Posts Tagged BDP

BDP’NİN İŞARET ETTİĞİ ÇÖZÜM

Haziran Halk Hareketi’nin ortaya koyduğu gerçeklerden en önemlisi, AKP ile BDP’nin nesnel olarak aynı cephede olduğu gerçeğiydi.

ATLANTİK MÜTTEFİKLERİ: AKP-BDP

Gezi Erdoğan’ı silkelemeye başlayınca, Öcalan “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı vererek PKK-BDP’yi alanlara yönlendirmiş, PKK de Öcalan posterlerini Türk bayraklarının içine sokmaya çalışmıştı.

Erdoğan da İmralı’nın yaptığı bu yardımı değerlendirmek üzere her gün ekranlara çıkmış ve “bölücü örgüt bayraklarıyla Türk bayrağını yan yana getirmeyi nasıl içinize sindirdiniz” diyerek, kamuoyunu yanıltmaya çalışmıştı. Öcalan’la müzakere yürüten, tabelalardan TC’yi, gönderden bayrağı indirmeye çalışan Erdoğan’ın Taksim’deki “orantısız zekâyı” aşamayan bu psikolojik savaş malzemesi, haliyle başbakanlığın elinde patladı!

AKP ile BDP’nin aynı cephede olduğunun son kanıtı ise Sırrı Süreyya Önder’in açıkça “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni CHP kazanacağına, AKP kazansın” deme noktasına gelmiş olmasıdır! (Ahmet Hakan, Hürriyet, 20 Ekim 2013)

Cephe o kadar belirginleşmiştir ki, PKK her gün yurdun bir köşesinde şehitlik açarken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da artık PKK-PYD’ye taziyede bulunabilmektedir. (Taraf, 20 Ekim 2013)

BDP: CHP, MHP, İP AYNI TARAFTA

AKP ile BDP’nin aynı cephede bulunduğu gerçeği, bağımsızlık mücadelesinin yönünü ve bileşenlerini saptamak bakımından hayatidir. Nitekim Atlantik Cephesi’nin AKP ve BDP kuvvetleri, o bileşenleri saptamaktadır!

Örneğin Almanya-Köln’de düzenlenen “Taksim ve Sonrası” konferansında konuşan BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış BeştaşCHP, MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta yer alıyor” diyor. (ANF, 20 Ekim 2013)

Üstelik Beştaş bu sözleri konferansın bir diğer konuşmacısı olan CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun kendi partisini eleştirmesine katkı olarak yapıyor. Zira Tanrıkulu CHP’ye yeni bir kimlik kazandırma çabasında olduklarını, ancak bunu becerip beceremeyeceklerini henüz bilmediklerini söyleyerek, üstü kapalı şekilde CHP’deki ulusalcılığı yok etmeye çalıştıklarını dile getirmiş oluyor.

BDP’NİN IRKÇILIĞI

Ama Tanrıkulu ve benzerlerinin CHP’yi dönüştürmesi bile BDP’ye yetmiyor ve Köln’deki konferansta ona şöyle soruyorlar: “CHP’nin Türkiye dış politikasının ulusal güvenlik çerçevesinde ele alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Her tarafından cehalet ve kör bir ırkçılık akan bu sorunun sahipleri, üstelik CHP’nin MHP ve İşçi Partisi ile aynı tarafta olduğunu saptadıktan sonra “biz ırkçılarla yan yana olmayız” diyebiliyorlar.

Ancak bunu diyen BDP Eş Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş’ın asıl kendisi öyle bir Türk karşıtı ırkçılık anlayışına saplanmış ki, Erdoğan’ı konuşmasında ısrarla “Türk Başbakanı Erdoğan” diye nitelemektedir! Trajik olan ise Erdoğan’ın ulusalcı kesimlerin tepkisine rağmen ısrarla kendisini Türk diye nitelememesidir.

BDP’de ırkçılık öyle bir boyuta gelmiş ki, Türkiye’nin Atlantikçi yönetimler altında fiilen 20 yıldır Kuzey Irak’taki otonom yapıyı inşa etmesi bile Beştaş’ın kafasında “Türkiye Güney Kürdistan’ı (Kuzey Irak’ı) ekonomik olarak işgal etmiştir” şekline bürünebilmiştir!

ATLANTİK CEPHESİ, TÜRKİYE CEPHESİ

BDP Eş Başkan Yardımcısı’nın ırkçılıklarıyla köşeyi doldurmadan artık esasa gelelim.

Danış’ın kabaca yaptığı saptamayı, Erdoğan daha inceltilmiş olarak ve bileşenleri birbirine düşürmek amaçlı yapmaktadır sık sık: İşçi Partisi’nin sol parmağıyla CHP’yi, sağ parmağıyla MHP’yi idare ettiğini söylemektedir.

Türkiye’nin yurt savunması cephesindeki kuvvetlerinin parmak hesabı yapacak durumu yoktur. Nesnel olarak artık iki cephe vardır: Atlantik kuvvetleri olarak AKP-BDP cephesi ile Türkiye kuvvetleri olarak CHP-MHP-İşçi Partisi cephesi.

Ağır bir mücadeleyle geçecek 2014 yılında, herkes bu gerçeğe göre konumlanmak zorundadır! Aksi, bölünmüş Türkiye sonucudur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Ekim 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN GEZİ’YE ‘HDP’ TUZAĞI

Dün Eyüp Can yazdı, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da doğruladı: BDP, Öcalan’ın HDP projesini tartışıyor.

Dört gün önce BDP Genel Merkezi’nde olağanüstü bir toplantı yapılır. Gündem, Öcalan’ın kendisini 21 Temmuz’da ziyaret eden Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan’la gönderdiği mesajdır: “Gidin tartışın benim önerimi; bir kısmınız orada, bir kısmınız burada olmasın, yerel seçimde BDP’li milletvekilleri HDP’ye geçsin.” (Radikal, 1 Ağustos 2013)

Eyüp Can’ın yazdığına göre Öcalan, HDP’nin başında bir Türk, bir de Kürt Eş Başkan bulunmasını şart koşmuş. Öcalan’a göre Kürt siyasi hareketi bu sayede sadece etnik temelli değil tüm Türkiye’yi kapsayan, Türkiye siyaseti yapan bir partiye dönüşecekmiş.

DOĞUDA BDP, BATIDA HDP

Eyüp Can bu gelişmeyi BDP’nin aleyhine yorumlamış. Zaten makalesinin başlığı da şöyle: “Öcalan seçim öncesi BDP’yi bitiriyor.”

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Öcalan’ın önerisinin tartışıldığı bilgisini doğruluyor ama bazı nüanslarla: “Bizim Kürdistan’da BDP ile girme şeklinde bir kararımız var. Ama batı metropollerinde HDP ile mi yoksa BDP ile mi girelim tartışması henüz netleşmiş değil. Orada da değişik fikir ve öneriler var. Bütün bu önerileri biz ilgili bileşenlerle HDP, BDP yönetimi ve DTK ile tartışıyoruz. Bunlar da önümüzdeki günlerde bir hafta 10 gün içerisinde netliğe kavuşur.” (ANF, 1 Ağustos 2013)

Can’ın bilgi ve yorumları ile Demirtaş’ın açıklamasını birleştirdiğimizde ortaya şu ilginç sonuç çıkıyor: Öcalan’ın talimatı BDP’nin komple HDP’ye geçmesi şeklinde. Ancak Demirtaş, Türkiye’nin doğusunda seçimlere BDP ile girme kararı aldıklarını söylüyor. Batıda ise BDP’yle mi, yoksa HPD’yle mi seçime gireceklerini henüz tartışıyorlar!

Peki, Eyüp Can’ın yorumu doğru mu? Yani Öcalan seçim öncesi BDP’yi bitiriyor mu?

Gelin bu sorulara kimi PKK yöneticilerinin şu “açılım” kaygılarını da ekleyelim: AKP aslında PKK’yi tasfiye mi ediyor? Açılım bu tasfiyenin kılıfı mı?

AKP SONBAHAR KORKUSUYLA ÖCALAN’A SARILDI

Bu sorulara yanıt için önce HDP’nin ne olduğunu açıklamalıyız. Öcalan’ın “yeni siyasi araç” olarak işaret ettiği HDP, Halkların Demokratik Kongresi HDK’nin partiye dönüştürülmesidir.

HDK daha önce Türk Solu’nu yutmak üzere kurulmuş, ancak hedefine ulaşamamış bir çatı örgütüydü. Öcalan şimdi HDK’yi HDP yaparak sadece Türk solunu değil, “yeni muhalefeti” de yutmak istiyor!

Kimdir o yeni muhalefet? Gezi eylemlerine ve Haziran ayaklanmasına katılan halk!

İşte meselenin esası buradadır ve birkaç gündür işlediğimiz “PKK’nin Gezi’ye göz kırpma” hamlesi de iyice berraklaşmıştır. Şöyle ki:

Haziran ayaklanmasıyla sarsılan AKP’yi sonbahar korkusu ve telaşı sarmış durumda. AKP’nin telaşı haliyle PKK’yi de sarıyor. Zira bir tek AKP, PKK ile masaya oturuyor! AKP, bu korku ve telaş nedeniyle topluma korku salmaya çalışıyor. Gençlere ve spor seyircilerine yönelik aldıkları yeni faşizan kararları gazetelerde okuyorsunuz…

İşte AKP, bu korku sonbaharını atlatmak için bir de Öcalan’a sarıldı. Haziran’da Öcalan üzerinden alanları boşaltmaya çalışan hükümet, şimdi de onun Gezi’nin bir bölümünü yutmasından medet umuyor.

Özetle Öcalan’ın BDP’yi Türkiyelileştirerek HDP’ye aktarma projesi, aslında Erdoğan’ın Gezi’yi bölme ve etkisizleştirme projesidir!

Ancak Haziran’da ayağa kalkan ve sonbahara hazırlanan halk, Gezi karşıtı AKP-PKK ortaklığına geçit vermeyecektir. Göreceğiz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Ağustos 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

ÖCALAN NEDEN DİYARBAKIR’DA YOK, TAKSİM’DE VAR?

Başbakan Erdoğan Kazlıçeşme mitinginde dikkat çeken bir hatırlatma yaptı: “Utanmadan şunu söylüyorlar. ‘Arap baharını gördük, şimdi de Türkiye baharına hazır olun’ diyorlar. Dışarıdaki bazı kendini bilmezler, içeride de onların uzantısı olan bazı kendilerini bilmezler. Türkiye’de Türk baharı 3 Kasım 2002’de oldu ama onlar bunun farkında değil.”

Gezi eylemleri bir “Türk baharı” değildir, dolayısıyla “Arap Baharı’nın” Türk olanı hiç değildir! Peki, 3 Kasım 2002 bir Türk baharı mıdır? 3 Kasım 2002 Soros’un ilk turuncu darbesidir!

Soros 2002’de Türkiye, 2003’te Gürcistan’da, 2004’te Ukrayna’da ve 2005’te de Kırgızistan’da darbe yaptı ve iktidara Amerikancıları getirdi!

2011’de Tunus ve Mısır’da olanlar ise bu dört Soros darbesinden tamamen farklıydı. Tunus ve Mısır’da zaten Amerikancı liderler iktidardı.

TAKSİM AKP’YE BAYRAK DİKTİ

Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitingi sadece bu nedenle değil, Erdoğan’ın başlattığı kampanya nedeniyle de ilginçti. Aslında Erdoğan’ın yalnızlaştığını resmeden bu konuşma, şu çağrıyla bitti: “Türk bayraklarınızı sakın katlayıp koymayın. Balkonlarınıza asmanızı istiyorum. Bu bir bayrak kampanyasıdır. Bunlarla birilerine cevabı çok iyi şekilde vereceksiniz. İstanbul’un her yerinde bunu göreceğim.”

O birileri kim? Taksim eylemcileri ve Türkiye’nin dört bir tarafında “Her yer Taksim, her yer direniş” diyerek Gezi’ye sahip çıkanlardır.

Peki, eylemcilerin ellerindeki bayrak ne? Türk Bayrağı!

Peki, Erdoğan’ın “tencere, tava aynı hava” diyerek aklınca küçümsediği eylemcilerin balkonunda ne asılı? Türk bayrağı!

Peki, AKP hükümetinin yasakladığı 23 Nisanlarda, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde Atatürk’e koşanların, Cumhuriyet diye haykıranlrın ellerinde ne var? Türk bayrağı!

Peki, bu eylemlere katılanlar en çok neye kızıyor? Erdoğan’ın Türk’ü anayasadan çıkarma girişimine, “Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım”  demesine, Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesine karşı çıkmasına, Türk’ü Türkiye yapmaya çalışmasına…

Bakın en somutunu anımsatalım. Daha geçenlerde cümlesinde “Türk bayrağı” geçen BDP milletvekiline ne diye kızmıştı AKP milletvekili Mehmet Metiner: “Türk bayrağı değil, Türkiye bayrağı diyeceksin!”

Peki, tüm bu gerçekler ortadayken, Başbakan Erdoğan neden Türk bayrağını anımsadı, neden kitlesinden Türk bayrağı asmasını istedi?

TOMA’lar neden Tük bayrağı astıysa, Erdoğan da o nedenle Türk bayrağı asıyor! Hem kitleden korunmak için, hem de kitleyi dağıtmak için!

Bu çarpıcı tablo Gezi eylemlerinin bir büyük başarısı daha olarak tarihe kaydolmuştur!

TAKSİM’DE AKP-PKK ORTAKLIĞI

Erdoğan’ın bayrak sevgisinin ilk yönünü, yani “kitleden korunma” amaçlı taşınmasını, beyaz bayrak sallaması olarak da yorumlayabiliriz. Ancak daha kurnaz kullanımı ise “dağıtmak” amaçlı kullanımındadır.

Bakın bu duruma işaret eden ve Erdoğan’ın son birkaç gündür sık sık tekrarladığı şu cümle çok şey anlatmaktadır: “Bölücü başı, yanında Atatürk resmi, yanında Türk bayrağı. Ulusalcılara sesleniyorum. Türk Bayrağı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz?”

Acaba Erdoğan Öcalan adına mı, yoksa Atatürk adına mı rahatsız? Üzerinde durmayacağız, zira Atatürk’le ilgili sözleri arşivlerdedir ve Öcalan’la açılım ortaklığı yürürlüktedir!

Ancak Öcalan’ın neden PKK’ye “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı verdiği ve neden BDP ile PKK’nin Taksim’e gelerek Apo posterleri açtığı artık daha da netleşmiştir.

Erdoğan’ın “Bölücü başı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz” sorusunun muhatabı kendisidir! Erdoğan Hakan Fidan’a, Fidan da Öcalan’a iletmiş, AKP Taksim’i Apo posterleriyle bölmeyi denemişti. Ancak başaramamışlardı!

Bu ilişki nedeniyle, geçen haftaki bir yazımızın başlığında “Erdoğan’ın grev kırıcısı Öcalan” ifadesini kullanmış ve somut kanıtlarımızı aktarmıştık. Diyarbakır’dan dönen Rafet Ballı’nın verdiği bir bilgi, bu ilişkiye yeni bir kanıt oldu: Meğer PKK ve BDP Diyarbakır’daki direniş eylemine katılmamış!

Diyarbakır’da eylem yapmayan PKK ve BDP, neden Taksim’de eylem yaptı? Diyarbakır’daki sol grupların Taksim’e destek eylemine gidip Apo posteri açmayanlar, neden Taksim’de açtı?

AKP tabanı, Türkiye’nin geleceği adına bu soruyu yöneticilerine sormalı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Haziran 2013

 

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

TBMM’DE FEDERASYON ORTAKLIĞI

AKP Kongresi’nin baş konuğu ve Başbakan Erdoğan’ın siyasi ortağı Mesud Barzani, “PKK’nin kayıtsız şartsız silah bırakması talebi mantıklı değil” diyerek Ankara’ya itiraz ediyor. (BBC Farsça, 16 Ekim 2012)

Barzani, Erdoğan’a bu talep yerine şu üç şeyi yapmasını öneriyor:

1) Ankara, Abdullah Öcalan’ın şartlarını düzeltmeli!

2) PKK ve Türkiye çatışmaları durdurmalı!

3) Ankara, Öcalan ve PKK’yle masaya oturmalı!

Barzani yetinmiyor, Ankara ile PKK arasında hem arabulucu olabileceklerini hem de görüşmeye ev sahipliği yapabileceklerini söylüyor. Yakışır…

‘TÜRKİYE 25 EYALETE BÖLÜNSÜN’

BDP de, son kongresinde müzakere masasından çıkarılması gereken hedefi ilan etmişti.

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Türkiye için istedikleri yeni idari yapıyı şöyle tarif etmişti: “Biz 20-25 bölgeden oluşmuş özerk yönetim bölgeleri istiyoruz.

Başbakan Erdoğan’ın “Diyarbakır’ı ABD’nin BOP’u içinde bir merkez yapma” hedefi, Demirtaş’ın ilan ettiği bu “eyalet sistemi”nin hayata geçmesine bağlı…

Kuşkusuz bu da, AKP ve BDP’nin, üstelik yanlarına CHP ve MHP’yi de alarak yeni anayasayı çıkarmalarından ve başkanlık sistemini onaylamalarından geçiyor…

AKP ile PKK’nin masaya oturtulmaları, bu hedefler içindir.

AKP’NİN BÖLÜNME YASALARI

Erdoğan’a daha 1993 yılında söyletilen şu sözler, işte bugünler içindir: “Değişim süreci içerisinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı gruplar, insanlar, milli yapı içerisinde kalmak istemezlerse, bu durumda belki eyaletler sistemi benzeri bir şey olabilir.” (Metin Sever, Cem Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları)

1) BM İkiz Sözleşmeleri işte bu yeni Türkiye için Ankara’ya kabul ettirildi ve TBMM’den geçirildi!

2) AKP, “bölgelerdeki iktidar odaklarına yerel hükümetler kurabilsinler” diye, 15 Temmuz 2004’te Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu TBMM’den çıkarttı!

3) AKP, Türkiye 12 eyalete bölünsün diye, 26 Ocak 2006’da Kalkınma Ajansları Yasası’nı TBMM’den geçirtti!

Ancak Kamu Yönetimi Temel Kanunu da, Kalkınma Ajansları Kanunu da dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e takıldı.

BARZANİ-DAKA GÖRÜŞMESİ

AKP, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde bu yasaları çıkarttı ve artık Türkiye’de 25 Kalkınma Ajansı var…

Bu ajanslar şimdilik Kalkınma Bakanlığı’nın sorumluluğunda…

Şimdilik diyoruz zira bu 25 Kalkınma Ajansı’ndan örneğin Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı DAKA, kendi başına Mesud Barzani’yle görüşüp yeni sınır kapısı müzakeresi yapmaya başladı bile!

AYNI PROJEYE FARKLI İSİMLER

Türkiye adım adım milli devlet olmaktan çıkarılmaya ve eyaletlerden oluşmuş federatif bir yapıya götürülüyor…

İlginçler, TBMM’deki “kavgalı” her dört parti de, bu ABD projesinde ortaklık yapabiliyorlar:

1) Selahattin Demirtaş’ın 25 eyaleti ile Erdoğan’ın 25 Kalkınma Ajansı aynı şeydir!

2) PKK’nin demokratik özerkliği ile AKP ve MHP’nin oylarıyla çıkan yeni Büyükşehirler Yasası aynı şeydir!

3) CHP’nin Sosyalist Entertasyonlist’te altına imza attığı, ayrıca uzun zamandır üstündeki çekincenin kaldırılmasını istediği Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik şartı da aynı şeydir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ekim 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KOPARAN OPERASYON

17 ilde 123 adrese yapılan baskınlarla yeni bir aşamaya ulaşan KCK operasyonu ne anlama geliyor? Daha önce avukatlara ve gazetecilere yapılan operasyonlarla birlikte düşünüldüğünde, “yeni bir durum” mu oluştuğunu değerlendirmeliyiz?

Başbakan Erdoğan, “terörle mücadele, siyasetle müzakere” diye isimlendirdiği politikasından geri adım mı atıyor?

Bu sorulara yanıt bulmak için yaptığımız soruşturmada, dikkat çeken saptamalarla karşılaştık. Özetleyelim:

DEVLET – PKK GÖRÜŞMELERİ YENİDEN BAŞLADI

1. Bugünü anlamamız için son 6 ayı değerlendirmemiz gerektiğini söyleyen bir güvenlik uzmanı, 12 Haziran seçimlerinden sonraki tabloyu şu çarpıcı soruyla birlikte yorumluyor:”PKK, son 6 aydır süren operasyonlar karşısında neden sessiz?”

Kaynağımız, PKK’nin belinin kırıldığı, yanıt veremeyecek kadar köşeye sıkıştığı şeklindeki, hükümet çevrelerinden gelen değerlendirmelerin doğru olmadığının altını çiziyor.

2. Güvenlik uzmanının teyit ettiği bir bilgi, meseleyi daha da ilginç kılıyor. Birkaç haftadır çeşitli kesimlerde de dillendirilen bu bilgiye göre hükümet – PKK görüşmeleri yeniden başladı.

AYRIŞTIRMA SÜRECİ

Gelin güvenlik uzmanının bu iki saptamasını, bazı resmi açıklamaları hatırlayarak, değerlendirelim.

Hükümete yakın çevrelerde dillendirilen, “BDP’yi PKK boyunduruğundan kurtarmak için KCK operasyonu yapılıyor” şeklindeki değerlendirmeyi bir kenara bırakırsak, en dikkat çeken açıklama Leyla Zana’dan geldi: “Demokratik zemine olan inançtır bizi Ankara’da tutan. İnşallah demokratik zemini daha fazla dinamitlemezler.”

Zana’nın “Bu uygulamalarla toplumu daha çok ayrıştırdıklarını görüyoruz” sözleri ise çıplak bir gerçeğe işaret ediyor.

ATLANTİK’E ÇIPALI KUVVETLER

Karışık görünen sürecin turnusol kağıdı, AKP ile PKK’nin Atlantik’e çıpalı olduğu gerçeğidir.

Washington elindeki PKK kartını duruma göre iki türlü kullanıyor: Hem AKP’yi kendi bölgesel politikalarına zorlamak için, hem de Türkiye’yi zayıflatmak için.

AKP’nin durumu da, bazen havuç bazen de sopa olan PKK’den farklı değildir.

Geride kalan 9 yılda ABD, iki kuvveti bazen toplayarak, bazen de birbiriyle çarparak, Türkiye’yi bir noktaya getirdi.

ABD’nin gerçekleştirmek istediği proje, Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Ankara’nın himayesi adı altında Türkiye’ye genişletmek ve Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmak…

20 yılda, Irak’taki 160 bin askeriyle bu projeyi gerçekleştiremeyen ABD’nin tek çıkışı, Türk ve Kürt’ü, Türkiye’de ayrıştırmak…

KCK operasyonlarıyla biriktirilen gaz, bu nedenle önemli.

Kürtleri Ankara’dan kopartmanın yolunu, BDP’yi Ankara’dan kopartmakta görüyorlar.

Ancak başaramayacaklar…

NOT:Bugün Adana’da, 5. Çukurova Kitap Fuarı’nda, okurlarımızla buluşuyor ve kitaplarımızı imzalıyoruz. Adanalı hemşerilerimizi bekliyoruz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Ocak 2012

, , , ,

Yorum bırakın

KCK OPERASYONUNUN ANLAMI

Kürt Açılımı’na destek veren liberal kesimler, artan KCK operasyonlarını endişeyle izliyorlar ve şu ortak soruyu soruyorlar: “Madem hükümet dağdakileri indirmek istiyordu, şehirdekilere neden operasyon yapıyor?

Hepsinin ortak kanaati, bu operasyonların Kürt gençlerini dağa yönlendireceği şeklinde…

Liberal kesimlerin sorusunun kendi içinde bir mantığı var kuşkusuz. Bu soruya biz de yanıt arıyoruz. AKP hükümeti neden KCK
operasyonlarını artırdı? Bulduğumuz yanıtlar şunlar:

TUTUKLANANLAR BARZANİ KARŞITIYDI

1..) Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı KCK iddianamesini 28 Mayıs 2009’da hazırladı, Abdullah Gül’ün “Kürt Açılımını” başlattığı günlerde… İlk operasyon ise tam yedi ay sonra, 24 Aralık 2009’da yapıldı.

Peki, yedi ay neden beklenmişti? 19 Ekim 2009’daki “Habur yol kazası” nedeniyle mi? Hükümet, anlaşmayı lehine uygulayarak, kamuoyu nezdinde kendini zora sokan PKK’nin tavrına ceza mı kesmişti?

24 Aralık 2009’daki bu ilk operasyon 11 ilde eşzamanlı yapılmış ve 17’si belediye başkanı olmak üzere 80’in üzerinde kişi gözaltına alınmıştı. Ancak dikkat çeken bir durum vardı: Tutuklananların çoğu, Barzani karşıtıydı!

İYİ NİYETİ YANITSIZ KALAN ERDOĞAN’IN KIZGINLIĞI

2..) Üst düzey bir AKP’linin bize söylediğine göre, bugün KCK operasyonlarının yeniden başlamasının nedeni, PKK’nin tavrı!

Risk almasına ve iyi niyet göstermesine rağmen, PKK’nin eylemlerden vazgeçmemesi, Erdoğan’ın tepesini attırmış!

OPERASYONLARI CEMAAT YAPIYOR

3..) Bir başka iddiaya göre, KCK operasyonlarının mimarı cemaat; üstelik cemaat bu operasyonları kritik zamanlarda ve AKP hükümetine rağmen yapıyor.

Operasyonların kritik zamanlarda olduğu kuşkusuz doğru ama hükümete rağmen olduğu iddiası biraz havada kalıyor.

Ancak KCK operasyonlarının bir hedefinin de, bölgede Gülen cemaatini güçlendirmek olduğu anlaşılıyor.

ASIL PAZARLIĞIN ÖN HAZIRLIĞI

4..) Bugünün KCK operasyonu ise çok daha özel bir anlam içeriyor bize göre.

Karşıt görüntülü AKP ve PKK’nin ABD’nin bölge politikaları nedeniyle, aslında birbirlerini bütünlediğini daha önce ortaya koymuştuk. Nitekim mevcut hedef, AKP ve PKK’nin “Yeni Anayasa” ortaklığıdır; daha doğrusu iktidarı paylaşmanın pazarlığıdır. Şimdi bu hedef için masaya oturacaklar.

Zaten bunun hazırlıkları da yapıldı, yapılıyor. Kamuoyu imal ediliyor, muhalefetin de desteğiyle “PKK’yle müzakere normaldir” görüşü topluma enjekte ediliyor.

AKP ve PKK ise masaya oturmadan önce elini kuvvetlendirmek için baskı oluşturuyor. PKK saldırılarını artırıp hükümeti sıkıştırıyor, AKP KCK operasyonu düzenleyip PKK’yi sıkıştırıyor.

Her iki taraf da, hamlelerinin “irade kırmak” üzerine olduğunu değerlendiriyor.

5..) AKP’nin PKK’yle bu kez açıktan masaya oturabilmesi için kamuoyunun desteğine, daha doğrusu itiraz etmemesine ihtiyacı var.

Başbakan Erdoğan’ın sonuçları önceki gün kamuoyuna yansıyan anketi de aslında, bu desteğin kontrolü içindi.

İtirazın oluşmaması için Erdoğan’ın bir parça “milliyetçi” sosa bulanmış sözlere ve de PKK ile mücadele ediyor görüntüsüne ihtiyacı var! Kandil’e hava operasyonu, KCK operasyonu ve hatta dün TBMM’de süresi uzatılan “sınır ötesi” tezkere de bu amaçla değerlendiriliyor.

İPLER ABD’DE…

AKP’nin KCK operasyonu da, PKK’nin saldırıları da, her iki kuvveti de kullanan ABD’nin işine geliyor. Daha doğrusu Washington,
işine geldiği için, iki kuvveti de böylesi bir sürece zorluyor.

Çünkü bu durum, toplumda “bıkkınlık” yaratıyor. Ve bu durumdan bıkmış bir milletin gözleri önünde ancak ülkesi bölünebilir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Ekim 2011

, , ,

Yorum bırakın

BAŞBAKAN’IN SEKİZ MUHATABI

Siirt’te altı askerin şehit olduğu PKK saldırısını değerlendiren Başbakan Erdoğan, “terör örgütü kendi görevini yapıyor, biz de kendi görevimizi yapacağız” dedi. Başbakan Erdoğan’ın açıklamasından PKK’nin görevini anladık: Türk askeri öldürmek.

Peki Başbakan’ın görevi ne?

Erdoğan, New York’tan dönerken yolda görevini açıkladı: “Biz terörle mücadele ederiz, siyasi iradeyle de müzakere ederiz.Erdoğan’ın, siyasi iradenin kim olduğunu soran gazetecilere yanıtından, altı muhatabı olduğunu öğrendik: “Siyasi ayak iki parça. Dağ kadrosu iki parça. Avrupa ve İmralı da var.

Ancak Erdoğan’ın iki muhatabı daha olduğunu da öğreniyoruz: “Talabani’ye de söyledim. Ancak PKK silah bırakırsa, operasyonlar biter. Talabani ve Barzani, Türkiye’den gidenlere bunu anlatıyorlar. İkisi de terörden yaka silkiyor.”

Erdoğan’ın, daha düne kadar “Türkiye’ye Kürt kedisi bile teslim etmem” diyen Barzani ve Talabani ikilisinin, “terörden yaka silktiğini” iddia etmesinin üzerinde durmayacağız.

Biz Erdoğan’ın görevine ışık tutacağız.

ERDOĞAN’IN MÜZAKERE GÖREVİ

Hakan Fidan’ın, bizzat “Başbakan’ın özel temsilcisi” olarak masada oturduğunu söylediği 5. Oslo görüşmesinde de ortaya çıktığı gibi, Başbakan Erdoğan’ın görevi PKK ile “gizli” müzakere yürütmek. Ancak Başbakan artık bu müzakereleri “açık” yürüteceğini ilan etmiş oluyor.

Erdoğan, BDP, DTK, KCK, Kandil, Brüksel-PKK ve İmralı’nın muhatabı olduğunu belirtiyor ve muhataplarıyla müzakere edeceğini söylüyor. Peki, neyi müzakere edecek?

Erdoğan onu da belirtiyor, “PKK silah bırakırsa, biz de operasyonları bitiririz” diyerek “silah bırakın, anlaşalım” mesajı veriyor. Erdoğan, yalnızca TSK’nin terörle mücadelesini değil, KCK operasyonlarını da bitireceği sözünü veriyor!

“YENİ ANAYASA” ANLAŞMASI

Peki, hangi konuda anlaşma olacak?

Cemil Çiçek’in TBMM Başkanı olduğunu unutarak başlattığı “yeni anayasa” konusunda anlaşma olacak. Başbakan’ın talimat verdiğini, “yeni anayasa” için partilerden bu hafta randevu alınacağını öğrenmiş bulunuyoruz.

Ancak siyasi partilerle yapılacak görüşme aslında sembolik. Çünkü “bölünme anayasası” için asıl PKK’nin onayı gerekiyor! Ki Başbakan Özel Temsilcisi Hakan Fidan’ın PKK ile müzakeresinde de “yeni anayasada” ortaklık işaretleri mevcuttu.

Kaldı ki, Cemil Çiçek’in toplantısına katılan AKP profesörleri, “Kürt kimliği ve dinsel kimlik sorunu çözülmeyecekse, yeni bir anayasa yapmaya gerek yok” diyerek, nasıl bir anayasa hedeflendiğini de gösteriyorlar.

ANAYASA SİLAHLA YAPILIR

Peki, “Silah bırakın, anlaşalım” mesajı ne kadar gerçekçi? PKK silah bırakır mı?

PKK yıllar önce çizdiği stratejisinde de belirttiği gibi silahı zaten siyaset yapabilmek için kullanıyor. Siz kalkıp da PKK’ye “silahı bırak, gel siyaset yap” derseniz, zaten PKK’nin stratejisini gerçekleştirmiş olursunuz.

Aslında Erdoğan da dâhil herkes biliyor ki PKK silah bırakmaz. PKK Erdoğan’ı zaten silah zoruyla muhatap edinmiştir; PKK silah kullanarak devleti masaya oturtmuştur.

Silah, PKK’nin muhatap alınma, taraf olma, “yeni anayasa”da ortak olma dayanağıdır! O yüzden de PKK silahını
bırakmaz! Erdoğan’ın, “silah bırakın” demesi, “eylemleri durdurun ki kamuoyu tepkisi olmadan birlikte yeni anayasayı yapabilelim” demesi anlamına gelmektedir!

Dolayısıyla siz bakmayın “sivil anayasa” laflarına. Çünkü Anayasalar silahla yapılır!

MehmetAli Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Eylül 2011

, , , , ,

Yorum bırakın

ÖZERKLİĞE NASIL GELİNDİ?

13 şehit, Güneydoğu’da özerklik ilan edilmesi, ABD’nin ülkemize füze kalkanı yerleştirme girişimi, İran’la düşmanlık tohumları, Suriye ve Libya’ya karşı karargâh yapılmamız…

Peki, Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Asıl sorumlular kim?

Türkiye bu noktaya ABD’nin aşama aşama ilerlettiği süreçle geldi. ABD kimi zaman AKP’ye anlaşma imzalattırarak, kimi zaman PKK silahını kullanarak, kimi zaman da TSK’ya karşı operasyon yaparak Türkiye’yi teslim almaya çalıştı

Anımsayalım:

2003: Abdullah Gül, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell‘la “2 sayfa, 9 maddelik” gizli anlaşma imzaladı. Gül, bu anlaşmayı, daha sonra Vatan gazetesinden Sedat Sert’e açıkladı. Tabi bu anlaşma, TBMM’ye gelmediği için de anlaşmadan ziyade “hizmet sözleşmesi” anlamına geliyor.

2003: ABD, Tayyip Erdoğan‘la “9 üs” anlaşması yaptı. Bu anlaşma ile AKP, ABD’ye bölge inisiyatifi sağladı.

2003: BM İkiz sözleşmeleri, AKP ve CHP’nin oylarıyla TBMM’den geçti. “Demokratik Özerklik” ilan eden Demokratik Toplum Kongresi (DTK), işte bu ihanet sözleşmelerini dayanak gösterdi.

2003: ABD, Türk askerine “çuval” geçirdi! Pentagon, açıkça TSK’yi hedef aldı ve Kuzey Irak’taki varlığını savaş nedeni saydı.

2004: Tayyip Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) Eşbaşkan yapıldı! Erdoğan, BOP Eşbaşkanı olduğunu, tam 36 ayrı yerde itiraf etti.

2004: Tayyip Erdoğan, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır bir merkez olur” dedi! Erdoğan’ın Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında dile getirdiği bu hedefin ardından, Diyarbakır uluslararası camianın Ankara’dan sonra programlarına aldığı ikinci diplomatik merkez oldu.

2004: Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Eyalet Yasaları, Belediyeler Birliği, Kalkınma Ajansları Yasası, Nitelikli Sanayi Bölgesi gibi TBMM hazırlıklarıyla, özerkliğin altyapısı hazırlandı.

2005: Tayyip Erdoğan, “Diyarbakır Açılımı” başlattı. Ancak, bu açılımın başarılı olması AKP’nin önündeki milli set nedeniyle mümkün olmadı. Öncelikle o setin aşılması, yıkılması gerekiyordu…

2007: AKP’nin iktidara getirilmesi sürecinde başlatılan Ergenekon tertibi, uygulamaya sokuldu. TSK’ye, İşçi Partisi’ne, milli kesimlere uzun sürecek operasyona başlandı.

2008: Eyalet modeli tartışmaya açıldı.

2009: Abdullah Gül, “Kürt Açılımı”nı başlattı.

2009: Önce Gül, ardından Duvutoğlu, Kuzey Irak’ı “Kürdistan” olarak tanıdı.

2009: Öcalan‘la doğrudan görüşmelere ve müzakerelere geçildi.

2010: PKK/BDP önüne “Demokratik Özerklik” hedefi koydu.

2010: Tayyip Erdoğan, “Türkiye vatandaşlığı üst kimliği üzerinden ‘yeni Türkiye’ arayışında olduklarını” söyledi.

2010: AKP, Yargı’yı ele geçirdi! Tayyip Erdoğan referandum akşamı “federal meclis, federal konsey” dedi.

2011: Yeni-CHP, Yerel Yönetim Özerklik Şartı çekincelerini kaldırma sözü verdi.

2011: Tayyip Erdoğan – Abdullah Öcalan mutabakata vardı! Öcalan, “Barış Konseyi” ve “Anayasa Konseyi” üzerinde anlaştıklarını ilan etti.

2011: PKK özerklik ilan etti!

2011: ………….? Yeni anayasa.

Mehmet Ali Güller
16 Temmuz 2011
Aydınlık Gazetesi / Sürmanşet
Odatv.com

, , , , ,

Yorum bırakın

PARLAMENTARİZMİN ÇÖKÜŞÜ

Yüzde 10 barajının düşürülmesi taleplerine itirazın temeli hep aynıdır: İstikrarsızlık olur! Koalisyonlardan, yüzde 15-20 bandında oy alan partilerin zayıf iktidarlar oluşturduğundan yakınılır…

İşte son genel seçim: İktidar yüzde 50, ana muhalefet yüzde 26 oy aldı. Yani sistemin, rejimin iki motoru yüzde 76 ile “istikrar” oluşturdu!

Peki, öyle mi?

Seçimlerin üzerinden neredeyse bir ay geçti ama hâlâ parlamento tam olarak toplanamadı. Mazbatasını alıp milletvekili olan ama yemin edemeyen milletvekilleri var… Meclise giren ama yemin etmediği için yasama çalışmasına katılamayan bir ana muhalefet partisi var… “Mevcutlarla yasama yapılır” diyen bir iktidar var…

Mafyalaşan Rejim

Bu durum, Türkiye tarihinde ilk kez yaşanıyor. Doğrusu bu tablo, sağlıklı bir ülkede asla yaşanmaz! Bu durum, Türkiye’de parlamentarizmin çöktüğünün ispatıdır! İşte “mafyalaşan rejim” dediğimiz, tam da budur. Rejimin hukuksal temellerinin ortadan kalktığı, yeni bir rejime yeni bir “hukuk” yaratılmaya başladığı bir döneme girmiş bulunuyoruz.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in uzun zamandır dile getirdiği, “muhafaza edilecek bir Cumhuriyetimiz değil, yeniden kurulacak bir Cumhuriyetimiz vardır” tezinin, geniş kitleler nezdinde de ete kemiğe büründüğü somut bir durumla karşı karşıyayız artık!

Mafyalaşan rejim, TSK’ya, devrimci ve ulusal kuvvetlere yönelik operasyonunu, “parlamentarizmin çöktüğü” şu koşullarda daha da genişletiyor. Rejimin her alanına karşı taarruza geçiyor. Şimdi şike bahanesiyle spor dünyası ve ekonomisi düzenleniyor, ardından meslek odalarına sıra gelecek, sonrasında da demokratik kitle örgütlerine…

Rejimin muhafızlarının, mafyalaşan rejime karşı tam direnmediği, rejim içinde rejim oyunlarıyla çareler aradığı arkada kalan dönem, bu bakımdan öğreticidir. Üniversite yönetimlerinin düşürülmesi, YÖK’ün ele geçirilmesi, sendikaların etkisizleştirilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ele geçirilmesi, ders olmalıdır.

Bekçilik Değil Devrim Görevi

Mafyalaşan rejim, yeni siyaset biçimiyle, idareyi de mafyalaştırmakta ve aslında tek elde toplamaktadır; Bakanla müsteşar arasına siyasi bir komiser yerleştirmek, başka nasıl okunmalı?!

12 Eylül Anayasası’nın bile meşru bulmadığı bu mafyalaşan rejim, şimdi kendisine yapacağı yeni bir Anayasa ile “meşruiyet” kazandırmaya çalışacak. Mafyalaşan rejim, “İstanbul ve Diyarbakır başkentli, Türk-Kürt Federe Devleti’nin” anayasasını oluşturacak. Yani BOP’un…

Çünkü BOP, üç İsrail’dir; Büyük İsrail’dir, Büyük Kürdistan’dır ve Küçültülmüş Türkiye’dir.

Sürece “parlamentarizmin çöktüğü” koşullarda verilecek tek yanıt vardır: Devrim! Tıpkı, aynı durumla karşılan Mustafa Kemal’in, önüne koyduğu somut görev gibi…

Mehmet Ali Güller
9 Temmuz 2011
Aydınlık Gazetesi

, , ,

Yorum bırakın

SEÇİM ANALİZİ 2: OYLAR MAĞDURA DEĞİL GÜÇLÜYE GİDER!

İlk seçim analizimizde, Türkiye’yi içine sokacağı zorluklardan hareketle, seçimlerin iki önemli sonucu üzerinde durmuştuk: Dış politika açısından; Erdoğan’ın “Ankara kazandı, Şam kazandı” demesini ve iç politika açısından; AKP-CHP-BDP arasında “Yeni Anayasa” ittifakı oluşturulacağının işaretinin verilmesini incelemiştik.

İkinci seçim analizimizde ise Ergenekon sürecinin ve mağduriyet konusunun seçime nasıl yansıdığını inceleceğiz:

‘ASKER KONUŞURSA, AKP BÜYÜR’ YALANI

Türkiye’de AKP’nin başarısına ve seçimlere yönelik “seçmen mağdura oy verir” diye bir “teori” üretildi…

Bu “teori”nin çok sayıdaki sözcüsüne göre:

2002 seçimlerini AKP almıştı çünkü mağdurdu; Kemalist rejim AKP liderini seçim yasaklısı ilan etmişti, ayrıca türban nedeniyle mağdurlardı… AKP, 28 Şubat oldu diye seçimi kazanmıştı…

Yine bu “teori”nin çok sayıdaki sözcüsüne göre:

2007 seçimlerini AKP almıştı çünkü yine mağdurdu; Kemalist yargı üzerine gidiyordu, asker darbe yapmaya çalışıyordu, askerin darbe istemeyen kanadı bile AKP’yi azarlıyordu, üstelik türban nedeniyle hâlâ mağdurlardı… AKP, 27 Nisan muhtırası verildi diye seçimi kazanmıştı…

CHP işte 12 Haziran 2011 seçimlerine AKP’nin sözde bu mağduriyet kartlarını elinden alarak girdi; türbanı çözdü(!), askeri hizaya getirdi… Diğer yandan AKP yargıyı zaten adım adım kontrol altına alıyordu, orada da mağduriyet kalmıyordu… Peki ya sonuç?

Tüm mağduriyetleri elinden alınan AKP oylarını yüzde 50’ye çıkardı!

Çünkü “seçmen mağdura oy verir” teorisi tam bir yalandı. Seçmen güçlüye, güçlü gözükene, güçlü gözüktürülene oy verirdi. Ki bunu anlamaları için çocukluklarına dönüp, mahallede zayıftan yana değil güçlüden yana durdukları günleri hatırlamaları yeterliydi… Çünkü toplumsal eğitimimiz böyleydi! Hatta bir bölümü, Erdoğan korkusu nedeniyle neleri yazamadığını düşünerek de bu yanlışı görebilirdi… Aslında sadece Erdoğan’ı neden desteklediklerini “samimiyetle” yanıtlayarak da, gerçeğe ulaşabilirlerdi…

Her neyse, biz teorinin yanlışlığı üzerinde duralım…

AKP’Yİ 28 ŞUBAT DEĞİL, ABD İKTİDAR YAPTI

Gelin bu mağduriyet teorisini önce 2002 seçimlerinde çürütelim:

AKP, 28 Şubat oldu diye 2002’de iktidar olmadı, Erdoğan seçim yasaklısı yapıldı diye Başbakan olmadı! Tersine 1997’deki 28 Şubat, 1999’da Ecevit’i iktidar yaptı.

Ki bu teoriye göre 28 Şubat mağduriyeti bir partiyi iktidar yapacaksa, o parti AKP yerine Saadet Partisi olmalıydı; bir lideri Başbakan yapacaksa, o lider Erdoğan yerine Erbakan olmalıydı!

Erdoğan’ı AKP’ye lider yapan, onu daha 1996’da Erbakan’ın yerine hazırlayan ABD’dir. AKP’yi 2002’de Türkiye’de iktidar yapan, Irak’a girmeye hazırlanan ABD silahlı kuvvetleridir!  Erdoğan’ın, seçim yasağını kaldırtmak üzere, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’le görüştürülmesini Pentagon’dan, Wolfowitz’den mektupla istediği; yasaklı Erdoğan’ın, ABD girişimlerinden sonra Cumhurbaşkanlığı’nda ve Genelkurmay Karargâhı’nda başbakan gibi ağırlandığı; Baykal’ın desteğiyle yasa değiştirilip, Siirt seçimlerinin yenilenip, Erdoğan’ın milletvekili seçtirildiği gerçeğinin üzerinden atlanarak “teori” üretilemez!

2007 SEÇİMLERİNİ, AKP’Yİ İNDİR(E)MEYENLER KAYBETTİ

Gelin şimdi de AKP’nin yine mağduriyet nedeniyle 2007 seçimlerini kazandığı yalanını çürütelim:

Önce o günleri anımsayalım: 2007 baharında Türkiye ayakta, milyonlar Cumhuriyet mitinglerinde AKP’yi protesto ediyordu. Türkiye tarihinin bu en büyük halk hareketi, AKP’yi baş aşağı götürüyordu. Dahası, 27 Nisan açıklaması, Cumhuriyet mitinglerinin daha da kitleselleşmesine güç vermişti!

Ancak… Sezer-Baykal ikilisi, halk hareketinin gücünü –belki kendilerini de silip süpüreceği korkusundan- kullanmadı, TBMM’de 367 sandalye cambazlığıyla Cumhuriyet’i koruyacaklarını sandılar! Ardından Dolmabahçe mutabakatı, TSK’nın 27 Nisan’ın arkasında duramaması, Cumhuriyet mitingleri kürsüsüne “ne darbe ne şeriat” anlayışının hâkim kılınması, o mitinglere katılan milyonlara kürsüden “solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye oy versin” denilmesi, AKP’yi kurtardı!

Kısacası AKP, 22 Temmuz 2007 seçimlerine mağdur olarak değil, tersine Cumhuriyet kalesindeki geri çekilmeler nedeniyle güçlenerek, güçlü gözükerek girdi ve yüzde 47 oy aldı!

Öte yandan Eylül’de açıklanacak Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası sonucunun, gizli ellerin devreye girmesiyle –üstelik kapatamama kararıyla- Temmuz sonuna alınması, AKP’yi 30 Ağustos stratejisinde daha da güçlendirdi!

Mağduriyeti değil gücü kullanan AKP de, TSK’ya karşı Ergenekon operasyonunu başlattı! Cumhuriyet kalesi, “hukuk” dedikçe, AKP operasyonun çapını büyüttü; “aman asker konuşmasın, AKP’yi mağdur etmesin” denildikçe, AKP Türk Ordusu’na baskısını artırdı… “Militarizm karşıtlığı” ile “asker karşıtlığını” birbirine geçirerek uygulanan psikolojik savaş, Türkiye’yi esir aldı!

Adım adım operasyonların hangi boyuta geldiği artık ortada!

2010 HALK OYLAMASINI, ŞURA’DA TSK’YA BOYUN EĞDİREN AKP KAZANDI

Ya 12 Eylül 2010 halk oylaması sonucunu ne belirledi? AKP yine mağdur olduğu için mi yüzde 58 oy çıkardı?

Hayır, tersine AKP 30 Ağustos terfilerine müdahale edebildiği için, Yüksek Askeri Şura’da TSK’ya boyun eğdirebildiği için halk oylamasına güçlü girebildi ve kazandı! Buna bir de kuşkusuz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “genel af” söyleminin MHP saflarında yarattığı çekinceyi ve kaybettirdiği oyları eklememiz gerekiyor…

AKP GÜÇLÜ GÖZÜKTÜKÇE OYUNU ARTIRDI

Gelelim 12 Haziran 2011 seçimlerine…

AKP hangi mağduriyetle girdi bu kez seçimlere? AKP türban mağduru mu, asker mağduru mu?

CHP bu mağduriyetleri güya teker teker almadı mı? İlk seçim analizimizde altını çizmiştik: CHP AKP’nin güya türban ve dini mağduriyetini ortadan kaldırmak için türbanı üniversitelere soktu, “cemaatlere saygılıyız” dedi, “laiklik tehlikede değil” dedi, “tekke ve zaviyelerin kapatılması yanlıştı” dedi… CHP AKP’nin asker mağduriyetini gidermek için 27 Mayıs’ı eleştirdi, 27 Nisan’ı kötüledi, 25. maddayi kaldıracağını ilan etti, profesyonel askerliğe ve bedelli askerliğe evet dedi, askerliği 6 aya indireceklerini taahhüt etti, gençlere staj kabilinde askerlik yapma sözü verdi…

Hepsinden önemlisi CHP askere “sus, sakın konuşma” dedi: CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Genelkurmay’ın balyoz davasına ilişkin açıklamasını doğru bulmadıkları ilan etti. Bir ay sonra Harp Akademileri Komutanı Org. Balanlı tutuklandığında ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu çıkıp Genelkurmay’a “sakın ola ki herhangi bir tepki vermeyin, kendi kışlanızda oturun” dedi!

İşte AKP’nin hem türban hem de asker mağduriyeti giderilmişti…

Sonuç ne oldu peki?

AKP yüzde 50’ye çıktı!

Çünkü mağduriyeti giderelim derken, aslında AKP güçlendirilmişti.

Arkasına ABD’yi alan AKP, orduya boyun eğdirebilen, generali içeri atabilen, aydını mahkemelerde süründürebilen, yargıyı ele geçirebilen, emekçi hareketini şiddetle bastırabilen, kısacası “güçlü” bir profil sergilemiş oldu… Buna bir de İsrail’e sözde posta koyan bir hükümet görüntüsü eklendiğinde, AKP daha da güçlü bir görüntü sergilemiş oldu.

Kısacası, AKP mağdur olduğu için değil, güçlü gözüktüğü için oy aldı!

Keza BDP de, mağdur olduğu için değil, “güçlü” durduğu için seçimlerde başarı elde etti ve neredeyse milletvekili sayısını iki katına çıkardı. Silahlı siyasetin etkisi ortada… BDP’nin YSK’nın kararı karşısında Türkiye’yi içine soktukları savaş görüntüleri ile YSK’ya kararlarını geri aldırtmaları, seçimlere girerken en büyük kozları oldu! Aynı durum karşısında tam ters tavır takınan ÖDP’nin ise hali ortada…

Not: Üçüncü seçim analizimizde, partileri kurumsal yapıları ve dayandıkları sınıflar ile sosyo-ekonomik tabakalar üzerinden inceleyeceğiz…

Mehmet Ali Güller
14 Haziran 2011

, , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: