Archive for category Politika Yazıları
Pekeke
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 19/07/2025
Türkiye’yi ne PKK bölebilir ne de Kürtler. Türkiye’yi (potansiyeli açısından) Türkiye’yi yönetenler bölebilir, Türkiye’yi “Kürt karşıtı ırkçılar” bölebilir.
Elbette onlar da son tahlilde bölemez, böldürtmeyeceğiz. Sadece potansiyel farklarına işaret ediyorum.
Peki neden mi bu girişi yaptım? Anlatayım:
Açılımın gereği
Biliyorsunuz, Türkiye’deki son açılımın hem dış hem iç boyutunun olduğunu önemle belirtiyorum: Açılım 1 Ekim’de Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşması ve 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” demesiyle başlarken, İdlib’de ABD ve Türkiye destekli gruplar Şam’a yürüyüşe geçmenin son hazırlıklarını yapıyor, İstanbul’da da CHP’yi hedef alacak operasyonların ilki 30 Ekim 2024’te Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e operasyonla başlıyordu.
Ahmet Özer hem terör hem yolsuzluk iddiasıyla tutuklandı. Aylar sonra 14 Temmuz’da açılımın yeni aşaması gereği terör suçundan tahliye edildi (Yolsuzluk suçlamasından tutukluluk hali devam ediyor). Çünkü hem siyaset yapan CHP’li Ahmet Özer’i terörist ilan edip, hem de PKK’lilere siyaset yolu açılmasını savunmak bir arada yürütülemezdi.
Ahmet Özer’e suçlama
Duruşmadaki ilginç bir suçlama, asıl gelmek istediğim yere işaret ediyordu:
Ahmet Özer’i terörist olmakla suçlayan Erkan Çakır isimli bir tanık var. Bu şahıs CHP’nin eski Muş Gençlik Kolları Başkanı. Aynı zamanda CHP’nin kurultay davasının da tanıklarından.
Çakır, Ahmet Özer’in terörist olduğunu nasıl anlamış, biliyor musunuz? Mahkemede aynen şöyle söyledi: “Bizim bölgede söyleyişte farklılık oluyor. Özer ‘Pekeke’ diyor, biz ‘Pekaka’ diyoruz. Örgüt üyeliği buradan yeterince belli oluyor” (Cumhuriyet, 14.7.2025).
Özel harpçi kafası
Ne acı ki böyle bir “ayrım” var ve ne yazık ki bu ayrımın kaynağı Türk devletinin psikolojik savaş merkezi…
Evet, özel harpçiler, “Kürtler Pekeke diyor” diye ”Türkler için Pekaka’yı” bir fark olarak icat etti. Böylece Pekeke diyen örgütçü, Pekaka diyen Türkiyeci oldu!
Halbuki Türkçe açısından doğrusu Pekeke’ydi. Olsun, bir özel harpçinin ifadesiyle, örgüte böylece “kaka” denmiş olacaktı! Bunu savunana “peki KKTC’nin söyleyişini neden hiç hesaba katmıyorsunuz” diye sormuştum da, biraz düşünüp, “o kısmı çok önemli değil” demişti.
Türkçeyi doğru kullanmaya çalışan 12 kitaplı bir yazar, üç binden fazla makale yazan bir gazeteci ve yüzden fazla kitabı yayına hazırlamış bir editör olarak ben de Pekeke diyorum. Ve sırf bu nedenle “bölücü”, “gizli örgütçü” ve “PKK’li” ilan ediliyorum hemen her gün. Özellikle YouTube kanalımdaki yayınların altında böyle sayısız suçlama var.
Ne mücadele!
Ne yazık ki bu anlayış 80’lerle sınırlı değil, bugün de sürüyor. Anımsayacaksınız, açılım yokken, yani topu topu altı ay önce, iktidar YPG’yi, İngilizce telaffuz ediyordu, “vaypici” diyordu. Neden İngilizce? Sırf PKK’ye “kaka” diyebilmek için Türkçeyi doğru kullanmayanlar gibi, örgüte “piç” demek için İngilizcesini tercih ediyorlardı çünkü!
Terörle ve teröristle ne mücadele ama! Örgüte kaka, piç deyip, örgütün başına “bebek katili” deyip, şimdi konumunu “kurucu önder”e yükselttiler, TBMM’de konuşmaya davet ettiler!
Harf kanunu ne diyor?
Türkçeye, diline sahip çıkmayıp bu psikolojik savaşa yenilenlere ısrarla anlatmaya çalışıyorum:
Türkçede ”ka” sesi yok, ”ke” sesi var. 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı “Türk harflerinin kabulü ve tatbiki hakkında kanun”dan başlayarak, “8 Ocak 2004 günü Türk Dil Kurumu (TDK) İmla Kılavuzu Çalışma Grubu tarafından belirlenen ve TSE tarafından Nisan 2005/TS 13148 numaralı belge ile standart hale getirilen Türk Kodlama Sistemi”ne kadar tüm resmi belgeler, Türkçede ”ka” sesinin olmadığını, ”ke” sesinin olduğunu belirtir. Piyasada edinebileceğiniz hemen tüm “ana yazım kılavuzları”nın giriş kısmında yer alan “Türk alfabesi levhası”nda da bu harfin “ke” diye okunduğunu görebilirsiniz. TDK’nin internet sitesinde yer alan “Ses, Harf ve Alfabe” köşesinde de, harflerin nasıl okunduğunu inceleyebilirsiniz.
Sonuç olarak dile sahip çıkmak, dili doğru kullanmak, ülkeyi iyi savunabilmenin de gereklerindendir. Öcalan’ı “kurucu önder” yaptıktan sonra, en milliyetçi Bahçeli Pekaka dese ne olur, demese ne olur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Temmuz 2025
İsrail “federal Suriye” için vuruyor
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 17/07/2025
İsrail’in Dürzilerle Bedevi aşireti arasındaki çatışmayı bahane ederek Şam’ı bombalaması, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara’yı zor yoluyla iki hedefe mecbur etme amacı taşıyor.
Evet, İsrail hükümeti bir yandan Azerbaycan’da Suriye hükümetiyle görüşüyor ama bir yandan da Suriye topraklarındaki işgalini genişletip, üstüne doğrudan başkenti bombalıyor.
Evet, ABD bir yandan Şara’yı yaptırımları kaldırarak İsrail’le normalleşmeye zorluyor ve eylül ayında Beyaz Saray’da Netanyahu-Şara anlaşmasına hazırlanıyor ama bir yandan da İsrail’in Suriye politikalarını destekliyor.
Bunlar çelişki değil, emperyalist ABD ile siyonist İsrail’in “politika yapma” şeklidir; havuç-sopa taktiğini aşan, döverek zorla masaya oturtmayı ve şartlarını kabul ettirmeyi amaçlayan bir hukuk dışılık da diyebiliriz.
Ve elbette ne desek, ABD-İsrail saldırganlığını tarif etmeye yetmez.
İsrail’in Güney Suriye planı
İsrail hem Şara’nın Şam’da iktidar olmasının yolunu kolaylaştırdı hem de Şara’yı silahla baskı altında tutarak onu Suriye adına taviz vermeye zorluyor aylardır.
Şara’nın, yani Colani’nin terörist örgütü HTŞ, İdlib’den Şam’a daha kolay ilerleyebilsin diye yol üzerindeki Suriye ordusu mevzilerini bombalayan İsrail, şimdi de Colani “federal Suriye”ye razı olsun diye Şam’ı vuruyor.
İsrail, üniter bir Suriye değil, federal bir Suriye istiyor. Güneyde Dürzilerin, kuzeyde Kürtlerin özerkliğini savunuyor. Dürzilerin özerkliğini, Şam’la arasında tampon olması için, Kürtlerin özerkliğini de Türkiye karşıtlığı için istiyor. Dürzilerin özerkliğini silahla, Kürtlerin özerkliğini (şimdilik) siyaseten savunuyor.
İsrail Suriye’de genişliyor
İsrail yetinmiyor, Beşar Esad’ın yıkılmasının sonucu ve Colani’ye “desteğinin” karşılığı olarak, Suriye’yi güneyden işgal ediyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın verdiği sayıyla söylersek, Suriye’nin 400 kilometrekare toprağı, İsrail’in işgali altında.
Ve İsrail yönetimi, hem işgali genişletmek hem de Şam yönetimini askeri baskı altında tutmak için, bu 400 kilometrekarelik alanda tam 10 üs kurmuş durumda. Bunlardan biri Şam’a sadece 40 km yakında.
Üstelik Netanyahu yönetimi, Suriye’yle Azerbaycan’da yapılan görüşmelerde, ele geçirdikleri bu toprakların pazarlık konusu olmadığını ilan ediyor.
Ankara’nın stratejik hatası
8 Aralık, yani Esad’ın yıkılması ve terör örgütü HTŞ’nin Şam’da iktidar olmasının tarihi, ne acı ki Ankara’nın resmi lügatinde bir tarih olmaktan öte, “8 Aralık devrimi” olarak, AKP hükümetinin dış politika “başarısı” diye kutsanmaktadır!
Ankara, 8 Aralık’ı ne yazık ki 15 yıl süren ısrarın başarılı sonucu olarak görüyor ve Suriye’de rejimin değişimini kendi adına kazanç sayıyor. Hâlâ Suriye’deki tabloyu “zafer” olarak okuyorlar.
Çünkü Colani’yle ilişkilerinin, kontrolleri altındaki İdlib’de Colani’ye kalkan olmalarının ve İdlib’de HTŞ’ye bölge hükümeti olarak staj yaptırmalarının, yeni Suriye’de Ankara’ya yarayacağını hesaplıyorlardı.
Colani’nin sıkışıklığını gevşetme saldırısı
Oysa Esad’ın devrilmesinin Ankara’ya değil, Tel Aviv’e yarayacağı ortadaydı.
Çünkü mesele Colani’ye destekse, daha büyük desteği ABD vermişti. ABD büyükelçilerinden James Jeffrey onu Esad’a ve Suriye ordusuna karşı koruduklarını, Robert Ford onu siyasete hazırladıklarını anlattı daha sonra. Ve İsrail Başbakanı Netanyahu da Şara’nın işini kolaylaştırdıklarını açıkladı.
Mesele hangi desteğin daha çok olduğu noktasında değil, hangisi desteklerse Colani’nin Suriye’yi yönetebileceği düzlemindedir artık. Ankara ile Washington-Tel Aviv arasında kalan Colani, sıkışıklığı idare etmeye çalışıyor.
İşte İsrail bombaları, asıl bu sıkışıklığı gevşetmeyi amaçlıyor!
Ve emperyalistler, gerekirse kullanıp atarlar!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
17 Temmuz 2025
Açılımın iç ve dış kodları
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 14/07/2025
Erdoğan, Bahçeli, Öcalan ve Barrack’ın çeşitli açıklamaları, birbirini bütünleyen ve açılımın iç ve dış kodlarını ortaya koyan mesajlardan oluşmaktadır.
Açılımın bu dört aktörünün mesajlarının analizinden, şu çıktılara ulaşıyoruz:
ABD’nin ‘yeni Ortadoğu‘ dizaynı
1) Açılımın Suriye’de rejim değişikliğiyle paralel dış boyutu, Türkiye’de rejim değişikliğini “tamamlama” hedefli iç boyutu var. Washington açılımın iç boyutunda Ankara’ya destek veriyor, Ankara açılımın dış boyutunda ABD’nin “yeni Ortadoğu” planına uyum gösteriyor. Böylece CHP’ye operasyon ile SDG’ye meşruiyet, iki taraflı kazanca dönüştürülüyor.
2) ABD Büyükelçi Tom Barrack’ın beş ayrı yazıda incelediğim açıklamaları, ABD’nin bölgede İran’a karşı bir Türk-Kürt-Arap cephesi inşa etmek istediğini ortaya koyuyor. “İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu” inşa edebilmenin yolu bu cepheden geçiyor.
3) Tom Barrack, Lozan’ı, Sykes-Picot ve Sevres ile birlikte ele alıp, “cetvelle çizilmiş” sınırların yanlış olduğuna işaret etti. ABD Büyükelçisi böylece “haritanın yeniden çizilmesi” amacını ortaya koymuş oldu. Yine Barrack’ın bölge için “Osmanlı millet sistemi”ni önermesi de o amacı bütünlüyor.
Erdoğan’ın Türk-Kürt-Arap ittifakı
4) Erdoğan, son açılım konuşmasında, defalarca “Türk-Kürt-Arap” ittifakına işaret etti. Dahası Erdoğan bunu bir kaç defa da Türkiye sınırlarını aşarak, Irak ve Suriye’yi de kapsayacak şekilde vurguladı.
5) İktidarın bir süredir “Misakı Milli’nin tamamlanması“ amaçlı söylemleri ile buna paralel olarak Halep, Kerkük ve Musul dahil Irak ve Suriye’deki şehirlere Türk plakası dağıtması, ABD’nin “yeni Ortadoğu” dizaynında pay kapma amaçlıdır.
6) İktidarın ideologları, önceki iki açılımı “Türkiye’yi Kürtlerle genişletmek” diye sunuyordu. Son açılım, “Türkiye’yi Kürtler ve Araplarla genişletme” diye pazarlanıyor.
Türk-Kürt-İslam rejimi
7) Türkiye’yi Kürtlerle ve Araplarla genişletme konusu, bazı iktidar sözcüleri tarafından “Türkiye İmparatorluğu” diye müjdeleniyor.
8) İmparatorluk olan Osmanlı’nın yıkılıp yerine ulusal-devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, açılımcılar tarafından hem Kürt sorununun hem de bölgedeki çeşitli sorunların kaynağı gibi gösteriliyor. Panzehrinin ise yeni-Osmanlıcılık olduğunu savunuyorlar.
9) Yeni-Osmanlıcılığı, hem içeride hem dışarıda “Sünni Müslüman” mezhepçiliğine dayandırıyorlar. (Şii İran’a karşı, Sünni Türk – Sünni Kürt – Sünni Arap ittifakı).
10) AKP-MHP koalisyonu, başkanlık sistemi yoluyla Türk-İslam sentezine dayalı bir rejim değişikliğine başlamıştı. Şimdi de Türk-Kürt-İslam sentezi ile bu değişikliği sürdürmeyi ve devletin dönüşümünü tamamlamayı hedefliyorlar.
CHP’ye operasyonun geniş anlamı
11) Rejim değişikliğinin tamamlanmasının önünde, “herşeye rağmen” kurucu parti CHP engeli var. Üstelik CHP, son yerel seçimden birinci parti olarak çıktı ve ilk genel seçimde Erdoğan’ın artık kaybedeceği görülüyor.
CHP’nin yerel seçimde birinci parti olmasını sağlayan faktörlerden biri de çeşitli illerde DEM’le kurduğu kent uzlaşısıydı. Erdoğan açılım hamlesiyle CHP-DEM ortaklığını bozmayı ve DEM’i AKP-MHP ittifakına eklemleyerek, sınırsız başkanlık yolunu açacak yeni anayasayı çıkarabilmeyi amaçlıyor. Erdoğan’ın son konuşmasında “AKP-MHP-DEM” ittifakına işaret etmesi, açılım taviziyle bunun belli ölçülerde sağlandığına işaret ediyor. Ancak, DEM’in Cumhur İttifakına eklemlenmesi demek, Kürt seçmenin Erdoğan’a oy vereceği anlamına gelmiyor!
12) Türk sermayesi bütün gövdesiyle açılımın arkasındadır. Sermaye grupları, sıra sıra açıklama yaparak sürece desteklerini ilan ettiler. Cumhuriyetin devrimci atılımlarına karşı DP çatısı altında buluşan burjuvazi-toprak ağalığı ittifakı, Türkiye’yi Atlantik sistemi içinde adım adım Siyasal İslamcılığa teslim etti, şimdi de “yüzyıllık parantezin” kapatılmasını destekliyor.
13) Erdoğan, Bahçeli, Öcalan ve Barrack’ın açıklamalarının özeti şudur: Bu bir Kürt açılımı değildir, bu, 1923’le hesaplaşma açılımıdır. Kuşkusuz 1923’çülerin de hesabı olacaktır. Türk ile Kürt’ün, yine, birlikte emperyalist planları bozacağı günleri yaşayacağız.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Temmuz 2025
Devlet-PKK barışı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 12/07/2025
Türk basınının önemli bir kısmında olay şöyle resmedildi: 1984’te, Eruh-Şemdinli baskınlarıyla terör saldırılarına başlayan PKK, 11 Temmuz’da silah bırakarak “Türk-Kürt barışının” önünü açtı!
Oysa bu doğru değil.
Resmi devlet belgelerinde de sıkça yapıldığı üzere PKK’yi 1984’e pozisyonlamak, PKK’nin 1984 öncesinde, özellikle 70’lerin ikinci yarısında Türkiye’nin doğusunda Türk ve Kürt sosyalistleri katletmesini, bölgeden sosyalist örgütleri tasfiye etmesini perdelemek anlamına geliyor.
Bugünü “Türk-Kürt barışı” diye sunmak ise ilkinden daha vahim bir hataya neden oluyor. Türk ile Kürt savaşmadı ki barışsın! Yarım yüzyıl süren teröre rağmen, aynı şehirdeki, aynı mahalledeki, aynı apartmandaki Türk ile Kürt birbirine düşman olmadı. (Dünyada daha azıyla iç savaş yaşanmış ülkeler var.)
Dolayısıyla bu bir Türk-Kürt barışı değildir, devlet-PKK barışıdır.
Öcalan’ın 2013’teki talimatı
30 PKK’linin silah bırakması ve devamında 30 kişilik gruplar halinde sıra sıra diğerlerinin de silah bırakacak olması, meselenin esası açısından bir anlam ifade etmiyor. Zira PKK’nin ana gövdesi, geride kalan yıllar içinde adım adım Suriye’ye geçti; PKK PYD/YPG’leşti, SDG’leşti.
Öcalan, önceki açılım sürecinde, 2013’te, Türk devlet yetkilisinin önünde, Sırrı Süreyya Önder’le talimat iletiyor Kandil’e. “Artık asıl mücadele alanı Suriye’nin kuzeyidir” diyor Öcalan, “örgüt oraya geçsin” diyor…
Ve Sırrı Süreyya Önder, daha sonraki bir görüşmede talimatın sonucunu aktarıyor Öcalan’a: “Sizin Suriye hakkında serzenişlerinizi Kandil’le paylaştık. (…) Şu anda on bin, on beş bin arasında bir gücün orada bulunduğunu, bunu çok kısa bir zaman içerisinde yirmi binli rakamlara doğru evirebileceklerini aktardılar.”
Öcalan yanıt olarak şöyle diyor: “Otuz bin de olabilir, kırk bin de olabilir.” (Abdullah Öcalan, İmralı Notları, s.68).
Ve oluyor. 70 bin kişilik bir güçten bahsediyor Öcalan aylar sonraki bir başka görüşmede.
Erdoğan ve Öcalan’ın kırmızı çizgileri
Kaldı ki o açılımın kesintiye uğramasının nedeni de esas olarak Suriye’nin kuzeyidir. Yine devlet yetkilisinin önünde yapılan heyet-Öcalan görüşmelerinden aktarayım.
Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyor Öcalan’a. Şöyle demiş Erdoğan: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”
Öcalan’ın yanıtı ise şöyle: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir.” (İmralı Notları, s.179)
Bu durumda sormamız gerekiyor: İdlib’de ABD ve Türkiye destekli gruplar, 27 Ekim’de başlayacakları Şam’a yürüyüşün son hazırlıklarını yaparken, ve Bahçeli 1 Ekim’de DEM’lilerle tokalaşıp ardından 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” diyerek bu süreci başlatırken, Erdoğan mı yoksa Öcalan mı kırmızı çizgisinden taviz veriyordu?
Perdenin arkası
Evet, PKK’nin silah bırakmasına elbette aklı başında hiç kimse itiraz edemez. Ama perdenin önünde gösterilenle yetinmeyip, perdenin arkasında aslında ne olduğunu sorgulamak geleceğimiz açısından, Türk-Kürt birliği açısından çok önemlidir. Üç gün önce “siyaset yapan HDP/DEM’e” bile tahammül edemeyen, partilerini kapatmaya çalışan, milletvekillerini TBMM’den kovmak isteyen Cumhur İttifakı ne oldu da üç gün sonra 180 derece pozisyon değiştirdi? Bunu sorgulamak, her açılımdan sonra ortaya çıkan yeni “düşmanlıkları” önlemenin gereklerindendir.
Dış gelişmeleri içeride kullanarak iktidarını sağlamlaştıranların ve bunu yeni müttefiklerle devleti ve rejimi dönüştürmekte kullananların hesaplarını çözümleyebilmektir esas olan. Bu nedenle bu yazıyı, lütfen “Yeni Ortadoğu için yeni PKK” başlıklı önceki yazımla birlikte okuyunuz.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Temmuz 2025
Yeni Ortadoğu için yeni PKK
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 10/07/2025
Türkiye ve komşularında, Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek önemde görüşmelerin yapıldığı zorlu bir hafta yaşanıyor: Suriye’de ABD ve Fransa’nın gözetiminde Şam ile SDG/YPG görüşmesi, Lübnan’da ABD Büyükelçisi Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma görüşmeleri, Türkiye’de Öcalan’ın mesajı ve açılım görüşmeleri, Irak’ın kuzeyinde PKK’nin silah bırakma töreni…
Dört ülkede yaşanan bu gelişmelerin hepsi birbiriyle ilgili, ABD’nin yürütücülüğünde ilerliyor ve aslında merkezinde İsrail var.
ABD ve Fransa var, Türkiye yok
ABD, 10 Mart’ta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara ile SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi’yi masaya oturtmuş ve bir anlaşma imzalatmıştı. 26 Nisan’da ise PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ile Barzanilerin Suriye kolu ENKS “Kürt Ulusal Konferansı”nı toplamış ve birlikte “ademi merkeziyetçi bir bölge” hedefi belirlemişlerdi.
İşte bu gelişmenin ardından Şam ile SDG yeniden masaya oturdu dün: Suriye Cumhurbaşkanı Şara başkanlığındaki heyetin karşısında, SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi dışında, örgütün Dışilişkiler Eş başkanı İlham Ahmed, Kuzey ve Doğu Suriye Temsilciliği Eş Sözcüleri Foza Yusif ve Abid Hamid Mihbaş yer aldı.
Taraflar arasındaki müzakere, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Fransa’nın Suriye Özel Temsilcisi Jean-Baptiste Febvre gözetiminde yapıldı.
Peki taraflar Suriye’de 2. perdeye neden ihtiyaç duydular? Çünkü SDG 10 Mart anlaşmasının bazı maddelerinde değişiklik istedi, ABD de o değişiklikleri onayladı.
Öcalan’ın mesajı ve silah bırakma
Suriye’de bu görüşme olurken, aynı gün Öcalan’ın yedi dakikalık görüntülü mesajı servis edildi. PKK’ye yine silah bırakma talimatı veren Öcalan “Son günlerde bölgede yaşanan gelişmeler, attığımız bu tarihi adımın önemini ve aciliyetini açıkça teyit ediyor” dedi.
Öcalan’ın bu açıklamasının servis edilmesinden önce DEM heyeti önce Öcalan’la, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmüştü.
Türkiye’de bu görüşmeler yapılırken, Irak’ın kuzeyinde de PKK’nin silah bırakma töreni için hazırlık yapılıyordu. DEM Parti, 11 Temmuz’da Süleymaniye’de bir grup PKK’linin silah bırakacağını açıkladı.
Burada kritik konu, bizzat Öcalan’ın talimatıyla, PKK’nin zaten ana gövdesinin parça parça Irak’tan Suriye’ye geçtiği gerçeğidir.
Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma planı
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi sıfatıyla Şam’daki Şara-Abdi görüşmesinde gözetmenlik yapmadan önce, Lübnan’ın başkenti Beyrut’taydı. Barrack Beyrut’a, “Hizbullah’ı silahlansızlandırma planı”yla gitmişti.
Lübnan basınına bakılırsa, Barrack temaslarından bir sonuç alamamış görünüyor. Zira Lübnanlı yetkililer kendisine özetle “İsrail‘in geri çekilmesi ve silahın devletin tekelinde toplanması adımları eşzamanlı olmalı” mesajı verdiler.
İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu
Görüleceği üzere bölgedeki tüm bu gelişmeler birbiriyle bağlantılıdır ve yürütücüsü de ABD’dir.
ABD, “İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu” dizayn etmeye çalışıyor. Washington’a göre İran bu projenin önündeki engel. Bu nedenle bölgede İran’a karşı bir Türk-Kürt-Arap ittifakı oluşturmaya çalışıyor.
Arka planda ise daha küresel bir strateji var: ABD, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru’nu (IMEC) hayata geçirmeye çalışıyor. İsrail, bu koridorda merkezi bir rol oynuyor. Trump, “Gazze Planı” üzerinden İsrail’in rolünü daha da yükseltmeye çalışıyor.
ABD açısından İran’ın etkisizleştirilmesi, Çin’in önünün kesebilmesinin ve IMEC’in hayata geçirebilmesinin kolaylaştırıcısı durumunda….
Kısacası ABD barış diyerek savaşı örgütlüyor, silah bırakma adı altında “silahlıları” yeni cepheye transfer ediyor. Yani PKK, ABD için artık SDG’dir.
Ankara ise bu gelişmeler karşısında “ikili bir yol” izlemeye çalışıyor. “Planın içinde kalarak planı çıkarlara uyarlayabilmek” diye özetlenecek bir taktik bakış bu…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Temmuz 2025
İsrail Suriye’de 10 üsle genişliyor
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 09/07/2025
HTŞ ve Türkiye sponsorlu SMO grupları 27 Kasım 2024’te Türkiye’nin kontrolündeki İdlib’den çıkıp Şam’a doğru yürürken ve 8 Aralık’ta Beşar Esad’ı devirip iktidar olurken, Ankara’da “zafer havası” yaşanıyordu!
Önemle anlatmaya çalıştık; Suriye’de Esad’ın devrilmesinin Türkiye’ye değil, İsrail’e yararayacağını belirttik. Ankara’dakiler ise Hakan Fidan ile HTŞ lideri Colani’nin samimi görüntülerine işaret edip durdu hep…
Sonuç mu?
Esad devrildi, İsrail genişleme planı başlattı
İsrail, 8 Aralık’ta Esad yönetimi devrilir devrilmez Suriye topraklarına girdi ve 1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepelerinden ileriye doğru genişleme planını başlattı.
Şam’da iktidar yapılan HTŞ’nin bırakın eylemli karşı duruşunu, sözlü itirazı bile pek olmadı. Zira HTŞ’nin 27 Kasım’dan 8 Aralık’a kadar kısa sürede Şam’a ilerleyebilmesinde İsrail’in önemli katkısı vardı; İsrail Hava Kuvvetleri HTŞ’nin yolu üzerindeki Suriye ordu mezvilerini, askeri havalimanlarını, silah depolarını vurarak, Colani’nin önünü açmıştı.
Evet, Colani HTŞ terör örgütünün lideriydi ama hem ABD hem de İsrail, güya terör örgütü listesine aldıkları Colani’yi gerçekte koruyorlardı. ABD’nin eski büyükelçilerinden James Jeffrey “Colani’yi Esad yönetiminden koruduklarını”, Robert Ford ise “Colani’yi siyasete hazırladıklarını” açıkladı daha sonra…
Colani, Ahmet eş-Şara olarak Suriye’nin cumhurbaşkanı olunca adım adım ABD-İsrail politikalarını uygulamaya başladı. Colani Riyad’da ABD Başkanı Donald Trump’la görüşerek İsrail’le normalleşmeye açık olduğunu, Suriye’deki Filistinlileri kovacağını ve Suriye’deki İran etkisini kıracağını söyledi. İsrail’in Suriye’de genişlemesini zaten sadece izliyordu. Bu arada Colani yine ABD’nin isteği ve organizasyonuyla SDG (PYD/YPG) komutanı Mazlum Abdi’yle anlaştı.
İsrail’in üssü Şam’a 40 km mesafede
10 gün önce İsrail’in başkenti Tel Aviv’de dikkat çekici bir afiş yayınlanmıştı. “Yeni Ortadoğu için yeni şans” başlığını taşıyan afişte, Colani, Netanyahu ve Trump ile yanyanaydı. Tabii Ortadoğu’nun diğer işbirlikçi liderleriyle birlikte…
Evet, Colani İsrail için yeni şanstı. İsrail adım adım Suriye’de genişlemeyi sürdürdü, sürdürüyor…
Bugün itibariyle İsrail’in Suriye’de 10 üssü olduğu açıklandı. Üstelik İsrail yönetimi, üsleri ve işgal ettikleri toprakları, Suriye’yle normalleşme görüşmelerinde pazarlık konusu bile etmeyeceğini, artık kendisinin olduğunu ilan etti!
İsrail’in Suriye’deki üs yerleşimi ise Tel Aviv’in çok daha ileri planları olduğuna işaret ediyor:
Kuneytra iline bağlı Cibata Haşab, Kırs Nakıl, Kahtanya, Kavdene, Tlul Humr, Hamidiyye ve Mantara’da 7 üs.
Dera’ya bağlı Şecere, Maerye ve Abidin’de 3 üs.
Thul Humr’daki İsrail üssü Şam’a sadece 40 km uzaklıkta!
Bu arada İsrail, üs kurduğu bölgedeki köylerden de Suriyelileri adım adım kovuyor. Binlerce Suriyelinin üs civarındaki köyleri güvenlik nedeniyle boşalttığı belirtiliyor.
İran zayıflarsa, İsrail güçlenir
Ne yazık ki Ankara’nın 15 yıl boyunca sürdürdüğü Esad karşıtlığı, İsrail’e Suriye’de toprak kazandırmış, SDG/PYD/YPG’’ye Suriye’de devlete ortak olma şansı vermiş oldu.
Bölgede “Şii” İran’ı zayıflatmanın “Sünni” güçlere değil, İsrail’e alan açtığı gerçeği, görmek isteyenler için sayısız dersle doludur.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
8 Temmuz 2025
Tahrik
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 07/07/2025
Son dönemde en sık karşılaşılan “suçlamalar”ın başında şu iki “tahrik” geliyor: “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “suç işlemeye tahrik.”
Bu iki suçlama, kimin tahrik ettiğine ve kimlerin tahrik olduğuna göre değişiyor elbette:
Örneğin pek çok muhalif aktör ve gazeteci bu “tahrik” suçunu işlemekten tutuklandı ama ortada onların tahrikine kapılıp şiddet eylemine başvuran kimse yoktu. Ama tersine bazı siyasal İslamcı çevreler sosyal medyadan LeMan’ı hedef göstererek kitleyi “tahrik” ettiler ve kitle tahrik olup binayı kuşattı, içlerinde “yakalım” diyen bile oldu, iki gün boyunca binanın önünde laikliği hedef aldılar, Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef aldılar, kendilerine uzatılan mikrofonlara “Kemalistleri bu topraklardan sileceğiz” bile dediler. Ama yargı hiç harekete geçmedi!
Örneğin CHP Genel Başkanı Özgür Özel, halkı sokağa çağırdığı için suçlanıyor. Oysa onlarca mitingde alanlara ve sokaklara çıkan milyonlar, şüpheli birkaç vaka hariç, hiç tahrik olmadı. Hatta muhalif kitle, Özgür Özel’i kastederek, “Biri, sokak köpeklerini sokağa çağırmakla tehdit ediyor” diyen AKP MKYK Üyesi Av. Mücahit Birinci’nin tahriklerine bile kapılmadı; sokaklara dökülüp Birinci’yi “ısırmaya” kalkmadı!
Sokak eylemleri
Düzenin iktidarları, dünyanın her yerinde halkın sokakta olmasından, işçinin alanda olmasından korkarlar. Alanlara, sokaklara çıkılmaması için her türlü ideolojik baskıyı uygularlar; bir süre sonra “öteki” görmeye başlarlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da sokakta olanlara karşı şöyle bir ideolojik baskı mekanizmasına başvurmuş: “Vatandaşım, sokak eylemlerinin ancak bölücülere, darbecilere hizmet edeceğini biliyor.”
Mevcut sokak eylemlerinin “bölücülere ve darbecilere hizmet etmediğini” vatandaş da Erdoğan da biliyor. Hatta sokağa çıkanlar daha birkaç yıl önce bu ülkede Erdoğan’ın hukukunu savundu ve bir darbenin bastırılmasında canı pahasına rol aldı. Şehit ve gazi olanların içinde elbette AKP’li olmayanlar da vardı.
Ülkeyi savunma suçu!
Mesleğimizin yüz aklarından Timur Soykan’ı da gözaltına aldılar, tutuklamaya sevk ettiler (Yazımı gazeteye teslim ettiğimde sevk işlemi sonuçlanmamıştı.)
Sevgili Timur yine bir sabah belediye başkanlarının “silkeleme operasyonu” ile gözaltına alınmasına sosyal medyadan tepki göstermişti.
Timur’un şu mesajı, TCK Madde 214/1’e göre “suç işlemeye tahrik” sayılmış: “Halk ya bu baskıya boyun eğerek rejimin kölesi olacak ve daha da yoksullaşacak ya da özgürlüğünü, haklarını, ülkesini savunacak.”
Böylece halkın “özgürlüğünü, haklarını ve ülkesini savunması” suç ilan edilmiş oluyor! Timur Soykan da halkı “özgürlüğünü, haklarını ve ülkesini savunmaya” tahrik etmiş oluyor!
Gerçek en sonunda kazanır
Ekranlar karartılıyor, gazetecilerin kalemleri ellerinden alınmaya çalışılıyor, gazete ve TV’ler otosansüre zorlanıyor, toplum haber alma hakkından mahrum edilmeye çalışılıyor. Demokrasi durağında çoktan inmiş olanlar, kalan ifade özgürlüğünü de tırpanlıyor.
Yapılan suçlamalar ve verilen cezalar incelendiğinde, gün geçtikçe “iktidarın eleştirilmesinin bile suç kapsamına alınmaya çalışıldığını” görüyoruz. Bu amaçla en çok başvurdukları suçlamalardan biri de “halkı yanıltıcı bilgi yaymak” suçlaması. Her vatandaşın gelir-gideriyle gayet nesnel ölçebildiği “ekonomi kötüye gidiyor” saptaması bile, bu kapsamda, “yanıltıcı bilgi” muamelesi görüyor!
Her eleştiriyi susturmaya, her etkili kişiyi tutuklamaya çalışıyorlar. Ama önemle belirtelim: Herkesi tutuklamaya kalkmakla iktidarların korunamadığı da bir tarihsel gerçekliktir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Temmuz 2025
LeMan’ın altın madalyaları
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 03/07/2025
“Yeni Ortaçağ”, pek çok yönüyle, “Eski Ortaçağ”dan daha geri…
Dün Soner Yalçın Nefes’te anımsattı. Osmanlı Şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi, 17. yüzyılda, yani Eski Ortaçağ’da, Türkçesiyle şu şiiri yazmıştı: “Camide iki yüzlüleri bırak, ikiyüzlülük etsinler / Meyhaneye gel ne ikiyüzlülük var ne de ikiyüzlü”
Yeni Ortaçağ’ın siyasal İslamcıları ve dincileri, Osmanlı Devleti’nde üç kez Şeyhülislamlık yapmış Zekeriyazade Yahya Efendi’yi, bugün olsa Türkiye Cumhuriyeti’nde yakarlardı!
Çünkü onlar Müslüman değil Siyasal İslamcılar, çünkü dindar değil, dinciler!
Laiklik dindarların güvencesidir
Laiklik, bugün asıl Türkiye’nin dindarlarının güvencesidir. Zira Yeni Ortaçağ’ın dincileri, dindarlara bile tahammül etmiyorlar; dün dindar Konca Kuriş’e tahammül edememişlerdi, bugün etek boyları nedeniyle İmam Hatip liseli kızları hedef alıyorlar.
Siyasal İslamcılık böyledir: “Kimsenin kılık kıyafetine karışılmasın” diyerek sözde “demokrasicilik” üzerinden türbancılık yaparlar ama sonra türbansızları adım adım hedef almaya başlarlar; etek boyuna, elbisenin kolsuzluğuna karşı çıkmaya başlarlar. Daha vahimi, gittikçe türbanı da yetersiz bulup, türbanlıları çarşafa girmeye zorlarlar.
Çünkü türban başından beri Siyasal İslamcılar için bir başörtüsü değildi, Müslüman kadınların örtünme meselesi değildi, davaları için bir siyasal araçtı!
LeMan’ın Gazze karikatürleri
Açıkça belirteyim: LeMan dergisi, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırıma karşı çok başarılı bir karikatür yayıncılığı yaptı. Filistinlilerin haklı davasını savunan ve İsrail’e tepki gösteren sayısız karikatürleri, LeMan’ın altın madalyalarıdır.
LeMan’ın son karikatüründen, yani bombaların altında ölüp melek olmuş Muhammed ve Musa’nın Filistin’in gökyüzünde selamlaşmalarından “Peygambere hakaret” sonucu çıkarmak, en hafifinden art niyettir.
Dahası bunu “Plan şuydu: 30 Haziran’da mahkeme olumsuz karar verseydi CHP Taksim’e çıkacak ve Leman’ın provokasyonunu protesto edenlere saldıracaktı” diye savunmak, saf kötülüktür, komploculuktur. Zira LeMan’ın karikatürü 26 Haziran tarihliydi.
Emperyalizmin İslamcılık operasyonları
LeMan’ın karikatüründen İslam’a düşmanlık sonucu çıkaran ama İsrail’in İran’a attığı füzeleri “Şii vuruyor” diye alkışlayabilen kafa, elbette dindar değil, dincidir, mezhepçidir.
Emperyalizmin 19. yüzyılın sonlarında başlattığı, 20. yüzyılda Soğuk Savaş ile ilerlettiği ve 21. yüzyılda Büyük Ortadoğu Projesi içinde geliştirdiği “İslamcılık” operasyonlarını çözümleyebilmek, Müslümanlar açısından kritik önemdedir.
ABD emperyalizminin İhvan’la (Müslüman Kardeşler) ilişkisi, coğrafyamızda antikomünizme ve antiemperyalist milliciliğe karşı “Siyasal İslamcılığın” beslenmesi, Yeşil Kuşak projesi kapsamında Afganistan’da SSCB’ye karşı El Kaidelerin kullanılması, Gladyo Hizbullahı, IŞİD, Nusra, HTŞ…
Müslümanların, dindarların sorgulaması gereken işte bu ilişkilerdir.
Türkiye’nin avantajları
Evet, Türkiye’nin yaşadığı Malatya, Maraş, Çorum, Sivas/Madımak vahşeti ile emperyalizmin İslamcılık operasyonu ve onun Gladyo aygıtı arasında derin bir ilişki var.
Ama tüm bunlara rağmen yine de şunu söyleyebiliriz: Emperyalizmin 200 yıllık İslamcılık operasyonlarından, geniş coğrafyamızda en az etkilenen ülke yine de Türkiye’dir.
Çünkü Türkiye’nin bir Cumhuriyet Devrimi vardır, çünkü Türkiye’nin laikliği vardır, Çünkü Türkiye’nin Alevileri vardır, çünkü Türkiye’nin Arap İslamcılığından ve İran İslamcılığından daha hoşgörülü bir Anadolu Müslümanlığı birikimi vardır.
Bunun kavranması “devlet adamları” açısından kritik önemdedir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Temmuz 2025