Posts Tagged Çin
Beyaz Saray’da Pakistanlı komutan
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 21/06/2025
Yakın zamanda bölgemizde Hindistan-Pakistan savaşı vardı. Şimdi de İsrail-İran savaşı sürüyor. Hindistan’ın İsrail’le çok özel ilişkileri var, Pakistan da İran’a açıktan destek açıkladı.
Öte yandan Pakistan, SSCB’ye karşı Afganistan savaşında ABD’nin çok özel bir müttefikiydi. Ama geride kalan yıllar içinde Pakistan’ın Çin’le çok derin bir ilişkisi oluştu. ABD’yi fazlasıyla rahatsız edecek düzeyde stratejik bir ilişki bu.
Bu girişi neden mi yaptım? Çünkü Beyaz Saray’da çok ilginç bir görüşme vardı.
Trump’ın özel misafiri
ABD Başkanı Donald Trump, Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir ile Beyaz Saray’da görüştü.
Bu görüşme pek çok yanıyla ilginç. Zira ABD Devlet Başkanı, bir başka ülkenin siyasi lideriyle değil, askeri lideriyle görüşüyor. Üstelik o asker Genelkurmay Başkanı değil.
Görüşmede Trump’a iki isim eşlik etti: ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Beyaz Saray Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff.
Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir’e ise bir isim eşlik etti: Pakistan İstihbarat Servisi (ISI) Başkanı Korgeneral Asım Malik. Malik aynı zamanda Pakistan Ulusal Güvenlik Danışmanı.
İlginç konular
Katılımcılar kadar konuşulan konular da ilginç.
Pakistan Silahlı Kuvvetleri Halkla İlişkiler Servisi’nin yaptığı açıklamaya göre Trump ile Münir şu konuları ele almış: “İran-İsrail çatışması, Pakistan-Hindistan gerilimi, Pakistan-ABD ilişkileri, terörle mücadelede işbirliği.”
Tamam, bir devlet başkanının, bir başka ülkenin kara kuvvetleri komutanıyla görüşüyor olması tek başına yeterince ilginç ama yine de bu işaret edilen konular elbette şu süreçte konuşulması “normal” konular, denilebilir. Ancak ya şunlar?
Pakistan Silahlı Kuvvetleri Halkla İlişkiler Servisi’nin açıklamasında Trump ile Münir’in şu konuları da ele aldığı belirtiliyor: “Ticaret, ekonomik kalkınma, maden ve mineraller, yapay zeka, enerji, kripto para birimleri ve yeni teknolojiler” (AA, 19.6.2025)
Bir devlet başkanı, bir başka ülkenin kara kuvvetleri komutanı ile neden ekonomi konuşur, neden ticaret konuşur, neden maden konuşur, hatta neden kripto para konuşur? Bunda bir tuhaflık yok mu?
Ziya ül-Hak’ın darbesi
Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir’in ABD ziyareti ve Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’la görüşmesi, bana Ziya ül-Hak’ı anımsattı. “İslamcı general” denilen Pakistan Genelkurmay Başkanı Ziya ül-Hak, 5 Temmuz 1977’de darbe yaparak Zülfikar Ali Butto’yu devirmiş ve Pakistan’ı iki yıl sonra Afganistan’da SSCB’ye karşı ABD’nin özel operasyon üssüne dönüştürmüştü.
Bu süreçte CIA, Pakistan İstihbarat Servisi ISI ile özel bir işbirliği yürütmüş, Suudi Arabistan’dan Mısır’a, pek çok ülkeden mücahit getirerek onları birlikte Pakistan’da eğitip Afganistan’a sevketmişlerdi.
Uzun dört yıl
Züya ül-Hak’ın bir darbeyle ülkesini ABD stratejisine eklemlemesi, coğrafyamızın çok özel bir kesitinde ve tarihin çok önemli bir anında olmuştu.
Öyle ki bu kesiti “uzun dört yıl” diye isimlendirebiliriz: Pakistan’da darbe (1977), SSCB’nin Afganistan’ı işgali (1979), İran’da Humeyni’nin Şah’ı yıkması (1979), Türkiye’de darbe (1980), İran-Irak savaşı (1981).
Bu uzun dört yıl, sonucu günümüze kadar uzanan derin değişimler doğurmuştu.
ABD askerlerle daha kolay çalışıyor
Elbette doğrudan Ziya ül-Hak – Asım Münir benzetmesi yapmıyorum. Zira Pakistan İsrail’e karşı İran’ı destekliyor ve Münir de Beyaz Saray’daki görüşme öncesinde ülkesinin bu tutumunu açıklamasında sergiledi.
Ama yine de ABD Başkanı’nın Beyaz Saray’da Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmesi, üstelik ancak bir devlet başkanıyla görüşülecek türden konuları görüşmüş olması, elbette ilginç ve dikkat çekicidir. Dahası dikkatle izlenmelidir.
Çünkü ABD açısından Pakistan’ın pozisyonu kritik önemde. Pakistan’ın Çin, İran ve Hindistan ilişkileri, hatta Azerbaycan ve Türkiye ilişkileri ABD açısından çok boyutlu önemde.
Unutulmamalı: Pakistan Başbakanı İmran Han “kendisine Amerikancı bir darbe yapıldığını” savunmuştu ama yerine gelen Şahbaz Şerif de Çin’le iyi ilişkileri sürdürdü, sürdürüyor. Görünen o ki hangi parti seçimle gelirse gelsin, Çin’le işbirliğini sürdürecek.
ABD, işte böyle zamanlarda özellikle askerlerle çalışmak ister!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
21 Haziran 2025
Avro dolara baş kaldırıyor
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 07/06/2025
ABD’nin küresel hegemonyası iki temel güce dayanıyor: Amerikan silahlarının gücü ve Amerikan dolarının gücü…
ABD 1944’te Bretton Woods sisteminde doları altına sabitledi, 1971’de ise doları altına sabitlemeyi bırakıp, fiilen silaha sabitledi!
Dolar hem küresel ticarette kullanılarak hem de ülkelerin merkez bankalarında rezerv para olarak ABD hegemonyasını sağladı.
Doların payı geriliyor
Fakat durum değişiyor. Doların hem küresel ticaretteki kullanımı hem de merkez bankalarındaki rezerv para olma oranı düşüyor. Bu durum çok kutupluluğun hem sonucudur ama hem de çok kutupluluğu hızlandıran bir nedendir. Öyle ki bu değişim ABD’nin müttefiki AB’yi bile etkilemektedir.
Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde, doların küresel döviz rezervlerindeki payının yüzde 58’e gerilediğini, bunun avro için bir fırsat olduğunu savunuyor (Harici, 2.6.2025).
Avronun şu anda küresel döviz rezervlerindeki payı yüzde 20. Lagarde bu oranın üç dayanakla yükselebileceğini düşünüyor:
1) Avro bölgesinin sağlam ve güvenilir bir jeopolitikle temellenmesi.
2) Güçlü askeri kapasitelerle desteklenmesi.
3) AB Sermaye Piyasaları Birliğinin oluşturulması.
Büyük Avrupa projesi
Bu üç dayanak, pratikte AB’nin ABD’den stratejik özerklik kazanması demektir. AB, Trump yönetiminin hem siyasi hem ekonomik uygulamaları nedeniyle yeniden stratejik özerkliği dile getirmeye başladı.
Tabi AB içinde ABD’ye karşı mesafeli pozisyon almak isteyenlerin iki ayrı grup olduğunu belirlememiz gerekiyor. Bir grup, AB’yi küresel güç yapmak için stratejik özerklik kazanmak isteyenlerdir. Diğer grup ise Trump’lı yeni Amerika’ya karşı eski Amerikancılık yapan Atlantikçilerdir. Zaman zaman aralarında geçişkenlik de yaşanmaktadır: Eski Amerikancılık yapabilmek üzere stratejik özerkliği savunanlar gibi…
Ama çok kutuplu dünya inşası, kaçınılmaz olarak en hızlı Atlantikçileri bile bağımsızlık söylemlerine zorlayacaktır, zorlamaktadır.
Örneğin Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa’nın ABD’den “bağımsızlığı” için yeni bir “büyük Avrupa projesi”nden yana olduğunu açıkladı. Proje, “yarının dünya ekonomisinde liderlik rolü” üstlenebilmeyi hedeflemektedir (Harici, 2.6.2025).
Dolayısıyla Lagarde “dolara karşı avro” çıkışı, Leyen’in işaret ettiği hedefin gereğidir.
Dolarsızlaşma eğilimi
Avronun dolara baş kaldırması sonuç verir mi, hatta bu politika Atlantik ilişkilerine rağmen sürdürülebilir mi, tartışılır. Ama tartışılmaz yeni gerçeklik şudur: Doların küresel ticaretteki payı da küresel rezerv olma payı da azalıyor. Bunun esas nedeni de Küresel Güney’in güçlenmesidir.
BRICS ülkeleri başta kimi Küresel Güney ülkeleri birbirleriyle ticaretini artık dolar üzerinden değil, ulusal paraları üzerinden yapıyor. BRICS genişledikçe ulusal paralarla ticaret oranı da artmış oluyor. Gün geçtikçe artan bu ulusal paralarla ticaret eğilimi, doların küresel ticaretteki payını yavaş yavaş azaltıyor.
Aynı şekilde Küresel Güney ülkeleri merkez bankalarındaki doların payını azaltıp, çeşitli paralarla çeşitlendirmeye yöneliyor.
AB-Çin ilişkisinin önemi
Bu, çok kutupluluk inşasıdır esas olarak…
Genişleyen ve ulusal paraların rolünü artırarak doların hegemonyasını zayıflatan BRICS merkezli Küresel Güney’in rolü adım adım uluslararası platformlarda artıyor.
Öyle ki ABD’nin geleneksel müttefiki AB bile bunu avro için, stratejik özerklik için, küresel ekonomideki payı için bir fırsat olarak görüyor.
AB’nin bu fırsatı realize edebilmesinin yolu ise ABD’nin ticaret savaşına karşı BRICS ile işbirliği yapabilmesinden geçiyor. Yani AB-Çin ilişkisi, önümüzdeki dönem açısından kritik bir öneme sahip…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Haziran 2025
İngiltere ve Almanya’nın Asya-Pasifik hesapları
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 03/06/2025
Eski ABD yönetimi Avrupalı liderleri zorla Ukrayna savaşına itti, önce direndiler ama sonra ABD’nin stratejisine eklemlendiler. Sonuç? Ucuz Rus enerjisinden mahrum ekonomileri perişan durumda. Şimdi yeni ABD yönetimi Ukrayna’da barış arıyor ama Avrupa liderleri bu kez barışa direnip, “savaşa devam” diyor!
Bitmedi..
Yeni ABD yönetimi Avrupalı liderlere, “siz bölgenizle ilgilenin, Asya-Pasifik’te Çin’i sıkıştırmak bizim işimiz” diyor özetle ama Avrupalı liderler kabul etmiyor, “Çin asıl bizim düşmanımız, düşmanımıza karşı Asya-Pasifik’te çıkarlarımızı savunmak için asker bulunduracağız” diyor!
Şimdi bu tabloyu nasıl açıklayabiliriz? Avrupalı liderlerin bu politikalarını akılla açıklamak mümkün mü? Politik genlerindeki sömürgecilik mi depreşiyor yoksa?
Alman ordusu neden Asya-Pasifik’te?
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, “Avrupa kendi bölgesine odaklanmalı ki biz de Çin’den gelen tehditleri ele almaya odaklanabilelim” dedi.
Ama Almanya ve İngiltere, ABD’nin bu “Asya-Pasifik’te Çin’le mücadeleyi bize bırakın” tutumuna karşı.
Singapur’daki Shangri-La Diyalog Konferasında konuşan Almanya Savunma Bakanı Casten Reuer, ABD’nin bu çağrısına rağmen, “Alman ordusu Asya-Pasifik güvenliğinde rol almaya devam edecek” dedi.
Böylece 2021’de ABD’nin zoruyla bölgeye savaş gemisi gönderin Almanya, ABD’nin “artık gerek yok” demesine rağmen Asya-Pasifik’te olmak istiyor.
Peki Çin karasularına yakın denizlerde savaş gemisi bulundurmak, Almanya’nın hangi çıkarının gereği? Tersine Çin, Batı yarımküredeki denizlerde, bu ülkelerin karasularına yakın denizlerde sürekli savaş gemisi dolaştırsa ne olur?
Alman profesörün “çöküş” uyarısı
Almanya bir yandan Rusya’ya karşı Ukrayna’yı daha fazla destekleyerek kendisini neredeyse doğrudan savaşa eklemliyor, bir yandan da Çin’e karşı Asya-Pasifik’te savaş gemisi dolaştırıyor!
Oysa ABD’nin bu politikaları Alman ekonomisini geriletti. Hatta ünlü Alman Prof. Max Otte’ye göre Alman ekonomisi bir gerileme değil, çöküş yaşıyor.
Max Otte, Almanya’nın sistematik olarak sanayisizleştiğini, egemenliğini yitirdiğini ve ABD’nin çıkarlarına hizmet eden politikalar izlediğini vurgulayarak, Rus gazına ve nükleer enerjiye dönüş olmadan toparlanmanın on yıllar alacağını belirtti (Harici, 2.6.2025).
Evet, Almanya ABD’nin çıkarlarına zorlandı, Rusya’dan ucuz gaz temin etme ayrıcalığını kaybetti, bu durum Alman sanayisinin avantajlarını yok etti, ABD’nin zorlamasıyla Rusya’ya yaptırım uygulayıp ekonomisine zarar verdi ama Almanya şimdi bu yanlıştan dönme şansı varken, tersine yanlışı daha da derinleştirme peşinde…
İngiliz savunma raporundaki Amerikancılık
Politik sömürgeci genleri daha baskın olan İngiltere de Çin düşmanlığının tonunu artırıyor.
İngiltere, yeni yayımlanan savunma değerlendirme raporunda Çin’i “karmaşık ve kalıcı bir tehdit” olarak nitelendiriyor.
İngiliz hükümetinin resmi sitesinde yayımlanan belgede şu ifadeler yer alıyor: “Çin, karmaşık ve sürekli bir meydan okumadır. Beijing, Hint-Pasifik bölgesinde hakimiyet kurmak, ABD’nin etkisini zayıflatmak ve uluslararası düzene baskı uygulamak amacıyla ekonomik, teknolojik ve askeri kapasitesini giderek daha aktif biçimde kullanmaktadır” (Sputnik, 3.6.2025).
Ne denilebilir ki! Amerika’dan çok Amerikancılık yapmak, tam da budur! Şöyle ki, ABD’de iki ABD var artık. Bu Londra ve Berlin’e de sirayet ediyor…
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
3 Haziran 2025
Amerikan zorbalığına karşı Çin-Rusya ortaklığı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 10/05/2025
Küresel güç mücadelesinin çok boyutlu ilerlediği süreçte, Moskova’da kritik önemde bir zirve vardı: Çin-Rusya liderleri zirvesi.
Avrupa’nın Hitler zorbalığından ve Nazilerden kurtuluş günü töreni için Moskova’ya giden Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte ABD başta tüm dünyayı ilgilendiren çok önemli mesajlar verdi.
Önce mesajları tek tek inceleyelim, ardından da bu mesajlardan hareketle küresel güç mücadelesindeki son durumu ele alalım:
Tarihteki en yüksek seviye
Putin’in kapsamlı işbirliği ve ortaklık mesajı: “Rusya-Çin ilişkileri, tarihteki en yüksek seviyeye ulaştı.”
Putin’in ABD’nin küresel ticaret savaşına karşı ortaklık mesajı: “Rusya ve Çin, üçüncü ülkelerin etkisine karşı koruma altına alınmış, sürdürülebilir bir karşılıklı ticaret sistemi kurdu.”
Putin’in ABD’nin dolar silahına karşı dolarsızlaşma hamlesi mesajı: “Rusya ve Çin arasındaki neredeyse tüm ticareti operasyonlar ruble ve yuan cinsinden gerçekleşiyor.”
Sakin ve kendinden emin ortaklık
Xi’nin Amerikan zorbalığına karşı ortaklık mesajı: “Çin ve Rusya, tek taraflılık, güç politikası ve zorbalığa karşı özel sorumluluk üstlenecek.”
Xi’nin ortaklığın niteliği mesajı: “Çin ve Rusya arasında bağ, ‘daha sakin, kendinden emin, istikrarlı ve dirençli hale’ geldi.”
Xi’nin çok kutupluluk ve ekonomik küreselleşmenin niteliği mesajı: “Eşit ve düzenli çok kutuplu dünya, yararlı ve kapsayıcı bir ekonomik küreselleşme için Çin ve Rusya el ele çalışacak.”
Trump’ın Altın Kubbe’sine ortak tepki
Xi ve Putin, imzaladıkları ortak bildiriyle, ABD’nin “Altın Kubbe” füze savunma sistemi projesine sert tepki gösterdiler. İki lider, Trump’ın bu projesinin “istikrarı derinlemesine bozacak bir niteliğe sahip olduğunu” belirterek, “ABD’nin bu projeyle uzaya silah konuşlandırmayı öngördüğü” uyarısı yaptı.
Altın Kubbe, ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve başlar başlamaz ilan ettiği ve 27 milyar dolar bütçe ayırdığı bir proje. Trump bunu bir ihtiyaç diye savunabilmek için “Çin’in hipersonik füzelerine karşı savunma sistemi” diye tanıttı.
Nükleer risk uyarısı
Xi ve Putin, imzaladıkları ortak bildiride hem “nükleer riske” işaret ettiler hem de ABD ve müttefikleri ile askeri ittifakları olan NATO konusunda uyarılar yaptılar:
”Nükleer beşli içindeki bazı ülkeler, Soğuk Savaş zihniyetinin terk edilmesine bağlı kalmıyor.”
”Askeri ittifaklar, güce dayalı baskı uygulamak için nükleer devletlerin sınırlarına kadar genişliyor. Bu genişlemeyle beraber gelişmiş saldırı silahları sistemlerinin konuşlandırılmasına yönelik adımlar da atılıyor.”
ABD’nin durduramayacağı süreç
Mesajlar böyle, gelelim bu mesajlardan hareketle küresel güç mücadelesindeki son duruma…
ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı ve küresel liderliğinin erozyona uğradığı şartlarda çok kutuplu/merkezli bir dünya adım adım inşa oluyor. ABD ve Çin, “belirleyen” iki merkezi, AB, Rusya ve Hindistan ise “etkileyen” üç merkezi oluşturuyor.
Trump, her ne kadar Ukrayna’da “tavizli barış” üzerinden Rusya’yı Çin’den koparmayı amaçladıysa da bunu başaramayacağını sanırım görmeye başladı. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarından gelen kimi işaretler, ABD’nin Rusya’yı AB ve İngiltere’nin dengeleyiciliğine bırakarak, doğrudan Çin’e yönelmek istediğine işaret ediyor. Amerikan devlet aygıtı, Asya Pasifik’te Hindistan’dan Japonya’ya uzanan bir zincirle Çin’i çevreleme stratejisini derinleştirmenin peşinde…
Sonuç mu? Washington’un hiçbir hamlesi, çok merkezli dünyanın inşasını durduramayacak.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Mayıs 2025
Pakistan’daki CIA örgütleri
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 29/04/2025
Keşmir’in Pahalgam bölgesinde, turistleri hedef alan silahlı saldırı Hindistan ile Pakistan’ı karşı karşıya getirdi. 26 kişinin öldüğü 22 Nisan’daki saldırıyı Leşker-i Tayyibe örgütünün bir kolu olan Direniş Cephesi (TRF) üstlendi.
Hindistan yönetimi bu örgütün Pakistan merkezli bir örgüt olması nedeniyle Pakistan’ı hedef aldı. Pakistan yönetimi ise suçlamaları reddetti.
Ancak iki ülkenin tarihsel sorunları nedeniyle yine de tansiyon yüksek ve gerilim sınırda karşılıklı askerlerin ateş açmasına kadar vardı. Vizelerin iptalinden hava sahasının kapatılmasına kadar bir dizi karşılıklı karar da alındı. İki ülkenin nükleer güç olması, meseleyi daha da kritik hale getiriyor.
Pakistan’ın komşularını hedef alan örgütler
Peki Leşker-i Tayyibe örgütünün Pakistan merkezli olması Pakistan’ı suçlamaya yeter mi?
Örneğin bir süre önce Pakistan’daki Çinli işçileri hedef alan bir saldırı olmuş, onu da yine Pakistan merkezli Belucistan Kurtuluş Ordusu üstlenmişti. Öncesinde de Çin’in işlettiği Gwadar Limanı’na yine bir terör saldırı olmuş, Belucistan Kurtuluş Örgütü saldırıyı üstlenmişti.
Örneğin, yine yakın zamanda, Ceyşu’l Adl isimli Pakistan merkezli örgüt, İran’ı hedef almış, Tahran yönetimi de bu örgüte ait olduğunu belirttiği Pakistan’daki mevzileri vurmuştu.
Pakistan’da böyle onlarca büyük, yüzlerce küçük örgüt var. Peki bu örgütlerin varlığı ve saldırıları nedeniyle Pakistan yönetimi mi suçlanmalı?
ABD Pakistan’ı üs yapmıştı
Bu örgütlerin varlık zeminini siyasal ve tarihsel olarak anlamadan yapılacak her değerlendirme eksik olur. Zira Pakistan yönetimi de bu örgütlerin hedefinde…
Bu örgütlerin önemli bir kısmı gerçekte CIA örgütleridir!
Evet, Pakistan’ı Afganistan’daki SSCB’ye karşı saldırı üssü yapan, Suudi Arabistan başta pek çok ülkeden “cihatçıyı” Pakistan’a yönlendiren, bu örgütleri kuran, finanse eden, eğiten ABD’dir, CIA’dır, Pentagon’dur.
Bu örgütlerin geride kalan yıllar içinde zaman zaman ABD’yi de hedef almış olması, “made in USA” olma durumunu değiştirmez. Bu ilişkiler böyledir, kurarsınız ama her zaman tam denetiminizde olmaz, kalamaz. Örgüt büyür, bir kolu kontrolden çıkar vb. Nitekim 1979’dan bu yana Pakistan’da yüzlerce örgüt bölünmesi, yüzlerce yeni örgüt kurulması örnekleri yaşandı.
ABD Pakistan’da uyguladığını, Türkiye’de de uyguladı. Suriye’de iç çatışma başladığında Türkiye sınırı da benzer durumu yaşadı. Gündüz Türkiye’deki çadır kentlerde kalan, gece silahıyla sınırı geçip Suriye’de savaşan cihatçı görüntülerini anımsayınız…
Pakistan: “Cihat, Batı tarafından yaratıldı”
O nedenle bugünkü saldırılarından Pakistan yönetimini sorumlu tutmak doğru değil ama ülkeyi ABD’nin operasyon üssüne çevirmesine izin veren eski Pakistan yöneticileri, CIA’nın şubesi gibi çalışan Pakistan istihbaratı elbette sorumlu. (CIA, Pakistan devlet aygıtı içinde hâlâ etkin, bu da bir başka ciddi sorun oluşturuyor.)
Bu gerçeği Pakistan’ın şimdiki yönetimi de görüyor ve kabul ediyor zaten. Pakistan Savunma Bakanı Khavaja Muhammed Asıf, “Cihat, Batı tarafında yaratıldı” diyor ve ülkesinin “ABD’nin bölge politikaları nedeniyle terörün mağduru olduğunu” savunuyor.
Asıf, Pakistan’ın geçmişte “Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen Afganistan savaşına katılarak ABD adına cihatçıları eğitmek ve yerleştirmek için bir üs haline gelmesinin, büyük bir hata olduğunu” belirtiyor ve ekliyor: “Batı tarafından icat edilen cihat kavramı, Pakistan toplumunun dokusunu değiştirdi ve bugünkü sorunlara zemin hazırladı.” (cumhuriyet.com.tr, 28.4.2025).
Üç ülke, üç hedef
Kuşkusuz bu örgütlerin mensupları, hatta üst düzey yöneticileri bile bu ilişkileri bilmez, hatta bu örgütlerin üyeleri ABD’ye karşıdır ama ilişkinin doğası nedeniyle, bu tür örgütler çoğu zaman ABD’nin işine yarayan eylemlerde bulur kendini!
Pakistan’daki bu CIA örgütleri de ABD’nin işine yarayan üç amaca hizmet ediyor:
1) Kuşak ve Yol projesi üzerinden Çin’i hedef alıyor: Gwadar limanı, stratejik öneme sahip. Çin petrol tankerleri, Arap/Fars Körfezi’nden çıktıktan sonra uzun yolu ve kritik Malaka Boğazı’nı geçmeden, körfeze çok yakın olan Gwadar’a boşatıyor yükünü. Petrol, Gwadar’dan boru hattıyla ülkenin kuzeyine iletiliyor ve Çin’in batısındaki Kaşgar’a bağlanıyor. (ABD’nin Sincian-Uygur meselesini kışkırtmaya çalışmasının bir nedeni de budur.)
2) İran-Pakistan ilişkilerini hedef alıyor: Belucistan’ın ayrılığı için hareket eden örgütler zaman zaman İran’ı hedef alarak, İran ile Pakistan’ı karşı karşıya getirmeye çalışıyor.
3) Hindistan-Pakistan savaşının çıkmasını amaçlıyor: Pakistan merkezli bu CIA örgütleri, son olayda da görüldüğü üzere, iki ülkeyi savaştırmak istiyor. İki ülke savaşmasa bile, ilişkilerinin dondurulması hatta soğutulması bile bu örgütlerin (tabii ABD’nin) işine geliyor.
ABD’nin üç amacı
İşte işin bam teli de bu: Hindistan ile Pakistan’ı karşı karşıya getirmek ABD için bir kaç yönlü getiri olarak değerlendiriliyor.
1) Pakistan ve Hindistan savaşırsa, bu yükselen Asya’yı zayıflatır, Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) dağıtır! Tersine Çin ve Rusya bu iki ülkeyi ŞİÖ içinde barışa taşıyor…
2) Pakistan ve Hindistan savaşı çıkarsa, Çin-Pakistan ilişkileri nedeniyle ABD Hindistan’ın kendisine daha çok yanaşacağını hesaplıyor. Bu da ABD’nin “Çin’e karşı Hindistan’ı dengeleyeci faktör yapma” stratejisini besliyor.
3) ABD, Pakistan-Hindistan savaşı üzerinden, Rusya-Hindistan işbirliğini de baltalayacağını hesaplıyor.
ABD-İsrail-Cihatçılık bağı
Görüldüğü üzere Pakistan merkezli örgütlerin Çin’i, Hindistan’ı, İran’ı hedef alması, son tahlilde ABD’ye, ABD’nin amaçlarına yarıyor.
ABD, zaman zaman kendisine zarar veriyorsa bile, işte bu tür stratejik kazançları nedeniyle bu örgütlerle ilişkisini sürdürüyor. Zira “cihatçılık” üzerinden bu örgütleri ve kollarını, ihtiyaç duyduğu coğrafyalarda kullanıyor.
Suriye sahası, Afganistan sahasından sonra ABD için ikinci büyük vaka alanı oldu. İşte Ankara’nın da desteklediği HTŞ! Bu cihatçı terör örgütü Şam’da iktidar oldu ve şimdi İsrail’le anlaşmaya doğru gidiyor.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu açık açık HTŞ’nin Beşar Esad’ı devirmesini kolaşlaştırdıklarını açıklıyor: “İran Esad’ın devrilmesini önlemek için Şam’a havadan asker indirmeyi planladı, F-16’larla önledik. İran’ın Esad’a gönderdiği silahların yüzde 90’ını da imha ettik.”
Sonuç olarak ABD-İsrail-Cihatçı örgütler bağını kavramak, doğru politik mevzi inşa edebilmenin öncelikli yoludur.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
29 Nisan 2025
Sullivan’ın belgesi, Trump’ın tarifesi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/04/2025
ABD Başkanı Donald Trump’ın esas olarak Çin’e açtığı ticaret savaşının sürdürülemezliği ortada. Nitekim Trump önce müttefiklerine uyguladığı tarifeyi (gümrük vergisini) erteledi ve müzakereye başladı, şimdi de Çin’e koyduğu gümrük vergisini düşüreceği mesajı verdi.
Trump, Çin’e uygulanan yüzde 145 vergi için “Evet çok yükseldi, o kadar yüksek olmayacak, önemli ölçüde düşecek ancak sıfır da olmayacak” dedi. Ayrıca ABD Hazine Bakanı Scott Bessent de, Çin ile ticaret savaşının “sürdürülemez” olduğunu belirtti.
Bu, Trump‘ın şantajına karşı Çin’in misilleme yaparak, her artışa artışla yanıt verip tırmandırma taktiği uygulayarak kazandığı bir başarıdır öncelikle.
ABD’nin açmazları
Trump, 21. yüzyılın “öngörülemez ve güvenilemez” türünde liderlerin başında geliyor. Yarın tam tersini söyleyebilir ve tam tersi istikamette bir hamle yapabilir.
Kuşkusuz bu Trump’ın kişisel özelliklerinden kaynaklandığı gibi ABD’nin sıkışmışlığından, oyun kuramamasından, açmazlarından da kaynaklanmaktadır.
Çünkü ABD ticaret savaşını iyi durumda olduğu için değil, gerilediği için açtı. Açmaz şu ki bunun ABD’nin gerilemesini önlemesi mümkün değil. Trump’ın ilk başkanlığı dönemindeki ticaret savaşı ABD’nin hegemonyasının azalmasını durduramamıştı, ikinci başkanlığı dönemindeki ticaret savaşı da durduramayacak.
Neden mi? Çünkü ABD’nin gerilemesi ekonomik, siyasi ve askeri boyutları olan tarihsel bir olaydır. ABD’nin liberal kapitalizmi gerilemekte, Çin’e özgü sosyalizm yükselmektedir, Batı inmekte Doğu/Güney çıkmaktadır.
Sistemin çökme endişesi
Trump ve Trumpizm tam da bu nedenle var. Trump, ABD siyasetinde bir sapma değil, emperyalist hegemonyanın gerilemesine karşı sistemin şu aşamada başvurduğu bir tedavi seçeneğidir. Trumpizm, palazlanan yeni tekno-dijital ekonomi sermayesinin atılımcılığının adıdır.
Sistem neden tedavi seçeneği deniyor? Çünkü ABD’nin kurduğu ve merkezinde olduğu sistem çökme emaresi gösteriyor. Anımsayın: Dünyanın en zengin 205 milyarderi iki yıl önce Dünya Ekonomik Forumu Davos’ta çağrı yaparak “bizi vergilendirin” demişti. Çünkü “en zenginler”, kazandıklarının bir bölümünden vazgeçmedikleri takdirde, sistemin başlarına yıkılacağının endişesini yaşıyorlar.
ABD’nin egemen sınıfı ve devlet aygıtı işte bu riske karşı çare arıyor. Eski Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın iki yıl önce Brooking Esntitüsünde yaptığı “Amerikan Ekonomik Liderliğinin Yenilenmesi” başlıklı konuşması, o çare arayışlarındandı. Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinde yayınlanması da konuşmayı yarı-resmi belge niteliği haline getiriyor zaten.
Neoliberalizm yenildi
Trump’ın neden ticaret savaşı yürüttüğünü anlamak için Sullian’ın belgesine bakmalıyız:
“Kamu yatırımı vizyonu soldu; vergi indirimi, kuralsızlaştırma, özelleştirme ve ticaretin serbestleştirilmesi kendi başına bir amaç haline geldi. Piyasaların sermayeyi her zaman verimli ve etkin bölüştürmediği görüldü. ABD sanayisi darbe aldı. Ekonomik entegrasyonun, açık bir küresel düzen oluşturamadığı görüldü. Her türlü büyümenin iyi olmadığı ortaya çıktı. Eşitsizlik, demokrasiye zarar verdi. Büyümenin kazançları emekçilere ulaşmadı. Zenginler daha da zenginleşirken ABD orta sınıfı zayıfladı. Amerikan düzeni, son birkaç on yılda çatlamaya başladı, yeni bir düzen inşa etmek gerekiyor.”
“Çin, sanayiyi, temiz enerjiyi, dijital altyapıyı ve gelişmiş teknolojileri sübvanse ederken ABD üretimi kaybetmekle kalmadı, kritik teknolojilerdeki rekabet gücü de aşındı. Yerli kapasiteyi geliştirmek ABD için çıkış noktası ama sınırlarını aşıyor. O nedenle ABD ortaklarla birlikte çalışmalı. Sistem açısından 90’ların ana uluslararası ekonomik projesi gümrük tarifelerini düşürmekti. Ancak ABD’nin gümrük tarifeleri diğer ülkelere göre düşük kaldı. Politikayı tarife indirimine dayalı olarak tanımlamak ve ölçmek doğru değil. ABD Ticaret Temsilcisi Katherine Tai’ın dediği gibi, ‘Piyasanın serbestleştirilmesine yemin etmedik.’ ABD, temel teknolojiyi küçük bir avlu ve yüksek bir çitle koruyor. Ya birlikte (hem içeride orta sınıflar hem de ABD’nin müttefiki devletler) yükselinecek ya da birlikte düşülecek.”
Bu saptamalar, esas olarak neoliberalizmin yenilgisinin saptamasıydı aslında…
İşte Trump’ın gümrük duvarlarını yükseltme hamlesinin gerisinde, Sullivan’ın da saptadığı bu “neoliberalizmin yenilgisi” ve “Amerikan gerilemesi” gerçeği var.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Nisan 2025
ABD Çin’e açtığı ticaret savaşını neden kazanamaz?
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 15/04/2025
ABD’ye göre Çin’le ticaret savaşı, Washington’un elinin güçlü, Beijing’in elinin zayıf olduğu bir poker oyunudur. Hatta ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, ABD’nin her gümrük vergisi artışına Çin’in misilleme yapmasını “büyük hata, çünkü bir çift ikiliyle oynuyorlar” diye yorumladı.
Bessent’in bakışı baştan sorunlu. Çünkü poker sıfır toplamlı bir oyundur. Bir oyuncunın kazanması, diğer oyuncunun kaybetmesiyle mümkündür.
Oysa ABD’nin açtığı ticaret savaşı, iki tarafın da kaybedeceği bir savaştır. Dahası ABD’nin kaybedecekleri Çin’den daha çoktur. Üstelik ABD’nin “kaybet-kaybet” anlayışına karşı Çin “kazan-kazan” önerirken…
Peki, ABD Çin’e açtığı ve tırmanma eğilimi gösteren ticaret savaşını neden kazanamaz? Verilere dayanarak beş maddede açıklayalım:
ABD Çin’den aldıklarını karşılayabilir mi?
1) ABD-Çin ticaret verilerine bakalım önce: 2024 yılında ABD Çin’e 199,2 milyar dolarlık mal ve hizmet ihraç etti. ABD’nin Çin’den ithalatı ise 462 milyar dolar. Yani ABD 2024 yılında Çin’e karşı 263,3 milyar dolarlık ticaret açığı verdi.
Trump ve ekibi, gümrük vergisi uygulayarak bu açığı kapatacağını hesaplıyor. Oysa iktisatçılara göre ticaret savaşında avantaj açık veren ekonomide değil, fazla veren ekonomide.
Çünkü ticaret savaşında Çin, ABD’ye mal ve hizmet satarak kazanacağı paranın bir bölümünden vazgeçmiş oluyor. ABD ise üretmediği için Çin’den aldığı mal ve hizmetlerden vazgeçmiş oluyor.
Gelir kaybeden Çin, harcama kısarak, başka pazarlara mal satarak vb çeşitli yollarla o geliri telafi edebilir. Nitekim ABD, Çin’in ihracatının yalnızca %14’ünün yapıldığı bir pazardır. Peki ABD üretmediği halde almaktan vazgeçtiği malların yerine koyabilecek mi?
Verilere bakalım: (Bu veriler şu kaynaklardandır: 1) Adam Posen, Ticaret savaşlarını kaybetmek kolaydır, Foreign Affairs, 9.4. 2025. 2) Gideon Rachman, Xi’nin eli neden trump’tan daha güçlü?, Financial Times, 14.4.2025, Çev: harici.com.tr. 3) Michael Roberts, Gümrük vergileri, Triffin ikilemi ve doların akıbeti, Michael Roberts Blog, 13.4.2025, Çev: harici.com.tr.)
– Amerikan antibiyotiklerinin yüzde 50’sinde kullanılan bileşenler, Çin’de üretiliyor.
– Amerikan F-35’leri, Çin’den tedarik edilen nadir toprak elementlerine bağımlı. (ABD’nin Grönland’ı işgal ederek ya da Ukrayna’nın nadir elementlerine çökerek bu bağımlılığı kırabilmesi kolay değil.)
– Dünyadaki klimaların yüzde 80’ini Çin üretiyor.
– ABD’nin ithal ettiği elektrikli fanların yüzde 75’ini Çin üretiyor.
– ABD’nin ithal ettiği bisikletlerin yüzde 70’ini Çin üretiyor.
– ABD’nin ithal ettiği oyuncak bebeklerin yüzde 80’ini Çin üretiyor.
– ABD, tekstil ve giyim ithalatının yüzde 24’ünü Çin’den yapıyor.
– ABD, mobilya ithalatının yüzde 28’ini Çin’den yapıyor.
ABD, elektronik ve makine ithalatının yüzde 21’ini Çin’den yapıyor.
ABD Ulusal İmalatçılar Birliği’ne göre ABD’nin ithal ettiği malların yüzde 56’sı aslında imalat girdileridir ve bunların büyük kısmı Çin’den gelmektedir.
Peki ABD Çin’den ithal ettiği bu geniş yelpazedeki malları kendisi üretebilir mi? Elbette. Ama bu para ve daha önemlisi zaman demektir. Dahası ABD’nin bu malları Çin’den daha düşük maliyetle üretme olasılığı da çok zayıftır.
Trump yönetimi, Çin’le ticareti kesmeden önce, alternatif tedarikçiler ayarlamayarak, zaten ticaret savaşına zayıf başladı. Dahası tüm dünyaya gümrük vergisi savaşı açtığı için de alternatif tedarikçi konusu zaten kolay olmayacaktır.
Çin’in rezervleri ABD’den fazla
2) Gümrük vergilerini ihracatçılar değil, ithalatçılar ödediği için, Çin’de üretilen Amerikan markaları, Trump için bir başka zorluktur.
Örneğin ABD’de satılan akıllı telefonların yarısından fazlası Apple’ın iPhone telefonlardır. Ama iPhone’ların yüzde 80’i Çin’de üretiliyor. Gümrük vergisinin iki katına çıkması Çin’i etkilemez, Çin o telefonların üretiminden kazanacağını kazanmıştır ama Amerikalı müşteri için o telefon iki kat pahalıdır artık.
Apple şirketi bu nedenle Trump yönetimi üzerinde baskı kurdu ve muafiyet aldı.
Aslında tek başına bu olay bile ABD’nin gümrük savaşını kazanamayacağını göstermektedir.
3) İktisatçılara göre üreticilerin tedarik zincirlerine uygulanan gümrük vergisi artışı, ABD’ye yatırımı azaltacak ve borç faiz oranlarını yükseltecek.
4) Çin, ABD hazine tahvillerinin en büyük ikinci yabancı sahibidir. Bu Bejing’in elinde piyasaları etkileyecek bir koz kartı halini alabilir.
İktisatçılar şimdiden uyarıyor: Tahviller düşerse, Amerikan şirketlerinin önemli bir bölümü ağır borç yükü altında kalır ve iflaslar yaşanır. İflaslar da zincirleme etkiyle finansal çöküş riskine dönüşür.
5) Ticaret savaşının uzaması durumunda Çin’in siyasi, ekonomik ve toplumsal rezervleri, ABD’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal rezervlerine karşı daha avantajlıdır. Disiplinli ve dayanışmacı bir toplum olan Çin, ekonomik sıkıntılara ABD’den daha dayanıklıdır. ABD’deki mal ve hizmet sıkıntısı, hızla ABD yönetimi üzerinde siyasi baskıya dönüşür.
ABD ekonomisi daha büyük zarar görecek
Sonuç olarak Trump’ın başlattığı ticaret savaşını ABD’nin kazanamayacağı ortada. Bu ticaret savaşından iki taraf da zarar görecek ama ABD ekonomisinin göreceği zarar, Çin ekonomisinin göreceği zarardan daha fazla olacak.
2025’te en büyük 10 ekonominin sıralaması şöyleydi: ABD, Çin, Japonya, Hindistan, Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa, Brezilya, İtalya.
Goldman Sachs’ın projeksiyonuna göre ise sıralama 2050’de şöyle olacak: Çin, ABD, Hindistan, Brezilya, Meksika, Rusya, Endonezya, Japonya, İngiltere, Almanya.
ABD’nin küresel liderliğini sürdürebilmek için atacağı adımlar gidişatı belki yavaşlatabilir ama gidişatın yönünü değiştirmez!
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
15 Nisan 2025
Trump’ın ‘ara güç’ taktiği mi?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 14/04/2025
ABD aynı anda hem Rusya’yla hem İran’la müzakere yürütüyor. Bu iki müzakere sorunlara gerçekten çözüm arama amaçlı mı yoksa Washington’un baş rakibinin müttefiklerini “ara güç yapma” hamlesi mi?
ABD’nin asıl hedefi, baş rakibi Çin sonuçta. Bunu yaparken de Çin’in müttefiklerini azaltmak istediği elbette düşünülebilir. Nitekim AB’yi dışlamak pahasına Rusya’yla başlattığı normalleşme, çoğunlukla “tersine Kissinger stratejisi” olarak yorumlandı.
Trump’ın hem Doğu Avrupa’daki hem Ortadoğu’daki temel meseleleri iyi-kötü bir çözüme bağlayarak Çin’e karşı daha net harekete geçmek istediği anlaşılıyor.
Rusya ve İran Çin’e sırtını dönmez
Peki Moskova ve Tahran, Çin’e arkasını döner mi? İşte Washington’un yürüttüğü stratejinin açmazı burada: Putin ve Hamaney, ABD’yle “normalleşmek” pahasına Çin’e sırtını dönmez ama Trump’ın bu çabasından fazlasıyla yararlanırlar.
Öte yandan Trump’ın izlediği çizgi, Çin’in müttefiklerini ara güç yapmaya çalışırken, ABD’nin müttefiklerini ara güce dönüştürebilme olasılığı da taşıyor. Transatlantik bir çatlaktan bahsedebiliriz; bu çatlağın AB’yi özellikle ABD’nin başlattığı küresel ticaret savaşı nedeniyle Çin’le daha yakın olmaya itebileceğini söyleyebiliriz.
Kısacası süreçler karmaşık ve öngörülemez nitelikte. Çünkü yeni bir düzenin doğum sancılarını yaşıyoruz.
ABD’nin Rusya ve İran’la müzakereleri
ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Wittfof geçen hafta önce Moskova’da Vladimir Putin’le görüştü ardında da Umman’da İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ile…
Her iki görüşme de olumlu nitelendi:
Kremlin, Moskova’daki 4 saatlik Putin-Witkoff görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada “Ukrayna krizinin çözümü, çeşitli yönleriyle ele alındı” dedi. Beyaz Saray ise görüşmeyi “Ukrayna’da ateşkes ve nihai barışa yönelik müzakerede yeni bir adım” diye değerlendirdi.
Umman’daki ABD-İran “dolaylı” görüşmesi için Tahran “iki taraf da kabul edilebilir bir anlaşmaya doğru ilerlemekte istekli” derken, Beyaz Saray “görüşmeler çok pozitif ve yapıcı geçti” dedi.
Güzel. Ukrayna’da barış ve İran’la normalleşme, elbette Türkiye’nin de çıkarına.
Neden Witkoff?
”Müzakereci” açısından bu görüşmelerde bir tuhaflık vardı. Tamam, ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witfoff, İran’la “nükleer meseleleri ve yaptırımları” konuşacak en doğru kişi. Adı üstünde, görevi ABD’nin Ortadoğu işleri…
Ama Witkoff’un aynı zamanda Putin’le müzakere eden kişi de olması tuhaf değil mi? Rusya’yla neden ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi görüşür? Kaldı ki ABD’nin “Ukrayna ve Rusya Özel Temsilcisi” sıfatını taşıyan görevlisi var: Keith Kellogg.
Ama nedense Washington, Rusya’yla ilgili görevlisi yerine Ortadoğu’yla ilgili görevlisi üzerinden Moskova’yla müzakere etti.
Kellogg’un çok tartışılan ve sonradan ”sözlerim çarpıtıldı” dediği “The Times röportajı” mı nedeni? Sanmıyorum. O röportaj gazete tarafından “Ukrayna, savaş sonrası Berlin gibi bölünebilir” başlığıyla verildi ve haliyle tepki gördü. Ama aslında Kellogg bir gerçeğe, olası bir sonuca işaret ediyordu röportajında: “Ukrayna’nın batısına ‘güvence gücü’ olarak İngiltere-Fransa yerleşecek, doğusunu Rusya kontrol edecek. Ukrayna ve Rusya askerleri karşılıklı 15 km geri çekelecek ve ortada 30 km genişliğinde bir tampon bölge oluşturulacak.”
Trump’ın tercihi değil zorunluluğu
Sonuç olarak Washington’un Moskova ve Tahran’la müzakerelerinin olumlu sonuçlanıp sonuçlanmayacağı net değil ama ABD’nin muhataplarını müzakere masasına oturtan değil müzakere masasına kendi oturan olması önemli.
Rusya’da ABD açısından sürdürülemez bir durum vardı, Biden’ın “uzun savaş” stratejisi Rusya’yı caydırmaktan uzaktı. Trump için Putin’le barış aramak bir tercih değil zorunluluktu.
Aynısı Tahran için de geçerli. Trump İran’ı müzakere masasına önce şartlı oturtmak istedi, ama tehdit dolu mektubu reddedildi. Ardından “doğrudan müzakere” dedi ama Tahran’ın “doğrudan değil, dolaylı müzakere”sini kabul etmek zorunda kaldı.
Tablo, çok kutuplu dünya inşasında inisiyatifin Küresel Güney’e geçtiğini göstermektedir. Kuşkusuz süreç uzun ve inişli çıkışlı olacak, ileri ve geri adımlar atılacak, zikzaklar yaşanacak ama 500 yıllık bir dönemin kapanmakta olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Nisan 2025
Zorba
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 10/04/2025
ABD Başkanı Donald Trump’ın dünyaya açtığı ticaret savaşı, uygulama yöntemi olan zorbalığa paralel olarak kültürel düzlemde ahlaksızca yürüyor.
Trump’ın şu sözleri bir zorbanın ahlaki çürümüşlüğünü resmetmektedir: “Bazı ülkeler, tarife müzakeresi için bizi arıyor, kıçımı öpüyorlar. Bir anlaşma yapmak için can atıyorlar. ‘Lütfen efendim, bir anlaşma yapın. Her şeyi yaparım efendim’ diyorlar.”
Bu sözler, Atlantik kampının çöküşünün göstergesidir aynı zamanda, “devlet adamı” erozyonu yaşıyorlar.
Hegemonya zayıflamasına çare arayışı
Haklı olarak sorulabilir: Madem Atlantik çöküyor, ABD Başkanı nasıl böyle zorbalık yapabiliyor, nasıl böyle pervasızca konuşabiliyor?
Aslında tam da bu nedenle öyle davranıyor. Güçlü ve hegemonik olan, karşısındakine taleplerini kolayca uygulatır zaten. Gücü ve hegemonyası zayıflayan ise taleplerini kabul ettirebilmek için bağırır, çağırır, “gücünü olduğundan fazla” göstermeye çalışır.
Kuşkusuz gücü ve hegemonyası zayıflıyor da olsa, ABD hâlâ güçlüdür ve işte o güce dayanarak, sopa gösterip zayıflamasına fren koymaya çalışıyor.
Trump’ın gümrük duvarları örmesini, sadece ”küreselleşmenin sonu” diye yorumlamak eksiktir; hem iktisadi hem siyasi gelişmelerin sonucudur. ABD güçlüyken, rahatça girebilmek için herkesten gümrük duvarlarını indirmesini istemişti. Artık ABD’nin gücü ve hegemonyası zayıfladı, tek kutuplu dünya dönemi kapandı, çok kutuplu dünya inşa oluyor ve Washington zorunlu olarak bu kez kendisi gümrük duvarları örerek korunmaya çalışıyor.
Trump’a ekibinden uyarı
Atlantik iktisatçıları bile çoğunlukla Trump’ın gümrük vergisi artırmasını “rasyonel” görmüyor. Nitekim ilk etki, hisselerin 5 trilyon dolarlık kaybı oldu.
İş dünyası da tedirgin. Örneğin JP Morgan CEO’su Jamie Dimon, “gümrük vergileri enflasyonu artıracak, ekonomik büyümeyi yavaşlatacak” uyarısı yaptı. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent’in de Trump’ı “piyasalar tehlikede, borsanın daha da düşme riski var, artık avantajlı anlaşmalar yapmaya odaklanmalıyız” diye uyardığı belirtiliyor ABD basınında…
Trump yönetimi içinde de, dünyaya açılan bu ticaret savaşı konusunda farklı görüşler var.
Trump’ın ‘ekonomik zorbalık‘tan beklentisi
Trump, başkanlığının ilk döneminde de Çin’e ticaret savaşı açmıştı. Doğru, Çin zarar görmüştü ama ABD de zarar görmüştü. Ve o ilk ticaret savaşı sonuçta ABD’nin küresel liderliğini sürdürmesini sağlamadı, hatta o güne göre ABD’nin hegemonyası bugün daha da zayıflamış durumda.
Aslında bu sonuç bile ABD’nin elinde kozu olmadığını gösteriyor. Trump, “ekonomik zorbalık” uygulayarak, sopa gösterdiği ülkelere şartlarını kabul ettirmeyi ve daha avantajlı anlaşmalar yapabilmeyi umuyor.
İşte Trump’ın “anlaşmak için arayıp kıçımı öpüyorlar” dediği bu. Japonya başta bazı müttefikleri Trump’a haraç vererek anlaşma arıyor.
AB’den Çin’e müzakere çağrısı
Trump’ın ticaret savaşının asıl muhatabı Çin’dir. ABD Çin’i kendi strateji belgelerine hasım diye, NATO belgelerine “baş rakip” diye kaydetti zaten. Ticaret savaşıyla Çin’e karşı ticaret açığını azaltmak ve Çin’in küresel ticaretini baltalamak istiyor.
Çin, Trump’ın ticaret savaşı karşısında geri adım atmayacak kadar güçlü bir ülke. Nitekim ABD’nin savaşına karşı misilleme yapma kararlılığı sergiliyor.
ABD’nin gümrük vergisini arttırması karşısında, Çin de ABD’ye yüzde 34 vergi koydu. ABD bunun üzerine yüzde 50 daha artırıp Çin’e gümrük vergisini yüzde 104’e çıkardı. Çin buna da misilleme yapıp ek yüzde 50 ile vergiyi yüzde 138’e çıkardı.
Dolayısıyla “zorbanın kıçı” açıkta kalmış oldu.
İşte AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Çin’e “ABD’nin gümrük vergisi artırmasına müzakere yoluyla çözüm bulalım” diye çağrı yapması bundan; sistemin yıkılmasından endişe ediyorlar çünkü…
Evet, dünya ekonomisinin olumsuz etkileneceği sancılı bir süreç yaşıyoruz ancak bu sancı aslında yeni bir küresel ekonomik düzenin doğum sancısıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Nisan 2025