Posts Tagged Cemil Çiçek
DEĞERSİZ GERİ ADIM
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/09/2013
Anımsayacağınız gibi AKP hükümeti komşulara düşmanlık politikaları sonucunda bölgede ve hatta dünyada yalnızlaştığında, Başbakanlık danışmanlarından İbrahim Kalın, pozisyonlarını “değerli yalnızlık” diye isimlendirmişti.
İngiliz imparatorluğunun Türkiye’nin durumuna benzemeyen hamlesinden kopyalanan kavram oldukça ses getirmiş, fakat daha ziyade AKP’nin “değerlinin” içine zorla eklemeye çalıştığı ahlak ve erdem gibi kelimelerin yamalı durması nedeniyle dikkat çekmişti.
Neden mi anımsattık şimdi bunları? Geliyoruz…
ÇİÇEK: DIŞ POLİTİKAMIZ BARIŞA DAYALIDIR
Bildiğiniz gibi Aydınlık’ın usta kalemlerinden Rafet Ballı Ortadoğu’da yaptığı çeşitli temaslara dayanarak, AKP’nin geri adım atmaya başlayacağını yazmıştı. Ballı’nın Tahran ve Bağdat temaslarından edindiği bilgilere göre, o adımlar küçük küçük gelmeye de başlamıştı.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in Tahran temaslarına ve yaptığı açıklamalara bakılırsa, adımlar büyütülmüş görünüyor. Çiçek, İran Meclis Başkanı Ali Laricani ile yaptığı ortak basın toplantısında “Dış politikamız, bölge ülkelerinde yaşanan tüm sorunların barışçı yollarla ve diyalogla çözümüne dayalıdır” dedi!
Dahası Çiçek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yapamadığını yapıp, muhaliflerin dine dayanarak yaptığı insanlık dışı saldırıları “amasız” kınadı!
Kuşkusuz 40 yıldır her sürecin öne çıkan adamı olma özelliğine bakarak, Cemil Çiçek’in sözlerini AKP’nin yukarıda bahsettiğimiz türden bir “geri adımı” değil de, Erdoğan-Gül çatışmasında Gül’den yana konumlanması olarak değerlendirebilirsiniz. Zaman içinde daha net anlaşılacaktır…
EL KAİDE’Yİ KİM BÜYÜTTÜ?
Şimdilik Cemil Çiçek’in sözlerini ve İran temaslarını AKP’nin dış politikadaki geri adımı olarak kabul edelim ve buradan bu geri adımı değersizleştiren Ahmet Davutoğlu’na geçelim…
Davutoğlu, TRT Haber’deki sözlerine bakılırsa teknik direktör tarafından cezalandırılan oyuncu gibi mızmızlanıyor, huysuzluk yapıyor… AKP’nin “geri adımlarını” çıkışlarıyla değersizleştiriyor.
İşte o sözlerin en çarpıcı olanı: “Esad iki sene önce çekilmiş olsaydı Suriye’de El Kaide diye bir yapı olmazdı. Geçen sene çekilseydi çok küçük bir grup olacaktı. Bu sene daha büyük bir grup. Gelecek sene çok daha büyük bir grup olma riski var. Ne kadar gecikirse o kadar risk artıyor. Esad’ın orada kalması Suriye’nin istikrarı için ön şart değil, aksine en büyük handikap haline dönüştü.”
ÖLÜMLERİN ASIL SORUMLUSU KİM?
Bakın bu sözler sadece Türk dış politikasının çapının ne hallere getirildiğinin teyidi değil aynı zamanda AKP kadrolarının istediği olmadığında ne denli devlet ciddiyetinden uzaklaşabileceğini de gösteriyor.
Daha vahimi de Türk devletinin en köklü kurumunun içine düştüğü durumdur:
Demek “Esad geri çekilmedi diye El Kaide’nin Suriye’de varlık gösterdiğini” iddia eden bir Bakan’a, Dışişleri Bakanlığı’nda “Sakın böyle söylemeyin zira El Kaide bizim sınırlarımızdan Suriye’ye girdi ve büyüdü” diyen bir büyükelçi kalmamış!
Demek Davutoğlu’nu aklı başında sözlerle donatacak bir danışman kalmadı ve dönemlerinde Türk El Kaidesi’nin adım adım çeşitli yollarla serbest kalarak Suriye’ye Esad’ı devirmeye gittiğini anımsatmadı.
Kuşkusuz bu uyarıları yapacak kimse kalmadıysa, haliyle “düşmanca dış politikanız olmasa, Suriye’de 110 bin insan ölmezdi” ya da “Esad’ı devirmesi için muhalifleri organize etmeseniz ve sınırları teröre açmasanız, Suriye’de terör bu kadar büyümez ve 110 bin insan ölmezdi” diyecek cesarette bir büyükelçi hiç kalmamıştır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Eylül 2013
DÖRT PARTİ SİSTEMDE BİRLEŞTİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/07/2013
TBMM’de grubu olan dört parti, anımsayacağınız gibi Mısır’da Muhammed Mursi’nin devrilmesini “darbe” diye nitelemekte birleşmişti. Ancak AKP, CHP, MHP ve BDP’nin ilk ittifakı bu değildi. Dört parti, Haziran Ayaklanması’na karşı tavırda da birleşmişti!
1. HAZİRAN AYAKLANMASI’NA KARŞI İTTİFAK
AKP Genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, zaten hükümetin başı olarak “Tayyip istifa” ve “hükümet istifa” sloganlarıyla Haziran Ayaklanması’nın baş hedefi olmuştu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçaroğlu da örgütüne rağmen Haziran Ayaklanması’na karşıydı: “Eylemlerde en önde olamayız. Bu bir halk hareketi. Kitle partisiyiz. Direkt ve aktif katılımın en önde olmanın bir faydası olmaz. Onların temel ihtiyaçları olan gıda ihtiyaçlarını gidermek bunun yanında güvenlik güçleri ile yaşadıkları sorunlarda arabulucu bir konumda arabuluculuk yaparak olayları sakinleştirmek olmalı.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisine Taksim Gezi eylemlerine katılmayı yasakladı, ısrar eden milletvekillerinin istifasını istedi!
BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, “BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağız” diyerek partisinin halk hareketine katılmayacağını ilan etti. Öyle ki, Başbakanvekili olarak Bülent Arınç “BDP’nin olayın ilk anından itibaren takındığı tavrı takdir ediyor ve kendilerine teşekkür ediyoruz” diyerek kendilerini kutladı.
2. MISIR DEVRİMİNE KARŞI İTTİFAK
Mısır halkı 30 Haziran’da alanlara çıktı. Üç gün boyunca 30 milyon Mısırlı ülke genelinde Müslüman Kardeşler iktidarını ve Mursi’yi protesto etti. Bu büyüklükteki bir halk hareketi, doğal olarak 3 Temmuz’da Mısır Ordusu’nu da yanına çekti. Ardından Mursi devrildi.
Mısır halkı, 30 Haziran devrimini, 25 Ocak’ta Mübarek’in yıkılmasının devamı ve ikinci dalgası olarak selamladı.
Mursi’nin yıkılmasından en çok Erdoğan korktu ve karşı çıktı. Zira Türkiye’de de kendi iktidarını sallayan büyük bir halk hareketi vardı.
Ancak korkan yalnızca Recep Tayyip Erdoğan değildi! Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ve Selahattin Demirtaş da korkanlar arasındaydı. Ve dört parti, TBMM tarihinde ilk defa birleşti; 4 Temmuz’da ortak bildiriyle Mısır’daki “darbeyi” kınadı!
Böylece Mısır halkının devrim dediği gelişmeye, başka bir ülkeden dört parti uzlaşmayla darbe demiş oldu!
3. YENİ ANAYASA’DA İTTİFAK
Hem Türkiye’deki hem de Mısır’daki halk hareketlerinin dört partiyi de korkutması, sistemle ilgiliydi. Dört parti de halk hareketinin hedefinde sistemin olduğunu ve sistemle birlikte kendilerinin de yıkılacağını görüyordu.
O nedenle ilk iki ittifakın ardından “sistemi kurtarmak” ve “krizden çıkmak” için yeni bir ittifaka soyundular: Yeni Anayasa ittifakı!
TBMM Başkanı Cemil Çiçek her dört partinin genel başkanını da ziyaret etti ve dördünden de “yola devam” mesajı aldı.
Örneğin Başbakan Erdoğan, “Madem 48 maddede mutabıkız, gelin diğerlerini beklemeden hemen bir haftada bu 48 maddeyi Meclis’ten süratle geçirelim” dedi. Amaç belliydi: Sallantıya karşı dayanak oluşturmak!
Kılıçdaroğlu Erdoğan’a anında yardım eli uzattı: “Başkanlık sistemini geri çek, 48’e 40 daha ekler, Meclis’ten çıkarırız.”
Zaten Bahçeli de Cemil Çiçek’le görüşmesinden sonra Erdoğan’a açık çek vermişti: “Şuan için 48 maddede TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin mutabakatı oluşmuştur. Bu mutabakatla diğer maddeler üzerinde görüşmeler devam ettiği takdirde genişleyebilir. MHP bu hayırlı çalışmanın devamını dilemektedir.”
Selahattin Demirtaş’la birlikte Çiçek’le görüşen BDP’nin Eş Genel Başkanı Gülten Kışanak ise Erdoğan’ı en memnun eden açıklamayı yapmıştı: “Gelinen düzey, hepimizin beklentilerine cevap veren bir düzey değil. Uzlaşma sağlanan madde sayısının az olması, bu kadar uzun süreli bir çalışmanın içerisinde toplamda 48 maddede uzlaşılması büyük bir problem ve eksiklik. Biz parti olarak bunun giderilmesini arzuluyoruz.”
Manzara ortada… Halktan korkan dört parti sıkı sıkı birbirine sarıldı; sistemi “Anayasa’da uzlaşarak” kurtarmayı deneyecekler. Ancak uyaralım: Atatürk’ten görev alan Genç Türkler, tam da “yeni Anayasa’da” cisimleşen bağımsızlık karşıtı politikalara isyan ettikleri için alanlara çıkmıştı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Temmuz 2013
AKP’LİLER ANAYASA’DAN NE ANLIYOR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/05/2012
AKP’nin “yeni anayasa” çalışmalarıyla ilgili çok şey yazdık, çizdik. Ancak hiçbir saptamamız hükümet üyelerinin bu “yeni anayasa”dan ne anladıklarını ortaya koyan demeçlerinin toplamından daha aydınlatıcı değil!
Bugün bazı AKP’li bakanların yeni anayasayla ilgili neler söylediklerine göz atcağız:
VAHDETTİN’DEN BARRACK OBAMA’YA
Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, TGRT Haber’de yani anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili bakın ne diyor: “Yeni bir anayasa yapılacağına göre devletin yönetim şeklinin de tartışılması lazım.” (İHA, 8 Mayıs 2012)
Nedir devletin yönetim şekli? Cumhuriyet.
Yani AKP artık açıkça Cumhuriyetin de tartışmaya açılmasını, yani değiştirilmesini istiyor!
Devletin yönetim şeklinin ne olacağını ise Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ilan ediyor: “Anayasa yazımı sürecinde başkanlık sistemini müzakere etmek lazım.” (Hürriyet, 8 Mayıs 2012)
Bozdağ’ın işaretiyle harekete geçen kalemşorlar, anında “Fransa modeli mi, yoksa Amerikan modeli mi” tartışması başlattılar.
Cumhuriyet’i tartışmaya açan Hayati Yazıcı ile yerine başkanlık sistemi öneren Bekir Bozdağ’a “entelektüel destek” ise BBP’den geldi.
BBP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Gürhan, ABD’nin başkanlık sistemini, Osmanlı’dan aldığını söyleyerek sadece siyasete değil, tarihe de olağanüstü bir katkı sundu!
ALLAH ÇARPAR!
AKP’nin anayasa uzmanı, anayasa profesörü, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ise tam bir hukukçuya yakışır şekilde değerlendiriyor konuyu HaberTürk’te: “Yeni Anayasa’yı engelleyeni Allah çarpar.” (HaberTürk, 10 Ekim 2011)
“Allah çarpar”la ilk eğitimini alan bir toplum, zaten demokrasiyi her anlamda aşmıştır! Nitekim Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz da bu aşma haline gönderme yaparak yeni anayasayı savunuyor: “Artık normal bir demokrasi yetmez diyoruz. İleri demokrasi istiyoruz. Bunu yeni bir sivil anayasa ile taçlandıracağız.” (Cihan, 17 Mart 2012)
Bu cümle AKP’nin ileri demokrasisinden nasiplenenler için kuşkusuz pek çok anlama geliyordu…
İleri demokrasinin uygulanmasından bizzat sorumlu olan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “gaz bombaları zararsızdır” demesi, Erzurumlu vatandaşa takla attırması, Vanlı depremzedelere “sarayda oturuyorsunuz” demesi, bu aşma halinin tipik örnekleriydi.
YENİ OSMANLI ANAYASASI
Yeni anayasa konusunda en “çaresiz” açıklamanın sahibi ise sanırız Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ydu. “Stratejik derinlikte” Türkiye’yi tüm komşularıyla düşman eden Davutoğlu, “Türkiye’nin başarısı, yeni anayasasız sürdürülebilir değil” dedi. (AA, 12 Mayıs 2012)
Ortada bir dış politika başarısı olmadığına göre, Yeni Osmanlıcı Ahmet Davutoğlu’nun bu cümleyi şu anlamda söylemiş olacağını varsayıyoruz: “Yeni anayasa olsaydı, başarırdım!”
Şaka bir yana, AKP’lilerin kamuoyunu yeni bir anayasaya ikna etmek için neleri bahane ettiğini görmek, ülke siyaseti adına endişe verici…
VATAN HAİNİ OLMA ENDİŞESİ
Ancak hiçbiri yeni anayasa koordinatörü Cemil Çiçek kadar meselenin esasını göremedi. ANAP’lı yıllarından itibaren biriktirdiği siyaset tecrübesiyle konuşan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, yeni anayasa nedeniyle “vatan haini ilan edilme endişesi taşıdığını” belirtti! (AA, DHA, 22 Ocak 2012)
Nitekim Cumhuriyeti yıkmaya teşebbüs, mevcut Anayasa’ya göre suçtur!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Mayıs 2012
28 ŞUBAT’IN ZAAFLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 08/03/2012
Fethullah Gülen’in 28 Şubat’ın neresinde olduğunu incelediğimiz yazıyı olumlu bulanların yanında, itiraz edenler de oldu.
Gülen’in 28 Şubat 1997 kararlarından 45 gün sonra, 16 Mart 1997’de Kanal D ekranlarından Erbakan hükümetine şöyle seslendiğini anımsatmıştık: “Erbakan bu işi beceremedi, eline, yüzün bulaştırdı; emaneti hemen vermelidir, millet adına yapmalıdır bunu…”
28 Şubat sürecinde Refah-Yol iktidarının görevi bırakmasını isteyen, türbanın “teferruat” olduğunu söyleyen Gülen’in aslında Çevik Bir’ci olduğunu; Bir’in de 28 Şubat’ta “Truva atı” olduğunu belirtmiştik. ABD’nin Genelkurmay Başkanı yapamadığı Çevik Bir’i, daha sonra Cumhurbaşkanı adayı ilan etmesine dikkat çekmiştik.
ÇİÇEK’İN REFAHYOL KARŞITI OYU
Bazı okurlarımız, 28 Şubat’ın neredeyse tek mağdurunun Fethullah Gülen olduğunda ısrarcılar. Diğer mağdurlardan Abdullah Gül’ün bugün Cumhurbaşkanı, Cemil Çiçek’in TBMM başkanı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın da Başbakan olduğunu belirten okurlarımız, Gülen’in bugün bile Genelkurmay’ın baskısı nedeniyle ülkesinden uzakta yaşamak zorunda kaldığını söylüyorlar.
Gülen mağdur mu gerçekten? İnceleyeceğiz…
Ama önce bugün devletin protokolünde ikinci sırada yer alan Cemil Çiçek’in, 28 Şubat’ta Refah-Yol hükümetine karşı nasıl konumlandığını anımsatalım.
Fethullah Gülen’in “Refah-Yol hükümeti görevi bırakmalıdır” çağrısı yapmasından 1,5 ay sonra TBMM’de hükümetin düşürülmesi için gensoru önergesi verildi. 271’e karşı 265 oyla, yani 6 farkla Refah-Yol hükümeti düşmekten kurtuldu.
Peki, o gün TBMM’de Refah-Yol’un düşmesi için “evet” oyu kullananlar arasında kimler vardı? Bugün devletin iki numarası olan Cemil Çiçek!
CEVİK BİR – CEMAAT BULUŞMASI
Gelelim Fethullah Gülen’in 28 Şubat’taki mağduriyet meselesine…
Odatv çok iyi bir iş yaptı ve Zaman yazarlarından Faruk Mercan’ın “Fethullah Gülen” kitabını inceledi. Böylece bugün kendilerini demokrasi havarisi ilan edenlerin ve 15. yılında 28 Şubat’a toplu taarruza geçenlerin tarihteki rollerini de kayda geçirmiş oluyoruz.
Fethullah Gülen’in 28 Şubat’çı olmayıp, Çevik Bir’ci olduğu şeklindeki saptamamızı güçlendiren bir olguyla karşılaşıyoruz kitapta… Bugün kendilerinde, o tarihlerde Genelkurmay binasının önünden geçenleri bile suçlama hakkı görenlerin, Genelkurmay Karargâhı’nda Çevik Bir’le baş başa görüştüğünü öğreniyoruz.
Evet, 23 Aralık 1997 günü Zaman gazetesinin sahibi Alaattin Kaya, Genelkurmay Karargâhı’na gidiyor ve Çevik Bir’le baş başa görüşüyor. Ne görüşüyor? Bilmiyoruz…
Ama bildiğimiz bir başka gerçeği de Faruk Mercan kitabında şu sözlerle saptıyor: “28 Şubat sürecinde imam hatip liselerinin orta kısımları kapatılırken, Gülen’in öncülük ettiği 150 civarındaki kolejden bir tanesi bile kapanmadı.”
GÜLEN DAVASINDA ‘HUKUK ÇİZGİSİ’
Faruk Mercan’ın kitabından devam edelim. Nuh Mete Yüksel’in Gülen’e açtığı dava bildiğiniz gibi onun mağduriyetini savunanların sarıldığı bir silah.
Bakın Mercan, kitabında bu konuda ne söylüyor: “Yüksel davanın sonlarına doğru son çare olarak, Gülen aleyhine bazı belgeler almak umuduyla Genelkurmay Başkanlığı’na başvurdu. Ancak Genelkurmay, Gülen davasına doğrudan taraf olmadı. Nitekim Genelkurmay’ın bu tutumu, Gülen için verilen beraat kararının ana gerekçelerinden biri oldu. Genelkurmay, Gülen karşıtı devrimci grupların bütün baskılarına rağmen, Gülen davası boyunca ‘hukuk çizgisi’ içinde kalmaya özen gösterdi.”
İşin ilginci, Genelkurmay’ın davaya gönderdiği ve Fethullah Gülen’in avukatlarının lehlerine kullandığı belgenin altında, bugün Ergenekon sanığı olan Erdal Şenel’in imzası var!
Meğer bugün F tipi operasyona uğrayan TSK’nin “ille de hukuk” yaklaşımı, o tarihlerde de “hukuk çizgisi” adı altında sergileniyormuş!
ÇIKARILACAK DERSLER
Faruk Mercan’ın kitabı aslında 28 Şubat’ın neden tam bir başarı sağlayamadığına da işaret ediyor. Cumhuriyetçi bir hareketin NATOcu unsurlarla başarı kazanamayacağını, bu unsurların Cumhuriyet karşıtlarıyla birleşeceğini ve hareketi zaafa uğratacağını gösteriyor.
1999’daki ve 2001’deki kırılmalar yani “AB aday üyeliği” ve Batı’ya bağımlı ekonominin krize açıklığı, Atlantikçilerin 28 Şubat’ı bastırmasının dayanağı olmuştur.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Mart 2012
İLERİ HALLER ÜLKESİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/02/2012
İleri demokrasinin ileri faşizm olduğu gerçeğinin gün geçtikçe somutlaştığı ülkemizde, ileri hallerimize göz atacağız bugün.
İLERİ BASIN
Başbakan Erdoğan’ın “dindar gençlik yetiştireceğiz” demesinden hemen sonra Necip Fazıl Kısakürek’in gençliğe hitabesini okuması çok tartışıldı. O hitabede “dindar” gençlikten daha ziyade “kindar” gençliğe atıf yapılmış olmasının üzerinde duruldu.
Ancak durumdan vazife çıkaran kimileri, “kin” kelimesinin doğuracağı sıkıntıdan Erdoğan’ı kurtarmak adına, Erdoğan’a sansür uygulamıştı.
Başta devletin Anadolu Ajansı olmak üzere Milliyet ve Radikal gazeteleri, Erdoğan’ın şu sözlerindeki “kininin” sözcüğünü yayımlamamışlardı: “Altını çiziyorum; modern, dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum.”
İLERİ MİLLETVEKİLİ
Meclis’e cemaat kontenjanından giren Hakan Şükür’ün futbol yorumculuğunu sürdürme isteği TBMM’de sıkıntıya dönüştü iyice. Yüklü meblağlar karşılığında yorumculuk yapan Şükür’ün, üstüne bir de asıl görevi olan TBMM oturumlarına katılmaması, bardağı taşırdı.
AKP’li Meclis Başkanı Cemil Çiçek bile “Hakan Şükür’ün yaptığı ahlaki değil, yasal boşluğu kullanıyor” demek zorunda kaldı. Şükür’ün Çiçek’e yanıtı ise ibretlik: “Beyefendiye sordum, gerisi lafıgüzaf.”
Şükür’ün beyefendi dediği Tayyip Erdoğan. Yani Şükür, Erdoğan’ın fetvasının yeterli olduğunu, yasayı masayı takmayacağını söylemiş oluyor.
Bir milletvekili olarak kendisine sorulan devlet meselesini “ben bilmem, büyüklerim bilir” şeklinde yorumlayan Şükür’ün her hali, çok ileri!
İLERİ ÜNİVERSİTE
Rize Üniversitesi’nin isminin Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi olarak değiştirilmesi girişimini henüz sindirilmemişken, bu üniversitenin logosunun da Başbakan’ın imzası olması teklif edildi.
Her hangi birinin imzasının bile bir üniversiteye logo yapılmasının nasıl bir ucubelik olduğu ortadayken, bizzat Başbakan’ın imzasının logo yapılmaya çalışılması, sanırım post-halife dönemi işaretidir.
İLERİ ULAŞIM
Kendisi erkeklerle birlikte yemek yerken, karısını yan tarafta tek başına bir masada oturtatan Bakan görüntüsü taçlandı. Cumhurbaşkanı ile Başbakan yan yana oturup poz verirken, kadınlarını yanıbaşlarında ama ayakta beklettiler.
Bu iklimde, pembe metrobüs önerisi yapılmaması zaten kaçınılmazdı. Erkeklerin yeşil metrobüse, kadınların da pembe metrobüse bineceği bir ulaşım modeli ile mutlaka Ortadoğu’ya “model ülke” olacağızdır nasılsa!
İLERİ EĞİTİM
Sosyal hayatta yerleri ayrıştırılmaya başlayan erkek ve kadınların, eğitim döneminde de ayrılması zaten şarttı.
Nitekim AKP hükümeti, yeni bir yasa tasarısıyla, eğitimi 4+4+4 kuralına göre uygulamaya hazırlanıyor.
Böylece kız çocuklarının birinci dörtten hemen sonra yani 10 yaşında, okul dışında, açık eğitim adı altında evlere kapatılmasının yolu açılmış olacak. Ayrıca birinci dörtten hemen sonra, çocukların İmam Hatip’lere gönderilmesi de sağlanacak!
İLERİ DİNDARLIK
ABD askerlerinin Afganistan’da Kuran-ı Kerim yakması, tüm dünyada Müslümanları ayağa kaldırdı. Her konuda ileri sıçrayan bizimkiler ise nedense sessiz!
Irak’ta cami işgal eden ABD askerlerinin sağlığına duacı olan, Filistin’de katliam yapan İsrail’in verdiği “cesaret madalyasını” boynundan çıkarmayan, Müslüman Libya üzerine haçlı seferine çıkan zihniyetin geldiği yer, işte tam da burası…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Şubat 2012
BU BİR HUKUK YAZISI DEĞİLDİR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları on 29/12/2011
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, TV8’de yayımlanan “Erkan Tan ile Başkentten” programında ilginç bir şey söyledi: “Anayasa ilgili görüşleri ‘hukuka aykırıdır’ diye savcılığa vermiyoruz.”
Durun, hemen “hukuka aykırı görüşlerle anayasa mı yapılıyor” diye tepki göstermeyin.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, bildiğiniz gibi Meclis’teki dört partiden 12 kişiyi bir komisyonda toplayarak, “Yeni Anayasa” çalışması yapıyor.
Daha doğrusu, bulunduğu makamın meşruiyetini mevcut anayasadan alan Cemil Çiçek, o meşruiyetle başka bir anayasa yapıyor.
Komisyonun ismi de “Anayasa Uzlaştırma Komisyonu.” Peki, bu komisyon hangi hukuki dayanağa göre kurulmuştur?
Yanıt aramayın, Anayasa Uzlaştırma Komisyonu hukuken sakattır.
AKP, HUKUKEN CUMHURİYET KARŞITIDIR
Nitekim ille de “Yeni Anayasa” diyen AKP’nin kendisi de hukuken sakattır.
Çünkü Anayasa Mahkemesi, AKP’nin Cumhuriyet’in ilkesi olan laikliğe karşı odak olduğuna hükmetti. Mahkemenin 11 üyesinden 6’sı, yani çoğunluğu AKP’nin kapatılmasına karar verdi. Ancak değişen yasa nedeniyle 7 oy gerekiyordu. AKP, sadece para cezasına çarptırıldı.
Yani Anayasa Mahkemesi’nin Cumhuriyet karşıtı olduğuna hükmettiği bir parti, Anayasa’yı değiştirmeye çalışmaktadır.
Peki, siz hâlâ hukuk mu diyorsunuz?
ÜÇ İKİDEN ÖNCE GELİYOR
Bir soru daha: Devletin iki numarası olan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, kimden talimat alarak Anayasa Uzlaştırma Komisyonu oluşturmaya soyundu? Devletin üç numarasından, yani Başbakan’dan…
Demek ki, hukukta matematiğin tersine üç, ikiden önce gelir.
Peki devletin üç numarası, yani Başbakan Erdoğan’ın hukuktaki yeri nedir?
Siyasi yasaklıydı, parti kurdu, daha doğrusu kurduruldu… Seçimde isminin oy pusulasına yazılması yasaktı, yazıldı. Başbakan olamazdı, ama seçimden sonra başbakan gibi karşılandı Çankaya’da, Genelkurmay’da…
Milletvekili olamamıştı, üç ay sonra CHP desteğiyle yasa değiştirildi, Siirt seçimleri iptal ettirildi, bir AKP milletvekilinin vekilliği düşürüldü, Erdoğan seçime sokuldu, kazandı, önce milletvekili yapıldı, sonra Başbakan…
Vekilliği düşürülen AKP’li de ilk seçimde Siirt’e Belediye Başkanı yapıldı!
BÖLÜNME ANAYASASI
Devletin en ideolojik hukuk metnini oluşturacak komisyonun hikâyesi kısaca böyleydi…
Gelelim komisyona…
Komisyonun üç CHP’li üyesinden Anayasa Profesörü Süheyl Batum, anımsanacağı gibi ilk komisyon toplantısından önce, Anayasa’dan Türk kelimesinin çıkarılacağı mesajını vermişti.
Komisyon’un bir diğer CHP’li üyesi Rıza Türmen ise “masaya kırmızıçizgileri olmadan, önkoşulsuz” oturacaklarını ilan etmişti.
Komisyonun son CHP’li üyesi Atilla Kart ise Batum’un sözlerine “Bu aşamada bu tür açıklamalar sürece zarar verebilir” diyerek tepki göstermişti.
Tepki zamanlamayaymış.
Atilla Kart 23 Aralık akşamı, Ulusal Kanal’daki Ufuk Ötesi programında konuğumdu… Tam dört kez sordum, “Türklük kavramı kalacak mı, çıkacak mı?” diye… Yanıt vermemekte ısrar etti!
HANGİ HUKUK?
“Bulunduğu makamın meşruiyetini mevcut Anayasa’dan alan Cemil Çiçek, o meşruiyetle başka bir anayasa yapıyor” demiştik.
Aslında, AKP, tam 9 yıldır, meşruiyetini Cumhuriyet’ten alarak, yeni bir Cumhuriyet kuruyor!
Ve siz hâlâ “ille de hukuk” mu diyorsunuz?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Aralık 2011
BAŞBAKAN’IN SEKİZ MUHATABI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları on 27/09/2011
Siirt’te altı askerin şehit olduğu PKK saldırısını değerlendiren Başbakan Erdoğan, “terör örgütü kendi görevini yapıyor, biz de kendi görevimizi yapacağız” dedi. Başbakan Erdoğan’ın açıklamasından PKK’nin görevini anladık: Türk askeri öldürmek.
Peki Başbakan’ın görevi ne?
Erdoğan, New York’tan dönerken yolda görevini açıkladı: “Biz terörle mücadele ederiz, siyasi iradeyle de müzakere ederiz.” Erdoğan’ın, siyasi iradenin kim olduğunu soran gazetecilere yanıtından, altı muhatabı olduğunu öğrendik: “Siyasi ayak iki parça. Dağ kadrosu iki parça. Avrupa ve İmralı da var.”
Ancak Erdoğan’ın iki muhatabı daha olduğunu da öğreniyoruz: “Talabani’ye de söyledim. Ancak PKK silah bırakırsa, operasyonlar biter. Talabani ve Barzani, Türkiye’den gidenlere bunu anlatıyorlar. İkisi de terörden yaka silkiyor.”
Erdoğan’ın, daha düne kadar “Türkiye’ye Kürt kedisi bile teslim etmem” diyen Barzani ve Talabani ikilisinin, “terörden yaka silktiğini” iddia etmesinin üzerinde durmayacağız.
Biz Erdoğan’ın görevine ışık tutacağız.
ERDOĞAN’IN MÜZAKERE GÖREVİ
Hakan Fidan’ın, bizzat “Başbakan’ın özel temsilcisi” olarak masada oturduğunu söylediği 5. Oslo görüşmesinde de ortaya çıktığı gibi, Başbakan Erdoğan’ın görevi PKK ile “gizli” müzakere yürütmek. Ancak Başbakan artık bu müzakereleri “açık” yürüteceğini ilan etmiş oluyor.
Erdoğan, BDP, DTK, KCK, Kandil, Brüksel-PKK ve İmralı’nın muhatabı olduğunu belirtiyor ve muhataplarıyla müzakere edeceğini söylüyor. Peki, neyi müzakere edecek?
Erdoğan onu da belirtiyor, “PKK silah bırakırsa, biz de operasyonları bitiririz” diyerek “silah bırakın, anlaşalım” mesajı veriyor. Erdoğan, yalnızca TSK’nin terörle mücadelesini değil, KCK operasyonlarını da bitireceği sözünü veriyor!
“YENİ ANAYASA” ANLAŞMASI
Peki, hangi konuda anlaşma olacak?
Cemil Çiçek’in TBMM Başkanı olduğunu unutarak başlattığı “yeni anayasa” konusunda anlaşma olacak. Başbakan’ın talimat verdiğini, “yeni anayasa” için partilerden bu hafta randevu alınacağını öğrenmiş bulunuyoruz.
Ancak siyasi partilerle yapılacak görüşme aslında sembolik. Çünkü “bölünme anayasası” için asıl PKK’nin onayı gerekiyor! Ki Başbakan Özel Temsilcisi Hakan Fidan’ın PKK ile müzakeresinde de “yeni anayasada” ortaklık işaretleri mevcuttu.
Kaldı ki, Cemil Çiçek’in toplantısına katılan AKP profesörleri, “Kürt kimliği ve dinsel kimlik sorunu çözülmeyecekse, yeni bir anayasa yapmaya gerek yok” diyerek, nasıl bir anayasa hedeflendiğini de gösteriyorlar.
ANAYASA SİLAHLA YAPILIR
Peki, “Silah bırakın, anlaşalım” mesajı ne kadar gerçekçi? PKK silah bırakır mı?
PKK yıllar önce çizdiği stratejisinde de belirttiği gibi silahı zaten siyaset yapabilmek için kullanıyor. Siz kalkıp da PKK’ye “silahı bırak, gel siyaset yap” derseniz, zaten PKK’nin stratejisini gerçekleştirmiş olursunuz.
Aslında Erdoğan da dâhil herkes biliyor ki PKK silah bırakmaz. PKK Erdoğan’ı zaten silah zoruyla muhatap edinmiştir; PKK silah kullanarak devleti masaya oturtmuştur.
Silah, PKK’nin muhatap alınma, taraf olma, “yeni anayasa”da ortak olma dayanağıdır! O yüzden de PKK silahını
bırakmaz! Erdoğan’ın, “silah bırakın” demesi, “eylemleri durdurun ki kamuoyu tepkisi olmadan birlikte yeni anayasayı yapabilelim” demesi anlamına gelmektedir!
Dolayısıyla siz bakmayın “sivil anayasa” laflarına. Çünkü Anayasalar silahla yapılır!
MehmetAli Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Eylül 2011