Posts Tagged Rafet Ballı

DEĞERSİZ GERİ ADIM

Anımsayacağınız gibi AKP hükümeti komşulara düşmanlık politikaları sonucunda bölgede ve hatta dünyada yalnızlaştığında, Başbakanlık danışmanlarından İbrahim Kalın, pozisyonlarını “değerli yalnızlık” diye isimlendirmişti.

İngiliz imparatorluğunun Türkiye’nin durumuna benzemeyen hamlesinden kopyalanan kavram oldukça ses getirmiş, fakat daha ziyade AKP’nin “değerlinin” içine zorla eklemeye çalıştığı ahlak ve erdem gibi kelimelerin yamalı durması nedeniyle dikkat çekmişti.

Neden mi anımsattık şimdi bunları? Geliyoruz…

ÇİÇEK: DIŞ POLİTİKAMIZ BARIŞA DAYALIDIR

Bildiğiniz gibi Aydınlık’ın usta kalemlerinden Rafet Ballı Ortadoğu’da yaptığı çeşitli temaslara dayanarak, AKP’nin geri adım atmaya başlayacağını yazmıştı. Ballı’nın Tahran ve Bağdat temaslarından edindiği bilgilere göre, o adımlar küçük küçük gelmeye de başlamıştı.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in Tahran temaslarına ve yaptığı açıklamalara bakılırsa, adımlar büyütülmüş görünüyor. Çiçek, İran Meclis Başkanı Ali Laricani ile yaptığı ortak basın toplantısında “Dış politikamız, bölge ülkelerinde yaşanan tüm sorunların barışçı yollarla ve diyalogla çözümüne dayalıdır” dedi!

Dahası Çiçek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yapamadığını yapıp, muhaliflerin dine dayanarak yaptığı insanlık dışı saldırıları “amasız” kınadı!

Kuşkusuz 40 yıldır her sürecin öne çıkan adamı olma özelliğine bakarak, Cemil Çiçek’in sözlerini AKP’nin yukarıda bahsettiğimiz türden bir “geri adımı” değil de, Erdoğan-Gül çatışmasında Gül’den yana konumlanması olarak değerlendirebilirsiniz. Zaman içinde daha net anlaşılacaktır…

EL KAİDE’Yİ KİM BÜYÜTTÜ?

Şimdilik Cemil Çiçek’in sözlerini ve İran temaslarını AKP’nin dış politikadaki geri adımı olarak kabul edelim ve buradan bu geri adımı değersizleştiren Ahmet Davutoğlu’na geçelim…

Davutoğlu, TRT Haber’deki sözlerine bakılırsa teknik direktör tarafından cezalandırılan oyuncu gibi mızmızlanıyor, huysuzluk yapıyor… AKP’nin “geri adımlarını” çıkışlarıyla değersizleştiriyor.

İşte o sözlerin en çarpıcı olanı: “Esad iki sene önce çekilmiş olsaydı Suriye’de El Kaide diye bir yapı olmazdı. Geçen sene çekilseydi çok küçük bir grup olacaktı. Bu sene daha büyük bir grup. Gelecek sene çok daha büyük bir grup olma riski var. Ne kadar gecikirse o kadar risk artıyor. Esad’ın orada kalması Suriye’nin istikrarı için ön şart değil, aksine en büyük handikap haline dönüştü.”

ÖLÜMLERİN ASIL SORUMLUSU KİM?

Bakın bu sözler sadece Türk dış politikasının çapının ne hallere getirildiğinin teyidi değil aynı zamanda AKP kadrolarının istediği olmadığında ne denli devlet ciddiyetinden uzaklaşabileceğini de gösteriyor.

Daha vahimi de Türk devletinin en köklü kurumunun içine düştüğü durumdur:

Demek “Esad geri çekilmedi diye El Kaide’nin Suriye’de varlık gösterdiğini” iddia eden bir Bakan’a, Dışişleri Bakanlığı’nda “Sakın böyle söylemeyin zira El Kaide bizim sınırlarımızdan Suriye’ye girdi ve büyüdü” diyen bir büyükelçi kalmamış!

Demek Davutoğlu’nu aklı başında sözlerle donatacak bir danışman kalmadı ve dönemlerinde Türk El Kaidesi’nin adım adım çeşitli yollarla serbest kalarak Suriye’ye Esad’ı devirmeye gittiğini anımsatmadı.

Kuşkusuz bu uyarıları yapacak kimse kalmadıysa, haliyle “düşmanca dış politikanız olmasa, Suriye’de 110 bin insan ölmezdi” ya da “Esad’ı devirmesi için muhalifleri organize etmeseniz ve sınırları teröre açmasanız, Suriye’de terör bu kadar büyümez ve 110 bin insan ölmezdi” diyecek cesarette bir büyükelçi hiç kalmamıştır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Eylül 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

ÖCALAN NEDEN DİYARBAKIR’DA YOK, TAKSİM’DE VAR?

Başbakan Erdoğan Kazlıçeşme mitinginde dikkat çeken bir hatırlatma yaptı: “Utanmadan şunu söylüyorlar. ‘Arap baharını gördük, şimdi de Türkiye baharına hazır olun’ diyorlar. Dışarıdaki bazı kendini bilmezler, içeride de onların uzantısı olan bazı kendilerini bilmezler. Türkiye’de Türk baharı 3 Kasım 2002’de oldu ama onlar bunun farkında değil.”

Gezi eylemleri bir “Türk baharı” değildir, dolayısıyla “Arap Baharı’nın” Türk olanı hiç değildir! Peki, 3 Kasım 2002 bir Türk baharı mıdır? 3 Kasım 2002 Soros’un ilk turuncu darbesidir!

Soros 2002’de Türkiye, 2003’te Gürcistan’da, 2004’te Ukrayna’da ve 2005’te de Kırgızistan’da darbe yaptı ve iktidara Amerikancıları getirdi!

2011’de Tunus ve Mısır’da olanlar ise bu dört Soros darbesinden tamamen farklıydı. Tunus ve Mısır’da zaten Amerikancı liderler iktidardı.

TAKSİM AKP’YE BAYRAK DİKTİ

Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitingi sadece bu nedenle değil, Erdoğan’ın başlattığı kampanya nedeniyle de ilginçti. Aslında Erdoğan’ın yalnızlaştığını resmeden bu konuşma, şu çağrıyla bitti: “Türk bayraklarınızı sakın katlayıp koymayın. Balkonlarınıza asmanızı istiyorum. Bu bir bayrak kampanyasıdır. Bunlarla birilerine cevabı çok iyi şekilde vereceksiniz. İstanbul’un her yerinde bunu göreceğim.”

O birileri kim? Taksim eylemcileri ve Türkiye’nin dört bir tarafında “Her yer Taksim, her yer direniş” diyerek Gezi’ye sahip çıkanlardır.

Peki, eylemcilerin ellerindeki bayrak ne? Türk Bayrağı!

Peki, Erdoğan’ın “tencere, tava aynı hava” diyerek aklınca küçümsediği eylemcilerin balkonunda ne asılı? Türk bayrağı!

Peki, AKP hükümetinin yasakladığı 23 Nisanlarda, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde Atatürk’e koşanların, Cumhuriyet diye haykıranlrın ellerinde ne var? Türk bayrağı!

Peki, bu eylemlere katılanlar en çok neye kızıyor? Erdoğan’ın Türk’ü anayasadan çıkarma girişimine, “Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım”  demesine, Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesine karşı çıkmasına, Türk’ü Türkiye yapmaya çalışmasına…

Bakın en somutunu anımsatalım. Daha geçenlerde cümlesinde “Türk bayrağı” geçen BDP milletvekiline ne diye kızmıştı AKP milletvekili Mehmet Metiner: “Türk bayrağı değil, Türkiye bayrağı diyeceksin!”

Peki, tüm bu gerçekler ortadayken, Başbakan Erdoğan neden Türk bayrağını anımsadı, neden kitlesinden Türk bayrağı asmasını istedi?

TOMA’lar neden Tük bayrağı astıysa, Erdoğan da o nedenle Türk bayrağı asıyor! Hem kitleden korunmak için, hem de kitleyi dağıtmak için!

Bu çarpıcı tablo Gezi eylemlerinin bir büyük başarısı daha olarak tarihe kaydolmuştur!

TAKSİM’DE AKP-PKK ORTAKLIĞI

Erdoğan’ın bayrak sevgisinin ilk yönünü, yani “kitleden korunma” amaçlı taşınmasını, beyaz bayrak sallaması olarak da yorumlayabiliriz. Ancak daha kurnaz kullanımı ise “dağıtmak” amaçlı kullanımındadır.

Bakın bu duruma işaret eden ve Erdoğan’ın son birkaç gündür sık sık tekrarladığı şu cümle çok şey anlatmaktadır: “Bölücü başı, yanında Atatürk resmi, yanında Türk bayrağı. Ulusalcılara sesleniyorum. Türk Bayrağı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz?”

Acaba Erdoğan Öcalan adına mı, yoksa Atatürk adına mı rahatsız? Üzerinde durmayacağız, zira Atatürk’le ilgili sözleri arşivlerdedir ve Öcalan’la açılım ortaklığı yürürlüktedir!

Ancak Öcalan’ın neden PKK’ye “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı verdiği ve neden BDP ile PKK’nin Taksim’e gelerek Apo posterleri açtığı artık daha da netleşmiştir.

Erdoğan’ın “Bölücü başı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz” sorusunun muhatabı kendisidir! Erdoğan Hakan Fidan’a, Fidan da Öcalan’a iletmiş, AKP Taksim’i Apo posterleriyle bölmeyi denemişti. Ancak başaramamışlardı!

Bu ilişki nedeniyle, geçen haftaki bir yazımızın başlığında “Erdoğan’ın grev kırıcısı Öcalan” ifadesini kullanmış ve somut kanıtlarımızı aktarmıştık. Diyarbakır’dan dönen Rafet Ballı’nın verdiği bir bilgi, bu ilişkiye yeni bir kanıt oldu: Meğer PKK ve BDP Diyarbakır’daki direniş eylemine katılmamış!

Diyarbakır’da eylem yapmayan PKK ve BDP, neden Taksim’de eylem yaptı? Diyarbakır’daki sol grupların Taksim’e destek eylemine gidip Apo posteri açmayanlar, neden Taksim’de açtı?

AKP tabanı, Türkiye’nin geleceği adına bu soruyu yöneticilerine sormalı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Haziran 2013

 

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD, PKK’YE 2004’TE SİLAH BIRAKTIRMADI

Hep sorulur ve yanıt aranır: PKK, ne oldu da ateşkes ortamını bozup 2004’te yeniden silahlı eylemlere başladı? Zira İmralı’da Türk Ordusu’nun “denetiminde” olan Öcalan o dönemde PKK’yi sınır dışına çıkartmış ve silah bıraktırmadıysa da kullandırmamıştı!

1999-2004 yılları arasındaki bu “sıfır terör” döneminin nasıl sona erdiği, PKK’nin eski üst düzey yöneticilerinden Nizamettin Taş ve Osman Öcalan’ın açıklamalarıyla aydınlandı!

PENTAGON, PKK’NİN SAVAŞI SÜRDÜRMESİNİ İSTEDİ

Vatan gazetesinden Ruşen Çakır’ın röportaj yaptığı Nizamettin Taş, o günlerle ilgili şu çok çarpıcı bilgileri veriyor:

1. “ABD’nin Irak’ı vuracağı belliydi. ABD’nin Irak’taki askeri operasyonuna katılmaya karar verdik. Çünkü ABD’nin müdahalesi Irak’la sınırlı kalmayacak, bütün Ortadoğu’yu değiştirecekti.”

2. “ABD’yle birlikte Saddam’a karşı çarpışma konusunda PKK’de ikilik çıktı. Bir grup ‘ABD emperyalist güç’ diyerek itiraz etti. Ama biz kazandık ve ABD’yle ilişkiye geçtik, görüşmeler oldu.”

3. “Ancak 1 Mart tezkeresinin kurbanı olduk. Pentagon PKK’nin silah bırakmasını değil, Türkiye’ye karşı savaşı sürdürmesini istiyordu. PKK’yi öne sürerek Türkiye’yi cezalandırma düşüncesi ön plana geçti.

4. “Sonradan anladık ki, KYB (Talabani) ve KDP de (Barzani) savaşın durmasını istemiyormuş.” (Vatan, 27 Ocak 2013)

Yine Ruşen Çakır’ın röportaj yaptığı Osman Öcalan da “ABD, o dönemde PKK’nin dağılmasını istemiyordu” diyor! (Vatan, 25 Ocak 2013)

CAN DÜNDAR O GÖRÜŞMENİN FOTOĞRAFINI YAYINLADI

Nizamettin Taş’ın bahsettiği ABD’yle görüşmeyi gazeteci Can Dündar, 18 Ocak 2003 tarihli Milliyet’te fotoğrafıyla yayınlamıştı.

ABD’li yetkiliyi PKK yöneticileri Nizamettin Taş, Halil Ataç, Ali Haydar Kaytan ve Dursun Ali ile toplantı yaparken gösteren o fotoğrafta BM’nin Kuzey Irak müdürü Davut Bağıstani de yer alıyordu.

Gazeteci Rafet Ballı, fotoğrafın yayınlandığı 18 Ocak 2003 gününün gecesinde Bağıstani ile Ulusal Kanal’da canlı telefon bağlantısı yaptı ve görüşmenin içeriğine dair sorularıyla ABD-PKK ilişkisini ayrıntılı olarak açığa çıkardı.

ABD’NİN PKK’YE DESTEĞİ

Hükümet-PKK Görüşmeleri isimli kitabımızda yer alan “ABD’nin PKK’ye 32 desteği” bölümündeki kimi olgular da, ABD’nin PKK’yi o dönemde Türkiye’ye karşı nasıl kullandığını belgeliyor. Özetleyelim:

1. ABD’li albay, üç hizbe bölünen PKK’de uzlaşma sağlanması için 11 ve 16 Temmuz 2003 günlerinde PKK Başkanlık Konseyi ile toplantı yaptı.

2. İngiliz The Daily Telegraph gazetesi yazdı: ABD’li subaylar sık sık helikopterlerle Kandil’e gidip PKK ile toplantı yaptılar.

3. PKK lideri Murat Karayılan, 29 Ekim 2010 tarihli Radikal’de yayımlanan açıklamasında, 2003-2004 yıllarında ABD ile görüşmeler yaptıklarını doğruladı.

4. Washington 12 Mart 2004’te PKK’nin Kuzey Amerika Temsilcisi Kani Gulam’ı ABD Kongresi’ndeki bir toplantıya davet ederek siyasal statüsünü artırdı. Washington, KADEK ismini aldıktan sonra PKK’yi “terör örgütü listesine” aldı. Böylece KADEK Batı’daki siyasi faaliyetlerini rahatça sürdürdü.

5. Wikileaks’in yayımladığı 25 Şubat 2006 tarihli ABD Dışişleri belgesinde, Amerikan Ordusu’nun Irak’ta PKK’lileri yakalama imkânı varken bu olanağı kullanmadığı kayda geçti. Başka bir Dışişleri belgesinde de, ABD yöneticilerinin Irak’ta tutuklanan PKK’lilerin serbest bırakılmasına aracılık ettiği belirtildi.

6. Yine Wikileaks’in yayımladığı ABD Dışişleri belgelerinde Irak’ın işgalinden sonra kimi silah depolarının PKK’nin eline geçmesine göz yumulduğu, bazen de ele geçirilen Irak silahlarının doğrudan PKK’ye verildiği ve hatta bu silahlarla PKK’nin Türkiye’ye saldırısına yol verildiği belirtiliyor.

7. ABD silah yardımı dışında, o dönemde PKK’ye eğitim de verdi. Bu eğitimler önceleri 25 kişilik bir ABD askeri timi aracılığıyla, sonrasında ise CIA-Pentagon organizasyonu olan Blackwater üzerinden yürütüldü.

ÖNCE ABD’YE KARŞI TAVIR

Türk Ordusu’na düzenlenen tertiple birlikte AK medyada sergilenen önemli yalanlardan biri de şuydu: “Ergenekon, PKK’nin silah bırakmasına izin vermedi. Onu AKP’ye karşı yedekte tuttu ve 2004’te sahaya sürdü.”

Taş ve Öcalan’ın itirafları, öncelikle bu yalanı aydınlatıyor ama daha önemlisi Türkiye açısından şu gerçeği ortaya koyuyor: PKK’ye silah bıraktırmak, önce örgütün ABD’yle bağını kopartmaktan geçiyor. Bu da müzakereyle değil, ABD’ye karşı tavır alarak sağlanır ancak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Ocak 2013

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

AKP’NİN KOZU: PKK

AKP’nin Tel Aviv – Şam arabuluculuğuna soyunup, önce Tel Aviv’le, sonra da Şam’la karşı karşıya gelmesinin bir dış politika iflası olduğu, kuşkusuz tartışma götürmez…

Sonuçları bakımından, AKP’nin Suriye karşıtlığının da nesnel bir İsrail müttefikliğine dönüştüğü ortada… Şam’ın bu nedenle saldırı Türkiye’den gelse bile neden İsrail’e yanıt vereceği, Rafet Ballı’ya söyledikleri şu veciz ifadede anlamını buluyor: “Düşmanın kuyruğuyla uğraşmaktansa, başını hedef alırız.”

SURİYE’YE MÜDAHALE GEREKÇESİ OLARAK PKK

AKP’nin bu karşıtlık görüntülü müttefiklik ilişkisi, sadece İsrail’le sınırlı değil elbette; PKK’yle ilişkisi açısından da geçerli.

Suriye’ye müdahale konusunda içeride bir türlü meşruiyet bulamayan AKP’nin PKK’ye bir koz olarak sarılması, bu ilişkinin en somut göstergesidir.

AKP kurmayları ve yönlendirdiği kalemşorlar, bir süredir Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın PKK’yi Türkiye’ye karşı kullanmaya başladığını işliyorlar. Bu iddiayı dayandırdıkları kanıt ise PKK’nin askeri liderlerinden Fehman Hüseyin’in Suriye doğumlu olması. Böylesi ciddiyetsiz bir bağ karşısında, insan belirtmeden duramıyor: Murat Karayılan da Türkiye doğumlu!?

KAMIŞLI’DAKİ PKK, AKP’YE YARAR

AKP’nin Esad karşıtlarını bir türlü birleştirememesini bile PKK’ye bağlıyorlar. AKP’nin Barzani üzerinden Erbil’de topladığı Suriye Kürt Konseyi’ni, tüm baskılara rağmen İstanbul’da Suriye Ulusal Konseyi’ne dâhil edememesini de…

Konuyla ilgili daha sağlam dayanak bulmaya soyunan Cengiz Çandar ise Ortadoğu’daki kaynaklarından bazı “gözlemler” aktarmış. Kamışlı, Amude gibi kentlerde PKK’nin fiilen yönetimi devraldığını savunuyor. Çandar’ın amacı belli: Rejim karşıtlarına desteği artırmak için, Esad’ın otoritesini yitirdiğini ve ortada bir Suriye devleti kalmadığına ikna etmeye çalışıyor…

Varsayalım ki öyle… Yani Kamışlı’da Esad değil de PKK hâkim. Türkiye açısından ne ifade eder bu?

Bizce Türkiye’yi yakından ilgilendiren şu gerçeği ifade eder: Tıpkı Irak’ta olduğu gibi merkezi otoritenin zayıflatılmasına yönelik tüm dış müdahaleler, ayrılıkçı Kürt hareketini besler, büyütür.

Irak bu konuda Ankara için hazine öneminde deneyime sahiptir: Barzani ve Talabani ikilisi Bağdat’ı yenerek kuzeyde otonom bir yapı kurmadı. Tersine ABD Bağdat’ı zayıflattıkça, Erbil güçlendi.

TÜRKİYE’NİN MÜTTEFİKİ PKK DEĞİL, ESAD’DIR

Aynı durum Suriye için de geçerli. Şam zayıflarsa, Kamışlı güçlenir ve Irak’tan sonra Suriye’de de otonom bir yapı olanağı doğar.

Ankara Kuzey Irak’tan sonra bir de Kuzey Suriye gibi bir tehditle karşı karşıya kalmamak için, tersine Esad’a omuz vermelidir.

Üstelik Ankara’nın önünde 2004 – Kamışlı deneyimi de vardır. ABD, Irak’tan sonra 2004 yılında Suriye’yi de karıştırmaya çalıştığında, Kamışlı’da Kürt ayaklanması başlatmış ve Amude’ye sıçratmıştı. Washington’un hedefi daha o zaman bile Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmaktı. Esad’ın bastırdığı bu ayaklanma, en çok Ankara’ya yaramıştı!

TÜRKİYE VE AKP FARKLI CEPHELERDE

İşte bu nedenle görüntüde nasıl karşıtlıklar olursa olsun, bölgemizdeki saflaşma nesnel olarak şöyledir:

1. Cephe: ABD – İsrail – AKP – PKK – Barzani.

2. Cephe: Rusya – Çin – İran – Irak – Suriye.

Türkiye’nin çıkarları da AKP’nin tersine 2. cephededir!

NOT: Bugün 14.00 – 18.00 saatleri arasında, Ankara Kitap Fuarı’nda okurlarla buluşuyoruz ve kitaplarımızı imzalıyoruz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Nisan 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: