Posts Tagged Atlantik
ABD İmamoğlu’nu kurtarabilir mi?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/12/2025
CHP’nin yaşadığı hukuksuzluk nedeniyle Batı merkezlerinden destek arama çizgisinin işe yaramadığı görülmüyor mu? Tersine bu çizginin içeride CHP’nin elini zayıflattığı anlaşılmıyor mu?
Bu kaçıncı?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu defalarca Batı’ya “AKP’nin bize yaptığı hukuksuzluğa karşı çık” mesajı verdiler, sayısız kere “bizi yalnız bırakmayın” çağrısı yaptılar. Karşılığında “Biz AKP’den daha Batıcıyız, daha Atlantikçiyiz, daha NATO’cuyuz” teminatı bile verdiler.
En acısı, İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in ve İngiliz İşçi Partisi’nin vermediği destek nedeniyle, “terk edilmişlik hissettiklerini” bile söyleyebildiler!
İmamoğlu’nun Atlantikçiliği
Batı’dan destek arama çizgisinin işe yaramadığı defalarca görüldüğü halde, İmamoğlu bir kez daha Washington’a sesleniyor; hem de CFR’nin dergisi Foreign Affairs’dan…
Neler söylemiyor ki…
– Türkiye için Avrupa ile daha yakın entegrasyon ve güncellenmiş Gümrük Birliği “çaresi” açıklıyor.
– AKP’nin Rusya’dan S-400 almasını eleştiriyor, “S-400 konusunun yarattığı hasarın onarılmasını” istiyor.
– İktidarın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini geciktirmesini eleştiriyor.
– AKP’nin Türkiye’yi AB’den uzaklaştırdığını, ABD’yle ilişkileri gerdiğini ve NATO içindeki güvenilirliğini zayıflattığını savunuyor.
– Asya’ya, Rusya’ya, Çin’e, temel ihtiyaçlar dışında mesafeli olmayı savunuyor.
– Kıbrıs’ta “her iki tarafı” suçlayarak, yeni bir çözüm süreci istiyor.
– ABD ve AB’yle Akdeniz’de “uyum” istiyor!
– Türkiye’yi ABD’nin “öngörülebilir” bir ortağı yapmayı vaat ediyor.
CHP Erdoğan’ı yanlış tahlil ediyor
İnanılır gibi değil. Şu listeyi kimin önüne koysanız, ABD’nin Ankara Büyükelçisinin Türkiye’den talepleri sanır!
Mesele şu: İmamoğlu bu Batıcı çizgiyle tüm engelleri aşıp aday olduğunda seçim kazanabilir mi? İmamoğlu Erdoğan’la Batıcılıkta, Amerikancılıkta, Avrupacılıkta yarışarak onu yenebilir mi?
Hiç mi Kılıçdaroğlu’nun seçime üç gün kala Rusya karşıtlığı yapmasının yanlışlığı anlaşılmadı?
Erdoğan’ın dış politikası hiç mi çözümlenemedi? Erdoğan’ın Rusya ve Çin’le ilişkileri nasıl olur da “Batı karşıtlığı” diye okunabilir? Tersine Erdoğan Rusya ve Çin’le ilişkilerini, ABD’yle ilişkilerine kaldıraç yapmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın Neo-Abdülhamitçi dış politikası özetle şudur: Rusya’yla işbirliği yaparak kendisine bölgede alan açmak, bunu ABD’yle ilişkilerinde kaldıraç olarak kullanmak ve bu ilişkileri AB ile dengelemeye çalışmak.
Çare Washington’da değil, Saraçhane’de
Hiç eğip bükmeye gerek yok. İmamoğlu’nun mesajı ABD’ye “beni kurtar” mesajıdır, “karşılığında daha Amerikancı bir yönetim kurarım” vaadidir.
Yazık ki İmamoğlu, kendisinin Rahip Brunson gibi Trump tarafından kurtarılabileceğini sanıyor. Yazık ki İmamoğlu Trump’a “ben Erdoğan’dan daha Atlantikçiyim” mesajı verince, Washington tarafından tercih edileceğini sanıyor!
Oysa tersine, ABD, kim ne vaat ederse etsin, sahaya yansıması bakımından, işlevi bakımından, yararı bakımından, AKP’den daha Atlantikçi bir partinin şu konjonktürde olamayacağını biliyor. CHP “ben daha Atlantikçiyim” dese bile, Washington, pratikte CHP’nin AKP’den daha fazla ve yararlı bir Atlantikçilik yapamayacağını gayet iyi biliyor.
Zira Erdoğan partisini ve tabanını Atlantikçiliğin her türlüsüne ikna edebilir ama Özel-İmamoğlu ikilisi CHP içindeki bağımsızlıkçı, antiemperyalist, yurtsever, Kemalist damarı ikna edemez.
Sonuç olarak İmamoğlu’nu ABD kurtarmaz, kurtaramaz ama Saraçhane Cephesi kurtarabilir. Tabii o cepheyi Batıcı çizgisiyle eritmezse!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Aralık 2025
NATO’nun bir geleceği var mı?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 02/07/2025
Lahey’deki son NATO liderler zirvesine gidilirken, Atlantik ailesinin önündeki en önemli soru şuydu: Trump’ın ABD’si ile Avrupa ilişkileri nasıl olacak? Atlantik’in iki yakası arasındaki NATO bağı gevşiyor mu?
ABD’nin müttefiki AB’ye uyguladığı yaptırımlardan, ABD’nin AB’ye dayattığı ve şimdi arkasında durmaktan geri adım attığı Ukrayna savaşına kadar pek çok sorun, NATO içinde NATO’nun geleceği konusunu sorgulatıyor.
Hatta bu konunun en az sorgulandığı ülkelerin başında da ne yazık ki Türkiye geliyor. Türkiye’nin komünistleri ve sosyalistlerinin NATO karşıtı pozsiyonu, önümüzdeki yıllarda çok daha iyi anlaşılacaktır.
Transatlantik’in “yüzde 5” bağı
Lahey’da NATO ülkelerinin savunma harcamalarını yüzde 5’e yükseltmeyi kabul etmesi, ABD-Avrupa ilişkilerini şu aşamada “bağlayan” konu oldu. Trump’ın bu dayatmasını kabul eden Avrupalılar, gerçi bir yönüyle Washington’a yeni bir haraç ödemiş olacaklar ama bununla “Rusya’ya karşı ABD şemsiyesi” kiralamayı sürdüreceklerini düşünenler çoğunlukta…
Kısa sonuç bildirisindeki olmayanlar, örneğin “baş rakip” ilan ettikleri Çin’e yer vermemeleri, örneğin Rusya’nın müdahalesine temel gerekçe olan Ukrayna’nın NATO üyeliğine bu kez atıf yapılmaması, stratejik planda bir geri adıma işaret ediyor.
AB içinde iki Avrupa
Gelelim ABD-AB ilişkilerine ve NATO’nun bu ilişkileri koruyup koruyamayacağına…
AB içinde uzun zamandır başını Paris-Berlin ekseninin çektiği “ABD’den stratejik özerk olma“ anlayışı vardı. Bu anlayışın gereği olarak bir “Avrupa Ordusu” oluşturmayı da tasarlıyorlardı. ABD’nin kışkırttığı ve dayattığı Ukrayna savaşı, AB’deki bu stratejik özerklik arayışını kısmen zayıflattı ama ortadan kaldırmadı.
Diğer yandan AB içinde Polonya’nın Baltık, Doğu Avrupa ve Batı Karadeniz ülkeleri ile AB içindeki Batı Avrupa’ya karşı bir merkez olma iddiası da var. AB’den çıkmış İngiltere’nin de bir çeşit “küçük Avrupa ittifakı” görerek işbirliği yaptığı bir proje bu…
Crosetto: NATO’nun varlık nedeni kalmadı
Bir de AB içinde “kafası karışık” ülkeler var. NATO’nun geleceği, stratejik özerklik, Avrupa Ordusu vb konularda net tutumu olmayan ya da tutumu sık sık değişen ülkeler…
Bunların başında da İtalya geliyor.
Örneğin İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Parlamentonun üst kanadı Senato Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, şöyle dedi: “NATO’ya paralel bir Avrupa savunması oluşturmanın hata olacağını düşünüyorum” (AA, 24.6.2025).
Oysa…
Başbakan Meloni’nin bu çıkışından bir kaç gün önce, İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto bambaşka bir çıkış yapmıştı. Padova’daki bir sempozyumda konuşan Crosetto şöyle dedi: “NATO’nun artık var olma nedeni kalmadı. Bir zamanlar dünyanın merkezi Atlantik Okyanusu idi, şimdi bütün dünya” (AA, 20.6.2025).
AB içinde “NATO’dan ayrı savunma“ görüşü
ABD’nin AB’ye karşı tutumu, bir süredir Avrupalı siyasetçiler tarafından sorgulanıyor. Özellikle ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Avrupa’yı “azarlayan” o konuşması, pek çok Avrupalı siyasetçi tarafından hâlâ sindirilmiş değil.
Avrupa Parlamentosu (AP) içindeki pek çok isim Trump’ın Avrupa’ya yaklaşımını sorguluyor. Örneğin AP’nin en büyük grubu olan Avrupa Halk Partisi Başkanı Alman muhafazakâr Manfred Weber, Euroactiv’e verdiği bir röportajda, “Trump yönetiminin kendilerini itip kakmasına izin vermeyeceklerini” belirtti (Harici, 26.6.2025).
Lahey’deki NATO liderler zirvesine de değinen Weber, “zirvede ortaya çıkan mesaj, transatlantik işbirliğinin sürdürülmesi” dedi ve ama ekledi: “Avrupa, NATO içinde kendi savunma temeline ihtiyaç duyuyor.”
Alman CSU kökenli Manfred Weber, bu amaçla “Avrupa güvenlik mimarisinin kurulması” çağrısını yineledi.
Türkiye sorunu stratejik düzeyde ele almalı
Kısacası yıllar önce Fransa’nın “beyin ölümünün gerçekleştiğini” saptadığı NATO’nun geleceğinin gerçekten olup olmayacağının daha fazla sorgulanacağı yeni bir sürece giriyoruz.
Türkiye’nin siyasetçilerinin ve aydınlarının bu nedenle meseleyi, stratejik düzeyde ele alması gerekiyor. Soğuk savaş şablonlarından çıkarak, Crosetto’nun yukarıda işaret ettiğim konuşmasındaki “yeni merkez” gerçeğine göre “güvenlik mimarisi” konusunun kapsamlı ve çok boyutlu bir şekilde ele alınması gerekiyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
2 Temmuz 2025
ABD’nin hakimiyet dönemi bitti
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 26/05/2025
ABD Başkanı Donald Trump, West Point Askeri Akademisi’nde önemli bir konuşma yaptı. Trump, “ABD’nin başka ülkelere silah gücüyle ‘demokrasi yerleştirme‘ politikasına son verdiğini” açıkladı: “Askerlerimiz kendi ülkemizle hiçbir bağlantısı olmayan ülkelere gönderildi. Orada devlet inşası ile uğraşmak zorunda bırakıldılar. Ama şimdi bunların hepsi geride kaldı, artık o tür hataları tekrarlamayacağız.”
Trump, ABD ordusunun bu şekilde birkaç yanlış savaşa itildiğini, bunun da hem ABD’ye büyük maddi kayıpları getirdiğini, hem de çok sayıda insan hayatına mal olduğunu belirtti.
Trump, ABD ordusunun görevinin silah zoruyla devlet kurmak olmadığını, ülkenin güvenliğini sağlamak olduğunu belirtti. ABD Başkanı Trump, bu kararıyla ABD ordusunun uluslararası arenada yeniden saygı ve prestij kazanacağını kaydetti.
Vance’in dile getirdiği gerçek
Peki Trump bu kararı gerçekten de o politikayı yanlış bulduğu için mi, başka ülkelere demokrasi götürmeyi ahlaki saymadığı için mi aldı? Yoksa ABD’nin bu tür operasyonlara artık gücünün yetmediğini gördüğü için mi aldı?
Yardımcısının aynı gün yaptığı bir başka konuşma, aslında bu soruya yanıt veriyor.
ABD Başkan Yardımcısı James David Vance, “ABD’nin tartışmasız hakimiyet döneminin bittiğini” açıkladı. ABD Deniz Harp Okulunun mezuniyet töreninde konuşan Vance, “Bu nedenle artık ucu açık çatışmalara girmeyeceklerini” söyledi.
ABD Başkan Yardımcısı Vance, “çatışmalardan artık bir bedel ödemeden çıkmayı varsayamacaklarını”, bu nedenle “savunma alanında teknolojik atılım yapmak zorunda olduklarını” belirtti.
Amerikan hegemonyasının sonu
Vance’in sözleri, uzunca bir süredir anlatmaya çalıştığım, 2018’de de Amerikan Hegemonyasının Sonu ismiyle bir kitapla işaret ettiğim yakın gelecek, işte geldi…
ABD artık dünyanın “efendisi” değil. Öyle Irak’taki gibi dünyaya “ya bendensiniz, ya düşmanımsınız” diyebilme lüksü yok. Tersine ABD küresel liderliğinin erozyona uğradığı gerçeğini kabul ederek, ona göre yeniden konumlanıyor. Trump’ın Atlantik dünyasında şaşkınlık uyandıran bazı politikalarının esas nedeni de bu.
ABD hegemonyasının zayıflaması, çok kutuplu dünya inşasını kolaylaştırıyor; çok kutuplu dünya inşası da ABD hegemonyasının zayıflamasını hızlandırıyor.
Ve ABD hegemonyasının zayıflaması, Atlantik dışı dünya ülkelerine yarıyor. Bu gerçeği gören ülkeler, işte bu yeni duruma göre pozisyon alıyorlar.
Devrimci cumhuriyet
Türkiye de bu gerçeğe göre konumlanmalıdır. Türkiye’nin çok taraflı politika izleme şansı bugün düne göre daha fazladır, yarın bugüne göre çok daha fazla olacaktır.
Bu durum, Türk siyasetine de yansıyacak: Yarın BOP eşbaşkanlarının, Atlantikçilerin, NATO’cuların, Amerikancıların, katıksız Batıcıların, neoliberalizme bağlananların değil; bağımsızlıkçıların, antiemperyalistlerin, kamucularındır…
Tansu Çiller’in ifadesiyle “son sosyalist devleti yıktık” diyerep kutladıkları, Abdullah Gül’ün ifadesiyle “devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor” dedikleri, kısacası Menderes’ten Demirel-Özal’a, Çiller’den Erdoğan’a, elbirliğiyle Atlantik’te batırdıkları cumhuriyetimizi yarın “devrimci bir cumhuriyet” olarak yeniden kurmanın arifesindeyiz aslında bugünlerde…
Cumhuriyetçiler, işte bu bilinçle dün “Cumhuriyetçiler Kurultayı”nı yaptılar Ankara’da. Şimdi sıra bunu bir kuvvete dönüştürmekte…
Adım adım…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Mayıs 2025
İngiltere’nin sistemi kurtarma rolü
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 05/03/2025
Beyaz Saray’dan kovulan Zelenski, ”ya darbe ya teslimiyet” seçeneğiyle karşı karşıya kaldı.
Güvenlik garantisi verilmediği için Trump’ın “madenlere çökme” anlaşmasını imzalamayan ve bu nedenle basın önünde ABD başkanı ve yardımcısı tarafından azarlanan Zelenski, koltuğunu korumak için teslimiyeti seçti.
Ukrayna Parlamentosu’ndan Trump’a çağrı
Ukrayna Parlamentosu, resmi sitesinden bir açıklama yayınlayarak Trump’tan fiilen özür diledi ve Kiev’in pozisyonunu açıkladı: “Ukrayna Parlamentosu, Başkan Donald Trump’ın barışı güvence altına almayı amaçlayan bir müzakere sürecini başlatma girişimlerini memnuniyetle karşılıyor. Ukrayna Parlamentosu, özellikle kritik minerallerin keşfi alanında ABD ile stratejik ortaklığın daha da geliştirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.”
Bu iki konu Zelenski’ye darbe anlamına geliyordu:
1) Zelenski ABD’nin Rusya’yla yürüttüğü ve AB’yi masa dışında tuttuğu müzakereye karşıydı o nedenle Riyad’daki görüşmelere Ukrayna heyeti katılmadı.
2) Zelenski, kritik minerallerle ilgili anlaşmayı güvenlik garantisine bağlamaya çalışıyordu.
Ukrayna Parlamentosu bu iki konuda Zelenski’den farklı bir tutum alarak ABD’ye açıkça “bizi bırakma” mesajı vermiş oldu.
Zelenski’nin görevden alınması istendi
Ukrayna Parlamentosu’nda daha ileri gidenler de oldu. Muhalefet milletvekillerinden Aleksandr Dubinski, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin görevden alınmasını (azledilmesini) talep etti.
Dubinski, Zelenski’nin Beyaz Saray’daki başarısızlığının ABD’nin koşulsuz desteğini kaybetmesine neden olduğunu, bu nedenle görevden alınması gerektiğini savundu.
Musk’tan Zelenski için sürgün teklifi
Dünyanın en zengini ve ABD Hükümet Verimliliği Bakanlığı sorumlusu Elon Musk ise Zelenski’ye sürgün teklif etti. Musk, Ukrayna’da “barışçıl bir demokrasiye geçiş” karşılığında Zelenski’ye tarafsız bir ülkede af teklifinde bulundu!
Böylece emperyalist ABD, açık açık Rusya’ya karşı kullandığı aletini, Rusya’yla yeni dönemin şartları gereği gözden çıkardığını ortaya koymuş oldu.
Zelenski teslim oldu, geri adım attı
Gerçi Zelenski ABD’nin muamelesi karşısında AB’nin desteğini aldı ama o destek, açık ki Ukrayna’nın “uzun savaş” yürütmesine yetmeyecekti. ABD’nin olmadığı bir savaşı, AB’nin Rusya’ya karşı sürdürebilmesi olası değil.
Avrupalı liderlerin Londra’da toplanarak Zelenski’ye ve Ukrayna’nın savaşı sürdürmesine destek vermelerini Zelenski savaş cephesinden çok, içeride konumunu koruyacak bir kalkan olarak görüyordu ama Ukrayna Parlamentosu’nun açıklaması, pozisyonunun çok kaygan bir zeminde olduğu gerçeğini kendisine gösterdi.
Zelenski bu nedenle geri adım attı ve “Ben ve ekibim, kalıcı bir barış için Başkan Trump’ın güçlü liderliği altında çalışmaya hazırız” dedi.
Daha önce Riyad’a “ABD – Rusya görüşmesine meşruiyet kazandırmamak için” gitmediğini açıklayan Zelenski, bu kez “Ukrayna, kalıcı barış için en kısa zamanda müzakere masasına oturmaya hazırdır” dedi.
Oysa Zelenski Washington dönüşü Londra’ya giderken, Trump’tan özür dilemeyeceğini ve Beyaz Saray’da yaşanan tartışmadan pişman olmadığını söylemişti.
Erdoğan: “Türkiye’siz Avrupa güvenliği düşünülemez”
Trump yönetiminin Rusya’yla müzakere yapmaya yönelmesi, Atlantik’in iki yakasını karşı karşıya getirdi. Öyle ki ABD içinde NATO’dan, hatta BM’den ayrılma seslerinin yükseldiği bu süreçte, Brüksel, gelecekte başının çaresine bakmak zorunda kalabileceğini düşünüyor.
Hatta Erdoğan yönetimi “ABD’nin askeri gücünü Avrupa topraklarından çekme” olasılığını Türkiye için bir fırsat görerek, “AB’nin savunmasını Türkiye kurtarır” ve “Türkiye’siz bir Avrupa güvenliği düşünülemez” açıklamaları yapıyor sık sık…
Elbette ABD, Rusya’yı Çin’den koparma stratejisini izlediği için bu gelişmeler yaşanıyor ama bu ABD’nin AB’den vazgeçeceği ya da AB’nin en azından bu haliyle ABD’siz yapabileceği anlamına gelmiyor.
İngiltere’nin arabuluculuk rolü
Nitekim İngiltere de bu amaçla özel bir rol oynuyor. Londra, ABD-Avrupa saflaşmasında her ne kadar Washington’la karşı karşıya geldiyse de esas olarak Atlantik sistemini kurtarmaya çalıştığı anlaşılıyor.
Cumhuriyet’teki 3 Mart tarihli “Transatlantik yarılma” başlıklı makalemde, Londra’nın politikasını “İngiltere arabuluculuk çizgisi izliyor” diye yorumlamıştım.
Nitekim The Times’a konuşan üst düzey bir İngiliz yetkili de Londra’nın Zelenski’den ABD ile ilişkileri düzeltmesini istediğini açıkladı. İngiliz yetkili, Zelenski’nin yapması gereken üç şey olduğunu açıkladı: Zelenski 1) kurallara göre oynamalı, 2) ABD Başkanı Donald Trump’a saygı göstermeli ve 3) müzakere masasına oturmalı.
Trump’ın stratejisinin zayıflığı
Tüm bu yaşananlar emperyalizmin piyonlarını nasıl kullanıp atabildiğini, o piyonlara inanan halkların nasıl büyük acılar yaşayabildiğini ve en önemlisi de herşey biterken nasıl da ülkelerin sömürgeleştirildiğini ortaya koyması bakımından derslerle doludur.
Biden yönetiminin savaşa kışkırttığı Ukrayna, Trump yönetimi tarafından adım adım “Amerikan mandası” yapılıyor.
ABD, Rusya’yı Çin’den koparabilmek için gerekirse AB’yi de karşısına aldı. Ama bu bir yarılma da olsa, kopmaya dönme olasılığı zayıf. Çünkü 1945 düzeni, Avrupa’yı ABD’ye bağımlı hale getirdi. Avrupa küresel güç mücadelesinde ABD’ye sırtını dönüp kendi başına hareket edecek kadar güçlü değil, ABD de Avrupa’dan vazgeçecek kadar güçlü değil.
Ama Trump’ın stratejisinin asıl dayanaksız yanı şu: Çin ve Rusya ilişkilerini zayıflatabilmesi pek olası görünmüyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
5 Mart 2025
Transatlantik yarılma
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 03/03/2025
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin Beyaz Saray’da uğradığı muamele, hem ABD ile Ukrayna arasındaki vasallık ilişkisini ortaya koydu ama hem de Transatlantik cephesindeki yarılmayı resmetti.
İlkini uzun uzun konuşmaya gerek yok: ABD parası ve silahıyla, aslında ABD’nin olan bir savaşa girmenin faturası özetle. Emperyalist devlet, kullandığı aletine, “350 milyar dolar harcadım, 500 milyar dolar geri almak için madenlerini sömüreceğim” diyor.
Ama ikincisi, yani Transatlantik cephedeki yarılma, Türkiye ve dünya açısından kritik önemde.
ABD ve AB BM’de karşı karşıya
Transatlantik yarılmayı ortaya koyan gelişmeleri özetleyelim önce:
– ABD ve AB, önce Münih Güvenlik Konferansı’nda ağır bir tartışmayla karşı karşıya geldi. ABD liderliğinin AB’deki aşırı sağcı partilerle ilişkisi ve ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in AB’yi “demokrasiniz zayıflıyor” diye suçlaması, yarılmanın su yüzüne çıkışı olarak değerlendirilebilir.
– Trump’ın Putin’le uzun telefon görüşmesi yapması ve Ukrayna’daki savaşı bitirme kararı alması, ABD ve Rusya heyetlerinin bu amaçla Riyad’da görüşmelere başlaması, Washington’un bu süreçte AB’yi masa dışında tutması, yarılmanın derinliğine işaret ediyordu.
– Ardından ABD ve AB BM’de karşı karşıya geldi. AB ülkelerinin hazırladığı ve Rusya’yı suçlayan, Ukrayna’yı destekleyen tasarıya ABD BM Genel Kurulu’nda “hayır” dedi! Öyle ki Çin ve İran bile tasarıya “çekimser” kalmıştı. Ardından ABD bir başka tasarı hazırladı ama içeriği AB ülkelerinin önergeleriyle tamamen değişti. ABD bu tasarıya Çin ve İran ile birlikte “çekimser” kaldı. ABD üçüncü olarak BM Güvenlik Konseyi’nde oylanmak üzere “Rusya’yı rahatsız etmeyecek” bir tasarı hazırladı; 10 ülke “evet” dedi, 5 ülke “çekimser” kaldı. ABD bu oylamada da yine BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri İngiltere ve Fransa’yla karşı karşıya kaldı.
”ABD BM’den çekilmeli” tasarısı
– Cumhuriyetçilerin ABD Kongresi’ne sunduğu “Başkan ABD’nin BM üyeliğini tamamen sona erdirmeli” çağrılı tasarı ise ABD içindeki büyük çelişkiye işaret ediyordu.
– ABD ve AB, “en zengin kapitalistler” kulübü olan G7’de de karşı karşıya geldi. ABD, Rusya’yı saldırgan diye tanımlayan bildiriye karşı çıktı.
– İngiltere ise bu süreçte arabuluculuk çizgisi izliyor görüntüsü veriyor. Beyaz Saray’dan kovulan Zelenski’yi Londra’ya davet eden İngiltere Başbakanı Starmer, Ukrayna’ya “uzun savaş” stratejisini sürdürebilmesi için siyasi, ekonomik ve askeri destek açıkladı. Londra’nın Trump’ı Biden’ın “uzun savaş” stratejisine yeniden dönmeye ve Zelenski’yi de Trump’tan ”özür diletmeye” çalıştığı anlaşılıyor.
Yeni dünya düzeni sancıları
Bu tablo, aslında“yeni dünya düzeninin” inşa sancılarıdır. ABD, uzun zamandır küresel liderliğini nasıl sürdüreceğinin mücadelesini veriyor. Trump’ın iktidarı ile “büyük savaşsız çözüm” arayışının öne çıktığı anlaşılıyor.
Hatta Trump cephesi içinde “ABD’nin dünyayı Çin’le paylaşması gerektiği” görüşü de bir eğilim olarak belirmiş durumda. ABD’nin Atlantik ve Pasifik Okyanusu arasındaki tüm bölgeyi nüfuz alanı olarak gördüğünü ve diğer bölgelerdeki yeni durumu kabul edilebileceğini ortaya koyduğu bir görüş bu…
ABD içindeki farklı eğilimlerin nereye evrilebileceğini kestirmek güç. Zira Trump kabinesi aslında bir koalisyondur ve bu nedenle Trump’ın II. dönemi, JD Vance’in I. dönemi olarak da okunabilir.
ABD-AB yarılması dünyanın yararına
Özetle Trump-Vance-Musk koalisyonu, Rusya’yı Çin’den koparma stratejisi izliyor. Ancak ABD’nin Çin-Rusya stratejik işbirliğini zayıflatabilmesi çok olası görünmüyor, tersine bu çizginin ABD-AB işbirliğini zayıflatması daha olası. Yani ABD Rusya’yı Çin’den kopartayım derken, AB’yi kaybedebilir.
Bu süreci iyi değerlendirebilirse, AB de buradan kazançla çıkar. AB’nin stratejik özerklik başlatıp, adım adım ABD’ye bağımlılıktan kurtulması, Brüksel’i çok kutuplu yeni dünyada önemli bir güç merkezi haline getirir.
En önemli boyutuyla bitirelim: Bu yarılma Türkiye’yi, bölgemizi, Küresel Güney’i nasıl etkiler? Transatlantik yarılma ve ABD-AB müttefikliğinin bozulması, elbette dünyanın büyük çoğunluğunun yararınadır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Mart 2025
AB’yi kurtarma misyonu
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 25/02/2025
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir misyon açıkladı: AB’yi kurtarmak!
Erdoğan kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada aynen şöyle dedi: “Avrupa Birliği’ni (AB) ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir. Türkiye’nin Birliğe tam üyeliği kurtarabilir” (AA, 24.2.2025).
Erdoğan’ın bu çıkışı yapmasını sağlayan konu, ABD Başkanı Donald Trump’ın politikalarının AB’de doğurduğu endişe, yeni ABD yönetiminin Rusya’yla Ukrayna sorununu AB’siz çözme hamlesi, AB liderlerinin bu nedenle yaptığı kaygılı açıklamalardır aslında…
Liberal demokrasi
Ama Erdoğan “AB’yi kurtarma” misyonunu, buraya değil, liberal demokrasinin erozyonuna bağlıyor ve şöyle diyor: “Bir dönem tüm sorunların ilacı olarak gösterilen liberal demokrasi artık eski gücünü, eski itibarını ve etkisini yitirmiştir. Topluma rota çizmekte siyasete anlam kazandırmakta insanlara umut ve güven vermekte yetersiz kalmaktadır. Hayat gibi siyaset de boşluk kabul etmez. Batı’da bugün yaşanan durum işte budur. Avrupa demokrasilerinde ortaya çıkan boşluğu son seçimlerde görüldüğü üzere aşırı sağcı demagoglar dolduruyor” (AA, 24.2.2025)
”Liberal demokrasi”nin gücünü, etkisini, itibarını yitirdiği açık, bu konuda Erdoğan’ın saptaması elbette doğru. Nitekim Erdoğan da bindiği “liberal demokrasi” tramvayından uzun süre önce inmişti.
Ancak mesele şu: Erdoğan, liberal demokrasiyi terkederken, daha ileri bir demokrasi modeline geçmiş değil, tersine “liberal demokrasi”nin çok gerisine ülkeyi çapalamış durumda.
Erdoğan’ın “Avrupa’da liberal demokrasinin boşluğunu aşırı sağ dolduruyor” dediği durum, Türkiye’de zaten gerçekleşti: Siyasal İslamcılık, Türk-İslam sentezi sağdır, Cumhur İttifakı koalisyonunun HUDA-PAR gibi bileşenleri aşırı sağdır, AKP’nin dayandığı tarikatlar, cemaatler aşırı sağdır.
AB’ye jandarma olma dilekçesi
Türkiye’nin “AB’yi ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara, içine düştüğü çıkmazdan kurtarabilmesi” ise bir “iç propagandadan” öte anlam taşımıyor. Çünkü:
1) Türkiye’nin AB ekonomisini kurtaracak gücü yok: “Almanya bizi kıskanıyor” konusu ekonominin derin krizini perdeleme çabasından başka bir şey değil. Çalışanların çoğu asgari ücretli ve asgari ücret yoksulluk sınırının altında. İşsiz işçilerimizin de AB’ye ilaç olabilmesi mümkün değil çünkü Avrupa’da da işsizlik sorunu var artık.
2) Türkiye’nin AB savunmasını kurtarma konusu ise aslında çok sorunlu bir konudur. Birincisi bu, temelde “AB’ye jandarma” olma dilekçesidir, onur kırıcıdır. İkincisi AB’nin kime karşı savunmasına çare olunacaktır? Rusya’ya mı? Vahimdir…
AB’yi sığınmacılardan koruma misyonu
“Türkiye’nin tam üyeliğinin AB’yi kurtaracağı” konusu hem kurtarılacak olan açısından hem de kurtarmaya soyunan açısından iki yönlü yanılsamadır.
AB’nin Türkiye’yi “tam üye” yapma olasılığı 40 yıldır zaten yoktu, olmayacaktır. Brüksel, Berlin, Paris için Türkiye’nin yeri AB değil, Avrupa Siyasal Topluluğu’dur. İlki birleşik devlettir, ikincisi coğrafi bir topluluktur.
AB’nin Türkiye için belirlediği pozisyon açıktır; AB ile Ortadoğu arasında “tampon ülke” olmak. Nitekim o rolün gereği anlaşmaları da “AB’yi kurmartma misyonuna” soyunan AKP iktidarı yaptı, sığınmacıları geri kabul anlaşmasıyla “Avrupa’yı istiladan kurtarma” görevini kabul etti.
AKP’li Başbakan Binali Yıldırıım 2016’da “Türkiye olmasa mülteciler Avrupa’yı istila edecek” diyerek, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019’da “Avrupa’nın huzurunun, 4 milyon sığınmacının Türkiye’de tutulmasına bağlı olduğunu” belirterek o anlaşmaları savundular.
Yani Türkiye’nin “AB ekonomisini ve savunmasını kurtarması” söz konusu değil ama Türkiye’yi yönetenlerin AB’yi sığınmacılardan koruduğu bir gerçektir.
Atlantik sistemi,, Türkiye’yi içeri almayacağı AB kapısında bekleterek yükselen Asya’dan, BRICS’ten uzak tutmaya çalışırken, AKP de “AB üyeliği” propagandası ile kendisini düşmekte olduğu iktidar çıtasının üstünde tutmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla Türk toplumuna yeniden “AB üyeliği” propagandası yapmak, çaresizliğe çare arama çabasından başka bir şey değildir.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
25 Şubat 2025
Atlantik + Astana = 0
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 18/01/2025
Türkiye’nin davet edilmediği Roma’daki Suriye zirvesi, Ankara açısından derslerle doludur.
Alınacak ilk ders şudur: Çok kutuplu dünyada “çok taraflı” politika yapmak ile neo-Abdülhamitçi dengecilik uygulamak, iki zıt yoldur. İlkinde kazanç, ikincisinde ise kısa vadede kazanç olsa bile orta ve uzun vadede kayıp vardır.
Bu sonucu oluşturan fark ise şuradan kaynaklanmaktadır: Çok taraflılıkta, ulusal çıkarlar gereği farklı taraflarla farklı işbirlikleri yapılır; neo-Abdülhamitçi dengecilikte ise bir tarafla yapılan işbirliği diğer tarafla pazarlıkta kullanılmaya çalışılır.
Üç evre
Roma’da ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya Dışişleri Bakanları Suriye’yi konuştu ama Türkiye’yi davet etmedi. Oysa 13 yıl önce Esad’ı yıkmak üzere birlikte Atlantik cephesi olarak yola çıkmışlardı.
ABD’nin hedefi belliydi; Irak’tan sonra Suriye’de de rejimi değiştirmek ve sonrasında ülkeyi etnik ve mezhep temelinde parçalamak. Ankara ne yazık ki uyarıları dinlemeyerek ABD’nin projesine eklemlendi.
Suriye’ye Atlantik saldırısının ikinci evresinde, Ankara ABD’nin “Kürt koridoru” hedefi belirginleşince, pozisyonunu yenilemeye soyundu. Ama şu farkla: Hem çıkarlarının ortaklaştığı Rusya ve İran ile birlikte hareket etmeye başladı ama hem de ABD’yle Suriye’deki işbirliğini çeşitli düzeylerde sürdürdü. Çünkü neo-Abdülhamitçi dengecilik ile Rusya’yla işbirliği üzerinden manevra alanı sağlayacaklarını ve bunu ABD’yle pazarlıkta kullanarak Suriye’de yine de kazanacaklarını düşündü.
Günün sonunda, Rusya ve İran’la işbirliğini kenara itip Esad yönetimini yıkacak son harekata destek verdi. Esad yıkıldı, HTŞ Şam’’da iktidar oldu ve Ankara “zafer” ilan etti.
Suriye’deki son tablo
Ama Suriye’de asıl kazanan İsrail’di. Çünkü İran’dan Lübnan’a uzanan direniş ekseninde önemli bir gedik açıldı, İran’la işbirliği yapan Baas rejiminden kurtuldu ve Şam’da artık İran karşıtı HTŞ var, işgal altında tuttuğu Golan’ı genişletiyor, kuzeyde Kürtlerin güneyde Dürzilerin özerkliği ile parçalı ve zayıf bir komşu için uğraşıyor.
Suriye’de zafer ilan eden Ankara’nın beklentisi ise HTŞ’nin kendi güdümünde olması ve ABD kontrolündeki PYD bölgesini dağıtması.
HTŞ Ankara’nın güdümünde olacağının izlenimini pek vermiyor. Örneğin Türkiye yeni rejimi ilk ziyaret eden ülke olmasına rağmen yeni rejimin Dışişleri Bakanı Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ile Ürdün’ü ziyaret ettikten sonra Türkiye’ye ancak beşinci sırada gelebildi.
Özetle HTŞ, Batı-Körfez hattına dayanarak iktidarını sürdürebileceğini hesaplıyor.
Barzani-Mazlum Abdi görüşmesi
Fırat’ın doğusundaki durum şu:
1) Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in beklentisinin aksine, ABD Trump döneminde de Suriye’deki varlığını koruyacağının izlenimini verdi. Trump’ın Dışişleri Bakanı adayı Marco Rubio, Senato Dışilişkiler Komisyonu’nda sorulara verdiği yanıtta, SDG’ye desteklerinin süreceğini açıkladı.
2) ABD, SDG ile ENKS’nin “Kürt birliği” oluşturması için bir süredir taraflarla görüşüyor. ABD, Barzanicilerin kolu olan ve Ankara tarafından desteklenen ENKS ile SDG arasındaki görüşmelerde ilerleme sağladı. Son olarak SDG Komutanı Mazlum Abdi doğrudan Mesut Barzani ile görüştü.
Sıfır müttefik
Özetle Ankara; Suriye’ye Atlantik saldırısının birinci evresinde ABD, İngiltere ve Fransa ile hareket etti, ikinci evrede Rusya ve İran ile işbirliği yaptı ama bunu ABD’yle pazarlıkta kullanmaya çalıştığı için derinleştiremedi, üçüncü evrede ise Rusya ve İran’a sırtını döndü.
Sonuçta Türkiye’nin Suriye’de müttefikleri olarak ne Rusya ve İran var, ne de ABD, İngiltere ve Fransa. Özetle Atlantik + Astana = 0 oldu.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Ocak 2025
Küresel güç mücadelesi açısından Suriye
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 12/12/2024
Suriye’de Beşar Esad yönetiminin yıkılması sorunu, aynı zamanda küresel güç mücadelesinin bir parçasıdır. O perspektiften bakıldığında, elbette Esad’ın yıkılması Küresel Güney cephesi açısından bir yenilgidir.
Ancak bu yenilgi üzerinden “liberal kapitalizmin” ve Atlantik’in zaferi bağlamında, tıpkı 90’larda olduğu gibi bir “tarihin sonu” okuması yapmak elbette doğru değildir. Zira küresel güç mücadelesi inişli çıkışlıdır, düz bir doğru şeklinde ilerlemez.
Atlantik cephesinin ideologları ve propaganda makineleri, Esad’ın yenilgisini dar anlamda Rusya-İran cephesine, geniş anlamda Çin’in inisiyatifinde gelişen Küresel Güney cephesine bir hezimet olarak yazmaya çalışmaktadır ama bu hem tarihin kısa bir anı hem de asıl görüntünün içinde bir kesitten ibarettir.
Doğru, Suriye cephesinde bir yenilgi yaşanmıştır ama mücadele Batı Asya’da, Güney Amerika’da, Afrika’da, Asya’da sürmektedir; ve Küresel Güneycilik hâlâ hamle üstünlüğüne sahip olan taraftır.
Küresel Güneycilik
Meseleye güneyden baktığı halde “kesin yenilgi” görenler ise Küresel Güneyciliği eski blok siyasetiyle karıştırmaktadır. “Hani Çin nerede?” diye soranlar, Küresel Güneyciliği ya da çok kutupluluğu, blok siyasetinde olduğu gibi, herkesin birinin arkasına dizilmesi şeklinde algılamaktadır. Oysa çok kutupluluk özü itibariyle hegemonyacılıkla mücadeledir; yeni bir hegemonun arkasında bloklaşmak değildir.
Dolayısıyla sorun çıkan her yere asker göndermek, soruna çatışma riski alarak doğrudan müdahil olmak Küresel Güneycilik değildir. Küresel Güneycilik, Atlantik’in hegemonyasını kırarak, gelişmekte olan ülkelere alan açma işidir. Üstelik “büyük savaş”sız çözüm gereği ağır ileleyecek bir süreçtir. Haliyle inişli çıkışlı olacaktır. Zira Atlantik de kendi düzenini tamamen yitirmemek için hamleler yapacaktır.
Atlantik cephesinin durumu
İşte Suriye’de olan budur; Atlantik kuvvetleri, el birliğiyle, vekillerinin toplamıyla bir hamle yaptı. Öyle olduğu için de karşıt görünümlüler fiilen aynı cephede buluşabildi.
ABD için Suriye cephesi, küresel düzlemde Rusya’yla, bölgesel düzlemde İran’la mücadele edilecek sahadır. O sahada stratejik hedef Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devleti kurmaktır; yolu Esad’ı yıkmaktır.
İsrail için Suriye cephesi, bölgesel düzlemde İran’la mücadele edilecek ve direniş eksenini kıracak sahadır. Tel Aviv bu nedenle güvenliği açısından müttefiki gördüğü PKK devletini istemekte ve Suriye’nin güneyinden parça koparmayı amaçlamaktadır.
Durumu en karışık olan ise Türkiye’dir; çünkü Türkiye’nin ulusal çıkarları ile Türkiye’yi yönetenlerin siyasi çıkarları çelişmektedir. O nedenle neden-sonuç bağlamında açmazlar yaşanmaktadır; hem PKK devletine karşı çıkıp hem de Esad’ı yıkmaya çalışmak gibi, hem İsrail’e karşı olup hem de İsrail’in Esad ve İran karşıtlığıyla fiilen uyumlu olmak gibi…
Sonuçta ABD, İsrail ve Türkiye Esad’ı yıkmakta ortak; Esad’ın yıkılmasının doğurduğu iki sonuçtan “HTŞ devletine” bakışta ortak, “PKK/PYD devletine” bakışta karşıttır. Washington’un yeni uğraşı, işte bu karşıtlığı uyumlulaştırmaktır.
13 yıl direnebilmek
Bitirirken önemle belirteyim: Baas ve Esad’ın 13 yıl boyunca Atlantik saldırganlığına karşı direnebilmesi, petrolü ve doğalgazı olmayan bir ülkenin 13 yıl boyunca ambargoyla mücadele edebilmesi, dünyanın dört bir tarafından terörist akınına uğrayan bir ülkenin 13 yıl boyunca terörle mücadeleyi sürdürebilmesi hiç kolay değildir.
Üstelik bu 13 yıl boyunca Atlantik cephesi silahtan ideolojik aygıtlara, psikolojik savaştan sabotajlara kadar pek çok aracı kullanmışken…
Ve evet, Esad’ın 13 yıl direnebilmesi de çok kutupluluğun, Küresel Güneyciliğin etkisiyledir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Aralık 2024
Türkiye’yi AB kapısından kurtarmanın anahtarı olarak BRICS
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 25/06/2024
Kemalist kesimlerin bir bölümündeki en büyük zihin bulanıklığıdır: Atatürk’ün “Batıcılığı” miras bıraktığını savunurlar. Oysa Atatürk’ün bıraktığı “siyasi miras” Batıcılık değil, muasır medeniyettir, çağdaş uygarlıktır.
Çünkü Atatürk tarihi iyi biliyordu, uygarlığın el değiştirdiğini biliyordu. İnsanlık zamanla çoğalan vagonlar gibiydi ve lokomotifi kullananlar sürekli değişiyordu. Lokomotifi uygarlığa öncülük edenler kullanıyordu. Son 400 yüzyıldır da sanayi devrimi, kapitalizm, modernite ve aydınlanma ile uygarlığa Batı liderlik ediyordu.
Tek dişi kalmış canavar
Ancak Batı, devrimci barutunu tüketmekte, ilerici özelliklerini yitirmekte, gericileşmekteydi. Kuşkusuz bunu Atatürk de görüyordu. Çünkü Batı’nın emperyalizm aşamasında olduğunu biliyor, o nedenle dünyayı ezen milletler – ezilen milletler diye sınıflandırıyor ve hepsinden önemlisi de bizzat emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veriyordu.
Özetle, emperyalizmi “tek dişi kalmış canavar” olarak betimleyenler için Batı tek ve hep dönülecek yön değildi ve olamazdı. Elbette gericileşmekte olsa da Batı’nın aydınlanma kazanımları, teknolojik üstünlüğü, kültürü, sanatı, hukuku vb. hâlâ insanlığın önünde 20. yüzyılın başında bir modeldi ve Atatürk de onları aldı. Ama biliyordu ki dünya değişiyordu, Asya’nın uyanmakta olduğunu da bir öncü olarak görüyordu. “Asyai bir milletiz” demesi de ondandır, Batı yerine “çağdaş uygarlık” neredeyse orayı hedef göstermesi de ondandır.
Türk siyasetinin iki paradoksu
Türk siyasetinin önemli paradokslarından biridir: Siyasal İslamcılık Batı’ya dayanarak ve Atlantikçiliğe bağlanarak Kemalist devletle hesaplaştı; Kemalistlerin bir bölümü ise siyasal İslamcılığın panzehirinin Batıcılık olduğunu savunarak politika yapıyor.
Yine Türk siyasetinin önemli paradokslarından biridir: Tehdidin kaynağının Atlantik olduğunu saptarlar ama Türkiye’nin Batı kampında kalarak kendini savunabileceğini düşünürler.
Gazetelerde “tamam Batı bizi hedef alıyor ama yine de yerimiz Betı’dır” diye yazan Kemalist aydınları, akademisyenleri, emekli generalleri gördükçe Doğan Avcıoğlu’nu, İlhan Selçuk’u, Attila İlhan’ı özlemle anıyorum…
Bloklaşmaya karşı çok kutupluluk
Bu konuya şundan girdik: Çok kutupluluk gelişiyor, Batı bloklaşmacılığı sürdürmeye çalışsa da ABD ve Avrupa dışındaki dünya ülkeleri bloklaşmaya karşı çok kutupluluğu savunuyor, bir bölümü çok taraflılık uygulayarak manevra alanını genişletmeye çalışıyor.
Türkiye mi? Aslında çok taraflılık uygulama potansiyeline en sahip ülke ama neo-Abdülhamitçi çizgiyle uygulanamıyor ve tersine çok taraftan kazanç yerine çok tarafa taviz veriyor.
Yine de hiç kimsenin gidişatın tersine yol alabilmesi mümkün değil. Döne döne. hayat Ankara’nın önüne Asya’yı, BRICS’i, ŞİÖ’yü getiriyor, dayatıyor.
İşte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyareti sırasında verdiği mesajlar da o dayatma nedeniyleydi. Cumhuriyet gazetesinde o mesajları ayrıntılı değerlendirdim. Ancak dayatmayla da olsa, Türkiye’deki Atlantikçi takım o mesajlardan rahatsız oldu, Türkiye’nin BRICS’e katılma arayışından derin endişe duydu.
Şimşek’in Fidan’a yanıtı
Örneğin Türkiye’nin üç pasaportlu Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’daki Chatham House toplantısında Fidan’ın Çin’le iyi ilişkiler ve BRICS mesajlarına karşı şunları söyledi:
“Tarihsel olarak Batı’ya doğru bir yönelimimiz var. Avrupa Konseyi üyesiyiz, NATO üyesiyiz, açıkça AB üyeliğine adayız. Dolayısıyla Türkiye’nin Batı’ya doğru yürüyüşü yeni bir şey değil, aslında üç asırlık bir geçmişi var. Avrupalı dostlarımız ve komşularımızla yaptığımız savaşlarda bile, Batı’ya yönelim temel motivasyondu. Şunu söylemeye çalışıyorum; Batı’da Türkiye’nin çıkarlarına daha iyi hizmet eden kural tabanlı bir sistem görüyoruz. Ancak BRICS veya G20, bunların hepsi diyalog platformu. Yani Avrupa Birliği (AB) gibi değil. Bu aşamada söyleyebileceğim tek şey, AB ile olan ilişkimizi takdir ettiğimizdir. AB’yle ayrışmayı göze alamayız.”
Atlantikçilerin BRICS endişesi
Bu sözleri duyan da Türkiye’nin AB üyesi olduğunu ve bu nedenle Şimşek’in AB’den ayrılarak BRICS’e yönelmeye itiraz ettiğini sanır!
Baştan aşağı aldatmaca bu sözler. Türkiye AB üyesi değil, olmayacak, olamayacak. Türkiye’yi 1999’da Asya’ya yönelmesin, Atlantik kampında kalsın diye AB kapısına bağladılar ve AKP sayesinde de orada tutmayı sürdürüyorlar. AB Türkiye’yi sınırlarının önündeki bir “tampon ülke” olarak görüyor ve göç anlaşması gibi anlaşmalarla da bunu hayata geçiriyor.
Türkiye’ye tehditler ABD ve AB’den geliyor: Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerini destekliyorlar, darbelere sponsorluk yapıyorlar, Akdeniz’den Karadeniz’e Türkiye’nin çıkarlarına aykırı adımlar atıyorlar, Türkiye’ye yaptırım uyguluyorlar vb.
Dünyanın ekonomik merkezi çoktandır Batı’dan Doğu’ya kaymış durumda, buna paralel olarak siyasetin merkezi de değişecek, değişiyor. Küresel Güney uluslararası meselelere ağırlığını koymaya başladı.
ABD bu gidişatı Soğuk Savaş’tan kalma bloklaşma anlayışıyla durdurmaya çalışıyor ama nafile. Çok kutupluluk bloklaşmayı dışlıyor. Türkiye bu süreçte kaçınılmaz olarak Küresel Güney’in aktif üyelerinden biri olacaktır. Atlantikçiler bu nedenle BRICS endişesi yaşamaktadır. Çünkü BRICS Türkiye’yi AB kapısından kurtarmanın anahtarıdır.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
25 Haziran 2024
ATLANTİK – ASYA SAVAŞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/06/2012
Türk savaş uçağının düşürülmesi, Suriye topraklarında yaşanan Atlantik-Asya savaşını yeni bir aşamaya taşıdı. Atlantik’in kuvvet kaybettiğini, Asya’nın kuvvet kazandığını söyleyebiliriz. İnceleyelim:
ATLANTİK CEPHESİ
ABD: ABD’nin Suriye’ye açtığı savaş 14 ayı doldurdu. Bu süre içerisinde Washington’un hedefine yaklaşamadığını kesin olarak saptayabiliriz. ABD, bu hedef için rol dayattığı Türkiye’yi de istediği oranda sahaya süremedi.
ABD birinci olarak derin ekonomik krizi nedeniyle sonuç alıcı hamle yapamıyor, ikinci olarak da müttefiklerini tam olarak yanında tutamıyor. Atlantik ittifakındaki çatırdamanın esas kaynağı, ABD’nin bu bağı koruyacak ekonomik olanaklara artık sahip olmamasıdır: Marshall yardımı yoksa, Atlantik ittifakı da yoktur!
NATO: NATO’nun “sizi destekliyoruz ama bizden bir şey beklemeyin” anlamına gelen toplantısı, ABD’nin çaresizliğinin bir diğer göstergesi oldu. NATO, yem yaptığı Türkiye’nin arkasında duramadı!
AB: Almanya merkezli Avrupa, ilk günden itibaren “savaş çıkmasına karşı” bir görüntü çizdi. Hollande‘ın yönettiği Fransa, Sarkozy döneminden farklı olarak ABD’ye bağımlı davranmayacağının işaretlerini gün geçtikçe artırıyor. İngiltere’nin Erdoğan hükümetine “arkanızdayız” mesajı vermesi ise kuru gürültüden öteye gidemiyor.
KÖRFEZ ÜLKELERİ: ABD’nin Suriye savaşında Türkiye’nin yanına yerleştirdiği Suudi Arabistan ve Katar ise uçak düştüğü günden bu yana sessiz! Esad‘ın devrilmesi için Türkiye’ye gaz ve para veren ikili, sadece gelişmeleri izliyor.
TÜRKİYE: ABD’nin verdiği Esad‘ı devirme görevini 14 aydır yerine getiremeyen AKP hükümeti, bu süre içinde bölgede gün geçtikçe yalnızlaştı. Son olay ise AKP koalisyonu içinde çatlaklar oluşturmaya başladı. Yeni Şafak‘ın temsil ettiği etkili kesimin “tuzak” uyarısı yapması, tartışmanın daha da büyüyeceğine işaret ediyor. Komşularla sıfır sorun yerine sıfır komşulu bir Türkiye gerçeğinin ortaya çıkması, önümüzdeki süreçte zorunlu siyasal değişikliklere yol açacaktır.
ASYA CEPHESİ
ÇİN: Rusya’yla birlikte BM Güvenlik Konseyi içinde Atlantik’in Suriye saldırısına barikat oluşturan Çin, 2012 Mart’ında ikinci aşamaya geçmiş ve Annan Planı ile inisiyatifi Asya lehine geliştirmişti. İki devlet, Atlantik’in Türkiye üzerinden kotardığı “Suriye’nin dostları” toplantılarını önce etkisizleştirmiş, sonra da Batı’nın önüne Esad‘ın davet edileceği, İran’ın katılacağı türden Cenevre toplantıları getirmiştir. Çin, ABD’nin inişe geçtiği ve kendisinin yükseldiği yeni dünyada büyük sorumluluk alabileceğini de, Suriye örneği üzerinden dünyaya ilan etmiş oldu.
RUSYA: Rusya, Atlantik’e karşı savunduğu Suriye cephesine, askeri olanaklarını da seferber etti. Zaman zaman uçak gemisini, savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e getirerek ABD’nin müdahale girişimine sessiz kalmayacağının işaretlerini veren Moskova, bir hava saldırısına karşı da Suriye’de savunma kalkanı inşa etti.
İRAN: Suriye’ye saldırıyı kendisine yapılmış bir saldırı olarak değerlendirdiğini ilk günden dünyaya ilan eden Tahran, emyeryalist bir müdahaleye komşularıyla birlikte geçit vermeyeceğini pratikte gösterdi. Tahran’ın Şam ve Bağdat’la kurduğu ittifak bölge açısından ilktir ve tarihidir. Bu ittifaka Lübnan’ı da katan Tahran, diğer yandan Bahreyn gibi ülkeler üzerinden emperyalizme karşı mücadele veriyor; Mısır’ın İsrail karşıtı kampa dahil edilmesi için siyasal gücünü kullanıyor ve en önemlisi Türkiye’yi AKP hükümetine rağmen, İran-Irak-Suriye ittifakına davet ediyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Haziran 2012