Posts Tagged Chuck Hagel

ABD’NİN DÜŞÜŞÜNÜN SONUÇLARI

ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, Irak ve Afganistan’da 12 yıl süren maliyetli savaşların ardından, ülkesinin içe dönme ve çatışmalardan uzak kalma eğilimine girdiğini söyledi. (Amerika’nın Sesi, 6 Kasım 2013)

Washington’daki düşünce kuruluşlarından Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde yetkililere ve strateji uzmanlarına seslenen Hagel, ABD’nin bundan sonra izleyeceği stratejiyi de açıkladı: “Bölgesel güvenlik tehditleriyle mücadele etmek için daha az iz bırakacak, nokta hedefleri vuracak özel operasyon güçlerine ve insansız hava uçaklarına ağırlık verilecek. Ortak devletler eğitilecek ve desteklenecek.”

Öte yandan ABD’nin önceki Savunma Bakanı Robert Gates ise nokta vuruşu ve insansız hava uçaklarına dayalı askeri stratejinin gerçeklerden uzak bir görüş olduğunu savunuyor. Gates, savaşların ancak kara savaşıyla kazanılabileceğini belirtiyor. (Gates’in de aslında geri çekilmeci olduğunu fakat ‘ya tam çekilelim, ya da sonuna kadar ilerleyelim’ çizgisini savunduğunu belirtelim.)

Bu iki açıklamanın özeti şudur: ABD’nin kazanabileceği bir savaş artık olmayacak!

ABD hâkim sınıflarını da “içe kapanmak” ya da “savaş çıkarmak” şeklinde iki farklı stratejiyle çarpıştıran bu durum, Ufuk Ötesi’nde sıkça dikkat çektiğimiz gibi ABD’nin düşüşünden kaynaklanmaktadır.

DÜŞEN KUVVET, İSTİHBARAT ZAFİYETİ YAŞAR

Artık ABD’nin bu düşüşünün sonuçlarını, bölgeye ve dünyaya etkisini inceleyebiliriz. Zira etkiler artık daha somut olarak ortaya çıkıyor.

1. İnişe geçen kuvvetler, ciddi istihbarat zafiyetleri yaşar. Önce Wikileaks belgeleri, şimdi de NSA dinlemeleri ABD’nin bu zafiyeti ne oranda yaşadığını göstermektedir.

ABD ne Wikileaks belgelerini açıklayan Julian Assange’ı, ne de NSA dinlemelerini açıklayan Edward Snowden’i engelleyebilmiştir.

Ayrıca ABD ne Assange’ın ne de Snowden’in sığındığı ülkelere ciddi ve etkili bir baskı uygulayabilmiştir.

2. İnişe geçen büyük devlet, merkezkaç etkisi yaratır. Madde zayıfladıkça, çekim gücü azalır.

Nitekim ABD’nin müttefikleri özellikle son üç yıldır, merkezkaç eğilim içine girmeye başladı. ABD’nin müttefikleri çeşitli gerekçelerle, bazen meyve ihracı, bazen silah alımı, bazen de dinleme gibi nedenlerle, Washington’a karşı ses çıkarmaya başladı.

3. İnişe geçen büyük devlet, tek başına ne savaş çıkarabilir, ne de barış yapabilir.

Son Suriye örneği tam olarak böyledir. ABD 2,5 yıldır Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı deviremediği gibi, sonrasında barış da yapamadı. Sonuç olarak Washington, Moskova’nın çizdiği rotaya mecbur kaldı.

DÜŞEN KUVVET, MÜTTEFİK KAYBEDER

4. Düşüşe geçen kuvvet, müttefiklerini kaybeder. Sırasıyla Türkiye, Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da Sorosçu darbeler yapan ve işbaşına ABD projelerini uygulayacak isimleri getiren Washington, Türkiye hariç diğer ülkelerdeki mevzilerini teker teker yitirdi.

5. Düşüşe geçen kuvvet, adım adım çekilir. ABD, Ortadoğu’dan, Orta Asya’dan, Afrika’nın büyük bir bölümünden, Güney Amerika’dan çekiliyor. Yerini ise Çin dolduruyor. Fakat silahla değil, yatırımla…

ABD bir tek Çin’in etrafını çevrelemek için Asya-Pasifik’e yöneliyor. Ancak buradaki iki yıllık çevrelemenin de fiiline etkisiz ve sonuç almaya yetersiz kaldığı görülüyor.

6. ABD’nin düşüşü, küreselleşmeciliği zayıflattı, bölgeselleşmeciliği güçlendirdi. Asya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da, Güney Amerika’da bölgesel ve kıtasal birlikler oluştu, gelişti.

7. ABD’nin düşüşü, doların saltanatını vurdu. Doların dünyadaki dolaşımı azaldı ve boşluğu önce Avro, şimdi de BRICS ülkelerinin milli paraları almaya başladı.

8. ABD’nin inşa ettiği uluslararası kurumların etkisi zayıfladı. Dünya Bankası ve IMF gibi kurumların alternatifleri ortaya çıkmaya başladı.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Kasım 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

DARBE Mİ OLDU, DEVRİM Mİ?

Mısır halkı, önceki akşam Muahmmed Mursi’yi devirerek çalınmış devrimine sahip çıktı. Şöyle ki, halk 2011’de devrim yapmış fakat ABD “rejimi kurtarmak” adına hem Ordu’yla, hem de bir bölümüne yaslandığı Müslüman Kardeşler’le uzlaşarak, devrimi lekelemişti. Mursi, bu uzlaşmanın sonucunda 2012’de cumhurbaşkanı olmuştu. Ve halk hareketi, Ordu’yu da peşine takarak şimdi o lekeyi temizledi ve Mursi’yi yıktı!

Kuşkusuz Ordu içinde Amerikancı olanlar vardır fakat Ordu bir bütün olarak halkın yanında olmayı seçmiştir.

İki yıl önce Hüsnü Mübarek’in yıkılmasına “devrim” manşeti atanlar, Mursi’nin yıkılmasına ise “darbe” dediler. Peki, Mübarek’in yıkılması ile Mursi’nin yıkılması arasında ne fark var? Olanlar darbe mi, devrim mi? İnceleyelim:

ORDUSUZ DEVRİM OLMAZ

Mübarek’in yıkılması da, Mursi’nin yıkılması da devrimdir. Her ikisinde de asker somut vardır. Zaten ordusuz devrim yoktur. Amerikan devriminden Çin devrimine, Türk devriminden Rus devrimine kadar tüm devrimlerde ordu vardır.

İlkine devrim diyenlerin ikincisine darbe demesi, askerin varlığıyla değil fakat Mursi’ye yakınlıklarıyla, siyasal İslamcılık ortaklıklarıyla ilgilidir. Dolayısıyla halkın devrimini, darbe diyerek lekelemek peşindedirler.

Gelin en iyisi darbe ve devrim kavramlarını sorgulayalım. En basit tanımımız şu: Ordu ABD ile birlikte hareket ederse darbe, halkıyla birlikte hareket ederse devrim olur!

Daha pratikten gidersek; eğer ordu halk evindeyken iktidara el koyuyorsa bu darbedir fakat halk alanlarda ve eylem yapıyorken onlara destek veriyorsa, bu devrimdir.

Bizim tarihimizden 27 Mayıs 1960 bir devrimdir. Ordu ve millet el ele Amerikancı bir iktidarı yıkmıştır. Mısır’ın tarihinde ise Nasır’ın 1953’te krallığı yıkarak cumhuriyeti ilan etmesi, bir devrimdir! Fakat örneğin halka rağmen yapılan ve halk evindeyken yapılan 12 Eylül, tipik bir darbedir.

Diğer yandan darbe, ileride olanı durdurmak ve geriye bastırmaktır; yani karşı-devrimdir. Devrim ise ileriye doğru olmaktır. Dolayısıyla kralı indirip cumhuriyeti kurmak, feodalizmi yıkıp kapitalizmi kurmak ya da kapitalistleri devirip sosyalizme geçmek ileridir ve dolayısıyla devrimdir.

ABD-TÜRKİYE-KATAR TAHRİR’E KARŞI

Başta AKP olmak üzere kimi kesimlerin Mısır devrimini hem darbe diye lekelemeye çalışması, hem de ABD’nin icazetiyle yapıldığı yalanına sarılması öğreticidir. Mısır Genelkurmay Başkanı Sisi’nin ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’le görüşmesini, bu icazete kanıt diye sunmaktadırlar.

Hatta Şamil Tayyar şöyle bir tablo çizmiştir: “Mısır darbesindeki ittifak; İsrail, İran, Suriye, Suudi Arabistan, BAE, ABD Neoconları. Bu fotoğraf yeni küresel oyunun acımasız yüzüdür.”

Tayyar’ın ABD ile Suriye’yi, İsrail ile İran’ı ve hepsini aynı cephede görmesi kuşkusuz çapsızlıktan değil, fakat çaresizliktendir. AKP’ye göre bütün dünya birleşmiş, Türkiye, Brezilya ve Mısır üçlüsüne operasyon yapıyor!

Bir bölümü de ABD’nin Mısır devrimine “darbe” dememesini ve Mursi’nin yıkılmasını engellememesini, teorilerine kanıt diye sunmaktadırlar. Bu ancak kuvvetle ilgilidir ve ABD’nin Mursi’yi kurtaracak kuvveti yoktur. ABD o nedenle Mursi’nin yıkılmaması için çabaladı fakat iktidar olanı da doğrudan karşısına almadı!

Bu gerçek için Irak örneği yeterince öğreticidir. ABD Allawi’yi başa geçirmek için uğraştı ve Türkiye’yi bu işe seferber etti. Ama olmadı ve Maliki kazandı. ABD ne yaptı? Maliki’yle de çalışmaya baktı!

ABD’nin Mısır’daki rolünün ne olduğunu anlamanın yolu basittir. Washington’a bölge dizaynında model ortaklık yapanlara bakılır. Kimdir onlar? Türkiye ve Katar yönetimleri. Her ikisi de olana darbe diyor,  Mursi’ye sahip çıkıyor ve Tahrir’deki halk iradesini yok sayıyor!

ESAD KAZANDI, MURSİ-EL TANİ-ERDOĞAN KAYBETTİ

Aslında tablo çok net. Gelin 30 Eylül 2012 gününe dönelim, AKP’nin 4. Genel Kongresi’ne… Hem Barzani, hem de Mursi Erdoğan’ın onur konuğu olarak kongredeydi. Erdoğan ve Mursi ikilisi, Esad’ı yıkma mesajlarıyla dolu konuşmalar yapmışlardı.

Peki, 9 ay sonra durum ne? Esad ayakta, El Tani çekildi, Mursi yıkıldı ve Erdoğan sallanıyor! AKP basınının dün neredeyse aynı manşetlerle çıkması da işte bu tablo nedeniyledir. Kahire’deki devrim olmuş, korkusu Ankara’da yaşanmıştır!

Peki, neden böyle bir tablo gerçekleşti? Çünkü Asya-Pasifik yükseliyor ve Atlantik çöküyor! ABD’nin BOP Projesi, Ortadoğu’yu dizayn etme hamlesi ve bölge ülkelerini ılımlı İslamcı hükümetlerle yönetme hedefi de çöküyor!

Suriye’de Esad’ın neden 2,5 yıldır yıkılamadığını ve Mursi’nin neden iktidarda 1 yıldan fazla tutunamadığını saptayamayanlar için yenilgi daha da büyük olacak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Temmuz 2013

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

PKK’Yİ ARTIK ERDOĞAN YÖNETİYOR

Son bir aydır ısrarla yazıyoruz: AKP-PKK “barışının” sahibi ABD’dir. “Barışın” nedeni ABD ve İsrail’in Ortadoğu çıkarlarıdır. İsrail’den gelen “özür”, “barışa” bölgesel cephe yaratmak içindir. “Barışın” taktik hedefi önce Suriye, sonra da İran’dır. “Barışın” stratejik hedefi Türkiye’dir; Türkiye’nin küçültülüp, Büyük Kürdistan’ın kurulmasıdır.

Yani “Amerikan barışı” aslında bölgeye açılan savaştır. Gerisi laftır, hikâyedir!

Dolayısıyla ortada bir Türk-Kürt barışı ya da kardeşlik projesi yoktur. Ne vardır? Türk ve Kürt’ü Ortadoğu’da ateşe sürmek, Arap ve Fars’a düşman yapmak vardır.

Yazdıklarımıza inanmayanlar, Amerikan barışının sözcülerinden Aysel Tuğluk’un üç gündür Radikal’de yazdıklarını okusunlar.

PKK’YE SURİYE VE İRAN GÖREVİ

Aysel Tuğluk açıkça söylüyor: “Bölge üzerine politika yapan ve bölge gücü olan hiç kimse silahtan arınmış bir PKK seçeneğine hazır değil.”

Tuğluk üstelik basında yazılanların da yalan olduğunu belirtiyor: “Dolayısıyla silahsızlanma meselesi zannedildiğinin aksine İmralı’daki tartışmaların merkezinde değil, böyle bir talep de yok.” (Radikal, 10 Nisan 2013)

Peki, Erdoğan ile Öcalan PKK’nin silahsızlanmasını konuşmuyorsa, neyi konuşuyor? Onu da ertesi gün yazmış Tuğluk: “PKK’nin ne olacağına dair soruya verilecek cevap konusunda açık yürekli olmak gerekiyor. En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK de çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı; İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa’da kurumsal vs. PKK, Türkiye’de de çeşitli biçimlerde olacak. Ancak Öcalan’ın yeni dönem kurgusunda PKK’nin silahlı güçlerini Türkiye siyasal sahasının dışına geri dönüşsüz biçimde çıkarmak var.” (Radikal, 11 Nisan 2013)

Ne diyordu Öcalan İmralı zabıtlarında: “Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)

Yani anlayacağınız ABD asıl şimdi silahlandırıyor PKK’yi; Suriye’ye ve İran’a saldırması için büyütüyor, Erdoğan’ın denetimine veriyor! (PKK bu nedenle bölünmeye gebedir.)

ERDOĞAN PKK’Yİ SURİYE ÜZERİNE SÜRDÜ

Nitekim PKK’yi silahlandırma ve bölgeye sürme operasyonu aslında çoktan başlatılmıştı. “PKK’nin Esad’ın kartı olduğunda” ısrar edenler, umarız birincisi PYD’nin Suriye güvenlik güçlerine saldırıya geçmesini ve ikincisi de Erdoğan’ın Kırgızistan’dan söylediği şu cümleyi doğru okurlar: “Türkiye’den Suriyeli olan PKK’lilerin bir kısmı Suriye’deki gelişmeler arttıkça geçmişlerdi.” (Hürriyet, 11 Nisan 2013)

Erdoğan çok açıkça PKK’nin, kendisine verilen “Esad’ı yıkma” görevinin bir parçası olduğunu söylemiş oluyor.

Yani artık PKK’yi ABD adına Erdoğan yönetiyor!

TSK’YE İSRAİL SİGORTASI

Kuşkusuz ABD, PKK’nin askeri varlığına dayanarak bölgeyi dizayn edemez! ABD’nin bölge planlarının olmazsa olmaz şartı asıl TSK’nin kullanılmasıdır! ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, bu nedenle Erdoğan ve Davutoğlu’na “Ergenekon ve Balyoz’da kantarın topuzu kaçıyor, Türk Ordusu bize lazım” mesajı vermiştir. (Savaş Süzal, Yeni Çağ, 9 Nisan 2013)

TSK’yi bölgeye sürmeden planlarını gerçekleştiremeyeceğini bilen ABD, anlaşılan Ergenekon tertipleriyle karargâhına diz çöktürülen Ordu’nun kıvama geldiğini ve yeni 1 Mart tezkere sürprizleriyle karşılaşmayacağını düşünmektedir.

Ancak bunun en önemli sigortalarından biri, Türk ve İsrail ordularına “ilişki” sağlamaktır.

İşte ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel de bu ilişkiyi sağlamak üzere Türkiye’ye geliyor: “Hagel’in ziyareti sırasında Türkiye ve İsrail arasındaki askeri işbirliğinin güçlendirilmesi, savunma antlaşmalarının imzalanması ve beraber tatbikat yapması konuşulacak. Suriye’deki iç savaşın da gündemde olması bekleniyor.” (Milliyet.com.tr, 13 Nisan 2013)

PLANI 8 NİSAN BOZAR!

Peki, tablo bu denli karanlık mı? Bu plan yıkılamaz mı?

8 Nisan’dan bakınca ben aydınlık görüyorum… 8 Nisan’da barikatı yıkan millet, Türk’üyle, Kürt’üyle bu planı da er geç yıkacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Nisan 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

HAÇLI ŞÖVALYESİ

Varsayalım İsrail gerçekten “özür” diledi… AKP’nin değerleri açısından karşılığı, pişman ettirircesine her an, her vesileyle “İsrail’e diz çöktürdük” edebiyatı yapmak mıdır?

Ortada Kudüs’ü Haçlı’nın elinden alan Selahattin Eyyubi ile yarışır nitelikte bir fetih mi vardır? Açılış töreninde bile “İsrail’e diz çöktürdük” demeye neden ihtiyaç duyulur?

Oysa hem İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, hem de ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, özrün nedeninin Suriye olduğunu belirtiyorlar. “Diz çöktürdük” diskurları, yoksa bu utanılacak gerçeği örtmek için mi?

Kuşkusuz evet!

Ve bu nedenle Erdoğan ile Davutoğlu, Selahaddin Eyyubi’nin değil, fakat 1917’de Kudüs’e giren ve Eyyubi’nin mezarına vurarak “Kalk Selahaddin, biz yine geldik” diyen İngiliz Orduları Komutanı Org. Allenby’nin yanındadır.

Irak’a, Libya’ya saldırıda Haçlı askeri olan Erdoğan, Suriye’ye saldırıda rütbe almak, terfi etmek, şövalye olmak peşindedir!

ABD’NİN ‘MASTER’ PLANI

AKP’ye yakın Yeni Şafak’ta yayımlanan “Washington’un master planı” başlıklı haber bile, aslında Erdoğan’ın rolünü ve İsrail’in “özrünün” gerekçesini ortaya koyuyor.

Haber özetle şöyle: ABD’nin yeni planına göre, yakında Şam’a doğru, üstelik hem kuzeyden hem güneyden yürünecek!

İşte bu “güneyden yürüme” meselesidir “özrün” gerekçesi: İsrail ABD’nin zoruyla Türkiye’den özür diledi, çünkü Suriye’ye karşı Türkiye-İsrail ittifakı gerekiyor!

Peki, İsrail Suriye meselesine nasıl doğrudan müdahil olacak? Haberde o da var: “Golan’da Nusra alarmı!”

AKP’NİN NUSRA’SI

İlginçtir, Nusra Cephesi önce Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin üzerine sürüldü. PKK’nin Suriye kolu olan PYD Türkiye’yi suçladı; Nusra’nın Ankara’nın teröristi olduğunu savundu. Ancak bu kısa süreli çatışma PYD-ÖSO anlaşmasıyla sonuçlandı!

El Kaide’nin kolu olan Nusra Cephesi bu operasyondan sonra Suriye’nin güneyinde, Golan Tepeleri’nde ortaya çıktı! Önce 21 BM askerini rehin aldı ve bıraktı, sonra İsrail’i taciz etti!

Şimdi İsrail, Nusra Cephesi’ni gerekçe göstererek Suriye’nin güneyine asker sevkiyatı yapıyor!

El Kaide nasıl geçmişte ABD’ye “saldırma meşruiyeti” yaratıyorsa, Nusra Cephesi de İsrail’e benzer hizmeti yapıyor!

ÖZEL SAVAŞ İLE KAOS YARATMAK

Nusra Cephesi İsrail’i Suriye’ye sokmanın yollarını yaparken, Atlantik Cephesi’nin teröristleri de en insanlık dışı saldırılara imza atıyor…

Suriye’ye “demokrasi” getirecek bu çapulcular artık okul, cami, üniversite bombalamaya kadar götürdü işi…

ABD’nin “özel savaş” birimleri için artık tek yol terör: Şam yönetimini yıkamıyorlarsa, halka terör uygulayarak kaos yaratmaya çalışıyorlar.

RUSYA’NIN DOĞU AKDENİZ PLANI

Önce Öcalan’ın Nevruz mesajı, ardından da İsrail’in “özrü” geldi. Açık ki ABD, Suriye’ye karşı bir AKP-PKK-İsrail cephesi oluşturuyor.

Üst üste gelen bu gelişmeler haliyle Atlantik cephesine moral oldu. Bunu Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun yüzüne yansıyan mutluluktan anlıyoruz.

Peki, bu tablo Suriye cephesine nasıl yansıdı? Rusya’nın, İran’ın bir geri adımı söz konusu mu?

Hayır. Tersine Rusya çok önemli hamleler yaptı: Moskova önce artık Doğu Akdeniz’de sürekli filo bulunduracağını ilan etti, ardından da Akdeniz’e en yakın yerde, Karadeniz’de son 20 yılın en büyük deniz tatbikatına başladı.

36 geminin yer aldığı tatbikatın mesajı net: Asya cephesi siyasi kararlılığını, askeri olarak da sürdürecek!

Mehmet Ali Güller
30 Mart 2013
Aydınlık Gazetesi

, , ,

Yorum bırakın

KERRY’NİN BOŞ ÇANTASI

Yarın Türkiye’yi de kapsayacak Avrupa ve Ortadoğu turuna başlayacak olan ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı John Kerry’yi büyük zorluklar bekliyor. Zira ABD dış politikasının dayanağı olan “silahın” zayıflaması, Kerry’nin elini diplomaside Moskova’ya mecbur ediyor.

Kerry’nin bu tura çıkmadan önce kamuoyu önünde yaptığı ilk konuşması da bu türden zorluklara işaret ediyordu. 20 Şubat’ta Virgina Üniversitesi’nde konuşan Kerry’nin sözlerinde üç vurgu vardı:

1. “ABD dış politikasının önündeki en büyük engel, diplomatik çalışmalar değil; engel Kongre’den kaynaklanıyor. Önümüzdeki günlerde yapılacak bütçe kısıntısı, kimsenin görmek istemediği bir durum.”

2. “Günümüzde, diplomatları dış göreve göndermek için yapılan masrafın, yarın asker göndermek için yapılan masraftan çok daha düşük olacağını söyleyebilirim.”

3. “Aslında dış politikanın temeli, yabancı ülkelere asker gönderip göndermememize değil, üniversite mezunlarını verimli şekilde istihdam edip etmemize bağlı.”

Özetle Kerry, küresel dış politika ağırlıklarının mali nedenlerle azalacağını söylüyordu…

PENTAGON PARAYA MUHTAÇ

Bu konuşmadan bir gün sonra Pentagon’dan gelen açıklama da aynı yöndeydi. Amerikan Savunma Bakanlığı, Kongre’nin bütçe üzerinde bir anlaşmaya varamaması halinde 1 Mart’ta çok büyük ölçekli kesintilere gitmek mecburiyetinde kalacağını ilan ediyordu.

Barack Obama’nın Savunma Bakan adayı Chuck Hagel Senato’dan hâlâ vize alamadığı için göreve devam eden Leon Panetta, tabloyu şu sözlerle özetliyordu: “Bütün ülkede 800 bine yakın sivil bakanlık personeline 22 güne kadar ücretsiz izin vermek zorunda kalacağız. Maaşlarında yüzde 20 kesinti olacak. Bunun ekonomimize etkisi olmaması imkânsız.”

Yeni kesintilerin, Pentagon’un mevcut 10 yılda 500 milyar dolarlık kesinti programına ek olacağı gerçeğine dikkat çeken savunma uzmanları, ABD dış politikasının iyice açmaza gireceğini belirtiyorlar.

‘SURİYE KRİZİNİ SONA ERDİRİLMESİ’

İşte John Kerry bu tabloyla Avrupa ve Ortadoğu yollarına düşüyor. Kerry’nin programına dair ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklama da aslında bu zorluğa işaret ediyor. Kimi gazeteler her ne kadar sözcü Victoria Nuland’ın açıklamasını “Kerry’nin çantasında Suriye dosyası var” diye genel geçer ifadelerle verdiyseler de, o çarpıcı ayrıntı örneğin Hürriyet’te vardı: “Nuland, Kerry’nin Türkiye ziyaretinde, Suriye’deki krizinin sona erdirilmesini…

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın iki yılın ardından meseleyi “krizi sona erdirmek” şeklinde ifade etmeye başlaması oldukça önemli.

Kerry seçildikten sonra bunun işaretlerini vermeye başlamıştı aslında. Birincisi, “Suriye’de diplomatik çözümden umutlu olduğunu” belirtmişti. İkincisi Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la yaptığı telefon görüşmesinden sonra Washington ile Moskova’nın “Suriye’de şiddetin sona erdirilmesi ve taraflar arasında diyalog başlatılması konusunda fikir birliği içinde” olduğu açıklanmıştı. Üçüncüsü, SUKO Başkanı Muaz El Hatip’in Moskova’da bu diyaloga başlamasına onay verilmişti.

Amerikan basınında son günlerde sıkça çıkmaya başlayan “Suriyeli muhaliflere silah sevkiyatı azaldı” şeklindeki haberler de bu “zorunlu” eğilime işaret ediyor aslında.

DAVUTOĞLU’NUN DA SONA ERDİRİLMESİ!

Ancak gelişmeler, ABD’nin Suriye cephesini tümden bırakacağı anlamına gelmiyor elbette… Tamam, para yok, silah yok ama Baas Partisi’ni hedef alan bombalı saldırılara bakılırsa “özel savaş” sürüyor!

Bir süre de bu yolu deneyecekler. Zira bir şekilde bölgede istikrarsızlığın sürmesinin, sonrasında kendilerine yeni fırsatlar yaratacağını düşünmektedirler.

Ancak bu da nafiledir ve her ne olursa olsun, iki yılın ardından ABD’nin “Suriye krizini sona erdirme” noktasına gerilemesi, bölge adına büyük bir zaferdir!

Tabi “Suriye krizini zona erdirmek” demek, pratikte “Davutoğlu’nun da sona erdirilmesi” demektir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Şubat 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

AMERİKAN DEVLETİNDE ÇARPIŞMA

Barrack Hüseyin Obama 2008’de ilk kez seçildiğinde, kurduğu hükümetin iki gruptan ve beş bileşenden oluşan bir koalisyon olduğuna dikkat çekmiştik. Amerikan devlet aygıtı, 2007’de başlayan ekonomik kriz ve daha önemlisi 2004’te işareti oluşan siyasal yenilgiye çareyi böyle arıyordu.

1. OBAMA DÖNEMİNDE BEŞ BİLEŞEN

Barrack Obama: Demokrat Parti’nin “Çevre” temsilcisi. İttifakçı, çok taraflı BOP’tan yana.

Hillary Clinton:  Demokrat Parti’nin “Merkez” temsilcisi. Bush döneminde Senato’da olan Hillary Clinton, NeoCon’ların politikalarına destek vermişti! Koalisyon’da aynı zamanda New York ağırlıklı Yahudi sermayesini temsil ediyor.

Joe Biden: Irak merkezli BOP’çu. Irak’ı Şii, Sünni ve Kürtler arasında üçe bölen planın sahibi.

Robert GatesBush’un son bir yılında, ABD yönetimine, BOP revizyonu için monte edildi. Bu nedenle Obama yönetiminde de bu görevini sürdürdü. Afganistan merkezli BOP savunucusu. Irak’tan çekilmeyi savunuyor. İran’la müzakerelerden yana.

James Jones: Koalisyonda Ulusal Güvenlik Konseyi’nin başı olarak yer aldı. Eski NATO komutanı. Demokratlar iktidarda ama o bir Cumhuriyetçi olarak koalisyona girdi. Obama’nın kazandığı seçimlerde Cumhuriyetçi Parti adayı John McCain’i açıkça desteklemişti!

Bu beş bileşeni neden anımsattık? İkinci Obama döneminde de benzer ve hatta daha derin sıkıntıların yaşandığını anlatmak için…

PETRAEUS ELENDİ

CIA Başkanı David Petraeus’un evlilik dışı bir ilişki yaşadığı gerekçesiyle istifa etmesine kuşkusuz kimse ikna olmadı.

Bu ilişkiyi FBI’ın ortaya çıkarması, Petraeus’un İsrail yanlısı olup olmadığının tartışılması da, hatta Petraeus’un ABD Büyükelçisi Chris Stevens’ın  Libya-Bingazi’deki CIA üssünde öldürülmesini sadece “izlediği” suçlamaları aslında tek gerçeğe işaret ediyor: Amerikan devlet aygıtı içinde kıran kırana bir çarpışma var!

Asıl çarpışma ABD’nin dış politikasında yaşanıyor. Hillary Clinton’un yerine kimin dışişleri bakanı olacağı, açık bir savaşa sahne olmuş durumda.

Adaylardan CIA Başkanı David Petraeus, bir “skandalla” elenmiş oldu! Petraeus üstelik savunma bakanlığı için de düşünülen isimdi…

DIŞİŞLERİ’NE 7 ADAY

Eski Başkan adayı ve Senato’nun Dış İlişkiler Komitesi başkanı John Kerry, en güçlü adaylardan biri.

Bir diğer aday ise ABD’nin BM Daimi temsilcisi olan Susan Rice.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un bakanlığa geleceği ve Rice’ın ondan boşalan koltuğa oturabileceği de konuşuluyor.

Adaylar arasında Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Samantha Power, Kongre üyesi Keith Ellison ve Chuck Hagel, hatta Colin Powell bile bulunuyor.

TÜRKİYE-İSRAİL EKSENİ ZORLANACAK

İsmi konuşulan adayların tamamının, ABD’nin dış politika merkezinin Ortadoğu olmasını savunan isimler olması ilginç… Zira Clinton’un dışişleri bakanlığında, ABD Asya-Pasifik merkezli bir strateji belirlemişti. (Bu nedenle bu adaylar dışında bir sürpriz çıkabilir.)

Ama daha ilginci adayların birbirleriyle farklı yönelimlere sahip olması… Örneğin Samantha Power, Obama’yı Libya’ya saldırıya ikna eden isim olarak telaffuz ediliyor. Power, Obama’nın izlediği Suriye stratejisinin de mimarı olarak biliniyor. Kerry ile Power ve Ellison, İsrail-Filistin meselesinde birbirilerine karşıt konumlanıyorlar. Donilon, İsrail’in İran’a saldırı olasılığına açıktan karşı çıkıyor.

İsimlerin çokluğu da, isimlerin dış politika konusunda birbirinden farklı olması da ABD’nin siyasal gerilemesiyle ilgilidir. Çünkü gerileyen büyük kuvvetlerde bu denli “çok seslilik” olur.

Ancak Ortadoğu’yu esas alan adaylardan herhangi birinin koltuğa oturmasının, ABD’nin Asya-Pasifik merkezli stratejisinde köklü bir değişikliğe yol açamayacağını belirtmeliyiz. Olsa olsa Washington’un Ortadoğu’yu taşeronlarıyla idare etme dönemine ağırlık verebilmek ve Kürt Koridoru’nu inşa edebilmek için Türkiye-İsrail eksenli bir süreci zorlayacaklardır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Kasım 2012

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: