Posts Tagged Ahmedinejad

OBAMA-ERDOĞAN ZİRVESİNİ ÖCALAN KAZANDI

Erdoğan’ın 400 kişilik Amerika çıkarmasından eli boş döndüğü artık herkesin malumu. İlk gün estirilen fırtına dindikçe, AKP hükümetinin Suriye konusunda bir mevzi kazanmadığı görülmeye başlandı.

Özetlersek, uçuşa yasak bölge, güvenli alan oluşturma, muhaliflere silah yardımı ve NATO’dan güçlü destek içeren dört taleple masaya oturan Erdoğan ve ekibi, masadan reddettikleri Cenevre sürecini kabullenerek, Obama’dan ABD’nin Suriye’ye kesinlikle askeri müdahalede bulunmayacağı gerçeğini öğrenerek ve ABD’nin elinde sihirli bir formül bulunmadığını anlayarak kalktılar.

Dahası Erdoğan’ın durumu kurtarmak üzere ortaya attığı “kimyasal silah kullanıldı” hamlesi de Obama tarafından “bizim incelemelerimiz sürüyor” denilerek boşa çıkarıldı.

Kuşkusuz bu sonuç, ABD’nin mecburiyeti nedeniyledir. Ortak basın toplantısında da görüldüğü gibi, Obama’nın başı ABD hâkim sınıfları arasındaki çarpışmasının siyasi yansımalarıyla derttedir!

Obama’yı Suriye’ye müdahaleden alıkoyan, Irak’ta Maliki’yi gönülsüz desteklemeye iten ve İran’a Ortadoğu’da manevra alanı kazandıran “hareketsizliği”, ülkesinin siyasi ve ekonomik inişinin doğal bir sonucudur.

Moskova’nın askeri şemsiyesi Washington’u frenlerken, Esad’ı, Maliki’yi ve Ahmedinejad’ı korumaktadır!

OBAMA PKK’Yİ TERÖR LİSTESİNDEN ÇIKARDI!

Şimdi ABD bu çıkmazdan bir çıkar yol bulmaya çalışacaktır. Obama’nın Erdoğan’la ortak basın toplantısında pek dikkat çekmeyen bir nitelemesi, Washington’un hangi “çıkara” yöneleceğine işaret etmektedir.

Obama basın toplantısında Erdoğan’ın “çözüm sürecine” desteğini ifade ederken, satır arasında “PKK şiddeti” ifadesini kullandı! Ancak hem basın toplantısını canlı veren kanallar hem de ertesi gün gazeteler, o cümleyi Türkçeleştirirken “PKK terörü” diye ifade ettiler.

Oysa Beyaz Saray’ın tamamını yayımladığı ortak basın toplantısı metninde de görüleceği üzere, Obama “PKK terörü” değil, “PKK violence” yani “PKK şiddeti” demişti!

Kuşkusuz bu bir dil sürçmesi değil fakat Obama’nın bilinçli tercihidir. Zira “terörü”, “şiddet” kelimesiyle değiştirmek, çok şek ifade ediyor. PKK’nin tam da “Batı bizi terör listesinden çıkarsın” diye açıklamalar yaptığı bir süreçte Obama’nın “terör” yerine “şiddet” kelimesini tercih etmesi, hem örgüte bir “meşruiyet” kazandırmıştır, hem de örgütün BM nezdinde soyunacağı kimi girişimlere başarı şansı doğurmuştur.

ABD PKK’Yİ SAHAYA SÜRDÜ

Gelelim başta belirttiğimiz “ABD bu çıkmazdan bir çıkar yol bulmaya çalışacaktır” cümlemize… İşte PKK’nin terör listesinden çıkarılması, aranılan bu yol açısından değer kazanacaktır.

Çünkü terörist olmayan bir PKK, El Kaide ve El Nusra’nın Batı tarafından onay bulmadığı Suriye’de, Şam karşıtı silahlı muhalefetin bel kemiğini oluşturacaktır. Tam bu noktada hem Öcalan’ın “Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin.” sözlerinin, hem de Aysel Tuğluk’un “En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK de çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı; İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı” sözlerinin önemini anımsamalıyız.

PKK’yi Suriye muhalefetinin merkezine oturtacak ABD, bir taşla birkaç kuş vuracaktır:

1. Irak’a 1991 ve 2003’te saldırdığında PKK’yi olağanüstü büyüten ABD, Suriye üzerinden örgütü 3. kez büyütecektir.

2. Suriye’ye sürülen PKK, Barzani’nin yerine Büyük Kürdistan’ın asıl aktörü konumuna terfi edecektir.

3. Öcalan’ın PKK’ye verdiği “Suriye’de özerklik arayın” talimatı hayat bulacaktır.

4. Suriye’nin kuzeyi, PKK’nin denetimine girecektir. (Ancak Esad kaybederse!)

5. Türk devleti, sınır dışına gidişine göz yumduğu örgütün Suriye’de büyümesine dolaylı destek vermiş olacaktır.

6. Türk Ordusu, AKP eliyle daha da büyümesine yol verilen PKK’yle bu kez 910 km’lik sınır hattında karşı karşıya gelecektir.

7. Önüne Kuzey Irak petrol havucu konulan Türkiye, “Kürtlerle büyümek” söylemi altında PKK üzerinden küçültülecektir!

8. Hepsinden önemlisi, başkasının dış politikasıyla bölgede efelenen AKP hükümeti, şimdi geniş Asya cephesiyle karşı karşıya kalmıştır, hem de tek başına!

Peki, buradan dönüş yok mu? Elbette var! Aydınlık’ın sayfaları çözümle dolu fakat zaman daralıyor…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Mayıs 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

5 ÜLKELİ ÇÖZÜM PLATFORMU

Son üç günde üç önemli ABD yetkilisi, Suriye’de “Türkiye ile birlikte çalıştıklarını” vurguladı!

Önce ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden konuştu ve “Suriye’de Türkiye’yle el ele çalıştıklarını” söyledi.

Ardından ABD’nin Adana Konsolosluğu’na iki ay önce atanan John Espinoza konuştu. Ekspres gazetesine röportaj veren Espinoza, “Probleme en iyi çözümü bulmak için Türkiye Hükümeti ile yakın çalışıyoruz” dedi.

Son olarak da ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, “ABD ile Türkiye’nin gizli çalışmalar yürüttüğünü” açıkladı. Ricciardone, “bu gizli çalışmanın ne kadarının açıklanacağını da AKP Hükümeti’nin bileceğini” söyleyerek topu Erdoğan’ın kucağına bıraktı.

GİZLİ ÇALIŞMA FELAKETLERİ

Uludere’de 34 yurttaşımızın yanlışlıkla bombalanması, F4 keşif uçağımızın Suriye’de NATO yemi yapılması, Akçakale kışkırtması ve Moskova’dan kalkan Suriye uçağının CIA’nın “roket taşıyor” istihbaratıyla Ankara’ya indirilmesi, bu “yakın ve gizli” çalışmanın örneklerindendir…

Ancak üç günde üç ABD’linin “Türkiye’yle birlikte çalıştıklarını” özellikle vurgulaması bize dikkat çekici geldi. Uluslararası ilişkilerde bunun bir anlamı da, “yakın çalışma” durumunun sekteye uğradığının dolaylı işaretidir. Böyle midir, göreceğiz…

ÜÇLÜ MÜZAKERE SİSTEMİ

Bir süredir yazılarımızda Türkiye ile İran’ı aynı platformda buluşturan Dörtlü Komisyon’un, Ankara’nın Suriye sahnesinden çekilebilmesine fırsat yaratacağını savunduk. Nitekim ABD’nin çok rahatsız olduğu bu platform, Suudi Arabistan üzerinden sabote edildi ve üçüncü toplantısı yapılamadı.

Ancak Bakü’de bir araya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın 40 dakikalık Suriye görüşmesi, yeni bir fırsata işaret ediyor.

Nitekim Erdoğan, görüşmede “üçlü müzakere sistemi”nin ele alındığını açıkladı:

1) Birinci sistem; Türkiye-Mısır-İran. Bu sistem, Suudi Arabistan’ın olmadığı Dörtlü Komisyon platformu zaten.

2) İkinci sistem; Türkiye-Rusya-İran.

3) Üçüncü Sistem; Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan.

Üçlü müzakere sisteminden anlaşılan, Türkiye’nin Mısır-Suudi Arabistan ikilisi ile Rusya-İran ikilisi arasında arabuluculuğa soyunduğudur. Çünkü üç sistemde de Türkiye var ancak İran, Mısır’la aynı platformda yer almasına rağmen, hem İran hem de Rusya, Suudi Arabistan’la hiç bir araya gelmiyor…

Ancak beş ülkeden oluşan üç sistemin tamamen bölge ülkelerinden oluşması çok önemlidir.

AKP-ÖSO İLİŞKİLERİ

Erdoğan bu “üçlü müzakere sistemi”ni açıkladığı basın toplantısında, Ankara ile Tahran’ın bir başka konuda da mutabık olduğunu müjdeliyordu. BM ve Arap Birliği Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi’nin “kurban bayramında ateşkes önerisi” yapması, her iki ülke tarafından memnuniyetle karşılanmıştı.

Ancak aynı saatlerde Özgür Suriye Ordusu’nun Brahimi’nin çağrısına olumsuz yanıt vermesi, Ankara-ÖSO ilişkilerinin geldiği yer açısından not edilmelidir.

AKP-ÖSO ilişkisinin durumunu anlamak için, son iki haftada gerçekleşen şu olgulara da bakmalıyız:

ÖSO karargâhını sınır dışına taşımak zorunda kaldı.

Türk polisi özel evlerde kalan Suriyeli muhaliflere “ya kamplara geçin ya da Suriye’ye dönün” baskısı yaptı.

Daha önce “tampon bölge”nin barajı ilan edilen mülteci sayısı 100 bini geçti ama AKP medyasında nedense pek ilgi görmedi.

RUSYA VE İRAN’IN JESTLERİ

Hepsinden önemlisi ise Ahmedinejad’ın Bakü’de Erdoğan’a “Akçakale’de haklıydınız” demesi ve Rusya’nın indirilen uçak konusunu fazla büyütmemesidir.

AKP medyasında “jest” olarak selamlanan bu iki gelişme, anlaşılan o ki, Türkiye’nin “beşli çözüm platformu”na evet demesine, Rusya ve İran’ın verdiği olumlu karşılıktır.

Bakalım ABD’nin karşı hamlesi ne olacak?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Ekim 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

KÜRDİSTAN NASIL HİMAYE EDİLİR?

Türkiye, Bağdat’ı devre dışı bırakarak, Kuzey Irak’tan doğrudan petrol alımına başladı. (Zaman, 7 Temmuz 2012) Geçen hafta bölgeye giden tankerler, dolum yapıp Türkiye’ye, Mersin rafinerisine döndü…

Bu durum bölge açısından kritik bir sürecin başladığına işaret ediyor: Türkiye himayesinde Kürdistan’a…

Bu süreç nereye gider? Bağdat-Ankara ilişkileri kopar mı? PKK bu sürecin neresinde? Sorulara yanıt vermeden önce bazı olguları anımsayalım:

ANKARA-ERBİL ANLAŞTI

1. Başbakan Erdoğan’a yakın Çalık Holding, Silopi’den Yumurtalık’a uzanan 640 km’lik boru hattı yapmak için Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden izin istedi. Talep, Resmi Gazete’de yayımlandı. Peki, Silopi’ye petrol nereden gelecek?

2. Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin başbakanı Neçirvan Barzani Türkiye’ye geldi ve 17 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan’la “Kuzey Irak-Türkiye boru hattı anlaşması” yaptı.

3. Başbakan Erdoğan 20 Haziran’da Brezilya’ya giderken, uçakta bulunan gazete genel yayın yönetmenlerine “Bağdat yönetiminin Kuzey Irak’taki yönetime işlenmiş petrol ürünü vermeyi azalttığını söyleyerek, Türkiye’nin buna seyirci kalamayacağını” belirtti. Erdoğan, boru hattı kurulana dek uygulanacak yöntemi şu sözlerle tarif etti: “Oradan ham petrol alıp Türkiye’de işleyeceğiz. Ardından Kuzey Irak’a geri göndereceğiz.

DİYARBAKIR MERKEZ

Açık ki, Ankara’nın Bağdat’ı devre dışı bırakarak Erbil’le bu tip bir ilişkiye girmesi Irak’ı bölecektir. AKP, Erbil’i Bağdat’tan koparıp, Diyarbakır’la birleştirmenin peşindedir. Nitekim Mesud Barzani, son üç ay içerisinde birkaç kez, “sonbaharda Kürdistan’a bağımsızlık” işareti verdi.

Peki, bağımsızlığını ilan edecek Kürdistan’ı Bağdat’a ve bölgeye karşı kim koruyacak, kim himaye edecek? AKP hükümetinin yönettiği Türkiye!

Böylece ABD’nin 1965’te ilk kez Türkiye’ye getirdiği plan, Erdoğan’la bir üst aşamaya çıkarılacak. 1991 ve 2003’te bu temel hedefi için Irak’a saldıran ABD, Irak’tan koparılacak Kürdistan’ın büyütülmesini, Türkiye’nin himayesinde Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasını istemektedir. Bu yapının Türkiye’den toprak koparıp “Büyük Kürdistan” haline gelmesi, bir diğer aşamadır.

Erdoğan’ın daha 2004 yılı başında “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir merkez yapacağız” demesi, işte bu görevinin gereğidir.

ERDOĞAN-ÖCALAN-BARZANİ İTTİFAKI

ABD AKP’den 2. Açılım’ı istiyor. AKP PKK’yle yeniden müzakere süreci başlatıyor, Ankara Bağdat’ı devre dışı bırakarak Erbil’le anlaşıyor, Erbil “sonbaharda bağımsızlık” işareti veriyor. PKK lideri Murat Karayılan, “Kuzey Irak’la birleşiriz” diyor.

Yani Erdoğan, Öcalan ve Barzani Kürdistan ittifakında buluşuyor! Yani Türkiye’nin başbakanı bölgedeki bölme görevlileriyle birlikte hareket ediyor!

Oysa Türkiye’nin Başbakanı, ABD’nin Öcalan ve Barzani piyonlarına karşı, Maliki, Esad ve Ahmedinejad’la birlikte hareket etmeliydi. Çünkü Irak, Suriye, Türkiye ve İran’ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin garantisi dört ülkenin ittifakıdır.

ORTADOĞU’DA AMERİKAN VARLIĞI ÇÖKTÜ

Ankara’nın, Tahran-Bağdat-Şam’la ittifak yerine Erbil-Kamışlı-Diyarbakır ekseni kurması, Washington’un 50 yıllık planıdır.

Peki, ABD’nin bu planı gerçekleştirecek gücü kaldı mı? Bölgedeki tüm kuvvetler için sorulması gereken soru budur ve her kuvvet bu sorunun yanıtına göre konumlanmalıdır.

Yanıtı bu kez Zbigniew Brzezinski’den verelim. Amerikan devlet aygıtının politika yapıcılarından Brzezinski, Mısır’ın El Ahram gazetesine “Amerikan nüfuzunun çöktüğüne şüphe yoktur ancak kimse Ortadoğu’da Amerikan varlığının çöküşüne sevinmesin” diyor…

Biz Türk, Kürt, Arap ve Fars halkları adına seviniyoruz ve Amerikan varlığının ardından, taşeronlarının da birer birer çökeceğini biliyoruz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Temmuz 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

BÖLGEDE MEZHEPÇİLİĞİ KİM YAPIYOR?

Ülkesinde hakkında tutuklanma kararı bulunan ancak AKP hükümeti tarafından İstanbul’da misafir edilen Tarık El Haşimi, Başbakan Erdoğan‘la yaptığı “sır görüşme”den sonra Tahran – Bağdat – Şam karşıtı demeçler vermeye başladı.

 

AKP hükümetinin İstanbul-Başakşehir’de konut tahsis ettiği ve güvenliğini sağladığı Haşimi, öncelikle Hürriyet ve Milliyet’e yönlendirildi. Her iki gazeteye de AKP’nin Ortadoğu planlarına uygun röportajlar veren Haşimi, Esad‘dan sonra Maliki‘yi de “diktatör” ilan etti.

HAŞİMİ: İRAN MEZHEP SAVAŞI KÖRÜKLÜYOR

Maliki‘nin açıklamalarında dikkatimizi çeken konulardan biri, onun ErdoğanDavutoğlu ikilisinin Sünni blok planlarına uygun olarak İran’ı mezhepçilik yapmakla suçlamasıydı.

Kaçak Haşimi şöyle diyor: “Maalesef İran, mezhep savaşını körüklüyor. Daha önceleri kimse kimsenin meshebini sormazdı. Şimdi herhangi bir bakanlığa iş başvurusunda bulunduğunuzda daha resepsiyondayken bile ‘ne mezhepsin?’ diye oruyorlar. İnanılmaz bir ayrımcılık var. Bir mezhebe karşı ayrımcılık ve marjinalleştirme. İran’ın bu bölgesel politikasının karşısında durmak lazım.”

Kuşkusuz bu sözlerin yalan olduğuna en vakıf insan, bu sözlerin sahibidir. Çünkü Haşimi, Irak’ın Cumhurbaşkanı yardımcısıydı.

ABD BÖLDÜ, MALİKİ BİRLEŞTİRİYOR

Haşimi‘nin neden bu yalana başvurduğuna geleceğiz, ancak öncelikle gerçeği saptayalım.

Doğrudur, bugün Irak’ta insanlara mezhepleri soruluyor; Iraklıların dinsel ve etnik aidiyetleri sorgulanıyor… Ancak bunun sorumlusu İran değil, ABD’dir!

Irak’ı 1991’deki ilk saldırısında Araplar ve Kürtler diye ikiye bölen, Arapları da 2003’teki saldırısında Şii ve Sünni diye ikiye bölen ABD’dir. Bu süreçte ABD başkanlarından başlayarak, ABD’nin Irak’taki valilerine kadar pek kişi, Irak’ın güneyde Şii Araplar, ortada Sünni Araplar ve kuzeyde Kürtler arasında pay edildiğini açıkça dile getirmiştir. Basra merkezli Şii Irak, Bağdat merkezli Sünni Irak ve Erbil merkezli Kürdistan haritaları, ABD’nin resmi kurumlarının internet sitelerinde yer almaktadır.

Haşimi‘nin Erdoğan – Davutoğlu ikilisiyle birlikte hedef aldığı Maliki ise tersine ABD’nin üçe böldüğü Irak’ı yeniden birleştirmeye çalışmaktadır! İran’ın güdümünde denilen Maliki‘ye düşmanlıkları bundandır!

TÜRKİYE’DE DE AYRIMCILIĞIN ADRESİ ABD’DİR!

Benzer durum Türkiye içinde de geçerli değil mi? Bugün herkesin birbirinin etnik aidiyetini merak eder hale gelmesi, neyle başlamıştır? AKP’nin, daha doğrusu ABD’nin “Kürt Açılımı” ile!

Yeni Anayasa’larından neden Türk kelimesini çıkarmaya çalışmaktadırlar? Neden Başbakan Erdoğan, her fırsatta muhataplarını “Alevililik” üzerinden vurmaya çalışmaktadır? Neden bu ülkenin başbakanı her fırsatta Alevi – Sünni vurgusu yapmaktadır? Bunu kendisinden İran mı istemektedir? Elbette hayır!

Türkiye’nin de Türk – Kürt şeklinde etnik temelde ve Alevi – Sünni şeklinde dinsel temelde ayrıştırılması, bir ABD projesidir!

SÜNİ – Şİİ DEĞİL, AMERİKANCI – BÖLGECİ SAFLAŞMASI

Gelelim Haşimi‘nin neden bu yalana başvurduğuna…

Burada da başvuracağımız kaynak, ABD’nin BOP eşbaşkanlığıdır. Suriye’de fol yok, yumurta yokken Erdoğan‘ın “Alevi – Sünni çatışmasından endişe ettiğini” açıklaması, bir işarettir!

Bölgede oluşan Tahran – Bağdat – Şam eksenine karşı ABD adına mücadele etmenin yolu, karşısına bir başka eksen koyabilmekten geçer. O eksenin “Sünni eksen” olması, ABD ve taşeronlarına göre cepheyi büyütecektir. Düşman eksenin Şii ekseni olduğunu iddia ederek, Sünni ekseni büyüteceklerini hesaplamaktadırlar. Erdoğan‘ın Suudi Kralı ve Katar Şeyhi ile birlikte Suriye’ye demokrasi götürmeye soyunması bu görev nedeniyledir. Sünni bir eksen kurarak, Mısır’ı, Ürdün’ü saflarına katmayı, İran’ı yalnızlaştırmayı hesap etmektedirler. Daha doğrusu ABD bu hesabı yapmaktadır.

BÖLÜCÜLER, BİRLEŞTİRENLERE KARŞI

Maliki‘nin kabinesi Şii’lerden ibaret değildir; Esad yönetimi de iddia edildiği gibi tamamen Nusayri değildir, tersine Sünni çoğunlukludur!

Dolayısıyla bölgede mezhepçilik yapan İran değil, ABD’dir; Ahmedinejad ya da Esad değil, Tayyip Erdoğan’dır; Maliki değil Haşimi ve Barzani’dir!

Ahmedinejad – Maliki – Esad bir cephede, Erdoğan – Haşimi – Barzani ise diğer cephededir!

Erdoğan, tüm güney komşularının bölücüleriyle ittifak halindedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Nisan 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

İRAN’IN LATİN AMERİKA ÇIKARTMASI

Washington ile Tahran arasında bir yandan gizli görüşme süreci ilerliyor ama bir yandan da Hürmüz Boğazı’na ilişkin gerilim tırmanıyor… ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’nın Hürmüz Boğazı geçişlerini kırmızı çizgi ilan etmesi yeni bir aşamaya işaret ediyor.
İran’ın geçişleri kapatma uyarısının ardından Batı’nın bulduğu yeni kanal açma projesi ise uygulanamaz görünüyor. Bloomberg’in haberine göre, Birleşik Arap Emirlikleri toprakları üzerinden açılması planlanan kanalın önünde pek çok engel mevcut. 3,3 milyar dolarlık projenin Nisan ayına kadar yetişmeyeceği belirtiliyor.
ASIL AMBARG DOLARA UYGULANIYOR
Öte yandan AB’nin İran petrollerine karşı aldığı ambargo kararı da Batı’nın toplam tutumu bakımından önem kazanıyor. Ancak AB içinde bu karara önemli itirazlar olduğu da belli, çünkü ambargo kararı var ama ambargonun ne zaman uygulanacağına yönelik bir tarih belirlenemedi.
Batı’nın İran petrollerine ambargo uygulayabilme ihtimalinden daha somut olan gelişme ise Doğu’nun ABD dolarına uyguladığı ambargodur. Son olarak Asya’nın üçüncü büyük devi Hindistan da, İran’la ticaretinde dolar kullanmaktan vazgeçti. Hindistan, artık İran’dan aldığı petrolün karşılığını kendi milli parası olan Rupi ile ödeyecek.
Kuşkusuz bu kararda etkisi olan ise AKP’nin Halkbank tutumudur. Çünkü Hisndistan, daha önce İran’a ödemeyi Halkbank üzerinden yapıyordu. AKP, Batı’dan daha hızlı ambargocu kesilip, Halkbank ödemelerini iptal ettirdi.
AKP, bir yandan Tahran karşıtı bu tür uygulamalara imza atarken, bir yandan da İran’ı Batı ile müzakere masasına oturtabilmek için uğraşıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa ile Almanya’dan oluşan P5+1 ülkeleri ile İran arasındaki nükleer müzakerelerin devamı konusunda mutabakat sağlandığını ve görüşmelerin Türkiye’de olacağını açıklamıştı.
ABD AHMEDİNEJAD’IN ZİYARETİNDEN RAHATSIZ
İşte tüm bu yeni gelişmelerin ortasında İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad Latin Amerika ülkelerine davet edildi. Ahmedinejad, Venezuella’dan başlayarak Nikaragua, Küba ve Ekvador’da temaslarda bulunacak.
Ahmedinejad’a yönelik bu 5 günlük davet, ambargonun ABD ve bazı AB ülkeleriyle sınırlı kalacağının da işareti olarak görünüyor.
Kaldı ki, Tahran bu bölgeye ilişkin son yıllarda önemli bir diplomatik atak seferberliği başlatmış ve Klombiya, Nikaragua, Şili, Ekvador, Uruguay ve Bolivya’da büyükelçilikler açmıştı. İran’ın daha önce açtığı Küba, Arjantin, Meksika ve Venezuella büyükelçilikleri ile birlikte düşünüldüğünde, toplam olarak İran’ın Latin Amerika’da oldukça etkin olduğu ve bölgesel işbirliği geliştirdiği görülecektir. Tek başına Ahmedinejad ve Hugo Chavez’in karşılıklı ziyaret sayıları bile bu gerçeği göstermektedir. Yine İran ile Brezilya arasındaki kapsamlı işbirliği de, yeni dönemin resmidir.
Ahmedinejad, işte bu yeni dönem resmi içinde Latin Amerika’ya bir çıkartma yaparak, ABD ve bazı AB ülkelerinin ülkesine yönelik ambargo kararını tecrit etmeye çalışmaktadır.
ABD’nin bu çıkartmadan rahatsız olduğu da ortada. Nitekim ABD, Venezuella’nın Miami Başkonsolosu Livia Acosta Noguera’yı açıklanmayan bir nedenle istenmeyen kişi ilan etmiş ve ülkeyi terketmesi için kendisine 10 Ocak’a kadar süre tanımıştı.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Ocak 2012

, , ,

Yorum bırakın

Ahmedinejad’ın Erdoğan’a teklifi

Başbakan Erdoğan’un konvoyu, önceki gün İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’dan gelen telefon üzerine Boğaziçi Köprüsü girişinde bekledi. Konvoy durduran bu 37 dakikalık telefon görüşmesine dair Başbakanlıktan herhangi bir açıklama yapılmadı.

Yeni Ortadoğu’yu ABD değil, İran’la Türkiye belirleyecek

İran Fars Haber Ajansı’nın verdiği bilgiye göre Ahmedinejad Erdoğan’a bölgesel işbirliği teklif etti: “Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, İran ve Türkiye’nin, bölge milletlerinin daha fazla özgürlük, demokrasi ve adaletten yararlanması için sıkı işbirliği paketleri planlayarak derhal hayata geçirmeleri gerektiğini belirtti.”

Ajansın “Yeni Ortadoğu’yu ABD değil, İran’la Türkiye belirleyecek” vurgusu yaptığı görüşmeye dair ulaştığımız resmi olmayan ayrıntılar ise daha da önemli.

İranlı kaynaklara göre Ahmedinejad ile Erdoğan’un telefon görüşmesinde ele alınan diğer konular şunlardı:

ABD’nin askeri varlığına geçit verilmeyecek

1- Ahmedinejad’ın Erdoğan’la konuştuğu konuların başında, ABD’nin Irak’taki askeri varlığı geliyor.

ABD 31 Aralık 2011’den sonra da Irak’ta asker bulundurmak istiyor. Ancak Bağdat, Washington’un bu baskısına Tahran’ın da desteğiyle direniyor.

Son olarak ABD Savunma Bakanı Leon Panetta “Bağdat asker bulundurma isteğimizi kabul etti” diyerek meseleyi oldu bittiye getirmeye çalışmış, Irak hükümeti sözcüsü ise Pentagon’u yalanlamıştı.

Irak’ta son dönemde ortaya çıkan El-Kaide eylemlerini ve çok sayıda ölümle sonuçlanan saldırıları da Washington’un bu arayışı olarak değerlendirmek gerekir.

Tahran, bir yandan Bağdat’ın elini güçlendirecek hamleler yapıyor bir yandan da Suriye saldırısı dahil, bölgede ABD askeri varlığına dönüşecek gelişmelere engel olmaya çalışıyor.

Çünkü, ABD’nin olası Suriye saldırısı, İran’la ön savaş demek.

Barzani köşeye sıkıştırılacak

2- Ahmedinejad’ın Erdoğan’la konuştuğu ikinci önemli konu ise Irak’ın kuzeyiyle ilgili.

Yeri gelmişken belirtelim; “Karayılan yakalandı” şeklindeki, sonradan yalanlanan açıklamayla ilgili değerlendirme yapan İranlı kaynaklar, haberin önce duyurulmasına sonra yalanlanmasına önemle dikkat çekiyorlar. Kaynaklar, Karayılan’ın bölge politikalarına baskılandığına, ABD çizgisi dışına çıkarılmaya zorlanmış olabileceğine işaret ediyorlar!

Bu iddia, aslında daha önceki incelemelerimizde ifade ettiğimiz, “Tahran’ın hedefi, PKK’nin ötesinde ABD’nin kukla devleti” şeklindeki tezimizle de örtüşüyor.

Çünkü Irak’ın kuzeyine yani ABD’nin egemenlik bölgesine operasyon düzenleyen Tahran, öncelikle Barzani yönetimini yalnızlaştırmayı ve köşeye sıkışırmayı hedefliyor.

Erdoğan’ın pozisyonu, bölgeye sorun yaratıyor

Ahmedinejad’ın bu söylediklerine Erdoğan’ın olumlu yanıt vermesi halinde, elbette “yeni Ortadoğu’yu ABD değil, İran’la Türkiye belirler”.

Peki acaba Tayyipp Erdoğan’ın Ahmedinejad’a yanıtı ne oldu?

İran Fars Haber Ajansı’na göre “görüşmede Erdoğan da; Ahmedinejad’a teşekkür ederek, Tahran ve Ankara’nın işbirliğiyle bölgesel meselelerin çözümünde etkili adımlar atabileceklerine inandığını” ifade etti.

Tahran, Ankara’nın müttefikliğinin bölge açısında sahip olduğu kritik önemi görüyor.

Tek sorun, Ankara’nın BOP Eşbaşkanı tarafından yönetiliyor olması!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Ağustos 2011

, , ,

Yorum bırakın

‘Şii hilali’ yalanı

ABD’nin Suriye’ye saldırı hazırlıklarıyla birlikte, “Şii hilali” merkezli değerlendirmeler de arttı. Hilal dedikleri, “Şii İran’ı, Şii nufus çoğunluklu Irak’ı, Alevi azınlığın yönetttiği Suriye’yi ve Lübnan’ı” kapsayan bir hat. Bu iddiaya göre Tahran hilalle Sünni dünyayı kuşatıyor!

ABD’nin ‘Şii hilali’ kavramı

“Şii hilali” kavramı ilk olarak Ürdün Kralı Abdullah tarafından 2004 Aralık’ında kullanıldı. Ardından Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı El-Faysal da, “Şii hilali” kavramını Tahran’ı suçlama amaçlı kullandı. Mübarek, daha da ileri giderek, Ortadoğu ülkelerindeki Şii’lerin kendi ülkeleri yerine İran’a bağlılık duyduğunu ileri sürdü.

ABD’ye yakınlığıyla bilinen Abdullah, Mübarek ve El-Faysal’ın bu kavramı kullandığı süreçte, ABD’nin Irak’ta bataklığa saplanmaya başladığını özellikle not edelim.

ABD adına dile getirilen ve bölge ülkelerine baskı amacı taşıyan “Şii hilali” saldırısı, İran tarafından o dönemde sert bir şekilde yalanlanmıştı. Hem dini lider Ayetullah Hamaney hem Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, “Şii hilali” kavramının Batı kaynaklı olduğunu ve bölge ülkelerini karşı karşıya getirmeyi hedeflediğini dile getirmişlerdi.

ABD “Şii hilalı” tezini, şimdi yine, bölgede mezhep kışkırtıcılığı yapmak için piyasaya sürüyor. Eski bir ABD kartı olan “mezhep kışkırtıcılığı”, geçmişte SüperNATO üzerinden Türkiye’ye de denenmişti. Çorum, Malatya, Maraş ve Sivas katliamları, ABD’nin Alevi-Sünni çatışması tezgahlarıydı.

ABD karşıtı blok

“Şii hilali” havramı şimdilerde yeniden tezgaha sürüldü.

Çünkü tek tek ülkelerdeki iç gelişmeler ve ABD’nin izlediği siyasetler nedeniyle, bölgede Tahran-Bağdat-Şam ekseni pekişiyor. Bu eksenin olgularını Aydınlık uzun süredir yayımlıyor.

İşte ABD’nin korkusu, bu eksenin gittikçe derinlik kazanması ve bölgede bir blok haline gelmesi…

Süreci gören Washington’un eksene zaman zaman nafile müdahaleleri de oldu. Örneğin AKP hükümeti üzerinden kotarılmaya çalışılan “Ortadoğu Birliği” girişimi, “Sünni Türkiye’nin Suriye ve Lübnan’ı İran’dan kopartma” planıydı… Koşullar bu oyunun uzun süre oynanmasını engelledi.

Mezhepler değil çıkarlar belirler

Devletlerarası ilişkiler, devletlerin çıkarına dayanır. Devlet ve millet çıkarını bir yana bırakarak, ilişkilerin toplamını salt mezhepsel ilişkilerle açıklamak bilimsel değildir.

Tek başına İran’ın Filistin’e, Hamas’a verdiği açık destek örneği bile Tahran’ın mezhep bağı üzerinden politika yapmadığını ortaya koyar. Çünkü Hamas Sünni’dir!

Kaldı ki, Suriye’yi Nusayrilerin (Arap Alevileri) yönettiği de doğru değildr. Suriye devleti ve Baas partisi, Esad ailesi dışında aslında Sünni’dir.

Devletlerarası ilişkilerde elbette araç olarak dinsel ve kültürel öğeler değerlendirilir ancak bu hiçbir zaman belirleyici olamaz.

Tahran’ı bugün Bağdat ve Şam’la buluşturan Şiilik değil, bölgesel zorunluluktur, yani ABD’nin tehdididir. Ki o zorunluluğun doğal üyesi de nesnel olarak “sünni Türkiye”dir! Çünkü ABD emperyalizmine karşı birleşmek, birlikte hareket ermek, birbirine dayanmak, biricik çözümdür.

Bölgede Sünni-Şii ayrışması üzerinden inşa edilecek her politika, bölge ülkelerinin değil, ABD ve müttefiklerinin yararına olacaktır.

Ki ABD sadece mezhepleri birbirine kışkırtmayı değil, mezhepleri kendi içinde de birbirine düşürmeyi hedefliyor. Bunun en somut göstergesi, Suriye’de Vahabi (Selefi) Sünni’liğin, Vahhbi olmayan Sünniliğe saldırmasıdır.

Çünkü ABD kaybediyor…

Yukarıda not ettiğimiz gibi, “Şii hilali” kavramı, ABD’nin Irak’ta bataklığa saplanmaya başladığı süreçte çaresizce ortaya atılmıştı.

Kavramın şimdi de, İran’ın bölgede inisiyatif kazandığı bir süreçte gündeme gelmesi bu bakımdan anlamlıdır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi s:7
17 Ağustos 2011

, , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: