Posts Tagged Nazlı Ilıcak

PSİKOLOJİK HAREKÂT

Birkaç gündür ekranlar, gazete sayfaları şu haberle dolu: “Genelkurmay’dan Ergenekon mahkemesine gönderilen bilgilerde psikolojik harekâtın nasıl yapıldığı belirtiliyor.”

Nazlı Ilıcak gibi psikolojik harekât uzmanları da bu haberden hareketle Ergenekon sanıkları ile darbe arasında bir bağ kurmaya çalışıyorlar…

Gelin önce psikolojik harekâttan rahatsız olanları bir samimiyet testine sokalım ve soralım: Bu “psikolojik harekât” denilen yöntemi Türk Ordusu’na NATO soktu. Gladyolardan, kontrgerillalardan ve uyguladıkları psikolojik harekâtlardan kurtulmak için NATO’dan çıkmaya var mısınız?

Bu soruya “hayır” diyenler, kuşkusuz “psikolojik harekât” kavramını eleştirmek üzerinden psikolojik harekât yapıyordur!

Zaten Ilıcak’ın Tercüman’ı da, 1980 öncesinde bu psikolojik harekât örneklerinin sergilendiği en önemli gazeteydi. Ilıcak’ın 12 Eylül darbesinden sonra “Evren güzellemeleri” yapması da kuşkusuz bir psikolojik harekâttı.

Gazetecilik fakültelerine önerimdir: Demokrasiye katkı ve darbecilikle mücadele için, Ilıcak’ın Tercüman’ı mutlaka bitirme tezi olarak incelenmelidir!

KONTRGERİLLA’YI AYDINLIKÇILAR ORTAYA ÇIKARDI

NATO’ya girilmesinden sonra TSK’de Seferberlik Tetkik Kurulları, Özel Harp Daireleri kurulduğunu, gayrinizami harp ve psikolojik harekât yöntemlerinin uygulandığını, Türkiye, Doğu Perinçek’in başında olduğu Aydınlık gazetesinden öğrendi!

Bugün Nazlı Ilıcak gibilerin maskesini indirmek adına Aydınlıkçı mütevazılığını bırakacak ve Ergenekon sanıkları olan Aydınlıkçıların bu konudaki yayınlarını özetleyeceğim:

Doğu Perinçek’in kitapları: Türk Ordusu’nda Strateji Sorunu, Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak, Tayyip Erdoğan’ın Yüce Divan Dosyası, Mafyokrasi, Galdyo ve Ergenekon, Karen Fogg’un E-Postalları, Ergenekon Savunması, 28 Şubat ve Ordu, Çiller Özel Örgütü…

Perinçek kitaplarında hem kontrgerillayı teorisi ve eylemleriyle ortaya koymuş, hem de Türkiye için ABD ve NATO’ya karşı koyma stratejisi geliştirmiştir.

Ferit İlsever’in üç ciltlik “Kontrgerilla” kitabı,  hem Aydınlık arşivinin bir özetidir hem de bu konuda yazılmış en kapsamlı eserdir. İlsever’in kontrgerillayla mücadelesi, 12 Mart’ın kimi işkencecilerini kulağından tutup kamuoyunun önüne çıkartacak kadar kapsamlıdır.

Nusret Senem’in 7 ciltlik Fethullah Gülen kitapları ve avukatı da olduğu “Eşref Bitlis Dosyası” kontrgerilla konusuna mercek tutmaktadır. Ayrıca bugün kimi çevrelerin sermayesini yedikleri Kasaplar Deresi meselesini ortaya çıkaran, oraya gidip bir basın toplantısı yaparak gündeme getiren kişi de avukat Nusret Senem’dir.

Hikmet Çiçek’in “Hangi Hizbullah” kitabı bir kontrgerilla faaliyetine ışık tutmaktadır. Ayrıca anımsatalım: Aydınlıkçıların çıkardığı 2000’e Doğru dergisi 16 Şubat 1992’de “Hizbullah Diyarbakır Çevik Kuvvet Merkezi’nde Eğitiliyor” kapağıyla çıktı. Diyarbakır Temsilcimiz Halit Güngen, iki gün sonra kontrgerilla tarafından öldürüldü!

Adnan Akfırat’ın hazırladığı “Eşref Bitlis Suikastı”, “Çiller’in ABD vatandaşlığı” ve “Özel Savaş” kitapları yine kontrgerillanın kimi eylemlerini ortaya koyması nedeniyle başvuru kaynağıdır.

Deniz Yıldırım’ın hazırladığı “Tayyip’in Voleleri” kitabı, cemaat ekonomisini inceleyerek konuya ışık tutarken, Ufuk Akkaya da “Tele Tayyip” isimli kitabıyla dinleme konusunu bütün yönleriyle masaya yatırmıştır.

Ergenekon sanıklarından Serhan Bolluk’un yönettiği Aydınlık ise Susurluk çeteleri denilen kontrgerilla hücrelerini deşifre ederek tarihe geçmiştir.

AYDINLIKÇI, GLADYO TERTİBİNE SİPER OLANDIR

Ergenekon sanığı olamamış Aydınlıkçıların kitaplarına hiç değinmiyoruz bile…

Ama bitirirken, kitapları dışında bizzat eylemleriyle kontrgerillanın üzerine yürüyen Aydınlıkçılardan da söz etmeliyim: Örneğin Turhan Özlü

ABD, Türk Ordusu’nun Çelik Harekâtı’nı önlemek için kontrgerilla aracılığıyla Gazi Mahallesi’nde bir provokasyona imza atmıştı. İşte Aydınlıkçı Turhan Özlü, İşçi Partili arkadaşlarıyla gladyo tertibine karşı siper olmuş ve halkın daha fazla can kaybı vermesinin önüne geçmişti. İşçi Partisi İstanbul İl Başkanı olarak Turhan Özlü, bir devrimcinin gladyoya karşı pratikte nasıl mücadele edebileceğinin en güzel örneğini sergilemişti.

ÖCALAN NASIL DEMOKRAT OLDU?

Kontrgerilla vardır ve dışarıdadır. Üstelik Ergenekon tertibinin arkasındadır. Silivri’de tutsak olanlar ise kontrgerillaya karşı mücadele edenlerdir.

Kontrgerilla, artık düşmanlarıyla ancak onları “kontrgerilla” diye etiketleyerek mücadele edebilmektedir. İşte psikolojik harekât böyle uygulanmaktadır.

Çünkü Psikolojik harekât Öcalan’ı demokrat, Bağbuğ’u terörist yapma eylemidir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Mart 2013

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

SAKIK NEYE TANIK?

PKK’nin eski 2 numarasının TSK’nin yargılandığı Ergenekon Davası’nda tanık olması, kuşkusuz bir Gladyo marifetidir.

Gladyo marifeti, Şemdin Sakık’ın tanıklığının yandaş gazetelerde nasıl yer aldığıyla da sergilendi. Öyle ki bu gazetelere göre Sakık şu üç ilişkiye tanıktı:

1) PKK, Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’le ilişkiliydi. Bu iki isim PKK’nin koordinatörüydü.

2) PKK, İran’la ilişkiliydi öyle ki Tahran örgüte uçak bile verecekti.

3) PKK’nin bilinen en kanlı eylemler, aslında TSK’nindi.

Bu üç saçmalığa inandırıcılık katmak için de yine tipik bir Gladyo taktiğine sarılmışlar ve 99 yalanın içine bir de doğru eklemişler. Sakık, Taraf gazetesinin PKK bülteni gibi çıktığını ve Cengiz Çandar’ın örgüte militanlarından daha yararlı olduğunu savunuyor.

Sakık’ın AKP’ye övgüleri de görevinin karşılığıdır.

Ancak tıpkı Tuncay Güney gibi o da, verilen görevle çapının ters orantılı olmasından ötürü, kendisinde olağanüstü güçler olduğuna inanmaya başlamış! Öyle ki, Öcalan’ı bile kendisinin getirttiğini söylüyor: “Öcalan’ın Şam’dan getirilmesi tamamen benim geliştirdiğim plan çerçevesinde oldu.

YA ABD-PKK İLİŞKİSİ?

Doğu Perinçek ve İran’ı PKK’yle irtibatlandıran Şemdin Sakık’ın ABD-PKK ya da İsrail-PKK bağına dair tek bir şey söylememesi, bu operasyonun hedefini ortaya koymaktadır.

Nazlı Ilıcak gibi en profesyonellerinin, Şemdin Sakık’ı aklamaya dönük ve “Parmaksız Zeki”den bir melek çıkarma gayretli yazıları da, Gladyo operasyonunu ele vermektedir.

F tipi yayın organlarının Sakık’ın tanıklığını MİT servisli fotoğraflarla süslemeleri ise operasyonun araçlarını sergilemektedir.

SAKIK NEDEN TANIK?

Tertibin sahiplerinin böylesi bir rezilliğe soyunması iki telaş ve bir görevle açıklanabilir:

1) 29 Ekim’de Ulus-Anıtkabir hattında ayağa kalkan kesimlere barikat kurabilmek. Ki bu barikatı kurabilmek için dört koldan çalışıyorlar. “Perinçek çalıyor, Kılıçdaroğlu oynuyor” başlıkları ile Şemdin Sakık’ın tanıklığı bu telaşın gereğidir.

Cumhuriyetin yeniden inşası anlamına gelen bu ayağa kalkma eyleminin bu kez 10 Kasım’da önüne geçebilmek, Cumhuriyet yıkıcıları için acil görevdir. Tarih, bu göreve alet olarak Anıtkabir’i 09:05’te kapatanları da yargılayacaktır!

2) Şemdin Sakık’ın tanıklığı, çöken bir tertibe can katma hamlesidir aynı zamanda. Ancak nafiledir!

3) Şemdin Sakık’ın tanıklığıyla, AKP’nin “Kürt Açılımı” görevi arasında da kuşkusuz bir bağ vardır.

Geçmişte TSK’yi PKK’ye pusu kurmakla suçlayanların, “meğer PKK’nin bir numarası Karayılan değil Cemil Bayık’mış” türünden haberleri bugün neden servis ettiği sorgulanmalıdır.

İşi “İyi PKK, kötü PKK” safsatasına kadar vardıran bu çift meslekli gazetecilerin, Kürt Koridoru” planındaki görevleri açıktır.

EYMÜR, SIRRI SAKIK’I NEDEN HEDEF ALDI?

Şemdin Sakık’ın tanıklığının 6 Kasım’da aleniyet kazanmasından bir hafta önce Mehmet Eymür’ün ortaya çıkması ve BDP milletvekili Sırrı Sakık’ı MİT ile irtibatlı ilan etmesi dikkat çekicidir.

Ergenekon tertibinin kilit isimlerinden Eymür özetle şunları söylemişti: “Sırrı Sakık, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ile görüşürdü. Ağabeyi Şemdin Sakık’ın da teslim olmak istediğini o söyledi…

Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla iki kardeş konuşmuyordu bile. Peki, Eymür neden Sırrı Sakık’ı hedef almıştı?

Atlantik, Suriye’de ve Kürt Koridoru’nda bölünürken, Açılım’da da mı bölünüyordu acaba?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Kasım 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AMERİKANCILIĞIN DÜŞÜRDÜĞÜ HALLER

Nasrettin Hoca’nın kazanının doğurması gibi, dün de bu köşede benim yazım iki haber doğurdu. Daha doğrusu yazım uçtu, yerine iki ayrı haber ve de sanki ben yazmışım gibi girdi.

Kim bilir, belki de Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk kibarca uyarmıştır beni, “çok yorum seninki, bize haber lazım” diye…

Şaka bir yana, nasıl kaynaklandığını tahmin bile edemediğim bir hata sonucunda, iki ayrı haber, bu köşede sanki benim yazımmış gibi çıktı dün. Hem siz okurlarımızdan hem de o haberlerin sahibi muhabir arkadaşlarımızdan özür dileriz…

Dün ne mi yazmıştık? Anlatalım:

CEMAATİN AHLAKI

Türk basınının durumunu ortaya koyan üç örneği inceleyeceğiz bugün. Üç gazetecinin, gündemdeki üç konuyu nasıl ele aldığına bakacağız. En kıdemlileriyle başlayalım, Nazlı Ilıcak’la…

Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, 18 Mayıs günlü “Cemaat – Fenerbahçe” başlıklı yazısında Cemaat yayın organlarının Fenerbahçe’yi hedef alan yazılarının avukatlığına soyunmuş. Ilıcak’a göre cemaat medyası, sadece “Fenerbahçe – Aziz Yıldırım” davasının üzerine değil, Ergenekon, Balyoz ve Odatv davalarının üzerine de aynı anlayışla gidiyormuş.

Neymiş o anlayış? Cemaat yayınları, “ahlaki nedenlerle, daha temiz, daha demokratik bir toplum olalım” diye üzerine gidiyormuş bu davaların… Bu da “Cemaat, Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalışıyor” görüntüsü yaratıyormuş…

Ahlaki nedenlerle bu davaların üzerine giden Cemaatin, haliyle örneğin Deniz Feneri’ni perdelerken de bir ahlaki gerekçesi vardır!

ULUDERE’DE ABD’Yİ AKLAMA YARIŞI

4,5 aydır, Uludere istihbaratının kaynağının ABD olduğunu yazıyoruz. Bu gerçek, WSJ’nin haberiyle Atlantik’ten de doğrulanmış oldu.

Türk basını ise buradan “ABD istihbaratıyla memleket savunulmaz” sonucu çıkaracağına, ABD’yi aklama yarışına soyundu. Yok, İsrail Türkiye’ye silahlı predatör satışını engellemek için bu yayına başvurmuş, yok Murdoch Amerikan hükümetini zorda bırakmak için yapmış vs.

Hem madem İsrail bu yollarla terörle mücadele etmemizi engellemeye çalışıyor, o zaman siz de “İran’ı hedef alan, İsrail’e kalkan olan” radara karşı çıkın! Tabii mesele başka…

Elbette WSJ’nin bu gerçeği 4,5 ay sonra ifşa etmesinin bir takım hesapları vardır. O hesabı da saptayalım, üzerine gidelim. Ama önce bu gerçeği ülkemizin yararına değerlendirelim!

Ama bizimkiler ABD’yi aklama yarışına girdiler. Hatta bazıları, örneğin Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi 19 Mayıs günlü yazısında, “Predatöre istihbaratı biz verdik” bile diyebildi. Neymiş? ABD TSK’ye değil, TSK ABD’ye istihbarat vermiş? Niyeyse…

Selvi ve benzerlerinin tutumu elbette anlaşılır ama Genelkurmay Başkanlığı’nın tutumunu anlamak mümkün değil! İlk istihbaratın ABD tarafından verildiğinin ortaya çıkması en azından şu sonucu doğurur: “Türk Ordusu, ABD istihbaratının yanlışlığı nedeniyle kendi yurttaşını bombaladı.

Oysa Org. Necdet Özel’in tutumu şu anlama geliyor: “Hayır ABD bizi yanıltmadı, biz kendi vatandaşımızı kendi istihbaratımızla bombaladık!”

‘İSRAİL – İRAN İTTİFAKI, ESAD’I SAVUNUYOR’

Star yazarı Nasuhi Güngör, 18 Mayıs tarihli yazısında, PKK’nin Dörtyol’da 3 askerimizi şehit etmesini şu üç gelişmeyle birlikte değerlendirmek gerektiğini yazdı: “1. Türkiye, KKTC’de sınır ihlali yaptığı öğrenilen İsrail’den konuyla ilgili izah istedi. 2. Esad, ‘Suriye’de kargaşa çıkaranlar, kendi ülkelerinde de benzer durumlara hazırlansın’ dedi. 3. Barzani Ankara’da ve Bağdat bundan rahatsız.”

Güngör’ün üç fotoğrafı doğal olarak şöyle bir cephe çiziyor: ABD, Türkiye, Barzanistan ve Suriyeli muhalifler bir tarafta… İsrail, Suriye, PKK, Irak ve doğal olarak İran diğer tarafta…

ABD ve AKP’nin Suriye karşıtı politikalarına kamuoyu yaratabilmek için “İsrail Esad’ın düşmesini istemiyor” yalanına başvurmalarını hadi anladık ama şu çizilen tabloyu yutturmaya kalkmaları bize pes dedirtti!

Meğer savaşın eşiğinde dedikleri İsrail ile İran omuz omuza Esad’ı savunuyormuş!

ANTİ-EMPERYALİSTLİĞİN ÖNEMİ

Bu üç örnek bize aslında şu büyük gerçeği gösteriyor: Sadece bölgedeki gelişmeleri doğru analiz edebilmek için değil, bazen iki kere ikinin dört ettiğini bilmek için bile önce anti-emperyalist olmak gerekiyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Mayıs 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ÇATIRDAYAN KOALİSYONUN KALEMŞORLARI

Aydınlık yazı işleri, Nazlı Ilıcak’la Şamil Tayyar’ın sokak kavgasını “seviyesizlik” diye nitelemiş. Birbirine “namussuz, şerefsiz, ahlaksız” diye bağıranları sadece “seviyesizlikle” nitelemek de Aydınlık’ın seviyesidir, gurur duyduk.
Ilıcak, Tayyar’ın 28 Şubat’ta MİT’le ortak çalıştığını, DSP’nin kapısını aşındırdığını ancak 15 yıl sonra anımsayabilmiş… Tayyar bu, durur mu? Ağza alınmayacak kelimeleri sıraladıktan sonra “Emin Şirin’le ilişkiniz başladığında Kemal Ilıcak sağ mıydı? Kemal bey niye öldü?” diye sormuş.
Her yerleri dökülüyor… Meslektaşlarımız olmalarına mı hayıflansak, yoksa milletin vekili olmalarına mı?
SEVİYESİZLİKTE BÜYÜK YARIŞ
Yalnız seviyenin tek sahipleri Nazlı Ilıcak ve Şamil Tayyar değil elbette. Tıpkı onlar gibi eskiden birlikte, omuz omuza TSK’ye saldıran Sevilay Yükselir ile Yıldıray Oğur da, MİT olayından sonra seviyelerini yarıştırmaya başladılar.
Örneğin Taraf’ın yayın koordinatörü Yıldıray Oğur “Birisi her düğünün halaycıbaşısı teyzeye söyleyebilir mi, Taraf yasadışı dinleme kayıtlarını haber yapmıyor!” diyerek gönderdi Yükselir’e…
Yıldıray Oğur sonra da en zayıf yerinden vurdu Sevilay Yükselir’e: “4 yıl öncesine kadar Fatih Altaylı ile Türk Silahlı Kuvvetleri saatini sunan bu hanım ne zaman demokrat oldu kaçırdım ben?”
Sevilay Yükselir de, muhatabını “psikolojik savaş” yürütmekle suçladı.
Bu arada, Altaylı demişken… Sevilay Yükselir, Altaylı’nın Orhan Pamuk’un sevgilisi Karolin Fişekçi ile yaptığı programı “seviyesiz” bulup ona seslenirken, inceden şöyle bir ifşaatta bulunuyor:
“Zira daha iki üç ay önce, benzer bir hatun ortalara dökülüp, senin (Fatih Altaylı) hakkında da abuk sabuk bir yığın iddiada bulunmuş ve kapı kapı dolaşıp, ben dâhil bütün gazetecilere, televizyonculara, ‘Fatih Altaylı ile gazetedeki ofisinde şunu yaptık. Bunu yaptık. Seviştik. Sevgili olduk. Bana çanta aldı. Ayakkabı aldı. Mailleştik. Telefonlaştık. Beni golf sopasıyla dövdürttü’ filan diye bir yığın hikâye anlatmıştı.”
MİTÇİLER, EMNİYETÇİLER
Taraf’ın bavullusu Mehmet Baransu örneğin, Sabah’ın özel istihbarat müdürü Abdurrahman Şimşek’i MİT’çi olmakla itham ediyor.
Sevilay Yükselir de Baransu’nun aniden “Emniyetin maşası” olduğunu anımsıyor!
Yükselir, cemaatin diğer baloncusu Emrullah Uslu’ya da “zavallı” diye sesleniyor ve onun yalnızca “bel altı saldırmakla” bilindiğini savunuyor.
Ancak hiçbirisi uluslararası çapta çirkinleşen Nagehan Alçı’nın eline su dökemedi, dökemiyor. Alçı, Ahmet Kekeç’le yaptığı TV programında, mesleğini unutarak şöyle sesleniyordu NATO’ya: “NATO’yu kınıyorum. Neden Usame Bin Ladin’e yapılan nokta vuruşunu Kaddafi’ye de yapmıyorsunuz?”
NATO Nagehan Alçı’yı dinlemiş midir bilinmez ama bir süre sonra ABD nokta vuruşuyla Kaddafi’nin konvoyunu vurmuş ve Kaddafi, insanımsı canlılar tarafından işkenceyle, hunharca katledilmişti!
GEMİYİ İLK KİM TERKEDECEK?
Bunlar, bir dönemin “gazetecileri” maalesef… Benzerlerinden daha bir düzine kadar var.
Aydınlık, “Ergenekon’u halka bunlar anlattı”, “kavga gerçek yüzlerini ortaya çıkardı” demişti dün. Ekleyelim: Ancak inişe geçen kuvvetin araçları birbirine düşer, çirkinleşir, seviyeyi düşürür.
Irak’a saldıran ABD askeriyle birlikte çıkışa geçen “iktidar koalisyonu”, silahlı dayanağının Irak’tan çekilmesiyle birlikte çatırdamaya başladı, inişe geçti.
Ve AKP – Cemaat koalisyonu çatırdadıkça, kalemşorları birbirine girmeyi sürdürecek.
Bakalım, gemiyi ilk hangisi terk edecek?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Şubat 2011

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

NAZLI ILICAK, BALYOZ SANIKLARINDAN ÖZÜR DİLEYECEK Mİ?

Anımsanacağı gibi, Balyoz iddianamesinin en temel belgeleri 2003 tarihliydi. Balyoz davasının bir numaralı sanığı Çetin Doğan’ın kızı ve damadı da bu belgelere dayanarak şunu soruyorlardı: “Madem belgeler 2003 tarihli, nasıl oluyor da 2006’da, 2007’de, 2008’de kurulan kimi kurum ve firmalar bu belgelerde yer alıyordu?” Bu can alıcı soru, iddianamenin kamuoyundaki itibarını sıfırlamıştı!
İşte tam bu süreçte, birden bire, Gölcük Donanma Komutanlığı basılmış ve Balyoz davasıyla ilgili “çürütülemeyecek” deliller ortaya çıkmıştı.
Dava bu kadar gündemdeyken, bu “çürütülemeyecek” cinsten delillerin hâlâ imha edilmemiş olması, “darbecilerin” beceriksizliğiyle açıklanıp geçiştirildi… Çünkü artık elde Çetin Doğan’ın kızı ve damadının kamuoyunu etkileyen sözlerini çürütecek deliller vardı! 2003 tarihli belgelerin son güncellenme tarihi 19 Şubat 2008’di! Bu durumda, “2006’da, 2007’de, 2008’de kurulan firmalar, 2003 tarihli belgelerde nasıl yer alıyor” gibi bir soru, artık geçersiz kalmıştı!
Gerçi 2009’da kurulan bir firmanın da belgelerde yer aldığı belirtiliyordu ama nafile… Yandaş basın, tam kadro, “belge de belge” diye yazıp çiziyordu…
Bu arada, “dönemsel yandaşlık” konusunda en deneyimli gazeteci olan Nazlı Ilıcak ise akıllara durgunluk veren bir mantık ile olaya yaklaşıyordu. Çetin Doğan’ın kızı ve damadıyla polemiklere giren Ilıcak, “2008’de kurulan bir firma, 2003’deki belgede ortaya çıktığına göre, belge sahtedir” diyen Pınar ve Dani Rodrik’e şu yanıtı veriyordu: “2008’de kurulan bir firma, 2003’deki belgede ortaya çıktığına göre, belge sahte değil, o belgeye 2003 belgesi diyen TÜBİTAK raporu hatalıdır”(!) (Sabah Gazetesi, 24 Ocak 2011)
Konunun üzerine giden Odatv’den Barış Terkoğlu ise belgenin son güncelleme tarihinin aslında “19 Şubat 2003” olduğunu ortaya koyuyordu. Yandaşların saldırdığı bu ispatlı durum, pek çok yazıya ve tartışma programına konu oldu.
Ve bu tartışmalarla birlikte, “gerçek” gizlenemez bir hâl aldı. Sonuç olarak, Savcılık, belge tarihi olarak yer alan “19 Şubat 2008” tarihinin Emniyet tarafından “sehven” öyle yazıldığını, gerçeğin “19 Şubat 2003” olduğunu açıklamak zorunda kaldı. (www.gazetevatan.com, 8 Şubat 2011)
Böylece “sehven delilleri” ortaya saçılan Ergenekon davalarının, bir “delilinin daha “sehven” iddianameye girdiği anlaşılmış oluyordu!
Bu durumda iki sonuç ortaya çıktı:
1.. “2008’de kurulan bir firma, nasıl olur da 2003 tarihli belgede yer alır sorusu” hâlâ geçerliydi ve aslında iddianameyi çürütüyordu… Çünkü Gölcük’ten çıkartılan “ama 2003 belgesi, 2008’de güncellenmiş” savunmasına göre dizayn edilmiş delil, çöpe gitmişti…
2.. Yandaşlık adına “yer çekimi yoktur” bile diyecek duruma gelen Nazlı Ilıcak’ın Balyoz sanıklarına bir özür borcu ortaya çıktı.
Bakalım Nazlı Ilıcak, özür dileyecek mi?
“Üçüncü bir sonuç daha çıkmaz mı” diye soracağınızı biliyorum…
Ya Odatv’nin ortaya koyduğu gerçeği, Kanaltürk’teki Ters Cephe programında iki hafta önce “yalan da yalan” diye bağırıp, çağırarak sulandırmaya çalışan Taraf’tar Rasim Ozan Kütahyalı ne yapacak, diye soruyorsunuzdur eminim…
Bu soruyu da artık, sizin yerinize, Ümit Zileli sorsun diyorum…
MEHMET ALİ GÜLLER

, , ,

Yorum bırakın

BALYOZ LİSTESİNDEKİLER 12 EYLÜL’DE NELER YAZMIŞLARDI?

TSK’ya karşı yürütülen “asimetrik psikolojik savaş”ın yeni unsuru olan “Balyoz” tertibi gazetecileri de ikiye böldü. Bir tarafta darbecilerin tutuklayacağı 36 gazeteci, diğer yanda darbecilere dost 137 gazeteci…

Güya Balyoz Planı 2003’te hazırlanmış; ancak tutuklanacaklar arasında Emre Aköz’ün de isminin yer alması tertipçileri ele verdi. Eski gazete yöneticilerinin de altını çizdiği gibi Aköz o yıllarda sadece rakı-balık muhabbeti yazıyordu. Dolayısıyla tutuklanma ihtimali generaller rakı düşmanı olmadıkları sürece mümkün değildi.

Listede en dikkat çeken isim ise Nazlı Ilıcak. Ilıcak’ın darbeler karşısındaki tutumu, aslında Türkiye’nin darbeler tarihini de çok iyi özetliyor. Nazlı hanım her ne kadar kendini demokrasi şampiyonu ilan etse de, arşivin tozlu raflarındaki yazılar ortadan kaldırılamıyor. 27 Mayıs ile 28 Şubat düşmanı olan Ilıcak, 12 Mart ve 12 Eylül’ün de en cansiperane savunucudur. Siz bakmayın bugün söylediklerine ve hatta Gazeteciler Cemiyeti’nin ilk ona verdiği “Basın özgürlüğü ve demokrasi” ödülüne… Kaldı ki, Ali Kemal de ilk basın şehidi ilan edildi bu konjonktürde…

Lafı uzatmadan Nazlı Ilıcak’ın 12 Eylül övgülerini anımsayalım. Önce 12 Eylül’e hazırlığın yapıldığı 27 Aralık 1978’e gidelim:

“13 ilde sıkıyönetim yürürlüğü girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba Asker”. (Nazlı Ilıcak, 17 Aralık 1978, Tercüman)

Askere böyle selam duran ve sıkıyönetime övgü dizen Nazlı hanım, 12 Eylül’ün ayak seslerinin duyulmaya başladığı günlerde de bakın ne diyor:

“Kızıl ahtapotların kolları ülkemizi yavaş yavaş sarıyor. Ve hala at gözlüğü takanlar, faşizmin tırmanışından söz ediyor. Faik Türün’ü faşistlikle mi suçluyorsun, MİT’e kontrgerilla damgasını mı vuruyorsun, devlet teröründen mi bahsediyorsun, işkence iddiaları ile yeri göğü inletiyor musun, faşizm geliyor diye yaygarayı mı basıyorsun… Geç kardeşim uzatma o eli bana, çünkü o el kızıl ahtapotu boğmak yerine onu besliyor. Ben o kirli eli sıkmam”. (Nazlı Ilıcak, 27 Temmuz 1980)

Nazlı hanımın 12 Eylül’den hemen sonraki yazısına göz atalım:

“Türkiye’de demokrasi, demagoji ve anarşiye dönüşmüştür. Otorite ve hürriyet arasındaki denge birincisi aleyhine bozulmuş, bir otorite boşluğu doğmuştu. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu boşluğu doldurdu.(…) Hürriyet halk için değil, aydınlar için lüzumludur, belki kulağa hoş gelmeyen ama gerçeği aksettiren bir sözdür. Parlamentonun feshi ve demokrasinin bir süre askıya alınması, mutlaka geniş halk kitlelerini fazla etkilememiştir.” (Nazlı Ilıcak, 14 Eylül 1980, Tercüman)

Ve Nazlı hanımın, 12 Eylül’ün ilk günlerindeki diğer övgüleri:

“Birkaç gündür 12 Eylül harekâtı ile 27 Mayıs’ın mukayesesi yapılıyor ve hemen herkes, birincisinin üstünlüğünü ortaya koyuyor. Biz bu konuda tarafsız olamayız. Çünkü 27 Mayıs, mensubu bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Halbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle yıllardır bizim yazdıklarımız arasında, geniş bir mutabakat mevcuttur. Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekâtının başarı ile neticelenmesidir”. (Nazlı Ilıcak, 16 Eylül 1980, Tercüman)

“12 Eylül bir darbe değildir diyen Orgeneral Kenan Evren’e tamamıyla katılıyoruz. 12 Eylül ne bir darbedir, ne de bir ihtilal. Zira ‘darbe’ de, beğenilmeyen yönetim devrildikten sonra, şahsen iktidara geçip hükümet etme hırsı galiptir ve kalıcı olma vasfı ağır basmaktadır. Halbuki 12 Eylül’de geriye dönük bir tasvib mevcuttur”. (Nazlı Ilıcak, 18 Eylül 1980)

1974 affıyla anarşistleri sokağa salıvermiş, 12 Mart’ın Türün Paşasına, Elverdi Paşasına faşist damgası vurulmuş, kontrgerilla iddiaları ile etraf bulandırılmış, (…) İşte 12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir. (…) 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.” (Nazlı Ilıcak, 10 Ekim 1980, Tercüman.)

“12 Eylül’ün gerekçesi haklıdır; 12 Eylül terörden bezen halkın meşru müdafaaya geçtiği gündür”. (Nazlı Ilıcak, 17 Ekim 1980, Tercüman)

Sorsanız Nazlı hanıma, daha doğrusu yüzleştirseniz bu 12 Eylül’e, darbeye övgü dolu yazılıyla aynen şöyle diyecektir: “12 Eylül’ün ilk başlarında asker hemen gidecek, partileri de kapatmayacak havası mevcuttu. Bizler de o havayı besleyelim diye teşvik mahiyetinde bir kaç yazı yazdık”.

Yani övgüler ilk günler için miydi dersiniz? Gelin o zaman, Ilıcak’ların Tercüman’ının 12 Eylül’ün 1. yıldönümüne selam manşetini hatırlayalım:

“Huzur 1 Yaşında”. (12 Eylül 1981, Tercüman)

SUSURLUK AVUKATLIĞINDAN ERGENEKON TERTİBİNE ALKIŞA

Nazlı Ilıcak, bu tutumunu Susurluk’ta da gösterdi. Şimdi Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklu yargılanan Özel Harekat Dairesi Eski Başkanvekili İbrahim Şahin’in basındaki en büyük avukatı Ilıcak’tı. Ilıcak, 4 Mart 1997 günü, “Şahin’in anlattıklarını dinledim ve söylediklerinden ikna oldum” diyordu…  Oysa şimdi, Şahin’i  de tutuklayan kuvvetlere ve sürece alkış tutuyor Nazlı Ilıcak.

Ya Haluk Kırcı olayına ne demeli? Haluk Kırcı ile HBB’de yaptığı programlarda canlı telefon bağlantısı yapan Ilıcak, “sanırsınız Kırcı 70 yıl hapiste kalsa Türkiye çetelerden kurtulacak” diyecek kadar sahipleniyordu onu.

Gazeteci Özay Şendir, 18 Temmuz 2008 tarihli HaberTürk’teki köşesinde, Nazlı Ilıcak’ın Susurluk karnesini çok çarpıcı bir araştırmaya dayanarak özetlemiş:

“Leyla Koyuncuoğlu’nun Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi arşivinde ilginç bir çalışması var. O çalışmaya göre Nazlı Ilıcak Akşam Gazetesi’nde Susurluk olayı ile ilgili olarak Kasım 1996’dan Ocak 1998’e kadar 55 yazı kaleme aldı ve bir de İbrahim Şahin ile röportaj yaptı. Bakın araştırmada yer alan  ilginç bir satırda neler yazıyor:Nazlı Ilıcak’a göre; terörle mücadele eden ülkelerde yasadışı bazı insanlar kullanılıyor, bu durum Türkiye’de neden olmasın? Susurluk Olayının fazla kurcalanmasının milli güvenliği zedeleyeceği yazılarda sık sık vurgulanmış. PKK terörünün çok sınırlı bir bölgede kalmasında Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Özel Tim’in çok büyük bir rolü olduğunu belirtmiş”

FETULLAH GÜLEN: İMDADIMIZA YETİLEN 12 EYLÜL’E SELAM

Balyoz’da sözde tutuklanacaklar içinde adı geçenlerden sadece Nazlı Ilıcak mı aslında darbeci? Ya diğerleri?

Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı başta olmak üzere Zaman gazetesinin ağır topları Hüseyin Gülerce, Etyen Mahçupyan ve Abdullah Aymaz da darbecilerin tutuklayacağı listede… Ne de olsa en darbe karşıtı onlar. Değil mi? O zaman gelin hoca efendilerinin 12 Eylül’ü nasıl selamladığını anımsayalım…

12 Eylül darbesini en çok alkışlayanların başında Fethullah Gülen ve cemaati gelmekteydi. Gülen’in başyazarlığını yaptığı Sızıntı dergisi, 12 Eylül 1980’den sonraki ilk sayısında, darbeye alkış tuttu. Bakın Gülen “Son Karakol” başlıklı yazısında darbeye nasıl selam duruyor: “Karakol, sükunet’in, huzur’un ve emniyetin remzidir. Orada düzen, orada huzur ve onda gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Orada kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir. (…) Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz”. (Sızıntı, Ekim 1980, sayı:21)

Listede tutuklanacak gazeteciler listesinde 12 Eylül’ün başbakanlık müsteşarı da var, danışmanı da… Tutuklanacaklar listesinde adı geçenlerden diğerlerinin de çoğunu, Susurluk çetesini savunan yazılarıyla anımsıyoruz…

Özetin özeti; tutuklanacaklar listesinde yer alanların ne darbe karşıtlığıyla ne de demokrasi şampiyonluğuyla ilgisi var. Onlar darbeye değil, Amerikancı olmayan TSK’ya karşılar! 12 Eylül’cülükleri bundandır!

MEHMET ALİ GÜLLER

, , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: