Posts Tagged Kürt Açılımı
NEVRUZ RESTLEŞMESİNİN NEDENİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 22/03/2012
Daha düne kadar, koluna bir de asker takarak lastikten atlayan AKP, bugün neden Nevruz yasakçılığına soyundu?
PKK ile masaya oturan, Öcalan’la protokol müzakeresi yapan, Habur’dan giren PKK’lilere selam duran, askerinin sınır ötesi operasyonuna engel olan AKP’nin bu yılki Nevruz takıntısı, haliyle kafalarda soru işareti yarattı.
AKP – PKK İÇİN “BARIŞ” MASASI
Doğrudan söyleyelim: Taraflar, “barış masasına” oturmak için, önce kavga ediyorlar!
“Barış masası”ndan kastımız, ABD’nin “yeni Türkiye”yi taraflara bölüştürme masasıdır. Ve o masada “barış” yapılabilmesi için kavganın büyük olması gerekir; daha doğrusu, kamuoyunun buna ikna edilmesi istenmektedir.
Masada “yeni Türkiye” için “yeni anayasa” vardır, başkanlık sistemi vardır, 2. Açılım vardır, demokratik özerklik vardır, KCK’lilere ve hatta Öcalan’a af vardır…
İşte bu yıl ki Nevruz, AKP – PKK görüşmelerine yeniden başlayabilmek için kullanılmıştır.
Hem de göstere göstere…
Anımsayalım:
KARŞILIKLI PASLAŞMALAR
PKK’nin iki numarası Murat Karayılan 13 Mart’ta yaptığı açıklamada Nevruz’u “isyanın zafere ulaştığı gün” olarak nitelemişti. Öyle olması için de önce kitleselleşmesi gerekliydi. Kitleselleşmesi için de Kürtlerin tahrik edilmesi ve bayramın yasaklanması gerekirdi…
Oysa geçen yıllarda Nevruz kavgasız, gürültüsüz, üstelik 21 Mart dışındaki günlerde de kutlanmıştı.
Ancak AKP bu kez yasakladı! Hem de örneğin valiliğin önceden izin verdiği kimi illerde doğrudan İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla…
Böylece AKP, tam da PKK’nin istediği ortamı sağlamış oldu. Üç gündür izliyoruz o sahneleri…
Bir yanda yumruklanan Ahmet Türk, bir yanda öldürülen Polis! Tam da Türk ve Kürt’ü karşı karşıya getirecek, düşmanlık yaratacak sahneler…
Nitekim Karayılan önceki gün yaptığı açıklamada AKP’nin pasına gol vuruşu denedi: “Halkımız Nevruz’u çıkışın başlangıcı yapmalı. Onların sistemini reddediyoruz. Askere gitmeyi, Türkçe konuşmayı, vergi vermeyi artık sonlandırmalıyız.”
İşte “barış masası” bu pazarlıkların yeri olacak!
PKK’NİN NEVRUZ KARTI
PKK elbette Nevruz’u kullanacaktır, Nevruz’dan “bahar hamlesi” yaratmaya çalışacaktır. Ancak bu hamlenin yanıtı, Nevruz’u kitlelere yasaklamak olamaz. Bu yasağın, tersine PKK’ye koz verdiği ortadadır.
Sadece PKK’nin değil, Barzani’nin de o kitleden yararlanmaya çalıştığını anımsayınız. Öyle ki, geçen yıllarda kimi Nevruz’larda Barzani posteri, Öcalan posterinden daha fazlaydı!
Ve elbette PKK’nin etkilediği kimi kesimlerin bugün “Türk ve Kürt birliğinin” tam karşısında konumlandığı da ortadadır. Derdi birlik olan siyasetçi, Nevruz kadar, Afganistan’da şehit düşen askerlerimizin töreninde de saf tutardı! O askerlerimizin neden ABD taşeronu olarak Afganistan’a gönderildiğinin hesabı da, en iyi böyle sorulur zaten.
TÜRK ve KÜRT’ÜN SORUMLULUĞU
Türk’ü Kürt’ten, Kürt’ü Türk’ten ayırmaya yönelik hamleler daha da artacak. Şu üç günlük Nevruz olayları sonrasında kafalarda nasıl bölünüldüğü, gelen mesajlardan bile görülmektedir.
Ankara, Bağdat’ın hatasını yapmamalı. Bağdat Kürt’ü kaybettiği gün aslında ABD’ye yenilmişti.
Elbette Kürt Türk’e sırtını dönmemelidir. Ama daha önemlisi Kürt Türk’e sırtını dönüp gitmeye kalksa bile, Türk Kürt’ü omzundan tutup, “gidemezsin” demelidir.
Mustafa Kemal ve Diyap Ağa olma sorumluluğu, sırtımızdadır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Mart 2012
AKP VE KEMAL BURKAY, FEDERASYONDA BULUŞTU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 03/08/2011
Kemal Burkay 31 yol sonra Türkiye’ye döndü. Burkay havaalanında İstanbul Vali Yardımcısı tarafında Kürtçe sözlerle ve Genç Siviller’in alkışlarıyla karşılandı. İstanbul Eminiyet Müdürlüğü 4 koruma tahsis etti, AB Bakanı Egemen Bağış kendisiyle baş başa bir görüşme yaptı.
Yandaş medya günlerdir ondan bahsediyor… Onun PKK karşıtı olduğu, silahsız mücadeleyi savunduğu, Kürt Açılımı’nı desteklediği, AKP’nin ülkeyi demokratikleştirmesinden ne kadar mutlu olduğu yazılıyor, çiziliyor…
AKP’NİN KÜRTÇÜSÜ
AKP ve kalemlerinin Kemal Burkay aşkının tek bir açıklaması var. Burkay artık AKP’nin Kürtçüsüdür! Ki zaten “geliş nedenim, hükümetin açılımına destek vermek içindir” diye açık açık söylüyor…
Peki Kemal Burkay AKP’nin, daha doğrusu ABD’nin “Kürt Açılımı”na nasıl destek verecek?
Burkay 1974’te kurduğu partisi PSK’nın Genel Sekreterliği’ni tam 35 yıl boyunca sürdürdü. AKP’nin Kürt Açılımı’nı başlattığı 2009 yılında, Burkay PSK’nın genel sekreterliğini bıraktı. Ancak PSK’nın internet sitesine bakılırsa, Burkay hâlâ partinin birinci adamı!
İsveç’ten birlikte döndüğü Oral Çalışlar’a göre Burkay, HAK-PAR’a yakın duracak. Ne de olsa HAK-PAR ile Burkay aynı şeyi savunuyor, yani federalizmi… Ancak HAK-PAR BDP ittifakı, PKK karşıtı olan Burkay’ın konumunu nasıl etkileyecek, göreceğiz.
Çalışlar’a söylediği “Kürtler bu çağda tek partili olamaz” sözlerine bakılırsa, belki de yeni bir parti kuracak!
PKK YERİNE PSK ALDATMACASI
“Özerklik istemeyi de doğal karşılıyorum ama biz federasyon istiyoruz” diyor Burkay! İşte meselenin özü buradadır. AKP ile Burkay’ı buluşturan “federasyon”dur.
Böylece terörden bıkmış toplum, Öcalan yerine silahsız Kürtçü Burkay’a; Kürtler PKK yerine PSK’ye, Türkiye de özerklik yerine federalizme razı edilecek!
Ancak buradan hareketle ABD’nin PKK’den vazgeçtiğini ve yola PSK’yle devam edeceğini söylemiyoruz elbette.
Türkiye’yi “ya o, ya bu” türünden tercihlere zorlamak, ABD’nin abandığı planı hızlandırmanın bir aracı olacaktır. Ki Washington, bugüne kadar bu yöntemi hemen hemen her siyasetinde uyguladı. AKP’yi teslimiyete zorlarken, CHP-MHP koalisyonunu gündeme getirdiği gibi… Böylece her iki taraf da, Washignton’a daha uyumlu hale geldi!
PSK’NİN FEDERASYON PROGRAMI
Peki PSK’nın mevcut programında “federasyon” konusunda ne deniyor?
“PSK, Kürt halkının ulusal kurtuluşunu, halkımızın kendi kaderini özgürce tayin etmesinde görür. Kürt halkı kendi kendisini yönetmelidir. Partimiz, Kuzey Kürdistan için bunun iki biçimde olabileceği görüşündedir: Kürt halkı ayrılıp kendi devletini kurabilir veya Türk halkıyla demokratik bir birliği seçebilir. İkinci durumda, birlik eşit haklara sahip iki cumhuriyetli bir federasyon biçiminde olmalıdır. Kürdistan ayrı bir cumhuriyet halinde örgütlenmeli, kendi parlamentosu hükümeti olmalı ve her bakımdan Türkiye ile eşit haklara sahip bulunmalıdır.”
Program ortada! ABD’nin “Büyük Kürdistan” planıyla uyumlu. AKP’ye uygulatılan Kürt Açılımı’yla uyumlu. “Diyarbakır’ı BOP içinde merkez yapma” göreviyle uyumlu. “Yeni anayasalı Yeni Türkiye” hedefiyle uyumlu! “Türk-Kürt Federasyonu” ile uyumlu!
Bir tek Türkiye’yle ve Türk milletiyle uyumsuz!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık gazetesi / s:7
3 Ağustos 2011
PKK’YLA MÜCADELE, ARTIK SUÇ KAPSAMINDA
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 18/05/2011
AKP’nin “Kürt Açılımı” ne sonuçlar getirdi?
Bazı aydınlar, meseleye salt Kürt sorunu açısından baktıklarından, Kürtlere ne getirdiği konusunda, haklı olarak büyük bir hayal kırıklığı içindeler… Ve bu nedenle de AKP’yi haklı olarak eleştirmektedirler…
Ama ilk günden beri altını çiziyoruz ki, “Kürt Açılımı” bir AKP projesi değil, bir ABD projesidir. Dolayısıyla Açılım’a, “AKP Kürtlere ne verdi” diye bakmak eksiktir… Açılım’ı, ABD-Türkiye ilişkileri penceresinden, Kuzey Irak penceresinden ve hatta Kürt meselesi dışında Türk meselesi penceresinden değerlendirmek gerekiyordu…
AKP projesi olarak baktığınızda çuvallamış gibi gördüğünüz Açılım, bir ABD projesi olarak bakıldığında, aslında çok önemli ilerlemeler kaydetti. Son bir haftadır yaşadığımız süreç bile tek başına Açılım’ın geldiği noktayı göstermektedir:
Açılım’ın en önemli başarısı, PKK’nın artık ülkenin bir bölümünde devlet otoritesinin yerinde kendi otoritesini inşa etmiş olmasıdır. Bunun sağlanması için uygulanan “PKK’yı zihinlerde meşru hale getirmeye yönelik” psikolojik savaş, önemli bir başarı kazanmıştır. TSK’nın PKK ile mücadelesi artık suç kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır. TSK bile bu psikolojik savaştan etkilenip, “pusu kurmadım” yollu savunmalara düşmüştür. Bu sürecin başarısı, ABD’nin Ergenekon operasyonu başarısından kaynaklanmıştır. Ergenekon operasyonu ile hedef alınan TSK, psikolojik savaş düzleminde “çete” diye damgalanmış ve buradan hareketle “derin PKK” ile ilişkili “derin TSK” olduğu varsayımı medya yoluyla işlenmiştir…
Uzatmayalım, bu konuyu daha geniş bir yazımızda, dosyamızda, enine boyuna ele alacağız. Şimdilik, PKK ile mücadele etmenin artık suç sayıldığının üzerinde duralım ve bazı kalemlerin neler yazdığına bakalım:
Emrullah Uslu: 12 PKK’lının öldürülmesini “cunta işi” olarak değerlendirdi. Operasyonun başındaki Tümg. Mustafa Bakırcı’nın, “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı”nı hazırlayan isim olarak suçladı. Kastamonu’daki, Başbakan’ın konvoyunun geçişi sırasında yapılan saldırıyı, “Özel kuvvetlerin” yaptığını iddia etti.
Ahmet Altan: Tunceli’deki 7 PKK’lının “durduk” yere öldürüldüğünden şikâyet etti!
Cengiz Çandar: “12 Eylül referandumuna günler kala, Hakkâri’deki mağaralara dalıp, eylemsizlik halindeki 7 PKK’lıyı kim öldürttü, bir bakıverin.”
Bejan Matur: “PKK artık eyleme geçince hedef olarak polisi seçiyor, askeri değil. Dolayısıyla askerin içinden bir grubun…”
Oral Çalışlar: “PKK içinde uzlaşma karşıtı olan bir grubun olduğunu biliyoruz. TSK içinde de uzlaşma karşıtı olan bir eğilimin olduğunu biliyoruz. Bu iki eğilimin zaman zaman birbirlerine dolaylı olarak destek verdiklerini biliyoruz.”
PKK’lıları öldürdükleri için TSK’yı yerden yere vuran yazarlarımız, aydınlarımız sadece yukarıdakilerle sınırlı değil elbette…
Açılım’ın başarı elde ettiğinin tek işareti, bu yazarlarımızın sayılarının çoğalması da değil elbette… Başarı TSK’nın bu açıklamalar karşısında yaptığı açıklamada gizli…
TSK, görevi gereği yaptığı operasyonu “pusu yok” diye savunma durumuna düşmüştür. İşte bu savunma, Açılım’ın başarısı açısından kritik bir dönemeçtir!
TSK, kendisini “PKK’ya pusu kurdu” diye suçlayanlara karşı, “pusu da kurulur, baskın da yapılır, bu milletimin bana verdiği görevdir” diyememiştir!
İşte bu Ergenekon operasyonunun ağır travmasının sonucudur!
TÜRK DE BİZİZ KÜRT DE BİZİZ
Ergenekon sürecini bir ABD projesi olarak görmeyip, “yargı nasılsa çözer” düzleminde meseleye bakınca ve de Kürt Açılımı’nı bir ABD projesi olarak görmeyip, AKP’nin iç politikası diye bakınca, sonuçları, Türkiye için gittikçe ağırlaşıyor ve telafisi mümkün olmaktan çıkmaya doğru ilerliyor…
Bu süreçten çıkışın yolu, öncelikle Ergenekon Operasyonunu ve Kürt Açılımı’nı, bir ABD projesi olarak tespit etmekten geçiyor; her iki konunun da ulusal güvenlik meselesi olduğunu bilmekten geçiyor… Çünkü tespit doğru olmadan, doğru mücadele yapılamıyor!
Aksi takdirde, “Türk de biziz, Kürt de biziz, hepimiz biriz” hattından uzaklaşıyor ve kopuşa sürükleniyoruz! Unutulmamalı ki, Sırplar Hırvat’ını, Boşnak’ını kaybedince bölündü; Bağdat Kürtleri kaybedince parçalandı!
Mehmet Ali Güller
18 Mayıs 2011
ARINÇ’IN DİYARBAKIR GEZİSİ NEREDEN ÇIKTI?
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 16/05/2011
AKP’nin Bursa’dan milletvekili adayı gösterdiği, Manisa Milletvekili Bülent Arınç Diyarbakır’ı ziyaret etti. Peki, Arınç’ın “Kürt sorunu vardır” söyleminin öne çıkarıldığı Diyarbakır gezisi nereden çıktı?
Öncelikle şu olguları saptayalım:
AKP, 12 Haziran 2011 sonrası için planlanan “sistem” için, yani anayasası değiştirilmiş, idari yapısı değiştirilmiş yeni bir Türkiye için, öncelikle 330’dan fazla milletvekili çıkarmaya ihtiyaç duyuyor. Bunun tek yolu var: TBMM’nin iki parti ve BDP’nin bağımsızlarından oluşması. Çünkü AKP, oy oranı düşse bile, iki partili bir TBMM’de anayasa değiştirecek sandalye sayısına ulaşacaktır.
MHP’YE F-AKP OPERASYONU
İşte AKP, TBMM’nin üçüncü partisi olan MHP’yi bu nedenle Meclis dışı bırakmaya gayret ediyor. Bunun iki yolla yürütüldüğünü görüyoruz:
Birincisi F Tipi operasyonla uygulanan psikolojik savaştır: Eski ülkücülerin cemaat yayın organlarında her gün boy göstermesi, tıpkı 12 Eylül referandumu öncesinde olduğu gibi bu isimlerin MHP tabanına seslenmesi ve kasetler…
İkincisi AKP operasyonuyla uygulanan seçim propagandasıdır: Başbakan Erdoğan, bu amaçla “seçim açılımı” yürütmeye başladı ve yılbaşından itibaren Ermenistan, Kıbrıs ve Kürt sorunu gibi konularda, seçmen nezdinde “milli” bir görüntü sergilemeye çalıştı.
Bu imaj çalışmasının zirvesi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimizin bireysel sorunu vardır” demesiydi.
ÖCALAN’IN OLUMLU BULDUĞU İSİM: ARINÇ
1.) İşte Bülent Arınç’ın Diyarbakır gezisi, öncelikle Erdoğan’ın bu sözleriyle ilgilidir.
Çünkü Erdoğan’ın MHP oylarına yönelmek üzere yaptığı bu açıklamayla bir tarafa yatan AKP teknesinin, seçimlere kısa bir süre kala yeniden dengeye oturtulması için, ters istikamete bir parça yatırılması gerekmektedir. Arınç bu nedenle Diyarbakır’a gönderilmiş ve “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimizin bireysel sorunu vardır” diyen Erdoğan’ın tersine(!) “Kürt sorunu vardır” demiştir!
2.) Peki bu operasyon için neden Bülent Arınç seçilmiştir? Bu sorunun yanıtı da, avukat görüşmelerine yansıyan “demeçlerinde” görüldüğü gibi, Öcalan’ın Bülent Arınç’ı, “AKP’nin içinde Kürt sorununun çözümünden yana olan kanatta” gördüğünü söylemiş olmasıdır.
3.) Arınç’ın öne çıkartılmayan ama Diyarbakır’daki en önemli mesajı ise şöyleydi: “Göreceksiniz 12 Haziran’dan sonra daha güçlü geleceğiz ve bugün bu sorunların çözümü için yaptıklarımızın 10 mislini yapacağız. Halkımız bunu biliyor ve buna güveniyor. Sanıyorum 1 Haziran’da Sayın Başbakanımız geldiğinde bu sorun ve bu sorunun çözümü konusunda herkesi tatmin edecek açıklamalar yapacaktır.”
Arınç bu açıklamasıyla, birincisi, AKP’nin “Kürt Açılımı”nı bitirdiği şeklindeki eleştirilere yanıt vermiş ve bugüne kadar yapılanın 10 mislini yapacaklarını ilan etmiştir. Sırf bu vaat bile “Kürt Açılımı”nın bir Atlantik projesi olduğunun tek başına göstergesidir.
İkincisi, Arınç, Başbakan Erdoğan’ın 1 Haziran’da, Diyarbakır’da “herkesi” tatmin edeceğini ilan etmiştir. Peki, “herkes” kimdir? Tatmin edilmesi planlanan kesimler kimlerdir? AKP PKK’yı da tatmin edecek midir?
Bu sorunun yanıtı ortadadır!
“BÜYÜK PLAN” NASIL BOZULUR?
Başbakan Erdoğan’ın 2004 yılı başında dile getirdiği “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde, Diyarbakır’ı merkez yapma” görevi sürmektedir. 12 Haziran 2011’de oluşturulacak Meclis aritmetiğine göre de, bu merkez yapma süreci ilerletilecektir:
Diyarbakır Kürdistan’ın, İstanbul Türkiye’nin başkenti yapılarak, federal anayasalı, başkanlık sistemiyle idare edilen yeni bir Türkiye, yani “Türk-Kürt Federe Devleti” oluşturulacaktır.
Bu “büyük planın” bozulması için 12 Haziran seçimleri kritik önemdedir. Bu bakımdan CHP dışında MHP ve “Cumhuriyet Güçbirliği Platformu” adaylarının da TBMM’ye girmesi gerekmektedir.
Mehmet Ali Güller
16 Mayıs 2011
TÜRK-KÜRT FEDERE DEVLETİ’NE DOĞRU
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 17/04/2011
Milletvekili adayı olan sinemacı – köşe yazarı Sırrı Süreyya Önder, önceleri reddettiği BDP teklifini, sonra neden kabul ettiğini açıkladı: “Hayatın içinde bir mevzi olarak sinemayla uğraşmanın, köşe yazmanın da Meclis’te olmak kadar önemli yer tuttuğunu düşünüyordum. Ama arkadaşlar önümüzdeki dönemin tarihsel öneme sahip olduğu, neredeyse kurucu Meclis olacağı konusunda beni ikna ettiler”.[1]
Sırrı Süreyya Önder’in ikna olup olmaması değil de, AKP ve BDP’nin “yeni döneme” aynı gözlükten -Atlantik- bakıyor olmaları bizi ilgilendiriyor. İlginçtir, her iki taraf da, “yeni dönem”i benzer şekilde tarif ediyor. Ki bu tarif, ikiliyi aynı taraf yapıyor! (CHP’nin “Yeni CHP”ye dönüştürülmesi gayretleri de Atlantik kaynaklıdır)
KURUCU MECLİS
“Kurucu Meclis” lafı önemli… Kurmak eylemi, bir önceki dönemin yıkılması anlamını da taşır!
Artık daha açıklar: AKP ve BDP 1923’te kurulan (aslında 1920) Cumhuriyetin yıkılmasına ve yenisinin kurulmasına işaret ediyorlar.
Biri Türklerin temsilcisi olarak, biri de Kürtlerin temsilcisi olarak yeni devletin tapusuna “kurucu” imzası atmaya hazırlanıyorlar.
Nedir o yeni devlet? Türk-Kürt Federe Devleti!
ABD’nin 1965 yılında Süleyman Demirel’e getirdiği ama o dönemde reddedilen bu proje yıllar içinde olgunlaştırılarak, son haline getirildi.[2]
AKP’nin dile getirdiği ve yeterli sandalye sayısına ulaştığı takdirde 12 Haziran sonrasında uygulamaya geçireceğini ilan ettiği “yeni anayasa” ve “başkanlık sistemi” kavramları, işte bu yeni döneme ve yeni devlete aittir.
YENİ DÖNEM – YENİ DEVLET
“Türk-Kürt Federe Devleti”nin idari sistemi “Başkanlık” olacaktır. Nitelikli Sanayi Bölgeleri ve Kalkınma Ajansları ile ekonomik altyapısı hazırlanan bu idari yapılanmayla ilgili dile getirilen “eyalet” tartışmalarının, müzakerelerinin geldiği son aşama “demokratik özerklik”tir. (CHP’nin “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na konulan çekinceleri kaldıracağını ilan etmesi, projenin bütünlük kazanması bakımından anlamlıdır).
“Türk-Kürt Federe Devleti”nin anayasası, AKP’nin hazırladığı (ve TÜSİAD’ın anayasa çalışmasıyla örtüşen) “yeni Anayasa” olacaktır. (Sermayenin en önemli kanadı, milli devletin tasfiyesini kabul etmiştir)
“Türk-Kürt Federe Devleti”nin sosyal yapısı; tarikat ve cemaat üzerine inşa edilecektir. “Kürt Açılımı” ile etnik ayrıştırmaya tabi tutulan yurttaşlarımızın federasyon içindeki tek bağı, dinsel bağ olacaktır!
“Türk-Kürt Federe Devleti”nin ekonomisi; uluslararası tekellerin izin verdiği “eski-yeni” kompradorların koordinatörlüğünde olacaktır. Bu ekonominin odağında Kuzey Irak petrollerinin Batı’ya taşınması bulunacaktır.
“Türk-Kürt Federe Devleti”nin ordusu, Soros’un dile getirdiği “en iyi ihraç malınız, ordunuzdur” sözüne uygun olarak, NATO’nun hizmetinde, cephelerden cephelere sürülecektir.
ABD’nin “ 3 İsrail” (İsrail, büyük Kürdistan, küçültülmüş Türkiye) planına göre dizayn edilmiş bölge, Büyük Ortadoğu Projesi’nin de temelini oluşturacaktır.
CUMHURİYET GÜÇBİRLİĞİ
Sonuç olarak, yeni dönem, ne Türklerin ne de Kürtlerin çıkarlarını esas alacaktır!
Bin yıllık kardeşlik, kendi yatağında kendi çözümünü bir gün mutlaka bulacaktır, ama o sürece kadar çok sancılı bir dönem yaşayacağız…
Türkiye’yi bu sürece savrulmaktan kurtaracak formüler gittikçe azalıyor. Bu formüllerin neden uygulanmadığı, kimlerin hangi gerekçelerle reddettiğini tartışmanın şimdi bir yararı yoktur.
Elde kalan son formüllerden biri, Cumhuriyet Güçbirliği Platformu’nun bağımsız adaylarını TBMM’ye taşımaktır. Platformun adaylarını TBMM’ye taşımak CHP’yi zayıflatmaz; çünkü platform, sınırlı yerden, toplam 31 aday göstermiştir. Dahası, Cumhuriyet Güçbirliği’nin TBMM’de olması, 12 Haziran sonrası için CHP’nin TBMM’de elini güçlendirecektir!
[1] Sırrı Süreyya Önder, “Bana bir avans verin, size nasıl vekillik yapılır göstereyim”, Radikal, 16 Nisan 2011, s:16-17
[2] Projenin tarihsel süreç içindeki yeri için bakınız: Mehmet Ali Güller, “ABD’nin Neo-Osmanlı Projesi: Büyük Kürdistan”, Kaynak Yayınları, Aralık 2010, 2. Baskı
MEHMET ALİ GÜLLER
ERDOĞAN’IN SEÇİM AÇILIMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 10/02/2011
KKTC’deki “Toplumsal Varoluş” mitinginde, küçük bir grup “Kurtarıldık mı? Has…tir” ve “Ankara elini yakamızdan çek” pankartları açtı; bir anda Türkiye – KKTC ilişkileri gerildi, hatta kırılma noktasına geldi.
Başbakan Erdoğan’dan başlayarak neredeyse tüm kabine sabahtan akşama, açılan pankart üzerinden mevcut KKTC yönetimine yüklendi. Başbakan Erdoğan Kıbrıs Türklerine “besleme” derken, hükümet sözcüsü Cemil Çiçek de, “Cuma küfrettiler, pazartesi para yolladık, maaşlarını aldılar” diyerek, kılıçları çekti.
İşin boyutu öyle bir hâl aldı ki, KKTC’nin tüm devlet siteleri internet korsanları tarafından ele geçirildi; sayfalara, “Has…tir”e yanıt olarak “ya sev ya s..tir git” yazıldı!
Hatta Başbakan Erdoğan “Kıbrıs’a stratejik ilgim var” bile dedi!
Öncelikle, açılan bu çirkin pankartların ilk kez ortaya çıkmadığını belirtelim! Bu pankartlar, AKP iktidarıyla başlatılan, Rauf Denktaş’ı tasfiye sürecinde de açılmıştı! Bu pankartların sahipleri, Mehmet Ali Talat Başbakan ve Cumhurbaşkanı yaptırılırken, sahadaydılar; Annan Planı ile KKTC yok edilmeye çalışılırken, “yes be annem” diyerek alanlardaydılar; dahası Kıbrıs’ta AKP’ye “tam destek” için paralı alkışçıydılar… Hatta “Türk askeri adada işgalci” diyerek görevdeydiler…
Özetle, çirkin pankartın sahipleri, AKP’nin KKTC konusunda “ver kurtul” siyaseti izlediği yıllar boyunca görevdeydiler ve AKP’nin en önemli saha müttefikiydiler…
Başbakan Erdoğan, her fırsatta “Türk askerini adada işgalci” sayan bu zihniyete, dün susup, bugün nedense ateş püskürüyor?!
KKTC’Yİ ÖZELLEŞTİRME
Oysa çok değil, daha geçen ay, Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu Erzurum’da Erdoğan’ın gözlerinin içine baka baka “Türk askeri Kıbrıs’ta işgalci” demişti. Papandreu’nun ardından kürsüye çıkan Erdoğan ise “hayır, benim ordum Kıbrıs’ta işgalci değildir” diyememiş, “çözüm” için bugüne kadar neler yaptığını içeren uzunca bir konuşma yapmıştı!
Peki, şimdi ne oldu da Erdoğan, “sahadaki müttefiklerine” ateş püskürüyor?
Kıbrıs Tüm Amme Memurları Sendikası Başkanı Ahmet Kaptan’a göre, “AKP hükümeti ‘ver kurtul’un hazırlığını yapıyor”. Ona göre “Erdoğan, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye karşı tepkisini kullanarak, ‘Kıbrıslılar bizi istemiyor, biz de onlara bayılmıyoruz, bırakalım ne halleri varsa görsünler’ diyecek ve limanları açacakmış”. (Melih Aşık, Milliyet Gazetesi, 10 Şubat 2010)
Erdoğan’ın KKTC konusunda bugüne kadar izlediği çizgi ve BOP eş başkanlığı görevi ile Abdullah Gül’ün 2003 yılında ABD Dışişleri Bakanı Powell’la imzaladığını itiraf ettiği “2 sayfalık, 9 maddelik” gizli anlaşma, aslında Ahmet Kaptan’ı haklı çıkarıyor. Hele bir de AKP’ye yakın iktisatçıların KKTC’ye yaptığı “Türkiye’nin en büyük batık KİT’i” muamelesi düşünülünce… AKP’nin “KKTC’yi özelleştirme” hamlesinin yolda olduğu anlaşılıyor!
Ancak, AKP’nin son dönemdeki bazı politikalarını alt alta koyduğumuzda, durum Ahmet Kaptan’ın söylediklerinin dışında da bir anlam taşıyor.
Nasıl mı?
AKP AÇILIMLARI ŞİMDİLİK RAFA
İşte 12 Haziran seçimlerine dört ay kala oluşan tablo:
-AKP, “Kürt açılımını” sanki başka bir parti başlatmış gibi “tek devlet, tek millet, tek bayrak” çizgisine girdi(!)
– AKP, bugüne kadar “iyi ki bunlarla savaşa girmemişiz” diyecek kadar TSK karşıtı bir çizgi izleyen sanki başka bir partiymiş gibi, “kağıttan kaplan” benzetmesi yaptı diye, CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’a karşı dört bir koldan saldırıya geçti. Yetmedi, Başbakan Erdoğan, Batum hakkında suç duyurusunda bulundu! Sanırsınız Başbakan Erdoğan, “Ergenekon Savcısı” olmayı bırakıp, “TSK avukatlığına” soyundu!
– Erdoğan, sanki başka bir partinin “Ermeni Açılımı”nın sembolüymüş gibi, Kars’taki “İnsanlık Anıtı” için “ucube” dedi, yetmedi, “yıkılsın” dedi.
– Ve son olarak Erdoğan, sanki “ver kurtul” diyen başka bir partiymiş gibi, “Kıbrıs’a stratejik ilgilerinin olduğunu” açıkladı!
Toparlarsak, Erdoğan son bir ayda, “Kürt Açılımı”, “Kıbrıs Açılımı” ve “Ermeni Açılımı”nı bırakmış(!), bu açılımların hep karşısında konumlanan TSK’nın da, avukatlığına soyunmuş(!) durumda… Daha doğrusu öyle bir görüntünün peşinde!
Çünkü artık “seçim açılımı” var! “Liberalleri” gemisinden atan Erdoğan, artık her türden “milliyetçinin” oyunun peşinde… Çünkü “kendisine başkanlık, ülkeye federatif yönetim ve anayasa” getirecek milletvekili sayısı için “fazladan” oya ihtiyacı var!
Erdoğan, nasılsa “göbeğini kaşıyan adam” ve “bidon kafalı” laflarını silah gibi kullanıp, milleti muhalefete karşı kışkırtacağını biliyor..! Rakiplerine “iki koyun bile gütmemişler” dediğinde millete “koyun muamelesi” yapan, ne de olsa başka bir ülkenin Başbakanı zaten!
Bakalım çekirge üç kez sıçrayabilecek mi?
MEHMET ALİ GÜLLER
DEMOKARTİK ÖZERKLİK KİTAPÇIĞI 2 YIL ÖNCE TBMM’DE DAĞITILMIŞTI
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 24/12/2010
Demokratik Toplum Kongresi’nin “özerklik” ilanı konusunda hükümet değil ama AKP nihayet bir açıklama yaptı. AKP’li Ömer Çelik, “bu tartışmalar Türkiye için suikast girişimidir” (1) dedi.
Kuşkusuz bu açıklama, “Kürt Açılımı”nı başlatan AKP’nin genel yönelimine hiç de uymuyordu. Ne de olsa, AKP, “bölgelerde yerel hükümetler kurma” zemini oluşturan Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu 15 Temmuz 2004 tarihinde TBMM’den geçirmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, AKP’nin yasasını “Türkiye’ye suikast” gibi değerlendirmiş ve veto etmişti.
Tabi, “proje” Washington merkezli olduğundan, AKP eline geçen ilk fırsatta, yeniden hamle yaptı: AKP, Türkiye’yi 12 eyalete bölen Kalkınma Ajansları Yasası’nı 25 Ocak 2006 tarihinde TBMM’den geçirdi.
Kaldı ki AKP, projeye hukuki zemin sağlamak üzere, 4 Haziran 2003 tarihinde “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” başlıklı “BM İkiz Sözleşmeleri”ni TBMM’de zaten onaylamıştı!
Erdoğan’ın daha o tarihlerde “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi içinde bir merkez yapma” (2) taahhüdünde bulunması, aynı proje gereğidir.
İşte Ömer Çelik’in bugün “suikast” diye tanımladığı “demokratik özerklik”, aslında AKP hükümetinin bir numaralı ev ödeviydi. AKP ile BDP’yi, PKK’yı “Kürt Açılımı”nda birleştiren de bu ödevdi.
AKP’nin DTK’nın “özerklik” ilanına, “suikast” gibi çok ağır bir ifadeyle karşı çıkması, esas olarak, 2011 Haziran seçimleriyle ilgilidir. Hükümet, seçimlere bu kadar az zaman kala, riske girmek istememektedir. Başbakan Erdoğan, “demokratik özerklik” esaslı federasyon anayasasını da, zaten “yeni anayasa seçim sonrası” diyerek rafa kaldırmıştı.
Yani AKP’nin “suikast” açıklaması sadece taktikseldir. Çünkü “demokratik özerklik” zaten yeni de değildir!
Anayasa Mahkemesi’nin kapattığı Demokratik Toplum Partisi DTP’nin, zaten kongre kararıydı!
Demokratik Toplum Kongresi, 24 Ekim 2007 tarihinde “demokratik özerklik projesi”ni kabul etmiş; Demokratik Toplum Partisi DTP de, Kasım 2007’deki 2. Olağan Kongresi’nde, projeyi, “siyasi tutum belgesi” olarak tüzüğüne sokmuştu!
Hatta, DTP milletvekilleri, projeyi Türkçe, Kürtçe ve İngilizce kitapçık şekliden bastırıp, TBMM’de de dağıtmıştı! (3)
O gün, Meclis çatısı altında yapılan bu rezalete suskun kalan hükümetin ve AKP’nin, bugün çıkıp “suikast” demesi, seçim taktiğidir, takiyedir ama her şeyden önce hafızaya hakarettir!
MEHMET ALİ GÜLLER
1.. www.hurriyet.com.tr, 23 Aralık 2010
2.. Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004
3.. Hürriyet, 29 Ekim 2008
CIA GÖREVLİSİ PROF. VAMIK VOLKAN, GÜL’E AÇILIM RAPORUNU SUNDU
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 21/12/2010
Kürt Açılımı konusunda çalışmalar yapmak üzere ABD’den Türkiye’ye gönderilen CIA görevlisi Prof. Dr. Vamık Volkan, dördüncü kez görüştüğü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e 71 önerinin yer aldığı raporunu sundu.
Ekibiyle birlikte 27 Ocak 2009’dan beri çeşitli çalıştaylar yapan Prof. Dr. Vamık Volkan, son olarak 11 Aralık 2010 tarihinde, İstanbul Sheraton Otel’de ülkesel çekirdek ekip ile Hakkari, Mersin ve Malatya’dan gelen yerel çekirdek ekiplerin katılımıyla, “Türkiye’nin Büyük Çatısı: Demokratikleşmeye Doğru Türkiye’nin Ağacı” başlıklı bir çalıştay düzenledi.
Volkan’ın moderatörlüğünde yapılan çalıştaya katılan ve Cumhurbaşkanı Gül için hazırlanacak rapora katkı sunan isimlerden bazıları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muammer Güler başta olmak üzere şunlardı: Tarık Çelenk, Murat Sofuoğlu, Avrupa Türk İslam Birliği Kurucu Başkanı ve eski ülkücü Musa Serdar Çelebi, Murat Belge, Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Muhsin Kızılkaya, Yavuz Arslan Argun, Turan Sarıtemur, Eski Özel Harp Dairesi Subayı Mete Yarar, Ümit Fırat, Altan Tan, Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Cezmi Bayram, Deniz Ülke Arıboğan, Bekir Berkay Türkay, İsris Ağacanoğlu, Halit Yalçın, Tahirhan Taş, Zeynep Besi, Mehmet Alaca, M. Duran Özkan, Metin Aktaş, Yasmina Lokmanoğlu, Yaşar Erjem ve Erdoğan Günal.
Prof. Vamık Volkan ve ekibinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “Reçeteler” diye sunduğu 71 önerinin belli başlıları ise şunlar:
- Ulusallaşan, hırçınlaşan ve gittikçe de güç kaybeden ulusal cephe olarak bildiğimiz insanları da anlamaya çalışalım ki onlar da gittikçe radikalleşmesinler.
- Türklük kavramı yerine Türkiyeli kavramı kullanılmalıdır.
- Bütün kentler geçmişte yaşadıkları sıkıntıları hazırlanan yeni anayasaya yansıtacak bir takım önerileri şimdiden hazırlamaya başlasınlar ve bunları seçim için gelecek milletvekili adaylarına, parti genel başkanlarına ve parti yetkililerine versinler ve 2011 seçimlerinden sonraki süreçte bu önerilerimizin takipçisi olalım.
- Dünyanın en iyi, en kaliteli Kürtçe eğitim veren üniversitesi Siirt ve Mardin’e kurulmalıdır.
- Öğretmenler günü yılın öğretmeni ödülü Mili Eğitim Bakanımız tarafından Siirt Tillo’da İbrahim Hakkı Hazretleri’nin bulunduğu yerde verilmelidir.
- Anneler günü Anna Jarvis’in yaptığı eylemle değil, dünyada annesini en iyi seven Veysel Karani Hazretleri’nin türbesinde cumhurbaşkanımızın katılımıyla kutlanmalıdır.
- Özerlik sistemi de artık tartışılır hâle getirilmelidir.
- Ekopolitik Misak-ı Milli sınırları ile ilgili çalışma yaptığına göre bu tür toplantıları Erbil’de, Musul’da, Süleymaniye’de gerçekleştirmek için çaba harcamalıdır.
- Devlet temel hak ve özgürlükler kapsamında imzaladığı uluslararası anlaşmalara uymalıdır.
- Ana dilde eğitim yapılması için demokratik sınırlar içinde düzenlemeler yapılmalıdır.
- Yerel yönetimlere sosyal problemlere çözüm bulacak yetki verilmelidir.
- Cem evlerinin yasal statüye kavuşması için Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Yasası ve bunun paralelindeki yasalar yeniden gözden geçirilmelidir.
- Kılık ve kıyafetten dolayı insanların eğitimlerinin ellerinden alınması ilkelliğine son verilmesini ve başörtüsünün bütün eğitim kurumlarında serbest hâle gelmesini öneriyorum.
- Silahsızlanma konusunda devlet son derece önemli adımlar atarak PKK’yı dağdan indirme çalışmalarında realiteye uygun çözümler geliştirmelidir.
- Hükümet, Kürt halkının siyasi partilerini, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerini muhatap alarak açılım konusunda cesaretli davranmalıdır.
- Anayasanın özellikle ilk üç maddesinin değişmelidir.
- Barış sürecinin, çatışmasızlık sürecinin devam edebilmesi için hâlâ devam eden sınır ötesi operasyon ve bombalamalar durdurulmalıdır.
- Adalet Bakanlığı, örgüt propagandası ve toplantılara muhalefet konusunda 7-8 yıldır devam eden davalar hususunda hızlı adımlar atılması için çaba sarf etmelidir.
- Özellikle anayasamızda, kanunlarımızda ve diğer mevzuatta Türklüğü ön plana çıkaran, üst kimlik olarak vurgulayan hükümlerin ivedi olarak düzeltilmesi, çıkartılması ve daha kapsayıcı hâle getirilmesi gerekir.
- Toplumsal olaylarda gösteriye katılan insanların terörle mücadele yasasından yargılanması ve cezalandırılması konusu yeniden gözden geçirilerek, daha vicdanlı ve adil bir düzenleme yapılmalıdır.
- Dağlara, taşlara yazılan “Ne mutlu Türk’üm!” yazısı ayrışmalara yol açtığı için silinmelidir.
- Andımız kaldırılmalıdır.
- YAŞ kararı ile terfi ettirilemeyen askerlerin yanında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da suça karışmış asker ve polisler de görevden alınmalıdır.
- Hakikatleri araştırma komisyonu kurulmalıdır.
- Sonradan değiştirilen coğrafya isimleri geri iade edilmelidir.
PROF. VOLKAN NEREDEYSE, ORASI AYRIŞIYOR!
Körü Körüne İnanç ve Kimlik Adına Adam Öldürmek isimli kitaplarında açıkça CIA adına görev yaptığını beyan eden Vamık Volkan, ABD’nin hedef ülkelerinde önemli işler yaptı. Filistin-İsrail çatışmasında Filistin’de, Yugoslavya parçalanmadan önce Yugoslavya’da, Kuveyt’te, Bosna Hersek’te, Arnavutluk’ta, Kafkaslarda, Ukrayna’da, Gürcistan’da ve Kıbrıs’ta görev yapan Prof. Dr. Vamık Volkan, Kürt Açılımı’nın Amerikalı mimarlarından David L. Philips ile birlikte “Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu”nda da görev yaptı.
Politik Psikoloji uzmanı Prof. Volkan’ın son görev sahası ise Türkiye. Volkan, açılım için ABD’den Türkiye’ye ilk gönderildiğinde önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile sonra da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Volkan, Cumhurbaşkanı Gül’e “Açılım çalışmalarında siyasetin ve siyasetçilerin ön planda olmadığı, 20-30 kişilik özgün bir grup oluşturularak, çalışmaların bunların eliyle yürütülmesi gerektiğini” söyledi.
Prof. Volkan, Açılım Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile görüşmesinde, açılım için “Ağaç Modeli” önerdi. Bu modele göre “Kök” soruna teşhis koymak, “Gövde” görüşleri ortaya koymak, “Dallar” da geliştirilen çözüm yolları olarak ele alınıyordu.
Periyodik olarak hükümetle bir araya gelen ve raporlar sunan Volkan ve ekibi son olarak 26 Ağustos 2010 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile İstanbul Tarabya’da görüşmüştü.
MEHMET ALİ GÜLLER