Posts Tagged Filistin
İsrail’in İran’a saldırısının analizi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 28/10/2024
İsrail, üç dalga halinde 100’den fazla uçakla İran’daki 20 hedefi vurduğunu açıkladı. İran ise 100’den fazla uçağın ve 20 hedefin doğru olmadığını, 3 tesisin hedef alındığını ve 4 askerin öldüğünü açıkladı.
Bu resmi açıklamalar doğruysa, yani İsrail 100’den fazla uçakla saldırdıysa ve sonuç bu olduysa, ortada Tel Aviv için tam bir başarısızlık vardır. Nitekim Batı basınının yayınladığı görüntüler bile, İran’da ciddi bir hasarın olmadığını gösteriyor.
Soru işaretleri
Öte yandan İsrail’in açıkladığı çapta bir saldırı yapmış olması da pek olası görünmüyor. İsrail ile vurulan hedefler arasındaki mesafenin ortalama 1500 km olduğu, bu mesafe için uçaklara havada yakıt ikmali gerektiği ve saldırının 02.15 ile 06.30 saatleri arasında yapıldığı göz önüne alınırsa, Tel Aviv’in açıklamasının propagandadan ibaret olduğu anlaşılır.
Bu mesafeden saldırı yerine, ABD olanakları kullanılarak daha kısa bir mesafeden ve daha az uçakla saldırının düzenlenmiş olması, daha olası. ABD’nin olanakları ise bölgedeki üsleri de olabilir, Körfez yakınındaki uçak gemisi de…
İran Genelkurmay Başkanlığı, saldırının, “İran’a 100 km uzaklıktaki ABD kontrolündeki Irak bölgesinin kullanılarak” yapıldığını açıkladı. İsrail topraklarından Kuzey Irak’a uçuş için de yine hava sahası problemi başta problemler var. Dolayısıyla o bölgeye az sayıda uçak ya da pilot, daha geniş bir zamanda taşınmış da olabilir!
Pentagon sızıntısının anlamı
ABD, İsrail saldırısının nükleer ve petrol tesislerini kapsamamasını önemle istedi. Zira bu küresel ekonomiye de çok olumsuz etkileyecek bir tetikleme yapabilirdi.
İsrail ve İran’ın açıklamaları, hedef alınan yerlerin askeri tesisler olduğunu ortaya koyuyor. Buradan hareketle İsrail’in, ABD’nin çizdiği sınırlar içinde kalarak İran’a saldırabildiğini söyleyebiliriz.
Ancak bu sınırların da öyle kolayca kabul edilmediği anlaşılıyor. O noktada Washington ile ya da en azından Washington’daki bir kanat ile Tel Aviv arasında ciddi bir mücadele yaşandığı anlaşılıyor. Pentagon’dan sızdırılan İsrail’in kısmi saldırı planlarının, o mücadelenin bir yansıması ve Netanyahu hükümetine “çizilen sınırlar içinde kalması” için bir mesaj olduğu anlaşılıyor.
İsrail Ordu Radyosunun haberi
Öte yandan o zemindeki mücadelenin de bitmediği, sürdüğü görülüyor. İsrail’in İran’a saldırısından 24 saat sonra, İsrail Ordu Radyosu’nun yaptığı çu haber önemli: “ABD İran’a saldırmadı ama ABD Merkez Hava Kuvvetleri Komutanlığı uçaklarından oluşan bir filo, olası bir durumda, İsrailli pilotları kurtarmak için hazırlık yaptı.”
Kuşkusuz bu habere, İsrail’in kendisini zayıf gösteren bir açıklama olarak şaşırabiliriz. Ama amacın başka olduğu, Pentagon sızıntısına yanıt olduğu düşünülmelidir. Çünkü aslında bu haberle, İran’a ve dünyaya “ABD de işin içinde” denilmiş oluyor! Nitekim İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi, İsrail’in İran’a saldırısına, ABD’nin de katıldığını savundu.
Danışıklı dövüş değil kontrollü sınama
Saldırının çizilen sınır içinde yapılması, hatta üçüncü taraflarca İran’ın önden bilgilendirilmiş olabileceği gibi konular üzerinden, meseleyi “danışıklı dövüş” diye nitelemek doğru değil.
Zira şartlar uygun olsa, İsrail ABD’den, ABD de İsrail’den çok İran’ı vurmak ister, istiyor. Ama ABD’nin Irak’ı 2003’te vurduğu şartlar artık yok. ABD’nin “ya bendensiniz ya düşmanımsınız” diye meydan okuyabildiği bir dünya da artık yok. O nedenle taraflar kontrollü bir şekilde birbirlerini sınıyor.
İran’ın şimdi yeniden İsrail’e yanıt verip vermeyeceği de yine bu “kontrollü sınama” çerçevesinde belirlenecektir. Yani İran’ın İsrail’e yanıt verip vermeyeceği, İsrail’in yeniden ateşkes görüşmelerine dönüp dönmeyeceğine ve Lübnan’a saldırıyı sürdürüp sürdürmeyeceğine bağlı olacaktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
28 Ekim 2024
1 suikast, 3 yalan, 1 mit
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 19/10/2024
İsrail, Hamas lideri İsmail Haniye’den sonra, yerine geçen Yahya Sinwar’ı da öldürdü. Böylece İsrail Hamas liderliğini yoketme suikastlarına bir yenisini eklemiş oldu.
Her ne kadar ABD Başkanı Joe Biden, dünya kamuoyunu oyalamak için “Sinwar barışa ulaşılmasının engeliydi, bu engel artık yok” dese de, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Gazze’ye operasyonların süreceğini belirtti.
Sinwar suikastı, aynı zamanda ABD-İsrail ikilisinin ikiyüzlülüğünü, kirli savaşını, gri ve kara propagandalarını da ortaya koydu.
“Sinwar İsraillileri canlı kalkan yaptı” yalanı
İsrail en başından beri Yahya Sinwar’ın İsrailli rehineleri kendisine canlı kalkan yaptığını propaganda ediyordu. Netanyahu hükümeti, böylece hem “rehinelerin kurtarılması için ateşkes” isteyen İsrail kamuoyunu oyalıyor hem de dünyaya Hamas’ı “sivilleri canlı kalkan yapan” bir kötülük organizasyonu gibi göstermeye çalışıyordu.
Oysa İsrail ordusu ile çatışarak ölen Yahya Sinwar’ın öldürüldüğü evden tek bir İsrailli rehine çıkmadı!
“UNWRA çalışanı yanındaydı” yalanı
İsrail BM organizasyonlarını Hamas ve Hizbullah’ı kollamakla suçluyor. Bu nedenle Gazze’de görev yapan BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nı (UNRWA) sürekli hedef aldı. Öte yandan İsrail, yakın zamanda BM Lübnan Geçici Barış Gücü (UNIFIL) üslerini de hedef aldı. Ve İsrail, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i de “istenmeyen adam” ilan etti.
İsrail, Yahya Sinwar suikastı sırasında da UNRWA’yı hedef almayı sürdürdü. Sinwar’ın yanında bir UNWRA çalışanının öldürüldüğünü iddia etti. Böylece dünyaya Hamas-BM personeli işbirliği bulunduğunu göstermiş olacaktı.
UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini, İsrail’in iddiasının dezenformasyon olduğunu belirterek “Sinwar’ın yanında öldüğü iddia edilen UNRWA personelinin hayatta olduğunu teyit ederim, kendisi şu anda Mısır’da yaşamakta” dedi.
“Sinwar barışı reddetti” yalanı
ABD-İsrail cephesinin Sinwar’la ilgili bir diğer yalanı da “barışı engellediği” iddiasıydı. Oysa barışı engelleyen gerçekte Sinwar değil, Netanyahu’ydu.
Anımsayalım: İsrail’in Gazze’deki soykırımı seçim öncesi ABD hükümetini sıkıntıya sokunca, ABD Başkanı Biden bir “ateşkes planı” açıklamıştı. Mısır ve Katar’ın da arabulucu olduğu bu ateşkes planının yürürlüğe girmesini Netanyahu sürekli önledi; müzakereleri tıkamak için sürekli yeni şartlar ileri sürdü, her seferinde planı uygulanamaz hale getirecek taleplerde bulundu.
Öyle ki artık Biden’ın planının yerini bambaşka bir taslak almıştı; Hamas’ın kabul edebileceği bir plan olmaktan çıkmıştı. Sonuç olarak ABD Başkanı Biden’ın ateşkes planını Sinwar değil, gerçekte Netanyahu reddetmişti!
Asıl fail ABD
ABD Başkanı Biden, Sinwar’ın öldürüldüğünden memnuniyet duyduğu açıklamasında bir gerçeği de dile getirdi: İsrail ordusu, ABD istihbaratıyla Hamas lideri Yahya Sinwar’ı öldürebilmişti.
Konu, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’a soruldu. Sullivan, “Sinwar dahil Hamas liderlerinin çoğunun ABD’nin istihbarat desteğiyle takip ve tespit edildiklerini” belirtti (Amerika’nın Sesi, 18.10.2024).
Konu basın toplantısında ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Sözcüsü Pat Ryder’a da soruldu. Ryder “Hamas liderlerinin yerlerinin tespitinde genel olarak ABD’nin bilgi ve istihbarat katkısı olduğunu ama Amerikan askerlerinin Sinwar’ın öldürülmesinde doğrudan dahli bulunmadığını” belirtti.
İşte, gerçek budur ve İsrail’in istediği yerde istediği kişiyi ortadan kaldıracak güçte olduğu bir mitten ibarettir: ABD istihbaratı yoksa, İsrail suikastları yoktur. ABD silahları yoksa, İsrail saldırganlığı yoktur. ABD füze savunması yoksa, İsrail’in demir kubbesi delik deşiktir. ABD veto kartı yoksa, İsrail’in dokunulmazlığı yoktur.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Ekim 2024
“İsrail’in hedefi Türkiye” mi?
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 10/10/2024
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in Türk topraklarına göz diktiğini, hedefinin Türkiye olduğunu söyledi, TBMM tehdidi görüşmek üzere kapalı oturum yaptı.
İsrail Lübnan’ı, Suriye’yi, Suriye’deki İran’ı ve Rusya’yı aşıp da Türkiye’ye saldıracak kadar “güçlü” mü? Oysa daha iki ay önce Erdoğan “Karabağ’a girdiğimiz gibi İsrail’e de gireriz” dememiş miydi? İki ayda ne değişti? Erdoğan’ın iç siyasi ihtiyaçları değişti!
Dış politikayı iç siyaseti ayarlama konusu haline getiren Erdoğan, kendisine başkanlık yolu açacak yeni anayasa hedefi için, Cumhur Koalisyonunu genişletme peşinde. Bunun için de iki yol belirlemiş görünüyor: 1) İsrail tehdidi üzerinden TBMM’deki diğer sağ partileri koalisyona eklemlemek istiyor. 2) Bahçeli üzerinden DEM’le “yeni dönem açılımı” yapmak istiyor.
“Güçlü İsrail” propagandası!
Erdoğan’ın “İsrail’in hedefi Türkiye” açıklaması, herşeyden önce gerçekçi değil. Yukarıda da belirttiğimiz gibi İsrail’in aradaki engelleri de düzleyerek Türkiye’ye saldırabilmesi mümkün değil. (Bir cumhurbaşkanının, iç siyaset ihtiyacı ile ülkesini böyle saldırılacak zayıflıkta konumlandırması ise başlı başına üzerinde durulması gereken bir konu ne yazık ki.)
Öte yandan, İsrail’i olduğundan daha güçlü gösterebilmek, zaten bir İsrail propaganda stratejisidir. İsrail Ortadoğu’da kendisini savaş kaybetmeyen, istediği siyasi rakibini ortadan kaldırabilen, her ülkeyi vurabilecek bir büyük güç gibi göstermeye çalışıyor. ABD’nin tekelindeki Atlantik medyasının da desteğiyle, İsrail uzun yıllar boyunca bir “dokunulmazlık miti” inşa etti. Hamas 7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı’yla, İran 13 Nisan 2024 ve 1 Ekim 2024’te 1200 kilometreden balistik füzeleriyle İsrail topraklarını vurarak, işte o dokunulmazlığı deldi.
Erdoğan ise “İsrail’in hedefi Türkiye” diyerek Tel Aviv propagandasını güçlendirmiş oluyor, tıpkı AKP medyasının “İsrail’in demir kubbesi İran füzelerini etkisizleştirdi” yayınları gibi…
Asıl tehdit ABD’den
Peki gerçek ne?
Gerçek şu: İsrail ABD değildir, ABD’nin Ortadoğu’daki siyasi üssüdür, ileri karakoludur. Dolayısıyla ABD projelerini İsrail projeleri gibi propaganda ederek İsrail’i güçlü göstermek, en azından ABD tehditlerini dolaylı da olsa perdelemek anlamına gelir.
Gerçek şu: Türkiye’ye tehditler İsrail’den değil ABD’den gelmektedir. ABD Türkiye’yi tehdit eden terör örgütlerinin ana sponsorudur, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Ege’de, hatta Karadeniz’de Türkiye’nin karşısındadır. ABD Türkiye’ye ekonomik operasyonlar düzenlemekte, ticari ambargo ve askeri yaptırımlar uygulamaktadır.
Gerçek şu: “İsrail’in hedefi Türkiye” değil ama İsrail’in bölgedeki politikalarının etkisi ve Netanyahu’nun iktidarını sürdürebilmek için savaşı bölgeselleştirmeye çalışması, diğer bölge ülkeleri gibi Türkiye için de tehdit oluşturuyor.
İki ayaklı strateji
Dolayısıyla “İsrail’in hedefiyiz” diyerek İsrail’i güçlü, Türkiye’yi “hedef alınabilir” zayıflıkta gösteren bu propagandanın son tahlilde Erdoğan’a bile bir yararı yoktur.
Yararlı olan, Türkiye’ye de tehdit oluşturacak bir bölgesel savaş riskini önleyecek çabalardır. Bunun için de iki ayaklı şu strateji izlenmelidir:
1) Türkiye, öncelikle İran başta bölge ülkeleriyle caydırıcı bir ittifak oluşturmalıdır.
2) ABD sponsorluğu yoksa, İsrail saldırganlığı da yoktur. Dolayısıyla Türkiye, ABD’nin sponsorluğunu kesmeyi zorlayacak adımlar atmalıdır: Kürecik Radarı’nı kapatmalı, İsrail’e askeri mühimmat taşınmasını sağlayan İncirlik uçuşlarını durdurmalı, Doğu Akdeniz’deki ABD savaş gemilerine lojistik desteği kesmeli ve İsrail’e dolaylı süren petrol akışını engellemelidir.
Hem bunları yapmayıp, hem de “İsrail bizi hedef alıyor” demek, en hafifinden Türkiye’nin birikimine haksızlıktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Ekim 2024
Guterres-Waters ekseni
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 05/10/2024
İsrail, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen adam” ilan ederek ülkeye girişini yasakladı. Bu karar İsrail’in hukuk çerçevesinin dışında olan konumunu iyice pekiştirmiş oldu. Terör ve soykırım faaliyetleriyle BM hukukunun dışına düşmüş bir İsrail, devlet gibi değil, örgüt gibi davranmaktadır; üstelik terörist bir örgüt…
İsrail’in kurucu ayarları zaten buydu: İçinden David Ben Gurion, İzak Rabin ve Ariel Şaron’un çıktığı Haganah, oradan ayrılan ve liderliğine Menahem Begin’in geldiği Irgun, içinden İzak Şamir’in çıktığı Stern gibi örgütler terör örgütüydü ve İsrail’in resmi ordusuna dönüşmüştü. Ancak 75 yıldır İsrail ordusu, güvenlik ve istihbarat birimleri hep BM hukukunun çeperindeydi, yani hâlâ Haganah, Irgun ve Stern’di…
Guterres’in oynadığı rol
BM Genel Sekreteri Antoni Guterres’in soykırımcı İsrail tarafından “istenmeyen adam” ilan edilmesi, kuşkusuz Guterres’in doğru bir konumda bulunduğunu resmetmektedir öncelikle…
İsrail, İran’ın saldırısını doğrudan kınamadığı için Guterres’i “istenmeyen adam” ilan ettiğini açıkladı. Ancak Tel Aviv başından beri BM Genel Sekretesi’ne karşı, çünkü Guterres İsrail’in Gazze’ye saldırmaya başladığı günden bu yana doğru tutum alıyor ve olanakları ölçüsünde diplomatik adımlar atıyor.
Örneğin bu süreçte Guterres BM Güvenlik Konseyi üyelerine yazdığı mektupla, BM Genel Kurulu’nda ateşkes oylaması çabalarıyla öne çıktı. Hatta Guterres, ABD’nin İsrail’i kollayan tutumuna da karşı çıktı, ABD’nin İsrail lehine vetosunun, BM Güvenlik Konseyi’nin otorositesini ve güvenirliğini zayıflattığını belirtti.
Kısacası Portekiz Sosyalist Partisi’nin eski genel sekreteri, Sosyalist Enternasyonal’in eski başkanı ve Portekiz’in eski başbakanı olan Guterres, BM Genel Sekreteri olarak kritik konularda kritik tutum alan bir diplomat oldu.
Waters’ın onurlu tutumu
Dünyanın sert bir viraj aldığı günümüzde, tıpkı Guterres gibi başka siyasi liderler de önemli ve sorumlu tutumlar aldılar. Örneğin İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’na yargılayan Güney Afrika’nın cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, örneğin İsrail’e karşı ambargo girişimlerine öncülük eden Kolombiya’nın devlet başkanı Gustavo Petro, o siyasilerin başında geliyor.
Elbette aydınlar ve sanatçılar içinde de bu tür tarihi tutum alanlar var. Onların başında da Roger Waters geliyor. Ünlü rock grubu Pink Floyd’un kurucularından Waters hem Filistin’e desteğiyle hem de ABD’nin Ukrayna krizindeki rolünü ortaya koymasıyla öne çıkan isimlerden oldu.
Üstelik Roger Waters, İsrail yanlısı lobilerin müzik piyasasındaki gücünü bilmesine rağmen bu tutumu aldı; milyon dolarlık konser anlaşmaları iptal oldu, albüm şirketi sözleşmesini feshetti vb. Ama Roger Waters sorumlu bir aydın olarak doğru bildiğini söyledi.
Pink Floyd üyesi David Gilmour, politik görüşleri nedeniyle Roger Waters’la bir daha birlikte sahneye çıkmayacağını ilan etti. Waters’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ve Venezuella Devlet Başkanı Maduro gibi isimleri savunmasından rahatsız olan Gilmour, klasik ABD-İsrail propaganda yöntemine sarılarak, Waters’ı antisemitik(!) olmakla suçlamaya kalktı!
Netanyahu’nun böceği
İsrail hangi propagandaya sarılırsa sarılsın, Benjamin Netanyahu 21. yüzyılın Hitler’i olarak tarihe geçmiş durumda.
İsrail Terör Örgütü lideri olarak Netanyahu, her türlü illegal faaliyetin merkezindedir. Öyle ki müttefiklerine bile hukuk dışı eylemler yapmaktadır.
Örneğin Eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson, yakında yayınlanacak kitabında anlatıyor: İsrail Başbakanı Netanyahu, 2017 yılında, Johnson’un İngiltere Dışişleri Bakanlığındaki şahsi banyosunu kullandıktan sonra, banyoda dinleme cihazı bulunuyor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
5 Ekim 2024
AKP’nin iki yüzü
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 26/08/2024
AKP’nin siyaset yapma tarzı, “söylediğinin tersini yapma, yaptığının tersini söyleme” şeklinde özetlenebilir. Buna AKP’nin siyasette iki yüzü de denilebilir. En somut uygulandığı alan da en çok istismar ettiği konuda, İsrail-Filistin meselesinde yaşanıyor…
Son örnek, TCG Anadolu gemisinin, İsrail’i koruyan ABD savaş gemisiyle 13-17 Ağustos tarihleri arasında tatbikat yapması oldu. Aydınlık haberi manşetten, “AK Parti Hükümeti’nin gizlediği faaliyeti ABD açık etti: TCG Anadolu İsrail’i koruyan tatbikatta” şeklinde verdi (Aydınlık, 24.8.2024).
Her konuda açıklama yapan, her faaliyetini duyuran Milli Savunma Bakanlığı “nedense” bu tatbikatı duyurmadı. Türkiye tatbikatı ABD Denizcilik Enstitüsü’nün yayınladığı faaliyet notlarından öğrendi.
Güya AKP Hükümeti, ABD’nin Doğu Akdeniz’e savaş gemisi göndermesine karşı çıkıyor, ABD savaş gemilerinin İsrail’i destekleyerek Gazze’deki soykırımı büyüttüğünü savunuyordu. Taban da iktidarın “ABD’ye meydan okuyan” bu tavrıyla mutlu oluyordu. Meğer Türk savaş gemileri, AKP hükümetinin onayıyla İsrail’i koruyan ABD gemileriyle tatbikat yapıyormuş!
Ticaret ve müdahillik konusu
Benzerini ticaret konusunda da yaptılar biliyorsunuz. 7 Ekim 2023’ten itibaren kamuoyu AKP hükümetinden İsrail’le ticareti kesmesini istedi. Kesmediler, “siyaset başka ticaret başka” dediler. Ne zaman ki 31 Mart 2024 seçiminde İsrail’le ticareti sürdürmenin AKP oylarını erittiğini gördüler, “ticareti kesme” kararı aldılar. Ancak bazen “önceden yapılan anlaşma” diyerek, bazen de dolaylı yollardan ticareti sürdürdüler.
Bu köşede konu etmiştik. Erdoğan Washington’da yapılan NATO zirvesi sırasında basın toplantısında aynen şöyle demişti: “İsrail’i Lahey Adalet Divanı’na Güney Afrika ile şikayet ettik.” (AA, 12.7.2024).
Oysa doğru değildi. Güney Afrika tek başına şikayet etmiş, Ocak 2024’te ilk ara karar açıklanmış, AKP Mayıs ayında “davaya müdahil olacağız” demiş, Haziran ve Temmuz ayları boyunca “müdahil oluyoruz” diyerek propagandayı sürdürmüş, ancak 7 Ağustos’ta müdahil olmak için resmi başvuru yapabilmişti!
One minute
Bu tezatlıkları perdeleyebilmek için başka tezatlıklara imza attılar. Örneğin Erdoğan 31 Mart 2024 seçiminden önce İsrail’le ticaretin sürmesine tepki gösterenlere şöyle dedi: “Hiçbir siyasetçinin cesaret edemediği duruşu ‘one minute’ diyerek ortaya koyduk.” Halbuki Erdoğan İsrail’le normalleşme sürecini başlatırken, “one minute” çıkışı için şöyle demişti: “Benim tepkim moderatöreydi. İsrail’e, Peres’e veya Musevilere değildi.”
Kısacası kime “one minute” denildiği, siyasi ihtiyaca göre değişiyordu. Zaten İsrail Cumhurbaşkanı Peres’i 12 Kasım 2007’de TBMM’de konuşturup, ayakta alkışlamışlar; yaklaşık bir yıl sonra 29 Ocak 2009’da ise Davos’ta Peres’le yaptıkları oturumda ünlü “one minute” çıkışını sahnelemişlerdi!
Neo-Abdülhamitçilik
Sonuç olarak AKP hükümeti Haniye için yas ilan ediyor ama Haniye’yi öldüren İsrail’i koruyan ABD savaş gemileriyle ortak tatbikata onay veriyor; İsrail’i Gazze’de soykırım yapmakla suçluyor ama İncirlik’ten İsrail’e askeri mühimmat taşıyan ABD uçaklarının uçuşlarını engellemiyor; Netanyahu için Hitler benzetmesi yapıyor ama ABD’nin Netanyahu’ya istihbarat sağladığı Kürecik Radarını kapatmıyor.
Temmuz ayında Washington’da yapılan NATO Zirvesinden bu yana ise ABD’yle işbirliğini artırmış durumdalar ve AB’nin gayriresmi dışişleri bakanları toplantısına davet edilmekten de son derece mutlular!
Çünkü Erdoğan, yıllardır belirttiğim gibi Neo-Abdülhamitçidir; Rusya’yla anlaşarak kendisine bölgede alan açmaya çalışıyor, bunu ABD’yle pazarlığında kullanıyor, iki büyük gücü de AB’yle dengelemeye çalışıyor.
Problem şu ki Neo-Abdülhamit de Abdülhamit gibi üç tarafa taviz vermek zorunda kalıyor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Ağustos 2024
Bölgesel savaş riski
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 06/08/2024
İran 7 Ekim’den beri savaşın bölgeselleşmesine karşı ölçülü hareket ediyor. İsrail Suriye’deki diplomatik temsilciliğini vurduğunda da yine savaşı bölgeslleştirmeyecek ama İsrail’in dokunulşmazlığını delecek şekilde “ölçülü bir yanıt” vermişti.
İsrail’in Hamas lideri İsmail Haniye’yi Tahran’da öldürmesi, yine İran’ı yanıt vermeye zorlamaktadır. Üstelik bu kez misafirine suikast düzenlenmesi, sorumluluğu nedeniyle İran’ı daha da öfkelendirmiş durumda.
Yetkililerin açıklamalarından, İran’ın savaşı bölgeselleştirmeyecek ama İsrail’i caydırmakta çok daha etkili olacak bir yanıt vereceği anlaşılıyor.
ABD’nin ikiyüzlü tutumu
Dünya ise diken üstünde. Savaşın bölgeselleştirilmesine İsrail dışında herkes karşı.
ABD merkezli Batı, savaşın bölgeselleşmemesi için İran’dan yanıt vermemesini istiyor hatta ABD, yanıt halinde İsrail’e yardım edeceğini ilan ediyor.
İşte savaşın bölgeselleşme riskini artıran da bu yaklaşımdır. Savaşın bölgeselleşmesine karşı görünen ama bir tarafın saldırılarına sponsor olup, gelecek yanıtlara siper olan bu tutum, savaşın bölgeselleşme riskini asıl artıran tutumdur.
Bölgesel bir savaştan doğrudan etkilenecek bölge ülkelerinin “bölgesel savaş riski”ne karşı tutum alması elbette doğrudur ve de hakkıdır. Ama ABD’nin hem İsrail’in Gazze’de soykırım yapmasına sponsor olması, hem İsrail’in bölgede terör ve suikast düzenlemesine gerçekten karşı çıkmaması ama hem de yanıt hakkına karşı tutum açıklaması, ikiyüzlülüktür ve bölgesel savaş riskini artıran asıl etkendir.
Netanyahu’nun pervasızlığının nedeni
ABD silah desteği vermese, ABD istihbarat desteği vermese, hatta ABD bölgedeki üsleri ve Doğu Akdeniz’deki gemileri aracılığıyla İsrail’i korumasa, İsrail bu kadar pervasız bir şekilde işgali, soykırımı ve bölgesel terörü sürdüremeyecek.
Dolayısıyla bugün İsrail’i Gazze’de ateşkese mecbur edebilecek asıl kuvvet de savaşın bölgeselleşme riskini frenleyebilecek asıl aktör de ABD’dir.
ABD Başkanı Joe Biden’ın ateşkes isteğine rağmen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun yeni şartlar ileri sürerek Washington’u olayılıyor oluşu, “İsrail’in ABD’ye bile kafa tutacak güçte olduğu” şeklinde yorumlanıyor. Ancak Netanyahu’nun pervasızlığı ve ABD’yi biraz da seçim sürecinden yararlanarak kullanıyor oluşu İsrail’in gücünden değil, ABD’nin çıkarları gereği İsrail’e biçtiği rolden kaynaklanmaktadır. Yani İsrail güçlü olduğu için değil, ileri karakolu olduğu için ABD tarafından her durumda korunmaktadır. Netanyahu da bunu bildiği için, pervasızca saldırganlığını sürdürmektedir.
Çabaları birleştirmek
İsrail’e soykırım, terör ve suikast sponsorluğu yapanların İran’a “yanıt verme” demesinin hiçbir anlamı ve değeri yok. Savaşı bölgeselleştirme riskini ortadan kaldırmak istiyorlarsa İran’a değil İsrail’e mesaj vermeleri gerekiyor. Mesajdan öte “seni korumayacağız” demeleri gerekiyor ki İsrail saldırganlığını sonlandırsın. Bunu yapmadıkları müddetçe de “bölgesel savaşa karşıyız” açıklamalarının hiçbir anlamı yok.
Peki bu durumda İsrail saldırganlığı durdurulamaz mı? Elbette bir yol daha var. Filistin için büyük çaba sarfeden, her biri ayrı kulvarlarda Filistin için hareket eden ülkelerin çabalarını birleştirebilmeleri.
Çin 14 Filistin örgütünü Beijing’de biraraya getirerek birlik oluşturmaları ve bir ulusal mutabakat hükümeti kurabilmeleri için uzlaştırdı.
Güney Afrika, İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırımla yargılatıyor.
Kolombiya başta kimi ülkeler İsrail’le diplomatik ve ticari ilişkileri kestiler.
İşte tüm bu çabaların birleştirilmesi gerekir. Ancak…
İsrail’i durdurmak ABD’ye pozisyon almaktan geçiyor
Dikkat edilirse İsrail’e karşı etkili eylem yapan bu ülkelerin hiçbiri bölge ülkesi değil. İşte asıl problem de bu. Bölge ülkeleri bu ülkeler kadar aktif tutum alamıyorlar, almıyorlar. Bunun birçok nedeni var ve dahası Filistin meselesinin bunca yıldır çözülememiş olması da bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü bölge ülkelerinin önemli bir kısmı Amerikancı, topraklarından ABD üsleri var. Hem Amerikancı olup hem de İsrail’e karşı işe yarar tutum alabilmek haliyle mümkün olmuyor! Bu nedenle bölge ülkeleri İsrail’e karşı en üst perdeden konuşur ama fiilen pek bir şey yapmazlar yıllardır…
Dolayısıyla bu tablonun değiştirilmesi gerekiyor. Bu tabloyu değiştirebilmek de elbette ABD’nin küresel ölçekte dengelenebilmesine bağlı. ABD başka büyük kuvvetler tarafından dengelenebildikçe, bölge ülkeleri de yukarıda özetlediğimiz bu dar çemberin dışına çıkabilecekler. Aslında çıkmaya başladıklarını da söyleyebiliriz. Çok kutupluluk inşası güçlendikçe, bölge ülkelerinin çok taraflı hareket ettiklerini son birkaç yıldır görebiliyoruz.
Ancak Gazze’de soykırıma uğrayan Filistinlilerin zamanı yok. O nedenle asıl bölge ülkelerinin risk alması gerekiyor; savaşın bölgeselleşmesi riskine karşı olanların, İsrail’i durdurmak için ABD’ye karşı net bir tutum alması gerekiyor.
ABD’nin bölgedeki üslerinden hareket kabiliyetini kısıtlamaya başlamak, petrol ve doğalgaz gücünü kullanmaya başlamak vb tutumlar ile Washington’un sponsorluğu durdurulabilir. Washington’un sponsorluğu olmazsa, Tel Aviv de durur.
Filistinlilerin lafa değil, bu türden eylemlere ihtiyacı var.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
6 Ağustos 2024
Haniye suikastının üç hedefi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 01/08/2024
Seçimden yararlanarak ABD Kongresi’nde konuşan ve Washington’dan tavizler koparmaya çalışan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD dönüşünde “bölgesel savaş” kışkırtıcılığı için düğmeye bastı.
İsrail’in Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’yi Tahran’da öldürmesi, Netanyahu’nun şu üç hedefine işaret ediyor:
Netanyahu ateşkesi hedef aldı
1) İsrail Başbakanı Netanyahu’nun amacı, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak. Bu amaçla Gazze’de ucu açık siyasi ve askeri hedeflerle saldırı stratejisini sürdürüyor. Öyle ki “ertesi gün” belirsizliği, Netanyahu ile ordu arasında gittikçe daha da derinleşen bir çelişkiye dönüşmüş durumda.
Öte yandan Biden yönetimi ve Demokrat Parti ise Gazze’deki saldırının uzaması ve soykırıma varması nedeniyle rahatsız. Zira durum üstelik seçim öncesinde, ağırlaşan bir iç kamuoyu baskısına dönüşmüş durumda. Ayrıca Washington, tablonun Körfez ülkeleriyle ilişkilerini de gittikçe sorunlu hale getireceğini görüyor.
İşte Biden yönetimi bu amaçla bir ateşkes planı açıkladı. Ancak Netanyahu ateşkese direniyor; çevresinden dolanıyor, yeni şartlar ileri sürüyor, müzakereleri çıkmaza sokmaya çalışıyor.
Netanyahu, Haniye suikastıyla ateşkes baskısını kaldırmayı amaçlıyor.
Netanyahu İran’ı kışkırtıyor
2) İsrail Hamas lideri İsmail Haniye’nin daha önce ailesini hedef almış, üç oğlu ile dört torununu öldürmüştü. Ancak bu kez Haniye’yi, üstelik İran topraklarındayken hedef aldı. Yani İsrail yönetimi Haniye suikastıyla doğrudan İran’a mesaj verdi.
Netanyahu, Aksa Tufanı’nı fırsata çevirerek İran’a karşı saldırıya çevirmek istemişti. Kuşkusuz bunun için ABD’ye, hatta İngiltere ile diğer Atlantik müttefiklerine ihtiyacı vardı. Ancak ABD buna bir kaç nedenle karşıydı. Bir kere İran öyle kolay lokma değildi ve Ukrayna cephesine yeni bir cephe ekleyebilecek bir Amerikan gücü de yoktu.
Netanyahu ABD’yi bölgeye çekebilmenin yolunun İran’ı kışkırtmaktan geçtiğini görerek bir kaç deneme yaptı: Suriye’deki İranlı komutanları hedef aldı, İran’ın Suriye’deki diplomatik temsilciliğini vurdu. İran, savaş açmadan “ölçülü bir yanıt” ile İsrail’in oyununu bozdu. Bu süreçte ABD ile İran, İsviçre’de gayriresmi görüşmeler yaparak, bölgesel bir savaşın önlenmesinde uzlaştılar.
Netanyahu, Hamas lideri Haniye’yi Tahran’da öldürerek, İran’ı yine kışkırtmaya çalışıyor, yanıt vermeye zorluyor.
Hamas’ı dizayn etme hedefi
3) Gazze’de Hamas’ın bitirilemeyeceği ortada. Nitekim son dönemde çeşitli İsrailli yetkililer de bunu açıkça ifade etmeye başladılar.
Netanyahu, Haniye suikastıyla Hamas’ı dizayn ederek örgütte yeni bir liderlik oluşmasını amaçlıyor. Netanyahu böylece Hamas’ın gücünü zayıflatmayı ve günün sonunda masaya daha deneyimsiz bir Hamas liderliğinin oturmasını sağlamayı hedefliyor.
İsrail terörüne karşı ne yapılmalı?
İsrail, bir terör devleti olarak, düzenlediği suikastlar ile sadece Ortadoğu için değil, tüm dünya için bir sorundur. Bu nedenle Çin’den Türkiye’ye, Brezilya’dan Güney Afrika’ya tüm ülkeler Gazze çabalarını birleştirmelidir. İsrail’in bu saldırısına karşı Birleşmiş Milletler (BM) harekete geçirilmelidir.
İsrail’i bu tür saldırılardan caydırmak için en sert tedbirler alınmalı, Netanyahu soykırımdan, insanlığa karşı suçlardan, savaş suçlarından, terörden ve suikastlardan hızla yargılanarak, cezalandırılmalıdır.
İsrail devletinin soykırım, terör ve suikastlarına karşı “Filistin’in tanınması” çabaları hızlandırılmalı, AB devletlerinin geçen aylarda başlattığı “tanıma” sürecinin genişletilmesine uğraşılmalıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Ağustos 2024
Çin’in Filistin stratejisi ve Beijing Diyaloğu
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 24/07/2024
ABD İsrail’e sponsorluğunu, her türlü askeri, siyasi ve ekonomik desteğinin dışında, iki yolla yürütüyor:
1) İsrail-Filistin sorununu “tekelinde” tutuyor; böylece müzakereler ile çeşitli türden anlaşmaların İsrail lehine olmasını ve daha önemlisi çözümsüzlüğü garanti etmiş oluyor
2) Filistin’in bölünmüşlüğünü esas alan bir çizgi izliyor. Böylece iki parçalı, iki yönetimli bir Filistin’in devlet olma şansı bulamayacağından hareketle, İsrail’in elini rahatlatmış oluyor.
Çin’in Filistin stratejisi, ABD’nin izlediği iki çizgiyi bozmayı hedefliyor: 1) Filistin’de iki parçalılığı ortadan kaldırarak tek yönetim oluşmasına aracılık etmek. 2) İsrail-Filistin sorununu ABD’nin tekelinden çıkararak çözüm yolu açmak.
Birlik bildirisi
İşte Çin Dışişleri Bakanlığı’nın 14 Filistinli grubu uzlaştırma çabasının nedeni bu iki stratejidir. Önce 30 Nisan’da El Fetih ile Hamas’ı biraraya getiren Çin, 21-22 Temmuz’da da şu 14 Filistinli grubun uzlaşmasına arabuluculuk ederek, önemli bir aşama sağlamış oldu:
Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (Fetih), İslami Direniş Hareketi (Hamas), Filistin Kurtuluş Halk Cephesi, Filistin Kurtuluş Demokratik Cephesi, Filistin İslami Cihad Hareketi, Filistin Halk Partisi, Filistin Halk Mücadelesi Cephesi, Filistin Ulusal Girişim Hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi/ Genel Komutanlık, Filistin Demokratik Birliği, Filistin Kurtuluş Cephesi, Arap Kurtuluş Cephesi, Arap Filistin Cephesi, Halk Kurtuluş Savaşının Öncüleri…
Bu 14 grup, Çin’in başkenti Beijing’de yapılan görüşmeler sonrasında iki temel konuda anlaşarak “Beijing Diyaloğu”nu imzaladı: 1) Ulusal birlikte ve 2) Geçici uzlaşı hükümeti kurmakta anlaşma.
Beijing Diyaloğu, iki temel mekanizmanın oluşturulmasını hedefliyor:
1) Seçim yasasına uygun “Ulusal Komisyonu”nun oluşturulması.
2) “Geçici Birleşik Liderlik Çerçevesi”nin yürürlüğe sokulması.
Beijing Diyalogu ayrıca bildirideki hükümlerin uygulanması için bir takvim belirlenmesi konusundan da anlaşmaya varıldığını kayıt altına alıyor.
ABD rahatsız
14 grubun anlaşmaya vardığı törende konuşan Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, “Ulusal çıkarlara bağlı 14 Filistinli grubun” Beijing’de toplanmasını, “Filistin’in kurtuluş mücadelesinde önemli bir tarihi an” olarak niteledi.
Çin, Filistinli grupların birliğini, Filistin sorununun çözümünü kolaylaştıran önemli bir aşama olarak görüyor. Nitekim Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Cean, “Filistin içinde uzlaşma ve birliğin teşvik edilmesinin Filistin sorununun acil, kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmasına yardımcı olacağına inandıklarını” kaydetti.
Bu arada Hamas’ın Ulusal İlişkiler Ofisi Başkanı Hüsam Bedran, bir yazılı açıklamayla Çin’e teşekkür etti ve ABD’nin bu anlaşmaya karşı çıktığına işaret etti.
Filistin Ulusal Girişim Hareketi Genel Sekreteri Mustafa el-Bergusi de Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın geçici bir ulusal birlik hükümeti kurmak için hızla tüm gruplarla istişare görüşmelerine başlayacağını duyurdu.
ABD yine gafil avlandı
Bu söz CIA Direktörü William Burns’e ait. Çin 10 Mart 2023’te büyük bir sürprizle İran ve Suudi Arabistan’ı Bejing’de bir araya getirerek anlaşma sağlamıştı. Burns, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’a “Çin’in aracılığında İran’la anlaşarak bizi gafil avladınız” (WSJ, 7.4.2023) demişti.
Aslında Çin bir süredir Filistin meselesine ağırlık vermeye zaten başlamıştı. 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı’ndan önce, Çin Devlet Başkanı Xi Jingping ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Beijing’de biraraya gelmiş ve “stratejik ortaklık” ilan etmişlerdi (DGTN Türk, 14.6.2023).
Abbas görüşmede Çin’in Ortadoğu’da izlediği barışçı rolü övmüş ve Xi’den Filistin-İsrail meselesinde de arabuluculuk yapmasını istemişti. Xi Jinping de bu talep üzerine “adil çözüm” için üç öneri açıklamıştı.
Özetle Çin’in Filistin strateji, Filistin devletinin kabulü için öncelikle içeride birlik sağlanmasını, ardından konunun ABD tekelinden alınmasını içeriyor. 21-22 Temmuz’da 14 Filistinli grubu uzlaştırmak, bu yolda çok önemli bir aşamaydı.
Mehmet Ali Güller
CGTN TÜRK
24 Temmuz 2024
Erdoğan’ın NATO’da Gazze başarısızlığı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 13/07/2024
Cumhurbaşkanı Erdoğan, beş uçak ve geniş heyetiyle Washington’a giderken şöyle diyordu: “NATO liderler zirvesinde Gazze’de Filistin halkına yönelik katliamları gündeme taşıyacağız.” (AA, 9.7.2024).
Sonuç mu? Elbette ABD’nin patronu olduğu NATO’da bu mümkün değildi. Nitekim açıklanan 38 maddelik sonuç bildirgesinde ne İsrail’in İ’si, ne Filistin’in F’si, ne de Gazze’nin G’si vardı.
38. maddenin sonunda 2026 zirvesinin Türkiye’de yapılacağı yazılıydı. Demek ki AK-medya için yine de bir “başarı öyküsü” haberi vardı! Bir de Erdoğan’ın açığı kapatmak için zirve sonrasında yaptığı basın toplantısında söyledikleri… Örneğin “İsrail’i Lahey Adalet Divanı’na Güney Afrika ile şikayet ettik” diyordu, oysa şikayet eden tek başına Güney Afrika’ydı ve AKP aylar sonra davaya müdahil olma kararı almıştı. Örneğin “İsrail yönetiminin NATO’yla ortaklık ilişkisini sürdürmesi mümkün değildir” diyordu, oysa İsrail’in NATO ortaklığında Ankara’nın onayı vardı, İsrail’in NATO’yla işbirliği mekanizmalarına katılmasında AKP’nin oluru vardı!
ABD fermanıyla hareket eden örgüt
Türkiye’nin NATO içinde ne kadar “değerli” olduğunu propaganda eden renk renk düzen siyasetçileri, Türkiye’nin NATO’da ne denli etkili olduğunu “pazarlayan” bıyıksız ve badem bıyıklı diplomatlar, Türkiye’nin NATO’da ABD’yi dengelediğini “savunan” liberal ve siyasal İslamcı akademisyenler, NATO üyelerinin eşit olmadığını, ABD’nin NATO’nun patronu olduğunu, ABD’nin tek oyunun diğer tüm üye ülkelerin oylarının toplamından daha ağır olduğunu anlamışlar mıdır sizce?
Elbette gerçeği onlar da biliyor ama NATO’nun propagandasını, pazarlamasını ve savunmasını yapmak en temel işleri. O nedenle Türk milletine yalan söylemeyi sürdürecekler.
Tabii istisnalar da var. Örneğin AKP’li Mehmet Metiner o gerçeği çırılçıplak ortaya koydu: “NATO ABD’nin silahlı sopasıdır. ABD başkanları ne ferman buyurursa ona göre hareket eden askeri ittifakın adıdır. Gerisi kamuflajdır. Hatta kandırmacadır.” (Yeni Şafak, 12.7.2024). Kuşkusuz Metiner’in partisi o kamuflajı ve aldatmacayı en çok yapan partidir.
“NATO tehdit ama yine de NATO’da olmalıyız” yanlışı
Metiner’in yazısının asıl üzerinde durulması gereken kısmı ise şöyle: “NATO dünya barışını asıl tehdit eden bir ABD silahlı aparatıdır. Türkiye’nin başkaca şansı olmadığı için bulunmak mecburiyetinde olduğu bu askeri ittifak son kertede Türkiye’nin de ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü açısından bir tehdit unsurudur. Rusya’ya ve Çin’e boyun eğdirebilirlerse bütün dünya ABD imparatorluğunun siyasi, ekonomik ve askeri anlamda sömürgesine dönüşecektir.”
Öncelikle şunu belirtelim: ABD’nin Rusya ve Çin’e boyun eğdirebilmesi mümkün değil. Tersine hegemonyası zayıflayan ABD, boyun eğdirebilmenin değil, mevcut düzenini “kendi bölgesinde” koruyabilmenin stratejisini izliyor.
Ve gelelim tartışılması gereken noktaya: Evet, Metiner haklı, bu gerçeğe gözler kapatılsa da, son kertede NATO Türkiye’nin ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü açısından tehdittir. Ancak Metiner “Türkiye başka şansı olmadığı için NATO’da bulunmak zorunda” görüşünde ise büyük yanlış içerisindedir. Öyle ki bu yanlış, yazısındaki tüm doğruları götürecek önemdedir.
Başka şans elbette var
Tersine, Türkiye’nin başka şansı var, Türkiye NATO’da olmak zorunda değil. Hele de 38 maddeli sonuç bildirgesinden sonra NATO’da olmak Türkiye için artık daha büyük bir yüktür. Çünkü NATO’nun Washington’daki bu son zirvesinden çıkan temel sonuç şudur: ABD, NATO’daki müttefiklerini Rusya ve Çin’e karşı cepheye sürmeye çalışıyor.
“Başka şansı olmadığı için NATO’da bulunmak zorunda” olduğunu iddia ettikleri Türkiye’nin ABD tarafından Rusya ve Çin’e karşı pozisyon almaya zorlanması, Ankara’nın intiharı olur!
II. Dünya Savaşı’nın ardından “başka şans yok” söylemiyle izlenen Atlantikçilik siyaseti dün de yanlıştı; çünkü Türkiye’nin “bağlantısızlık” gibi başka bir şansı vardı. “Başka şans yok, NATO’dan çıkamayız” söylemi bugün daha da yanlıştır; çünkü yine “bağlantısızlık” var, hele de “çok kutupluluk” şartlarında geniş manevra alanları var, “NATO’daki gibi fiilen egemenliğinizi devretmek zorunda kalmadan” siyasi ve ekonomik ortaklıklar kurabileceğiniz platformlar var, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) var, BRICS var, yükselen Asya var, bölgesel birlik olanakları var…
Yeter ki “NATO göz bağı” çıkarılabilsin!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Temmuz 2024