Posts Tagged Lavrov

Doha’da aslında ne oldu?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 13 Aralık akşamı, NTV’de kapsamlı bir röportaj verdi. Fidan’ın o röportajından çıkardığım ilk sonuç şu oldu: AKP hükümeti, Astana sürecini geçici bir oyalama süreci olarak ele almış!

Şöyle diyor Fidan: “Başarısız olsa da, çok meyve üretmese de Astana süreciyle biz yolumuza devam edelim, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı etrafında bir şeyler yapmaya çalışalım konusunu, hep Cumhurbaşkanımız bu hattı tuttu” (ntv.com.tr, 13.12.2024).

Bu sözler, öncelikle devletlerarası ilişkilerin güvenilirlik ölçütünü aşındırması nedeniyle Türk dış politikasının hanesine eksi olarak yazılacaktır ne yazık ki… 

Halbuki Rusya ve İran’la Astana ortaklığı, etkisi Suriye dışında, örneğin Azerbaycan’ın Karabağ’ı kurtarmasında da görülen çok yararlı bir ortaklıktı. 

Fidan Lavrov ve Arakçi’yi mi uyardı?

Hakan Fidan’ın söyleşisinde dikkat çekici bir bölüm daha var. Esad’ın yıkılışına giden süreci ve özellikle son akşamı anlatıyor… 

“İran ve Rusya ile konuştuk, o akşam Esad gitti” diye başlıkla verdi gazeteler, internet siteleri ve TV’ler… 

Fidan’ın sözleri şöyle: “En kritik konu Rusların ve İranlılarla konuşup, askeri olarak denkleme girmemeleriydi. Ruslar ve İranlılarla görüşmelerimiz işte o bir hafta bunun özeti. Onlar artık anladılar, yani bizlerle İran Dışişleri bakanı geldi, sonra Doha’da hem Rusların hem İranlılarla biraraya geldik ve bazı konuları konuştuk. Yani burada her şeyi konuşmak istemiyorum ama bir noktadan sonra onlar da artık telefon ettiler, o akşam da Esad gitti” (ntv.com.tr, 13.12.2024)

Peki Doha’da aynen böyle mi oldu gerçekten? Fidan, Lavrov ve Arakçi’yi uyardı ve askeri denkleme girmemelerini istedi, iki ülke de bu uyarı üzerine geri adım attı ve Esad yıkıldı mı yani? Bu kadar kolaysa, daha önce neden yapılmadı?

Ya Doha mutabakatı?

Halbuki Doha’daki Astana görüşmesi sonrası Rusya ve İran dışişleri bakanlarının yaptığı açıklamalar ve Doha görüşmesine dair yapılan resmi açıklama, bambaşka şeyler söylüyor.

Tersine üç bakan 7 Aralık’ta Doha’da şu mutabakata varmıştı: “Suriye krizinin siyasi yollarla çözülmesi ve Esad hükümeti ile silahlı muhalif grupların müzakere masasına oturması gerektiği konusunda üç ülke anlaşmaya vardı.”

Hangisi doğru? Fidan’ın Lavrov ve Arakçi’yle vardığı “Esad ile muhalefet müzakere masasına oturmalı” anlaşması mı, yoksa Fidan’ın Lavrov ve Arakçi’ye “askeri denkleme girmeyin” uyarısı yaparak Esad’ı çekmelerini sağlaması mı?

Erdoğan Esad’la görüşmek istememiş miydi?

Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan da HTŞ’nin “zaferi” üzerinden CHP’ye yükleniyor: “Esad’ı ziyarete gidecekti ya, Özgür Bey ne oldu, niye gitmedin?”

Halbuki Erdoğan da, tabii sözleri doğruysa, daha düne kadar Esad’la temas kurmak istiyordu. Daha bir kaç ay önce “Esad’ı davet edebiliriz” demişti, henüz HTŞ harekete geçmeden iki hafta önce 13 Kasım’da Riyad’da Esad’la aynı fotoğraf karesinde yer almış ve “Hâlâ Esad’dan umutluyum” demişti.   

Dahası bu süreçte Esad’ı görüşmeye ikna etmesi için Putin’den ricacı olmuştu: “Sayın Putin’e, Beşar Esad’ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu” (tccb.gov.tr, 25.10.2024). Dikkat ediniz, hâlâ cumhurbaşkanlığının resmi sitesinde olan bu sözler, üstelik Esed şeklinde değil, Esad şeklinde duruyor!

Sonuç olarak iktidar, “olan ile propaganda edilen” arasındaki makası açarak, konuyu iç politikada kolay sindirilebilen bir malzemeye dönüştürmeye çalışıyor ama unutulmamalı, dış politikanın da devletlerarası ilişkilerde tutulan bir arşivi var…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
16 Aralık 2024

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’nin HTŞ-YPG planı

“Ankara bu işin neresinde” sorusunu Erdoğan da yanıtlamış oldu: “İdlib, Hama ve Humus tamam, hedef Şam. Muhaliflerin bu yürüyüşü devam ediyor. Temennimiz yürüyüşün kazasız devam etmesi.”

Böylece Bahçeli’nin “Halep Türk’tür, bunu kaleye çekilen Türk bayrağı söylüyor” çıkışı ve AKP medyasının günlerdir sürdürdüğü “harita değişiyor” sevinci tamamlanmış oldu. 

Sebep-sonuç ilişkisi

Erdoğan konuşmasında, “muhaliflerin yürüyüşü” ile “Esed’den cevap almaması” arasında bir bağ kuruyor. “Esed’e çağrımız olmuştu. ‘Gel görüşelim ve Suriye’nin geleceğini birlikte belirleyelim, tayin edelim’ demiştik. Ne yazık ki Esed’den bu işe olumlu bir cevap alamadık.”

Kuşkusuz bu sözler, Erdoğan’ın normalleşme hamlesinin ne kadar göstermelik olduğunu ortaya koymuş oldu. Bir cumhurbaşkanı, bir cumhurbaşkanına “gel senin ülkenin geleceğini birlikte belirleyelim” derse, haliyle oradan normalleşme çıkmaz zaten!

Ki bu tablo Erdoğan açısından sebep-sonuç ilişkisini ortaya koymuş oluyor: Esad’ın Erdoğan’la birlikte Suriye’nin geleceğini belirlemeyi kabul etmemesi sebep, HTŞ ve SMO’nun İdlib’den başlayıp Şam’ı hedefleyen yürüyüşü sonuç!

Kimler kimlerle beraber?

Erdoğan’ın “muhalifleri” Esad’a karşı yürüyüşünü sürdürürken, ABD’nin muhalifleri de bir başka cepheden Esad’a saldırıyor. İsrail zaten aylardır havadan vuruyor. 

Dolayısıyla AKP, SMO, ABD, PKK/PYD/YPG, HTŞ ve İsrail, fiilen Esad’a karşı birleşmiş durumda. Bu gerçeği bulanıklaştırabilmek için Rusya, İran ve Esad’ın, PKK’nin hamiliğini yaptığını propaganda ediyorlar. 

ABD’nin PYD’yi devlet yapma desteği ile Rusya’nın Kürtleri Suriye’nin birliği içinde tutma çabasını aynı kefeye koymak, elbette gerçekçi değil.

Gerçek şu: AKP Türkiye’yi Halep tuzağına düşürüyor. Bu tuzağın sonucunda Fırat’ın doğusunda ABD destekli PYD devleti, Fırat’ın batısında da ABD-AKP destekli bir cihatçı devlet ortaya çıkar.

HTŞ’nin değişim mesajı

ABD-İngiliz basını, BM’nin terör örgütü kabul ettiği HTŞ’yi 27 Kasım’dan bu yana, alıştıra alıştıra “ılımlı cihatçı grup” yapmaya çalışıyor. HTŞ’nin lideri Colani, bu operasyonun gereği olarak Amerikan CNN’e konuştu. 

Colani bu röportajda “değişirim” mesajı verdi, diğer cihatçı grupların “acımasız taktiklerine” karşı oldukları için onlardan ayrıldıklarını savundu ve ekledi: “Biz daha büyük bir projeden bahsediyoruz, Suriye’yi inşa etmekten bahsediyoruz. HTŞ bu diyalogun yalnızca bir parçasıdır ve her an dağılabilir. Kendi içinde bir amaç değil, bir görevi yerine getirmek için bir araçtır.”

Yani HTŞ, önümüzdeki süreçte “cilalanmış yeni bir adla” karşımıza çıkarılabilir.

PYD’den HTŞ’ye diyalog mesajı

HTŞ lideri Colani “değişim” mesajı verirken, PKK/PYD/YPG ise “HTŞ’yle diyalog” mesajı veriyor. 

PYD eşbaşkanı Salih Müslim şöyle diyor: “HTŞ hakkında iyimserim. Suriye Milli Ordusu’ndan daha disiplinli ve uzlaşmacılar. Onlar da Suriyeli. Suriye’nin çeşitliliğini desteklemeliler. Suriye’de bir arada yaşama geleceği inşa etmek için HTŞ ile diyaloga hazırız.”

PYD’nin askeri örgütü YPG’nin lideri Mazlum Abdi de şöyle diyor: “HTŞ ile başta Halep’teki durum olmak üzere alanlarımızın güvenliği için dolaylı ilişkimiz var.”

Kritik Astana toplantısı

Türkiye’nin bu tuzağa düşmemesinin panzehri, öncelikle Astana sürecini devam ettirmesidir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Astana artık işe yaramıyor” özetli çıkışının ardından Astana ülkelerinin dışişleri bakanları bugün acilen Doha’da toplanacaklar. 

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Doha toplantısına dair şu mesajı ise asıl sebep-sonuç ilişkisini ortaya koyuyor: “İdlib bölgesindeki anlaşmaların sıkı bir şekilde uygulanmasına geri dönme ihtiyacını tartışacağız. Çünkü İdlib çatışmasızlık bölgesi, teröristlerin Halep’i ele geçirmek için harekete geçtiği yerdi.”

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Aralık 2024

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Küresel düzen savaşsız değişir mi?

Haklı olarak soruluyor: Mevcut küresel düzen II. Dünya Savaşı’yla oluştu, savaşsız değişir mi? 

Tarihte bu tür değişikliklerin büyük oranda savaşla olduğu bir gerçek. Çağımızdaki son değişim ise bir istisna: İngiltere liderliğini ABD’ye savaşsız teslim etti, daha doğrusu iki savaşla güçten düştüğü için savaşsız teslim etmek zorunda kaldı. 

Peki ABD savaşmadan liderliğini bırakır mı?

Savaşsız çözüm yolları

Küresel Güney şu üç yolla savaşsız çözüm arıyor:

1) Kolektivizm: Çin başta Küresel Güney ülkelerinin ekonomi ve siyasi ağırlıkları oranında uluslararası örgüt ve kurumlarda temsiliyet istedikleri ortada. Ama bu Çin’in bir dünya liderliği devri istediği anlamına gelmiyor. Zaten çok kutupluluk, demokratik bir küresel yönetişimi gerektiriyor. Uluslararası düzenin demokratikliği de ülkelerin adil temsiliyetine dayanacaktır. 

Kısacası ABD’nin “tek” liderliğine karşı, çok merkezli bir düzen. İşte bu kolektivizm anlayışı, ABD’yi savaşsız çözüme zorlamaktadır.

2) BM’nin rolü: Küresel Güney ülkeleri, uluslararası düzenin adil ve demokratik dönüşümünde BM’nin merkezi bir koordinasyon rolüne işaret ediyorlar. Bu da ABD’yi savaşsız çözüme zorlayacaktır. 

3) Zamana yayma: Bu büyük küresel dönüşümün savaşsız olması için Çin’in izlediği ağır, zamana yayan, kontrollü ve dengeli yol da önemli bir faktör elbette… 

Artık 193 üye var

BM’de reform çağrıları işte bu şartlarda gelişiyor. 79. BM Genel Kurulu, liderlerin reform çağrılarına sahne oldu.

Çünkü 1945 düzeni artık çalışmıyor, Soğuk Savaş bitti, ABD’nin kısa süreli tek kutuplu dünya hakimiyeti dönemi de bitti. Artık çok kutuplu dünya döneminin başındayız. BM’nin de buna göre dönüşmesi gerekiyor. 

Daha somut söylersek: BM, 1945’te 50 ülkenin bulunduğu bir dünyada ve II. Dünya Savaşı’nın galiplerinin BM Güvenlik Konseyi’nin veto kartlı 5 daimi üyesini oluşturduğu şartlarda kuruldu.

Ancak bugün BM’de 193 ülke var!

Reform ama nasıl?

ABD, “reformun şart olduğu” gerçeğini görüyor ve mecbur kalacağı değişimin kontrolünde olmasını, veto gücünü sürdürebilmeyi hedefliyor. O nedenle de BM Güvenlik Konseyi’nin genişlemesinde; birincisi istediği yeni ülkelerin bulunmasını, ikincisi de yeni üyelerin veto hakkının olmamasını savunuyor. 

Evet, BM’de reform şart ama nasıl? Artık asıl mesele bu… 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’nin bu “kontrollü reform” çabasına karşı uyarıyor; BM Güvenlik Konseyi’ndeki reformun “suni bir şekilde hızlandırılmaya çalışıldığına” dikkat çekiyor ve “Çin’le birlikte sürecin tehlikeli oyunlara dönüştürülmesine izin vermeyeceklerini” belirtiyor (Sputnik, 25.9.2024)

Lavrov, daha önemlisi, BM’nin bölünmesi yerine ortak mutabakat sağlanmasına çabaladıklarını vurguluyor. 

Reformda iki temel yol

Sonuç olarak çok kutupluluk şartlarında BM Güvenlik Konseyi’nde reform yapılması artık kaçınılmaz. Küresel Güney ülkeleri, ağırlıklarını elbette temsiliyetlerine yansıtacaklar. 

Reformun önünde iki temel yol var: Kolektif Batı’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki konumunu korumaya çalışan yolu ve Küresel Güney’in BM düzenini demokratikleştirmek yani adil temsiliyeti sağlamak isteyen yolu. 

Bu ikinci yol, BM Genel Kurulu’nun yetkisinin genişletilmesine, kararlarda BM Genel Kurulu ile BM Güvenlik Konseyi arasında sıkı bir ilişki olmasına, vetoda nitelikli çoğunluk aranmasına, azınlık vetolarının işlerliğinin ancak BM Genel Kurulu’nda nitelikli çoğunluk tarafından kabulüne dayanmalıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Eylül 2024

, , , , , , , , ,

2 Yorum

REYHANLI SALDIRISININ PERDE ARKASI

Başbakan Erdoğan 46 kişinin öldüğü Reyhanlı saldırısını önce “çözüm sürecini hazmedemeyenlerin saldırısı” olarak değerlendirdi. Oysa aynı saatlerde hem İçişleri Bakanı Muammer Güler hem de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu saldırının adresinin Suriye olduğunu ilan ediyordu!

Erdoğan’ın farklı bir değerlendirme yapmasını elbette hükümetin o andaki çaresizliğine verebiliriz. Zira kamuoyu önünde ne söylerlerse söylesinler, “rüzgâr ekenin fırtına biçeceğini” biliyorlardı. Ancak Erdoğan’ı farklı değerlendirmeye iten haklı sebepler vardı!

Erdoğan iki gün sonra artık adresin Suriye olduğunu netlikle ifade ediyor ama “açık kapı politikamızda ısrar edeceğiz” diyen Davutoğlu’ndan farklı olarak şu vurguyla Şam’ı hedef alıyordu: “Bu saldırılar ateş içindeki bir ülkenin, bu ateşe Türkiye’yi de çekme yönündeki saldırılarıdır.”

MOSKOVA: HEDEF KONFERANS VE SİLAHLI MÜDAHALE

Erdoğan’ın adresi yanlış fakat hedefi doğru saptamış olması önemli!

Dün bu köşede saldırıyı, İsrail ile ABD içindeki bir kesimin Obama’yı Suriye’ye müdahaleye mecbur etme girişimi ve Cenevre Bildirisi’nde uzlaşarak Suriye Konferansı düzenleme adımı atan Lavrov-Kerry inisiyatifini hedef alması olarak değerlendirdik. Dolayısıyla Reyhanlı saldırısı bir CIA-MOSSAD ortak operasyonuydu.

Rusya’nın Sesi’nin bildirdiğine Rusya Meclis (Duma) Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Aleksey Puşkov da aynı saptamayı yapıyor. Puşkov Reyhanlı saldırısının iki hedefi olduğunu belirtiyor: “Bazı kesimler barışçıl konferansı engellemek ve silahlı müdahalenin önünü açmak istiyor.”

ABD ERDOĞAN’DAN NE İSTİYOR?

Peki, Obama ve “diğer Amerika” Erdoğan’dan ne istiyor? Reyhanlı saldırısı ile Erdoğan’a ne mesaj verildi? İnceleyelim:

1. Obama, Irak ve Afganistan’dan sonra ülkesini Suriye’ye sokmanın ABD’nin intiharı olduğunu görüyor ve başından beri müdahaleyi bizzat Türkiye’nin yapmasını savunuyor. Erdoğan ise ABD’nin aktif rol almadığı bir müdahalenin, Türkiye’yi Rusya ve komşularla karşı karşıya getireceğini görerek direniyor.

Erdoğan’ın Gül ve Davutoğlu’ndan farklı olarak zaman zaman Rusya’yla ve İran’la Suriye konusunda dirsek teması araması ve bölge çözümleri istemesi, yani oynak tutumlar alması bu nedenledir.

2. F4’ün NATO yemi yapılmasından başlayarak Türkiye’yi hedef alan tüm kanlı gelişmeler, Washington’un Ankara’yı Suriye’ye müdahaleye zorlama girişimidir.

3. Obama yönetimi, sonunda geri adım atarak Rusya’yla anlaştı. İki ülke Dışişleri Bakanları Lavrov ve Kerry, Cenevre Bildirisi’ni esas alan bir konferansın düzenlenmesini karara bağladılar.

ABD, bugüne kadar “Esadsız çözüm” istediği için Cenevre Bildirisi’ni kilitliyordu. Ancak Fransız Le Figaro’ya göre ABD Rusya’nın “Esad, devlet başkanlığının biteceği 2014’e kadar iktidarda kalsın” teklifine artık “evet” diyor. Üstelik Le Figaro’ya göre ABD, 2014 sonrası için de Suriye halkının karar vermesine sıcak bakıyor.

4. Le Figaro’ya göre ABD’nin eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford İstanbul’da ve SUKO liderlerini konferansa hazırlamakla meşgul.

SADECE SURİYE DEĞİL BÖLGENİN İSTİKRARI

5. Ancak ABD’nin Suriye’ye doğrudan müdahale isteyen kesimi ile İsrail, bu uluslararası konferansa karşı çıkıyorlar. Konferanstan önce de Türkiye’yi müdahaleye zorluyorlar! Çünkü konferans sadece Suriye’ye değil, bölgenin gidişatına etki yapacak.

Alman Bilim ve Politika Fonu Müdürü Volker Perthes konferansın yapılmasının “Suriye konusundaki barış görüşmelerini tıkanıklıktan çıkarmakla kalmayıp, barış sürecine İsrail’i, Hizbullah hareketini ve hatta İran’ı bile dâhil edebilir” diyor. Perthes’e göre konferans yapılamadığı takdirde artık “krizin Türkiye’nin de içine çekileceği bölgesel bir savaşa dönüşmesini” beklemek dışında bir seçenek kalmıyor.

Rusya’nın Sesi’nde belirtildiğine göre Moskova’ya göre de artık “söz konusu olan Suriye ya da Suriye rejimi bile değil, görüşmeler yolu ile tüm Yakın Doğu’daki durumun istikrara kavuşturulması” meselesidir.

TOP ERDOĞAN’IN KUCAĞINDA

İşte Reyhanlı’da bombalar bu şartlarda patlatıldı! Bombanın sahibi mesajı verdi, bombanın hedefi de mesajı aldı.

Artık top Erdoğan’ın kucağında: Erdoğan ya CIA-MOSSAD bombalarına boyun eğecek ve Suriye’ye girecek ya da Uluslararası Suriye Konferansı’na katılarak ve kararlara uyarak geri adım atmış ama yangını önlemiş olacak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Mayıs 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA-MOSSAD BOMBASI VE AKP’NİN SORUMSUZLUĞU

Hatay-Reyhanlı’da 45 yurttaşımızı katleden bombalı terör saldırısından sonra ekranlara fırlayanlar yine zamanlamaya dikkat çekti, yine Türkiye’nin büyümesini hazmedemeyenleri adres gösterdi… Hatta “Banyas katliamını kim yaptıysa, Reyhanlı’daki saldırıyı da o yaptı” diyenler bile oldu.

Oysa ilk dakikalarda hükümet henüz adres konusunda anlaşmamıştı: Başbakan Erdoğan saldırıyı PKK’nin geri çekilmesiyle irtibatlandırıyor, adresi “çözüm sürecini hazmedemeyenler” diye açıklıyordu. Adalet ve İçişleri Bakanları ise saldırıyı doğrudan Suriye’ye bağlıyordu.

Sonradan topluca, Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat’ın yönlendirmesiyle THKP-C Acilciler’in yapmış olabileceğinde birleştiler.

F4’ümüzün hâlâ nasıl düşürüldüğünü, neyle vurulduğunu saptayamayanların Reyhanlı saldırısının adresini bir kaç saat içinde belirlemesi, haliyle gayriciddi görünüyor.

Her neyse, umarız gerçek adres saptanır ve 45 yurttaşımızı katledenlerden hesap sorulur!

SALDIRI KİME YARIYOR?

Bu tip saldırılarda bizi adrese götürecek ilk soru, saldırının kime yaradığıdır.

İçeride Batı destekli silahlı teröristlerle uğraşan, güneyinde İsrail’in yeni bir cephe açtığı Şam yönetimi, neden üçüncü bir cephe açmak istesin? Türkiye’nin Suriye’ye savaş açmasını Esad değil, Esad karşıtları istiyor!

Daha geniş ölçekte bakarsak eğer, ABD’nin Suriye’ye müdahale etmesini en çok İsrail istiyor! Zira ABD’nin bölgede olması, İsrail’in güvenliğinin garantisidir. ABD içinde de bu konuda tam bir ikiye yarılma durumu söz konusu. ABD devlet aygıtının bir bölümü Suriye’ye müdahaleyi açıkça savunuyor, istiyor ve hatta Obama yönetimini buna mecbur etmeye çalışıyor!

ABD içindeki bu müdahaleci kesimle İsrail devleti, şu anda omuz omuza çalışmaktadır. İsrail’in İran’ı kışkırtan ve ABD’yi müdahaleye mecbur etmeye yönelik Suriye hava harekâtları, Esad’ın kimyasal silah kullandığına dair üretilen yalanlar bu ortak çalışmanın eseridir.

SALDIRININ ZAMANLAMASI

Saldırının adresini doğru tespit edebilmemizi sağlayacak ikinci parametre ise saldırının zamanlamasıdır. Nedense medyada zamanlama açısından öncelik, Erdoğan’ın Washington ziyaretine verildi.

Oysa asıl zamanlama, ABD’nin geri adımlar atarak ilk kez Suriye konusunda Rusya’nın çizgisine geldiğini ilan etmesi ve Cenevre Bildirisi’ni esas alacak bir çözüm için ay sonunda bir konferans toplamakta anlaşmasıydı.

Dolayısıyla “kimin işine yarıyor” ve “saldırının zamanlaması” incelemelerinden çıkacak sonuç şudur: Reyhanlı’da bomba patlatanların hedefi, ABD’yi ve dolayısıyla Türkiye’yi Suriye’ye müdahaleye zorlamak ve Washington-Moskova uzlaşmasını baltalamaktır! Bu durumda bombaları patlatanlar CIA-MOSSAD’dır.

DÜŞMANLIK YAPAN, FELAKET ÜRETİR

Ancak saldırının kaynağının CIA-MOSSAD olması, AKP Hükümeti’nin sorumluluğunu azaltmaz.

Artık AKP Hükümeti’ni destekleyenler şu sorulara dürüstçe yanıt vermelidir: Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Esad’ı devirmek istemese, Başbakan “Suriye iç işimizdir” demese, Hükümet Şam yönetimine karşı savaşanların sırtını ovmasa, gece Suriye topraklarında terör estirenleri gündüz Türk topraklarında dinlendirmese, El Kaide üyelerinin sınırdan silahlı geçişlerine yol vermese, her gün açık açık bu ülkeyi hedef almasa, Reyhanlı’da bombalar patlar mıydı?

Kimse kendini kandırmasın. Türkiye’nin 900 km’lik Suriye sınırını El Kaide-PKK-ÖSO üçlüsünün fiili kontrolüne bırakan bu dış politika değişmezse, daha büyük felaketlerle karşılaşırız.

Üstelik tehlike adım adım, göstere göstere geldi: Kilometrelerce uzakta önce F4’ümüz NATO yemi yapılarak düşürüldü. Sonra sınıra 20 km’den Akçakale’ye toplar düştü. Ardından sınıra dayanıldı ve Cilvegözü Sınır Kapısı’nda bomba patlatıldı. Ve sonunda sınırdan içeride girilip Reyhanlı’da bomba patlatıldı!

Tüm bunlara rağmen AKP Hükümeti hâlâ “Ortadoğu’da sınırlar anlamsızlaşacak”, “Türkiye Kürtlerle büyüyecek”, “Yüzyıllık parantezi kapatarak yeniden buluşacağız” diyorsa ve medyadaki sözcüleri açık açık “Osmanlı Birleşik Devletleri” yazıları döşeniyorsa, artık ülke güvenliği AKP Hükümeti’nin değil, milletin sorumluğuna geçmiştir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Mayıs 2013

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’DEN ESAD’LA UZLAŞMA SİNYALİ

İstanbul’da yapılan Suriye muhalefetinin dostları toplantısına dair haberin başlığını, Hürriyet de pek çok gazete gibi “Suriyeli dostlara destek çıktı” diye atmış. (hürriyet.com.tr, 21 Nisan 2013)

Ancak haber, hangi editoryal işlemden geçerse geçsin, içerdiği kaçınılmaz gerçekler nedeniyle dikişleri patlatarak başlığı yalanlıyor. İnceleyelim:

TOPLANTIDAN DESTEK ÇIKMADI

Hürriyet haberin girişinde toplantı sonrası yayımlanan 15 maddelik sonuç bildirisini özetlemiş: “Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü muhafaza edilecektir. Mücadelemiz rejime karşıdır ve rejim devrilene kadar devam edecektir. Uluslararası toplumun verdiği destek yeterli değildir.

Sonuç bildirisinde “yeterli destek yok” saptaması olan bir toplantı için “destek çıktı” başlığı atabilmek, kuşkusuz bir gazetecilik marifeti değildir!

Ancak haberdeki gerçek ile editörün kafasında rüya mizaha yol açarcasına çelişmeye devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin sözlerini aktaran Hürriyet, kendi başlığını yalanlamayı sürdürüyor: “Ciddi bir kimyasal silah meselesi var. Biz bütün bunlardan kaçınmayı istiyoruz. Bu konuda kararlı olduğumuza inanmıyorlar fakat gerçekten çok kararlıyız. Suriye muhalefetini desteklemeye hazırız ve ne gibi destekler vereceğimize dair önümüzdeki günlerde açıklamalarımız olabilir.”

Yani Kerry toplantıda bir destek açıklamıyor, bir destekleri olursa önümüzdeki günlerde bunu bilahare açıklayabileceklerini söylüyor ama Hürriyet yine de ısrarlı: “Suriyeli dostlara destek çıktı.”

Suriyeli teröristlere kuşkusuz bir destek verilmiş. O desteği Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu açıklıyor: “Bu mücadelede yalnız değiller. Biz bu mücadelede hem insani boyutuyla yani mültecileri ağırlamak suretiyle, hem de alanda mücadeleyi verenlere doğrudan destek anlamında Suriye ulusal konseyine ve Suriye askeri koalisyonuna destek vereceğiz.”

ABD: YARIN BARIŞ OLABİLİR

Bu toplantının Suriyeli teröristler için gerçekte tek bir hedefi vardı: O hedef gerçekleştiğinde ancak “Suriyeli dostlara destek çıktı” başlığı atılabilirdi. O hedef “silah desteği” alabilmekti!

Ancak toplantıdan bu konuda bir destek çıkmadı, zaten çıkamazdı!

Gerçi bu hedef de geçmişteki “dışarıdan müdahale, uçuşa yasak bölge, tampon bölge” gibi hedefler düşünüldüğünde, oldukça geri bir hedefti.

Nitekim toplantının can alıcı saptamalarından birini ABD Dışişleri Bakanı John Kerry şu sözlerle yapıyordu: “Hepimiz barışçı bir geçiş olmasından yanayız, birinci önceliğimiz bu. ABD, Esad sonrası demokratik birleşik Suriye istiyor. Yarın Suriye’de barış olabilir, Esad rejimi masaya gelip uluslararası çerçevenin şartlarını yerine getirdiğinde bu hemen gerçekleşir.

CENEVRE MUTABAKATINA DÖNÜŞ

Bu durum toplantının sonuç bildirisine de yansıyordu. Hürriyet yer vermese de, sonuç bildirisinde iki kez “Suriye ihtilafına Cenevre Bildirisi çerçevesinde uygun bir siyasi çözüm bulunmasına yönelik güçlü destek” ifadesi yer alıyordu. Rusya’nın baş aktörlüğünü yaptığı Cenevre Bildirisi, Roma’dan sonra İstanbul’da da Atlantikçilerin gündemine geliyordu.

Yani Washington, Suriye’de kalın bir duvara dönüşen Moskova-Pekin hattını geçemeyeceğini artık kabul ediyordu!

Bu arada önemle dikkatinize sunalım: Es Sefir’den Sami Klib’in belirttiğine göre, Moskova’yı ziyaret eden Suriye hükümeti yetkililerine, “Lavrov ile Kerry’nin, rejim ile muhalefet arasında diyalogu gerçekleştirecek delegeler üzerinde ve teknik ayrıntılar konusunda anlaştıkları” açıklanmış! (medyasafak.com, 20 Nisan 2013)

Kerry’nin İstanbul’daki “Esad’lı çözüm” işareti veren açıklamaları, bu bilgiyi doğrular gibi…

SURİYELİ TERÖRİSTLER GÜÇ KAYBEDİYOR

Bitirirken bir noktaya daha dikkat çekelim: Anımsayacaksınız, bu toplantılar “Suriye’nin dostları” adı altında ilk başlatıldığında gazetelerde, televizyonlarda “160 ülkenin katıldığı” ballandıra ballandıra konuşulurdu. Dünyanın muhalefetin yanında toplandığı, Beşar Esad’ı ise sadece üç ülkenin, Çin, Rusya ve İran’ın desteklediği “saptanarak”, küçümsenirdi!

Dikkat ettiniz mi? Bu son toplantı için özellikle ülke sayısı vermekten kaçınılıyor haberlerde… Zira sadece 11 ülke toplanabildi!

Her ne kadar Haber Türk gibi televizyonlar “Suriye’nin dostları olan ülkelerden en etkili 11’inin dışişleri başkanı bir araya geldi” diyerek kurnazlığa yönelse de, gerçek artık ortadadır: Suriyeli teröristlere dostluk azalıyor!

AKP hükümetinin Suriye politikası ise ülkemizi adım adım dünyada yalnız kalmaya götürüyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Nisan 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın