Posts Tagged DEM
Kılıçdaroğlu’nun misyonu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/11/2025
AKP-MHP-DEM koalisyonu oluşmasının yansımalarından biri de DEM’in “gerçek” siyaset yapma tarzının ortaya çıkmaya başlamış olmasıdır.
“Öcalan sürece karşı çıkan medyanın dilinden rahatsız, AKP’nin elinde yargı gücü var, sustursun bu gazetecileri” çağrısı yapan Pervin Buldan’ın “otoriter AKP rejimiyle” uyumlu tarzı, bunun tipik bir örneğiydi. Şimdi buna “İmralı’ya milletvekili göndermeme” kararı aldığı için kimi DEM yöneticilerinin “CHP’yi not etme” üsttenciliği ve dahası Van’da olduğu üzere CHP binasına saldırı eklendi!
Siyasi akıl sorunu
DEM’liler CHP’yi Kürt düşmanlığıyla suçluyor. Oysa DEM’lilerle seçim işbirliği yaptığı için terörle suçlanan ve tutuklanan CHP’li belediye başkanları var!
AKP ve MHP, daha dün DEM’lileri terörist ilan etmişken, MHP DEM’in kapatılmasını savunmuşken, Cumhur İttifakı CHP’nin DEM’le seçim işbirliği yapmasını “demlenmek” diyerek lekelemeye çalışmışken, bugün DEM’in CHP’ye karşı bu saldırgan tutumu alması, en hafifinden siyasi nezaketle bağdaşmaz.
Ama ötesinde bir “siyasi akıl” sorununa da işaret eder. Örneğin DEM Grup Başkanvekili, iktidar koalisyonuna yamanmış olmanın özgüveniyle CHP’ye “tarih sizi yazacak” diye sesleniyor. Oysa tarih DEM’in AKP’yle üç kez açılım yapıp, üç kez pişman olmasını yazdı. Ve tarih, DEM’in hiçbir şey olmamış gibi dördüncü kez açılıma soyunup AKP’den medet ummasını da yazıyor.
İkiyüzlü siyaset
AKP ve MHP’nin CHP’yi “Öcalan’la görüşmüyor” diye hedef alabiliyor olması ise bir yönüyle mizahın ama bir yönüyle de psikolojinin konusudur. CHP’yi aynı anda hem terörle işbirliği yapıyor diye yargılayıp hem teröristle görüşmüyor diye suçlayabilmek, ancak tutarsızlığın bir siyaset yapma tarzı olmasıyla mümkündür.
Şiraze öyle kaymılş ki CHP’nin Öcalan’la İmralı’da görüşmeme kararını, “CHP iktidara gelmiş olsaydı Selahattin Demirtaş’ı da serbest bırakmazdı” diyerek suçlamaya kalkanlar bile var.
Seçimde “CHP demleniyor, CHP DEM’le ittifak yapıyor, Demirtaş’ı serbest bırakacak, Öcalan’la iş tutacak” diye kara propaganda yapanlar, seçimden sonra o suçlamalarını bizzat kendileri hayata geçirdi. Yetinmeyip, o suçlamalara ortak olmaya direnen CHP’yi hedef alıyor şimdi.
Erdoğan’ın bölme taktiği
Doğrudan söyleyelim: Bu anlayıştan, Cumhur İttifakı’ndan açılımla demokrasi bekleyen, daha önceki açılımların sonuçlarını yaşar. AKP-MHP iktidarı gitmeden ülkeye ne demokrasi gelir, ne barış, ne çözüm ne de özgürlük…
Erdoğan, iyi bir taktisyen, iyi bir oyun kurucu. İhtiyaç olursa açılım açar, ihtiyaç kalmazsa açılımı kapar, açılımcıları içeri atar. Erdoğan rakiplerini bölerek, rakiplerinin bölünen parçalarından müttefik yaparak iktidarını sürdürür.
Erdoğan milliyetçileri böldü; MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti var. Öyle ki MHP, AKP’siz siyaset yapamaz hale geldi. Erdoğan’a Öcalan’ı asması için ip atan Bahçeli, koçbaşı yapılarak, Erdoğan’ın taktik ihtiyacı için Öcalan’ı “kurucu önder” sayıp TBMM’ye muhatap etti.
Kılıçdaroğlu’nun İmralı çıkışı
Erdoğan şimdi de CHP’yi bölmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık fiili “Erdoğan’ı iktidarda tutma” dönemi kapanınca ve Özgür Özel yönetiminde CHP birinci partiye dönüşünce, saray düğmeye basmıştı; dört koldan operasyonlar sürüyor.
O kollardan biri de Kılıçdaroğlu ne acı ki. Kılıçdaroğlu henüz kayyım atanamadı gerçi ama CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı aldığı gün kararı eleştirerek “CHP İmralı’ya gitmeli” yayını yapması, misyonunu sürdürdüğüne işaret ediyor. Ki Kılıçdaroğlu daha önce “İmralı meşru bir organ değil” demişken, “devlet Öcalan’la görüşmez” demişken, “Öcalan’la masaya oturmam” demişken!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Kasım 2025
Sosyalist hareketin inşası
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/10/2025
“Ne yapmalı” sorusuna Cumhuriyet yazarı Ergin Yıldızoğlu’nun yanıtı “CHP’yi destekle, laikliği ve Cumhuriyetçiliği savun, sosyalist hareketi inşa et” şeklindeydi. Gazetemizin kıdemli yazarlarından Prof. Dr. Emre Kongar, Yıldızoğlu’nun önermesini şu şekilde geliştirdi: “‘Reelpolitik’ adına, şimdilik CHP’yi eleştirerek destekle, Atatürk çizgisinde Laikliği, Antiemperyalizmi ve Cumhuriyetçiliği savun ve böylece sosyalist harekete destek ol.”
Üçlü önermeyi sadeleştirmekten yanayım: Çünkü antiemperyalizmi, laikliği ve cumhuriyetçiliği savunmak, birinci ve üçüncü önermelerin ortak paydası zaten. Bu üçünün olmadığı bir sosyalist hareket olası değil ve bu üçünü barındırmayan bir CHP iktidarının mevcuttan farkı olmaz. Dolayısıyla formülasyon “CHP’yi ‘eleştirerek’ desteklemek ve sosyalist hareketi inşa etmek” diye sadeleşebilir. Diğer yandan hem sosyalist olduğum için ama hem de son 23 yılın deneyimiyle, sosyalist hareketin inşasını, CHP’yi desteklemekten daha önemli buluyorum; dolayısıyla formülü, “sosyalist hareketin inşası ve CHP’yi sola çekerek desteklemek” diye ters çeviriyorum.
CHP’yi sola çekebilmek
Sosyalist hareketin sola çekemediği ve çareyi sürekli sağda arayan bir CHP’nin laiklik anlayışı da, antiemperyalizm anlayışı da ve bunlardan ötürü Cumhuriyetçilik anlayışı da ne yazık ki kurucu kodlarının dışına savruluyor.
“Laikliği tehlikede görmeyen”, Mustafa Kemal’in “çağdaş uygarlıkçılığı” yerine “kör Batıcılık” yapan bir CHP, AKP’nin 23 yıldır iktidarda kalabilmesini kolaylaştırmıştır.
İddiam o ki Türkiye’de güçlü bir sosyalist hareket olsa, CHP ne laikliği sulandırabilirdi ne de kör Batıcılık yapabilirdi. Türkiye’de sosyalist hareketin güçlü olduğu zeminde Ecevit’in CHP’yi ortanın soluna taşıyarak iktidar olduğu unutulmamalıdır.
CHP’lilerin Batı’ya mesaj kaygısı
İşte “kör Batıcılığın” son örneği: CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Nobel Barış Ödülü aldığı için Venezuelalı ”muhalif” Machado’ya övgü dolu bir kutlama mesajı yayınladı.
Oysa Machado muhalif değil, mandacıdır, emperyalizmin aletidir. Nitekim ödülünü ABD Başkanı Trump’a ithaf etti. ABD’nin Chavez ve Maduro’yu hedef alan CIA operasyonlarında rol aldı. İsrail’in Gazze’deki soykırımını savundu. Venezuela büyükelçiliğini Kudüs’e taşımayı vaat etti. Netanyahu’nun partisiyle “operasyonel ortaklık” anlaşması imzaladı.
Peki böyle birine İmamoğlu (ve ekibi) nasıl kutlama mesajı yayınlayabiliyor? Bu öncelikle CHP’deki ”kör Batıcılık” anlayışının yansımasıdır. İkincil olarak da Erdoğan’ı eksen alarak siyaset yapmanın sonucudur. “Madem Maduro’nun Erdoğan’la arası iyi, o zaman Maduro’ya kim karşıysa o desteklenmeli” çiğliğinin sonucudur. Aynı yavanlığı CHP’nin önceki yönetimi de sergilemişti; Kılıçdaroğlu, seçime üç gün kala Putin ve Rusya karşıtı bir çıkış yapmıştı.
DEM’in faşizan ruhu
CHP’nin bu tür yanlışlara savrulmasını önleyecek etkenlerden biri sosyalist hareketin varlığıdır. Ancak Türkiye’de sosyalist hareket birçok nedenle zayıfladı. Nedenlerden biri de PKK’nin Türk solunun bir kısmını gölgesine alarak solculuktan adım adım uzaklaştırmasıydı. Kuşkusuz o gölgeye girmeden mücadelesini sürdüren sosyalist örgütler var ve şimdilerde Cumhuriyetçilikle birleşerek güç topluyorlar. Cumhuriyetçiler Kurultayı, sosyalist hareketin inşası için önemli örneklerden biridir. Açılım ve DEM’in AKP ve MHP’yle işbirliği de gölgedeki kimi sosyalistlerin uyanmasını sağladı.
İktidara yaslanmanın rahatlığıyla daha açık konuşan DEM yöneticileri de uyanışı kolaylaştırıyor. “Öcalan medyanın dilinden rahatsız” diyen DEM yöneticisi Pervin Buldan’ın “Yargı AKP’nin elinde, açılıma karşı çıkan gazetecileri sustursun” özetli konuşması bu iktidara yaslanma rahatlığının tipik örneğidir. Öyle ki Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum bile bu “faşizan” öneri karşısında “antidemokratik uygulama istemek doğru değil” demek durumunda kaldı!
Başta belirtmiştim: AKP, MHP ve DEM’in açılım ortaklığı demokrasi ve özgürlük getirmez, daha ağır bir rejim oluşturur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Ekim 2025
Öcalan Demirtaş’ı neden istemedi?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 11/10/2025
Gazeteci Uğur Ergan’ın iddiasına göre Öcalan, İmralı’daki görüşmelerden birisinde, “Demirtaş’ın aktif şekilde devreye girmesi benim için de, iktidar için de, projenin devamı için de iyi sonuç vermez” demişti. (Halktv.com.tr, 10.10.2025). DEM Partisi iddiayı yalanladı, “Öcalan’la görüşmelerimizde hiçbir şekilde bu tarz bir değerlendirme yapılmamıştır” dedi.
Gazeteci Aytunç Erkin de, Öcalan’ın heyete “Demirtaş eleştirisi” yaptığını yazmıştı kısa süre önce. DEM’in yalanlamadığı o iddiaya göre Öcalan DEM heyetine şöyle demişti: “Selahattin zamanında ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ demişti. Doğru değildi. Erdoğan’ı karşıya almalarına gerek yoktu.” (Nefes, 6.9.2025)
Erdoğan’ın ‘hesaplaşma’ beklentisi
Öcalan ile Demirtaş arasında bir çelişmenin olup olmadığı, kısa bir süre öncesine kadar iktidarın da konusuydu. Erdoğan hem önceki açılım sürecindeki tartışmalardan, hem de Hakan Fidan’ın o dönemki temaslarından, ortada bir çelişme olduğunu biliyordu. Bildiği için de, örneğin 12 Ocak 2022’deki TBMM Grup Toplantısında şöyle demişti: “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek. Onların da kendi içinde ayrı bir hesaplaşmaları var, bu hesaplaşmayı da yapacaklar.”
Yürütmenin başının, “Edirne’deki Demirtaş’ın, İmralı’daki Öcalan’a hesap vereceğini” belirtmesi, yani bir mahkumun bir başka mahkuma hesap vereceğini söyleyebilmesi, iktidarın ne derece hesaplaşma beklentisi içinde olduğunu gösteriyordu.
Öcalan’ın cumhurbaşkanı adayları
Öcalan ile Demirtaş arasında bir çelişme olduğu sır değil, yayınladıkları İmralı Notları’ndan biliyoruz.
Örneğin cumhurbaşkanlığı seçiminden önce 26 Haziran 2014’te yapılan Öcalan-HDP heyeti görüşmesinde, Öcalan “Cumhurbaşkanlığı meselesine gelelim, ne yaptınız” diye soruyor. Pervin Buldan “Demirtaş’ın isminin öne çıktığını” söylüyor. Öcalan itiraz ediyor, ”Bence çabanız Türk, Alevi gibi farklı bir aday profili üzerinde olmalıydı” diyor. Hatta itirazını gerekçelendirmek için “Hem HDP Genel Başkanı hem de cumhurbaşkanı adayı olursa parti işleri nasıl olacak” diye soruyor. Buldan, seçimin kısa bir süre sonra yapılacağından hareketle “Başkanım, zaten bir aylık süredir. Parti işleri aksamaz” diyor.
Öcalan, Sırrı Süreyya Önder’e dönerek “Sen ya da Ertuğrul (Kürkçü) olabilir misiniz?” diye soruyor. Önder, “ikimizin de üniversite diploması yok, o nedenle olamayız” diyor. Öcalan, Demirtaş yerine başkasının olmasında o kadar ısrarcı ki “Figen (Yüksekdağ) olabilir mi peki?” diye soruyor bu kez. Önder, onun da diplomasının olmadığını söylüyor. Öcalan bu sefer de “Ufuk Uras olabilir mi?” diye soruyor. Önder ona sol çevrelerden çok tepki olduğunu söylüyor. Öcalan yine ısrarcı, Gencay Gürsoy’un ismini ortaya atıyor. Araya giren İdris Baluken, Gürsoy’un yeterince kabul görmeyeceğini savunuyor.
Devlet yetkilisinin uyarısı
Asıl vahimi şurası. Öcalan çaresiz kalıp da “Yahu gerçekten de uygun kimse yok” deyince, “Devlet yetkilisi” araya giriyor ve şöyle diyor: “Efendim, bu konuda heyeti eleştirebiliriz, sanki çok iyi çalışmamışlar.”
Bunun üzerine Öcalan “isim konusunu burada belirleyemeyeceğiz. Yetkili organlarda tartışın” diyor, devamında da “Ekmeleddin gibi bir adayı biz de bulabilirdik” diyor. (İmralı Notları, s.336-337).
Ancak yeterli zaman yoktu. Bu görüşme 26 Haziran’da yapıldı, 30 Haziran’da Demirtaş, 1 Temmuz’da da Erdoğan adaylığını ilan etti, seçim 10 Ağustos’ta yapıldı.
İmamoğlu-Demirtaş ittifakı
Demirtaş’ın ismine itirazın asıl sahibinin Öcalan’dan ziyade “devlet yetkilisi”, dolayısıyla AKP olduğu anlaşılıyor. Nitekim Demirtaşlı HDP’nin oy potansiyeli, bir yıl sonraki 7 Haziran 2015 seçiminde yüzde 13,1 ile ortaya çıkıyor ve AKP’nin tek başına iktidar olmasının önündeki engellerden birine dönüşüyor. Öncesinde, 17 Mart 2015’te de Demirtaş’ın Erdoğan’a “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı vardı.
Sonuç olarak HDP kimin müttefiki olacak; iktidarın mı, ana muhalefetin mi? Mesele budur. Sarayın en büyük endişesinin “İmamoğlu-Demirtaş ittifakı” potansiyeli olduğu biliniyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Ekim 2025
Ne yapmalı?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 09/10/2025
TBMM Resepsiyonu fotoğraflarına özne yapılan kimi muhalefet partisi liderleri, o fotoğrafların hâlâ konuşuluyor olması nedeniyle ana muhalefet partisi “çevresini” suçluyor ama fotoğrafların gündemde kalmasına doğrudan iktidar katkı yaptı.
Erdoğan hem Azerbaycan dönüşünde ”uçağa akredite gazetecilere” yaptığı açıklamalarda hem de grup toplantısındaki konuşmasının önemli bir bölümünde o fotoğraflara değindi ve şu mesajı verdi: ”Resepsiyonda çekilen fotoğraf karesine gelirsek. O kare, gerçek Türkiye fotoğrafıdır.” (AA, 8.10.2025)
İşte o resepsiyonun da, o fotoğraflar için muhalefet liderlerinin odaya çağrılmasının da esas hedefi buydu. Erdoğan, “Erdoğan merkezli bir siyaset fotoğrafı” vermek istedi.
Fotoğrafların üç mesajı
O fotoğrafların iki iç politika mesajı var: İlki, ABD’den “Trump’ın verdiği meşruiyet” açıklamasıyla eli zayıf dönen Erdoğan, CHP’ye “TBMM meşruiyetini” göstermek istedi. İkincisi de CHP’yi yalnızlaştırma amacıyla diğer muhalefet partilerine bir çağrı yapmış oldu.
Bana kalırsa o fotoğrafların üçüncü olarak, bir de dış politika mesajı var. ABD Büyükelçisi Barrack’ın ifadesiyle “Trump’ın meşruiyet verdiği”, Trump’ın ifadesiyle “hileli seçimleri iyi bilir” dediği Erdoğan, Beyaz Saray’a “kendi meşruiyetini” bu fotoğraflarla göstererek, “elim zayıf değil” mesajı vermek istedi.
Erdoğan’ın ajandası
Erdoğan açıkça eski AKP’lilere, eski MHP’lilere ve DEM’lilere “ittifak” çağrısı yaptı o fotoğraflarla. Ajandayı bazı AKP’liler açıkladı zaten: 2026’de yeni anayasa, 2027’de seçim.
Erdoğan’ın bu ajanda için DEM’li milletvekillerinin oylarına ihtiyacı var. Yeniden açılım başlatmalarının nedenlerinden biri de buydu.
Nitekim Erdoğan grup toplantısında yeni anayasa hedefini ortaya koydu ve çıkarılmasında “bu dönemki parlamentodan umutlu olduğunu” söyledi, “milli meselelerde sağlayacağımız geniş uzlaşmalarla meclisin yeni yasama yılını en verimli şekilde değerlendireceğiz” dedi. (AA, 8.10.2025)
Erdoğan’ın “DEM’le gelecekte neler yapabileceklerine” dair uçaktaki mesajı da bu bakımdan anlamlıydı: “DEM Grubuyla da orada bir araya geldik, sohbetlerimiz oldu. Bu sohbetlerin dışında da geleceğe yönelik neler yapılabilir? Bunları konuşma, görüşme fırsatımız oldu. Bundan sonrası da inşallah hayır olur diye düşünüyorum.” (AA, 8.10.2025)
TBMM’deki slogan
DEM de bu durumu fırsata çevirmeye çalışarak, işi TBMM Grup Toplantısında Öcalan için slogan attırmaya kadar götürdü ve açık açık “Öcalan’ın özgürlüğünü” esas gündem haline getirdi.
İktidar cephesinden kimi isimler slogan attırılması nedeniyle DEM’i suçluyor. Oysa DEM’lilerin “Biji Serok Apo” sloganı, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Öcalan için kullandığı “kurucu önder” sıfatının tamamlayanıdır. Sloganın TBMM grup toplantısında atılması da Bahçeli’nin “Öcalan gelsin TBMM’de (DEM grup toplantısında) konuşsun” çağrısına uygundur.
Nitekim Bahçeli de yine “kurucu önder Öcalan”ı övdüğü, kurucu parti CHP’ye vurduğu bir MHP grup toplantısı yaptı. “Eğmeden, bükmeden söylemeliyim ki PKK’nın kurucu önderliği elini taşın altına koymuştur“ diyen Bahçeli, TBMM’deki açılım komisyonunun İmralı’da Öcalan’la yüzyüze görüşmesini istedi, “bunda çekinecek bir husus görmüyorum” dedi. (Cumhuriyet, 7.10.2025)
Cumhuriyet’i yaşatmak
Tablo ortada. İktidar cephesi açıkça kozlarını ortaya koyuyor. Mesele muhalefetin ne yapacağıdır.
Cumhuriyet yazarı Ergin Yıldızoğlu’nun 6 Ekim’de köşesinde ortaya koyduğu şu üçlü formül, tartışılmalıdır: “CHP’yi destekle, laikliği ve Cumhuriyetçiliği savun, sosyalist hareketi inşa et.”
Tartışalım ama bugün bitirirken bir de şu görevimizi ekleyelim: Cumhuriyet gazetesini yaşatmak!
Evet, Cumhuriyet gazetesi bizi, sizi, hepimizi, tüm Cumhuriyetçileri dayanışmaya çağırıyor. Baskı ve ekonomik abluka altındaki Cumhuriyeti dayanışarak, imeceyle yaşatmak, hepimizin görevidir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
9 Ekim 2025
Erdoğan’ın ‘meşruiyet’ müttefikleri
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 04/10/2025
AKP’nin 24 yıldır iktidarda kalabilmesinin nedenlerinden biri “muhalefet partilerinin başarısızlığı”ysa, bir diğeri de Erdoğan’ın muhalefet liderlerini sıra sıra kendine müttefik yapabilme becerisidir. Kuşkusuz ikisi birbirinin bütünleyenidir.
Bu ilişkinin en tipik örneği Erdoğan-Bahçeli ilişkisidir. Bahçeli yıllar önce, en hafifinden “senden cumhurbaşkanı olmaz” diyordu, bugün Erdoğan’ın en büyük dayanağı oldu. (Bu dönüşümde MHP’ye yönelik kaset ve yargı operasyonlarının rolü, MHP’nin siyasi tarihini yazacak araştırmacıların konusu olacaktır.)
DEM’den Erdoğan’a meşruiyet
DEM liderlerinin 1 Ekim’deki TBMM açılışında Erdoğan’a bakışlarını yansıtan fotoğrafları sosyal medyada çok tartışıldı. O fotoğrafların iki temel özelliği vardı.
Birincisi, “seni başkan yaptırmayacağız” çizgisinden “başkanı ayakta karşılamaya, başkana meşruiyet dayanağı” olmaya dönüşümün fotoğrafıydı. İkincisi de “CHP’nin ‘demini’ alma operasyonunun” geldiği duraktı.
Kimi DEM’liler bu dönüşümü “ama o Demirtaş’ın çizgisiydi” diyerek geçiştirmeye çalışıyorlar. Oysa partinin de çizgisiydi. Nitekim sonraki seçimlerde de DEM o çizgiyi sürdürdü. Örneğin Pervin Buldan son seçim öncesinde şöyle dedi: “Anayasaya göre üçüncü kez aday olamazsınız Erdoğan. Üçüncü kez olamazsın. Bu, çok açık ve nettir. Adaylığı meşru değildir.”
Sonuçta Erdoğan’ı “meşru cumhurbaşkanı görmeyen” DEM çizgisi, Erdoğan’ı meşru gören çizgiye dönüşmüş oldu.
DEM’i CHP’den koparma operasyonu
DEM’deki bu dönüşüm sadece bir yılda oldu. Aynı bir yılda şu da oldu: CHP’nin yeni liderliği, çokça eleştirdiğimiz “normalleşme/yumuşama” çizgisiyle Erdoğan’ı geçen yıl TBMM’de ayakta karşılarken, bu yıl “meşruiyet yok” diyerek protesto etti, oturarak bile karşılamadı. Bu dönüşüm de bir yıl sürdü. Bu bir yılda iktidarın CHP’yi hedef alan çok boyutlu operasyonları yaşandı; belediyeleri, İstanbul İl Başkanlığı, kurultayları hedef alındı. Yani CHP’nin ”aldığı ders” hayli ağır oldu.
DEM ve CHP arasındaki ters dönüşüm arasında da bir ilişki var elbette. Bir yıl öncesine kadar, AKP-MHP koalisyonu CHP’yi “demlenmekle” suçluyordu. Demlenmek, iktidarın CHP ile DEM’in seçim işbirliğine göndermesiydi. Ama sadece siyasi bir gönderme değil, operasyon gerekçesi yapılan suçlamaydı. CHP-DEM seçim işbirlikleri, iktidara göre CHP’nin “terörle işbirliği” anlamına geliyordu ve bu şekilde kazanılan belediyelere “terörle iltisaklı” diyerek operasyonlar yapıldı, belediye başkanları tutuklandı.
Sadece bir yıl sonra, Erdoğan DEM liderleriyle işte o fotoğrafı verdi. CHP’yle seçim işbirliği yaparken “terörist” sayılan DEM’liler, iktidarın açılımının öznesi yapılarak hem “meşruiyet” kazandılar, hem de Erdoğan’ın “meşruiyet” dayanağı oldular.
Böylece Erdoğan-Bahçeli ikilisi, CHP-DEM seçim işbirliğini kendi hukuklarına göre suç sayıp, DEM’i CHP’den koparıp, “açılım” üzerinden müttefik yapmış oldular. Kuşkusuz arada Öcalan’ın rolü ve Öcalan üzerindeki “devlet yetkililerinin” becerisi de var.
Başını dik tutabilmek
Şu bir yıl ne çok derslerle dolu muhalefet partileri açısından. Kendilerini “dar siyasi çıkarlarla” Erdoğan’a müttefik yapanlardan, ABD’nin “yeni Ortadoğu düzeni” içinde müttefiklik yaparak ”çifte meşruiyet” arayanlara…
Erdoğan, 24 yıldır liberalleri, dönek solcuları, sağcıları, milliyetçileri, ülkücüleri, ulusalcıları, laik Kürtçüleri, İslamcı Kürtçüleri, NATO’cuları, her türden Batıcıları, Avrupacıları, Amerikancıları, saraycılık meraklısı sanatçıları, yükselemediği mahallesinden kaçanları, operasyon baskısıyla partisinden topuklayanları sıra sıra kendisine müttefik yapabildi.
Tüm bu müttefikler, başını dik tutabilmek için kalemini dik tutan 20’li yaşlarındaki gazeteci Furkan Karabay’ın tırnağı bile olamadılar kısacası.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Ekim 2025
Açılımın zayıf karnı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/07/2025
Öncekinde, açılımın zayıf karnı “Suriye’nin kuzeyi”ydi. O açılımın kesintiye uğramasının nedenlerinin başında, Erdoğan ile Öcalan’ın bu konudaki restleşmesi geliyordu. Anımsayalım:
Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyordu Öcalan’a. Şöyle demişti Erdoğan o zamanki İmralı heyetine: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”
Sırrı Süreyya Önder bunu iletince, Öcalan da şu yanıtı veriyordu: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir” (İmralı Notları, s.179).
Paralel süreç isteniyor
Bu konu şimdiki açılımın da zayıf karnı. Zira AKP-MHP tarafı ile PKK-DEM tarafının bu konuda farklı yaklaşımları var. ABD ise iki farklı yaklaşımı uzlaştırma arayışında. O nedenle ABD’nin stratejik düzlemde hedeflediği ile süreç ilerleyebilsin diye taktik düzlemde savunduğu şu aşamada tam örtüşmüyor.
Somutlayalım: PKK Türkiye’de zaten yoktu, Irak’taki varlığının da önemli bir kısmını geçen yıllar içerisinde Suriye’ye transfer etmişti. Tamam, Irak’taki PKK silah bırakıyor ama ya Suriye’deki PKK? Gerçi Ankara, memnuniyet açıkladığı 10 Mart tarihli HTŞ-SDG anlaşması nedeniyle “PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG/SDG” tezinden bir oranda geri adım attı ancak o anlaşmanın hayata geçmesinin gecikmesi, Ankara açısından sıkıntıya dönüşüyor.
PKK’nin Türkiye’de siyasete entegrasyonu süreci ile SDG’nin Suriye’de devlete ve orduya entegrasyonu sürecinin paralel yürütülmesi isteniyor. AKP-MHP ittifakı, Türkiye’de ilerleme yaşanırken, Suriye’de yaşanmamasını, bir taktik tuzak olarak görüyor.
Entegrasyondan kim, ne anlıyor?
10 Mart anlaşmasının maddeleri, tıpkı Öcalan’ın 27 Şubat tarihli silah bırakma çağrısındaki gibi muğlaklık içeriyor. PKK silah bırakacak ve “demokratik entegrasyon” sağlanacak. Peki nedir demokratik entegrasyon? Belli değil. Ankara’da “bireylerin Türkiye’yle bütünleşmesi” diye anlaşılıyor oysa örneğin PKK yöneticilerinden Helin Ümit’e göre “demokratik entegrasyon, kolektif hakların tanınması” anlamına geliyor.
Benzer durum Suriye’de de yaşanıyor. Ankara, SDG’nin bireyler halinde orduya entegrasyonunu savunuyor. SDG ise blok halinde, kendi bölgesinde orduya entegre olmayı, yani bir anlamda “Kürt tümeni” olarak Suriye ordusunun parçası olmayı istiyor.
Bu farklılık nedeniyle Suriye’deki süreç ilerlemiyor. ABD Büyükelçisi Barrack’ın ”Şara hükümeti, azınlıkları iktidar yapısına entegre etme konusunda ‘daha hızlı ve daha kapsayıcı’ olmayı düşünmeli” uyarısı, işte bu çelişmeyi uzlaştırma amacını ortaya koyuyor.
‘SDG’ye 30 gün süre’ iddiası
Tam bu süreçte dikkat çeken bir iddia ortaya atıldı. Middle East Eye haber sitesinden Ragıp Soylu’nun haberine göre; Türkiye ve ABD yetkilileri, geçen hafta Suriye’de yapılan bir toplantıda, SDG’ye Suriye ordusuna katılması için 30 gün süre verdi (middleeasteye.net, 21.7.2025).
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bölünme dışında ne talebiniz varsa yapın. Ama Suriye’yi bölmeye giderseniz müdahale ederiz” uyarısı, bu iddiayla uyumlu görünüyor (AA, 22.7.2025).
Diğer yandan Ragıp Soylu’nun haberinde ilginç bir konu daha var: “Şam hükümeti, SDG’nin tamamen kadınlardan oluşan silahlı alt gruplarından YPJ’yi ise kendi saflarına katmaya hevesli değil.”
Yeni rejimin kadınlara bakışı, acaba bu konuda taktik bir uzlaşma farsatı mı doğurdu? Kadınlardan oluşan YPJ’nin blok halinde Suriye’nin kuzeydoğusunda kalması ama erkeklerin Suriye ordusuna dağınık bir şekilde entegrasyonunda mı uzlaşılacak?
Öcalan’ın o sözleri
Evet, Suriye’nin kuzeydoğusu, açılımın zayıf karnı.
Şu haber bile bu konunun ne derece kritik olduğunu ortaya koyuyor: “Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, ağabeyinin ’Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz” dediğini söyledi. Mehmet Öcalan’ın konuşmasının ardından DEM Parti İmralı Heyeti, ’İmralı Adası’nda yapılan tüm görüşmeler heyetimizin katılımıyla gerçekleşmiştir. Diğer tüm iddialar gerçeği yansıtmamaktadır’ açıklaması yaptı” (Cumhuriyet, 14.7.2025).
Not: 17. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali kapsamında düzenlenen “Toplumsal Barış” konulu panelde konuşmacıyım. Bu vesileyle birkaç gün Arguvan’daki köyümde olacağım için cumartesi ve pazartesi günleri yazım olmayacak. Anlayışınız için teşekkürler.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Temmuz 2024
Pekeke
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 19/07/2025
Türkiye’yi ne PKK bölebilir ne de Kürtler. Türkiye’yi (potansiyeli açısından) Türkiye’yi yönetenler bölebilir, Türkiye’yi “Kürt karşıtı ırkçılar” bölebilir.
Elbette onlar da son tahlilde bölemez, böldürtmeyeceğiz. Sadece potansiyel farklarına işaret ediyorum.
Peki neden mi bu girişi yaptım? Anlatayım:
Açılımın gereği
Biliyorsunuz, Türkiye’deki son açılımın hem dış hem iç boyutunun olduğunu önemle belirtiyorum: Açılım 1 Ekim’de Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşması ve 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” demesiyle başlarken, İdlib’de ABD ve Türkiye destekli gruplar Şam’a yürüyüşe geçmenin son hazırlıklarını yapıyor, İstanbul’da da CHP’yi hedef alacak operasyonların ilki 30 Ekim 2024’te Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e operasyonla başlıyordu.
Ahmet Özer hem terör hem yolsuzluk iddiasıyla tutuklandı. Aylar sonra 14 Temmuz’da açılımın yeni aşaması gereği terör suçundan tahliye edildi (Yolsuzluk suçlamasından tutukluluk hali devam ediyor). Çünkü hem siyaset yapan CHP’li Ahmet Özer’i terörist ilan edip, hem de PKK’lilere siyaset yolu açılmasını savunmak bir arada yürütülemezdi.
Ahmet Özer’e suçlama
Duruşmadaki ilginç bir suçlama, asıl gelmek istediğim yere işaret ediyordu:
Ahmet Özer’i terörist olmakla suçlayan Erkan Çakır isimli bir tanık var. Bu şahıs CHP’nin eski Muş Gençlik Kolları Başkanı. Aynı zamanda CHP’nin kurultay davasının da tanıklarından.
Çakır, Ahmet Özer’in terörist olduğunu nasıl anlamış, biliyor musunuz? Mahkemede aynen şöyle söyledi: “Bizim bölgede söyleyişte farklılık oluyor. Özer ‘Pekeke’ diyor, biz ‘Pekaka’ diyoruz. Örgüt üyeliği buradan yeterince belli oluyor” (Cumhuriyet, 14.7.2025).
Özel harpçi kafası
Ne acı ki böyle bir “ayrım” var ve ne yazık ki bu ayrımın kaynağı Türk devletinin psikolojik savaş merkezi…
Evet, özel harpçiler, “Kürtler Pekeke diyor” diye ”Türkler için Pekaka’yı” bir fark olarak icat etti. Böylece Pekeke diyen örgütçü, Pekaka diyen Türkiyeci oldu!
Halbuki Türkçe açısından doğrusu Pekeke’ydi. Olsun, bir özel harpçinin ifadesiyle, örgüte böylece “kaka” denmiş olacaktı! Bunu savunana “peki KKTC’nin söyleyişini neden hiç hesaba katmıyorsunuz” diye sormuştum da, biraz düşünüp, “o kısmı çok önemli değil” demişti.
Türkçeyi doğru kullanmaya çalışan 12 kitaplı bir yazar, üç binden fazla makale yazan bir gazeteci ve yüzden fazla kitabı yayına hazırlamış bir editör olarak ben de Pekeke diyorum. Ve sırf bu nedenle “bölücü”, “gizli örgütçü” ve “PKK’li” ilan ediliyorum hemen her gün. Özellikle YouTube kanalımdaki yayınların altında böyle sayısız suçlama var.
Ne mücadele!
Ne yazık ki bu anlayış 80’lerle sınırlı değil, bugün de sürüyor. Anımsayacaksınız, açılım yokken, yani topu topu altı ay önce, iktidar YPG’yi, İngilizce telaffuz ediyordu, “vaypici” diyordu. Neden İngilizce? Sırf PKK’ye “kaka” diyebilmek için Türkçeyi doğru kullanmayanlar gibi, örgüte “piç” demek için İngilizcesini tercih ediyorlardı çünkü!
Terörle ve teröristle ne mücadele ama! Örgüte kaka, piç deyip, örgütün başına “bebek katili” deyip, şimdi konumunu “kurucu önder”e yükselttiler, TBMM’de konuşmaya davet ettiler!
Harf kanunu ne diyor?
Türkçeye, diline sahip çıkmayıp bu psikolojik savaşa yenilenlere ısrarla anlatmaya çalışıyorum:
Türkçede ”ka” sesi yok, ”ke” sesi var. 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı “Türk harflerinin kabulü ve tatbiki hakkında kanun”dan başlayarak, “8 Ocak 2004 günü Türk Dil Kurumu (TDK) İmla Kılavuzu Çalışma Grubu tarafından belirlenen ve TSE tarafından Nisan 2005/TS 13148 numaralı belge ile standart hale getirilen Türk Kodlama Sistemi”ne kadar tüm resmi belgeler, Türkçede ”ka” sesinin olmadığını, ”ke” sesinin olduğunu belirtir. Piyasada edinebileceğiniz hemen tüm “ana yazım kılavuzları”nın giriş kısmında yer alan “Türk alfabesi levhası”nda da bu harfin “ke” diye okunduğunu görebilirsiniz. TDK’nin internet sitesinde yer alan “Ses, Harf ve Alfabe” köşesinde de, harflerin nasıl okunduğunu inceleyebilirsiniz.
Sonuç olarak dile sahip çıkmak, dili doğru kullanmak, ülkeyi iyi savunabilmenin de gereklerindendir. Öcalan’ı “kurucu önder” yaptıktan sonra, en milliyetçi Bahçeli Pekaka dese ne olur, demese ne olur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Temmuz 2025