Posts Tagged Yeni Şafak
AKP’de iki çizgi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 27/06/2024
Aytunç Erkin son yazısında önemli bir siyasi yorum aktardı: “AKP içinde iki çizgi var. İlkini Mehmet Şimşek temsil ediyor. Batıcı, neoliberal politikaların uygulanması. Diğeriyse Hakan Fidan; daha dengeci, Avrasya’yı yok saymayan ve Çin-Rusya eksenini anlamaya çalışan bir çizgi.” (Sözcü, 26.6.2024)
Evet, AKP’de iki çizgi var ve bu iki çizgi son dönemde sık sık karşıya geliyor, hatta bu karşı karşıya gelişler gittikçe sertleşiyor.
Chatham House’dan verilen mesaj
Anımsayacaksınız: AKP medyası, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyaretini ve orada verdiği çok önemli mesajları görmezden gelmişti. Hatta AKP’nin ideolojik amiral gemisi Yeni Şafak, görmezlikten geldiği gibi, Hakan Fidan’ın mesajlarının tersine Çin’i manşetten hedef alan yayınlar yapmıştı.
Bu köşede “Fidan’a Şafak operasyonu” başlığıyla konuyu ele almıştım. Fidan Çin’de “tek Çin, çok kutupluluk, yeni düzen, küresel faciaya karşı güçlü Çin, BRICS” mesajları veriyor ama Yeni Şafak manşetten “Çin’in sessiz istilası” başlığını atıyordu (Cumhuriyet, 8.6.2024). AKP’nin ideolojik amiral gemisi, Fidan’ın anlattığı Çin’i değil, ABD’nin Çin hakkında yaptığı değerlendirmeleri haber yapıyordu. Tam 6 gün sürdürdüler o yayını.
Bitmedi. CGTN Türk’te yorumladım: Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’daki Chatham House toplantısından yanıt verdi Fidan’a. BRICS’i küçümsedi, “üç asırdır yönümüz Batı” dedi. Ve sanki AB üyesiymişiz gibi de “AB’yle ayrışmayı göze alamayız” mesajı verdi, içeriye, Brüksel’e, Washington’a… (CGTN Türk, 25.6.2024).
Fidan’ın 2.5 ülke listesinde İran yok
Bitmedi. Yeni Şafak bir süredir Türkiye’nin Astana ortağı İran’ı hedef alıyor. Son olarak 22 Haziran’da manşetten suçladılar: “Türkiye Süleymaniye’de PKK’ya silah sevkiyatına göz yummayacak: Vur emri.”
Manşetin spotu da şöyleydi: “ABD ve İran’ın terör örgütü PKK’ya dron ve füze sevkiyatı, sabırları taşırdı. Türkiye, bundan böyle terör örgütüne sevkiyata sessiz kalmayacak. Tespit edilirse yeni sevkiyat anında vurulacak.”
Evet, Yeni Şafak bir süredir ısrarla İran’ın PKK’yi silahlandırdığını haber yapıyor. Peki bu konuda eski MİT Başkanı, yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ne diyor? ”PKK/YPG konusunda problemli olduğumuz 2.5 ülke var” diyor ve isimlerini sıralıyor: “ABD, İngiltere ve biraz da Fransa.” (Habertürk, 24.6.2024). Fidan’ın “müttefik” isimleri sıraladığı listede, Yeni Şafak’ın suçladığı İran yok!
Aydınlık’ın manşeti
Sadece şu örnekler bile AKP’de iki çizginin olduğunu, bir tarafta Hakan Fidan’ın temsil ettiği çizginin, diğer tarafta da Mehmet Şimşek ile Yeni Şafak’ın iki ayrı kol üzerinden paralel sürdürdüğü çizginin olduğu görülüyor.
Hatta Aydınlık’ın yayınlarına bakılırsa, AKP içinde birbiriyle çatışan başka çizgiler de var. Örneğin Aydınlık’ın “AK Parti içinde milli devlet rüzgarı” manşetine göre, Süleyman Soylu, Mehmet Uçum, Metin Külünk, Ayhan Ogan gibi isimler, “AK Parti’yi MHP’den koparma planına” dikkat çekiyorlar (Aydınlık, 26.6.2024).
Normalleşme ile zaman kazanma
Bir kitle partisinde, hele de 22 yıldır iktidar olan bir kitle partisinde iki hatta daha fazla çizginin olmaması anormal olurdu. AKP kurulduğunda da, iktidar yılları boyunca da hep birbiriyle çatışan çizgilere sahip oldu.
Erdoğan, iyi bir taktisyen olarak bu çizgileri kullanma becerisini gösterebildi; hatta rekabet halindeki çizgileri, iç ve dış pazarlıklarda kullandı, iktidarının üzerinde durabildiği sütunlar haline getirdi.
Elbette AKP’nin yükseliş dönemiydi ve çizgilerin kontrolü büyük problem değildi. Ama AKP artık gerileme döneminde, birinci değil ikinci parti. Böyle zamanlarda iki çizgiyi kontrol edebilmek çok güçtür.
İşte Erdoğan’ın “siyasette normalleşme çabamız, aslında muhalefeti normalleştirme çabasıdır” (AA, 26.6.2024) demesi biraz da bundandır; AKP Genel Başkanı, normalleşmeyle CHP’yi yumuşatarak zaman kazanıyor, konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor çünkü…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Haziran 2024
PATRİOT YALANLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 29/01/2013
Suriye’den gelebilecek füzelere karşı savunma için istendiği söylenen Patriotlar neden sınıra değil de Adana, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi sınırdan 300-400 kilometre geride olan illere konuşlandırıldı?
Sorunun yanıtını hükümet adına Yeni Şafak’tan alıyoruz: “Ayrı ayrı ateşlenebilen füze bataryaları bulunan Patriotlar, bilgisayar sistemine bağlı bir radarla hedefini izliyor. Bilgisayardan hedef seçebilen askeri personelin ateşleme mevziine yakın olması da gerekmiyor. Bu nedenle Türkiye’nin talep ettiği Patriotların Suriye sınırı yerine güneydeki kentlerin çevresine yerleştirilmesine karar verildi.” (Yeni Şafak, 27 Ocak 2013)
Mobil telefonlarla bile uydu üzerinden navigasyon alınabildiği günümüz şartlarında, Yeni Şafak’ın Patriot radarlarının bilgisayara bağlı olduğunu müthiş bir teknolojik seviye gibi sunması, kuşkusuz “Patrotların neden sınıra yakın yerlere konuşlandırılmadığına” kılıf arama çabası nedeniyledir. Ancak çaba yetersizdir, zira ateşleme mevziisi ile Patriotların konuşlandırılma sahası bilgileri bile çelişkilidir.
Peki, gerçek ne? Patriotlar neden sınırdan 300-400 km geriye konuşlandırıldı?
PATRİOT GERÇEĞİ
Sorunun yanıtı için önce Patriotların menziliyle ilgili söylenen yalanları aydınlatmamız gerekiyor.
Sivil yetkililere göre Patriotların menzili 160 km. Ancak ekranlarda söylenen bu menzil, gerçekte sadece PAC-2 tipi Patriotlar için geçerli. Üstelik füzeler için değil, uçaklar için!
Askeri ilgililere göre ise gerçek şu: PAC-1 için menzil 70 km. PAC-2 için menzil füzelere karşı 40 km, uçaklara karşı 160 km. PAC-3 için balistik füzelere karşı menzil sadece 20 km, uçaklara karşı 100 km.
Türkiye’ye 1 adet PAC-2, 5 adet de PAC-3 geliyor.
Yeni nesil Patriotların menzil indirimi ise sistemin genel başarısızlığını düşürme hedefi nedeniyledir. Çünkü Patriotlar Scud’lara karşı Suudi Arabistan’da yüzde 80, İsrail’de ise ancak yüzde 50 başarı sağlayabildi!
PATRİOTLAR ABD ÜSLERİNİ KORUYACAK
Gerçek menzilleri dikkate aldığımızda aldatmaca aydınlanıyor ve ortaya şu acı gerçek çıkıyor: Adana, Gaziantep ve Kahramanmaraş’a konuşlandıran Patriotlar, Türkiye’yi koru(ya)mayacak! Çünkü menzili yetersiz ve sınıra değil de içeri konuşlandırıldığı için hedefi ancak Türkiye topraklarında karşılayabilecek.
Bu durumda Adana’daki Patiot bataryası İncirlik Üssü’nü, Gaziantep’teki Patriot bataryası Pirinçlik Üssü’ni ve Kahramanmaraş’taki Patriot bataryası Kürecik Radarı’nı koruyacak!
ABD’NİN DERDİ ÇİN
Aslında Patriotların Türkiye’yi savunmakla bir ilgisi olmadığını en iyi AKP milletvekilleri biliyor. Bakınız NATO Parlamenterler Asamblesi Türk Grubu Başkanı olan AKP milletvekili Ali Rıza Alaboyun ne diyor:
“NATO füze savunma sistemi 2020’de tamamlanacak. Kürecik, Çin’e kadar olan alanı görüyor. Romanya’daki avcı füzeler harekete geçiriliyor. Çin’den havalanan bir füzeyi, 900 km’lik alana girdiğinde vurabiliyor. En son aşama ise Alaska’ya kurulacak füze sistemleri olacak.” (Star, 24 Ocak 2013)
Yani ABD ve NATO 2020 sonrası için Çin’e karşı hazırlanıyor; Türkiye’nin çıkarları ve Türkiye’nin savunması hikâye!
ABD kısa vadede ise Rusya ve esas olarak da İran’a karşı askeri üslerini koruma peşinde!
Ve ABD bu hamlesiyle; birincisi Türkiye’yi NATO’ya faaliyet alanı yapmış oluyor, ikincisi NATO bağıyla Türk yetkilileri Atlantik cephesinin çıkarlarına uyumu sürdürmeye zorluyor, üçüncüsü de Türkiye’nin alternatif füze savunma sistemi arayışlarını frenliyor.
DÜZELTME: Dünkü yazımızda 2003 yılında Ulusal Kanal’da Davut Bağıstani’yle yapılan canlı telefon bağlantısını Rafet Ballı’nın gerçekleştirdiğini yazmıştık. Doğrusu, görüşmenin hazırlığını Ballı’nın yaptığı fakat sorularıyla ekranda Serhan Bolluk’un olduğuydu.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Ocak 2012
YENİ ŞAFAK TGB’DEN ÖZÜR DİLER Mİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 31/10/2012
Ergenekon iddianamelerindeki iki bine yakın maddi hatanın iki açıklaması olabilirdi. Ya tertipçiler sonuçtan o kadar emindi ki, pek de özenmediler. Ya da tertipçilerin çapı bu kadarına yetiyordu. Görüldüğü gibi ikisi de aynı kapıya çıkıyordu…
Zira yıllar önce gömüldüğü iddia edilen silahların güncel gazetelere sarılmasının ve hiç yıpranmamasının, 2006’da kurulan örgütlerin 2003 “belgelerinde” bulunmasının, 2007’de belediye meclisinin aldığı kararla verilen sokak ve cadde isimlerinin 2003 “belgelerinde” yer almasının üçüncü bir açıklaması yoktu.
Neden mi anımsattık şimdi bunları? Anlatalım.
SELVİ, EYLEMİ NASIL İZLEDİ?
29 Ekim Cumhuriyet buluşmasını Ulus’ta bizzat yerinde izlediğini söyleyen Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi dün izlenimlerini yazmıştı. Ancak yazılanlar içinde izlenim değeri görecek nesnel bir olgu olmadığı gibi açık kışkırtma örnekleri vardı!
Mitingi yerinde izleyen Abdülkadir Selvi “Gazlı cumhuriyet” başlıklı makalesinde bakın ne yazıyor: “Gençler başlarına, ‘Atam İzindeyiz’ bantlarını takmışlardı, ellerinde de ‘TGS’ bayrakları vardı. TGS canım, hani şu Tandoğan Meydanı’nda, ‘Ordu Göreve’ pankartı açan militarist kuruluş. Bu kez göreve çağıracakları ‘darbeci ordu’ kalmadığı için kendileri gelmişti.”
Okuyunca siz de “devenin boynu” dediniz muhtemelen… Neresini düzelteceksiniz? Tıpkı Ergenekon iddianamelerinde olduğu gibi çapsızlıkla birleşmiş bir kışkırtıcılık ve sonuçtan emin olma hali…
Abdülkadir Selvi Ulus’taki eylemi nasıl izledi bilmiyoruz ama biz gerçeği yazalım, belki öğrenir:
SELVİ’NİN UYDURMALARI
1) Gençlerin ellerinde TGS bayrakları yoktu, TGB bayrakları vardı! TGS diye bir kuruluş var kuşkusuz; Türkiye Gazeteciler Sendikası. Ancak bu kuruluşun bayrakları ellerde değildi! Alanın neredeyse her yerinde dalgalanan o kocaman bayraklardaki TGB’yi ancak Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi doğru okuyamaz ve TGS diye not edebilirdi.
2) Selvi’nin bu satırları salt yukarıdaki maddi hatadan ibaret olsaydı, çapsız der, üzerinde durmazdık. Ancak bugün TGB’yi geçmişte “Ordu Göreve” pankartı açan provokatör grupçuk diye suçlamaya kalmak düpedüz kışkırtıcılıktır!
3) Üstelik o provokatör grupçuk, “Ordu Göreve” pankartını Selvi’nin yazdığı gibi 2007’de Tandoğan’da değil, 2003’te açmış ve bizzat 2003 eylemine katılanlar tarafından kınanmıştı.
TGB’DEN SELVİ’YE SORULAR
Abdülkadir Selvi’nin bu kışkırtıcı yazısını dün sosyal medyada da eleştirdim. TGB’nin bir yöneticisi eleştirime yaptığı yorumda bakın ne diyor:
“Selvi gazetecilik yapmak istiyorsa önce şu soruya yanıt versin. ‘Ordu Göreve” pankartı açanlar neden hiç soruşturulmadı? Neden o pankart Ergenekon davalarında hemen her sanığa soruldu da, o pankartın sahipleri iddianamelerde yer almadı? O provokatör grubun lideri neden iddianamede yok?”
TGB yöneticisinin dikkat çektiği konuyu netleştirelim. Bahsettikleri isim gerçekten de Ergenekon’un ilk iki iddianamesinde hiç geçmiyor, üçüncüsünde ise bir kez, o da geçiştirilerek yer alıyor…
Kuşkusuz Abdülkadir Selvi bu soruya birkaç nedenle yanıt veremeyecektir. Ama biz yine de Selvi’nin makamından, yani Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi’nden bu kışkırtıcı yazıyı düzeltmesini ve TGB’den özür dilemesini isteyelim.
Gazetecilik en azından bunu gerektirir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Ekim 2012
HEM AMERİKANCI, HEM FODUL
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 04/07/2012
ABD’nin Wall Street Journal WSJ gazetesi, Pentagon’a dayandırdığı haberinde, Türk uçağının Suriye hava sahasında vurulduğunu yazdı. Başbakan Erdoğan WSJ’ye “namert” dedi, kalemşorları ise Aydınlık’a saldırdı!
ABD, WSJ’Yİ DOĞRULADI
İlginç olan, Erdoğan’ın WSJ’ye “kaynağını açıkla” dediği saatlerde ABD Savunma Bakanlığı Pentagon “olayda neler olduğuna dair çok sayıda belirsizlik var” diyor, ABD Dışişleri Bakanlığı ise WSJ’yi yalanlamayıp, sadece “sızdırmayı kınadıklarını” söylüyordu.
Nitekim bu farkı görecek kapasitede olan Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül, yazısına “WSJ’nin iddiasının yanlışlığından ya da doğruluğundan söz etmiyoruz” diyerek kontrollü giriş yapıyor.
Üç kalem aşağıda olan Yeni Şafak’çı Tamer Korkmaz ise WSJ’yi bırakıp, Aydınlık’a saldırıyor! Korkmaz, Aydınlık’ı “Şam Rejimi’nin Bülteni” gibi yayın yapmakla suçluyor. Çapsız ve seviyesiz benzetmelerine ise değinmiyoruz bile!
NEOCON’LARLA İTTİFAKI KİM KURDU?
İbrahim Karagül’ün WSJ’yi suçlaması ise oyunda kaybeden çocuk mızmızlanması türünden: “(WSJ’de) derin Amerika, neocon perspektif bulunduğuna, bu gücünün kritik zamanlarda öne çıktığına, ‘kaynak’ olarak gösterdiği birçok olayın sonradan başka amaçlara hizmet ettiğine tanık olduk.”
Sanırsın AKP’nin “derin Amerika ve Neocon”larla ittifakını, Aydınlık’ın kurucusu Şefik Hüsnü sağladı!
ERDOĞAN İLE MURDOCH’UN ORTAKLIĞI
Tamer Korkmaz’ın WSJ suçlamaları ise “yuh” dedirten, “yüzsüzlüğün bu kadarı” dedirten türden: “Amerikan medyasında Neo-Con’cu politikaların dublajını yapan WSJ’nin patronu Rupert Murdoch… Üç yıl önce New York’ta Amerikan Yahudi Komitesi tarafından düzenlenen ödül töreninde ‘İsrail’e bağlılık yemini edercesine’ konuşmuştu.”
Korkmaz bunları söylediğine göre, İsrail’e katkılarından dolayı Amerikan Yahudi Komitesi’nden “cesaret madalyası” alan kişi Başbakan Erdoğan değil de, Aydınlık’ın Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk herhalde!
Ve daha geçenlerde Sabah ve ATV’nin satışı için Rupert Murdoch’la görüşen kişi Başbakan ya da AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan değil, Aydınlık’ın sahibi Mehmet Sabuncu herhalde!
ANTİ-AMERİKANCI OLMA İHTİMALİNİZİ SEVİYOUZ
Tarihin en Amerikancı iktidarına kalemşorluk yapan Yeni Şafak yazarları, “anti-Amerikancı” Aydınlık’ı “Suriye rejiminin bülteni” gibi yayın yapmakla suçlayacaklarına, ABD’nin bu olayda neden AKP’yi ortada bıraktığını anlamaya çalışmalılar. Hatta becerebiliyorlarsa 10 yıllık bu derin ilişkiyi sorgulamalılar.
ABD’nin Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya saldırısına destek olup, şimdi de Suriye planında rol alan AKP’nin ve kalemşorlarının, bu saldırılara karşı yayın yapan Aydınlık’ı WSJ’yle aynı kefeye koymaları en hafifinden densizliktir!
Hem ABD askerlerinin sağlığına duacı olup Pentagon’a başarı dileyen ve Türk Genelkurmay’ı ile arasını yapsın diye Pentagon’a mektupla ricacı olan Erdoğan’ın kalemşoru olup, hem de Pentagon kaynaklı WSJ’yi Aydınlık’la aynı kefeye koyabilmek, kuşkusuz patolojik bir durumdur ve tıbbın konusudur!
Tamam, “hem kel, hem fodullar”, tamam, “hem Amerikancı, hem yüzsüzler”…
Ancak biz yine de ve her şeye rağmen, Yeni Şafak’ın “ABD’nin Suriye planlarına” ve “AKP’nin bu planda rol almasına” karşı çıkabilme ihtimalini seviyoruz! Bizimki vatan aşkı çünkü…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Temmuz 2012
YENİ ŞAFAK CEZAEVİ Mİ DİNLİYOR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/05/2012
Yeni Şafak’ta “Karadayı da gelecek mi?” başlıklı bir “haber” vardı. Güya 28 Şubat operasyonuyla tutuklanan Çevik Bir ile koğuş arkadaşı İdris Koralp’in en çok konuştukları konu İsmail Hakkı Karadayı’nın da tutuklanıp tutuklanmayacağıymış: “Bir ve Koralp’in koğuşunda bugünlerde yegâne gündem maddesinin ise eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın soruşturma kapsamında ‘gözaltına alınıp alınmayacağı’ konusu olduğu iddia ediliyor.” (Yeni Şafak, 29 Nisan 2012) Kim iddia ediyor? Gizli özne!
Yeni Şafak İdris Koralp’i şöyle tanıtıyor: “28 Şubat’ta Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Dairesi Plan Şube Müdürlüğü yapan emekli Tuğgeneral Koralp, o dönem Genelkurmay Karargâhı’nda Çevik Bir’in ‘kara kutusu’ olarak öne çıktı.”
Yeni Şafak, “yegâne gündem” dediği konuyu Çevik Bir ve kara kutusundan öğrenemeyeceğine göre geriye iki ihtimal kalıyor. Bir ve Koralp bu “yegâne konuyu” bağıra çağıra konuşuyor ve gardiyanlar da istemeden duyup Yeni Şafak’a iletiyor veya Yeni Şafak açıkça cezaevi dinliyor, ortam dinlemesi yapıyor!
Ya da gizli özne, tertip merkezidir! Ve o merkez, eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın da tutuklanması için “psikolojik harekâta” başlamıştır!
YENİ ŞAFAK’IN PSİKOLOJİK HAREKÂTI
Psikolojik harekât deyince… 28 Şubat operasyonuyla birlikte bu konuda da çok önemli teorik çalışmalara imza atılıyor. En önemlisi, Cengiz Çandar’ın da beğendiği Ali Bayramoğlu imzalı olanıydı: “28 Şubat, bir ordunun kendi toplumuna karşı giriştiği bir kalkışma, kandırma, yönlendirme eylemleridir.” Çandar eylemleri bir bütün olarak “yani psikolojik harekâttır” diye isimlendiriyor.
Yukarıdaki Yeni Şafak haberini bir de bu tanım çerçevesinde okuyun şimdi… Psikolojik harekâtın alasını kim yapıyor, görün!
TSK’YE PSİKOLOJİK HAREKÂT
Türk Ordusu’na saldırmak için koparılan bu “nasıl psikolojik harekât yaparlar” yaygarası trajiktir.
Anımsarsınız mutlaka: Öldürdüğü PKK’lilere “pusu” kurmakla da suçlanmıştı TSK! Yandaş kalemler “TSK nasıl pusu kurar?” diye utanmadan yazabilmişlerdi! Pusunun bir askerlik sanatı olduğunu elbette biliyorlardı ama psikolojik harekât tam da böyle bir şeydi işte…
BAŞBUĞ’A PSİKOLOJİK HAREKÂT
“İnternet Andıcı” davasına bir de bu gözle bakınız. Vay efendim TSK nasıl internet sitesi kurarmış, nasıl bu sitelerden yayın yaparmış?
Psikolojik harekât içinde kaynayıp gitti; o sitelerin çoğu sözde Ermeni soykırımı yalanlarına karşı ya da PKK ile mücadelede kullanılmaktaydı… Ve elbette “irtica ile mücadele” kapsamında olanlar da vardı. Ulusal güvenlik açısından bölücülükle birlikte irtica da tehdit olarak belirenmişse, bir ordu elbette o zaman irticaya karşı mücadele edecekti!
Ama öyle bir psikolojik harekât uyguladılar ki, sanki irticayla mücadele etmek görev değil de suçmuş gibi kamuoyu yarattılar. Görevi irticayla mücadele etmek olanlar bile görevine sahip çıkmaktan sakındı.
“TSK nasıl internet sitesi kurar” diyerek İlker Başbuğ’a savaş açanların silahı neydi peki? Bağbuğ’a psikolojik harekât yapan bazı internet siteleriydi. Ki o sitelerde yer alan, örneğin Başbuğ’un ağlama duvarındaki fotoğrafı, mahkemede terör örgütü yönetmekle suçlanan eski Genelkurmay Başkanı em. Org. İlker Başbuğ’a sorulan ilk soruydu! Başbuğ bu fotoğrafın sorulmasını haklı olarak “insanlık suçu” diye değerlendirdi! (Hürriyet, 30 Nisan 2012)
“TSK nasıl internet sitesi kurar” diyenler, kendi internet sitelerindeki psikolojik harekât malzemelerini açık açık kullandılar!
Bir ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın İsrail’deki ağlama duvarı fotoğrafını suçlayarak gazetelerine manşet yapanlar, Yahudi komitesinin aynı ülkenin Başbakanına cesaret madalyası takmasını ise alkışladılar!
YALÇIN KÜÇÜK’E PSİKOLOJİK HAREKÂT
Şemdin Sakık’ın ifadelerine dayandırılarak hazırlandığı belirtilen andıç konuşuluyor günlerdir. 28 Şubat generallerinin o andıçla başta Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand ve Altan biraderler olmak üzere kimi gazetecileri fişlediği, işinden ettiği yazılıyor, çiziliyor.
Ama o andıçta, örneğin Yalçın Küçük’ün isminin de yer aldığından nedense hiç bahsedilmiyor! Üstelik Yalçın Küçük o süreçte, bırakın işinden olmayı, hapis bile yattı! (Küçük, Haymana Cezaevi’nde Doğu Perinçek’le birlikte yattı. Patatesten üretilmiş sahte bir mühürlü mektupla PKK yöneticisi yapılan(!) Doğu Perinçek’in davası, en az bugünkü davası kadar ibretliktir, tarihe geçecektir!)
Evet, Ergenekon yöneticisi olmakla suçlanan ve Silivri zindanında yatan Yalçın Küçük’ün ismi de geçiyor o andıçta… Ama varsa yoksa Çandarlar, Birandlar, Altanlar, Barlaslar, Ilıcaklar deniliyor hep…
İşte psikolojik harekât, tam da budur!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Mayıs 2012