Posts Tagged Hamaney

Trump’ın ‘ara güç’ taktiği mi?

ABD aynı anda hem Rusya’yla hem İran’la müzakere yürütüyor. Bu iki müzakere sorunlara gerçekten çözüm arama amaçlı mı yoksa Washington’un baş rakibinin müttefiklerini “ara güç yapma” hamlesi mi?

ABD’nin asıl hedefi, baş rakibi Çin sonuçta. Bunu yaparken de Çin’in müttefiklerini azaltmak istediği elbette düşünülebilir. Nitekim AB’yi dışlamak pahasına Rusya’yla başlattığı normalleşme, çoğunlukla “tersine Kissinger stratejisi” olarak yorumlandı. 

Trump’ın hem Doğu Avrupa’daki hem Ortadoğu’daki temel meseleleri iyi-kötü bir çözüme bağlayarak Çin’e karşı daha net harekete geçmek istediği anlaşılıyor.

Rusya ve İran Çin’e sırtını dönmez

Peki Moskova ve Tahran, Çin’e arkasını döner mi? İşte Washington’un yürüttüğü stratejinin açmazı burada: Putin ve Hamaney, ABD’yle “normalleşmek” pahasına Çin’e sırtını dönmez ama Trump’ın bu çabasından fazlasıyla yararlanırlar.

Öte yandan Trump’ın izlediği çizgi, Çin’in müttefiklerini ara güç yapmaya çalışırken, ABD’nin müttefiklerini ara güce dönüştürebilme olasılığı da taşıyor. Transatlantik bir çatlaktan bahsedebiliriz; bu çatlağın AB’yi özellikle ABD’nin başlattığı küresel ticaret savaşı nedeniyle Çin’le daha yakın olmaya itebileceğini söyleyebiliriz.  

Kısacası süreçler karmaşık ve öngörülemez nitelikte. Çünkü yeni bir düzenin doğum sancılarını yaşıyoruz.

ABD’nin Rusya ve İran’la müzakereleri

ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Wittfof geçen hafta önce Moskova’da Vladimir Putin’le görüştü ardında da Umman’da İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ile… 

Her iki görüşme de olumlu nitelendi:

Kremlin, Moskova’daki 4 saatlik Putin-Witkoff görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada “Ukrayna krizinin çözümü, çeşitli yönleriyle ele alındı” dedi. Beyaz Saray ise görüşmeyi “Ukrayna’da ateşkes ve nihai barışa yönelik müzakerede yeni bir adım” diye değerlendirdi. 

Umman’daki ABD-İran “dolaylı” görüşmesi için Tahran “iki taraf da kabul edilebilir bir anlaşmaya doğru ilerlemekte istekli” derken, Beyaz Saray “görüşmeler çok pozitif ve yapıcı geçti” dedi. 

Güzel. Ukrayna’da barış ve İran’la normalleşme, elbette Türkiye’nin de çıkarına.

Neden Witkoff?

”Müzakereci” açısından bu görüşmelerde bir tuhaflık vardı. Tamam, ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witfoff, İran’la “nükleer meseleleri ve yaptırımları” konuşacak en doğru kişi. Adı üstünde, görevi ABD’nin Ortadoğu işleri… 

Ama Witkoff’un aynı zamanda Putin’le müzakere eden kişi de olması tuhaf değil mi? Rusya’yla neden ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi görüşür? Kaldı ki ABD’nin “Ukrayna ve Rusya Özel Temsilcisi” sıfatını taşıyan görevlisi var: Keith Kellogg. 

Ama nedense Washington, Rusya’yla ilgili görevlisi yerine Ortadoğu’yla ilgili görevlisi üzerinden Moskova’yla müzakere etti.

Kellogg’un çok tartışılan ve sonradan ”sözlerim çarpıtıldı” dediği “The Times röportajı” mı nedeni? Sanmıyorum. O röportaj gazete tarafından “Ukrayna, savaş sonrası Berlin gibi bölünebilir” başlığıyla verildi ve haliyle tepki gördü. Ama aslında Kellogg bir gerçeğe, olası bir sonuca işaret ediyordu röportajında: “Ukrayna’nın batısına ‘güvence gücü’ olarak İngiltere-Fransa yerleşecek, doğusunu Rusya kontrol edecek. Ukrayna ve Rusya askerleri karşılıklı 15 km geri çekelecek ve ortada 30 km genişliğinde bir tampon bölge oluşturulacak.”

Trump’ın tercihi değil zorunluluğu

Sonuç olarak Washington’un Moskova ve Tahran’la müzakerelerinin olumlu sonuçlanıp sonuçlanmayacağı net değil ama ABD’nin muhataplarını müzakere masasına oturtan değil müzakere masasına kendi oturan olması önemli.

Rusya’da ABD açısından sürdürülemez bir durum vardı, Biden’ın “uzun savaş” stratejisi Rusya’yı caydırmaktan uzaktı. Trump için Putin’le barış aramak bir tercih değil zorunluluktu.

Aynısı Tahran için de geçerli. Trump İran’ı müzakere masasına önce şartlı oturtmak istedi, ama tehdit dolu mektubu reddedildi. Ardından “doğrudan müzakere” dedi ama Tahran’ın “doğrudan değil, dolaylı müzakere”sini kabul etmek zorunda kaldı. 

Tablo, çok kutuplu dünya inşasında inisiyatifin Küresel Güney’e geçtiğini göstermektedir. Kuşkusuz süreç uzun ve inişli çıkışlı olacak, ileri ve geri adımlar atılacak, zikzaklar yaşanacak ama 500 yıllık bir dönemin kapanmakta olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Nisan 2025

, , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

Ortadoğu’daki dört düğüm

Ortadoğu’daki sorunlar iki temel düzlemdedir: Ortadoğu ülkeleri ile ABD-İsrail arasındaki sorunlar ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki sorunlar. 

ABD ve İsrail, Ortadoğu ülkelerinin kendi aralarındaki sorunları derinleştirebildiği ve kullanabildiği oranda, Ortadoğu’nun bütününe dair stratejisini ilerletebilmektedir.

Bu iki düzlemi birlikte ele aldığımızda, şu anda Ortadoğu’da dört kritik düğüm vardır: 1) Filistin düğümü, 2) İran düğümü, 3) Kürt düğümü, 4) Suriye düğümü.

Bu düğümler hem ABD ve İsrail tarafından kendi çıkarları temelinde ve hem de bölge ülkeleri tarafından kendi çıkarları temelinde çözülmeye çalışılıyor. Haliyle çıkarların çatışması, düğümleri kendi içinde ikili üçlü gruplar halinde de birbiriyle ilintili hale getiriyor.

1) Filistin/Gazze düğümü

İsrail’in ağır saldırısı sonrasında Gazze’nin geleceğinin ne olacağı, Gazze’yi kimlerin yöneteceği bir düğüm durumundadır. 

ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı Gazze Planı, özetle Gazze’nin Filistinlilerden arındırılmasını, ABD’nin Gazze’ye sahip olmasını ve burayı İsrail’i Doğu Akdeniz’de merkez haline getirecek bir ticaret üssüne dönüştürmeyi içeriyor.

Arap Birliği ise Trump’ın bu emperyalist planına karşı bölgeci bir Kahire planı açıkladı. Türkiye planı destekliyor. İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya dışişleri bakanları da ortak bir açıklamayla bu plana destek açıkladılar. Plan Gazze’nin imarını ve Fislistinliler tarafından yönetilmesini içeriyor özetle. 

Gazze’deki bu düğümün nihai çözümü ise elbette “iki devletli çözüm”le mümkün olacaktır; Filistin’in 1967 sınırlarıyla bağımsız bir devlet olarak kabul edilmediği hiçbir çözüm, yüzyıllık bu düğümü çözemeyecektir. ABD ile AB arasındaki çelişmelerin yarattığı olumlu konjonktür “iki devletli çözümü” zorlayacak Küresel Güney için avantajdır.

2) İran düğümü

ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki baş düşmanı İran’dır. İki ülke de bölgedeki her adımını, sonucunun İran’ı zayıflatıp zayıflatmayacağına göre atmaktadır. İran bu nedenle Gazze düğümüyle de Suriye düğümüyle de hatta Kürt düğümüyle de ilgilidir.

ABD ve İsrail’in İran’a karşı Irak’taki gibi açık işgale soyunamaması ya da Suriye’deki gibi iç kışkırtmalarla vekalet savaşı yürütememesi, kuşkusuz bu ülkenin gücü nedeniyledir. ABD bu gücü kırabilmek için yaptırım uygulamakta ve İran’ı bölgede yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. 

Trump, Obama döneminde İran’la yapılan nükleer anlaşmadan 1. döneminde çekildikten sonra, 2. döneminde Tahran’a “müzakere edebiliriz” mesajı verdi. Hatta Trump bu amaçla İran’ın dili lideri Hamaney’e bir mektup da yazdığını belirtti. Oysa İranlılar kendilerine ulaşan bir mektup olmadığını açıkladılar, ABD’li yetkililer de “Trump mektubu yazdı ama henüz göndermedi” dediler. 

Mesele şu ki Trump’ın mektuptan bahsettiği konuşması, gerçek bir müzakere amacına hizmet etmiyor. Çünkü Trump “Onlara, ‘Umarım müzakere edersiniz çünkü askeri olarak girmemiz gerekirse bu korkunç bir şey olacak’ diyen bir mektup yazdım” demişti. Bu açıkça “ya askeri müdahale ya taleplerim” anlamına gelmektedir.

Nitekim Hamaney de “ABD’nin müzakere ısrarı meseleyi çözmek için değil, tahakküm kurmak için” diyerek kabul etmeyeceklerini ilan etti. 

Emperyalist sopayla Kanada’yı 51. eyalet yapmaya, Grönland’ı parayla satın almaya, Panama Kanalı’na çökmeye, Ukrayna’nın nadir elementlerini ele geçirmeye ve Kongo’nun madenlerine sahip olmaya çalışan Trump, benzer şekilde İran’ı da teslim olmaya zorluyor ki bunun olması mümkün değil.

Dolayısıyla bu zor bir düğüm olarak varlığını sürdürecektir.

3) Suriye ve 4) Kürt düğümleri

İç İçe geçmiş ve bölgeyi ilgilendiren düğümler olarak Suriye ve Kürt düğümlerini ise bir başka yazıda ele alacağız. Bu düğümlerin kimler tarafından ve nasıl çözüleceği konusu hem zıt sonuçlar doğuracaktır hem de yanlış sonuçla daha büyük düğümlere dönüşecektir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Mart 2025

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

İSRAİL’DEN AKP’YE CAN SİMİDİ

İsrail’in hangi koşullarda Suriye’ye saldırdığı önemli; çünkü o koşullar, her şeyden önce saldırının gerekçesini ve hedefini açıklıyor:

1. ABD, eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un ağzından, Suriye muhalefetinin kuracağı geçici hükümet konusunda aceleci olmadıklarını ilan etti.

Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius da, Esad’ın devrileceği yönünde hiçbir belirti bulunmadığını açıkladı.

2. ABD ve Fransa başarısızlığa işaret eden bu açıklamaları yaparken, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov “Esad’ın bırakma seçeneği yok hatta bu imkânsız” diyerek, İran dini lideri Hamaney’in yardımcısı Ali Ekber Velayeti de “Suriye’ye saldırıyı kendimize yapılmış sayarız” diyerek, kararlılık sergiliyordu.

3. Şam yönetimi inisiyatifi ele almıştı ve Suriye Ordusu terörist unsurları temizlemek üzereydi.

4. ABD’nin Kasım ayında Katar-Doha’da kurduğu Suriye Ulusal Koalisyonu SUKO’nun başındaki Muaz el Hatib, ağır kayıplar nedeniyle, Şam rejimiyle diyaloga hazır olduklarını açıklamıştı

Bu dört gelişmeye bakarak, İsrail’in Esad karşıtlarına can simidi attığını söyleyebiliriz.

SURİYE KONUSUNU BÖLGESELLEŞTİRME ARAYIŞI

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, sadece teröristlere değil, o teröristlerin koordinatörü olan Ahmet Davutoğlu’na da can simidi attı.

Şöyle ki, Şam yönetimini yıkmak için ABD’yi daha aktif olmaya zorlayan ama aylardır Washington’un çaresizliği nedeniyle beklediği yardımı alamayan AKP Hükümeti, Tel Aviv’in bu hamlesiyle, Obama yönetimine yeniden başvurma gerekçesi elde etti. Zira İsrail’in Suriye’ye saldırısı, içine ABD’yi de çekecek bir bölgesel savaş riskini artırmıştır. İnisiyatif, her ne kadar böylesi bir bölgesel savaşa geçit vermeyecek Asya cephesinde olsa da, risk risktir.

Kuşkusuz Tel Aviv, kendi güvenliği için ABD’yi bölgeye getirmeyi iki yıldır arzuluyordu. Bu hamlesiyle de Türkiye-Suriye sınırına sıkışmış olan meseleyi, bölgeselleştirmek istediğini gösterdi.

Üstelik Suriye’ye güneyden cephe açarak, kuzeydeki AKP cephesini de rahatlatmış olacaktır.

Ancak ABD yine de bölgeye dönemeyecektir!

İSRAİL SALDIRISI STRATEJİK DEĞİL, TAKTİK

Elbette İsrail’in bu taktik hamlesi ABD’nin bilgisi dâhilindedir ama daha fazlası değildir.

Çünkü Washington bırakın İran ve Suriye’ye, Irak’a bile “Maliki’nin alternatifi yok” diyerek müdahil olamamaktadır.

Çünkü şartlar bölge cephesinin lehindedir ve zaman Asya için akmaktadır.

ABD, bölgesel bir savaşı göze alacak durumda değildir ve İsrail’in saldırısına onay vererek, en fazla bölgedeki aktörlerine taktik üstünlük kazandırmayı planlamaktadır. Daha fazlasını göze alamamaktadır.

Tabi bir de İsrail’in bu tip taktik üstünlük arayışı içeren saldırılarına kalkan olmaktadır: Kürecik radarını ve henüz yerleştirilen NATO Patriot bataryalarını bu destek içinde sayabiliriz.

ERDOĞAN’IN AÇMAZI

İsrail’in saldırısı AKP’ye can simidi olsa da, diğer taraftan bir de açmaz yaratmıştır. Şöyle ki:

İsrail’in Suriye’ye saldırması, bu ülkenin “terörist bir devlet” olduğunu bir kez daha tescilledi. Bu durumda şu soruyu sormak durumundayız. Başbakan Erdoğan, uluslararası sulardaki Mavi Marmara gemisine saldırarak 9 yurttaşımızı katleden İsrail için “terörist devlet” demişti. Acaba Suriye saldırısı için de İsrail’e “terörist devlet” diyebilecek mi?

Diyemezse, Yahudi Cesaret Madalyası’nın hakkını vermiş olacak ve Tel Aviv’de alkışlanacaktır fakat karşılığında da Suriye politikasına meşruiyet sağlamak üzere sarıldığı “Esad’ın arkasında İsrail var” yalanını yitirecektir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Şubat 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

‘Şii hilali’ yalanı

ABD’nin Suriye’ye saldırı hazırlıklarıyla birlikte, “Şii hilali” merkezli değerlendirmeler de arttı. Hilal dedikleri, “Şii İran’ı, Şii nufus çoğunluklu Irak’ı, Alevi azınlığın yönetttiği Suriye’yi ve Lübnan’ı” kapsayan bir hat. Bu iddiaya göre Tahran hilalle Sünni dünyayı kuşatıyor!

ABD’nin ‘Şii hilali’ kavramı

“Şii hilali” kavramı ilk olarak Ürdün Kralı Abdullah tarafından 2004 Aralık’ında kullanıldı. Ardından Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı El-Faysal da, “Şii hilali” kavramını Tahran’ı suçlama amaçlı kullandı. Mübarek, daha da ileri giderek, Ortadoğu ülkelerindeki Şii’lerin kendi ülkeleri yerine İran’a bağlılık duyduğunu ileri sürdü.

ABD’ye yakınlığıyla bilinen Abdullah, Mübarek ve El-Faysal’ın bu kavramı kullandığı süreçte, ABD’nin Irak’ta bataklığa saplanmaya başladığını özellikle not edelim.

ABD adına dile getirilen ve bölge ülkelerine baskı amacı taşıyan “Şii hilali” saldırısı, İran tarafından o dönemde sert bir şekilde yalanlanmıştı. Hem dini lider Ayetullah Hamaney hem Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, “Şii hilali” kavramının Batı kaynaklı olduğunu ve bölge ülkelerini karşı karşıya getirmeyi hedeflediğini dile getirmişlerdi.

ABD “Şii hilalı” tezini, şimdi yine, bölgede mezhep kışkırtıcılığı yapmak için piyasaya sürüyor. Eski bir ABD kartı olan “mezhep kışkırtıcılığı”, geçmişte SüperNATO üzerinden Türkiye’ye de denenmişti. Çorum, Malatya, Maraş ve Sivas katliamları, ABD’nin Alevi-Sünni çatışması tezgahlarıydı.

ABD karşıtı blok

“Şii hilali” havramı şimdilerde yeniden tezgaha sürüldü.

Çünkü tek tek ülkelerdeki iç gelişmeler ve ABD’nin izlediği siyasetler nedeniyle, bölgede Tahran-Bağdat-Şam ekseni pekişiyor. Bu eksenin olgularını Aydınlık uzun süredir yayımlıyor.

İşte ABD’nin korkusu, bu eksenin gittikçe derinlik kazanması ve bölgede bir blok haline gelmesi…

Süreci gören Washington’un eksene zaman zaman nafile müdahaleleri de oldu. Örneğin AKP hükümeti üzerinden kotarılmaya çalışılan “Ortadoğu Birliği” girişimi, “Sünni Türkiye’nin Suriye ve Lübnan’ı İran’dan kopartma” planıydı… Koşullar bu oyunun uzun süre oynanmasını engelledi.

Mezhepler değil çıkarlar belirler

Devletlerarası ilişkiler, devletlerin çıkarına dayanır. Devlet ve millet çıkarını bir yana bırakarak, ilişkilerin toplamını salt mezhepsel ilişkilerle açıklamak bilimsel değildir.

Tek başına İran’ın Filistin’e, Hamas’a verdiği açık destek örneği bile Tahran’ın mezhep bağı üzerinden politika yapmadığını ortaya koyar. Çünkü Hamas Sünni’dir!

Kaldı ki, Suriye’yi Nusayrilerin (Arap Alevileri) yönettiği de doğru değildr. Suriye devleti ve Baas partisi, Esad ailesi dışında aslında Sünni’dir.

Devletlerarası ilişkilerde elbette araç olarak dinsel ve kültürel öğeler değerlendirilir ancak bu hiçbir zaman belirleyici olamaz.

Tahran’ı bugün Bağdat ve Şam’la buluşturan Şiilik değil, bölgesel zorunluluktur, yani ABD’nin tehdididir. Ki o zorunluluğun doğal üyesi de nesnel olarak “sünni Türkiye”dir! Çünkü ABD emperyalizmine karşı birleşmek, birlikte hareket ermek, birbirine dayanmak, biricik çözümdür.

Bölgede Sünni-Şii ayrışması üzerinden inşa edilecek her politika, bölge ülkelerinin değil, ABD ve müttefiklerinin yararına olacaktır.

Ki ABD sadece mezhepleri birbirine kışkırtmayı değil, mezhepleri kendi içinde de birbirine düşürmeyi hedefliyor. Bunun en somut göstergesi, Suriye’de Vahabi (Selefi) Sünni’liğin, Vahhbi olmayan Sünniliğe saldırmasıdır.

Çünkü ABD kaybediyor…

Yukarıda not ettiğimiz gibi, “Şii hilali” kavramı, ABD’nin Irak’ta bataklığa saplanmaya başladığı süreçte çaresizce ortaya atılmıştı.

Kavramın şimdi de, İran’ın bölgede inisiyatif kazandığı bir süreçte gündeme gelmesi bu bakımdan anlamlıdır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi s:7
17 Ağustos 2011

, , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın