Posts Tagged MHP
Ankara’nın kulisleri
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 20/04/2025
Ufuk Ötesi okurları bilir, kulis yazmam. Çünkü hem kulislerde pek bulunmam, hem de bu tür kulis haberlerinin subjektif olduğunu değerlendiririm.
Ancak Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi olarak düzenlediğimiz “çok kutuplu yeni dünya” panelinin son hazırlıkları için üç gündür Ankara’daydım ve bu süreçte haliyle kulislere denk geldim.
O nedenle bugün iç ve dış politika kulisi yazacağım, zira uzun yıllardır Ankara’nın kulislerini ilk kez bu kadar hareketli gördüm.
’CHP’ye kayyum’ meselesi
“CHP’ye kayyum atanacak” propagandası, çarşamba akşamı katıldığım bir büyükelçilik resepsiyonunun en çok fısıltıyla konuşulan konusuydu. Yoğun bir şekilde ilginç bir “perşembe sabahına uyanılacağı” yorumları vardı.
Bana iki nedenle pek olası gelmedi. Birincisi CHP’yi salon partisi olmaktan çıkarıp onu meydan partisi yapmaya mecbur eden Saraçhane Cephesi, kayyum olasılığının önünü kapatmıştı bence. İkincisi, buna rağmen CHP’ye kayyum atamak, iktidarın siyasi ve ekonomik intiharı olurdu.
Kuşkusuz iktidarın içinde bir kanadın bunu ciddi ciddi düşündüğünün emareleri vardı aslında. Açık açık “karar alındı, FETÖ gibi CHP de tasfiye edilecek” diye yazıyorlardı çünkü. Üstelik “DEM’in normalleştirilip CHP’nin şeytanlaştırılması” ve “Öcalan’ın özgürlüğünün tartıştırılıp Ekrem İmamoğlu ve Ümit Özdağ’ın tutuklanması”, devletin çalışma prensibine de uyuyordu.
AKP ile MHP arasında çelişki var mı?
Ankara kulislerinin ikinci gözde konusu AKP ile MHP arasında bir çelişkinin olup olmadığıydı. Ağırlıklı olarak bir çelişkinin varlığına işaret ediliyordu. Devlet Bahçeli’nin gerek “İmamoğlu’yla ilgili mahkeme süreçlerinin ivedilikle görüşülüp karara bağlanması gerekmektedir” demesi, gerekse “CHP’ye kayyum hem doğru değil hem de mümkün değildir” sözleri, çelişkiye işaret edenlerin en güçlü argümanıydı.
Üstelik öncesine de işaret ediliyor: Örneğin Mardin Belediye Başkanlığına kayyum atanarak Ahmet Türk’ün görevden alınması ama Bahçeli tarafından “İmralı heyetinde olmasının” istenmesi, AKP ile MHP arasındaki çelişkilerden biri olarak savunuluyor.
Bu arada net olmayan şuydu: Bu çelişki, Bahçeli ile saray arasında mı, yoksa Bahçeli ile iktidarın bir kanadı arasında mıydı? İkincisini savunanların çoğunlukta olduğunu söyleyebilirim.
Dahası o kanadın, aslında Erdoğan sonrasına hazırlık yaptığı, mevzi kazanmaya çalıştığı da iddia ediliyor. Yani asıl çelişkinin AKP içinde olduğu belirtiliyor.
Erdoğan sonrası hesapları
AKP içinde Erdoğan sonrası hesaplarının yapılması normal. Zira Erdoğan şu anda zaten anayasaya aykırı olarak üçüncü kez cumhurbaşkanlığı yapmakta. Dördüncüsünü zorlayabilecek siyasi gücü ise artık yok, çünkü AKP birinci parti değil.
Öcalan üzerinden DEM Partisi katkılı yeni anayasa konusu ise o açmazın açarı olarak görülüyor.
İşte bu aşamada çeşitli senaryolar konuşuluyor. İddialardan biri şu: Yukarıda bahsettiğimiz AKP içindeki o kanat, açılımın ilerleyemeyeceğinden hareketle “Erdoğan’a yeniden başkanlık yolunun açılamayacağı” üzerine yatırım yapıyor. İşte Bahçeli ile asıl bu kanat arasında bir çelişki olduğu belirtiliyor.
Ve asıl önemlisi, bu kanadın yargıda gücü olduğu ve “kaosçu” bir çizgiyi savunduğu iddia ediliyor.
İçerinin dışarıya etkisi
Meselenin bir de dış boyutu var. Şöyle ki Erdoğan’ın yeniden başkanlığı ile anayasa arasında, anayasa ile açılım arasında, açılım ile Suriye arasında, Suriye’deki Türkiye politikası ile ABD ve İsrail politikaları arasında bağ var.
Bu durum, iktidarın ABD ve İsrail politikasını etkileyecek. İşte orada da AKP içinde ABD-İsrail’in “yeni Ortadoğu düzenine” eklemlenmek isteyenlerle sürecin önceki dönemde olduğu gibi “denge içinde” götürülebileceğini savunanlar arasında çelişkiler olduğu söyleniyor.
Ankara’nın kulisleri böyle işte. Dediğim gibi kulislerin subjektifliği yanıltıcıdır. O nedenle şöyle diyerek bitireyim: “Kulislere inanmayın, kulissiz de kalmayın.”
Ama asla unutmayın: Osmanlı’da oyun çoktur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Nisan 2025
Cumhurbaşkanlığı çarpışması
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 17/03/2025
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en sert cumhurbaşkanlığı çarpışmasını yaşıyoruz. Sertliğin derecesi üç nedenle arttı: Erdoğan’ın rakibinin gücü, Erdoğan’ın meşruiyet sorunu ve meselenin seçim değil rejim konusu olması.
Açalım:
Rakibin gücü
Gündemdeki diploma konusuyla başlayalım. Diploma konusu aslında bir hukuk konusu değil, İmamoğlu’nun adaylığını önleme operasyonudur.
Neden? Çünkü Erdoğan’ı 23 yılda yenen, hem de üç kez yenen tek isim Ekrem İmamoğlu’dur. İktidar bu nedenle İmamoğlu’nu bir kaç cepheden birden sıkıştırmaya çalışıyor.
Kuşkusuz İmamoğlu’nun adaylığını bu şekilde kesmek, Erdoğan’a umduğunu vermeyebilir, ters tepebilir. Saray bu nedenle “İmamoğlu’nun kolunu kanadını kırma” operasyonu uyguluyor. Yani aday olması engellenemezse, yıpratılmış bir aday konumuna düşürülmesi isteniyor. İşte CHP’li belediyelere, İmamoğlu’nun yakın çalışma arkadaşlarına, İBB birimlerine yapılan operasyonlar İmamoğlu’nun itibarını zayıflatmaya çalışma operasyonlarıdır. Ayrıca CHP ve medya içinden “adam devşirme” operasyonları, CHP içinde ikilik yaratmak içindir.
Siyasi rehinler
Konumuz CHP’nin çizgisi, Özgür Özel’in normalleşme diyerek yola yanlış taraftan girmesi ya da İmamoğlu’nun ideal aday olup olmaması değildir. Bu konuda ne düşündüğüm, Ufuk Ötesi’nin arşivinde var.
Konumuz bugün, sınırsız başkanlıkla yeni rejim inşası için sarayın nasıl bir mücadele yürüttüğüdür.
Osman Kavala’dan Ümit Özdağ’a, Ahmet Özer’den Selahattin Demirtaş’a, içerideki pek çok aktör, cumhurbaşkanlığı çarpışmalarının siyasi rehinlerdir.
Ve evet, Erdoğan, muhalefetin de etkisizliğiyle, bu çarpışmayı şu ana kadar getirebildi. Baksanıza, dün “Seni başkan yaptırmayacağız” diyerek siyasi rehin durumuna düşen Demirtaş, bugün “Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın başarılı olabilmesi için elimden gelenin fazlasını yapacağım” deme durumunda. Arada Erdoğan’ın “Edirne’deki (Demirtaş), İmsarlı’dakine (Öcalan) hesap verecek” demişliği de var.
Meşruiyet sorunu
Cumhurbaşkanlığı çarpışmasının daha da sertleşmesinin ikinci nedeni, meşruiyet sorununun ağırlaşmasıdır. Erdoğan, anayasa hukukçularının da önemle belirttiği gibi, Anayasa’ya aykırı olarak üçüncü kez “seçilmiş” durumda. Bu, Erdoğan açısından özellikle “içeride” zaten bir meşruiyet sorunu yaşatıyor.
Ancak bunun zorla dörtlenmesi, dışarıda da meşruiyet sorununa dönüşecektir. Devletlerarası hukukun ayaklar altına alındığı, Trump’ın Zelenski’yi meşru görmediğini açıkça ilan edebildiği, yazılı kuralların bile takılmadığı bir süreçte, Erdoğan’ın anayasayı değiştirmeden zorla dördüncü kez seçilmesi, hem Erdoğan için risk ama hem de Türkiye’den taviz koparmak isteyenler için koz olacaktır.
Erdoğan bu nedenle yeni bir anayasa ile yeniden ve hatta bu kez sınırsız seçilme hakkı kazanmak istiyor. Bahçeli’nin koçbaşılığında başlatılan Öcalan’la anlaşma sürecinin “iç nedeni” budur. Erdoğan Öcalan’ın talimatıyla DEM oylarını alarak önce anayasayı değiştirebilmeyi, ardından da seçimi kazanabilmeyi umuyor.
Rejim konusu
Ne yazık ki DEM’in demokrasi, laiklik, rejim diye temel bir kaygısının olmadığı daha net ortaya çıkıyor. Erdoğan’ın ihtiyacını fırsata çevirerek statü elde etmeyi laiklikten de demokrasiden de daha önemli görüyorlar.
Kürt etnik milliyetçiliği ile NATO‘Türkçü ülkücülük, siyasal İslamcılığın potasında birleştiriliyor adım adım. AKP-MHP koalisyonu, yani Türk-İslam sentezi, DEM’in katılımıyla Türk-Kürt-İslam sentezine dönüşüyor.
Elbirliğiyle adım adım duvarlarını ve çoğu kolonlarını yıktıkları laik demokratik hukuk devletinin kalan birkaç sağlam kolonunu da kırarak, yeni bir rejim inşa etmeyi amaçlıyorlar.
İmamoğlu’nun diploması, Vedat Milör’ün hesaplı yemek videosu, İsmail Saymaz’ın haberleri, Ahmet Özer’in on yıl önceki taziye telefonu vb. hepsi ama hepsi cumhurbaşkanlığı çarpışması nedeniyle probleme dönüştürülmüştür.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
17 Mart 2025
Yeni Anayasa saflaşması
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 23/01/2025
CHP’li Esenyurt ve Beşiktaş belediye başkanlarının tutuklanmasının ardından CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Cem Aydın da gözaltına alındı, yurtdışına çıkış yasağı ve adli kontrol koşuluyla bırakıldı. Bu operasyonu eleştiren İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında bir saatte soruşturma açıldı. Sonra Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’a “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten soruşturma açıldı, yemek yediği lokantadan gözaltına alındı. Özdağ yolda soruşturmaya eklenen “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”ten tutuklandı.
Bunlar iktidarın “silkeleme” kodlu operasyonlarıdır. Amaç “Açılım zeminli yeni anayasa” süreci için muhalefeti etkisizleştirmek.
Rejimin karakteri
Öncelikle tek adam rejimi de denilen bu rejimin bazı karakteristik özelliklerini netleştirelim:
1) AKP Genel Başkanı, muhalif partilerin genel başkanlarını en ağır şekilde eleştirebilir, hatta eleştirinin dışına çıkan kavramları da kullanabilir ama o genel başkanlar AKP Genel Başkanını daha hafif sözlerle bile eleştiremez. Çünkü AKP Genel Başkanı aynı zamanda Cumhurbaşkanı’dır ve Cumhurbaşkanı özel yasalarla ve “yeni yargı” sistemiyle korunmaktadır. Eleştiren, soruşturmaya ve kovuşturmaya uğrar.
2) AKP Genel Başkanının müttefiki durumundaki partilerin genel başkanları, muhalif partilerin genel başkanlarını en ağır şekilde eleştirebilir, hatta eleştirinin dışına çıkan kavramları da kullanabilir ama Cumhurbaşkanının müttefikleri olmaktan kaynaklanan koruma kalkanları sayesinde hiçbir soruşturmaya uğramazlar.
3) İktidarın diğer temsilcileri, muhaliflere istediklerini söyleyebilirler, örneğin “X” diyebilirler ama muhalifler o temsilcilere “sensin X” deyince soruşturmaya uğrarlar.
Yeni açılım için yeni Ergenekon kumpası
Rejimin bu karakter özelliklerini yansıtan hukuk dışı uygulamaları, elbette ilk değil. Benzerlerini FETÖ’yle işbirliği yaptığı dönemde de uyguladı.
İşte meselenin esasını da bu benzerlik oluşturuyor. Açılım ile kumpas paraleldir. İktidar o gün açılımı yürütebilmek için Ergenekon kumpaslarını devreye sokmuştu. Dikkat ediniz; bugün yeni açılım başladı ve ona paralel yürüyen Ergenekon kumpaslarını andıran operasyonları izliyoruz.
Daha önceki yazılarımda ayrıntılı işledim, bu yeni açılımın iç ve dış boyutu var: Dış boyutu “Türkiye’yi Irak ve Suriye Kürtleriyle genişletmeyi”, iç boyutu “Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açacak yeni anayasa yapmayı” içeriyor.
Operasyonların üç hedefi
Dolayısıyla muhalefeti hedef alan bu operasyonları “yeni anayasa operasyonları”, hedef alan ve hedef alınan kesimler bakımından da siyasi saflaşmayı, “yeni anayasa saflaşması” olarak niteleyebiliriz. İktidar bu operasyonlar üzerinden üç amacı gerçekleştirmeye çalışıyor:
1) “Öcalan umut hakkından yararlansın, gelsin TBMM’de konuşsun” denilerek başlatılan yeni açılım sürecini yürütebilmek.
2) Yeni açılım sürecini engelleyebilecek kuvvetleri “yeni Ergenekon kumpasları” ile sindirmek.
3) Yeni anayasa için gerekli sandalye sayısına; a) yeni açılım üzerinden DEM Partisi milletvekillerini, b) iç operasyonlar ile İYİ Parti başta Gelecek ve DEVA Partisi milletvekillerini ekleyerek, ulaşmak.
Yeni-Sultanlık rejimiyle mücadele
Yukarıda karakteristik özelliklerine dikkat çektiğimiz bu rejim, siyaset bilimcilerin ifadesiyle “neo-patrimonyal sultanizm”dir; modernite dönemi sultanlığıdır, tek adam saltanatıdır, yeni-sultanlıktır.
Yeni-sultanlıkla mücadele, normal zeminde yürütülebilecek bir mücadele değildir. Muhalefet rejimin yeni-sultanlık rejimi olduğu gerçeğine göre bir “topyekun savunma stratejisi” belirlemelidir. Bu strateji, dış halkalardan merkeze doğru ilerleyen “silkeleme” operasyonlarına karşı, öncelikle “alan hakimiyetini” esas alan bir cephe inşasına dayanmalıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
23 Ocak 2025
Teröristle pazarlık, muhalife hapis
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 16/01/2025
İktidar bir yandan teröristle pazarlık yapıyor, diğer yandan “terör propagandası yaptığı” iddiasıyla muhaliflerine operasyon düzenliyor.
Ahmet Türk; hem terörle iltisaklı olduğu iddiasıyla Mardin Belediye Başkanlığı görevinden alınıp yerine kayyum atanıyor, hem de özel istekle DEM’in İmralı heyetine dahil edilip, parti parti dolaştırılıyor.
Özel istek demişken… DEM Milletvekili Cengiz Çandar açıklıyor: “Ahmet Türk, Irak KDP’sine ve Mesut Barzani’ye eleştirilerde bulunmuştu. Öcalan, ’Kürt toplumunda saygın bir isimdi, o da heyette olsun’ diye ısrarcı olunca, devlet Mesut Barzani’nin olurunu aldı” (Medyascope, 14.1.2025).
AKP-MHP-DEM-İmralı dörtgeninde Açılım yürürken, DEM’in pek çok belediyesine kayyum atandı. DEM’in tepkisi “sıradan açıklama” yapmaktan öteye gitmedi. İlk açılımın yürütücüsü AKP’li Yalçın Akdoğan’ın bu süreçte kayyum atanmasını “kuvvetler ayrılığı var” diye açıklaması (HabertürkTV, 14.1.2025) ise siyasi mizah literatürümüze önemli bir katkı oldu.
Cumhura ’hazmettirme’ yöntemi
İktidarın bu “teröristle pazarlık, muhalife ‘terör propagandası’ soruşturması” tutumunu nasıl yorumlamalıyız peki? Sanırım AKP’nin ilk açılımdan çıkardığı en önemli sonuç, süreç boyunca kamuoyuna “taviz veriliyor” görüntüsü hissettirmemek, süreç boyunca terörle mücadele yapma görüntüsü vermek, olmalı.
AKP bunu DEM belediyelerine kayyum atayarak ve kimi CHP’lilere “terörle iltisaklı” diye operasyon düzenleyerek yapıyor.
MHP’nin durumu ise daha zor. Çünkü hem ilk açılıma muhalefet eden bir parti olarak tabanını bu kez tersine ikna etmesi zor hem de genel başkanları Bahçeli’nin “Öcalan umut hakkından yararlansın, TBMM’ye gelip DEM parti grubunda konuşsun” ağırlığındaki sözü tabanın hazmetmesi zor…
Hazmetme meselesi önemli. Anımsayın, Erdoğan ilk açılımda şöyle demişti: “Hazmettire hazmettire bu süreci devam ettirmemiz lazım” (Milliyet, 25.9.2009).
Bahçeli milliyetçi tabana Öcalan açılımını hazmettirebilmek için “vatan, millet, sakarya” yolunu seçti, grup toplantısında şöyle dedi: “Türkiye, 12 Ada’sız yaşasa bile 12 Ada’nın Türkiye’siz yaşaması tam bir hayaldir” (cumhuriyet.com.tr, 14.1.2025). AKP’nin daha önce de “İnönü’nün ihaneti” diyerek siyasi araç yapmaya çalıştığı bu konu hakkında gerçeği öğrenmek isteyenler için okuma önerisi: Hazal Papuççular, Türkiye ve 12 Ada, İş Bankası Yayınları, 2019.
Sözde milliyetçilik
Yunanistan ile sorunlar, hem “yerli ve milli” AKP’nin hem de “ülkücü milliyetçi” MHP’nin sık sık siyasi kaldıraç olarak kullanmak istediği konudur. Öyle ki hem 147 ada, adacık ve kayalığın işgal edilmesine 22 yıl boyunca göz yumdular, hem anlaşmalara aykırı olarak adaların silahsızlandırılmasını seyrettiler ama hem de Osmanlı döneminde verilen adalar üzerinden CHP’yi suçladılar!
Bu tabloyu tabana hazmettirebilmek için de gün oldu Yunanistan’a “bir gece ansızın gelebiliriz” deyip sonra “o söz size değildi” geri adımı attılar; gün oldu 12 ada dediler…
Halbuki gerçekte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ifadesiyle “Yunanistan’la tüm sorunları, bir paket olarak kamuoyundan uzakta ele almayı tercih etmiş” durumdalar (AA, 23.11.2024).
‘Öcalan’ın hiçbir talebi yok’ masalı
Taraflar, öncekinden farklı olarak bu kez sürece “çözüm süreci”, “demokratikleşme süreci” gibi bir isim vermekten ve “müzakere” görüntüsünden özenle kaçınıyor.
AKP, MHP ve DEM sözcülerine bakılırsa ortada değil bir pazarlık, müzakere bile yok; Öcalan’ın hiçbir talebi yok, hatta Abdülkadir Selvi’nin yazdığına bakılırsa Erdoğan milletvekillerine şöyle demiş: “Ev hapsi, mev hapsi diye bir şey yok. Adamın kendisi de çıkmak istemiyor” (Hürriyet, 15.1.2025).
Yani anlatılanlara bakılırsa Öcalan, hiçbir şey istemeden, 50 yıllık örgütünü tasfiye edecek! Madem Öcalan artık bir “barış güvercini”, o zaman heyetlere, partilerle görüşmelere, demeçlere, karşılıklı mesajlare ne gerek var? Madem Öcalan karşılıksız örgütünü tasfiye edecek, neden bir kerede o açıklamayı yapmıyor?
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
16 Ocak 2025
Misakı bölücülük!
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 09/01/2025
Misakı Milli‘yi tamamlamaya çalışmak, 100 yıl sonra Misakı Millicilik değil, Misakı bölücülüktür. Sadece Irak ve Suriye’yi böleceği için değil, sonrasında Türkiye‘yi de böleceği için bölücülüktür.
AKP ve MHP’nin “Türkiye’yi Kürtlerle genişleştme” projesi, Türkiye’yi bir ucu Irak ve Suriye’yle, bir ucu İran’la karşı karşıya getirecek bir yıkım projesidir.
Dahası bu, Türklere ve Kürtlere demokrasi değil, daha otoriter rejim demektir!
Önce Irak ve Suriye Kürtleri
DEM’in İmralı heyetinden Ahmet Türk’ün şu sözleriyle AKP ve MHP’nin “Neo-Misakı Millicilik” trenine bindiğini önceki yazımda aktarmıştım: “Irak’a da gittim, Suriye’ye de gittim. Bütün Kürtlerin gözü Türkiye’de. Kendilerini hâlâ Osmanlı’dan bu yana Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar. Kürtler sadece Türklerle adil bir yaşam sürebilir, özgürleşir. Başka şansları da yok.” (Aytunç Erkin, Nefes, 4.1.2025)
Irak ve Suriye açısından bölücülük olan bu durumun gelecekte doğuracağı asıl tehlikeye de dikkat çekmiştim: Irak ve Suriye Kürtleriyle “genişleyen Türkiye”, “İran Kürtleri” ile daha da genişlemek isterse ne olacak? Tam da ABD’nin istediği gibi bir Türk-Fars savaşı mı?
DEM’lilerin soruma yanıtı fazlasıyla Misakı Millici! Şöyle diyorlar: “Misakı Milli sınırları Irak ve Suriye Kürtlerini kapsıyor, İran Kürtlerini kapsamıyor. Endişenize yer yok.”
Sonra İran Kürtleri
MHP’nin Türk milliyetçiliği ile DEM’in Kürt milliyetçiliği birleşince etkisini katlamış olmalı. Zira Ahmet Türk çıtayı yükseltmiş.
İsmail Saymaz’a konuşan Ahmet Türk sayı veriyor: ”Bugün Ortadoğu’da 50 milyonluk bir Kürt nüfusu var ve hepsinin yüzü Türkiye’ye dönük, kendilerini Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar. Bunu kalıcı hale getirmek lazım.”
50 milyon diyerek, işe İran Kürtlerini de dahil etmişler. Hani Misakı Milli Irak ve Suriye Kürtlerini kapsıyordu? Hani Türk-Fars savaşı konusunda endişe etmeme gerek yoktu?
‘Siyasal Alevicilik’ kavramının hedefi
“Siyasal Alevicilik” kavramının da şu sıra dolaşıma sokulması tesadüf değil. Bu soruna eğilenler çoğunlukla meselenin Suriye boyutuna dikkat çekiyorlar, haklılar. Ama bir de ihmal edilmemesi gereken şu boyutu var ve yarın bu esas haline gelebilir:
Erdoğan ve Bahçeli’nin Türk-Kürt birliği için işaret ettiği iki tarihsel dönem var: İlki Malazgirt, ikincisi de Yavuz Sultan Selim dönemi…
Peki Yavuz Sultan Selim döneminin özelliği ne? İran coğrafyasındaki Safevi devletine karşı Osmanlı’nın Kürtlerle ittifakı. Türk Safevilere karşı Türk Osmanlıların Kürtlere ittifakı yani. Şu farkla: İran ve Doğu Anadolu’daki Şii-Alevi Türkmenlere karşı Sünni Türk- Sünni Kürt ittifakı!
Astana Platformu’na rağmen iktidar medyası, Suriye’de sürekli Alevi/Nusayri Esad ile Şii İran karşıtlığı yaptı. Şimdi İran’a, Şiiliğe, Nusayriliğe, Aleviliğe karşı Sünni Türk-Kürt ittifakı yapmayı ince ince işliyorlar.
Kimlik
Kürt kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Kürtlük alt kimliğim, Türklük üst kimliğim. Bu topraklardaki 24 farklı milliyet, cumhuriyet devrimiyle bir millete/ulusa dönüştük.
Kavimler, klanlar, milliyetler, milletler/uluslar… Tarihsel perspektiften bakıldığında hepsi değişken, oysa sınıflar ortaya çıktığından beri ve sınıflar ortadan kalkana kadar asıl olan kimlik, sınıfsal kimliktir.
Emperyalizm çağında, coğrafyamızı alt kimlikler üzerinden yeniden haritalamaya çalışmak, tüm kimliklerin aleyhine olacaktır. Tarihe not düşmek adına yazayım: Bundan en büyük acıyı çeken de ne yazık ki biz Kürtler oluruz…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
9 Ocak 2025
Psikolojik savaş ve şok terapisi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 02/11/2024
Son 22 yıllık siyasi pratiğin sonuçlarından ikisi şudur:
1) AKP 22 yıldır başarılı olduğu için değil, muhalefet başarısız olduğu için iktidarını sürdürebilmektedir: Erdoğan’ın karşıtlarını müttefik yaparak, onları birbiriyle çarpıştırarak, aynı müttefiki iki kez kullanarak iktidarını sürdürebilmesinin nedeni, Türkiye’nin muhalefet sorunudur.
2) AKP, ne söylüyorsa tersini yapan, ne yaparsa tersini söyleyen bir iktidardır: Erdoğanizm, “Atlantikçi, neoliberal sünni siyasal İslamcı” bir harekettir. Halkı yardıma muhtaç edip dinle avutarak, ülkeyi Atlantik projelerine eklemleyip “yerli ve milli propagandası” yaparak, büyük burjuvaziyi memnun edip “beyaz Türkler edebiyatı” yaparak, devlet olanaklarıyla kendi burjuvazisini semirtip halka “dava” için kemer sıktırarak bir “piramit” inşa etti.
Sersemletme operasyonu
22 yılın bu iki sonucunu, 1 Ekim’den bu yana yaşanan ve adeta planlı bir “şok terapisi” olarak uygulanan gelişmeler nedeniyle anımsattım.
Devlet Bahçeli 1 Ekim’de, daha üç gün önce kapatılmasını istediği, TBMM’den atılmasını savunduğu partiyle tokalaşarak muhalefete, 22 Ekim’de de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” diyerek topluma “şok terapisi” başlattı.
Terapi, muhalefeti ve toplumu bir projeye kanalize etmek için; şoklu olması ise bunu ancak sersemleterek yapabileceği için. Nitekim öyle de oldu. DEM yöneticileri birden Bahçeli’de büyük siyasi olgunluk ve “devlet aklı” gördüler, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise bunun normalleşme hamlesinin bir yansıması olduğunu sandı. “Öcalan’ın TBMM’ye davet edilebilmesi” gibi en uçuk seviyeden uygulanan şok da toplumu önemli oranda sersemletti.
Erdoğan’ın CHP planı
İktidarın 30 Ekim’de CHP’li bir belediye başkanına PKK’li olduğu iddiasıyla operasyon düzenlemesi de yine muhalefeti hedef alan şok terapisiydi.
Önceki yazımda belirttim: Operasyon, öncelikle CHP’yi AKP-MHP planına zorlama, ikincil olarak da CHP’yi içeriden vurarak zayıflatma amaçlıydı.
Şok terapisiydi: İktidar bir yandan PKK’nin başını TBMM’ye çağırıyor ama bir yandan da muhalefetin bir belediye başkanını, PKK’lilerle irtibatı olduğu iddiasıyla tutukluyor!
İktidar bir yandan Ekrem İmamoğlu’nu uyduruk “ahmak davasıyla” siyasi yasaklı ilan etmeye çalışıyor, bir yandan da eski danışmanı olan belediye başkanını PKK’li diye tutukluyor. Neden? Çünkü Erdoğan, yeni anayasa ile yeniden aday olabildiğinde(!) dişine uygun bir cumhurbaşkanı adayının rakip olmasını istiyor. Çünkü Erdoğan İstanbul’da üç kez seçim kaybettiği İmamoğlu’yla yarışmak istemiyor.
Ve ne yazık ki Erdoğan CHP’deki üç başlılık nedeniyle, bu oyun planını uygulayabileceğini hesaplıyor.
Özel’in oyun planı ne?
Başta da belirttik: Türkiye’nin asıl sorunu muhalefet sorunudur. Erdoğan’ın karşısına rakip diye MHP’li Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çıkaran, Erdoğan’ın anayasaya aykırı üçüncü kez adaylığına “mağdur olmasın” diye itiraz etmeyen CHP, her şeye rağmen, AKP Türkiye’yi çöküşe götürdüğü için son yerel seçimden birinci parti çıktı.
Normalde 22 yılın ardından birinci parti olan CHP’nin hızla “erken seçim” için baskı kurması lazımdı. Özgür Özel tersini yaptı, iktidarla normalleşme süreci başlattı! Öyle ki iktidar göstere göstere bunun kendileri için “muhalefeti yumuşatma” süreci olduğunu ortaya koymasına rağmen, Özel bu tutumunu sürdürdü.
Erken seçim konusu, sonrasında CHP’de bir iç basınca dönüştüğünde bile Özel, yok gelecek sene, yok 2026’da, diyerek konuyu sulandırdı.
İşte buradayız: AKP’nin oyun planı açık, CHP tabanı bu nedenle asıl Özgür Özel’in oyun planını sorgulamalıdır!
Ne yapmamalı?
CHP birinci parti olarak erken seçim baskısı kuracak mı? CHP normalleşme yerine iktidarla birinci parti gibi mücadele edecek mi? CHP binalardan çıkıp kitlelerle alanlarda mücadeleyi örgütleyecek mi? CHP Erdoğan-Bahçeli’nin “Öcalan açılımına” karşı çıkıp, cumhuriyetçi bir cephe kuracak mı? CHP AKP’nin yeni anasaya girişimine kategorik olarak karşı duracak mı? CHP, Erdoğan’ın CHP içini zayıflatma operasyonlarına karşı sağlam pozisyon alacak mı? CHP üç başlı görüntüye son verecek mi: Başarısız Kılıçdaroğlu kendisini çare gibi sunmaktan vazgeçecek mi, İmamoğlu’nu siyasetten tasfiye operasyonuna Özel direnecek mi?
Bunlar daha taktik düzlemdeki sorunlardır, program ve strateji düzlemindekilere değinmiyoruz bile… Ki problemler de işte asıl oradan başlıyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
2 Kasım 2024
Erdoğan’ın oyun planı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/10/2024
Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşarak başlattığı süreç, “Öcalan’ın tecriti kalksın, umut hakkı verilsin, gelsin TBMM’de konuşsun” çağrısıyla sürüyor. Bu hamleler, “Bahçeli, ABD-İsrail’e karşı büyük oyun kurdu” diye pazarlanıyor; hatta “Bahçeli’nin büyük planına Erdoğan’ı da sürüklediği” iddia ediliyor.
Bahçeli’nin kurduğu bir oyun planı yok, kendisi ilk günden beri oyun planlarının küçük-büyük oyuncusu olabilmiştir sadece. “Mehmet Ali Güller” adlı Youtube kanalımdaki “Bahçeli’nin 16 sabıkası” başlıklı yayını izlerseniz, MHP liderinin hangi oyunlarda hangi rolleri aldığını ve birikmiş siyasi sabıkalarının listesini görebilirsiniz.
Burada da Bahçeli 17. siyasi sabıkasına imza atmaktadır. Ve bir oyun planı kuran değil, Erdoğan’ın oyun planında rol alan konumdadır.
Erdoğan’ın başkanlık sorunu
Erdoğan yeni bir oyun planı kuruyor, çünkü yeniden başkan seçilebilme sorunu var. Bu sorunun “sınırsız çözümü” yeni bir anayasa yapmaktan geçiyor. Yeni anayasayı kabul ettirebilmek için de DEM Partisi’nin oylarına ihtiyacı var.
Erdoğan’ın oyun planının içeride iki ayağı var: Birincisi DEM Partisi’ni devreye sokmak üzere zıttını, MHP’yi kullanmak; ikincisi de süreçlere meşruiyet kazandırabilmek için CHP’den yararlanabilmek. Dolayısıyla “normalleşme-yumuşama” süreci de nesnel olarak Erdoğan’ın oyun planını kolaşlaştıran bir boyuta sahip.
“Büyük Ortadoğu” sorunundan faydalanma
Olası geniş kamuoyu baskısına karşı içerideki bu süreci dışarısıyla ve “İsrail’in hedefi Türkiye” söylemiyle dengelemeye çalışacaklar. Şöyle:
– İsrail’in Lübnan’a saldırıları sürüyor: Erdoğan bu nedenle yeniden “sığınmacı kartı” açtı. Geçen hafta Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile ortak basın toplantısında, “Hem Suriye’den hem de Lübnan’dan yeni sığınmacılara kapılarının açık olduğunu” ilan etti.
– İsrail, konjonktürü fırsata çevirebilmek için Suriye’ye saldırılarını artırıyor, Golan’daki durumunu tahkim edecek bir düzenleme arayışında: İktidar bunun savaşı bölgeselleştirme potansiyeli olduğunu, İran’a da sıçrayabileceğini, dahası İsrail’in olası yanıtından sonra İran’ın bu kez savaşa girmek zorunda kalabileceğini, bunun da ABD’yle yeni bir işbirliği dönemini açabileceğini hesaplıyor. Bu durumun hem riskler hem de fırsatlar doğuracağı düşünülüyor: Risk, Türkiye’nin de bölgesel bir savaşın parçası olması, fırsat ise “ABD sponsorlu PYD devleti” sorununun “iki açılı” çözümü:
İki açılı “çözüm”
1) ABD’nin kökleri 1965’e kadar uzanan “Türkiye himayesinde Kürdistan” planıyla uyumlu çözüm: Bu çözüm ile Erdoğan’ın 22 yıllık “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hedefinin hayata geçeceği ve karşılığında siyasi konumunun pekişeceği varsayılıyor.
2) Öcalan’ın çıkışıyla PKK’nin kendini lağvettiği ama PYD olarak Suriye’de Türkiye tarafından kabul edildiği çözüm: Bu çözüm, Fırat’ın doğusundaki Kürdistan’a karşı Fırat’ın batısında Halep’e inen bir nüfuz bölgesinin paylaşılmasını içerecek.
Erdoğan’ın hedefi
Görüleceği üzere bu iki çözüm de Erdoğan’ın “sultanizm” rejimi için kısmi bir çözüm olsa da Türkiye için bir çözüm olmayacaktır ve tersine Türkiye’yi bölgede ciddi sorun haline getirecektir.
Dolayısıyla Erdoğan’ın hedefi Kürt sorununu çözmek ya da komşularla iyi ilişki geliştirerek bölgesel savaş riskini azaltmak değildir. Hedefi, Ortadoğu’da İsrail’in saldırganlığından ve ABD’nin müttefik ihtiyacından yararlanarak yeni toprak kazanmak ve bunu sultanlığını pekiştirmekte ve davasının bayrağını yükseltmekte kullanmaktır.
Elbette bunlar plan ve hayata geçmesini engelleyecek faktörler de yok değil!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Ekim 2024
Açılımın üç sorunu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 17/10/2024
Ankara kulislerinde en çok tartışılan konu: MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM’lilere uzattığı el, yeni bir çözüm sürecine dönüşür mü?
Biz bu soruya, açılımın üç sorununu tartışarak katkı koymaya çalışalım.
1. Kürt sorununa mı çözüm?
Soru şu: Erdoğan Kürt sorununu çözmek için mi yeniden açılım yapıyor, yoksa iktidarını/başkanlığını sürdürebilmek için mi?
Bunu şu nedenle soruyoruz: Erdoğan Türkiye’de Kürt sorunu olmadığını da söyledi, olduğunu da… Olduğunu söylediğinde açılımcıydı, olmadığını söylediğinde açılımı kapatmıştı.
Bu durum, Erdoğan’ın açılım ihtiyacını ortaya koyuyor: Meselesi Kürtler ya da Kürt sorunu değil, meselesi iktidarını sürdürmek. İktidarını sürdürebilmek için de ya TBMM’nin seçim yenilemesi ya da yeni anayasanın kabulü gerekiyor. Sayısal nedenlerle, ikisi için de DEM’in desteği lazım.
Açıklamalarına bakılırsa, Kürtlerin siyasi partisinin de en azından bir bölümü, Erdoğan’ın iç politik ihtiyaçları üzerinden, kendi siyasi ajandasına kazanım oluşturabileceğini hesaplıyor.
2. Bölgesel durumdan yararlanma mı?
Devlet Bahçeli’nin DEM’lilere el uzatmasıyla başlayan bu süreç, kuşkusuz bölgedeki yeni durumla da ilgili.
İktidarın ilk açılımı ile iktidarın neo-Osmanlıcı çizgisi arasında bir ilişki vardı. Öyle ki iktidar hem “Lozan hemizettir” diyor ama hem de Misakı Millicilik yapıyordu. Yani Türkiye Cumhuriyeti’ne dahil edilemeyen Musul-Halep hattını işaret ediyordu. Suriye’de Atlantik cephesiyle girilen “macera” bu nedenleydi. Suriye macerasından bir türlü çıkmamaları da bu nedenle…
İşte “İsrail’in hedefi Türkiye” söylemi de bununla ilgilidir. İktidarın “stratejik derinlikçileri” Ortadoğu’da yeniden sınırlarının çizilebileceğini, Ankara’nın önüne yeniden “genişleme” fırsatı çıktığını, Erdoğan’ın yeniden “Küresel düzenin altında bir alt düzen” inşa etme olanağına kavuşabileceğini düşünüyor…
Suriye’yle normalleşmeye şartlar koyarak normalleşme eğilimini terketmeleri, Mavi Vatan doktrinini rafa kaldırarak Doğu Akdeniz’de geri adım atmaları, Yunanistan’la tavizli normalleşmeleri, Ukrayna-Rusya dengeciliğinde ağırlığı Ukrayna kefesine koymaları, ABD-İngiliz enerji devleriyle 10 yıllık anlaşmalar yapmaları, Rusya’ya uyguladıkları yeni yaptırım…
Ve en önemli iki yeni gelişme de şu: İran karşıtlığının artması ve İdlib merkezli bir hareketliliğin başlaması!
3. Birinci partiye tuzak mı?
Eski açılımda CHP, MHP’yle birlikte açılımın genel olarak karşısındaydı. Gerçi Erdoğan ilk açılımdan istediği sonuçların bazılarını elde etmişti ama sonuçların tamamına ulaşamamasında bir etken de buydu.
MHP artık Cumhur İttifakı’nda, üstelik yeni açılım için bizzat Bahçeli sahaya sürüldü; çünkü siyaseten Erdoğanizme yapışmak dışında şansı kalmadı.
Peki CHP? AKP ve MHP cephesinden gelen açıklamalar, Erdoğan’ın CHP’yi de açılıma bir şekilde monte etmek istedğine işaret ediyor. DEM de aynı görüşte. Nitekim DEM yönetimi açık açık CHP’nin de devreye girmesini istedi. Gerekçeleri kendileri açısından makul: AKP’ye güvenmedikleri yeni süreçte, CHP’nin sübap olabileceğini hesaplıyorlar.
Peki daha düne kadar CHP’yi “DEM’lenmekle” suçlayan AKP-MHP cephesi neden CHP’yi sürece katmak istiyor? Çünkü CHP artık birinci parti. AKP-MHP CHP’yi açılım süreci üzerinden yeni anayasa sürecine de dahil edebileceğini düşünüyor. Varsın CHP son tahlilde yeni anayasa kabulüne hayır desin, komisyonlarda bulunarak hazırlanmasına dahil olması Erdoğan için yeterli meşruiyeti sağlayacak nasılsa! Üstelik bu süreçte ulusalcıların tepkisi nedeniyle CHP’nin oyları da önemli oranda erimiş olacak! Erdoğan da bir taşla birkaç kuş vurmuş olacak…
Bakalım Erdoğan’a yine aynı fırsatı verecekler mi?
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
17 Ekim 2024
‘Beş yıl’ açılımı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 12/10/2024
Türkiye’nin toplumsal ihtiyaçları nedeniyle şu anda yeni bir anayasaya ihtiyacı yok, kaldı ki anayasanın dörtte üçü AKP tarafından zaten değiştirilmiş durumda.
Türkiye’nin idari ihtiyaçlar nedeniyle de yeni bir anayasaya ihtiyacı yok, çünkü iktidar zaten anayasaya uymadan yönetiyor. Hatta bu yönüyle mevcut rejimi “anayasasız rejim” diye de niteyelebiliriz.
Bir tek Erdoğan’ın yeni anayasaya ihtiyacı var çünkü anayasaya aykırı şekilde üçüncü kez sürdürdüğü cumhurbaşkanlığını dördüncüye taşıyabilmesi, güçler dengesi nedeniyle mümkün değil; bu kez adaylığını “yasallığa” uydurmak zorunda.
Ancak Erdoğan’ın anayasayı değiştirecek gücü de yok, bunun için Cumhur Koalisyonunu genişletmeye çalışıyor. Peki nasıl?
Erdoğan’ın Bahçeli kartı
Erdoğan’ın iktidarını kabaca iki ayrı dönemde inceleyebiliriz: İlk dönemindeki müttefikleri FETÖ’ydü, PKK’ydi, liberallerdi. İkinci döneminde ise eski müttefiklerinin yerini milliyetçiler aldı. “Tekeden süt sağılmaz, Erdoğan’dan cumhurbaşkanı olmaz” diyen Bahçeli, Erdoğan’a rejim değiştirme ve tek adam olma yolunu açtı.
Ancak Erdoğan’ın milliyetçi müttefikleriyle birlikteki toplam gücü de yeni anayasaya yapmaya yetmiyor; hatta diğer sağ partilerden gelecek destek de…
Kısacası Erdoğan’ın DEM’e ihtiyacı var. Ama bu ihtiyaç ne zaman gündeme gelse “Erdoğan Kürtlerle ittifak yaparsa, bu kez milliyetçileri kaybeder” deniyordu. Oysa Erdoğan’ın yolunu açmak dışında siyasette başka şansı kalmamış bir Bahçeli var! Şimdi Erdoğan, Bahçeli’yi en olmaz denilen işte, PKK ile açılımda karta dönüştürmüş durumda.
Devlet açılımı
Önceki yazımızda “yeni anayasa tokalaşması” diye nitelediğimiz sürecin dinamikleri böyle. Dolayısıyla bu hamleyi “Devlet açılımı” olarak da isimlendirebiliriz. Şimdi ikinci adımı atıyorlar: Hem milliyetçi hem de muhafazakar tabanı ikna etme aşaması…
MHP’li yöneticiler, milliyetçi tabanı ısıtmak için “Terör Türkiye’nin enerjisini 40 yıl sömürdü. Türkiye yüzyılında bu meselenin çözülmesi önceliktir ” diye propagandaya soyundular.
Muhafazakâr taban için de şu propaganda yapılıyor: “Türkiye ile Suriye Kürtlerinin arasını İran bozdu, İran Kürtleri Esad karşıtı koalisyondan kopardı” denilip, “hazır İran İsrail baskısı altındayken, tablonun yeniden tersine çevrilebileceğini” savunuyorlar.
DEM’liler ise Erdoğan’ın yeni anayasa ihtiyacını siyasi ajandaları için fırsat görüyorlar, bu süreçten hangi kazanımları çıkarabileceklerini hesaplıyorlar.
Perinçek: Erdoğan-Bahçeli ikna edildi
Erdoğan’ın yukarıda özetlediğimiz iki dönemli siyasetinin ikinci döneminde iktidara dışarıdan destek veren Doğu Perinçek ise yeni tabloyu şöyle yorumluyor: “Erdoğan ve Bahçeli, ABD’nin Kürdistan projesine ikna edildi.”
Erdoğan bir projeye ikna edildiği için mi yoksa kendisine yeniden başkanlık yolu açacak yeni anayasa için mi Bahçeli üzerinden DEM’e el uzattı, elbette tartışılır ama en azından “Erdoğan iktidarının ABD ile savaştığı ve vatan savaşı verdiği” varsayımının geçersizliği görülmüş olmalı!
Erdoğanizmin tek prensibi var: İktidarı sürdürebilmek için herkesle müttefik olabilmek ve her projeye eklemlenebilmek. İşte “İsrail’in hedefi Türkiye” söylemi de bu nedenledir. Erdoğan, İsrail tehdidi söylemi üzerinden hem sağ partileri koalisyona eklemleyecek, hem de İsrail-İran çarpışmasının Suriye’ye etkisi üzerinden Kürtlerle ittifak arayacak.
Erdoğan’ın oyun planı
Erdoğan’ın bu yeni oyun planı tutar mı? Mevcut tabloya göre tutması olası değil. Üstelik birinci parti durumundaki CHP’nin onay vermediği yeni anayasanın çıkması da mümkün değil.
Ama denir ya hani, “Osmanlı’da oyun çok” diye, “Yeni-Osmanlılarda da oyun çok” elbette. Erdoğan kürede ABD-Rusya, bölgede İsrail-İran cepheleşmelerinden faydalanarak içeride kendisine alan açabileceğini varsayıyor.
Kısacası Cumhuriyetçilerin uyanık, kararlı ve mücadeleci olması gereken günlere giriyoruz…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Ekim 2024
Yeni anayasa tokalaşması
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 07/10/2024
TBMM’nin yeni yasama döneminin ilk gününde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek, yöneticileriyle tokalaşması, iç siyasetimizin en önemli konusu. Çünkü mesele bir “siyasi nezaket” meselesi değildir; önümüzdeki cumhurbaşkanlığı “çarpışması“ için cephe genişletme çabasıdır.
Yeni anayasa, o çarpışmanın hem zemini hem de önemli bir aşamasıdır. AKP ve MHP ittifakının sayısal gücü yeni anayasa kabul ettirmeye yetmediği için, yeni anayasayı siyasal ajandası için fırsat gören DEM Parti’ye yönelmektedirler.
“Yeni dönem” açılımı
Daha düne kadar DEM Parti’nin kapatılmasını isteyen, TBMM’den atılmasını savunan, hazine yardımının kesilmesini isteyen Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşması önümüzdeki iç siyasi mücadele açısından çok önemli.
İki parti de tokalaşma hamlesi ile ajandaları arasında bağ kuruyorlar. Örneğin Bahçeli ilk açıklamasında “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım”, ikinci açıklamasında da “PKK’nın uzantısı şeklinde ifadede bulunulanların ellerini sıkmam birleştirici olmanın işareti” dedi. Dahası Bahçeli tokalaşmasının bir görev olduğunu da belirtti: “Cumhurbaşkanının çağrısına adım atmak bana düşen görevdir.”
Peki DEM Partililer Bahçeli’nin kendileriyle tokalaşmasına ne diyor? DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Bize yönelik hamle, elbette anayasa tartışması sürecine katılmak ve bizi bir noktada tutmak için yapılmış olabilir.”
Yeni anayasa ittifakı
Tablo şu: Erdoğan’ın masasındaki anket sonuçları iç açıcı değil. Erdoğan kendisine başkanlık yolu açacak hem yeni anayasaya hem de sayısal çoğunluğa ihtiyaç duyuyor; iktidarının ilk bölümünde ittifak yaptığı DEM Parti’yi yeniden anahtar görüyor.
Ya Bahçeli? Erdoğan’ın masasındaki anket sonuçları MHP için de iç açıcı değil. Hal böyle olunca Bahçeli “yeni dönem açılımı”na mecbur kalmış ve “Erdoğan’ın çağrısını görev kabul etmiş” oluyor.
Peki Selahattin Demirtaş başta üst düzey kadroları içerideyken DEM Partisi bu “yeni anayasa ittifakı”na ne der? Siyasi ajandası için emperyalist ABD ile bile bölgede ittifak kurabilen bir hareket için “tek adam” dedikleri Erdoğan’la yeniden işbirliğine dönmek, elbette şaşırtıcı olmaz!
Baksanıza, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, daha ilk günden muhalefete seslenerek, “Önyargılarınızı bir kenara bırakın, gelin hep birlikte beraber demokratik ve özgürlükçü bir anayasa için çalışalım” diyor!
Normalleşmenin rolü
Özgür Özel normalleşme politikası ile sadece birinci parti durumundaki CHP’ye ivme kaybettirmedi, aynı zamanda ikinci parti lideri Erdoğan’a da manevra yapma fırsatı vermiş oldu.
Erdoğan Sünni Hizbullah’ın partisi ile anayasanın ilk dört maddesini tartıştırarak, kamuoyunu ve siyasi aktörleri şimdi “PKK’nın siyasi kolu” dediği DEM Partisi’ne verilecek tavizlere hazırladı belki de…
Nasılsa karşısında “Yeminine uygun konuşma yapacağını umarak ayakta karşıladık. Parti genel başkanı sınırları içinde konuşunca, giderken ayağa kalkma gereği duymadık” diyen Özgür Özel var. Nasılsa sabah CHP’yi tehdit eden Bahçeli, “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah. Üzülme, bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor” diyerek akşam Özel’in gönlünü alabiliyor.
Zaten Özgür Özel de yukarıda özetlediğimiz “yeni anayasa tokalaşması”nı normalleşme politikasının başarısı olarak görüyor: “Sayın Bahçeli’nin DEM’le normalleşmesini herkes gördü mü? Normalleşme dediğimiz Devlet Bey ile DEM’e de el sıkıştırır.”
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Ekim 2024