliban temsilcileriyle Katar’da görüşmeye başladıklarını ilan etti. Gazeteye göre taraflar, Afganistan’daki savaşa son verme amacıyla güven ortamını başlatmak için ön görüşmeye başladılar. Haberde, müzakerenin gündeminde, özellikle tutuklu nakli konusunun bulunduğu belirttildi.
Bu arada Afganistan Yüksek Barış Konseyi’nden Aminundin Muzafferi, Katarlı resmi bir heyetin, müzakerelerde Katar’ın rolünü Afganistan hükümetine anlatmak için Kabil’e gideceğini duyurdu.
Ayrıca, 8 kişilik bir Taliban delegasyonunun da, siyasi temsilcilik bürosu açmak üzere Katar’a gittiği belirtildi.
KARZAİ DE TALİBAN’LA GÖRÜŞECEK
2. ABD’nin kendisine danışmadan Taliban’la görüşme sürecini başlatmasına açıkça öfke gösteren Hamid Karzai, Taliban’ın Katar’da ofis açmasına ve görüşmelerin bu ülkede yapılmasına itiraz etti: “Bu büronun Afgan topraklarında açılmasını tercih ederdik. Taliban da bu ülkenin bir parçası. Neden bir başka ülkede görüşelim ki?”
Ancak Taliban, Karzai yönetimini tanımıyor. BBC, buna rağmen Karzai yönetimi ile Taliban arasında da görüşmeler başlayacağını, tarafların birkaç hafta içinde Suudi Arabistan’da bir araya geleceğini duyurdu.
ABD, AFGANİSTAN’DAN ERKEN GERİ ÇEKİLEBİLİR
Bu iki gelişmeyle birlikte, ABD’nin Afganistan’dan geri çekilme takvimi de hızlanmış görünüyor.
Irak’tan çekilen ABD, Afganistan’dan da geri çekilmeyi bir takvime bağlamış ve 2014 yılında tamamen çekileceğini taahhüt etmişti.
Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai ise “Eğer süreç hızlanmışsa, çekilme erken gerçekleşebilir. Biz buna hazırız” mesajı verdi.
NATO’NUN GİZLİ TALİBAN RAPORU
Aslında NATO’nun hazırladığı son rapor, her şeyi ortaya koyuyor.
Gizli rapor, Taliban savaşçılarının Afgan ordusu ve polisiyle işbirliği içinde olduğunu, Taliban’ın halk içinde geniş bir desteği bulunduğunu, Taliban’ın mücadelesine katılmaya istekli olan kesimlerin yoğun olduğunu saptıyor.
NATO raporundaki önemli saptamalardan biri de şöyle: “Afgan halkı, yönetimdeki yolsuzluklar nedeniyle, Taliban yönetimini Afgan hükümetine tercih ediyor.”
Raporda, NATO güçlerinin çekildiği bölgelerde, Taliban’ın hızla etkisini artırdığı vurgulanıyor!
10 yılda gelinen nokta bu… Afganistan’daki hedefini gerçekleştiremeyen ve Taliban’la pazarlık yapmak zorunda kalan ABD, çıkış arıyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Şubat 2012
AFGANİSTAN’DA ABD-ÇİN FARKI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/12/2011
Çin’in uluslararası ilişkilerine karşıt olan kesimlerin kullandığı en önemli argüman, bu ülkenin de ABD gibi emperyalist olduğu iddiasıdır. Hatta bazıları, Çin’i ABD’den daha tehlikeli bir emperyalist devlet olmakla suçlarlar.
Bu iddiaların ortaya çıkmasının en önemli nedeni, “sosyalist piyasa ekonomisi” uygulayan Pekin yönetiminin son yıllarda Latin Amerika’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Avrupa’ya kadar hemen her yerde yatırım yapması ve ticari anlaşmalar imzalamasıdır.
Kapitalist emperyalizmi bir ekonomi-politik kavramdan ziyade salt ekonomik bir kavram olarak ele alanlar, başta Çin olmak üzere uluslararası yatırım yapan her devleti “emperyalist” olarak adlandırıyorlar.
Büyük kapitalist devletleri geçtik, İran ve Türkiye gibi ülkeler bile Ortadoğu’da emperyalist olmakla suçlanıyor. Kavramı, kapitalizm çağındaki anlamıyla değil de imparatorluklar çağındaki anlamıyla kullanıyorlar.
Oysa emperyalizm kavramının çağımızdaki anlamı, “silahlı güç” kullanımı dahil, her yöntemi kullanarak hedef ülkeyi kendi pazarına eklemlemektir.
Peki, bu teorik temel bağlamında, Çin’in Afganistan’la yaptığı petrol anlaşması emperyalist bir ilişki olarak değerlendirilebilir mi? İnceleyelim:
KÂRIN YÜZDE 70’İ AFGANİSTAN’A
Afganistan-Çin petrol anlaşması bugün imzalıyor. Çin’in devlete ait Ulusal Petrol Kuruluşu, bu anlaşmayla Afganistan’da petrol üreten ilk yabancı firma olacak.
Afganistan Maden Bakanlığı, Çin kuruluşunun Afganistan’ın kuzeydoğusundaki Sari Pul ve Faryab bölgelerinde faaliyet göstereceğini açıkladı. Amuderya nehri havzası olarak bilinen bölgede ilk hesaplara göre 87 milyon varil petrol rezervi var.
Tabi Çin ile Afganistan arasındaki anlaşmanın en önemli özelliği, Pekin’in, kârın yüzde 70’ini Kabil’e bırakıyor oluşu!
ABD, AFGANİSTAN’I KAYBETTİ
Çin, NATO işgali altındaki Afganistan’da pek çok açıdan ilk sırada bulunuyor.
Örneğin Çin, 2007 yılında dünyanın en büyük ikinci bakır madeni olan Afganistan-Aynak sahasının işletme hakkını aldı. Çin, bu maden projesine ilk iki yılda tam 4 milyar dolarlık yatırım yaptı. Çin, madenin elektrik ihtiyacını karşılamak için de 400 megavatlık enerji santrali kurdu; ki bu santral başkent Kabil’in enerji ihtiyacının çoğunluğunu karşılıyor!
Çin Metalurji Şirketi, 2009 yılında da Aynak sahasına 3 milyar dolarlık “ek yatırım” yaptı. Yatırımın önemi, Afganistan’ın gayrisafi milli hasılasının 7.5 milyar dolar olduğu göz önönüne alınırsa, daha iyi anlaşılır.
Dönemin Afganistan Maden Bakanı Muhammed İbrahim Adil, 5 yıl içerisinde bu projeden sadece vergi geliri olarak 2 milyar dolar elde edeceklerini belirtmişti.
Çin, 2009’da, Afganistan’ın digital telefon hatları projesini de aldı. Santrallerin kontrolü ve işletmesi de Çinli mühendisler tarafından yapılıyor. Böylece Pekin, NATO işgali altındaki Afganistan’ın telekomünikasyon güvenliğini kontrol altına almış oldu.
NYT: KAYMAĞI ÇİN YİYOR
Çin’in ABD’ye karşı başarısı, örneğin New York Times da, Robert Kaplan tarafından “Bölgeye kan ve para dökenler Amerikalılar, ama işin kaymağını Çinliler yiyor” şeklinde analiz edilse de meseleye Afgan halkının çıkarları açısından bakmak gerekiyor.
Ve yatırımın büyüklüğü ile kârın çoğunluğunun Afganistan devletine bırakılması, Çin ile ABD’nin yatırım anlayışının farkını ortaya koyuyor.
ABD kanla kâr elde etme peşindedir, Çin ise karşılıklı yarar gözetmektedir. Yani “kazan-kazan” demektedir.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Aralık 2011
ALMANYA’DAKİ ABD, IRAK’TAKİ ABD
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 26/10/2011
ABD’nin dünya ölçeğindeki güç durumuna işaret eden iki önemli gelişme yaşandı:
IRAK VE AFGANİSTAN
1.) 18 Ekim günü yazdığımız ve ABD kaynaklarına dayandırdığımız “ABD iki ay bile bekleyemedi” başlıklı makalede, ABD’nin Aralık sonunu beklemeden tüm askerlerini Irak’tan çekeceğini belirtmiştik. Barack Obama, ABD açısından bölgede bir dönemin kapanması anlamına gelen bu geri çekilmeyi, 20 Ekim günü resmi olarak ilan etti.
Böylece Washington ile Bağdat arasında süren sert müzakereler Irak lehine sonuçlanmış oldu. Zira Washington’un asla geri çekilmeyeceği, eğitim bahanesiyle de olsa Irak’ta 10 bin asker bırakacağı konuşuluyordu. Ancak Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Şii lider Mukteda El Sadr’ın da desteğiyle bir dönemin kapanmasına imza atmış oldu.
2.) ABD ile Pakistan, Usame Bin Ladin’in öldürülmesinden sonra köprüleri attılar. ABD Genelkurmay Başkanı Org. Mike Mullen, askeri yardımın bir bölümünün askıya alındığını açıkladı. Pakistan Savunma Bakanı Ahmet Muhtar, misilleme olarak Şemsi hava üssünü ABD’ye kullandırtmayacaklarını açıkladı. ABD, Kabil Büyükelçiliği’ne yapılan saldırıdan Pakistan’ı sorumlu tuttu. Pakistan devleti suçlamayı reddetti ve ordunun ülkeyi savunma kararlılığını ilan etti.
Kısaca özetlediğimiz iki ülke arasındaki bu restleşme, bölge ülkelerini de tavır belirlemeye sevk ediyor. İlk tavır belirleyen ülke de ABD işgali altındaki Afganistan oldu.
Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, iki ülke arasında bir savaş çıkması durumunda Pakistan’ı destekleyeceklerini ilan etti. (Reuters, 22 Ekim)
Karzai’nin, ABD’nin Afganistan’ı işgal ettikten sonra işbaşına getirdiği kişi olması, herhalde Washington açısından durumu daha da trajik yapıyordur!
Bu iki örnek, sizce de ABD’nin dünya ölçeğindeki durumuna işaret etmiyor mu?
ALMANYA ve JAPONYA
ABD’nin sekiz yılda Irak’ı terk etmesinin ya da Karzai’nin ABD’den yana da değil de Pakistan’dan yana tutum almasının ne anlama geldiğini, aslında en iyi Almanya ve Japonya örnekleri açıklar.
Almanya Mayıs 1945’te, Japonya da Ağustos 1945’te yenildi. ABD her iki ülkeyi de işgal etti. Hem Bonn hem de Tokyo, ABD silahlı kuvvetlerinin süngülerinin ucundaki anayasayı kabul ettiler.
ABD, daha 2005 yılına kadar bile Almanya’nın 13 kentinde 70 bin asker bulunduruyordu! ABD, yine 2005 yılına kadar Japonya’da 50 bin asker bulunduruyordu, 2009’da 35 bine düşürdü.
Keza Almanya ve Japonya, güncellemiş de olsalar, hâlâ ABD süngüsünün ucundaki anayasaları kullanmaktadırlar.
İKİ ABD FARKI
Yani ABD, Almanya ve Japonya’da 50 yıl boyunca asker tuttu. Oysa bu iki devlete göre “zayıf” olan Irak, sekiz yıl sonra tüm ABD askerlerini gönderebilmeyi başardı.
Ya da tersinden söylersek, Almanya ve Japonya’da 50 yıl boyunca asker tutabilen ABD, Irak’ta ancak sekiz yıl asker bulundurabilecek kadar “süper güç”tü!
TÜRKİYE’DEKİ ABD
Bu iki ABD farkı en çok bizi ilgilendirmeli. Irak’ta zayıflayan ABD’nin, Türkiye’de hâlâ neden güçlü olduğu sorusu önemlidir. Meseleyi salt AKP hükümetinin karakteriyle açıklamak eksik kalıyor. Bu sorunun yanıtını tartışalım.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Ekim 2011
HAKKANİ ÖRGÜTÜNÜ CIA KURDU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 05/10/2011
28 Eylül günü Ufuk Ötesi’nde olguları alt alta sıralamış ve “ABD Pakistan’ı kaybediyor” sonucuna ulaşmıştık. Gelişmeler gün geçtikçe bu yönde ilerliyor.
PAKİSTAN ABD’YE MEYDAN OKUDU
30 Eylül günü Pakistan devletinin en üst düzey 50 yetkilisi bir araya gelerek ABD ile ilişkileri masaya yatırdı. Toplantıdan şu
önemli sonuçlar çıktı:
1.) ABD’nin Pakistan’a yönelik suçlamaları kınandı.
2.) ABD’nin yaptırımlarına karşı rest çekildi.
3.) Pakistan’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunmasında kararlılık ilan edildi.
4.) Başbakan Yusuf Rıza Gilani, “Pakistan, ordusuyla gurur duyuyor ve ulusal güvenliği sağlamak konusunda sahip olduğu kapasiteye güveniyor” diyerek ABD’nin olası saldırısına meydan okudu.
İslamabad yönetiminin üst düzey 50 liderinin bu toplantısı, katılan isimler bakımından da, “ABD saldırısına karşı birlik mesajı” olarak yorumlandı.
Süreci bu noktaya getiren son ve en önemli iki gelişme, eski Afganistan Cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani’nin öldürülmesi ve ABD’nin Kabil Büyükelçiliği’ne düzenlenen saldırıydı. Washington, saldırının Hakkani örgütü tarafından yapıldığını açıkladı. ABD Genelkurmay Başkanı Org. Mike Mullen, daha da ileri giderek, saldırıdan Hakkani örgütünü kontrol ettiğini iddia ettiği Pakistan askeri istihbaratı ISI’yı sorumlu tuttu.
HAKKANİ PAKİSTAN’I SUÇLUYOR
Hakkani örgütü ise ABD’nin iddialarıyla ilgili BBC’ye dikkat çeken açıklamalar yaptı ve Pakistan’ı suçladı.
Örgütün lideri Siraceddin Hakkani, hem Burhaneddin Rabbani suikastını hem de Kabil’deki saldırıları reddetti. Daha da ilginci, Siraceddin Hakkani Kabil’deki saldırıların “Pakistan’daki yapılar tarafından düzenlendiğini” iddia etti! Hakkani örgütü bu suçlamayla da yetinmeyip, Pakistan devletini İslami değerlere özen göstermeye çağırdı.
ABD, Taliban’ın silah bırakmasının hedeflendiği Yüksek Barış Şurası’na başkanlık eden Burhaneddin Rabbani’nin ölümünden Hakkani’yi sorumlu tutmuş, Hamid Karzai yönetimi de, 20 Eylül’deki bu suikast üzerine, Taliban’la müzakereleri sona erdireceklerini açıklamıştı.
Sonuç olarak Hakkani örgütünün “yaptığı” ya da “ona mal edilen saldırılar” Afganistan – Pakistan hattında önemli gelişmelere neden oluyor…
HAKKANİ ABD’NİN ADAMIYDI
Peki, kimdir bu Hakkani örgütü? Ne zaman ve nasıl kurulmuştur? Kime hizmet etmiştir?
Hakkani örgütü, SSCB’nin Afganistan’ı işgaline karşı, CIA tarafından Celaleddin Hakkani’ye kurduruldu. Celaleddin Hakkani, o dönemde CIA’nın en güvendiği komutandı. ABD, şimdi suçladığı ISI üzerinden, Hakkani örgütüne yıllarca silah sevk etti.
ABD, Afganistan’ın Paktia bölgesindeki Cadran aşireti üyesi olan Celaleddin Hakkani ve adamlarını, Pakistan’ın Kuzey Veziristan bölgesine yerleştirdi. Hakkani, SSCB’ye karşı saldırılarını buradan düzenledi.
SSCB işgali bittikten sonra Celaleddin Hakkani Taliban hükümetinde bakanlık yaptı.
ABD, 2001’de Taliban’ı hedef alarak Afganistan’a saldırdığında, Celaleddin Hakkani Taliban lideri Molla Ömer’e destek verdi. Örgütün başında artık Celaleddin’in oğlu Siraceddin Hakkani var.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Ekim 2011
ABD AFGANİSTAN’DAN KUZEY IRAK’A ÇEKİLECEK
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 24/06/2010
Bush’dan sonra Obama da yenildi. Bush Irak merkezli BOP ile 8 yıl idare ederken, Obama Afganistan-Pakistan merkezli revize BOP ile ancak 1.5 yıl dayanabildi! Ve ABD Irak merkezli eski BOP mevzilerine geri çekilme hazırlığına başladı.
AFGANİSTAN’DAKİ DURUM ABD’Lİ KOMUTANI BAYILTTI
Haziran ayı, ABD’nin Afganistan stratejisi açısından çok önemli gelişmelere sahne oldu. 8 yıllık Afganistan işgali artık yenilgiyle sonuçlanıyor. ABD, bir yandan geri çekilme takvimini uygulamaya başladı bir yandan da son bir umutla komutan değişikliğine gitti! “Obama’nın Afganistan Stratejisi çözülüyor” diyen Washington Post, sivil-ordu anlaşmazlığının had safhada olduğuna dikkat çekiyor. (Washington Post, 24 Haziran 2010)
Gelin 2 hafta öncesine dönelim ve ABD’li komutanın Senato’da bayılmasıyla başlayan süreci kısaca hatırlayalım.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petraeus, 15 Haziran günü, Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde, Afganistan savaşı ile ilgili ifade verirken bayıldı. Petraeus, Obama yönetiminin Temmuz 2011’i Afganistan’dan çekilme tarihi olarak belirlemesiyle ilgili gerçekleştirilen oturumda hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi senatörlerin yoğun baskısı altında kaldı. Petraeus’u sıkıntıya sokan soru şuydu: “Obama yönetiminin çekilme takvimi çözüme katkıda bulunuyor mu yoksa ABD’nin işi sonuna kadar götürme konusundaki güvenini zedeleyerek operasyona zarar mı veriyor?”
Petraeus’un bu soruya verdiği yanıt her iki partiden senatörleri de memnun etmedi: “Başkan’ın önümüzdeki yıl Afganistan’daki asker sayısını azaltma emrinin iki amacı var. Birincisi Başkan’ın ülkeye gönderdiği ek askerlerin, sivil uzmanların ve paranın altını çizmek, ikincisi de bir acil durum mesajı göndermek”.
Senatörler ise Afganistan’a 30 bin ek asker gönderilmesi kararını desteklediklerini ancak çekilme takvimi konusunda kaygılı olduklarını belirttiler. (Hürriyet, 16 Haziran 2010)
ABD AFGANİSTAN’DA KAYBETTİ
Afganistan’daki işler, Petraus’un bayılmasına neden olacak kadar kötüye gidiyor. ABD, Afganistan merkezli BOP çerçevesinde hiçbir hedefine ulaşamadığı gibi önemli mevzileri de kaybetti.
1.. ABD, Afganistan’da AB ve NATO desteği almayı umuyordu. Obama böylece Bush döneminde çiğnenen transatlantik ilişkileri de onarmayı hesaplıyordu. Ancak AB ve NATO üyeleri Washington’un istediği desteği vermediler ve Kabil’in dışına çıkamayan ABD’nin çaresizliğini seyrettiler. ABD’nin askeri gücüne en çok ihtiyaç duyduğu ülke olan Türkiye de, AKP hükümetinin açık desteğine rağmen TSK’nın direnç göstermesi nedeniyle Afganistan’a muharip asker göndermedi.
2.. Obama yönetimi, en başında silip süpürmeyi hedeflediği Taliban’la, askeri yenilgiler tattıkça pazarlık etme noktasına geldi. Dahası ABD Ordusu tarafından hazırlanan bir rapora göre, Washington –farkında olmadan- Taliban’a haraç veriyordu! Rapora göre, ABD tarafından Afgan nakliye şirketlerine verilen 2 milyar dolardan fazla para, güvenlik garantisi karşılığı Taliban’a gitmişti! (Hürriyet, 22 Haziran 2010)
Zaten Obama, Aralık 2009’da belirlenen yeni Afganistan stratejisini, “Taliban’ın Afgan hükümetini devirebilme kapasitesine ulaşabilmesini önleme” gibi çok geri bir mevzide çizmişti.
3. ABD askeri, yönetimin uygulamalarına kazan kaldırmaya başladı. ABD’nin Afganistan’daki güçlerinin komutanı Orgeneral Stanley McChyrstal’in Obama yönetimiyle alay ettiği basına yansıdı. Roling Stone dergisi, McChrystal’in, Obama yönetiminin önemli isimleriyle yaşadığı sorunları ve emrindeki askerleri bile kendi stratejisinin savaşı kazandıracağına ikna edemediğini yazdı. Dergi, Orgeneral McChrystal’in Obama ile Oval Ofis’teki daha ilk görüşmesinde hayal kırıklığına uğradığını belirtti.
Bu gelişmeler üzerine Obama Amerikan yönetimi içinde çok önemli bir mevki olan Afganistan komutanını azletti ve yerine ABD Merkez Komutanı olan Petreus’u atadı! Washington Post gelişmeyi “Obama’nın Afganistan’daki son umudu Petreus” diye duyurdu!
Petreus’un ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile geri çekilme takvimi konunda çatıştığını anımsatalım. Ayrıca kurtarıcı olarak umut beslenen Petraeus’un, merkez komutanı olarak, Afganistan Komutanı McChrystal’in harekat planını imzaladığını da vurgulayalım. Dolayısıyla bir askeri mucize boşuna beklenmiş olacak. Hele Afganistan stratejisi açısından olmazsa olmaz durumdaki Manas askeri üssünün geleceğinin belirsizliğini de, bu gelişmelere eklersek…
ABD KIRKIZİSTAN’DA DA KAYBETTİ
4.. ABD’nin “Lale Devrimi” ile iş başına getirdiği Bakiyev, yenildi ve kaçtı! Washington’daki politika üreticileri “ABD’nin Orta Asya’yı kaybettiği” gerçeğinde birleşiyorlar ve en çok “Kırgızistan’ın Rusyalaşması” kavramını kullanıyorlar!
5.. ABD için Kırgızistan demek Manas üssü demek. Manas üssü demek Afganistan savaşının karargâhı, lojistik üssü, ikmal üssü, her şeyi demek. İşte ABD her şey anlamına gelen bu üssü de tamamen kaybetme noktasına geldi.
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Astana Zirvesi’nde aldığı kararla, Amerikan askeri varlığının çekilme tarihinin belirlenmesini istemesi ve bu istek doğrultusunda, ABD’nin Özbekistan’daki Hanabad Askeri Üssü’nü boşaltmak zorunda kalması, ABD planları açısından Manas’ı tek ve en önemli yapmıştı.
ABD, KUZEY IRAK’A ÇEKİLECEK
ABD’nin bu yenilgisi, Obama Yönetimi’ni haliyle geri çekilme takvimi yapmaya itti. Ve işte General Petraeus’un bayılmasına neden olan soruların temelinde de Temmuz 2011 diye belirlenen bu geri çekilme takvimi vardı.
Ancak ABD’nin geri çekileceği adres elbette Amerika kıtası olmayacak. ABD Emperyalist devleti geri çekilip, bir önceki mevzide aktif savunmaya geçecek. İşte o adres Kuzey Irak merkezli Ortadoğu’dur.
Kuşkusuz bu durum Rusya ve Çin’in de işine gelmiştir. Moskova ve Pekin yönetimi, ABD’nin yanı başındaki Kırgızistan’da, Afganistan’da olmasındansa, daha uzakta, Irak’ın kuzeyinde, Ortadoğu’da olmasını yeğlemiştir. Hem böylece ABD Ortadoğu bataklığında daha çok güç kaybedecek hatta Türkiye ile, Suriye ile, İran ile dişleri sökülecektir! İran konusunda BM Güvenlik Konseyi katında oluşan kısmi uyumun bir nedeni de işte bu konsensüstür.
ABD YENİLGİSİ TÜRKİYE’YE NASIL YANSIYACAK?
Peki ABD’nin Temmuz 2011’i Afganistan’dan geri çekilme takvimi ilan etmesi ve Kuzey Irak merkezli Ortadoğu’ya geri çekilecek olması Türkiye’ye nasıl yansıyacak?
BOP eşbaşkanlığı görevini sürdüren AKP’nin, “Ortadoğu Birliği”ni ilan etmesi, “Kuzey Irak’la tam ekonomik entegrasyon” anlaşması yapması ve artan PKK saldırıları karşısında “sınırın kaydırılmasını” tartışmaya açması Türkiye’ye neler getirecek, neler götürecek?
“Ilımlı İslam” iktidarı Irak’In kuzeyindeki Kukla Devleti Türkiye’ye himaye ettirebilecek mi; Türkiye’ye konfederal sistemi ve en sonunda “sınır değişikliğini” kabul ettirebilecek mi? Yoksa parçalanma sürecine uygun yeni bir aktör mü aranacak?
Washington, 2011 Temmuz’una kadar “ılımlı İslam” iktidarıyla devam edip, sonrasında “ılımlı ulusalcılarla” iktidar arayışına mı girecek?
Bu soruların yanıtlarına da önümüzdeki süreçte mercek tutacağız…
Ancak son tahlilde, eşbaşkanlık da (AKP), tarihin yasası gereği, başkanlığın (ABD) yenilgisini paylaşacak!
MEHMET ALİ GÜLLER