Posts Tagged Çin
Güney Amerika için iki zıt program
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 18/12/2025
ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinden sonra Çin de Güney Amerika için bir strateji belgesi yayımladı. İki strateji belgesi, bölge için birbirine zıt iki program ortaya koyuyor.
Geçen hafta ilkini incelemiştik: ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, birincil önemli bölge olarak Batı yarım küreyi belirlemiş durumda. Washington, kuzeyden güneye Grönland, Kanada, Panama diye inerek, Güney Amerika dahil kıtayı kendisi adına bir nevi “münhasır bölge” ilan ediyor ve burada yeni-Monroe doktrini uygulayacağını belirtiyor.
ABD Atlantik ve Pasifik okyanusları arasındaki bu bölgede, “Yarım küre dışındaki rakiplerin, yarım kürede kuvvet veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırmasını veya stratejik açıdan hayati önem taşıyan varlıklara sahip olmasını veya bunları kontrol etmesini” engellemeyi önüne temel hedef koymuş durumda. Kim bu yarım küre dışı kuvvet? Çin.
Özetle ABD Çin’le hem Asya’da hem Güney Amerika’da ve hem de Ortadoğu ile Afrika’da bir büyük mücadele stratejisi belirlemiş durumda.
Çin’den ABD’ye yanıt
Çin, ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji belgesinin yayınlamasının hemen ardından Güney Amerika ve Karayipler bölgesiyle ilişkilerini tanımlayan kapsamlı bir strateji belgesi yayınladı. Belge, Çin’in 2016 yılında yayımladığı strateji belgesinin güncellenmiş hali. Pekin yönetimi bölgeye beş başlıkta derin işbirliği öneriyor.
Belge öncelikle bölgeyi Küresel Güney’in ayrılmaz bir parçası olarak tanımlıyor. Çok kutuplu dünya düzeni inşasına işaret ederek, “tek taraflı zorbalığa ve hegemonya kullanımına” karşı çıkıyor.
Burada bir parantez açalım: Yeni Ulusal Güvenlik Stratej belgesinde, ABD’nin Güney Amerika’daki hedeflerine ulaşmak için iki araca başvuracağı yazıyor: Birincisi, “Bölgenin, ABD’yle uyumlu hükümetlerini, siyasi partilerini ve hareketlerini ödüllendireceğini ve teşvik edeceğini”, ikincisi de bunun kaldıracı olarak, Batı yarım küredeki askeri varlığını artıracağını belirtiyor.
İşte Çin’in strateji belgesinde işaret ettiği zorbalık ve hegemonya budur.
Çin’in strateji belgesi
Peki Çin’in strateji belgesinde neler var?
– Çin öncelikle siyasi güvenin önemine işaret ediyor. Egemenlik ve toprak bütünlüğünün desteklenmesini savunuyor. Hükümetler arası diyalog merkezlerinin güçlendirilmesini öneriyor.
– Çin ticaretin ötesine geçen yapısal öneriler sunuyor. Kuşak ve Yol kapsamında altyapı projelerinin hızlandırılmasını ve tedarik zincirlerinin güvence altına alınmasını amaçlıyor.
– ABD dolarına bağımlılığı azaltacak finansal adımları büyütmeyi öneriyor. İkili ticaretlerde ulusal paralarla ticareti savunuyor ve bunun gereği olan ödeme sistemlerinin entegrasyonunu öneriyor.
– Çin askeri alanda Güney Amerika ülkeleriyle savunma işbirliği ilişkilerini geliştirmek istiyor ve Küresel Güvenlik Sistemi çerçevesinde birlikte hareket etme niyetini ortaya koyuyor.
– Çin Güney Amerika ülkeleriyle yüksek teknoloji ve uzay çalışmaları alanlarında ortaklıkları derinleştirmek istiyor.
– Çin ayrıca “Uygarlık Programı” başlığı altında bölge ülkeleriyle kültürel diplomasiyi geliştirmeyi ve insani bağları güçlendirmeyi hedefliyor.
ABD savaş, Çin kazanç vaat ediyor
Görüleceği üzere Güney Amerika konusunda birbirine zıt iki program var.
ABD, Güney Amerika ülkelerini sömürmek için yeni-Monroe doktrini uygulayacağını, kendisiyle uyumlu hükümetleri işbaşına getirmeye çalışacağını ve bölgeyi askerileştireceğini söylüyor özetle. Ki Trump Beyaz Saray’a oturduğu günden bu yana Grönland’ı ve Panama’yı açıkça istediğini ortaya koydu, bazı Güney Amerika ülkelerindeki seçimlere doğrudan müdahil oldu ve Venezuela’ya da saldırı arayışında.
Çin ise tersine Güney Amerika ülkeleriyle daha önce başlattığı ve bu ülkelerin memnun kaldığı kazan-kazan ilişkilerini geliştirmeyi vaat ediyor.
İşte ABD’nin yeni-Monroe doktrininin zayıf karnı tam da budur: Güney Amerika ülkelerinin Çin’le işbirliğinden kazancı ve mennuiyeti…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
18 Aralık 2025
Yeni-Monroe doktrininin zayıf karnı
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 09/12/2025
II. Paylaşım Savaşı sonrasında İngiltere, zayıflayan gücü nedeniyle, 31 Mart 1947’den itibaren Yunan Hükümeti’ne artık yardım edemeyeceğini ilan etti. Yunanistan’da hükümet ve dış destekçileri, Yunanistan Komünist Partisi’ne karşı mücadele ediyordu.
İngiltere’nin bu kararı ABD’nin Avrupa’yı önceleyen stratejisinin de temel nedenlerinden biri oldu. ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de yaptığı konuşmada, Kongre’den Yunan Hükümeti’ni Komünistlere karşı desteklemesini istedi. (Ayrıca Türkiye’ye yardım sağlanmasını da…)
İşte ABD’nin Avrupa’yı “komünizme karşı koruma” stratejisi “resmi olarak” buradan çıktı.
ABD batı yarım kürede yeni-Monroe doktrini ilan etti
Bu girişi şundan anımsattık: Avrupa’nın “Amerikan koruma şemsiyesine” sahip olması için Truman’ın 12 Mart 1947 konuşması ne kadar kritikse, o şemsiyenin kapanabileceğine işaret eden Trump’ın Kasım 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi de o denli önemli…
Çünkü ABD, Avrupa kıtasını artık birincil öncelik olmaktan çıkarıyor. 8 Aralık’ta Cumhuriyet gazetesindeki köşemde analiz ettiğim gibi, Trump yönetimi artık ABD’nin birincil önceliğinin Batı yarım küresi olduğunu Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesine kaydetmiş durumda. Atlantik ve Pasifik arasındaki Kuzey ve Güney Amerika’yı “kendi alanı”(!) ilan eden ABD yönetimi, bu bölge için yeni-Monroe doktrini uygulayacağını ilan etti.
Monroe doktrini, daha çok “ABD’nin Avrupa işleriyle ilgilenmeyeceği ve karışmayacağı” yönü üzerinden “izolasyonist” bir strateji olarak sunulsa da, aslında doktrin temelde ABD’nin Avrupa’ya “Güney Amerika’yi sömüremezsin çünkü ben sömüreceğim” ilanıdır.
Trump’ın yeni-Monroe doktrini de aynı şeyi söylüyor: ABD “Yarım küre dışındaki rakiplerin, Yarım kürede kuvvet veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırmasını veya stratejik açıdan hayati önem taşıyan varlıklara sahip olmasını veya bunları kontrol etmesini engellemeyi” önüne temel hedef koyuyor. Kuşkusuz buradaki “dış kuvvet” Çin’dir.
Çin-Güney Amerika ilişkisi
Yani ABD 19. yüzyılda kendi hakimiyet alanı saydığı Güney Amerika için Avrupa’ya karşı Monroe doktrini ilan etmişti, 21. yüzyılda da yine kendi hakimiyet alanı saydığı Güney Amerika için Çin’e karşı yeni-Monroe doktrini açıklamış oldu.
Elbette Çin’in 21. yüzyılda Güney Amerika ile yürüttüğü ilişki türünün Avrupa’nın 19. yüzyılda Güney Amerika ile yürüttüğü ilişki türünün birbirinin zıttı olduğunu önemle belirtelim. Bu zıtlık aynı zamanda Trump’ın yeni-Monroe doktrininin zayıf karnını oluşturuyor.
O nedenle de ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Çin’in Güney Amerika ülkeleriyle iyi ilişkilerine karşı, önüne “ABD’yle uyumlu hükümetleri, siyasi partileri ve hareketleri ödüllendirme ve teşvik etme” görevi koyuyor. Bunu “ABD’nin Güney Amerika’da rejim değiştirme operasyonları” hevesi olarak okuyabiliriz.
ABD stratejisinin özü: Çin’le büyük mücadele
Görüleceği üzere ABD’nin “birincil önemde” olduğunu dünyaya ilan ettiği Batı yarım küredeki asıl rakibi Çin. “İkincil önemde” olduğunu ilan ettiği Asya’daki asıl rakibi zaten Çin. Trump yönetimi burada hedefi “Hint-Pasifik’i ABD’ye açık tutmak” diye ilan ediyor ki bunu “bölgeyi ABD’nin hakimiyet alanı haline getirme amacı” diye okuyabiliriz.
Ve Trump yönetimi Asya’nın batısındaki “Ortadoğu” için de “bölgenin enerji kaynaklarına ve yollarına düşman saydığı güçlerin hakim olmasını engellemek” görevini koymuş. Benzeri Afrika için de geçerli. Dolayısıyla ABD Ortadoğu ve Afrika’da da aslında Çin’le mücadele stratejisi belirlemiş durumda.
Bu durumda özetle Trump yönetiminin hazırladığı Ulusal Güvenlik Stratejisinin aslında “ABD’nin Çin’e karşı yürüteceği büyük mücadelenin stratejisi” olduğu anlamına gelir.
ABD’den Avrupa’ya “koruma şemsiyesi kapanacak” mesajı
Peki Avrupa bunun neresinde?
Belge şu temel saptamayı yapıyor: “Avrupa ekonomisi geriliyor, daha önemlisi Avrupa uygarlığı da geriliyor.”
Bu saptama ve üzerine inşa edilen strateji, ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in bu yılın Şubat ayında Münih Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmayla çok uyumlu. O konuşma Avrupa’da “eski dünya düzeninin sonunun geldiğinin işareti” olarak yorumlanmıştı.
ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi özetle ABD’nin Avrupa’ya “artık bölgende birincil sorumluluğu üstlen” mesajı veriyor, “ABD’nin Avrupa’ya koruma şemsiyesinin yavaş yavaş kapanacağını” söylüyor…
ABD, Avrupa’yı Çin’e karşı mücadelede yanında tutmak istiyor
Ancak emperyalist ABD, Avrupa’yı iki temel nedenle “gözardı edemeyeceğini” de belirtiyor. Birincisi ABD ile AB arasındaki Transatlantik ticaretin hâlâ “küresel ekonominin ve Amerikan refahının temel direklerinden birisi olması” nedeniyle, ikincisi de ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin “özü” nedeniyle…
Belgede açıkça “Avrupa’yı gözardı etmek, ABD’nin bu yeni stratejisini baltalamak olur” deniyor. Çünkü yeni stratejinin “özü” ABD’nin Çin’le yapacağı büyük mücadeledir. Ve ABD yönetimi, Çin’e karşı büyük mücadelesinde elbette Avrupa’yı yanında müttefik tutmak istiyor ve bu nedenle 1947’de başlattığı sorumluluğunu kesmek yerine adım adım azaltmayı tercih ediyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
9 Aralık 2025
ABD’nin Çin’le mücadele stratejisi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/12/2025
Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi, önümüzdeki birkaç on yıl boyunca, ABD’nin çok kutuplu yeni dünyada hangi hedeflere, hangi araçlarla hangi yoldan ilerleyeceğinin planlamasıdır.
Çünkü belge, öncelikle ABD’nin zayıfladığını saptıyor ve buradan hareketle “dünya düzenini ayakta tutma görevinin sona erdiğini” belirterek, müttefiklerini “bölgelerinde birincil sorumluluğu üstlenmeye” çağırıyor.
ABD üç temel amaç belirlemiş durumda. ABD’nin birincil önceliği Batı-Yarım Küreyi işbirliği yapan ve yabancı güçlerden arınmış bir bölge yapmak, ikincil önceliği Hint-Pasifik’i ABD’ye açık tutmak (hakimiyet alanı haline getirmek), üçüncül önceliği de Ortadoğu enerji kaynaklarına ve yollarına düşman saydığı güçlerin hakim olmasını engellemek.
Bu üç öncelik de temelde ABD’nin stratejisini Çin’e karşı oluşturması demektir. Dolayısıyla ABD’nin üç amacı da sonuçları itibariyle tek bir amaca, Çin’e yöneliktir:
Yeni-Monroe doktrini
ABD açısından artık birincil önemli bölge Batı Yarım Küredir; yani Pasifik ve Atlantik’in arasındaki Kuzey ve Güney Amerika’dır. ABD bu bölgede yeni-Monroe doktrini uygulayacak. Yani ABD “Yarım Küre dışındaki rakiplerin, Yarım Küre’de kuvvet veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırmasını veya stratejik açıdan hayati önem taşıyan varlıklara sahip olmasını veya bunları kontrol etmesini” engellemeyi önüne temel hedef koymuş durumda. Kuşkusuz buradaki “dış kuvvet” Çin’dir. (Orijinal Monroe doktrininin hedefi Avrupa ülkelerinin Güney Amerika’ya sızmasını önlemeye dönüktü. Şimdiki ise Güney Amerika’yı Çin’e karşı cephenin “sıklet alanı” yapmayı amaçlıyor.)
ABD bu amaca ulaşabilmek için birincisi, “Bölgenin, ABD’yle uyumlu hükümetlerini, siyasi partilerini ve hareketlerini ödüllendirecek ve teşvik edecek”, ikincisi de bunun kaldıracı olarak, Batı Yarım Küre’deki askeri varlığını artıracak.
Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, ABD’nin Batı Yarım Küre’deki kaynaklara çökmesini formüle etmiş: “Ulusal Güvenlik Konseyi, İstihbarat Topluluğumuzun analitik biriminin desteğiyle, Batı Yarım Küre’deki stratejik noktaları ve kaynakları tespit etmek ve bunların korunması ve bölgesel ortaklarla birlikte geliştirilmesi amacıyla, kurumlara görev vermek üzere güçlü bir kurumlararası süreç başlatacaktır.”
Asya-Pasifik’te büyük mücadele
ABD, Asya-Pasifik’te, esas rakibi Çin’le birkaç on yıl sürecek bir büyük mücadele öngörüyor, ama bunu “Amerikan caydırıcılığını” artırarak savaşsız yürütmek istiyor.
Strateji belgesine göre Amerikan caydırıcılığı ekonomik ve askeri caydırıcılık şeklinde uygulanacak.
Ekonomik caydırıcılık için:
– ABD, Çin’le ekonomik ilişkiyi dengelemek istiyor. Bu amaçla, “Çin mallarını dolaylı olarak aracılar ve Meksika dahil olmak üzere bir düzine ülkedeki Çin yapımı fabrikalardan ithal etmeyi azaltacağını” belirtiyor.
– ABD Çin’e karşı “birleşik ekonomik güç” oluşturma amacında. Bu öncelikle Hindistan’ı kazanmayı gerektiriyor.
– ABD, Küresel Güney’i bölmek istiyor. Bunun için de Avrupalı ve Asyalı müttefikleriyle “ihracat koalisyonu” kurmak istiyor.
– ABD, “düşük gelirli ülkelerin sermaye piyasalarını geliştirerek, para birimlerini dolara daha sıkı bağlamalarını sağlayıp, doların dünya rezerv birimi olmasını sürdürmek” istiyor.
Askeri caydırıcılık için:
– ABD bölgede askeri üstünlük sağlayarak, “Tayvan konusunda bir çatışmayı caydırmayı” önceliyor.
– ABD Birinci Ada Zinciri boyunca, müttefikleriyle “kolektif askeri güç” oluşturmayı hedefliyor.
Ortadoğu ve Afrika’da da hedef Çin
Trump’ın Ulusal Güvenlik Stratejisi, “en az yarım yüzyıldır ABD dış politikasının birinci bölgesi olan” Ortadoğu’ya odaklanmanın gerekçelerinin adım adım ortadan kalktığını savunuyor. ABD’nin bu bölgedeki ulus-inşası dönemini kapattığını ve reform dayatmayı bırakacağını belirten belge, ABD’nin bölge önceliklerini şöyle sıralamış: “Körfez enerji kaynakları düşmanın eline geçmemeli, Hürmüz Boğazı açık kalmalı, Kızıldeniz seyrüsefere elverişli kalmalı, bölge ABD çıkarlarına karşı terör kuluçka merkezi veya ihracatçısı olmamalı, İsrail’in güvenliği sağlanmalı.”
Aslında burada da ve sonraki bölümde ele alınan Afrika’da da ABD’nin asıl hedefi yine Çin. Dolayısıyla Trump’ın Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, özetle ABD’nin Çin’e karşı yürütüceği büyük mücadelenin stratejisidir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Aralık 2025
ABD Uygur meselesini neden kışkırtıyor?
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 29/10/2025
Uygurların özerk bölgesi var: Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi.
Uygur dili, Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesindeki iki resmi dilden biridir. Bölgede yol tabelalarından dükkan tabelalarına kadar her yerde iki dil görürsünüz. Özerk bölge içi uçuşlarda, Çince ve İngilizce dışında Uygurca anons da yapılıyor örneğin. Bölgede Uygurca yayın yapan bir çok gazete ve TV var. Hepsi bir yana, Çin’in ulusal parasında, sağ üst köşede, paranın sayısal göstergesinin altındaki paranın değerinin yazılı olduğu bölümde, Çince dışında Uygurca da var.
Uygurlar ibadetlerini özgürce yapıyor: Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesinde camiler var, üstelik çok bakımlı ve estetikler. Günde beş vakit namaz kılınıyor. İslam Enstitüsünde bu camilerde görev alacak gençler eğitiliyor. Eğitimlerini Uygurca, Çince ve Arapça üç dilde yapıyorlar.
Özetle Uygurlar, modern çağda, bir ülkede etnik bir grubun sahip olacağı hakların azamisine sahipler.
Peki buna rağmen Türkiye’de ve bazı özel Uygurların mesken edindiği ABD’de neden “Uygur meselesi” var? Daha doğrusu ABD neden Uygur meselesini kışkırtıyor?
ABD’nin Çin’i istikrarsızlaştırma amacı
1) SSCB’nin dağılmasından sonra emperyalist ABD’nin neoliberal yeni dünya düzeni için planladığı yol haritası, ulusal devletlerin etnik ve mezhepsel temelde bölünmesiydi. Bunu geride kalan 35 yılda Yugoslavya’da, Irak’ta, Suriye’de hayata geçirdiler. Bu ülkelere demokrasi, özgürlük, insan hakları maskesiyle saldırıp, etnik ve mezhepsel temelde böldüler, federasyonlaştırdılar.
ABD bu hedefini Türkiye’de, İran’da, Rusya’da, Çin’de de gerçekleştirmek istoyor. Kuşkusuz Türkiye Suriye değil, İran Irak değil, Rusya ve Çin Yugoslavya değil. ABD’nin bu ülkeleri bölebilmesi, parçalayabilmesi mümkün değil. Ama aynı yöntemi uygulayarak bu ülkeleri zayıflatmaya, istikrarsızlaştırmaya çalışıyor.
Dolayısıyla ABD açısından Türkiye’de Kürt meselesi neyse, Rusya’da Çeçen meselesi odur, Çin’de Uygur meselesi odur…
ABD açısından etnik grubun çıkarı değil, kendi emperyalist çıkarı esastır. Öyle olduğu için de Uygur Türklerinin Çin’den ayrı yaşamasını ister ama zaten ayrı yaşamakta olan Kıbrıs Türklerini ise Rumlarla birlikte yaşamaya zorlar. ABD’nin Çin’deki Türkler için ayrılıkçı ama Kıbrıs’taki Türkler için birlikçi olması, çıkarlarının gereğidir.
Öncelikle ABD Uygur meselesini, Çin’i zayıflatyama ve istikrarsızlaştırmaya çalışmak için kışkırtıyor.
ABD’nin Kuşak ve Yol’u düğümleme amacı
2) Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi, Çin’in batı kapısı, Orta Asya’yla komşuluk bölgesi ve Kuşak ve Yol’un kritik bir merkezidir. ABD burayı karıştırarak, Kuşak ve Yol’u kesmeye, düğümlemeye çalışıyor.
3) Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi, Çin-Pakistan ekonomik koridoru ve Gwadar-Kaşgar boru hattı açısından kritik önemde. Körfez’den petrol yükleyen Çin tankerleri, ABD’nin denetimindeki Malaka Boğazı’nı kullanmadan, Körfez’e komşu Pakistan’ın Gwadar Limanı’na yük boşaltıyor. Petrol buradan boru hattıyla Kaşgar’a, yani Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesinin kalbine akıyor. İşte ABD bu enerji hattını satobe etmek istiyor.
4) Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi, değerli maden ve nadir element zengini bir bölgedir. ABD, Çin’le teknoloji rekabetinde, Çin’in elini zayıflatmak istiyor.
ABD’nin Türkiye-Çin ilişkilerini sabote etme amacı
5) ABD Uygur Türklerini kışkırtarak, Orta Asya’daki diğer Türk devletleri ile Çin’in arasını açmak istemektedir. Çünkü bu Türk devletleri, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde Çin’in ortağıdırlar.
6) ABD Uygur Türklerini kışkırtarak ve Türkiye’deki Gladyo’ya bağlı yapılar üzerinden Uygurculuk yaptırarak, Türkiye ile Çin’in gelişmekte olan ilişkilerini sabote etmeye çalışmaktadır.
ABD’nin, SSCB dağıldıktan sonra uygulamaya soktuğu Türkiye üzerinden Kafkasya ve Orta Asya’ya uzanma stratejisi, önemli oranda önlenebildiyse de inişli çıkışlı sürmektedir. ABD’nin Fethullah Gülen örgütüyle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde yapmaya çalıştığı faaliyetler, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün terörle mücadele işbirliğinin de katkısıyla önlendi ama ABD başka araçlarla hamle yapmaya çalışıyor. İşte Güney Kafkasya’daki Zengezur Koridoru’nu Trump Koridoru olarak 99 yıllığına işletmek istemesi o hamlelerden biridir. İşte Trump’ın Bagram Üssü’nü Çin’e karşı kullanmak için Afganistan’dan istemesi o hamlelerden biridir.
Öte yandan Pakistan’da zaman zaman ortaya çıkan terör eylemleri, bazı terör terör örgütlerinin İran ile Pakistan’ı karşı karşıya getirme potansiyeli taşıyan eylemleri, Afganistan ile Pakistan arasındaki sıcak gerilim, tüm bunlar bölgeyi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan eylemlerdir.
ABD’nin Uygur kartını elinden almak
Uygur meselesi, ABD’nin elinde Türkiye ile Çin’in ilişkilerini sabote etmeyi hedefleyen bir karttır. O nedenle Ankara ve Beijing o kartı ABD’nin elinden alarak, tersine Uygur meselesini Türkiye ile Çin’in işbirliğini geliştirebilmenin konusu yapmalıdır.
Türkiye-Çin ilişkilerinin geliştirilmesi Uygurların, Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesinin gelişmesi de Türkiye-Çin işbirliğinin büyümesinin kaldıracı yapılabilir.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
28 Ekim 2025
Trump’ın Bagram amacı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 22/09/2025
Trump Grönland, Panama ve Gazze’den sonra, şimdi de Afganistan’daki Bagram Hava Üssü’nü istiyor. Trump’ı önceki ABD başkanlarından ayıran bir özelliği, önceki başkanlar gibi demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi Amerikan yalanlarına başvurmadan, daha açık bir şekilde amacını ortaya koyması.
Trump Bagram’ı neden istediğini de nispeten açık bir şekilde söyledi: “Burası, Çin’in nükleer silahlarını ürettiği yerden bir saat uzakta.”
ABD’nin asıl hedefi Çin
Emperyalist ABD‘nin, terörle mücadele, Afgan halkına özgürlük ve demokrasi getirme yalanıyla Afganistan’ı işgal ederken de asıl amacı Çin’di, Orta Asya’ya yerleşerek Çin’i kontrol edebilmekti, Çin ile Rusya’nın arasına yerleşmekti.
Şimdi Trump bunu “Çin’in nükleer silahlarını ürettiği yerden bir saat uzakta” diye, nispeten daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ve burayı terk ettiği için de önceki ABD yönetimini suçluyor. Gerçi Afganistan’dan çekilmeyi ilk başkanlık döneminde kendisi de savunmuştu.
ABD-İsrail ortaklığı
Trump’ın önceki ABD başkanlarına göre amacını daha açık bir şekilde söylüyor olması, onu daha ahlaki bir siyaset mertebesine yükseltmiyor elbette. Hatta Trump, yüzyılın en büyük insanlık düşmanlığı olan İsrail’in Gazze’de Filistinlileri soykırıma uğratmasına sponsorluk yaptığı için, bir çok ABD başkanından daha da gayri ahlaki bir siyasi seviyeye düşmüş durumda.
Sadece açık açık emlak gibi nedenler üzerinden Gazze’yi istemesi bile yeterince ahlak dışı. Üstelik onunla gayri ahlaki politika yapmakta omuz omuza yürüyebileceği İsraillilerden çok var. Örneğin İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich şöyle diyor: “Gazze’nin yıkımı için çok para harcadık. Emlak ganimetini ABD ile bölüşeceğiz.”
Hakikaten bunların alçaklığını niteleyecek bir kavram, bir söz yok sözlüklerde!
ABD yalanları
SSCB dağıldıktan sonra ABD Yugoslavya’yı parçaladı; gerekçesi Balkan halklarının özgürlüğüydü.
ABD Afganistan’ı işgal etti; gerekçesi terörle mücadeleydi, Afgan halkına özgürlük ve Afganistan’a demokrasi getirmekti.
ABD Irak’ı işgal etti; gerekçesi Saddam Hüseyin’in elindeki (olmayan) kitle imha silahlarını almaktı, Irak halkını Saddam Hüseyin’in zulmünden kurtarmaktı, Irak’a demokrasi getirmekti.
ABD Libya ve Suriye saldırılarını başlattı; gerekçesi halklara özgürlüktü.
Uygur bölgesinin önemi
ABD’nin bir de yapamadıkları var: Örneğin Uygur Türklerini Çin’in “zulmünden(!)” kurtarmak istiyor, Uygur Türklerinin bağımsızlığını amaçlıyor!
Gerçi yukarıdaki örnekler, ABD’nin bu amacındaki “samimiyetini” ortaya koymaya yeter ama tersinden bir örnekle teyit edelim. Uygur Türklerinin Çin’den ayrılmasını savunan ABD, ayrı yaşadığı halde neden Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs Rumlarıyla birlikte yaşamasını istiyor?
Mesele şu: Sincian-Uygur Özerk Bölgesi Çin’in Orta Asya’ya açılan kapısıdır. Bölge, hem Pakistan’a hem Afganistan’a hem de diğer Türk devletlerine komşudur. Pakistan’ın Gwadar limanına boşaltılan Körfez petrolü, boru hattıyla kuzeye, Kaşgar’a ulaştırılabilmektedir. Sincian-Uygur Özerk Bölgesi, Kuşak ve Yol açısından kritik önemdedir.
ABD köprübaşı peşinde
ABD’nin 1990’lar boyunca FETÖ tipi örgütlerle Orta Asya’ya yerleşme çabaları, Şanghay İşbirliği Örgütü içinde Çin, Rusya ve Türk devletlerinin ortak mücadelesiyle püskürtüldü.
ABD ve çeşitli terör örgütleri Özbekistan’dan, Kırgızistan’dan, Tacikistan’dan ve Sincian-Uygur Özerk Bölgesinden kovuldu. İşte Trump Bagram’ı isteyerek, ABD’nin bölgede yine bu tür faaliyetler için bir köprübaşı elde etmesini amaçlıyor.
Önemle belirtelim: ABD’nin işi, bugün dünden daha zor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Eylül 2025
Çin karşıtlığının zemini
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 15/09/2025
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın kapsamlı bir söyleşisi vardı dün Sözcü’de. Saygı Öztürk’ün İsrail ve Kürt devleti sorusuna Özdağ’ın verdiği yanıt, olguları ters yüz edip, Çin karşıtlığı (ek olarak İran karşıtlığı) zeminine oturmuş ne yazık ki.
Şöyle diyor Özdağ: ”İsrail’in ve Amerika’nın 20. yüzyıla takılmış bu jeopolitik projesi 21. yüzyılda geçerli değildir. Kürdistan kurulursa bu İsrail’in müttefiki olmaktan önce Çin’in Akdeniz’e açılan kapısı olacaktır. Afganistan’ı stratejik alanı içerisine almış ve şimdi İran’ın üzerinden Akdeniz’e çıkış aramaktadır. Bunun için en uygun çıkış gördüğü gibi Kürdistan projesi olarak görülmektedir.”
Desenize, meğer Trump, Obama, Clinton, Bush’lar, hepsi aslında Çin’e çalışmış; meğer Kürdistan Çin’in Akdeniz’e açılan kapısı olacakmış!
Çin’in değil ABD’nin projesi
Büyük Kürdistan bir ABD-İsrail projesidir; ilk kez 1965’te, sonra 1973’te, ardından 1986’da Ankara’nın önüne kondu. ABD ve İsrail’in stratejistleri Körfez’den Akdeniz’e Kürdistan hedeflerini açık açık yazdılar, haritalandırdılar.
ABD Irak’ı işgal ederek ilk parçasını oluşturdu. İkinci parçası için 15 yıl Suriye’ye saldırdılar, Esad yönetimini yıktılar ve şimdi inşası için uğraşıyorlar. Doğrudan ABD Başkanı Obama Suriye’deki PKK kolu için “kara ordumuz” dedi.
Ama nasıl oluyorsa Özdağ konuyu Çin’e bağlayabiliyor. Tıpkı kimi konuların da dönüp dolaşıp Rusya karşıtlığı zeminine oturtulması gibi.
Sorunun zemini Atlantikçilik
Çin karşıtlığının iki temel zemini var: Atlantikçilik ve antiemperyalist olmayan milliyetçilik. Ki ikincisi birincisinin sonucudur aynı zamanda.
Atlantikçi Türk milliyetçiliği, ne yazık ki döner dolaşır, Çin karşıtı olur, Rusya karşıtı olur, Asya karşıtı olur, hatta bölge karşıtı olur, ihtiyaca göre yabancı düşmanı olur.
Hatta ABD karşıtı olduğu halde NATO yanlısı olan türden “yüksek doz” milliyetçilik de döner dolaşır, kişiyi Çin ve Rusya karşıtlığı tuzağına düşürür. Tarihin kuyusundan çıkamayıp, gökyüzünün maviliğini doyasıyla göremeyenlerin sendromudur bu. Hun-Çin savaşları, Çin seddi, hatta kurgulanmış Kürşad karakterine saplanarak iki bin yıl sonrayı iki bin yıl öncenin gözlüğüyle yorumlarlar. Osmanlı-Rus savaşlarını esas alarak günceli analiz etmeye çalışırlar.
Oysa Türk milliyetçisi Mustafa Kemal, tarihin kuyusuna saplanmamış bir “tarihselci” olarak bu türden milliyetçiliği elinin tersiyle itmiştir. Osmanlı-Rus savaşlarına takılmadan, İngiliz emperyalizmine karşı Sovyetler Birliği ile ittifak kurmuştur. Bunu yapabildiği için de Lenin-Atatürk ortaklığı tarih yapabilmiştir.
Türkiye bugün ABD-NATO eliyle Atlantik’te adım adım boğulurken, ABD ve NATO’nun hedef aldığı Çin’e karşı olmak, hatta ABD ve NATO’nun suçlarını, yukarıdaki örnekte olduğu gibi Çin’e atfetmek, tarihsel ve siyasal bir “hatadan” fazlasıdır elbette. Çin ne tarihte hegemonyacılık yaptı, ne de Afrika ve Latin Amerika’da görüldüğü gibi günümüzde hegemonyacılık yapıyor.
Trump NATO’ya Çin’i hedef gösterdi
Özdağ’ın ABD-İsrail projesini Çin projesi gibi sunduğu gün, ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye’yi yakından ilgilendiren iki mesajı vardı:
– “Tüm NATO ülkeleri Rusya’dan petrol alımını durdurur ve bunu uygulamaya başlarsa, ben de büyük yaptırımlar için hazırım. Bazı müttefik ülkelerin hâlâ Rusya’dan petrol alıyor olması şoke edici ve bu durum NATO’nun pazarlık gücünü zayıflatıyor.”
– “NATO ülkeleri Çin’e yüzde 50 ila yüzde 100 oranında gümrük vergisi koymalı. Çin’in Rusya üzerindeki etkisi çok büyük, hatta neredeyse hâkimiyet kurmuş durumda. Uygulanacak sert gümrük vergileri, bu hâkimiyeti kırmada etkili olacaktır.”
Trump’ın bu iki mesajı şu iki anlama gelmektedir:
1) Trump, Atlantik dünyası ile Çin’in bağını zayıflatarak/keserek, Atlantik dünyası üzerindeki hakimiyetini yeniden eskisi oranında tesis etmeyi hedefliyor.
2) ABD’nin asıl hedefi Çin’dir, Rusya değil.
Ancak Türkiye başta bazı ülkeleri önümüzdeki süreçte ilgilendirecek asıl sonuç ise şudur: Trump’ın Çin’e ticaret savaşı, Atlantik içinde zorunlu “bağlantısız” olma sonuçları doğuracaktır.
”Önce Amerika”, aynı zamanda yalnızlaşacak Amerika’dır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Eylül 2025
ABD ‘dostluğunun’ maliyeti
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 11/09/2025
Türkiye’de planlı yazı yazmak ne mümkün!
Önceki yazımı, “Çin’in Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesine yaptığımız geziyle ilgili izlenimlerime devam edeceğim”, diye bitirmiştim. Çin’den döner dönmez, CHP’ye polis ablukası nedeniyle, kendimi Tele1’de 5 saatlik canlı yayında buldum.
İsrail’in Katar’da Hamas’ı vurması, ABD’nin Venezuela’ya saldırmaya hazırlanması başta birçok önemli dış konu da var. O nedenle hepsini birden yorumlamaya çalışacağım.
ABD-İsrail tuzağı
İsrail, Katar’da Hamas heyetini vurdu. Ama asıl büyük alçaklık, ABD-İsrail işbirliğiyle kurulan tuzaktı!
Trump’ın son ateşkes önerisini konuşmak üzere Hamas Siyasi Bürosu yetkilileri Katar’ın başkenti Doha’ya davet ediliyor. Haberli İsrail, Doha’da Hamas yöneticilerini vuruyor. ABD ise Katar savunmasını engelleyerek İsrail’in saldırısını kolaylaştırıyor.
Böylece ABD ve İsrail ikilisi, dünyanın görüp görebileceği en ahlaksız, en alçak ikilisi konumuna iyice yerleşmiş oluyor!
Patriot’la savunma olmaz
Bu alçaklığın bizi ilgilendiren kısmı ise şu:
Biliyorsunuz, ABD’nin Katar-Doha’daki askeri varlığı oldukça büyük. Patriot füze savunma sistemleri de var, uçaklar da, binlerce asker de…
Ama İsrail’in bu saldırısı sırasında hiçbiri Katar topraklarını savunmadı, tersine Katar’ın savunma yapabilmesini önledi. Benzer durumu ABD’nin her an her “müttefiki” yaşayabilir.
Örneğin Türkiye parasıyla Patriot almış olsa, ABD, istemediği takdirde onların harekete geçmesi mümkün değil. İşte S-400 bu nedenle önemliydi. Dahası, ilk ihale iptal edilmese ve Çin’in füze savunma sistemi alınmış olsaydı, teknoloji transferi de alınmış olacaktı. Böylece Türkiye kendi savunma sistemini daha kolay yoldan yapabilecekti. Çünkü son tahlilde Türkiye’nin en iyi savunması, ulusal savunma sistemleriyle yapılabilir.
Gerçi Kissinger’in 1968’de Nixon’un başkan seçilmesinin ardından, ülkesi ABD’nin Vietnam’daki rolüne dair bir göndermeydi şu sözü ama çok şey anlatır: “ABD’nin düşmanı olmak tehlikeli olabilir ama dostu olmak ölümcüldür.”
ABD’nin Venezuela yalanı
İşte “dostluğunun” maliyeti böylesine yüksek olan ABD, şimdilerde çok önemli bir isimlendirme değişikliğine gitti. Trump yönetimi Savunma Bakanlığı’nın ismini Savaş Bakanlığı diye değiştirdi. Elbette ABD açısından Savaş Bakanlığı, Savunma Bakanlığına göre daha gerçekçi ama en doğrusu “Saldırı Bakanlığı”dır!
Emperyalist ABD, bugünlerde Venezuela’ya saldırı hazırlığında. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, bölgeye gönderilen ABD deniz piyadelerine şöyle seslendi: “Karayiplere eğitime değil, cephe hattına gidiyorsunuz.”
Emperyalist ABD’nin Venezuela’ya saldırı gerekçesi ise sözde uyuşturucuyla mücadele! Oysa dünyanın en büyük uyuşturucu mafyası CIA’dır; uyuşturucu baronları CIA’nın kontrolündedir.
Ama son olarak Doha’da “alçaklık” yapan bu emperyalist güç için yalan söylemek, sıradan bir durumdur. Irak’ı “Iraklılara demokrasi getirmek” yalanıyla işgal etmedi mi? Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları olduğu yalanını söylemedi mi?
ABD-İngiltere’nin Uygur yalanları
Uygur yalanları da ABD imalatıdır. ABD-İngiltere ikilisi Uygurların dilini konuşamadığını dünyaya servis eder, ibadetlerini yapamadığını propaganda eder. Uygur Türklerinin Çin’den ayrılmasını ister ama Rumlardan ayrılmış Kıbrıslı Türklerin Rumlarla birlikte yaşamasını zorlar. Çünkü derdi Türklerin durumu değildir, emperyalist çıkarlarıdır. Doğu Akdeniz’deki çıkarı Kıbrıs Türklerinin Rumlarla yaşamasıdır ama Asya’daki çıkarı Uygur Türklerinin Çin’den kopmasıdır.
Nedeni için haritaya bakmanız yeterli: Uygur bölgesi ve Kaşgar, Çin’in Batı kapısıdır. Ortadoğu Körfezinden çıkan Çin petrol gemileri, Körfezin hemen ağzındaki Pakistan’ın Gwadar Limanına petrolü boşaltmaktadır. Petrol, boru hattıyla Gwadar’dan doğrudan Kaşgar’a çıkmaktadır. Böylece ABD’nin Hint Okyanusunda kurduğu çeşitli barikatlar gereksiz hale gelmektedir.
ABD, bu başta birkaç nedenle, Uygur ayrılıkçılığı kışkırtmaya çalışmakta, Çin’i bu yolla zayıflatmak istemektedir. Nafile! Atlantik’in kırk yalanı, Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesindeki tek gerçeğin üstünü örtemez!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Eylül 2025
2 yalan, 2 gerçek
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/09/2025
Çin’de Uygurca yasak mı? Çinliler Uygur Türklerinin ibadet etmesini mi engelliyor? Bu iki temel sorunun yanıtı için Çin’deydik.
Bu ziyaret, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesi için Çin’e giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretiyle denk geldiği için, kimileri sosyal medyadan özel spekülasyon üretti, yalan söyledi, baştan yanıtlayayım: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağıyla gitmedik, tarifeli uçakla gittik. Zaten Erdoğan’ın gittiği yer ile bizim gittiğimiz yerler, bambaşka coğrafyalar.
Davet, Çin’in İstanbul Başkonsolosluğu aracılığıyla bizzat Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi hükümetinden geldi. Heyeti, koordinatörlüğünü yaptığım Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi oluşturdu ve heyetin ziyareti Türkiye-Çin Dostluk Vakfı’nın desteğiyle gerçekleşti.
Yine bir başka yalana da baştan yanıt vereyim: Heyette bulunanlar hiçbir Çinli yetkiliden hiçbir hediye almadılar, kendi paralarıyla eşlerine dostlarına Uygur işi küçük hediyeler aldılar.
Türk heyeti
Heyette alfabetik sırayla Aydemir Güler, Ceyda Karan, Erkin Öncan, Nur Batur, Merdan Yanardağ, Tuba Emlek, Uğur Pideci, Ümit Zileli, Yavuz Alogan, Yavuz Selim Demirağ, Zeynep Gürcanlı ile yayıncı Haluk Hepkon ve Türk Halk Müziği sanatçısı Muharrem Temiz vardı. Heyete Türkiye-Çin Dostluk Vakfı’nın başkan ve yardımcısı Hasan Çapan ile Eda Lermi ve Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi Koordinatörü olarak ben eşlik ettim.
Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi’nde Urumçi, Turfan ve Kaşgar’ı gezdik. Hem resmi program sırasında, hem de program dışı şehirde, çarşıda küçük gruplar halinde gezerken başta belirttiğim iki temel soruya yanıt aradık.
Gerçek 1: Uygurca yasak değil
Uygurca yasak değil. Uygur dili, Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesindeki iki resmi dilden biridir.
Çin paralarında, sağ üst köşede, paranın sayısal göstergesinin altındaki paranın değerinin yazılı olduğu bölümde, Çince dışında Uygurca da vardır. Resmi parasında Uygurca kullanan bir devletin, Uygurcayı yasaklaması zaten eşyanın tabiatına aykırı.
Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesine indiğiniz andan başlayarak, bölgede yol tabelalarından dükkan tabelalarına kadar her yerde iki dil görürsünüz.
Uygurlarla konuşmaya başladığınızda, bir süre sonra farklı söylense de ortak kelimeleri anlamaya başlarsınız. Örneğin Kaşgar’dan Urumçi’ye dönüşte, yanımda oturan öğrenci, uçak kalkmadan önce, muhtemelen ailesine bilgi veriyordu. Bagajının “19 kilo, 800 gram” tuttuğunu söyledi. En net sayılar anlaşılıyor zaten, çünkü aynı. Urumçi-Kaşgar arası uçuşlarda, üç dilde anons yapılıyor. Uygurca anonsu sosyal medyada paylaşmıştım ve gayet anlaşılır bulundu.
Bu arada bölgede Uygurca yayın yapan bir çok gazete ve TV var. Bunlardan Xinjiang Gazetesi’ne bir röportaj verdim.
Parada, tabelada, yani kamusal ortamda var olan Uygurcayı göremeyen iyi niyetli Türk milliyetçileri, muhtemelen Uygurcanın Arap alfabesiyle yazıldığını bilmiyor!
Gerçek 2: Cami var, ibadet serbest
Camiler var, üstelik çok estetikler ve bakımlılar. Camilerde ibadet serbest. İslam Enstitüsünde derslere girdik, izledik, kitapları inceledik. Aslında zor bir eğitim, çünkü Çince ve Uygurcaya ek, Arapçayı da öğreniyorlar. Kuran, üç dille de mevcut. Camilerde imam olmak üzere eğitim gören bu gençlerin her ihtiyacı karşılanıyor, üstüne harçlık da alıyorlar. Kaldıkları yurtları, yemekhaneleri, spor salonları, derslikleri üst seviyede.
Bu arada, Uygurların kullandığı isimlere bakılırsa, İslam etkisi Türk etkisinden daha fazla. Zira denk geldiğim isimlerin yüzde 99’u, din eksenli isimler; çoğu Arap, bir kısmı da Fars kökenli isimler.
Peki heyetimizdeki gazetecilerden en çok hangisinin ismiyle karşılaştık Xinjiang’da? Akşamları program dışı gezerken uğradığımız dükkanlardaki esnafla, müşterileriyle, oturduğumuz mekanlarda yan masalarımızdaki insanlarla, çevirip yer, yol, fiyat sorduğumuz insanlarla sohbetlerimizden ortaya çıkan sonuç şu: Merdan!
Ziyaret 12’den vurdu
Gözlemlerini sosyal medyadan paylaşan Türk gazeteciler, Çin’in Uygurlara “zulmünü” perdelemekle suçlandı. Ancak diğer yandan şu iki “zıt” özel spekülasyon / yalan da sosyal medyadan servis edildi: Bazıları “Erdoğan’ın Türkiye’ye 3 milyon Uygur getirme operasyonu için Uygurları şirin gösterme görevimiz olduğunu” iddia etti. Bazıları da “Uygurlara verilen haklar üzerinden Türkiye’deki Kürt açılımını desteklemek amacıyla” Çin’de olduğumuzu iddia etti.
Kısacası bu kadar birbirine zıt, bu kadar birbiriyle alakasız spekülasyon, yalan ve suçlama, çok önemli bir şeye işaret ediyor: Türk gazeteci heyetinin ziyareti çok etkili oldu ve amacını 12’den vurdu.
Peki bu ziyarete saldırılar neden yoğundu? Uygur ayrılıkçılığının kaynağı neresi? ABD bu meseleyi neden kaşıyor? Meselenin jeopolitikle ilgisi ne? Xinjiang’da yaşayan Uygurlar, bu kışkırtmalara nasıl bakıyor? Yazmayı sürdüreceğim.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Eylül 2025
Trump’ın silah bağı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 30/06/2025
NATO’nun son liderler zirvesini, “kısa bildiri, yüksek savunma” diye özetleyebilmek mümkün.
Kısa sonuç bildirileri, nadiren her şeyin yolunda olduğuna ama genellikle işlerin yolunda olmadığına işaret eder. Lahey’deki zirve de işlerin NATO açısından pek yolunda olmadığına işaret etti.
Öncelikle NATO, son yıllarda sonuç bildirilerinde sürekli yer alan bazı konuları, bu yıl sonuç bildirisine almayarak, bu alanlarda geri adım attığını göstermiş oldu. Ki o konulardan bazıları, NATO 2030 stratejik konseptinin de önemli başlıklarıydı. Bu nedenle Trump’ın ikinci döneminin bu ilk NATO liderler zirvesinde, “NATO stratejisinden geriye çekilmeye“ işaret edebiliriz.
Çin bu kez bildiride ‘baş rakip’ değil
Örneğin Çin, daha önceki NATO belgelerinde, “kurallara dayalı düzeni tehdit etmekle” suçlanıyordu, “mücadele edilecek baş rakip” görülüyordu. Lahey’deki sonuç bildirgesinde Çin yok.
NATO liderlerine göre, NATO’ya karşı iki tehdit var: Rusya ve terörizm. Üstelik Rusya “acil tehdit” olmak yerine “uzun vadeli tehdit” olarak görülüyor.
NATO liderler zirvesinin son yıllardaki değişmez Asya-Pasifik ortak-konuklarının bu kez zirvede olmaması önemliydi. Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ABD’nin Çin’e karşı Asya-Pasifik stratejisinde temel dayanakları olan ülkelerin liderlerinin yokluğu ve yerine dışişleri bakanlarının yan oturumlardaki varlığı dikkat çekiciydi.
Ukrayna NATO desteğini kaybediyor
NATO liderler zirvesinin bir diğer çarpıcı farklılığı da Ukrayna meselesiydi. Zelenski bu yıl daha önceki ilgiyi göremedi, üstelik öncesinde “Rusya, NATO topraklarını hedef alacak, Rusya’ya karşı NATO’yu savunuyoruz” gibi iddialarda bulunmasına rağmen.
Evet, daha önce baş konuk olarak ağırlanan Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski bu yıl zirvenin hiçbir resmi toplantısına katılamadı.
Diğer yandan sonuç bildirisinde de Ukrayna’ya daha hafif bir destek açıklanmış oldu. Üstelik ifade, NATO’nun kurumsal desteği yerine, NATO ülkelerinin tercihsel desteğine işaret eder nitelikteydi.
Ayrıca NATO-Ukrayna Konseyi de bu yıl liderler düzeyinde değil, dışişleri bakanları düzeyinde ve çalışma yemeği formatında yapıldı.
Ve en önemlisi: Rusya’nın müdahalesinden önce başlayan ve sonuç bildirilerinde her yıl yer alan “Ukrayna’nın NATO üyeliğine” atıf yapılması, bu yıl kesintiye uğradı!
NATO’nun babacığı
Zirvenin en önemli sonucu, ABD Başkanı Trump’ın isteğiyle NATO ülkelerinin savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarmayı kabul etmeleriydi.
NATO Genel Sekreteri Rutte’nin, Trump’ın isteğini gerçekleştirmek için nasıl çalıştığını ve ülkelerin nasıl kabul ettiğini Trump’a müjdelemesi, Trump’ın da Rutte’nin müjdesini zirve öncesi sosyal medyasında paylaşması, öncelikle ikilinin çapsızlığına işaret ediyordu. Öyle ki bu çapsızlığı, Rutte’nin Trump’ın küfürbazlığını “Babacık sert bir dil kullanmak zorunda” diyerek savunması türünden bir başka çapsızlık izledi.
Buna ek olarak NATO aile fotoğrafı çekimi sırasındaki tokalaşmalar ve mimikler de Atlantik’te ciddi bir “devlet adamı erozyonu” yaşandığına işaret ediyordu.
Trump’ın iki yönlü taktiği
Evet, NATO liderleri, Trump’ın baskısıyla, savunma harcamalarını Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 5’ine çıkarmayı kabul etti. Karara göre bunun yüzde 3.5’u doğrudan askeri harcamaları, yüzde 1.5’u da altyapı savunma harcamalarını oluşturacak. 2029’da gözden geçirilecek hedefe, 2035’te ulaşılacak. (Bazı ülkeler açısından bunun kağıt üzerinde kalacağını şimdiden söyleyebiliriz.)
Peki Trump neden NATO ülkelerinin savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarmalarını istedi? NATO neden silahlanıyor? Büyük savaşa mı hazırlanıyor?
Daha ziyade Trump’ın ABD ile Atlantik müttefikleri arasındaki bağı, silah bağıyla korumak istediğine işaret ediyor bu karar. Böylece ABD silah şirketleri hem NATO ülkelerine silah satacak, hem de ABD “silah bağı” üzerinden Avrupa üzerindeki denetimini sürdürecek.
Sonuç bildirgesinde yer alan “savunma sanayi işbirliği” ve “savunma ticareti önündeki engellerin kaldırılmaı” maddesi, kuşkusuz en çok ABD şirketlerine yarayacak. Zira savunma payını yüzde 2’den yüzde 5’e çıkaracak NATO ülkelerinin çoğu, bu artışı ancak ve ancak ABD silahı alarak artırabilir. Çoğunun fabrika kurup, kısa zamanda kendi silahlarını üreterek savunma payını artırabilmesi mümkün değil.
Trump da böylece bir taşla iki kuş vurmuş olacak.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Haziran 2025