Archive for category Cumhuriyet Gazetesi
NATO’nun genişlemesi, savaşın genişlemesidir
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 06/05/2023
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NATO, adının ve 14 maddelik kuruluş sözleşmesinin işaret ettiği üzere Kuzey Atlantik’in iki yakasını, Kuzey Amerika ile Avrupa’yı ilgilendirir.
ABD NATO’yu genişletme stratejisini Rusya’ya karşı uygularken, genişlemenin Avrupa sınırlarında olduğunu savunarak bunu müttefiklerine kabul ettirebiliyordu. Ancak ABD artık NATO’yu Kuzey Atlantik’in çok ötesine taşımaya çalışıyor.
Asya-Pasifik’te NATO İrtibat Ofisi
NATO, “Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi güvenlik ortaklarıyla görüşmeleri kolaylaştırmak için Asya’daki ilk irtibat ofisini Japonya’da açmayı” planlıyor (harici.com.tr, 4.5.2023).
ABD, ekonomik rekabette gerisine düştüğü Çin’e karşı saldırgan bir “kuşatma stratejisi” izlemeye çalışıyor; Çin’i bölgesinde sıkıştırarak ve Kuşak ve Yol’u sabote ederek bu ülkenin gelişmesini frenlemeye uğraşıyor.
Çin de ABD’nin Japonya’da NATO İrtibat Ofisi girişiminin bölgeyi istikrarsızlaştıracağına dikkat çekerek karşı çıkıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning, “Asya’nın jeopolitik bir savaş alanı olmaması gerektiğini” belirttiği açıklamasında şu uyarıları yaptı: “NATO’nun Asya-Pasifik’te sürekli doğuya doğru genişlemesi, bölgesel işlere müdahalesi, bölgesel barış ve istikrarı yok etme girişimleri ve blok çatışması için zorlaması, bölge ülkelerinin yüksek ihtiyatlı olmasını gerektiriyor.”
Kennedy’nin işaret ettiği gerçek
ABD’nin NATO’yu Ukrayna’ya genişleterek Rusya’yı hedef alan stratejisinin sonucu ortada. Bu gerçeği ABD içinde görenler de var elbette.
Örneğin ABD Başkan adayı Robert F. Kennedy Jr., “Zelenski sadece ‘NATO’ya katılmayacağım’ diyerek Rusya’yla çatışmaktan kaçınabilirdi” dedi ve ekledi: “Ancak Zelenski, Biden’ın Beyaz Saray’ındaki Neo-Con’ların ve Ukrayna hükümeti içindeki faşist unsurların baskısıyla ordusunu NATO ordusuyla bütünleştirdi ve ABD’nin Ukrayna’nın Rusya ile 1200 millik sınırına nükleer kapasiteli Aegis füzeleri yerleştirmesine izin verdi. Bunlar Rus liderliği için ‘kırmızı çizgi’ niteliğindeki provokasyonlardı. Kabul edelim, Neo-Con’lar Irak’la nasıl savaş istiyorlarsa Rusya’yla da bu savaşı istiyorlardı.” (twitter, 3.5.2023)
Evet, Kennedy’nin işaret ettiği gibi “Zelenski ‘NATO’ya katılmayacağım’ diyerek Rusya’yla çatışmaktan kaçınabilirdi”, ancak ABD yönetimi ve Beyaz Saray memuru konumundaki NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna’yı NATO üyeliği konusunda sürekli teşvik etti, zorladı, devam da ediyor. Çünkü ABD Ukrayna’da “son Ukraynalı” kalana kadar “uzun savaş” istiyor.
Savaşın panzehri: Çin planı
Ukrayna yönetimi de Washington’un stratejisine tamamen çapalanmış durumda. Öyle ki Ukrayna Savunma Bakanı Oleksiy Reznikov “NATO’nun fiilen bir üyesiyiz ve eninde sonunda yasal bir üye olacağımızdan hiç şüphem yok” diyor (Şarkul Avsat, 5.5.2023).
Neden? Çünkü daha kısa bir süre önce Kiev’i ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Stoltenberg “Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır. Bütün müttefikler bunda hemfikir. Temmuz zirvesinde konu gündeme gelecek” dedi (DW, 20.4.2023).
AKP yönetimi NATO’ya bu sözü vermiş olabilir ama Türkiye’nin Ukrayna’nın üyeliğini onaylayarak savaşı genişletme ve Karadeniz’de bu savaşın bir parçası olma lüksü yok!
Bitirirken belirtelim: NATO’nun genişlemesi, pratikte savaşın genişlemesidir. Bunun eldeki panzehri ise Çin’in Ukrayna krizi için önerdiği 12 maddelik barış planıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
6 Mayıs 2023
Sullivan’ın itirafı: Neoliberalizm yenildi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 04/05/2023
Son Davos’ta da görüldü ki, “en zenginler”, kazandıklarının bir bölümünden vazgeçmedikleri taktirde, sistemin başlarına yıkılacağının endişesini duyuyorlar. En zengin 205 milyarder, Davos’a çağrı yaparak “bizi vergilendirin” demişti özetle.
Aslında Trump dönemi, sistemin yıkılmakta olduğunu görenlerin çözüm arayışıydı. Gümrük tarifelerinin yükseltilmesi, dışarıya değil içeriye yatırım uygulamaları sistemi kurtarabilme çabalarıydı.
Görünen o ki ABD artık “sistemi kurtarabilmeyi”, mevcudu sürdürmekte değil yeni bir düzen inşa edebilmekte görüyor.
İşte Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın Brookings Enstitüsü’nde yaptığı “Amerikan Ekonomik Liderliğinin Yenilenmesi” konuşması o yeniden inşa stratejisinin ifadesiydi. (27 Nisan tarihli konuşmanın tam metnini Beyaz Saray sayfasında okuyabilirsiniz.)
ABD için yeni düzen gerekiyor
Sullivan’un uzun ve kapsamlı konuşmasındaki mesajları, saptamaları ve önerileri şunlar:
– Kamu yatırımı vizyonu soldu; vergi indirimi, kuralsızlaştırma, özelleştirme ve ticaretin serbestleştirilmesi kendi başına bir amaç haline geldi.
– Piyasaların sermayeyi her zaman verimli ve etkin bölüştürmediği görüldü.
– ABD sanayisi darbe aldı.
– Ekonomik entegrasyonun, açık bir küresel düzeni oluşturamadığı görüldü.
– Her türlü büyümenin iyi olmadığı ortaya çıktı.
– Eşitsizlik, demokrasiye zarar verdi. Büyümenin kazançları emekçilere ulaşmadı. Zenginler daha da zenginleşirken, ABD orta sınıfı zayıfladı.
– Amerikan düzeni, son birkaç on yılda çatlamaya başladı, yeni bir düzen inşa etmek gerekiyor.
ABD üretimi kaybetti
– Çin, sanayiyi, temiz enerjiyi, dijital altyapıyı ve gelişmiş teknolojileri sübvanse ederken, ABD üretimi kaybetmekle kalmadı, kritik teknolojilerdeki rekabet gücü de aşındı.
– ABD şu anda yarı iletkenlerin yalnızca yüzde 10’unu üretebiliyor. Elektrikli araçlara yönelik talebi karşılamak için gereken lityumun yüzde 4’ünü, kobaltın yüzde 13’ünü, nikelin yüzde 0’ını, grafitin yüzde 0’ını üretiyor. Oysa kritik minerallerin yüzde 80’inden fazlasını Çin işliyor. Yerli kapasiteyi geliştirmek ABD için çıkış noktası ama sınırlarını aşıyor. O nedenle ABD ortaklarla birlikte çalışmalı.
– Sistem açısından 90’ların ana uluslararası ekonomik projesi gümrük tarifelerini düşürmekti. Ancak ABD’nin gümrük tarifeleri diğer ülkelere göre düşük kaldı. Politikayı tarife indirimine dayalı olarak tanımlamak ve ölçmek doğru değil. ABD Ticaret Temsilcisi Katherine Tai’nin dediği gibi, “piyasanın serbestleştirilmesine yemin etmedik.” ABD, temel teknolojiyi küçük bir avlu ve yüksek bir çitle koruyor.
– Ya birlikte (hem içeride orta sınıflar, hem de ABD’nin müttefiki devletler) yükselinecek, ya da birlikte düşülecek.
Finans – sanayi çelişmesi
Görüldüğü üzere ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın ortaya koyduğu tablo, dünyayı soldan çözümleyenler ve kamuculuğu savunanlar için yeni bir şey içermiyor; hatta bir bakıma malumun ilanından öte gitmediği de söylenebilir.
Ancak önemi şurada: Bu tablonun kendisi de düzeltilebilmesi de, orta ve alt sınıfları bir yana bıraksak bile, esas olarak finans kapital-sanayi sermayesi çelişmesine bağlıdır. Amerikan yönetimi bu çelişmeyi çözebilecek mi, nasıl çözebilir?
Bunları da bir başka yazıda tartışacağız…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Mayıs 2023
Batı Asya’nın en büyük projesi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 01/05/2023
Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “İskenderun merkezli gemi inşa sanayi” vaadi çok önemli. Çünkü konunun, iyi ele alınırsa, Çin’le işbirliğinden Suriye’yle normalleşmeye, Doğu Akdeniz’de avantaj elde etmekten denizcilikte atılım yapmaya kadar bir çok yönü var.
Konu, bir “Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisi” olarak, elbette beni de sevindirerek ilgilendiriyor. Üstelik, benzer projeleri daha önce hem bu köşede, hem de kitaplarımda dile getirdim.
Kuşak ve Yol avantajı
Kılıçdaroğlu, 28 Nisan akşamı sosyal medyada anlattı projesini. Özetle, “İskenderun’da yeni bir Gemi Sanayi Özel Ekonomi Bölgesi kuracağız” dedi. Ve bunu şu zeminin üzerinde temellendirdi: “Çin’in geliştirdiği Yeni İpek Yolu Projesi’nde Türkiye önemli bir jeopolitik avantaja sahip” (chp.org.tr, 28.4.2023).
Gerçi Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında “200.000 DWT büyüklüğünde gemi yapılması”, “diğer tersane bölgelerini zayıflatmaması için bu büyüklüğün altında gemi üretiminin kabul edilmemesi” ve tersane adresi için doğrudan İskenderun’a işaret etmesi elbette tartışılır. Ama önemli olan bu projeyi hayata geçirmeyi hedef koymasıdır.
Çünkü proje başladığında, hayat kendi gerçeklerini ve zorunluluklarını dayatacaktır. Bu büyüklükte gemilerin pazardaki ihtiyacından tersanenin yerine kadar pek çok ayrıntı o zaman netleşecektir. Bu konuda Gemi Mühendisleri Odası’nın ve kıdemli Gemi Mühendislerinin birikimi ve deneyimi vardır; cumhurbaşkanı mutlaka bunlardan yararlanmalıdır.
İskenderun Havzası
İskenderun’u, doğrudan tersanenin merkezi değil de, bir havza olarak düşünmek gerekir. İskenderun Havzası şeklinde, Mersin, Adana ve Hatay kıyılarını içerecek şekilde bir bütünlük kurmak gerekir. Bu hem Çin’in geliştirdiği Kuşak ve Yol içerisinde daha büyük alan anlamına gelecektir, hem de Taşucu, Ceyhan gibi merkezlerin da dahil olmasıyla proje derinlik kazanacaktır.
Hem Tampon Ülke (Kırmızı Kedi, 2021) ve Kuşak ve Yol (Kırmızı Kedi, 2022) kitaplarımda, hem de bu köşede benzer projeleri yazdım:
1- Çin, Adana-Ceyhan’da dev bir teknopark açabilir. Böylece Çin, bu teknoparkta montajlayacağı ürünlerini Avrupa pazarına kısa yoldan ulaştırabilir. 2- Çin, Ceyhan Limanı’nı Deniz İpek Yolu içinde önemli bir terminal olarak değerlendirebilir (Kuşak ve Yol, s.130).
İskenderun Havzası’ndaki bu işbirliği, hem Türkiye’ye kazandıracak ve Doğu Akdeniz’deki enerji savaşlarında elini güçlendirecek, hem de Çin’e ekonomik ve stratejik derinlik sağlayacaktır (Cumhuriyet, 1.4.2019).
Türkiye-Suriye Ortak Ekonomi Alanı oluşturulmalı. Bu projenin sığınmacı sorununun çözümünden Çin’i yatırımcı olarak Türk ekonomisinde değerlendirmeye kadar bir çok getirisi olur. Çin ve AB arasında köprü olarak bu büyüklükte bir Ortak Ekonomi Alanı, Ortadoğu için barış projesi ve çekim merkezi anlamına gelir (Tampon Ülke, s.169-171).
Batı Asya – Doğu Akdeniz
Özetle Kılıçdaroğlu’nun işaret ettiği projeyi, Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda geliştirmek ve genişletmek olasıdır. Şartlar uygundur. İskenderun, Ceyhan ve Taşucu’nda (hazır SEKA arazisi) tersaneler (üretim ve tamir tersaneleri), limanlar entegre şekilde projelendirilir.
Böylece Türkiye-Suriye sınırında endüstriyel tarım alanları, organize sanayi bölgeleri ve teknoparklar ile İskenderun Havzası birleştirilerek, Batı Asya’nın en büyük üretim ve ticaret alanı oluşturulur.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Mayıs 2023
Kılıçdaroğlu’nun Moskova’ya mesajının anlamı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 29/04/2023
Batı’daki soru şu: Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığında Türkiye, yeniden Atlantik’e çapalanır mı?
Rusya’daki soru şu: İktidar değişikliği, Türkiye’nin Rusya’ya karşı izlediği siyasetlerde kapsamlı değişikliğe yol açar mı?
Baştan görüşümü belirteyim: Türkiye’de bir iktidar değişikliği dış politikada köklü bir değişikliğe neden olmaz. İki nedenle:
1) Türkiye’nin çıkarları bunu gerektiriyor.
2) Çok kutupluluk, çok taraflılık doğuruyor.
Artık Atlantikçilik mümkün değil
Millet İttifakı’nın olası Dışişleri Bakanı Ünal Çeviköz’ün bir röportajında dile getirdiği “Rusya’ya Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu hatırlatacağız” tutumunu eleştirdiğim 18 Mart 2023 tarihli “Rusya’ya karşı NATO’culuk seçim kazandırmaz” başlıklı makalede üç görüş dile getirmiştim.
1) Rusya’ya karşı NATO’culuk ve Amerikancılık, Türkiye’nin (kamuoyu araştırmalarına da yansıdığı gibi) siyasal iklimiyle örtüşmez.
2) Rusya’ya karşı Amerikancılık, dünya gerçekliğiyle bağdaşmaz. Atlantik Yüzyılı’ndan Asya-Pasifik Yüzyılı’na geçiliyor, çok kutuplu bir dünya inşa oluyor, AB bile ABD’den stratejik özerklik arayışında.
Böyle bir dünyada Rusya’ya “NATO üyesi olmayı” anımsatmanın, bırakın Türkiye’ye avantaj sağlamasını, tersine ekonomiden siyasete onlarca zararı olacaktır.
3) Yeni iktidar, istese de “Rusya’ya karşı NATO üyeliğini hatırlatma” ölçeğinde Batıcılık/Atlantikçilik yapamaz, yapamayacak.
Ve bu üç görüşten hareketle de şu öneriyi yapmıştım: “Dolayısıyla, değiştiremeyeceğiniz politikalar için ‘değiştiririm’ mesajı vererek kazanacağınız seçimi riske atmayın.”
Kılıçdaroğlu: Rusya’yla işbirliği Türkiye’nin çıkarına
Neyseki o tarihten bu yana Çeviköz ya da bir başka CHP’linin “Rusya’ya NATO üyesi olduğumuzu anımsatma” düzeyinde bir çıkışı olmadı.
Hatta, o söylemi dengelemeyi gözeten kimi açıklamalar da geldi. Ve nihayetinde Kılıçdaroğlu bu konuda son noktayı doğrudan Moksova’ya mesaj vererek koydu.
Şöyle ki, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Moskova’da düzenlenen “Seçimler öncesinde Türkiye” konulu bir toplantıya, görüşlerini ortaya koyan bir mektup gönderdi (Mektubun tamamı için bakınız: Hasan Aksay, T24, 26.4.2023).
Kılıçdaroğlu’nun mesajları şöyle:
1) “Türkiye olarak, Rusya’yla görüş farklılıklarımıza rağmen iyi ilişkiler kurabilmiş bir siyasi geleneğin mirasçılarıyız. Bunu Atatürk ve İnönü dönemlerinde başardık. Bu geleneği devam ettireceğiz.”
2) “Benim cumhurbaşkanlığımda ve Millet İttifakı’nın iktidarında Türkiye-Rusya ilişkilerinin bugünkü durumundan farklı bir seyir izleyeceğine yönelik dünya basınında çıkan haberlere değinmek isterim. İktidarımızda her zaman Türkiye’nin çıkarlarını savunacağız. Türkiye-Rusya ilişkilerinin sağlıklı ve itibarlı devamı Türkiye’nin çıkarınadır.”
3) “Dünyadaki Rusya karşıtı yaklaşımları doğru bulmuyoruz.”
4) “Ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştireceğiz. Tahıl koridoru anlaşmasını sürdüreceğiz. Montrö Sözleşmesinin eksiksiz uygulanmasına devam edeceğiz. Mevcut işbirliğini güçlendireceğiz.”
Böylece başta belirttiğimiz Batı’daki ve Rusya’daki sorular, yanıtlarını bulmuş oldu: Türkiye, çok kutupluluğun inşa olduğu bir dünyada, çok taraflı dış politika izleyecek, Türk-Rus işbirliği devam edecek.
Not: Yeni iktidarın önündeki en önemli sorun NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır. Bütün müttefikler bunda hemfikir” sözleriyle işaretini verdiği tehlikedir!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
29 Nisan 2023
Tarikat öldürür
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 27/04/2023
Kenya’da, Paul Mackenzie Nthenge isimli bir tarikat lideri, yüzlerce müridini ölüme gönderdi.
Olay, 15 Nisan günü bulunan dört cesedin açlıktan öldüğünün anlaşılmasıyla patlak verdi. Dört ceset de bir tarikatın üyesiydi.
Bunun üzerine gözaltına alınan tarikat lideri ve Good News International Kilisesi papazı Paul Mackenzie Nthenge’nin, müritlerini “aç kalarak Hz. İsa’ya ulaşmaya” yönlendirdiği anlaşıldı.
Kilise yakınındaki Shakahola Ormanı “suç mahali” ilan edilerek ablukaya alındı ve o günden beri bölgede arama yapılıyor. Şu ana kadar 90 cesede ulaşıldı.
Tarikat liderinin ifadesine göre “Hz. İsa’ya kavuşmaya” çalışan bin kişi olabilir…
Tarikatlar ve cemaatler koalisyonu dönemi
Evet, dünyanın bir tarafında yapay zeka tartışılıyor, Mars’a araç gönderiliyor ama diğer tarafında da Hz. İsa’ya kavuşacağını sanan tarikat müritleri ölüme koşuyor…
Dini farketmez, 21. yüzyılda tarikat liderleri, müritlerine en akıl almaz işleri hâlâ yaptırabiliyorlar yani…
Bizde de yok mu? Gazeteci Timur Soykan kitabını yazdı: Badeci Şeyh’in Sır Odası (Kırmızı Kedi Yayınları).
Bursa’da bir tarikat lideri, spermlerinin bade olduğunu iddia ederek, müritlerine oral seks yaptırıyor. Badeyi yutan mürit, güya cennete gidecek!
Hele bir olay, davanın hakiminin kanını donduruyor: Müritlerden biri şeyhinin badesini yutuyor birkaç kez ama gönlü tek başına cennete gitmeye elvermediğinden, karısını da şeyhe götürüyor, sonra annesini, sonra kızkardeşini, ardından da kızkardeşinin kocasını…
İnanılır gibi değil ama bu ülkede oldu bu, hem de kısa bir süre önce oldu!
Türkiye, tarikatlar ve cemaatler koalisyonu olan AKP hükümetleri döneminde, neler yaşamadı ki: Bir tarikatın yurdunda çıkan yangında ölen öğrencilerden, bir başka tarikatın vakfında sistematik bir şekilde tecavüze uğrayan erkek öğrencilere, neler neler…
Kadınlar özgürlüklerini oylayacak
Nedir karşıdevrim? Tarikat ve cemaatlerin, toplumu il il, mahalle mahalle parselleyerek müritleştirmesidir.
Çünkü Cumhuriyet Devrimi ile ümmet millete, mürit yurttaşa dönüşmüştü. Bu süreç bireyin ve toplumun özgürleşmesiyle sağlanmıştı.
Öncesi de var ama ağırlıkla AKP döneminde bu süreç tersine döndü: Cumhuriyet’in devrimle özgürleştirerek yurttaş yaptığı birey, karşıdevrimle yeniden müritleştiriliyor.
Asıl vahimi ve ders alınması gereken konu da şudur: Tarikatlar ve cemaatler için özgürlüğün budanmasının ve bireyin teslim alınmasının sınırı yoktur.
Dün “başı açık kadın türban takmalı” diyen tarikatlar, bugün türbanlı kadına bile tahammül etmiyor, “türbanlı kadın koku süremez” diyor; türbanlının bile kalan özgürlüklerini ortadan kaldırmaya çalışıyor.
İşte Cübbeli Ahmet, müritlerine aynen şöyle sesleniyor: “Kadın koku sürünüp dışarı çıkıyor. Çok tehlikeli Allah muhafaza. Haram. Haram. Hadi kocasına süslenmiş, o serbest. Geldiğimiz noktada çarşaf giyiyor, başörtüsü örtüyor; yanağında allık, gözünde pulluk… Haram. Bu ziynettir.”
Yani tarikat ve cemaatler, türbanlı kadının koku sürmesine bile tahammül etmiyor.
“Koku sürerek dışarı çıkmasın” demeleri, aslında “dışarı çıkmasın ve çalışmasın” demelerinden bir önceki aşamadır.
İşte bu nedenle kadınlar; başı açık, başı örtülü tüm kadınlar, aslında 14 Mayıs’ta özgürlüklerini oylayacaklar…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Nisan 2023
Devrimci Meclis
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/04/2023
14 Mayıs seçimi, bir bakıma “tek adam rejimi” mi, yoksa “parlamenter sisteme dönüş” mü oylamasıdır. Nitekim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı inşası süreci boyunca, siyasal çalışmasının merkezine bunu koydu; Türkiye’nin yeniden parlamenter sisteme dönüşü muhalefetin temel hedefiydi.
Nitekim bu hedefin gerçekleşebilmesi için de milletten meclise anayasa değiştirecek sayıda (400) milletvekili göndermesini istiyorlar. Ve “anayasa yapacak” bir meclisi oluşturacaklarını söyleyerek, 15 Mayıs’ta ortaya çıkacak meclisi, bir nevi “kurucu meclis” olarak niteliyorlar.
Peki 15 Mayıs’ta ortaya bir “kurucu meclis” çıkar mı?
‘En karışık” meclis
Uzun bir liste yapmaya gerek yok, şu birkaç örnek bile 15 Mayıs’ta nasıl bir “Meclis+Kabine” ile karşı karşıya olacağımızı yeterince resmediyor: Bir tarafta Hizbullahçılar, kadınları çalışma hayatından koparmak isteyenler, Necip Fazılcılar, Türk-İslam sentezcileri, her türden siyasal İslamcılar, diğer tarafta terör örgütünün siyasal temsilciliğini yapanlar, sonra Cengiz Çandarlar, Hasan Cemaller, CHP’nin listesindeki Sadullah Ergin başta ağır bagajlı ittifak adayları ile Yüksel Taşkın gibi CHP’deki CHP’li olmayanlar ve kabinedeki Davutoğlu-Babacan gibi eski AKP’liler…
Cumhuriyet tarihinin belki de “en karışık” meclis tablosu ortaya çıkacak.
Cumhurbaşkanının, yardımcılarının ve müstakbel ekonomi, dış politika gibi kritik bakanlarının açıklamalarından da görüleceği gibi yeni hükümet, bir restorasyon hükümeti olacak, sistemi restore edecek.
Haliyle böyle bir meclisin gerçek anlamıyla bir “kurucu meclis” olabilmesi mümkün değil. (Zaten “kuruculuk” bambaşka bir şeydir.)
İki temel fark
Dün 103. yaşını kutladığımız ilk TBMM bileşenlerinin de karışık olduğu belirtilerek, 2023 TBMM’sinin de haydi haydi “kurucu meclis” işlevi görebileceğini iddia edenler var.
Karışıklık bakımından kuşkusuz bir benzerlik var. Mazhar Müfit Kansu 23 Nisan 1920 günü TBMM açılışında olan milletvekillerinin 50’sinin kalpaklı, 41’inin fesli ve 21’inin sarıklı olduğunu belirtir.
2023 Meclisi’nde de siyasal bakımdan kalpaklılar, fesliler, sarıklılar çeşitlilik oluşturmaktadır ama bu çeşitlilik nedeniyle 2023 meclisini 1920 meclisine benzetemeyiz.
Çünkü 1920 Meclisi ile 2023 Meclisi’nin çok temel iki farkı var:
1) 1920 Meclisi’nin Mustafa Kemal’i vardı; 2023 Meclisi’nin yok.
2) 1920 Meclisi de, 2023 Meclisi gibi karışık ama o meclisi inşa edenler doğrudan kalpaklılardı.
Devrimci Cumhuriyet için
“Tek adam rejiminden” kurtulmak başlı başına çok önemli elbette. Ardından parlamenter sisteme dönebilmek de önemli.
Evet, iki adım da önemli ve 14 Mayıs günü seçmen bunun gereğini yapmalı ama önemli olması başka esas olmaması başkadır; zira Türkiye’nin esas sorunları “sistem restorasyonuyla” değil, “sistem dışına çıkarak” çözülebilecek türden sorunlardır.
O nedenle 15 Mayıs’tan itibaren asıl mesele şudur: Madem 1920 Meclisi ile benzerlik kuruluyor, o zaman oradan hareketle söyleyelim. Türkiye’nin asıl “1923-1927” arasında görev yapan II. TBMM’ye ihtiyacı var. Çünkü II. Meclis, “devrim meclisi” özelliği taşımaktadır, o nedenle devrimci meclistir. (Konuyla ilgili okuma önerisi: Prof. Dr. Işıl Çakan Hacıibrahimoğlu, Devrimci Meclis – II. TBMM (1923-1927), Kırmızı Kedi, 2021).
15 Mayıs’tan itibaren de Türkiye’nin devrimcilerinin asıl bu görevi başlamaktadır. Bunun için de öncelikle Kemalist-Sosyalist ittifakını esas alan bir devrimci merkez inşa etmek gerekmektedir. O merkezin siyasal bileşenleri vardır, mesele birleştirmek ve büyütmektir.
Çünkü “Devrimci Cumhuriyet” için “Devrimci Meclis” şarttır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Nisan 2023
Erdoğan, emperyalizm, neoliberalizm ve NATO
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 22/04/2023
Türkiye’nin siyasal İslamcılarının ABD emperyalizmiyle işbirliğini perdelemek üzere kullandığı üç tür “okun adresini değiştirme” kurnazlığı vardır:
1) Okun ucuna “Haçlı Batı karşıtlığını” koyarlar: Böylece tabanlarının gazını alırlar. Olur da “Batı karşıtlığı tamam ama ya bu kullandığınız Batı arabaları vb” diyen olursa da, “Mücadelede eşitlik sağlamak için teknolojilerini alıyoruz” derler. Nasıl olsa teknoloji-kültür bağını pek sorgulayan olmaz.
2) Okun ucuna İngiltere’yi koyarlar: Öyle bir efsane yaratırlar ki, İngiltere üst akıldır ve ABD’yi kullanmaktadır. Böylece ABD emperyalizmi kısmen aklanmış olur.
3) Okun ucuna İsrail’i koyarlar: “Ortadoğu’daki bütün kötülüklerin kaynağı İsrail’dir” propagandasıyla ABD’nin suçlarını örterler. ABD projelerine İsrail projesi derler; İsrail sanki ABD’nin Ortadoğu’daki karakolu değilmiş de ABD, Yahudi lobisinin parmağında oynattığı bir kuklaymış gibi propaganda yaparlar.
Özetle, Soğuk Savaş’ta ABD’nin komünizmle mücadele stratejisinin “mücahitleri” olma konumlarını örtmek için bir dil tutturdular. Dili Soğuk Savaş sonrasına da uyarladılar; bu kez ABD’nin ulus-devletleri etnik ve mezhepsel ayrılıklar ekseninde parçalamadaki rollerini meşrulaştırmanın aracı yaptılar.
Erdoğan’ın siyasi manevraları
O örtüyü en net kaldıran isimlerin başında Erdoğan geldi. Zira, tüm ilişkileri bir yana, kendisini ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı diye ilan ederek iktidarını kurdu. Türkiye tarihinde ilk kez bir başbakan, emperyalist ABD’nin bir projesinin eşbaşkanı olmayı gururla savunabildi!
Ama Ilımlı İslamcılığın miadı dolarken, hızla manevra yapıp milliyetçi/ulusalcılarla ittifak yaparak iktidarını sürdürebilme kıvraklığı gösteren Erdoğan, durumu bir süre “Neo-Abdülhamitçi dengecilikle” götürebildi. Üstelik müttefikleri Erdoğan’ı “ABD’yle savaşan anti-emperyalist” diye parlatabilidi.
Kökü 12 Eylül’ün Türk-İslam sentezine dayanan Cumhur İttifakı, bugünlerde propagandanın dozunu biraz daha artırdı. Erdoğan “emperyalizme biz dur dedik” diyor, Kılıçdaroğlu’nun “Londra tefecilerine söz verdiğini, seçimi kazanırsa Türkiye’nin dış politikasını emperyalizme teslim edeceğini” söylüyor.
Kavramlar tersyüz edilince, olgular çarpıtılınca, okun adresi değiştirilince, bunları söyleyebilmek kolaylaşıyor. Oysa:
NATO’culuk yaparak anti-emperyalist olunmaz
1) Londra tefecileriyle (ve New York bankerleriyle) Erdoğan da görüşmektedir. Bizzat Londra’ya giderek, sonrasında Albayrak’tan Nebati’ye bakanlarını göndererek ve yasal güvence sözü vererek Londra tefecilerinden para aramaktadır.
2) Neoliberalizm, küresel mali sermaye sınıfının çıkarlarının korunmasının ekonomi-politikasıdır; yani emperyalizmin ekonomi-politik ayağıdır. Erdoğan neoliberalizmin en iyi uygulayıcılarındandır. Kur Korumalı Mevduat sistemini yasayla uygulamaya koyması bunun örneğidir. Bu yolla hem mali sermaye yani dışarıdan dolar getirip satan bankalar yüzde 400 kârlara ulaşmış, hem de dolar liranın yanında yasallık kazanmıştır.
3) Emperyalizmin askeri-politik ayağı da NATO’dur. Erdoğan NATO’nun genişleme stratejisini savunuyor; Karadeniz’e NATO’yu çağırıyor, Arktik Okyanusu’ndan Doğu Akdeniz’e inen ABD’nin yeni demir perdesinin ihtiyacı olarak Finlandiya’nın NATO üyeliğine evet diyor. Yani seçmene söylediğinin tersine emperyalizme sürekli kapı açıyor!
Bitirirken belirtelim: Erdoğan gibi Kılıçdaroğlu’nun da Londra tefecilerine gitmesi aynı kapıya çıkar. 7 Kasım 2022 tarihli “Londra tefecilerinin kirli parası” başlıklı makalemizi yeniden dikkatinize sunarım.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Nisan 2023
Esad kazandı, hepsi kaybetti
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 20/04/2023
ABD’nin Şam Büyükelçisi William Roebuck’a ait WikiLeaks sızıntıları da sonradan ortaya koydu ki, daha 2006 yılında Esad hükümetinin nasıl devrilebileceği tartışılmıştı. Suriye’de etnik ve mehzepsel karşıtlıklar kullanılacak, Esad devrilecek ve Suriye parçalanacaktı.
2011 yılında Atlantik cephesi Suriye’de yönetimi devirmek hedefiyle saldırıya geçtiğinde, Beşar Esad’a en fazla altı ay “siyasi ömür” biçiyorlardı. Hatta AKP hükümeti, Esad’ın siyasi ömrünün biraz daha uzamasının yolunun, Ankara’nın istediği yedi İhvancı’yı hükümetine monte etmesine bağlı olduğunu Şam’a iletiyordu.
Esad direndi, halkı birleştirdi
ABD’nin sahadaki koalisyonu Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) oluşuyordu. Biri finanstan, biri istihbarattan, biri medyadan ve biri de sınır avantajıyla Esad yönetimine karşı hükümet ve ordu kurmaktan sorumluydu.
Esad’ı yıkacak, Mısır, Tunus ve Libya’yla (Hatta Filistin’le) birlikte Suriye’de de ihvan rejimi inşa edilecekti. Erdoğan da bu geniş İhvan coğrafyasına lider olacaktı.
Ama beklemedikleri bir şey oldu. Esad direndi. Dahası Esad Suriye halkının önemli bir bölümünü de direnişte birleştirebildi.
Esad’ın ayakta kalabilmesi, Suriye’nin birliğini koruyabilmesinin yoluydu pratikte. Velhasıl altı ay geçti ve Esad yıkılmadı, Suriye parçalanmadı.
Dörtlü koalisyon bölündü
Diğer yandan Mısır’da İhvan rejimi yıkıldı. Mursi’nin bir halk hareketiyle devrilmesi (ama devrimin Sisi tarafından çalınması) Suriye’deki dörtlü koalisyonu ikiye böldü. Türkiye ve Katar İhvan’ı deviren Sisi’ye karşı konumlanıyor, Suudi Arabistan ve BAE ise Sisi’yi destekliyordu.
Arkasından Körfez-Katar krizi oldu, Türkiye Ortadoğu’da yalnızlaştı ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Erdoğan’ın dış politikasında Neo-Abdülhamitçi dengecilik başladı.
Bölgedeki son İhvan rejimi ise geçen yıl Tunus’ta tasfiye edildi. İhvancılık büyük oranda tasfiye edilince, (tabii başka iç ve dış nedenler de var) Ortadoğu’da “normalleşme” dönemi başladı.
Suriye’de Esad’ı devirmek isteyen aktörlerin bir bölümü kendi ülkelerinde devrildi. 12 yıldır Esad’a sırtını dönen Arap ülkeleri şimdi tek tek Suriye’yle normalleşiyor. Son olarak Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan da Şam’ı ziyaret ederek Beşar Esad tarafından kabul edildi.
Geride iki ülke kaldı: Katar ve Türkiye.
ABD’nin Körfez çıkarması
Suudi Arabistan’ın Şam’ı ziyareti, Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünün önündeki en önemli engelin de kalkması anlamına geliyor.
Suudi Arabistan öncesinde de Çin’in kolaylaştırıcılığında İran’la normalleşmişti; bu da peşinden Yemen’de ateşkes görüşmesini getirmişti.
Riyad’ın petrol ve dolar politikaları ile ŞİÖ ve BRICS organizasyonlarına dahli ise ABD’yi alarma geçirmiş durumda. ABD, Prens Muhammed bin Selman’la görüşmesi için Suudi Arabistan’a önce CIA Direktörü William Burns’ü gönderdi. Ardından 11 Nisan’da ABD’li Senatör Lindsey Graham, 12 Nisan’da ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, 13-14 Nisan’da da ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk ile ABD Uluslararası Enerji İşleri Özel Koordinatörü Amos Hochstein Suudi Arabistan’daydı.
Kısacası ABD, Suudi Arabistan’ı kaybetmemek için tüm kozlarını oynuyor. Zira Suudi politikalarındaki değişim, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını zaafa uğratıyor.
Sonuç olarak tablo şimdi şöyle: Esad kazandı, hepsi kaybetti.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Nisan 2023
Çok kutupluluk – dolarsızlaşma ilişkisi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 17/04/2023
Dikkatinizi çekmiştir: Son zamanlarda Çin’e yapılan ziyaretlerde, pek çok mesajın yanında, bir de dolarsızlaşma (de-dolarizasyon) mesajı veriliyor.
Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Çin ziyaretinde “Avrupa, ABD dolarının ülke dışı hakimiyetine bağımlılığını azaltmalıdır” demişti (Politico, 9.4.2023). Neden? Çünkü Macron, “ABD dolarına bağımlılığın vassallık yarattığını” saptıyor.
Örneğin Brezilya Cumhurbaşkanı Lua da Silva, Çin ziyaretinde, gelişmekte olan ülkelere “uluslararası ticarette doları terk ederek ulusal para birimlerine geçmeleri” çağrısı yaptı. Lula da Silva özetle 1) BRICS para birimi çağrısı, 2) IMF’ye alternatif önerisi ve3) Doları devre dışı bırakacak ticaret mekanizmaları hedefi açıkladı.
Daha önce bu konuyu incelediğimiz “Dolarsızlaşma: Petrodolar sisteminin kâbusu” başlıklı makalede de belirtmiştik: “Sadece BRICS ülkeleri değil, ASEAN ülkeleri de kendi aralarındaki ticarette dolar dışı paralar kullanma eğiliminde.”
Sadece onlar mı? İşte Türkiye ve Suudi Arabistan gibi dünyanın farklı coğrafyalarındaki bölgesel kuvvetler de artık ikili ticaretlerde ulusal paraları kullanma eğiliminde.
ABD’nin ‘alternatif’ endişesi
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov “ters dolarizasyon” diye nitelediği bu sürecin, gelecekte hız kazanacağını ve geri döndürülemeyecek bir eğilim olduğunu belirtti (TASS, 15.4.2023.)
Eski ABD Başkanı Donald Trump, tam da bu nedenle ABD’nin “tarihin en tehlikeli aşamasında” olduğuna dikkat çekti: “ABD düşüşte. Ekonomi çöküyor, enflasyon kontrolden çıktı. Para birimimiz çöküyor ve yakında 200 yıl içindeki en büyük yenilgimiz olarak dünya standardı olmaktan çıkacak. Birkaç yıl önce bu düşünülemezdi ama şimdi gözlerimizin önünde gerçekleşiyor” (Cumhuriyet.com.tr, 15.4.2023).
Sadece Trump mı? Eski ABD Hazine Bakanı Lawrence Summers “Çin ve Rusya ortaklığı nedeniyle ABD’nin küresel nüfuzunu kaybetmeye başladığına” dikkat çekerek uyarıyor: “Bretton Woods sistemi dünya çapında önemli sonuçlar getirmezse ciddi sorunlar doğacak ve alternatifler sunulacak” (Sputnik, 15.4.2023).
Çok kutupluluk inşası
Çok kutuplu/merkezli bir dünyaya, öyle masa başında pazarlıkla karar verilmiyor elbette. Çok kutupluluk, güç ilişkisiyle oluşuyor: ABD hegemonyası zayıfladıkça çok kutupluluk inşa oluyor, çok kutupluluk inşa oldukça ABD hegemonyası daha da zayıflıyor.
Somutlarsak:
1) Gelişen dünya, gelişmiş dünyanın kuruluşlarında (IMF, Dünya Bankası, G-20) ağırlık kazanarak ve kuruluşları reforma zorlayarak çok kutupluluğu inşa ediyor. (Çin’in 10 yıldır ısrarla sürdürdüğü reform çağrısına/baskısına direnen ABD’nin Hazine Bakanı Janet Yellen Dünya Bankası için reform çağrısı yaptı! (Bloomberg, 12.4.2023)).
2) Gelişen dünya, gelişmiş dünya kuruluşlarının karşısında kendi kuruluşlarını (ŞİÖ, BRICS, Asya Altyapı Yatırım Bankası, BRICS Yeni Kalkınma Bankası) oluşturarak çok kutupluluğu inşa ediyor. (Artık “BRICS parası” gündemde).
3) Gelişen dünya, emperyalist ABD’yi geri çekilmeye (Irak, Afganistan, Suriye) zorlayarak, onun savaş ve krizlerine karşı “barış masası” kurarak (Suudi-İran barışı, Ukrayna barış planı) çok kutupluluğu inşa ediyor.
4) Çok kutupluluk inşa oldukça dolarsızlaşma eğilimi artıyor, dolardan çıkış arttıkça çok kutupluluk inşası güçleniyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
17 Nisan 2023
ABD’nin savaşı genişletme planı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 15/04/2023
ABD açısından NATO “savaşı caydırma ittifakı” değil, savaşı zorlama aracıdır. Bunun en tipik örneği Ukrayna krizidir. ABD’nin Rusya’ya karşı NATO’yu adım adım genişletme siyasetleri Avrupa için bir caydırıcılık sağlamamış, tersine savaşa davetiye çıkarmıştır.
Bu nedenle de Karadeniz’e, NATO davetlerine hep özel dikkat çektik. Erdoğan’ın 11 Mayıs 2016’da NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’e yaptığı “NATO Karadeniz’de daha çok görünmeli” çağrısı da, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin 23 Eylül 2021’de Stoltenberg’le görüşmesinde “Karadeniz’deki NATO varlığının artırılmasını” istemesi de savaşı önleyen değil, savaşa davetiye çıkaran çıkışlardı.
ABD stratejisine alet oldular
Dahası, bu davetiyeler bölge ülkelerinin ABD tuzağına düşmesinin de aracı oldu. Çünkü ABD’nin Karadeniz stratejisi, “Montrö’yü delerek Karadeniz’i bir NATO gölü” yapmaktı. Soğuk Savaş boyunca Karadeniz’in tek NATO üyesi ülkesi Türkiye’ydi. ABD, Bulgaristan ve Romanya’yı da NATO üyesi yaparak, sayıyı üçe çıkardı. ABD Ukrayna ile Gürcistan’ı da üye yaparak, altı Karadeniz ülkesinden beşinin NATO üyeliğiyle Karadeniz’e “sınırsızca” girebilmek istiyordu.
Strateji bilmeyenler ABD’nin bu büyük oyununa alet oldular, roller aldılar; Ergenekon-Balyoz kumpaslarından Amirallere Montrö davasına kadar bir dizi olayla Washington’a alan açtılar.
Hatta, “oyun görüldü” dediklerinde bile ABD’ye alet olmayı sürdürdüler: ABD’nin 8-9 Temmuz 2016’da Varşova’da yapılan zirvesinde “NATO’nun Karadeniz’deki varlığının artırılması kararı almasına”, NATO’nun Nisan 2019’da Karadeniz’i “mücadele alanı” olarak belirlemesine, 14 Haziran 2021 zirvesinde NATO’nun Karadeniz bölgesinde “karada, havada ve denizde varlığını artırması”na ve Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO üyeliğine kadar bu ülkelerle askeri işbirliği geliştirmesine onay verdiler!
Karadeniz Karadenizlilerindir
Önceki gün Romanya’nın başkenti Bükreş’te “Karadeniz Güvenlik Konferansı” vardı. Konferansa uzaktan erişimle katılan Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, “Karadeniz’i Baltık Denizi gibi bir NATO denizi haline getirmenin zamanı geldi” çağrısıyaptı (Amerika’nın Sesi, 13.4.2023).
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Ukrayna’nın çağrısına şu tepkiyi gösterdi: “Karadeniz, asla ‘NATO denizi’ olmayacak. Burası ortak bir deniz. Tüm kıyıdaş ülkeler için işbirliği, etkileşim ve güvenlik denizi olarak kalmalı. Dahası bu, bölünmez güvenlik olmalı” (Sputnik, 13.4.2023).
Kremlin’in tutumu, Ankara’nın genel tutumuyla örtüşmektedir. O genel tutumun en sade ifadesi, 2008 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ tarafından “Karadeniz, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere ait bir konudur” şeklinde özetlenmişti (Cumhuriyet, 17.9.2008).
Uzun savaş stratejisi
Ukrayna’nın bu çağrısının esasına gelecek olursak…
ABD barış değil, son Ukraynalı kalana kadar “uzun savaş” istiyor. Avrupa ise savaşın uzamasından rahatsız. Hatta Fransa başta bazı Avrupa ülkeleri, Çin’in 12 maddelik barış planını fırsat görüyorlar.
Washington, Çin’in barış planının hayata geçmemesi ve “Ukrayna’da uzun savaş stratejisinin” sürebilmesi için, savaş alanını genişletmek istiyor: Ukrayna’nın “Karadeniz NATO denizi olmalı” çağrısı da, Polonya-Ukrayna ittifakının sahaya yansıtılmaya çalışılması da işte bu hedefin gereğidir.
Fakat Montrö Sözleşmesi oldukça, Karadeniz’i “NATO gölü/denizi” yapması zor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Nisan 2023