Mehmet Ali Güller
Posts Tagged Saddam Hüseyin
PKK, 3. SIÇRAMALI BÜYÜME DÖNEMİNE GİRDİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 11/05/2013
Irak’ın Türkiye’den “çekilen” PKK’yi kabul etmemesini “Irak’tan ‘ret’ komedisi” başlığıyla birinci sayfadan tiye alan Haber Türk, ilk bakışta haklıymış gibi görünebilir. Tabii Fatih Altaylı değil de, bir başkası hazırladıysa birinci sayfayı…
Zira konuyu derinlemesine bilmeyen biri için Bağdat’ın çıkışı kuşkusuz komiktir; çünkü PKK’nin karargâhı Irak’tadır, PKK Irak’tan Türkiye’ye girerek saldırı düzenlemektedir, PKK TSK’nin operasyonları sırasında Irak’a kaçmaktadır…
Ama 2002 öncesini bilen biri için asıl komiklik, Irak’ın bugünkü çıkışını komik bulmaktır!
BAĞDAT’IN BÖLGE İSTİKRARI VURGUSU
2002 öncesini anlatacağız ama gelin önce en önemli kısmı çoğu gazetede yer almayan Irak Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına bir göz atalım. Açıklamanın dört vurgusu var:
1. Kürt sorununun çözümünü istiyoruz.
2. Fakat güvenlik ve egemenlik gereği PKK’nin Irak topraklarına girmesini kabul etmiyoruz.
3. PKK’nin Irak’a girmesi, bölge ülkelerinin de güvenlik ve istikrarını tehlikeye sokar.
4. Tutumumuzun dayanağı anayasamız ve uluslararası hukuk ilkeleridir.
PKK’Yİ ABD BÜYÜTTÜ
Gelelim Irak’ın çıkışının neden komik olmadığına:
1. PKK’nin Irak’ın kuzeyinde yuvalanmasının sorumlusu Bağdat değil, Washington’dur.
2. PKK, tarihinde iki kez sıçramalı büyüdü. İkisi de ABD’nin bölgeye geldiği dönemdir. ABD 1991’de Irak’a saldırdı, PKK büyüdü. ABD 2003’te Irak’a saldırdı, PKK yine büyüdü! (ABD’nin PKK’ye yardımlarını saptayan Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis şehit edildi!)
3. Irak’ın kuzeyinin PKK için korunaklı bölge olmasının nedeni, ABD’nin 1992’de 36. paralele bir çizgi çekmesi ve Bağdat’a bu çizginin yukarısına çıkmasını yasaklamasıdır.
Bu yasak, karargâhı Silopi’de, kuvveti İncirlik’te olan Çekiç Güç tarafından uygulanmıştır. Yani Türk hükümetleri, AKP dâhil, PKK’nin Irak’ın kuzeyinde yuvalanmasına dolaylı destek vermiştir! (Erdoğan zaman zaman Çekiç Güç’ü kendilerinin kaldırdığını söyleyerek, övünmektedir. Doğrusu şudur: ABD 20 Mart 2003’te Irak’a saldıracağı ve uzun yıllar bu ülkede asker bulunduracağı için artık Çekiç Güç’e ihtiyaç duymamıştır!)
Türk Ordusu da, maalesef, 36. paralel yasağının kendisine Bağdat’ın izni olmadan Irak’ın kuzeyine girip çıkma serbestliği sağlayacağını umarak, direnmemiştir! Bunun bir kurmaylık hatası olduğunu, ilk E. 2. Ordu Komutanı Em. Org. Necati Özgen, 15 Eylül 2005 tarihinde Ulusal Kanal ekranlarından açıklamıştır. Sonrasında pek çok üst düzey komutan bu hataya dikkat çekmiştir.
TSK-SADDAM İŞBİRLİĞİYLE PKK’YE DARBE
4. Nitekim Türk Ordusu, sonrasında ABD’ye rağmen Irak’ın kuzeyine girmek zorunda kalmış ve örneğin 1995 tarihli Çelik Harekâtı’yla CIA’nın peşmergelerini dağıtmıştır. Bu yıllar içinde Türk Ordusu Saddam Hüseyin’le anlaşmış, TSK kuzeyden, Irak Ordusu güneyden ABD’nin kukla devletini sıkıştırmıştır!
5. Saddam Hüseyin’in ABD’ye yenilmesiyle birlikte, Türk Ordusu’nun Irak’ın kuzeyine ve PKK’ye müdahale edemeyeceği yeni bir sürece girilmiştir. ABD, bizzat AKP hükümeti üzerinden TSK’nin elini konulu bağlamıştır. ABD ile AKP arasında yapılan anlaşmalar ortadadır: ABD ve AKP önce Irak’ın kuzeyinde TSK birliklerinin çıkarılmasını sağlamış, sonra da TSK’nin Irak’ın kuzeyine müdahale etmemesini sağlayacak imzalar atmışlardır.
Türk Ordusu’nun 2008’de ABD ve AKP’ye rağmen başlattığı, Pentagon’un “hemen çıkın” diye uyardığı, AKP’nin Genelkurmay’a “bitirin” baskısı uyguladığı sınır ötesi harekât hâlâ belleklerdedir.
ABD BÖLDÜ, MALİKİ BİRLEŞTİRİYOR
Tüm bunları yok sayarak Irak Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasını komik bulmak, operasyonel değilse, mizahın ta kendisidir.
Kuşkusuz mizah olmayıp operasyonel olan yorumlar da vardır. Örneğin Yeni Şafak’a “PKK Irak’ta, Maliki panikte” manşeti atan Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, doğrusunu bal gibi bildiği halde, köşesinden şu yalanı yazabilmektedir: “Açıklama ciddiye alınır mı? Irak’ın istikrarı diye bir şey söz konusu mu? Kürtlerle zaten ayrışmış, Sünnilerle savaş halinde olan, ülkeyi neredeyse üç parçaya bölen Bağdat yönetimi Irak için asıl istikrarsızlık kaynağı değil mi?” (Yeni Şafak, 10 Mayıs 2013)
Bağdat’ın değil fakat Washington’un Irak’ı üçe böldüğünü en iyi bilenlerden biridir Karagül. Okurları, onun bu yöndeki eski yazılarını internetten bulabilirler. Karagül’ün konumu gereği artık yazamayacağı yeni gerçeği de biz buradan yazalım: ABD Irak’ı üçe böldü, Maliki şimdi yeniden birleştiriyor!
TÜRKİYE’Yİ BÜYÜTMEK, KOMŞULARI KÜÇÜLTMEKTİR!
Tablo ortadadır: AKP, PKK, Barzani ve İsrail Atlantik cephesinde sıralanmıştır. ABD bu dört kuvvete dayanarak Ortadoğu haritasını yeniden çizmek istiyor. Gerek AKP gerekse PKK sözcülerinin artık sakınmadan söyledikleri “Türkiye’nin Kürtlerle büyümesi” tezi, Büyük Kürdistan demektir, komşularımızın bölünmesi demektir. Türkiye’ye verilen kuzey Irak petrol ve doğal gazı rüşvetinin karşılığı, Türk Ordusu’nun bölünmeye direnecek Irak, Suriye ve İran’a sürülmesidir!
Ve bitirirken ekleyelim: ABD’nin Irak’a saldırdığı 1991 ve 2003 sürecinde PKK’nin iki kez sıçramalı büyüdüğünü belirtmiştik yukarıda. Şimdi AKP eliyle PKK, üçüncü sıçramalı büyüme dönemine girmiştir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Mayıs 2013
Eşref Bitlis, Fatih Altaylı, Necati Özgen, PKK, Saddam Hüseyin, İbrahim Karagül
HALEPÇE DERSLERİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 16/03/2013
Bugün bu coğrafyanın acılar tarihinde önemli bir yer tutan Halepçe Katliamının 25. yıldönümü…
16 Mart 1988’de Irak’ın Halepçe kasabasında 5 bin Kürt’ün uçaklardan atılan kimyasal gaz bombalarıyla öldürülmesinin üstünden çeyrek asır geçti. Ancak Halepçe’nin siyasi etkileri hâlâ sürüyor. Üstelik insani etkileri, sakat doğumlarla, kimsesizliklerle, kişisel anılarla her gün varlığını sürdürüyor…
HALEPÇE’DE NE OLDU?
Halepçe Katliamı, İran-Irak savaşının da dönüm noktasıydı. İki ülke bu katliamdan birkaç ay sonra ateşkes ilan etti. Ancak bu coğrafya yararına hâlâ dersler çıkarılmadığı görülüyor.
Gelin önce katliamı kısaca anımsayalım ve bugüne bir projeksiyon tutalım: İran günlerce Halepçe’yi top atışına tuttu. Ardından kendisini destekleyen Celal Talabani’ye bağlı peşmergelerle birlikte Halepçe’ye girdi. Halepçe sakinlerinin büyük bölümü Baas rejimine karşı olduğu için İran’ın işgalini sevinçle(!) karşıladı. Bunun üzerine Irak Halepçe’ye (emperyalist laboratuvarlarda üretilen) zehirli gaz bombaları attı. Katliamda İran askerleri de öldü. Ardından Irak, Halepçe’yi İran’ın elinden geri aldı.
KÜRTLER AÇISINDAN DERS
Kürtler bulundukları ülkeye bağlılık göstermeli ve rakip ülkenin çıkarlarına alet olmamalıdır.
Baas rejimine karşı olmak adına büyük bir savaşta diğer devleti desteklemek her şeyden önemlisi tarihe zor temizlenecek bir “ihanet” kimliği bırakır.
İran Kürtleri İran’ı, Irak Kürtleri Irak’ı, Suriye Kürtleri Suriye’yi ve Türkiye Kürtleri Türkiye’yi savunmalıdır!
Ve tüm Kürtler emperyalizme karşı bölgeyi savunmalı; bölgedeki iç çelişkilere karşı emperyalizme alet olmamalıdır.
IRAK AÇISINDAN DERS
Saddam Hüseyin’in ve Baas rejiminin 1991’de ve 2003’te ABD’ye yenilmesinin nedenlerinin başında kendi Kürtünü kaybetmesi gerçeği vardır.
Bu gerçek, Türkiye, İran ve Suriye için de alınacak tarihi bir derstir.
İRAN AÇISINDAN DERS
İran, Irak’la savaşında üstünlük sağlamak adına Kürtlerden yararlanmaya kalkmış ancak tarihe aynı durumla karşılaşma kozu vermiştir! Üstelik o koz artık bölge ülkeleri yerine emperyalist devlet ABD’nin elindedir. Washington’un İran’a karşı geliştirdiği “çözme planlarının” hepsinde, en başta İran Kürtlerinin isyana teşvik edilmesi vardır.
SURİYE AÇISINDAN DERS
İran gibi Suriye de geçmişte Kürt kartını kullanarak komşularına karşı üstünlük arayışına girmiştir. Ancak bu coğrafyada bir kartı kullanıma açmak, en sonunda daha büyük olan kuvvete yani ABD’ye yarar. Nitekim PKK, ABD’nin bölgedeki kartı haline gelmiştir.
Bağdat’ın tarihindeki Halepçe Katliamı ile Şam’ın ve hatta Ankara’nın tarihindeki kimi bastırma harekâtları bazı benzerlikler taşımaktadır. Bu üçünden çıkarılacak en önemli ders şudur: Yanlış yöntemle doğru iş yapılmaz! Ve o yanlışlık tarihe daha büyük yanlışlıkları taşır…
TÜRKİYE AÇISINDAN DERS
Dün İran’ın ve Suriye’nin yaptığını maalesef bugün Türkiye yapmaktadır: AKP Hükümeti Bağdat’a rağmen Erbil’le, yani alınmamış derslerin sonucunda ABD’nin yarattığı “özerk bir devletçikle” ilişki kurmaktadır.
Ayrıca İmralı zabıtlarında ortaya çıkmıştır ki, Erdoğan ile Öcalan’ın mutabakatında artık PKK’nin bölge ülkelerine karşı kullanılması da vardır.
BATI ASYA BİRLİĞİ
Geçen haftasonu Ankara’da yapılan “YeniNATO ve özelleştirilmiş savaş: Suriye örneği” isimli uluslararası sempozyumda Aydın Çubukçu anlattı. Bir toplantıda görüştüğü İranlı bir diplomat şöyle demiş: “Kürtler bu coğrafyada Türkiye’de, İran’da, Irak’ta, Suriye’de yaşıyor. Kürtler bu coğrafyada Türklerle, Farslarla ve Araplarla yaşıyor. Kürtler bu özellikleri nedeniyle son yüzyılın birlikte yaşama kültürüne en çok sahip olan halkıdır.”
Evet, gerçekten de Kürtlerin bu zorunlu durumu, onlara bu coğrafyada tarihi bir “yapıştırıcı” rolü vermiştir. Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam Kürtlerin bu özel durumunu bölge adına bir avantaja dönüştürme becerisi gösterdiği oranda emperyalizmi alt edecektir!
Dört başkentin oluşturacağı Batı Asya Birliği, Kürtlere, bulundukları ülkeleri bölmek pahasına peşinde oldukları “statüyü”, bu kez bölmeden getirecektir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Mart 2013
Aydın Çubukçu, Öcalan, Batı Asya Birliği, Celal Talabani, Erdoğan, Halepçe, Saddam Hüseyin, İran - Irak Savaşı
SURİYE’NİN BÖLÜNMESİ KİME YARAR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 12/08/2012
ABD’nin birinci ve ikinci Irak saldırılarından ve İncirlik merkezli Çekiç Güç faaliyetinden ders çıkarmayan bir ülke, kendisini parçalanmaya götürecek sürece engel olamaz!
Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi kime yaradı? Bugün Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesi kime yarar? Bu iki soru, politika üreten merkezlerin en temel sorusu olmalı!
KÜRDİSTAN HEDEFLİ YENİ ORTADOĞU HARİTASI
Soruyu, yani “Suriye’de Esad’ın devrilmesinin kime yaradığını” BBC’den Jonathan Marcus da soruyor. Elbette farklı amaçlarla…
İşte aldığı yanıtlar:
Woodrow Wilson Merkezi uzmanlarından Aaron David Miller: “Esad rejiminin devrilmesinden sonra ülkede kazançlı çıkacak başlıca grup, Kürtlerdir. Suriye’deki kriz, Kürtlere daha fazla imtiyaz elde etme fırsatı sağladı.”
London Schools of Economics Ortadoğu Politikaları Profösörü Fawaz Gerges: “Suriyeli Kürtler, Irak’ta olduğu gibi otonom bir yapı oluşturmak için fırsattan yararlanmak isteyecektir. 1918’de Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının ardından imzalanan ve günümüz sınırlarını belirleyen Sykes-Pico sınırlarının yeniden çizilme ihtimali var. Ama Büyük Kürdistan’dan bahsetmek için ise şimdilik erken.”
İsrail Moshe Dayan Merkezi Kürt Araştırmaları Programı Başkanı Prof. Ofra Bengio: “Kürtlerin azınlık olarak bulunduğu ülkelerin zayıflaması sebebiyle Kürt konusu yakın gelecekte daha önem arz edecek. Kürtler ABD ve Batı’ya yönelerek sadakatlerini ispat etti. Batı, Kürtleri desteklemekten hoşlanacaktır.”
Amerikan Oklahoma Üniversitesi’nden Joshua Landis: “Esad, kontrol etmekte zorlandığı için Kuzeydoğu bölgesini Kürtlere bırakarak Halep ve Şam’a yoğunlaşmak istiyor. Hem böylelikle Sünni Arapları da zorda bırakmayı hedefliyor.”
İSRAİL VE KÜRT DEVLETİNİN ÇIKARBİRLİĞİ
Eski İsrail Başbakanı İzak Rabin’in dış politika danışmanı olan emekli istihbarat subayı Jacques Neriah’ın, Jerusalem Center for Public Affairs için hazırladığı rapor da benzer görüşler içeriyor.
Neriah, Ortadoğu’da yaşanan koşulların Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına zemin hazırladığını düşünüyor. Kürtlerin Irak’tan sonra şimdi de Suriye’de mücadele ettiğini söyleyen Neriah, 35 milyon Kürt’ün en az bir devleti hak ettiğini savunuyor.
Neriah, bir Kürt devletinin İsrail’in jeopolitik çıkarlarına yararlı olacağını savunuyor. (Haber Türk, 10 Ağustos 2012)
ABD ve İSRAİL’E YARAR, TÜRKİYE’YE ZARAR
Konu, çeşitli ülkelerde yaşayan Kürtlerin demokratik hakları değildir elbette. Irak’taki Kürtlerin veya Suriye’deki Kürtlerin ve tüm Kürtlerin demokratik haklarına kavuşması insanlığın gereğidir ve bölgenin yararınadır.
Ancak konu, ABD’nin bölgedeki ülkeleri kendi çıkarları için bölmek istemesi ve buna araç olarak Kürtleri kullanması meselesidir. Konu, ABD’nin, Irak’ın kuzeyindeki yapıyı Akdeniz’e açmak için Suriye’nin kuzeyine, ardından Diyarbakır başkentli bir Büyük Kürdistan’a dönüştürmek için de Türkiye’nin güneydoğusuna göz dikmesidir.
ABD, bu büyük plan için Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı ve Türkiye’yi hedef almaktadır. O nedenle ABD’nin Kürtleri kullanmasından daha tehlikelisi, Arapları ve Türkleri kullanmasıdır! Dün Saddam Hüseyin’i, bugün Beşar Esad’ı ABD adına düşman ilan eden Araplar ya da Türkler, ABD için Kürtlerden çok daha yararlıdır!
BBC’ye yanıt verenler de ortaya koymaktadır ki, Esad’ın devrilmesi, kukla Kürt devletini büyütmek isteyen ABD’ye ve o kukla yapıyı güvenliğine garanti gören İsrail’e yarayacaktır!
Esad’ın devrilmesinden ve Suriye’nin bölünmesinden en çok zarar görecek ülke ise Türkiye’dir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Ağustos 2012
Aaron David Miller, Beşar Esad, Fawaz Gerges, Jacques Neriah, Jonathan Marcus, Joshua Landis, Ofra Bengio, Saddam Hüseyin, Suriye
HEPİMİZ İTTİHATÇIYIZ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/07/2012
Zaman yazarı Mümtazer Türköne, “İmam Hatip okulları misyonunu tamamladı mı?” diye sormuş ve yine Zaman yazarı Ali Bulaç başta olmak üzere önemli isimlerle tartışmıştı.
Bu tartışma, Türköne’de “hepimiz biraz İttihatçıyız” fikri uyandırmış! Elbette Türköne kavramı olumsuz anlamda kullanıyor, İttihatçılığı açıklamaya çalışırken negatif kelimeler seçiyor… Ancak ne yaparsa yapsın, İttihatçılık açıklamasında doğrulara yer vermek durumunda kalıyor.
100 YAŞINDAKİ BAYAR, HÂLÂ İTTİHATÇIYDI
Şu cümleler Türköne’ye ait: “Tarih, İttihatçıların açtığı kanalda ilerliyor. Sadece bizim değil, bölgemizin tarihi İttihatçıların eseri. Yüzüncü yılı yaklaşan Ermeni tehciri, İttihatçıların kararı idi. Balkan Savaşları’nda çetelere yenilen orduyu üç yılda yedi cephede yüzünün akıyla savaşacak hale getirenler de İttihatçılardı. Savaş bitip, Enver-Talat-Cemal üçlüsü Alman denizaltısı ile İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, İttihat Terakki’nin taşra şubeleri Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetleri’ne dönüştü. Ankara’da 23 Nisan’da açılan meşhur Meclis binası bile, İttihat Terakki’nin Ankara şubesi olarak inşa edilmişti. Bir yığın siyasî suikast İttihatçı silahşörlerin eseriydi. Salihli hattına silah depoları kurup Kuvva-yı Milliye’yi örgütleyenler de onlardı. Vagon tahsisleriyle millî burjuvazi oluşturmak için çırpınanlar da onlardı. Resmî tarihin yükü azaldığı zaman gençlerimiz, Millî Mücadele’nin İttihatçılar tarafından planlandığını ve yürütüldüğünü daha kolay öğrenecekler. Cumhuriyet’i kuran kadrolar İttihatçıydı. İzmir suikasti ile tasfiye edilenler ise çelik çekirdeğe dâhil olamayan bir hizipten ibaretti. Celal Bayar yüz yaşına yaklaştığı demlerde kendisiyle röportaj yapan Mete Tunçay’ın ‘Siz İttihatçıydınız, değil mi?’ sorusuna, zaman kipini düzelterek şöyle cevap vermişti: ‘Evet İttihatçıyım.’” (Zaman, 8 Temmuz 2012)
DAVUTOĞLU DEĞİL ESAD İTTİHATÇIDIR
Türköne’yi okurken, aklıma iki konu geldi: Birincisi, kimi isimlerin, Ahmet Davutoğlu’nu yeni-Osmanlıcılığından ötürü Enver Paşa’ya benzetmeleriydi… Ki o konuda 2010 yılında Odatv’de “Davutoğlu, Enver Paşa değildir” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Davutoğlu’nu illa tarihten birine benzetmek gerekirse, o kişi Damat Ferit’tir!
İkincisi ise Davutoğlu’nun geçen hafta Paris uçağında kimi köşe yazarlarına söyledikleriydi: “Bizi Envercilikle suçlayanlar, bilmiyorlar mı, Suriye Baasçılığı İttihat Terakki’den esinlenmiştir. (…) Miloseviç‘in yaptıklarını Esad yapınca masum mu göreceğiz? Adı Esadoviç değil diye sessiz mi kalacağız?” (Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 6 Temmuz 2012)
Davutoğlu, söyledikleriyle kendisini Enver Paşa olmakla suçlayanlara da yanıt vermiş oluyor ve kendisinin değil tersine Beşar Esad’ın İttihatçı olduğunu söylüyor; doğrudur.
Doğu Perinçek’in de önemle vurguladığı gibi “Suriye ve Irak, bize benzer. BAAS, orada Arapların Kemalizmini hayata geçirmiş ve çok başarılı olmuştur.” (Aydınlık, 4 Temmuz 2012)
VATAN CEPHESİ
Kemalizm ile İttihatçılık arasında ise kuşkusuz bağ vardır ve Atlantikçi muhafazakarların Mustafa Kemal’e ve Talat Paşa’ya aynı oranda düşmanlıkları bundandır.
Bitirirken Ahmet Davutoğlu’nun Miloseviç’ten hareketle “Esadoviç” benzetmesine de değinelim. Evet, her ikisi de aynı cephedir. Miloseviç de Esad da, emperyalizme karşı vatanlarını savunmuştur. Aralarındaki tek fark Miloseviç’in yenilmesi ve Yugoslavya’nın bugün 6 parçaya bölünmüş olmasıdır.
Enver-Cemal-Talat Paşa üçlüsü, Mustafa Kemal-İnönü-Bayar üçlüsü, Miloseviç-Saddam Hüseyin-Esad üçlüsü aynı cephede, yani emperyalizme karşı vatan savunma cephesindedir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Temmuz 2012
Ali Bulaç, BAAS, Bayar, Cemal Paşa, Davutoğlu, Enver Paşa, Esad, Mümtaz'er Türköne, Miloseviç, Mustafa Kemal, Saddam Hüseyin, Talat Paşa, İnönü, İttihat ve Terakki
CIA-AKP-PKK MUTABAKATI: DİYARBAKIR BAŞKENT
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 07/04/2012
CIA’nın eski Türkiye İstasyon Şefi Graham Fuller ABD’nin hedefini bir kez daha ve somut kelimelerle açıkladı: “Kürtler bir bağımsızlık ilan ettiklerinde onları hangi ülke tanıyacak? Bu durumda Türkiye çok çekici bir hale geliyor. Kürdistan’ın Türkiye ile işbirliğine hem politik hem ekonomik açıdan ihtiyacı var. Türkiye ve bölgenin entegre olmuş halinde ise Diyarbakır başkent olur.”
Kuşkusuz bu açıklama Aydınlık okurlarını hiç şaşırtmamıştır. Çünkü Aydınlık yıllardır bu plana dikkat çekiyor. Yıllar içinde “Pentagon’un Kürt senaryosu”, “ABD’nin Üç İsrail Planı” ve “Türkiye himayesinde Kürdistan” diye isimlendirilen bu plan, son tahlilde Diyarbakır’ın başkenti olduğu Büyük Kürdistan’ı hedeflemektedir.
Biz de “ABD’nin Neo-Osmanlı Projesi: Büyük Kürdistan” isimli kitabımızda bu süreci inceledik uzun uzun.
FULLER – ERDOĞAN ORTAKLIĞI
ABD’nin 1991’deki birinci Irak saldırısında asıl hedefi, Irak’ı bölmek ve kuzey Irak’ta bir kukla devlet kurmaktı. 1992’de 36. paralelin üstünü Saddam Hüseyin’e yasaklayarak sınırı belirlenen bu kukla devlete maalesef Türk hükümetleri katkı sundu, destek verdi.
ABD, 2003’deki ikinci Irak saldırısında ise bu kukla devleti resmileştirmeye yöneldi. Bunun yolunun Türkiye’nin himayesinden geçtiği aşikârdı.
Nitekim dönemin ABD Büyükelçisi Robert Pearson, 2003’te “Türkiye’nin güneydoğusu ile Irak’ın kuzeyinin tek bir ekonomik bölge olduğunu” bu plan gereği dile getirmişti.
Ve yine Başbakan Erdoğan, 2004’te bu plan gereği “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Diyarbakır bir merkez olur” demişti. (Kanal D, Teke Tek, 14 Şubat 2004)
CIA istasyon şefiyle, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın “Diyarbakır’ın başkent” olması konusunda mutabık olması anlamlıdır. AKP’nin PKK ile yüzde 95 mutabık olduğunu da Oslo görüşmelerinde Erdoğan’ın temsilcisi olarak yer alan Hakan Fidan’dan öğrenmiştik.
TSK’YE SURİYE GÖREVİ
Peki, Graham Fuller’in bugün bu açıklamayı yapması ne anlama geliyor? Barzani Washington’da başbakan gibi ağırlanırken, Fuller neden yeniden piyasa çıkıyor?
Çok açık. Türk Ordusu’nu Suriye’ye sürmek isteyen ABD, Türkiye’yi tehdit etmektedir.
Çünkü Washington, Irak’ın kuzeyindeki yapının yaşaması için iki şeye ihtiyacı olduğunu bilmektedir. Birincisi Türkiye’nin himayesi, ikincisi de bu yapının denize açılması.
Bu yapıyı İran, Irak ve Suriye’ye karşı koruyabilecek tek kuvvet Türk Ordusu’dur. Türk subayına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesi, Silivri’de esir edilmesi, bu görevi zorla yapsın diyedir!
Kürtleri Suriye Ulusal Konseyi’ne dâhil etmede ısrar ve tampon bölge için sondaj çalışması yapılması da bu nedenledir. Böylece Irak’ın kuzeyindeki yapı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılacak, Türkiye’nin güneydoğusundan da himaye edilecektir!
HARP AKADEMİLERİ KONFERANSLARI
Başbakan Tayyip Erdoğan’dan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de Türk subaylarına Harp Akademileri’nde konferans vermesi, esas olarak Suriye’yle ilgilidir.
Nitekim Gül, bunu açıkça dile getirmiştir. “Taşların yerinden oynadığı, kıtalar ve ülkeler arasındaki güç dengelerin değiştiği, tarihin akışının hızlandığı bir süreçten geçildiğini” belirten Gül, “böyle dönemlerin ciddi risklerin olduğu kadar, muazzam fırsatların da doğduğu dönemler olduğunu” vurguluyor.
Nedir o fırsat? Türkiye’nin sınırlarını güneye genişletmek! Dünün Kerkük havucu, bugün kuzey Suriye’dir!
Başbakan Erdoğan’ın rahatsızlığı nedeniyle yerine konuşma yapan Ali Babacan ne demişti Aralık 2011’deki Girişimcilik Zirvesi’nde: “Amacımız Ortadoğu’da sınırları kaldırmak.”
Ve ne demişti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu TÜSİAD’ın Görüş dergisine: “Haritaya baktığımızda Kürt coğrafyasının dağlar üzerinde doğal olmayan bir şekilde ayrıldığını görüyorsunuz. (…) Dolayısıyla onlarla entegre olmamız lazım.”
TEK ÇÖZÜM: DEVRİM
Artık söz tükenmiştir. CIA istasyon şefiyle, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın ve elbette PKK’nin “Diyarbakır’ın başkent” olması konusunda mutabık olması kelimelerin bittiği yerdir.
Cumhuriyetinin yıkılması ve topraklarının parçalanması karşısında üç maymunu oynuyorsa bu ülkenin merkezi kurumları, milletin artık tek bir çözümü kalmış demektir: Devrim!
Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı ve Acem’i kanlı bir gelecekten sadece Devrim kurtarır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Nisan 2012
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Üç İsrail Planı, Barzani, Büyük Kürdistan, Dibarkaır başkent, Graham Fuller, Pentagon'un Kürt Senaryosu, Robert Pearson, Saddam Hüseyin, Tayyip Erdoğan, Türkiye Himayesinde Kürdistan
PARİS METROSU’NDAKİ TESADÜF!
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları on 24/10/2011
2002 yılının Mayıs ayına götüreceğim bugün sizleri, Paris’e… Paris banliyösünün kuzey garına… Her gün bir milyon insanın kullandığı girişte, yerde bazı ülkelerin liderlerinin fotoğrafları var. Kimler mi?
Bizden, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu var. Yine bizden Muammer Kaddafi var, Beşar Esad var, Hamaney var, başka ülkelerin emperyalizm karşıtı liderleri var.
Fransız devleti, diktatör saydığı bu isimlerin fotoğraflarını yere serip, her gün bir milyon vatandaşına çiğnetmektedir.
Bu onursuzluğa İşçi Partisi 9 Mayıs 2002 günü karşı çıktı ve sadece Org. Kıvrıkoğlu’nun değil, diğer liderlerin de fotoğraflarını boyayarak, ayaklar altında çiğnenmelerini engelledi. (O gün TSK’yi ayaklar altında çiğneten SüperNATO, bugün de Ergenekon soruşturmalarıyla tekmeliyor!)
Muammer Kaddafi’nin öldürüldüğü günden beri Paris metrosundaki fotoğraflar geliyor gözümün önüne. Sözcüklerimin sakinleşmesi için bekledim, yazmadım bugüne kadar!
KADDAFİ SONUNA KADAR MÜCADELE ETTİ
Evet, Libya lideri Muammer Kaddafi de, tıpkı Nikolay Çavuşesku, Saddam Hüseyin ve Slobodan Miloseviç gibi emperyalizme karşı mücadele ederken, ayakta öldü!
Çavuşesku Romanya’yı emperyalizme karşı savunurken eşiyle birlikte kurşuna dizilerek öldürüldü, Saddam Hüseyin ülkesini işgal eden ABD’ye karşı direnirken öldü, Slobodan Miloseviç emperyalizmin mahkemelerinde yargılanırken öldü… İşte şimdi de Muammer Kaddafi, ülkesini NATO saldırılarına karşı savunurken öldü, ayakta öldü!
Emperyalizmin dev psikolojik savaş aygıtları, dört lideri de dünyaya, halklarına zulmeden diktatörler diye tanıttı. Dünya er geç dördünün de yalnızca vatanını savunduğunu anlayacak ve özür dileyecektir!
EMPERYALİZMİN ‘DEMOKRASİ’ YALANLARI
Emperyalizme karşı mücadelede vardır böyle sonlar… Her türlü yalanla saldırırlar size, bin bir yalanlar örerler etrafınıza. Lenin de, Mustafa Kemal de, Mao da bu yalanlarla karşılaştı.
Rus Çarlığını yıkan Lenin, Padişah saltanatına son veren Mustafa Kemal, ülkesini emperyalist sömürüden kurtaran Mao, eskiyi yıkıp yeniyi kurdukları için tarihin en büyük demokrat devrimcileridir. Oysa emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri tarafından, demokrat olmamakla, diktatör olmakla suçlandılar hep; hâlâ da suçlanıyorlar…
Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi de ülkelerindeki krallıkları yıkarak, feodaliteyle hesaplaşarak, o kralların işbirliği üzerinden ülkelerini sömüren emperyalist devletlerle savaşarak “diktatör” oldular!
Emperyalizmin diktatörlük tanımı böyledir çünkü: Emperyalizmle işbirliği yaparsan, ülkeni emperyalist tekellere açarsan kral da olsan, aşiret lideri de olsan “demokrat” ilan edilirsin. Ama ülkeni emperyalizme karşı savunursan, hele bir de askersen, mutlaka diktatör ilan edilirsin!
Ama ABD Başkanı Obama gibi başka ülkelere saldırırsan, çoluk çocuk demeden milyonları katledersen, en büyük demokrat olursun, Nobel barış Ödülü alırsın!
Değinmeden geçmeyelim: Komşularımız Irak ve Suriye ile kuzey Afrika’da Libya’nın asker kökenli liderlerinin olması tarihi zorunluluktu. Nihayetinde her ülke sömürgecilere karşı bağımsızlığını silahla kazanır çünkü! Tıpkı Mustafa Kemal örneğinde olduğu gibi…
ONURUMUZ…
Evet, emperyalizme karşı mücadelede vardır böyle sonlar demiştik… Libya bugün Kaddafi’yle birlikte bağımsızlığını da, özgürlüğünü de kaybetti.
Ama tarihin en büyük yasasıdır: Halklar er geç özgürlüklerini kazanır! İnsan olmanın gereğidir bu çünkü!
Metroda fotoğraf çiğnetmeyen o büyük onur, insanlığın geleceğinin teminatıdır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Ekim 2011
Çavuşesko, Kaddafi, Miloseviç, Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, Paris Metrosu, Saddam Hüseyin
- Diğer 1.480 aboneye katılın
Kategoriler
- ABC Yazıları (22)
- Aydınlık Gazetesi Yazıları (1.402)
- CRI Türk (167)
- Cumhuriyet Gazetesi (599)
- Film Yazıları (1)
- Kitap-Film Yazıları (14)
- Mesleki Yazılar (5)
- Odatv Yazıları (216)
- Politika Yazıları (2.523)
- Radikal Kitap Yazıları (1)
- Teori Dergisi Yazıları (6)
- Uncategorized (10)
Arşivler
İstatistikler
- 1.083.941 hits