Posts Tagged BRİCS
AKP’de iki çizgi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 27/06/2024
Aytunç Erkin son yazısında önemli bir siyasi yorum aktardı: “AKP içinde iki çizgi var. İlkini Mehmet Şimşek temsil ediyor. Batıcı, neoliberal politikaların uygulanması. Diğeriyse Hakan Fidan; daha dengeci, Avrasya’yı yok saymayan ve Çin-Rusya eksenini anlamaya çalışan bir çizgi.” (Sözcü, 26.6.2024)
Evet, AKP’de iki çizgi var ve bu iki çizgi son dönemde sık sık karşıya geliyor, hatta bu karşı karşıya gelişler gittikçe sertleşiyor.
Chatham House’dan verilen mesaj
Anımsayacaksınız: AKP medyası, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyaretini ve orada verdiği çok önemli mesajları görmezden gelmişti. Hatta AKP’nin ideolojik amiral gemisi Yeni Şafak, görmezlikten geldiği gibi, Hakan Fidan’ın mesajlarının tersine Çin’i manşetten hedef alan yayınlar yapmıştı.
Bu köşede “Fidan’a Şafak operasyonu” başlığıyla konuyu ele almıştım. Fidan Çin’de “tek Çin, çok kutupluluk, yeni düzen, küresel faciaya karşı güçlü Çin, BRICS” mesajları veriyor ama Yeni Şafak manşetten “Çin’in sessiz istilası” başlığını atıyordu (Cumhuriyet, 8.6.2024). AKP’nin ideolojik amiral gemisi, Fidan’ın anlattığı Çin’i değil, ABD’nin Çin hakkında yaptığı değerlendirmeleri haber yapıyordu. Tam 6 gün sürdürdüler o yayını.
Bitmedi. CGTN Türk’te yorumladım: Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’daki Chatham House toplantısından yanıt verdi Fidan’a. BRICS’i küçümsedi, “üç asırdır yönümüz Batı” dedi. Ve sanki AB üyesiymişiz gibi de “AB’yle ayrışmayı göze alamayız” mesajı verdi, içeriye, Brüksel’e, Washington’a… (CGTN Türk, 25.6.2024).
Fidan’ın 2.5 ülke listesinde İran yok
Bitmedi. Yeni Şafak bir süredir Türkiye’nin Astana ortağı İran’ı hedef alıyor. Son olarak 22 Haziran’da manşetten suçladılar: “Türkiye Süleymaniye’de PKK’ya silah sevkiyatına göz yummayacak: Vur emri.”
Manşetin spotu da şöyleydi: “ABD ve İran’ın terör örgütü PKK’ya dron ve füze sevkiyatı, sabırları taşırdı. Türkiye, bundan böyle terör örgütüne sevkiyata sessiz kalmayacak. Tespit edilirse yeni sevkiyat anında vurulacak.”
Evet, Yeni Şafak bir süredir ısrarla İran’ın PKK’yi silahlandırdığını haber yapıyor. Peki bu konuda eski MİT Başkanı, yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ne diyor? ”PKK/YPG konusunda problemli olduğumuz 2.5 ülke var” diyor ve isimlerini sıralıyor: “ABD, İngiltere ve biraz da Fransa.” (Habertürk, 24.6.2024). Fidan’ın “müttefik” isimleri sıraladığı listede, Yeni Şafak’ın suçladığı İran yok!
Aydınlık’ın manşeti
Sadece şu örnekler bile AKP’de iki çizginin olduğunu, bir tarafta Hakan Fidan’ın temsil ettiği çizginin, diğer tarafta da Mehmet Şimşek ile Yeni Şafak’ın iki ayrı kol üzerinden paralel sürdürdüğü çizginin olduğu görülüyor.
Hatta Aydınlık’ın yayınlarına bakılırsa, AKP içinde birbiriyle çatışan başka çizgiler de var. Örneğin Aydınlık’ın “AK Parti içinde milli devlet rüzgarı” manşetine göre, Süleyman Soylu, Mehmet Uçum, Metin Külünk, Ayhan Ogan gibi isimler, “AK Parti’yi MHP’den koparma planına” dikkat çekiyorlar (Aydınlık, 26.6.2024).
Normalleşme ile zaman kazanma
Bir kitle partisinde, hele de 22 yıldır iktidar olan bir kitle partisinde iki hatta daha fazla çizginin olmaması anormal olurdu. AKP kurulduğunda da, iktidar yılları boyunca da hep birbiriyle çatışan çizgilere sahip oldu.
Erdoğan, iyi bir taktisyen olarak bu çizgileri kullanma becerisini gösterebildi; hatta rekabet halindeki çizgileri, iç ve dış pazarlıklarda kullandı, iktidarının üzerinde durabildiği sütunlar haline getirdi.
Elbette AKP’nin yükseliş dönemiydi ve çizgilerin kontrolü büyük problem değildi. Ama AKP artık gerileme döneminde, birinci değil ikinci parti. Böyle zamanlarda iki çizgiyi kontrol edebilmek çok güçtür.
İşte Erdoğan’ın “siyasette normalleşme çabamız, aslında muhalefeti normalleştirme çabasıdır” (AA, 26.6.2024) demesi biraz da bundandır; AKP Genel Başkanı, normalleşmeyle CHP’yi yumuşatarak zaman kazanıyor, konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor çünkü…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Haziran 2024
Türkiye’yi AB kapısından kurtarmanın anahtarı olarak BRICS
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 25/06/2024
Kemalist kesimlerin bir bölümündeki en büyük zihin bulanıklığıdır: Atatürk’ün “Batıcılığı” miras bıraktığını savunurlar. Oysa Atatürk’ün bıraktığı “siyasi miras” Batıcılık değil, muasır medeniyettir, çağdaş uygarlıktır.
Çünkü Atatürk tarihi iyi biliyordu, uygarlığın el değiştirdiğini biliyordu. İnsanlık zamanla çoğalan vagonlar gibiydi ve lokomotifi kullananlar sürekli değişiyordu. Lokomotifi uygarlığa öncülük edenler kullanıyordu. Son 400 yüzyıldır da sanayi devrimi, kapitalizm, modernite ve aydınlanma ile uygarlığa Batı liderlik ediyordu.
Tek dişi kalmış canavar
Ancak Batı, devrimci barutunu tüketmekte, ilerici özelliklerini yitirmekte, gericileşmekteydi. Kuşkusuz bunu Atatürk de görüyordu. Çünkü Batı’nın emperyalizm aşamasında olduğunu biliyor, o nedenle dünyayı ezen milletler – ezilen milletler diye sınıflandırıyor ve hepsinden önemlisi de bizzat emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veriyordu.
Özetle, emperyalizmi “tek dişi kalmış canavar” olarak betimleyenler için Batı tek ve hep dönülecek yön değildi ve olamazdı. Elbette gericileşmekte olsa da Batı’nın aydınlanma kazanımları, teknolojik üstünlüğü, kültürü, sanatı, hukuku vb. hâlâ insanlığın önünde 20. yüzyılın başında bir modeldi ve Atatürk de onları aldı. Ama biliyordu ki dünya değişiyordu, Asya’nın uyanmakta olduğunu da bir öncü olarak görüyordu. “Asyai bir milletiz” demesi de ondandır, Batı yerine “çağdaş uygarlık” neredeyse orayı hedef göstermesi de ondandır.
Türk siyasetinin iki paradoksu
Türk siyasetinin önemli paradokslarından biridir: Siyasal İslamcılık Batı’ya dayanarak ve Atlantikçiliğe bağlanarak Kemalist devletle hesaplaştı; Kemalistlerin bir bölümü ise siyasal İslamcılığın panzehirinin Batıcılık olduğunu savunarak politika yapıyor.
Yine Türk siyasetinin önemli paradokslarından biridir: Tehdidin kaynağının Atlantik olduğunu saptarlar ama Türkiye’nin Batı kampında kalarak kendini savunabileceğini düşünürler.
Gazetelerde “tamam Batı bizi hedef alıyor ama yine de yerimiz Betı’dır” diye yazan Kemalist aydınları, akademisyenleri, emekli generalleri gördükçe Doğan Avcıoğlu’nu, İlhan Selçuk’u, Attila İlhan’ı özlemle anıyorum…
Bloklaşmaya karşı çok kutupluluk
Bu konuya şundan girdik: Çok kutupluluk gelişiyor, Batı bloklaşmacılığı sürdürmeye çalışsa da ABD ve Avrupa dışındaki dünya ülkeleri bloklaşmaya karşı çok kutupluluğu savunuyor, bir bölümü çok taraflılık uygulayarak manevra alanını genişletmeye çalışıyor.
Türkiye mi? Aslında çok taraflılık uygulama potansiyeline en sahip ülke ama neo-Abdülhamitçi çizgiyle uygulanamıyor ve tersine çok taraftan kazanç yerine çok tarafa taviz veriyor.
Yine de hiç kimsenin gidişatın tersine yol alabilmesi mümkün değil. Döne döne. hayat Ankara’nın önüne Asya’yı, BRICS’i, ŞİÖ’yü getiriyor, dayatıyor.
İşte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyareti sırasında verdiği mesajlar da o dayatma nedeniyleydi. Cumhuriyet gazetesinde o mesajları ayrıntılı değerlendirdim. Ancak dayatmayla da olsa, Türkiye’deki Atlantikçi takım o mesajlardan rahatsız oldu, Türkiye’nin BRICS’e katılma arayışından derin endişe duydu.
Şimşek’in Fidan’a yanıtı
Örneğin Türkiye’nin üç pasaportlu Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’daki Chatham House toplantısında Fidan’ın Çin’le iyi ilişkiler ve BRICS mesajlarına karşı şunları söyledi:
“Tarihsel olarak Batı’ya doğru bir yönelimimiz var. Avrupa Konseyi üyesiyiz, NATO üyesiyiz, açıkça AB üyeliğine adayız. Dolayısıyla Türkiye’nin Batı’ya doğru yürüyüşü yeni bir şey değil, aslında üç asırlık bir geçmişi var. Avrupalı dostlarımız ve komşularımızla yaptığımız savaşlarda bile, Batı’ya yönelim temel motivasyondu. Şunu söylemeye çalışıyorum; Batı’da Türkiye’nin çıkarlarına daha iyi hizmet eden kural tabanlı bir sistem görüyoruz. Ancak BRICS veya G20, bunların hepsi diyalog platformu. Yani Avrupa Birliği (AB) gibi değil. Bu aşamada söyleyebileceğim tek şey, AB ile olan ilişkimizi takdir ettiğimizdir. AB’yle ayrışmayı göze alamayız.”
Atlantikçilerin BRICS endişesi
Bu sözleri duyan da Türkiye’nin AB üyesi olduğunu ve bu nedenle Şimşek’in AB’den ayrılarak BRICS’e yönelmeye itiraz ettiğini sanır!
Baştan aşağı aldatmaca bu sözler. Türkiye AB üyesi değil, olmayacak, olamayacak. Türkiye’yi 1999’da Asya’ya yönelmesin, Atlantik kampında kalsın diye AB kapısına bağladılar ve AKP sayesinde de orada tutmayı sürdürüyorlar. AB Türkiye’yi sınırlarının önündeki bir “tampon ülke” olarak görüyor ve göç anlaşması gibi anlaşmalarla da bunu hayata geçiriyor.
Türkiye’ye tehditler ABD ve AB’den geliyor: Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerini destekliyorlar, darbelere sponsorluk yapıyorlar, Akdeniz’den Karadeniz’e Türkiye’nin çıkarlarına aykırı adımlar atıyorlar, Türkiye’ye yaptırım uyguluyorlar vb.
Dünyanın ekonomik merkezi çoktandır Batı’dan Doğu’ya kaymış durumda, buna paralel olarak siyasetin merkezi de değişecek, değişiyor. Küresel Güney uluslararası meselelere ağırlığını koymaya başladı.
ABD bu gidişatı Soğuk Savaş’tan kalma bloklaşma anlayışıyla durdurmaya çalışıyor ama nafile. Çok kutupluluk bloklaşmayı dışlıyor. Türkiye bu süreçte kaçınılmaz olarak Küresel Güney’in aktif üyelerinden biri olacaktır. Atlantikçiler bu nedenle BRICS endişesi yaşamaktadır. Çünkü BRICS Türkiye’yi AB kapısından kurtarmanın anahtarıdır.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
25 Haziran 2024
AKP’ye göre BRICS: Jeopolitik dengeleyici
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/06/2024
Batı merkezli bakış açısına göre çok kutupluluk, Güney’in (ya da Doğu’nun) Batı’nın karşısına bir kutup çıkarmasıdır. Haliyle “liberal kapitalist dünya” bu yaklaşımıyla çok kutupluluğu “bloklaşma” olarak yorumlamaktadır.
Oysa çok kutupluluk bloklaşma değildir, uluslararası sistemi demokratikleştirme çabasıdır; uluslararası sorunlarda “küçük devletler”in de etkili olabilmesinin yoludur. BRICS üyesi Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı soykırım davasına liderlik edebilmesi örneğinde olduğu gibi…
Küresel ekonomiyi demokratikleştirmek
Nasıl ki çok kutupluluk uluslararası sistemi demokratikleştirme yolu ve çabası ise BRICS de küresel ekonomiyi demokratikleştirmenin kurumlaşmasıdır. Ama bununla sınırlı değil…
Çin’in BRICS’i “yeni tip çok taraflı işbirliği mekanizması” diye tarif etmesi bundandır.
Çünkü kurallarını emperyalist ABD’nin yazdığı “kurallı düzen” artık işlememektedir: ABD kendi yazdığı kuralların bazılarını, bugünkü çıkarları gereği uygulamamaktadır. Bu da düzensizliğe ya da tek yönlü düzene yol açmaktadır: ABD’nin ticaret savaşı açması, pek çok ülkeye yaptırım uygulaması, uluslararası hukuka aykırı olarak devletlerin merkez bankası rezervlerine el koyması, savaş hukukuna bile aykırı olarak işgal ettiği ülkelerin petrolünü, buğdayını çalması vb.
Emperyalist eşkiyalığa karşı BRICS
İşte BRICS bu “emperyalist eşkiyalığın” karşısında demokratik ve eşit ekonomik ilişkiler kurulabilmesinin mekanizmasıdır.
BRICS’in büyük ilgi görüyor olması bu nedenledir. ABD’nin antidemokratik uygulamaları arttıkça BRICS bir çekim merkezine dönüşmektedir. 5 üyeli BRICS bu nedenle geçen yıl 10 üyeli bir yapıya dönüştü. Şu anda 30’dan fazla ülke çok kutupluluğun en önemli aracı görülen bu platforma ilgi göstermektedir. Bu nedenle bir süredir BRICS+ formatlı toplantılar da yapılmaktadır. (Kremlin sözcüsü Peskov, yeni formatlar üzerinde de çalışıldığını söyledi.)
BRICS’e ilgi gösteren ülkelerden biri de Türkiye’dir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, BRICS toplantısı için Rusya’da bulunan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı kabulünde söylediği şu sözlerle Türkiye’nin üyelik isteğini bir nevi resmileşleştirmiştir: “Türkiye’nin BRICS çalışmalarına gösterdiği ilgiyi memnuniyetle karşılıyoruz ve bu birliğe üye ülkelerle birlikte olma arzusunu kesinlikle mümkün olan her şekilde destekleyeceğiz.”
Nitekim Fidan da “kurallara dayalı sistem olarak adlandırılan düzenin dengeli ve hızlı çözüm sunmada yetersiz kaldığını” savunarak “BRICS ile işbirliğimize değer veriyoruz. BRICS içindeki çeşitliliğin kalkınma ve istikrarı artırmak için önemli bir araç olduğuna inanıyoruz” dedi.
Zihin bulanıklığı
Ancak AKP’de genel olarak BRICS hâlâ stratejik bir kurum olarak görülmemektedir. AKP Batı’yla ilişkilerinde BRICS’ten taktik “jeopolitik dengeleyici” olarak yararlanmak istemektedir.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan BRICS’i, “çok taraflılık” uygulamasında değerlendirilecek bir araç olarak görürken, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek için BRICS, “yeni Kalkınma Bankası’nın fonlarından yararlanmak” için ilgi gösterilecek adrestir. Cumhurbaşkanı Erdoğan için ise BRICS, ABD ile pazarlıkta kullanılacak bir karttır.
Türkiye’yi yükselen Asya’da parlak bir yıldıza dönüştürmek, kuşkusuz “neo-Abdülhamitçi”liğin ve neoliberalizmin neden olduğu bu zihniyet bulanıklığını aşabilmeye bağlıdır. Bu da öncelikle temel bir iç politika sorunudur.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Haziran 2024
Fidan’a Şafak operasyonu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/06/2024
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ”tek Çin, çok kutupluluk, yeni düzen, küresel faciaya karşı güçlü Çin, BRICS” mesajlarını görmeyen AKP medyası, tersine bir gün sonra manşetten Fidan’a yanıt verdi: “Çin’in sessiz istilası”.
Yani Fidan’ın anlattığı Çin’i değil, ABD’nin Çin hakkında yaptığı değerlendirmeleri haber yaptılar; Fidan’a da “öyle değil böyle” yanıtını verdiler.
Bunun adı “Yeni Şafak’ın Fidan’a yanıtı” ya da başlıkta ifade ettiğimiz gibi “Fidan’a Şafak operasyonu”dur!
Türk-İslam sentezinin yansıması
Fidan’ın mesajlarını “Fidan: tek Çin, çok kutup” başlıklı makalemde yazdım, yinelemeyeyim. Çok önemli mesajlardı ama ne olduysa AKP’ye yakın medya görmedi ya da farklı açıyla gördü. Örneğin Yeni Şafak ve Sabah gibi gazeteler, manşet değerindeki Fidan’ın Türkiye-Çin mesajlarını yok sayıp, 6 Haziran’da birinci sayfadan “Doğu Türkistan” başlıklı küçük haberler verdiler.
Oysa Çin’in “Sincian-Uygur Özerk Bölgesi” Türkiye’nin resmi literatüründe de Fidan’ın söyleminde de “Doğu Türkistan” değildir: Tıpkı Türkiye’nin bir bölgesinin de Çin’in resmi literatüründe “Kuzey Kürdistan” olmadığı gibi!
Bunu Cumhur İttifakının Türk-İslam sentezi ideolojisinin gereği olarak yapıyorlar kuşkusuz. Ama belirtelim: Bu milliyetçilik değil! Günümüzde “Doğu Türkistan” diye bir yer yok, tarihin derinliklerinde olanlardan hareketle günümüzde siyaset yapamazsınız. Yapmaya kalkarsanız, kendinizle çelişkiye düşersiniz. Çünkü Göktürk Kağanlığını 744’te yıkan ve Türk boylarını Batı’ya doğru süren Uygurlardır.
Atlantikçilerin rahatsızlığı
Fidan’ın “tek Çin, çok kutup” mesajlarına sansür sadece “Doğu Türkistancılık”tan kaynaklanmıyor elbette. Fidan’ın mesajlarının yayınlanmadan önce Dışişleri-Anadolu Ajansı hattında uğradığı yolculuk, meselenin daha derin olduğuna işaret ediyor.
Şundan: Fidan’ın mesajları sadece Türkiye-Çin ilişkilerini ilgilendirmiyor, tersinden Türkiye-Atlantik ilişkilerini de ilgilendiriyor. Öyle olduğu için de Fidan’ın mesajları Türkiye’deki Atlantikçileri rahatsız etti; üstelik hem liberal kanadını, hem de siyasal İslamcı kanadını…
Örneğin Fidan’ın BRICS mesajı liberal kanat tarafından şöyle yorumlandı: “Fidan BRICS’e katılmak istediğini söylemedi, ilgi duyduğunu söyledi.”
Siyasal İslamcı kanadın yorumu ise örneğin Yeni Şafak’ın 7 Haziran’da manşet unsuru olarak verdiği köşe yazısı gibiydi: “NATO üyesi Türkiye’nin BRICS’i AB’ye alternatif gördüğü doğru değil.”
ABD argümanıyla Fidan’a yanıt!
Kuşkusuz Doğu Türkistancılık da Türkiye’deki Atlantikçilerin politikasıdır ve ABD’nin Çin karşıtı Doğu Türkistan çizgisinin türevidir. Yani Fidan’a Şafak operasyonunun asıl nedeni Atlantikçilik ve Çin karşıtlığıdır.
Bunun gereği olarak Fidan’ın “tek Çin, çok kutup” mesajlarını sansürleyen Yeni Şafak, 7 Haziran’da “Çin’in sessiz istilası” manşetini attı. Üstelik Çin’e ticaret savaşı açan ABD’li yetkililerin argümanlarıyla: Çin küresel ekonomiyi tehdit ediyormuş, Çin bazı ülkeleri sessizce ve derinden işgal ediyormuş, Çinli firmalar girdiği ülkelerde “para yakma” stratejisiyle yerel rakiplerini bitiriyorlarmış vb.
Yani Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Çin’e dair hangi olumlulukları dile getirdiyse, Yeni Şafak ertesi gün ABD’nin argümanlarıyla tersini iddia etti!
Özetle ABD’yle “yeni sayfa” açmak isteyen liberalinden siyasal İslamcısına Atlantikçi kanat, hem Türkiye-Rusya ilişkilerini, hem de gelişme potansiyeli taşıyan Türkiye-Çin ilişkilerini sabote ediyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Haziran 2024
Mao-Stalin’den Xi-Putin’e
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 16/05/2024
Yeniden seçilen Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ilk yurtdışı ziyaretini Çin’e yapıyor. Nitekim yeniden seçilen Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Xi Jinping de ilk yurtdışı ziyaretini Rusya’ya yapmıştı.
Türkiye’de seçilenlerin ilk yurtdışı ziyaretini KKTC’ye yapması gibi örneklerden de görüleceği üzere, dünyada seçilenlerin ilk yurtdışı ziyaretini nereye yaptığı, ilişkilerinin derinliğini anlamak bakımından kritik önemdedir.
Gücün yeniden dağılımı
Xi ve Putin’in karşılıklı ilk ziyaretleri bana Frederick Kempe’nin saptamasını anımsattı. ABD’nin ünlü düşünce merkezlerinden Atlantik Konseyi’nin başkanı Kempe, Xi ve Putin’in 2022’deki o çok önemli “ortak bildirisini” analiz ettiği CNBC’deki yazısında, ikilinin “Mao ve Stalin’in ortaklığını aştığını” belirtmişti.
Kempe, o analizinde, Xi ve Putin’in ortak bildirisiyle “dünyada gücün yeniden dağılımına yönelik bir eğilimin ortaya çıktığını ilan ettiklerini” belirtmişti.
İşte o süreçteyiz: İki lider adım adım çok kutuplu dünyanın yeni düzenini inşa ediyorlar.
Çin ve Rusya’nın dedolarizasyonu
Putin, ziyareti öncesinde Çin’in Xinhua haber ajansının sorularına verdiği yanıtta yeni düzene işaret ediyor. “Adil bir çok kutuplu dünya düzeni inşa etmek için dış politika koordinasyonunu güçlendirmeye çalıştıklarını” ve “küresel yönetişim sisteminin reforme edilmesine katkıda bulunduklarını” belirtiyor.
Putin’in de ifade ettiği üzere, iki ülke, ilişkilerini “kapsamlı stratejik koordinasyon ortaklığı” olarak tanımlıyor. Zira Çin Halk Cumhuriyeti, ilkesel olarak Soğuk Savaş sürecine ait ilişki tanımlarına karşı çıkıyor; ittifak vb kavramları kullanmıyor.
Çin-Rusya ilişkilerinin bu derinliği, elbette ticaretlerine de yansıyor. Putin’in Xinhua söyleşisinde açıkladığı verilere göre, iki ülke beş yılda ticaretlerini ikiye katlamış durumdalar: 2019’da 111 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2023’te 228 milyar dolara çıkmış durumda.
“Yeni düzeni” ve dedolarizasyonu anlamak bakımından da belirtelim: Putin ikili ticaretin yüzde 90’ının dolar yerine iki ülkenin ulusal parasıyla olduğunu belirterek, ticaret hacmini bir de o paralar cinsinden açıklıyor: 20 trilyon ruble ya da 1.6 trilyon yuan.
Neo-sömürgeci ABD
Peki neden ve neye karşı yeni düzen? Putin’in yanıtı net: Neo-sömürgeci yöntemlere başvuran ABD’ye ve düzenine karşı…
Putin, ABD ve müttefiklerini 1) medeniyet ve kültürel çeşitliliklere saygı duymamakla, 2) diğer uluslara kimlerle ilişkili kuracakları ya da kesecekleri konusunda baskı yapmakla, 3) diğer ulusların kendi kalkınma modellerini seçmelerine karşı çıkmakla, 4) diğer ülkelerin egemen çıkarlarını göz ardı etmekle, 5) diğer devletler pahasına refahlarını sağlamaya çalışmakla ve 6) bu amaçla neo-sömürge yöntemlere başvurmakla suçluyor.
Yeni düzenin aracı: BRICS
Putin’in Xinhua söyleşisinde “yeni düzen” inşasının aracı olarak önemle işaret ettiği platform ise BRICS…
Putin, birincisi, BRICS’in “uluslararası ilişkilerin daha demokratik, istikrarlı ve adil bir mimarisini teşvik edebilmesi” için kapasitesini geliştirmeye ve küresel ilişkilerde görünürlüğünü artırmaya çalıştıklarını söylüyor.
Putin, ikincisi Küresel Güney ve Doğu ülkelerinin, BRICS’i seslerini daha iyi duyurabilecekleri ve dikkate alınmalarını sağlayacakları bir platform olarak gördüklerini ifade ediyor.
Bitirirken “çok kutupluluk ne işe yarar” sorusuna BRICS üzerinden yanıt verelim: İlk kez BRICS üyesi Güney Afrika İsrail’i soykırımcı diye suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’na dava açtı. Ve Divan, ABD baskısını dengeleyebilen BRICS’in gücünün etkisiyle davayı kabul edebildi.
İşte “neo-sömürgecilerin düzeni” böyle böyle değişiyor…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
16 Mayıs 2024
ABD’NİN DÜŞÜŞÜNÜN SONUÇLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 07/11/2013
ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, Irak ve Afganistan’da 12 yıl süren maliyetli savaşların ardından, ülkesinin içe dönme ve çatışmalardan uzak kalma eğilimine girdiğini söyledi. (Amerika’nın Sesi, 6 Kasım 2013)
Washington’daki düşünce kuruluşlarından Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde yetkililere ve strateji uzmanlarına seslenen Hagel, ABD’nin bundan sonra izleyeceği stratejiyi de açıkladı: “Bölgesel güvenlik tehditleriyle mücadele etmek için daha az iz bırakacak, nokta hedefleri vuracak özel operasyon güçlerine ve insansız hava uçaklarına ağırlık verilecek. Ortak devletler eğitilecek ve desteklenecek.”
Öte yandan ABD’nin önceki Savunma Bakanı Robert Gates ise nokta vuruşu ve insansız hava uçaklarına dayalı askeri stratejinin gerçeklerden uzak bir görüş olduğunu savunuyor. Gates, savaşların ancak kara savaşıyla kazanılabileceğini belirtiyor. (Gates’in de aslında geri çekilmeci olduğunu fakat ‘ya tam çekilelim, ya da sonuna kadar ilerleyelim’ çizgisini savunduğunu belirtelim.)
Bu iki açıklamanın özeti şudur: ABD’nin kazanabileceği bir savaş artık olmayacak!
ABD hâkim sınıflarını da “içe kapanmak” ya da “savaş çıkarmak” şeklinde iki farklı stratejiyle çarpıştıran bu durum, Ufuk Ötesi’nde sıkça dikkat çektiğimiz gibi ABD’nin düşüşünden kaynaklanmaktadır.
DÜŞEN KUVVET, İSTİHBARAT ZAFİYETİ YAŞAR
Artık ABD’nin bu düşüşünün sonuçlarını, bölgeye ve dünyaya etkisini inceleyebiliriz. Zira etkiler artık daha somut olarak ortaya çıkıyor.
1. İnişe geçen kuvvetler, ciddi istihbarat zafiyetleri yaşar. Önce Wikileaks belgeleri, şimdi de NSA dinlemeleri ABD’nin bu zafiyeti ne oranda yaşadığını göstermektedir.
ABD ne Wikileaks belgelerini açıklayan Julian Assange’ı, ne de NSA dinlemelerini açıklayan Edward Snowden’i engelleyebilmiştir.
Ayrıca ABD ne Assange’ın ne de Snowden’in sığındığı ülkelere ciddi ve etkili bir baskı uygulayabilmiştir.
2. İnişe geçen büyük devlet, merkezkaç etkisi yaratır. Madde zayıfladıkça, çekim gücü azalır.
Nitekim ABD’nin müttefikleri özellikle son üç yıldır, merkezkaç eğilim içine girmeye başladı. ABD’nin müttefikleri çeşitli gerekçelerle, bazen meyve ihracı, bazen silah alımı, bazen de dinleme gibi nedenlerle, Washington’a karşı ses çıkarmaya başladı.
3. İnişe geçen büyük devlet, tek başına ne savaş çıkarabilir, ne de barış yapabilir.
Son Suriye örneği tam olarak böyledir. ABD 2,5 yıldır Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı deviremediği gibi, sonrasında barış da yapamadı. Sonuç olarak Washington, Moskova’nın çizdiği rotaya mecbur kaldı.
DÜŞEN KUVVET, MÜTTEFİK KAYBEDER
4. Düşüşe geçen kuvvet, müttefiklerini kaybeder. Sırasıyla Türkiye, Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da Sorosçu darbeler yapan ve işbaşına ABD projelerini uygulayacak isimleri getiren Washington, Türkiye hariç diğer ülkelerdeki mevzilerini teker teker yitirdi.
5. Düşüşe geçen kuvvet, adım adım çekilir. ABD, Ortadoğu’dan, Orta Asya’dan, Afrika’nın büyük bir bölümünden, Güney Amerika’dan çekiliyor. Yerini ise Çin dolduruyor. Fakat silahla değil, yatırımla…
ABD bir tek Çin’in etrafını çevrelemek için Asya-Pasifik’e yöneliyor. Ancak buradaki iki yıllık çevrelemenin de fiiline etkisiz ve sonuç almaya yetersiz kaldığı görülüyor.
6. ABD’nin düşüşü, küreselleşmeciliği zayıflattı, bölgeselleşmeciliği güçlendirdi. Asya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da, Güney Amerika’da bölgesel ve kıtasal birlikler oluştu, gelişti.
7. ABD’nin düşüşü, doların saltanatını vurdu. Doların dünyadaki dolaşımı azaldı ve boşluğu önce Avro, şimdi de BRICS ülkelerinin milli paraları almaya başladı.
8. ABD’nin inşa ettiği uluslararası kurumların etkisi zayıfladı. Dünya Bankası ve IMF gibi kurumların alternatifleri ortaya çıkmaya başladı.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Kasım 2013
YENİ BİR DÜNYA KURULUYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 01/04/2013
Mevcut dünyanın ekonomik dayanağı 1944 tarihli Bretton-Woods Konferansı, siyasi dayanağı ise 1945 tarihli Yalta Konferansı’dır. İkisi arasında da 44 ülkenin buluştuğu bir başka konferansta doların hâkimiyeti ilan edilmiştir.
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte her ne kadar Yalta Konferansı’na dayanan siyasi yapı kendiliğinden ortadan kalkmışsa da, Bretton-Woods sistemi devam etmiş; sistemi ayakta tutan Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu IMF varlığını sürdürmüştür.
Ancak ABD’nin egemenliğindeki o dünya artık yerini yeni bir dünyaya bırakmaya hazırlanmaktadır. 2004’te Irak’ın direnişi, 2006’da Gazze’nin direnişi, 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi, 2008’de başlayan ve hâlâ süren küresel kriz yeni bir dünyanın işaretleriydi…
Batı’nın ve Kuzey’in inişe geçtiği, Doğu’nun ve Güney’in yükseldiği bu yeni dünyanın ağırlık merkezi de Atlantik’ten Asya-Pasifik’e kayıyor ve dünya “Amerika sonrası” için dönüyordu.
ŞİÖ ve BRICS
Amerika sonrasını belirleyecek iki temel kuvvet ise Şangay İşbirliği Örgütü ŞİÖ ile Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS Topluluğu’dur. Her iki yapının da ana gücü Çin’dir.
BRICS Topluluğu’nun beş ülkesi, dünya nüfusunun yüzde 43’ünü ve dünya ekonomisinin yüzde 21’ini oluşturmaktadır. Üstelik ABD’nin ve Batı’nın ekonomideki payı azalırken bu beş ülke her geçen yıl payını artırmaktadır.
4,4 trilyon dolarlık döviz rezervleri de, topluluğu uluslararası sistemde ana aktör haline getirmektedir.
GÜNEYBANK
BRICS topluluğu geçen hafta, 26-27 Mart günleri Güney Afrika’nın Duban kentinde 5. Zirve’sini yaptı. Alınan şu kararlar “yeni bir dünyanın kurulmakta” olduğunu somutluyor:
1. BRICS Kalkınma Bankası kurulması kararı alındı. Yeni “Dünya Bankası” denilen bu banka Bretton-Woods sistemine vurulan ağır bir darbedir.
5 yılda 4,5 trilyon dolarlık altyapı ihtiyacı için kredi sağlanması amacıyla kurulacağı belirtilen banka için Hindistan’ın “Güney” ismini önermesi bile “yeni bir dünyaya” işaret etmektedir.
Henüz karara bağlanmamakla birlikte, bankanın, üye ülkelerin kendi aralarındaki kredi ve yatırım sisteminde Çin’in parası Rimninbi’yi kullanacağı konuşuluyor.
2. BRICS Rezerv Düzenleme Kurulu oluşturulması kararı alındı. Kurul, olası kur farkı risklerini önleyecek.
Öte yandan zirvede ikili görüşme yapan Çin ile Brezilya, kendi aralarındaki ticarette doları kullanmama kararı aldı.
3. BRICS İş Konseyi kuruldu. Konsey, uluslararası ticari riskleri önlemeyi ve üye ülkelerin birbirleriyle ticaretini büyütmeyi hedefliyor. Üye ülkelerin ticaretinin iki yıl içinde 500 milyar dolara çıkarılması hedefleniyor.
BRICS üyelerinin 2001’de GSMH toplamları 3 trilyon dolar iken, bugün 15 trilyon dolardır ve son 10 yılda beş ülke de olağanüstü büyüme oranları yakalamıştır.
4. BRICS Think-Thank Konseyi kurulmasına karar verildi.
BRICS’İN KÜRESEL ROLÜ
Ancak bu kararlara bakarak BRICS’in sadece bir ekonomik işbirliği örgütü olduğu düşünülmesin.
Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de, BRICS’in sadece ekonomik işbirliğine değil jeopolitik sorunlara da yoğunlaşacak bir küresel role sahip olduğunu belirtiyor.
Zirve’den sonra yayımlanan ve İsrail, Suriye, İran konularında önemli açıklamaların yer aldığı deklarasyon, Putin’i doğruluyor.
Bu arada Putin’in Zirve’den dönerken yolda Rus Donanması’na Karadeniz’de ani tatbikat emri verdiğini de önemle vurgulayalım.
SONSUZ POTANSİYEL
Peki, “yeni bir dünya” inşa eden BRICS’in potansiyeli ne?
Çin’in yeni devlet başkanı Şi Cinpin, gelişme potansiyelinin sonsuz olduğunu savunuyor ve ekliyor: “BRICS işbirliğinin gerçek potansiyeliyse hâlâ gerçeğe dönüştürülmeyi bekliyor.”
Şi Cinpin’in mesajı, BRICS’in yeni ülkelerle genişleyeceği anlamına geliyor.
ABD’NİN BRICS ENDİŞESİ
Aslında BRICS’in ve bu zirvenin önemini en iyi ABD’nin tepkisine bakarak anlayabiliriz. Amerika’nın Sesi Radyosu, “BRICS ve Afrika: Gelişme, bütünleşme ve sanayileşme için ortaklık” ana temasıyla toplanan beş ülkeyi “Sömürgeci Avrupa’dan sonra Afrika’yı sömüren yeni emperyalist grup” diye niteledi! (Amerika’nın Sesi Radyosu, 27 Mart 2013)
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Nisan 2013
ABD REÇETESİ, İÇ SAVAŞ DOĞURUR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 07/07/2012
Dün eski ABD Hazine Bakan Yardımcısı Paul Craig Roberts’ın ABD’nin çöküşünün yakın olduğunu saptadığı uzun analizini incelemeye başlamıştık. Bugün devam ediyoruz.
YENİ BİR DÜNYA KURULDU
Roberts, ABD dolarından kaçışın büyüyerek süreceğini, zaten yeni ekonomik aktörlerin ABD karşısında konumlanarak hamleler yaptığını belirtiyor. İşte iki önemli gelişme:
Roberts, BRICS üyesi beş ülkenin ortak banka kurma hazırlığında olduğunu, bunun da beş büyük ekonomiye dolar kullanmaksızın ticaret yapma olanağı kazandıracağına dikkat çekiyor.
Roberts, ABD’yi zora sokacak ikinci olgunun Çin – Japonya ticareti olduğunu belirtiyor: “Amerikan kuklası olan Japonya, Çin’le yen ve yuanın takas edilebileceği bir anlaşmaya varmak üzere.”
ÇİN ABD’Yİ 3. DÜNYA STATÜSÜNE GÖNDERİR
Eski ABD Hazine Bakan Yardımcısı Paul Craig Roberts, “tahvil piyasasını ve Amerikan dolarını yakacak büyük yangına kıvılcım çakmak üzere bekleyen bazı katalizörleri” ise şöyle sıralıyor:
“İsrail yönetiminin talebi doğrultusunda Suriye’den başlayarak İran’la devam edecek bir savaş; petrol akışını kesip Batı ekonomilerinin istikrarını azaltacak veya ABD ve onun zayıf NATO kuklalarını Rusya ve Çin’le silahlı çatışmaya itecektir.
“Amerikan ekonomisinin gerçek durumu hakkında yatırımcıları uyandıran aleyhte bir ekonomik istatistik ki fahişe medyanın saptıramayacağı cinsten olmalıdır.
“Çin’i küçümsemek; Çin yönetimi, Amerika’yı birkaç çıpa aşağı, üçüncü dünya statüsüne gönderme kararı alır ki trilyon dolar değerindedir.
“Türev piyasalarında daha fazla hata işlemek.”
ABD’NİN ÇÖZÜMÜ YOK
“Herkes çözüm derdinde olduğu için, ben de bir çözüm sunacağım” diyen Roberts’ın reçetesi şöyle: “ABD yönetimi 230 trilyon dolarlık türev bahislerini iptal etmeli, hükümsüz olduklarını ilan etmelidir. Farazi değerlerle oynanan bu kumarda gerçek varlıklar olmadığından dolayı bunları iptal etmenin veya karşı taraflar arasındaki karşı sözleşmelerde mahsuplaşmanın büyük tek etkisi 230 trilyon dolarlık kaldıraçlı riskin mâli sistemden atılmasıdır. Altına halkın imza attığı bahislerden kazanç elde etmeyi sürdürmek isteyen finans gangsterleri çığlık atıp akdin kutsallığından dem vuracaklardır. Ancak kendi vatandaşlarını katleden veya hukuk kurallarını çiğneyerek onları zindana tıkan bir yönetim ulusal güvenlik adına tüm akitleri sona erdirebilir. Şurası da kesin ki terörle savaşın aksine, mâli sistemi kumar bahislerinden arındırmak ulusal güvenliğe devasa katkıda bulunacaktır.”
Son cümle sizin de dikkatinizi çekmiştir. Yani Roberts’ın reçetesinin karşılığı “iç savaş” riski taşımaktadır. Dolayısıyla, ABD’yi “tek süper güç” yapmaya devam edecek bir çözüm aslında yoktur!
ABD YENİLDİ
Bu kötü gidişat ABD medyasında artık ağır suçlamalarla ele alınıyor. Örneğin Daily Beast’ten Peter Beinart, Obama’yı “ABD’nin çöküşünü yöneten başkan” olarak niteliyor ve şu saptamayı yapıyor:
“Bill Clinton’ın ikinci döneminde Amerika’nın kasası nakitle doluydu; ordusu ise Körfez’den, Bosna’dan ve Kosova’da zaferlerle dönüyordu; dünya hükümetleri Amerikan tarzı denetimsiz kapitalizmi benimsiyor ve Amerika jeopolitik rakiplerini gölgede bırakıyordu.
“Bugün ise tam aksine, Amerika derin bir borçta; ordusu hırpalanıp bitkin düştü; ekonomik ideolojisi daha az itibar görüyor ve açık bir ikinci süper güç olan Çin’le karşı karşıya.”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Temmuz 2012
PETRODOLAR – PETRORİYAL SAVAŞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/01/2012
AB Dışişleri Bakanları’nın İran’a 1 Temmuz’da başlamak üzere yaptırım uygulama kararı alması ve ABD’nin Basra Körfezi’ne bir uçak gemisi göndermesi, ABD – İran savaşının başlamak üzere olduğu yorumlarına yol açtı.
Son sözümüzü başta söyleyelim: ABD bu iki hamleyle, aslında İran’ın (Asya’nın) dolara karşı sürdürdüğü savaşa yanıt vermeye çalışıyor.
İnceleyelim:
İRAN’IN MÜŞTERİSİ ASYA!
Washington, ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner’in İran’a yaptırım için destek arayışına çıktığı Asya’dan istediğini alamadı. Çin ve Rusya’nın tavrını zaten bilen Washington, geleneksel müttefikleri Japonya ve Güney Kore ile Hindistan’ın kendisine destek vereceğini umuyordu.
Japonya, İran’dan petrol ithalatını azaltacağına “söz” verirken, Güney Kore bu yıl İran’dan petrol ihtiyacının yüzde 10’unu alacağını ilan etti bile. Keza Çin ve Hindistan da, geçen hafta İran’dan petrol taleplerini arttırdıklarını açıkladılar.
Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore dörtlüsü, İran’ın toplam petrolünün yüzde 62’sini alıyor zaten.
BRİCS üyesi Güney Afrika da, petrol ihtiyacının yüzde 25’ini İran’dan karşılıyor.
Yunanistan yüzde 14 ile petrol ihtiyacını İran’dan karşılayan AB ülkeleri içinde ilk sırada gelirken, onu yüzde 13 ile İtalya ve İspanya izliyor.
Kısacası, İran’ın petrol müşterileri ağırlıklı olarak Asyalıdır! Üstelik İran, AB bankalarında tek kuruş parası olmadığını açıklamıştır!
Bu veri, Batı’nın İran yaptırımlarından istediği oranda sonuç alamayacağını ve esas zararı, toplam petrol ihtiyacının yüzde 51’ini İran’dan karşılayan Türkiye’nin göreceğini ortaya koymaktadır!
ASYA DOLARI SİLİYOR
Şimdi gelelim meselenin esasına…
İran Rusya ile ticaretinde riyal ve ruble, Çin ile ticaretinde riyal ve yuan, Japonya’yla ticaretinde riyal ve yen kullanmaya başladı. İran ve Hindistan’ın da ikili ticaretinde doları devre dışı bırakmaya hazırlandığı belirtiliyor.
Asya’nın devleri kendi aralarında da dolarla değil, milli paralarıyla alışveriş yapıyorlar. Çin ile Rusya’nın başlattığı bu uygulamanın son halkası, Çin ile Japonya oldu.
Çin, Rusya, Hindistan, Japonya ve İran’ın birbirleriyle toplam ticaretinin büyüklüğü, doların dünya hâkimiyetini derinden sarsıyor.
Ve bu ticaretin belkemiğini oluşturan petrol ve doğalgaz alışverişinin ana güzergâhı hızla ilerliyor. İran-Pakistan boru hattından rahatsızlığını açıkça ortaya koyan Washington’u asıl telaşlandıran ise İran sınırından başlayan ve modern ipek yolu olarak adlandırılan Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-Hindistan hattının hızla ilerlemekte olduğudur!
ABD’NİN KIRMIZIÇİZGİSİ
ABD’nin İran konusundaki ilk kırmızıçizgisi uranyumu zenginleştirmesiydi. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta geçen hafta “İran, nükleer silah geliştirmeye çalışıyor mu? Hayır. Ama biz biliyoruz ki nükleer kapasitelerini geliştirmeye çalışıyorlar. Bizi endişelendiren de budur. Bizim İran konusunda kırmızıçizgimiz, nükleer silah geliştirmemesidir” diyerek, çizginin rengini hayli açtıklarını ortaya koydu.
Yaptırımlar, uçak gemileri… Yükselen Asya’ya yanıt arayışı ABD’yi bir çılgınlığa iter mi? Yoksa Washington, Tahran’dan yükselen “ülkemize saldırması halinde, bütün dünyayı ABD için güvensiz hale getiririz” uyarısını ciddiye almayı sürdürecek mi?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Ocak 2011