Posts Tagged İttihat ve Terakki

İTTİHAT TERAKKİ’DEN ERGENEKON’A

TSK’nin Kara Kuvvetleri Komutanı ve ardından Genelkurmay Başkanı olacak generallerine yönelik başlıca komplo, onların gizli Yahudi olduğudur…

Örneğin İlker Başbuğ’un İsrail ziyareti sırasında çekilen ağlama duvarı görüntüleri belleklerdedir. O fotoğrafların kimler tarafından çekilip servis edildiği bir yana, kimler tarafından ve ne amaçla kullanıldığı ülkemiz açısından derslerle doludur.

150 YILLIK DEVRİM DÖNEMİ

Bu topraklarda özellikle son 150 yıldır bu tip komplolar hep olagelmiştir. 150 yıldır dememizin özel bir anlamı var kuşkusuz…

Son 150 yıl, bu toprakların devrimler tarihidir çünkü…

İttihat ve Terakki Partisi’nin mason örgütü olduğu, Yahudi milli hedefine uygun olarak kurulduğu ya da Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik doğumlu olması üzerinden yapılan ve milli kurtuluş savaşımız ile Cumhuriyet devrimimizi hedef alan komplolar hâlâ dillendirilmektedir.

Tam da bu nedenle komploların üç temel özelliğine işaret etmeliyiz: Birincisi, komplolar, emperyalist devletlerden hedef alınan ülkelere doğru; ikincisi, komplolar, devletlerden halklara doğru ve üçüncüsü, komplolar, geri kuvvetten ileri kuvvete doğrudur.

İTTİHAT TERAKKİ VE KOMPLO TEORİLERİ

Komploları ve komplo tarihini inceleyen araştırmacılardan Haluk Hepkon, daha önce Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Komplo Teorileri Tarihi” kitabına bir yenisini daha ekledi ve Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan “İttihat Terakki ve Komplo Teorileri” kitabını yazdı.

Kitap öncelikle İttihat ve Terakki üzerine üretilen ve yayılan komploları inceliyor, bu komploların kaynağını ve hedefini açıklıyor. Daha da önemlisi bu komploların kimler tarafından kullanılarak neye hizmet ettiğini inceliyor.

Kitabın son bölümü ise güncel komplolara ışık tutuyor. Hepkon, Ergenekon tertibiyle birlikte üretilen komplo tezlerini inceliyor ve eleştiriyor.

KOMPLOLAR NEDEN ANTİSEMİTİK?

Komploların dünyada esas olarak Aydınlanma döneminde ortaya çıktığını belgeleyen Haluk Hepkon, bu komplo teorilerinin neden antisemitik bir eksene oturtulduğunu tarihsel olarak ele alıyor.

Hepkon, bu sürecin özellikle 1908 devimiyle birlikte bu topraklarda da yaşandığını ve İngiliz emperyalizmi kaynaklı komplo teorilerle İttihat ve Terakki Partisi’nin “Yahudi komplosu” diye etiketlendirilmeye çalışıldığına işaret ediyor.

İngiliz emperyalizminin Osmanlı Devleti’nin topraklarını hedef alan stratejisine uygun olarak üretilen bu komploların kaynağı dönemin İngiltere Büyükelçiliği’ydi. Büyükelçi Gerard Lowther ve elçiliğin kilit isimlerinden Gerald Fitzmaurice, İttihat ve Terakki Partisi’ni Müslüman Osmanlı halkı nezdinde hedef alırken, bu örgütün Siyonist olduğu yalanına sarıldı.

DEVRİME KARŞI MUHAFAZAKÂR ORTAKLIK

İkisi de Katolik muhafazakâr olan Lowther ve Fitzmaurice’in tezleri, Jön Türk Devrimi’ne karşı olan Saltanatçılar, İslamcı çevreler ve muhafazakâr sağ kesimler tarafından hemen sahiplenildi.

Haluk Hepkon bu tezlerin günümüze kadar uzandığına dikkat çekiyor ve Ergenekon Davası sürecinde suçlama konusu haline getirilen ve iddianamede de yer alan “İttihatçı zihniyet” vurgularına işaret ediyor. Hepkon’a göre AKP ve bu partiye yakın yazarlar, Cumhuriyet ve Aydınlanma fikirlerine karşıtlıklarını bu çizgide ortaya koyuyorlar.

Hepkon kitabında, aynı zamanda ünlü Lowther Raporu’nun tam çevirisini de yayımlıyor ve araştırmacıların bilgisine sunuyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Ekim 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

ERGENEKON TERTİBİNDEKİ KÜRDİSTAN HEDEFİ

Henri Barkey, “Türkiye, Suriye’deki Kürdistan’a da kendini alıştırmaya başlasın” ana fikirli söyleşisinde, aynı zamanda Ergenekon tertibi ile ABD’nin Büyük Kürdistan hedefi arasındaki bağı ortaya koydu.

İşte Barkey’in o cümlesi: “AKP’nin en önemli başarılarından biri 2007’de askerlerin gücü azaldıktan sonra politik açıdan Kuzey Irak’taki Kürt devleti ile Türkiye arasındaki ilişkiyi resmileştirmesiydi.” (Akşam, 30-31 Temmuz 2012)

Türk Silahlı Kuvvetleri neden hedef alınmış yani? Kürt Devleti’ni Türkiye’ye kabul ettirmek için!

ERDOĞAN’IN AKIL HOCASI

Barkey’in bu sözlerini bir itiraf ya da üçüncü tarafın tespiti olarak görmemek lazım. Zira Barkey, birinci taraftır ve icraatın sahibi olarak söylemektedir.

Henri Barkey, Büyük Kürdistan’ın iki mimarından biridir; diğeri CIA’nın Türkiye istasyon şefi Graham Fuller’dir. İkili aynı projenin mimarı olarak, birlikte aynı kitaplara, aynı raporlara, aynı operasyonlara imza atmıştır!

Henri Barkey, aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ı yönlendiren 7 Amerikalıdan biridir. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le “teklifsiz bir şekilde ve sık sık görüşen” Barkey, bir konferansta “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” de söylemişti.

ERGENEKON’LA MÜCADELE AÇILIMI

Ergenekon tertibi ile ABD-AKP’nin Kürt Açılımı arasındaki ilişkinin kanıtı, ifşaatı, itirafı sayısız çokluktadır; hem de ilk ağızlardan… Bir kaçını anımsayalım:

Kürt Açılımı’nı dosya yapan “Stratejik Boyut” dergisi Prof. Dr. Doğu Ergil’e soruyor: “Demokratik Açılım şartlarının oluşmasında Ergenekon soruşturmasının bir etkisi var mı? Ergenekon soruşturması başlamasaydı hükümet demokratik açılım sürecini yine de başlatır mıydı?” Açılım’ın etkili isimlerinden Ergil’in yanıtı net: “Başlatamazdı. Başlatsa bile sonuç alamazdı.”

Polis-yazar Önder Aytaç da, aynı dosyada Kürt Açılımı’nı, “Ergenekon ile sonuna kadar mücadele açılımı” olarak niteliyordu.

Dosyaya makale yazan Din ve Hürriyet Araştırmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Bilal Sambur da Kürt Açılımı’nın İttihatçılıkla mücadele olduğunu savunuyordu: “Kürt Açılımı ya da Demokratik Açılım’la Türkiye tarihinde belki de ilk kez, ülkemizi tekleştirici, baskıcı ve devleti çeteleştirmeyi meşru hale getirmiş olan İttihat ve Terakki zihniyetinin tahakkümünden kurtulabileceği bir yola girmiştir.”

BAAS’IN KÖKLERİNDE İTTİATÇILIK VAR

Kürt Açılımı’nı İttihat ve Terakki karşıtlığı olarak sunmaları anlamlı… Nitekim AKP’nin Baas düşmanlığının gerisinde de İttihat ve Terakki düşmanlığı mevcuttur.

Bugünlerde başta Mehmet Metiner olmak üzere kimi AKP’lilerin Suriye’ye emperyalist müdahaleye karşı çıkanları “Ergenekoncu-Baasçı zihniyet” diye nitelemeleri bundandır. Zira 1940 yılında kurulan Baas’ın ilk üyeleri, 25 yıl önce Osmanlı Ordusu’nda askerdi, çoğu İttihat ve Terakkiciydi…

Kemalizm’in de, Baasçılık’ın da tarihsel kökeni İttihat ve Terakki’ye dayanmaktadır. Hatta İttihat ve Terakki’nin gelişip güncellenerek Türklerde Kemalizm’e, Araplarda Baasçılık’a dönüştüğünü söyleyebiliriz!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Ağustos 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ZİNCİRİN ZAYIF HALKASI: DAVUTOĞLU

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye politikasına yönelik eleştirileri şu sözlerle savunmaya çalışması Neo-Osmanlıcılık’tan ziyade, “koltuğunu koruma çabası” olarak değerlendirilebilir. “Biz geçen asırda, yüz yıl önce, Trablus, Yemen, Balkan Savaşları’nda ne yaptıysak onu yapıyoruz. Bu halklarla aramıza hangi duvarları koyarlarsa koysunlar bunları tek tek yıkmaya kararlıyız.”

Bugün emperyalist bir uygulamada görev almayı, 100 yıl önceki “emperyalizme karşı savunmalarla” eşitlemeye çalışmak başka nasıl açıklanabilir ki? Davutoğlu’nun bugün yaslandığı o yüz yıl önceki savunmaları kim yaptı? AKP’nin düşman kategorisine koyduğu Jöntürkler, İttihat Terakkiciler! Bugün Ergenekon operasyonlarıyla Silivri’de esir ettikleri insanları neyle suçluyorlar? İttihatçı zihniyeti taşımakla!

Ama Davutoğlu, şimdi o İttihatçı zihniyete muhtaç kaldı!

BOMBA DAVUTOĞLU’NA YARADI

Oysa 18 Temmuz’daki bombalı saldırıyı izleyen birkaç gün boyunca ne de mutluydu Ahmet Davutoğlu… Hatta medyadaki güzellemelere bakılırsa, Suriye Ulusal Güvenlik Konseyi’nde patlayan bomba, en çok Ahmet Davutoğlu’na yaramıştı. Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik kafasına” övgüler dizme yarışına girenlere göre, o bir Neo-Kissinger’dı, Neo-Brzezisnki’ydi…

Ama işte o mutluluk sadece birkaç gün sürdü… Rejimin Şam çevresindeki terörist oluşumlara kesin darbe düzenlemek üzere Suriye’nin kuzeyindeki güçlerini çekmesi ve kuzeyde oluşan boşluğu PKK-PYD’nin doldurması, bu kısa süreli mutluluğu ortadan kaldırdı.

BARZANİ İKİLİ Mİ OYNUYOR?

Gelişmeler karşısında o kadar çaresiz, o kadar aciz kaldılar ki, büyük dostları Barzani konusunda şüphe bile duymaya başladılar! Davutoğlu’nun “kak Mesaud” dediği, Beşir Atalay’ın “Kandil’le kendileri adına temas kurduğunu” söylediği Barzani yoksa ikili mi oynuyordu?

Başbakan Erdoğan’ın Barzani’nin sözlerine gösterdiği şu tepki, hem bir kazık yediklerinin itirafı, hem de aslında “düzen kurucu” olmadıklarının göstergesidir: “Son olarak söylenen şu ifade çok daha çirkin. ‘Biz Kuzey Irak’ta bunlara eğitim verdik ve bu eğitim neticesinde şimdi onları geri gönderiyoruz’ yaklaşımları bu işin çok daha farklı boyutlara doğru gittiğini gösteriyor.”

Bütün bu dış politika iflası içinde Erdoğan’ın yapabildiği tek hamle, Davutoğlu’nu Barzani’ye gönderme kararı alması oldu!

CEMAAT DE HEDEF ALMAYA BAŞLIYOR

Ahmet Davutoğlu sadece merkez medyada değil, AKP ve Cemaat içinde de tepki topluyor.

Başbakan Erdoğan’ın danışmanı olan milletvekili Yalçın Akdoğan’ın “Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerin öngörülmemesine” yönelik eleştirilere Star’da verdiği “ABD gibi süper güçler bile her gelişmeyi planlama ve yönlendirme kabiliyetine sahip değildir” yanıtı, bir AKP savunması olduğu kadar, içten içe bir Davutoğlu uyarısıdır aynı zamanda…

Hüseyin Gülerce’nin Zaman’daki “stratejik derinlik ve romantizm” başlıklı makalesindeki şu sözleri, Davutoğlu’nun cemaat yayın organlarında da hedef tahtasına oturtulacağına işaret ediyor: “Romantizm, biliyorsunuz duygu, heyecan ve hayalin etkisinde kalmaktır. Bir de işin içinde kendinize çok güven varsa uçar gidersiniz… Edebiyatta, sanatta romantizm olur. Ama dış politika, romantizmi asla kaldırmaz.”

ERDOĞAN, TERAZİ KEFELERİNİ Mİ TARTIYOR?

Tamam, “komşularla sorunlar sıfırlanmadı” tersine Ahmet Davutoğlu sıfırlandı… Tamam, AKP’nin Suriye politikası muhafazakâr kesimlerde de tepki toplamaya başladı… Tamam, AKP’nin dış politikasının çuvalladığı iyice somutlaştı…

Ama bütün bu çöküş içerisindeki tek sorumlu Ahmet Davutoğlu mu ki, bir tek o koltuğunu koruma çabasına yönelsin?

Örneğin Başbakan Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri “bu aynı zamanda Kuzey Irak’taki yapılanmanın Akdeniz’e açılımı noktasında kendilerine göre bir plan da olabilir” demesi anlamlı değil mi? Erdoğan’ın “Putin’e, bizi Şangay Beşlisi’ne dâhil edin, biz de AB’yi gözden çıkaralım’ şeklinde bir latife yaptım” demesi, sadece bir latife mi?

Göreceğiz, ama Ağustos’un daha da sıcak geçeceği ortada!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Temmuz 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

HEPİMİZ İTTİHATÇIYIZ

Zaman yazarı Mümtazer Türköne, “İmam Hatip okulları misyonunu tamamladı mı?” diye sormuş ve yine Zaman yazarı Ali Bulaç başta olmak üzere önemli isimlerle tartışmıştı.

Bu tartışma, Türköne’de “hepimiz biraz İttihatçıyız” fikri uyandırmış! Elbette Türköne kavramı olumsuz anlamda kullanıyor, İttihatçılığı açıklamaya çalışırken negatif kelimeler seçiyor… Ancak ne yaparsa yapsın, İttihatçılık açıklamasında doğrulara yer vermek durumunda kalıyor.

100 YAŞINDAKİ BAYAR, HÂLÂ İTTİHATÇIYDI

Şu cümleler Türköne’ye ait: “Tarih, İttihatçıların açtığı kanalda ilerliyor. Sadece bizim değil, bölgemizin tarihi İttihatçıların eseri. Yüzüncü yılı yaklaşan Ermeni tehciri, İttihatçıların kararı idi. Balkan Savaşları’nda çetelere yenilen orduyu üç yılda yedi cephede yüzünün akıyla savaşacak hale getirenler de İttihatçılardı. Savaş bitip, Enver-Talat-Cemal üçlüsü Alman denizaltısı ile İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, İttihat Terakki’nin taşra şubeleri Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetleri’ne dönüştü. Ankara’da 23 Nisan’da açılan meşhur Meclis binası bile, İttihat Terakki’nin Ankara şubesi olarak inşa edilmişti. Bir yığın siyasî suikast İttihatçı silahşörlerin eseriydi. Salihli hattına silah depoları kurup Kuvva-yı Milliye’yi örgütleyenler de onlardı. Vagon tahsisleriyle millî burjuvazi oluşturmak için çırpınanlar da onlardı. Resmî tarihin yükü azaldığı zaman gençlerimiz, Millî Mücadele’nin İttihatçılar tarafından planlandığını ve yürütüldüğünü daha kolay öğrenecekler. Cumhuriyet’i kuran kadrolar İttihatçıydı. İzmir suikasti ile tasfiye edilenler ise çelik çekirdeğe dâhil olamayan bir hizipten ibaretti. Celal Bayar yüz yaşına yaklaştığı demlerde kendisiyle röportaj yapan Mete Tunçay’ın ‘Siz İttihatçıydınız, değil mi?’ sorusuna, zaman kipini düzelterek şöyle cevap vermişti: ‘Evet İttihatçıyım.’” (Zaman, 8 Temmuz 2012)

DAVUTOĞLU DEĞİL ESAD İTTİHATÇIDIR

Türköne’yi okurken, aklıma iki konu geldi: Birincisi, kimi isimlerin, Ahmet Davutoğlu’nu yeni-Osmanlıcılığından ötürü Enver Paşa’ya benzetmeleriydi… Ki o konuda 2010 yılında Odatv’de “Davutoğlu, Enver Paşa değildir” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Davutoğlu’nu illa tarihten birine benzetmek gerekirse, o kişi Damat Ferit’tir!

İkincisi ise Davutoğlu’nun geçen hafta Paris uçağında kimi köşe yazarlarına söyledikleriydi: “Bizi Envercilikle suçlayanlar, bilmiyorlar mı, Suriye Baasçılığı İttihat Terakki’den esinlenmiştir. (…) Miloseviç‘in yaptıklarını Esad yapınca masum mu göreceğiz? Adı Esadoviç değil diye sessiz mi kalacağız?” (Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 6 Temmuz 2012)

Davutoğlu, söyledikleriyle kendisini Enver Paşa olmakla suçlayanlara da yanıt vermiş oluyor ve kendisinin değil tersine Beşar Esad’ın İttihatçı olduğunu söylüyor; doğrudur.

Doğu Perinçek’in de önemle vurguladığı gibi “Suriye ve Irak, bize benzer. BAAS, orada Arapların Kemalizmini hayata geçirmiş ve çok başarılı olmuştur.” (Aydınlık, 4 Temmuz 2012)

VATAN CEPHESİ

Kemalizm ile İttihatçılık arasında ise kuşkusuz bağ vardır ve Atlantikçi muhafazakarların Mustafa Kemal’e ve Talat Paşa’ya aynı oranda düşmanlıkları bundandır.

Bitirirken Ahmet Davutoğlu’nun Miloseviç’ten hareketle “Esadoviç” benzetmesine de değinelim. Evet, her ikisi de aynı cephedir. Miloseviç de Esad da, emperyalizme karşı vatanlarını savunmuştur. Aralarındaki tek fark Miloseviç’in yenilmesi ve Yugoslavya’nın bugün 6 parçaya bölünmüş olmasıdır.

Enver-Cemal-Talat Paşa üçlüsü, Mustafa Kemal-İnönü-Bayar üçlüsü, Miloseviç-Saddam Hüseyin-Esad üçlüsü aynı cephede, yani emperyalizme karşı vatan savunma cephesindedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Temmuz 2012

, , , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

%d blogcu bunu beğendi: