Archive for category Odatv Yazıları
DİK DURAN TAHRAN’IN BÖLGEYE ETKİSİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 06/08/2011
Rusya’nın NATO Büyükelçisi Dmitri Rogozin meseleyi net ortaya koyuyor: “NATO, İran’a saldırmak için Suriye’de rejim değişikliği istiyor.”
Biz de net söyleyelim; Suriye’nin toprak bütünlüğü İran’ın toprak bütünlüğüdür, Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür.
Türk devletinin milli unsurlarının, ABD’nin Irak saldırısı öncesinde çizdiği rota da böyleydi: “Irak’ın siyasal birliği ve toprak bütünlüğünün korunması.”
İşte 28 Şubat 1997’de başlayan ve 3 Kasım 2002’ye kadar süren dönem, aslında Ankara’nın Tahran ve Şam’la ABD’nin bölge planlarına karşı ittifak zemininin oluşturulması süreciydi: Bölge merkezli dış politika ve Avrasyacılık! Ankara bölgesindeki bu çizgiyi, daha derin bir coğrafyada Moskova ve Pekin’le de ilerletiyordu.
Erdoğan-Gül ikilisinin işbaşı yaptırılması işte bu çizgiyi tasfiye etmek içindi. Ki ABD belgelerine de yansıdığı gibi bu çizginin sahiplerine Ergenekon tertibi uygulandı.
ÖNCE ANKARA, SONRA BAĞDAT DÜŞTÜ
Washington’un hedefindeki Ankara-Tahran-Şam-Bağdat hattının ilk düşen kalesi aslında Ankara oldu. Ankara kalesi düştüğü için 2003’te Bağdat kalesi düştü.
Ankara kalesi düştüğü içindir ki, Türkiye’yi, Irak’ta müslüman katleden ABD askerlerinin sağlığına duacı bir başbakan yönetiyor.
Şimdi hedefte Şam kalesi var. Ve düşmüş Ankara kalesinin surlarında, NATO’nun Libya’da müslüman katletmesine ses çıkarmayan ama Beşar Esad’ın vatanını savunmak için Hama’daki kalkışmayı bastırmasına “Ramazan” göndermesi yapan bir Cumhurbaşkanı var.
TAHRAN DİK DURDUKÇA, ŞAM DA DİRENİYOR
Lübnan’dan Suriye’ye uzanan hat, İran’ın ABD’ye karşı ön cephesi durumunda. Ve o cephede ABD-AKP-İsrail ittifakı var…
Ancak koşullar artık 2003’den farklı…
Tahran kalesi dik duruyor, önce direniyor, sonra karşı hamle yapıyor. Tahran dik durduğu için de Şam kalesi direnebiliyor.
TAHRAN, BAĞDAT’I WASHINGTON’DAN KOPARIYOR
Üstelik Tahran, düşen Bağdat kalesini de ayağa kaldırıyor. Tahran’ın Kuzey Irak’a operasyonu, Bağdat’ın Washington bağını da koparıyor, Irak’ı ABD’den kurtarıyor.
İran’ın Kuzey Irak hamlesi sadece Bağdat’ı değil, aslında Ankara’yı da rahatlatıyor; Ankara’ya PKK kartı üzerinden uygulanan Washington baskısına karşı aslında dayanak oluşturuyor. Ama Türkiye Ankara’da iktidar değil!
WASHINGTON SADECE ANKARA’DA İKTİDAR!
Ankara-Tahran-Şam-Bağdat hattının “belirleyeni” kaçınılmaz olarak Ankara’dır. Son tahlilde bu hattın geleceği Ankara’nın tavrına ve tutumuna bağlıdır. Ancak Ankara’da da Washington iktidardadır. Üstelik tüm dünyada bir tek Ankara’da iktidardır! O yüzden de Ankara’ya bu kadar abanmakta, AKP’ye bu kadar sarılmaktadır. AKP’nin efendisine zaman zaman şımarıklık yapması da bu zorunluluğun cilvesidir.
Ancak koşullar, Ankara kalesinin ayağa kaldırılması için de elverişli olmaya başladı. AKP’nin arkasındaki kuvvetin, ABD’nin hali ortada… ABD baş aşağı gidiyor; tankıyla, topuyla, borcuyla, çürüyen sistemiyle baş aşağı gidiyor. Latin Amerika’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da durum ortada.
AKP, ABD’nin gücüyle yapabileceklerinin sınırına geldi. Daha ötesi yok!
İşte bu yüzden da tarih, Türk devrimcilerinin önüne Ankara kalesine yeniden Türkiye bayrağı dikme fırsatını getiriyor… Mesele bayrağı asabilecek kuvveti toplamakta!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi / s:6
6 Ağustos 2011
PENTAGON’UN KABUSU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 05/08/2011
ABD hazine bakanlığının eski müsteşarlarından Paul Craig Roberts, Washington açısından savaşın kaçınılmaz hale geldiğini savundu. Roberts ABD’nin, birincisi üretimle, ikincisi konut balonuyla, üçüncüsü de devlet borçlarıyla ilgili eş zamanlı üç kriz yaşadığını belirtiyor ve ekliyor: “ekonomik iyileşme umutları ortadan kalkınca, savaş ihtiyacı daha kaçınılmaz hale geldi.”
ABD İLE ÇİN-RUSYA ÖN SAVAŞI
Eski ABD Hazine Müsteşarı Roberts, ABD’nin Ortadoğu’da Çin ve Rusya’yla karşı karşıya gelmemek için Libya ve Suriye meselesini paravan olarak kullandığına dikkat çekiyor. Roberts, Counterpunch’ta yer alan “kıyamete giden yol” başlıklı makalesinde, ABD’nin Çin’in Afrika’daki yatırımlarına engel olmak için Libya’da, Rusya’nın Tartus’taki deniz üssünü dengelemek için de Suriye’de isyan çıkardığını belirtiyor.
Eski ABD Hazine Müsteşarı Roberts’ın bu makalesi, ABD’de süren tartışmanın da bir yansıması. Daha önceki kimi yazılarımızda dikkat çektiğimiz bu tartışma, şu zeminde sürüyor: ABD hakim sınıflarının bir grup temsilcisi, “şerefli geri çekilmekten”, bir diğer grup ise “dünyayı ateşe vermekten” yana… Bu kesime göre, ABD nasılsa savaştan en az zararla çıkacak!
İşte eski ABD hazine bakanlığı müsteşarı Roberts’in açıklaması da bu zemindeki tartışmanın bir yansıması…
PENTAGON’UN EN KÖTÜ KABUSU
Ancak meselenin bir de diğer boyutu var.
ABD haftalardır borç tavanı yükseltme kriziyle sarsıldı. Son dakikada, Beyaz Saray ile Kongre arasında bir kısmi mutabakat sağlandı ve kriz ötelendi. Burada dikkat çeken vahim şey ise krizin, sanki borç tavanı yükseltmek matah birşeymiş gibi sunularak, çözüldüğünün iddia edilmesi!
ABD sözde bu krizi aştı ama şimdi de Pentagon’un bütçesinde yapılacak zorunlu kesintilerle boğuşuyor…
Kongre’nin kabul yeni bütçe planına göre, önümüzdeki 10 yıl içinde Pentagon’un 350 – 800 milyar dolarlık kesintisi sözkonusu olacak. Peki bu ABD’nin dünya jandarmalığına nasıl yansıyacak?
En somutunun ABD Genelkurmay Başkanı Ora. Michael Mullen’in Afganistan’daki askerlere söylediği maaş ödeme sıkıntısı olduğunu daha önce yazmıştık.
Pentagon kurmayları, maaş dışındaki yüksek silah sistemlerinin geleceğine odaklanmış durumda şimdi.
Örneğin Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi bütçe analisti Travis Sharp, “ileride yapılacak kesintiler beklendiği kadar yüksek olmasa bile 300 milyar dolarlık F-35 Müşterek Taarruz Uçağı programı rafa kaldırılabilir” diyor. Sharp durumu “Pentagon’un en kötü kabusu” olarak yorumluyor. Keza savunma analisti Mackenzie Eaglen, “bu Pentagon için tam bir kaos” diyor.
ABD SÜPERGÜÇ OLMAKTAN VAZGEÇECEK
American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşundan Thomas Donnelly, “ABD’nin savunma bütçesini eritmesinin, dünyanın süper gücü olmaktan vazgeçmesi anlamına geldiğini” belirtiyor.
Hürriyet Planet’te yer alan analize göre birçok Pentagon yetkilisi ve savunma analisti için, savunma bütçesinin kesilmesi ABD’de yaşanan bütçe krizinden çok daha karanlık bir senaryo doğuracak.
ABD HER DURUMDA YENİLECEK
Roberts’in “savaş kaçınılmaz hale geldi” demesine yeniden dönersek… Savaş açacak kuvvetin, “savaş açacağım” demesi pek olağan değil.
Savaş reel olarak ABD için bir ihtiyaçsa da, ABD’nin bu ihtiyaca sarılacak ne parası ne de kuvveti var…
Irak ve Afganistan’daki başarısızlık, Libya’da NATO’nun içinde bulunduğu çıkmaz, Suriye’ye diz çöktürememe, İran’a karşı çaresizlik gibi Washington’un önünde duran sorunlar, ekonomik krizle ve bütçe kesintileriyle daha da büyüyor…
ABD, “şerefli geri çekilerek” de, “dünyayı ateşe vererek” de bu sarmaldan çıkamayacak.
Putin’in ABD’yi asalak ilan ettiği, Çin’in ABD’nin kredi notunu düşürdüğü yeni bir döneme girmiş durumdayız.
Bu yeni dönemde artık biricik mesele, dünyanın ABD yenilgisine en az hasarla girmesidir.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık gazetesi / s:6
5 Ağustos 2011
AKP VE KEMAL BURKAY, FEDERASYONDA BULUŞTU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 03/08/2011
Kemal Burkay 31 yol sonra Türkiye’ye döndü. Burkay havaalanında İstanbul Vali Yardımcısı tarafında Kürtçe sözlerle ve Genç Siviller’in alkışlarıyla karşılandı. İstanbul Eminiyet Müdürlüğü 4 koruma tahsis etti, AB Bakanı Egemen Bağış kendisiyle baş başa bir görüşme yaptı.
Yandaş medya günlerdir ondan bahsediyor… Onun PKK karşıtı olduğu, silahsız mücadeleyi savunduğu, Kürt Açılımı’nı desteklediği, AKP’nin ülkeyi demokratikleştirmesinden ne kadar mutlu olduğu yazılıyor, çiziliyor…
AKP’NİN KÜRTÇÜSÜ
AKP ve kalemlerinin Kemal Burkay aşkının tek bir açıklaması var. Burkay artık AKP’nin Kürtçüsüdür! Ki zaten “geliş nedenim, hükümetin açılımına destek vermek içindir” diye açık açık söylüyor…
Peki Kemal Burkay AKP’nin, daha doğrusu ABD’nin “Kürt Açılımı”na nasıl destek verecek?
Burkay 1974’te kurduğu partisi PSK’nın Genel Sekreterliği’ni tam 35 yıl boyunca sürdürdü. AKP’nin Kürt Açılımı’nı başlattığı 2009 yılında, Burkay PSK’nın genel sekreterliğini bıraktı. Ancak PSK’nın internet sitesine bakılırsa, Burkay hâlâ partinin birinci adamı!
İsveç’ten birlikte döndüğü Oral Çalışlar’a göre Burkay, HAK-PAR’a yakın duracak. Ne de olsa HAK-PAR ile Burkay aynı şeyi savunuyor, yani federalizmi… Ancak HAK-PAR BDP ittifakı, PKK karşıtı olan Burkay’ın konumunu nasıl etkileyecek, göreceğiz.
Çalışlar’a söylediği “Kürtler bu çağda tek partili olamaz” sözlerine bakılırsa, belki de yeni bir parti kuracak!
PKK YERİNE PSK ALDATMACASI
“Özerklik istemeyi de doğal karşılıyorum ama biz federasyon istiyoruz” diyor Burkay! İşte meselenin özü buradadır. AKP ile Burkay’ı buluşturan “federasyon”dur.
Böylece terörden bıkmış toplum, Öcalan yerine silahsız Kürtçü Burkay’a; Kürtler PKK yerine PSK’ye, Türkiye de özerklik yerine federalizme razı edilecek!
Ancak buradan hareketle ABD’nin PKK’den vazgeçtiğini ve yola PSK’yle devam edeceğini söylemiyoruz elbette.
Türkiye’yi “ya o, ya bu” türünden tercihlere zorlamak, ABD’nin abandığı planı hızlandırmanın bir aracı olacaktır. Ki Washington, bugüne kadar bu yöntemi hemen hemen her siyasetinde uyguladı. AKP’yi teslimiyete zorlarken, CHP-MHP koalisyonunu gündeme getirdiği gibi… Böylece her iki taraf da, Washignton’a daha uyumlu hale geldi!
PSK’NİN FEDERASYON PROGRAMI
Peki PSK’nın mevcut programında “federasyon” konusunda ne deniyor?
“PSK, Kürt halkının ulusal kurtuluşunu, halkımızın kendi kaderini özgürce tayin etmesinde görür. Kürt halkı kendi kendisini yönetmelidir. Partimiz, Kuzey Kürdistan için bunun iki biçimde olabileceği görüşündedir: Kürt halkı ayrılıp kendi devletini kurabilir veya Türk halkıyla demokratik bir birliği seçebilir. İkinci durumda, birlik eşit haklara sahip iki cumhuriyetli bir federasyon biçiminde olmalıdır. Kürdistan ayrı bir cumhuriyet halinde örgütlenmeli, kendi parlamentosu hükümeti olmalı ve her bakımdan Türkiye ile eşit haklara sahip bulunmalıdır.”
Program ortada! ABD’nin “Büyük Kürdistan” planıyla uyumlu. AKP’ye uygulatılan Kürt Açılımı’yla uyumlu. “Diyarbakır’ı BOP içinde merkez yapma” göreviyle uyumlu. “Yeni anayasalı Yeni Türkiye” hedefiyle uyumlu! “Türk-Kürt Federasyonu” ile uyumlu!
Bir tek Türkiye’yle ve Türk milletiyle uyumsuz!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık gazetesi / s:7
3 Ağustos 2011
WASHINGTON AYDINLIK’I YANITLADI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 02/08/2011
ABD’deki ekonomik krizin tartışıldığı bir yazı işleri toplantısında, şu soru gündeme gelmişti: “ABD, ya askerine maaş ödeyemezse..?”
Sorumuza yanıt en yukarıdan geldi.
ABD Genelkurmay Başkanı Ora. Mike Mullen, Afganistan’a yaptığı sürpriz ziyarette askerlerine seslendi ve “maaşların zamanında ödenip ödenmeyeceğinin belli olmadığını” ilan etti.
İki haftadır “ABD’nin baş aşağı” gittiğini anlatmak için, yineleme pahasına pek çok veri yazdım. Ancak hiçbir veri, Ora. Mullen’ın “asker maaşıyla” ilgili itirafı kadar can alıcı değildi!
Ora. Mullen’ın itirafı, borçlanma tavanının yükseltilmesi konusunda Washington’da uzun süredir varılamayan mutabakata dayanıyordu…
Obama ile Cumhuriyetçilerin, ABD 2 Ağustos’ta temerrüde düşmeden borç tavanında anlaşmaları gerekiyordu.
‘TARAFLAR ANLAŞTI’ YALANI
“Taraflar anlaştı” şeklinde sunulan habere, maaş sıkıntısına giren ABD askerlerinden çok, bizim yandaş medya sevindi! “Kriz aşıldı” diye ballandıra ballandıra yazdılar.
Peki, ABD “borç tavanı” krizini gerçekten atlattı mı? Varılan mutabakata göre kriz aşılmamış, olsa olsa bir parça ötelenmiş görülüyor. Şöyle ki, borç tavanı toplamda 2.1 trilyon dolar yükseltiliyor ama parça parça… 400 milyar dolar şimdi, 500 milyar dolar yıl sonunda, kalan 1.2 trilyon dolar da yine taksitler şeklinde 2012 yılına yayılacak…
Beyaz Saray’ın zorunlu kabul ettiği bu yükseltme dilimlerinin çözüm olmadığı Washington’u iyi izleyen kesimlerin ortak kanaati… Ki “borç tavanı” krizi aşılsa bile, ABD’nin yapısal ekonomik krizi olanca ağırlığıyla sürüyor.
Kısacası, Beyaz Saray’ın istediği olmadı!
MAAŞ ALAMAYAN ASKER, SAVAŞIR MI?
Peki, bu durum ABD’nin dünya çapındaki operasyonlarına nasıl yansıyacak? Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Somali’de, Lübnan’da süren emperyalist ABD saldırganlığı, ekonomik krizden nasıl etkilenecek?
Anımsayalım: ABD kamuoyu, Libya operasyonunun daha ilk gününde, atılan füzelerin maliyetini sorgulamaya başlamıştı. Füzeler, uçaklar, uçak gemileri, yüksek maliyetli saldırı silahları, ABD’nin orta ve alt kesimlerinin günlük hayatına doğrudan müdahale ediyor artık, kötü ekonomik gidişattan ilk onlar etkileniyor.
Şimdi bir de profesyonel askerlerin maaş sorunu var! Çünkü ABD’de askerlik, zaten en alttak, kesimlerin, canını satmaktan başka çaresi kalmayanların mesleği uzun zamandır… Ve şimdi, zorunlu yaptıkları askerliğin karşılığını da alamama gerçeğiyle yüz yüzeler.
Bu durumda, maaş alamayan ABD askeri, -ABD emperyalist saldırganlığı vatan savunması olmasa da- , ülkesi için, vatanı için çarpışmayı sürdürecek mi?
Bizim yandaşların yere göğe sığdıramadığı ABD profesyonel ordusu, profesyonel gibi davranıp, “ne kadar para, o kadar savaş” mı diyecek?
VATAN PARAYLA SAVUNULMAZ
Bu modeli Türkiye’ye giydirmek isteyenler neyse de, umarım bu durum iyi niyetli asker-bürokrasi çevrelerine ders olur!
“Ordu profesyonelleşirse siyasete karışmaz” diye saptayan(!) eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. İlker Başbuğ’u geçtik, ancak “güneydoğudaki taburları profesyonelleştirirsek, terörle daha iyi mücadele ederiz” diyen diğer kesimler, umarım ABD Genelkurmay Başkanı’nın askerlerine yaptığı acı konuşmadan ders çıkarırlar!
Ve başkomutan Mustafa Kemal’in askerlerine “size ölmeyi emrediyorum” derken, parayla ölçülemeyecek değerlere güvendiğini ve haklı çıktığını anımsarlar!
Not: ABD Genelkurmay Başkanı Ora. Mike Mullen’a ve bizim profesyonelcilere, Oktay Yıldırım’ın Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Mehmetçik” kitabını öneriyoruz…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi / s:8
2 Ağustos 2011
Odatv.com
STRATFOR: ABD İRAN’LA UZLAŞMA ARIYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 01/08/2011
ABD’nin en önemli araştırma merkezlerinden Stratfor, “haftalık jeopolitik” bülteninde “ABD ve Suudi Arabistan’ın ikilemi: İran Fars körfezini yeniden biçimlendiriyor” başlıklı önemli bir analiz yayımladı.
Stratfor analizinde, şu üç nokta öne çıkıyor:
1.) Washington, Tahran’la uzlaşma aşamasına girmek üzere.
2.) İran, yakın gelecekte Fars Körfezi’nde ABD’nin etkisini kırıp, yerini alarak bölgenin en güçlü askeri gücü olacak.
3.) Gelişmeler nedeniyle Suudi Arabistan ABD’ye güvenemiyor. Riyad bu nedenle, muhalefeti ezmek için Bahreyn’e soktuğu asker sayısını düşürmeye ve Tahran’la sıcak ilişki aramaya başladı.
Bahreyn ve Körfez eksenli bu çatışma alanına dair saptama, aslında diğer alanlar için de geçerli.
CFR: İNİSİYATİF TAHRAN’DA
Örneğin Irak’ta inisiyatif İran’a geçti. Council on Foreign Relations’tan Micah Zenko, “Irak’tan çekilmek kolay değil” başlıklı analizinde bu duruma dikkat çekiyor. Zenko Irak’taki mevcut 47 bin ABD askerin yılsonunda çekileceğini, Washington’un İran’ın yeni pozisyonu nedeniyle en azında askerlerin bir bölümünü ( 4 bin ile 10 bin arasında) Irak’ta bırakmaya çalıştığını, fakat bu konuda Maliki yönetiminden olumlu bir yanıt alınamadığını özetliyor. Ancak analiz şu saptamayla bitiyor: 47 bin ABD askeriyle engellenemeyen İran etkisi, yeni bir anlaşmayla bölgede bırakılacak 10 bin asker tarafından kırılabilir mi?
Bağdat, Washington’un ısrarlarına prim vermiyor. Görünen o ki, aslında İran’ın Kuzey Irak operasyonu, en çok Bağdat’ın elini güçlendirdi!
TİM: TÜRKİYE-İRAN-MISIR EKSENİ
Washington ile Tahran’ın bir diğer çatışma alanı ise Mısır. Mübarek’in devrilmesi, sonuçları bakımında en çok Tahran’ı memnun etti. Tahran Kahire’yle kesilmiş diplomatik ilişkilerine başladı, Süveyş’ten savaş gemisi geçirme izni kopardı, Gazze’deki Mısır ablukasını kaldırttı, Mısır’la birlikte El Fetih – Hamas barışını geliştirdi.
Artık Tahran, Mısır’ı “ABD-İsrail-Türkiye-Suudi Arabistan” ekseninden çıkardığını yorumluyor. Mübarek sonrası Mısır yönetiminin İsrail’le mesafeli uygulamaları, Kahire’nin İsrail’i devre dışı bırakarak Arap yarımadasıyla köprü bağlantısı kurması gibi pek çok örnek Tahran’ın yorumunu kuvvetlendiriyor.
Keza İranlı bazı analistler, bölgeye ilişkin yeni bir eksenin “izlerinin” de oluştuğu görüşündeler: TİM. Yani, “Türkiye-İran-Mısır” ekseni…
Washington ise ancak ABD-İsrail-Türkiye ekseni kurarak bölgede varlık gösterebileceğinin farkında.
ZAMAN OBAMA’YA DEĞİL, ESAD’A ÇALIŞIYOR
Tahran’ın şu anda en önemli cephesini Lübnan-Suriye hattı oluşturuyor. ABD’nin AKP üzerinden Türkiye’yi de içine katarak Şam’a uyguladığı baskılar netice vermedi. Zaman Obama’nın değil, Beşar Esad’ın lehine çalışıyor.
Moskova’nın Libya için geliştirdiği ve İngiltere ile Fransa’nın da bir ölçüde desteğini aldığı “silahsız çözüm” çalışması, Suriye’yi rahatlattı. Ki Moskova, Suriye’ye açıkça “sonuna kadar diren” mesajı veriyor!
Rusya Jeopolitik Bilimler Akademisi Başkanı Leonid Ivashov, Suriye’nin tek çıkış yolunun “dış baskı, dayatma ve müdahalelere karşı sonuna kadar mücadele etmek” olduğunu belirtiyor.
ABD’NİN AGRATUR İHTİYACI YAKICI
ABD – İran savaşına dair özetlediğimiz yukarıdaki tablo, Washington açısından Türkiye ve Kıbrıs’ı vazgeçilmez kılıyor.
Artık ABD’nin Agratur ve Dikelya üslerine ihtiyacı daha yakıcı. ABD bu nedenle Kıbrıs konusunda bastırıyor. Rumların Agratur çekincesi maalesef Türkiye’den daha fazla… Mühimmat patlamasıyla başlayan ve Rum hükümetinin istifasıyla sonuçlanan süreç, acaba Rumların Agratur inadını kıracak mı?
ABD’nin bunca zorluğunu dengeleyen en önemli kozu ise AKP! Doğuya doru giden Türkiye’nin batıya çapalı hükümeti, Atlantik projesi içerisinde hem ülkeyi hem de bölgeyi zora sokuyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi / s:7
1 Ağustos 2011
Odatv.com
ABD’NİN STRATEJİK SAVUNMADA, TAKTİK ATAĞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 29/07/2011
Tıpkı ABD Savunma Bakanı Robert Gates gibi ABD Genelkurmay Başkanı Ora. Michael Mullen da, Washington için kötü bir tablo çiziyor… Gates, ABD’nin Asya’daki dört savaşı (Kore, Vietnam, Afganistan, Irak) kaybettiğine işaret etmişti. Ora. Mullen da, Af-Pak başarısızlıklarını, Libya’daki NATO çıkmazını belirtiyor ve tek çıkışın ABD-İsrail-Türkiye eksenine, daha doğrusu Türkiye’ye bağlı olduğunu vurguluyor.
ABD’nin askeri kanadının bu saptamaları bile tek başına Washington’un “stratejik savunma” döneminde olduğunu görmeye yeter. ABD’nin 80’lerde çıkışa geçen ve 90’lardan 2000’lerin ortalarına kadar süren “dünya liderliği”, Rusya’nın 08.08.2008’de Gürcistan’a müdahale etmesiyle inişe geçti!
ABD’nin 2009’da Obamalı dönemle “yumuşak güç” seçeneğini devreye sokması “taktik atak” olmaktan öteye gidemedi… Libya ve Suriye baskıları da ABD’nin genel stratejik savunması içindeki, çaresiz taktik ataklarıdır.
MISIR’DA İKİNCİ DALGA
En başından beri “Tunus, Mısır, Yemen ve Bahreyn” ile “Libya ve Suriye”yi ayrı tutuyoruz. İlk dördü ABD’nin nüfuz alanıydı, son ikisi ABD’nin karşısında konumlanıyordu… Batı’nın, Libya’dan daha fazla insanın öldüğü Yemen’e neden çullanmadığına kafa yormak bile bu basit gerçeğe götürür bizi… Tersine ABD Yemen’de ve Bahreyn’de, Suudi askerler üzerinden muhalefeti kanla bastırmaya çalıştı.
Tunus ve Mısır’da Amerikancı diktatörler devrilirken, bunun bir halk hareketi olduğunu ama nihai sonuca ulaşması için maddi koşulların oluşmadığını belirtmiştik. Halk hareketlerinde inişlerin, çıkışların olacağına dikkat çekmiştik.
İşte Tunus ve Mısır’da yeniden bir çıkış süreci başladı. Şimdiden ismine ikinci dalga bile deniyor. Üstelik bu kez birinci dalganın kazanımları da eklenecek. Daha önemlisi, haftalardır Süveyş Kanalı’nda grev yapan işçiler de sürece ağırlık koyacaklar…
Bu ikinci dalgaya yol açan iç dinamikler dışında, Libya ve Suriye’nin ABD’ye direnmesi şeklindeki dış dinamiği de görmek gerekiyor. Emperyalizme karşı başarı, halkların önünü daha da açacak.
İRAN K. IRAK’A GİRDİ, ABD SUSTU
İşte İran örneği… Daha bir yıl öncesine kadar İran’a saldırının takvimi konuşuluyordu. Şimdi durum tersine gelişti. İran ordusu ABD toprağı sayılan Kuzey Irak’a, “çelik harekât?” yaptı, daha da derinleştiriyor üstelik…
“PKK’nin Kuzey Irak kampları kazınmalı” diyenlere “ABD korkusu” gösterenler, İran’dan ders almalı. Kararlılık en büyük silah çünkü!
BÖLGE İNİSİYATİFİ İRAN’DA
Bölgeyi yakından izleyen uzmanların üzerinde mutabık olduğu tek gerçek şu artık: Irak’ta inisiyatif ABD’de değil, İran’da!
Ki, Irak Petrol Bakanı El-Lueybi‘nin “ABD’nin yaptırımları, İran-Irak ilişkilerini etkilemez” sözü bile bu gerçeği gösteriyor.
En önemlisi de, İran’ın Irak ve Suriye ile yaptığı boru hattı anlaşmasıdır. Kuzey Irak’tan da geçecek boru hattının güvenliği, artık belirleyici olacaktır. Suriye’den Akdeniz’e, oradan Avrupa’ya ulaştırılacak İran gazı konusu, Tahran’ın Akdeniz’e, Aden’e hatta Atlantik’e savaş gemisi göndermesini de açıklıyor.
ABD 5. FİLOSUNU BAHREYN’DEN ÇEKİYOR
İngiliz Times gazetesi yazdı: ABD 5. Filosunu Bahreyn’den çekmeyi planlıyor! Washington, filosunu Katar ya da Birleşik Arap Emirlikleri’nde konuşlandırmaya çalışıyor. Tek gerekçe, Bahreyn’deki güvenlik!
Çünkü ABD-Suudi Arabistan askeri varlığı bile Bahreyn’deki Şii muhalefeti durduramadı! İran’ın Bahreyn’de de inisiyatifi ele geçirdiği belirtiliyor.
ABD’NİN TEK KARTI: TÜRKİYE
Tüm bu gelişmelere karşı ABD’nin elindeki tek silah Türkiye! ABD Genelkurmay Başkanlığı’nın en üste söylediğimiz saptaması bu bakımdan önemli. ABD’li yetkililerin bu dönemde sıklaştırdıkları ziyaretler, Türkiye’ye abanmaları da bu nedenle… Washington, Türkiye kartı için İsrail’e özür de diletecek.
ABD BAŞ AŞAĞI GİDİYOR!
Ancak…
Dışarıda bunları yaşayan ABD’nin içerideki mali krizi, Washington’un baş aşağı gidişini hızlandırıyor. Ki ABD hâkim sınıfları da bunu tartışıyor: Şerefli geri çekilme mi, bütün dünyayı ateşe vermek mi?
Her iki seçenek de, ABD’yi kurtaramayacak!
Türkiye ise ABD’nin silahı olmaktan vazgeçmediği taktirde, ABD’nin yenilgisini paylaşacak! Ki Obama-Erdoğan işbirliği Türkiye’yi şimdiden, Libya’yla, Suriye’yle, İran’la, Irak’la, Ermenistan’la, Azerbaycan’la, KKTC’yle karşı karşıya getirmeye yetti!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi / s:7
29 Temmuz 2011
Odatv.com
İRAN, K.IRAK’TA TAMPON BÖLGE OLUŞTURUYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 25/07/2011
Türkiye’nin yapamadığını, daha doğrusu AKP’nin Türk Ordusu’na yaptırtmadığını, İran Ordusu yapıyor… İran, Kuzey Irak’ta tampon bölge oluşturuyor!
Bir ay önce Kandil dağı eteklerine 10 bin asker yığan İran, 16 Temmuz’dan bu yana Kandil’i bombalıyor.
Tahran yönetimi şimdi operasyonunu daha da derinleştirme kararı aldı. İran ordusu Kandil’den sonra Hakurk, Sinere ve Kelaşin’e de operasyon yapacak. İran Ordusu’nun sonraki hedefi ise, Berdenaze, Berdebızına, Lelikan ve Şekif dağlarını alarak, Sideka üzerinde ikinci bir sınır hattı oluşturmak!
İran Ordusu bu amaçla, İran-Irak-Türkiye sınırlarının birleştiği Dalamper’den, Kandil zirvelerine dek tüm sınır hattına yığınak yapmış durumda… Bölgedeki kaynaklar, İran Ordusu’nun, bu hattaki tüm tepelere tank ve katuşa, obüs ve havan rampaları yerleştirdiğini belirtiyorlar.
Karayılan: İran’ın hedefi Kandil’i ele geçirmek
PKK liderlerinden Murat Karayılan, İran devletinin amacının Kandil’i ele geçirmek olduğunu söylüyor. Karayılan, “10-15 kilometrelik sahada bir cephe savaşı yürütüldüğünü, İran güçlerinin bu hatta ilerlediğini” belirtiyor. İran’ın bölgeye ek askerlerle birlikte, 30 bin asker yığdığını söyleyen Karayılan, tek hedefin kendileri olmadığını, Irak Federal Kürdistan Hükümeti’nin de hedef olduğunu savunuyor…
Ancak Karayılan’ın bu açıklamasına rağmen, Erbil tıpkı Bağdat gibi sessizliğini koruyor… Erbil demişken anımsatalım: İran Ordusu’nun Kuzey Irak’a operasyonunu tetikleyen olay, Barzani’nin PKK’nın İran kolu olan PJAK’a tahsis ettiği bölgeydi… İran Ordusu, “150 km uzunluğa ve 20 km derinliğe sahip bu bölgeyi” operasyonun en önemli gerekçesi yaptı. Ancak Barzani yönetiminin İran’ın operasyonuna karşı ilk birkaç gün yaptığı itirazın arkası gelmedi. Talabani yönetimi ise hiç ses vermedi!
ABD-İran savaşı
Peki, İran neden böylesi büyük çaplı bir operasyon yürütüyor? Tek neden, PJAK’ı etkisizleştirmek mi?
Aslında bölgede adı resmi olarak konulmamış bir ABD-İran savaşı yaşanıyor. Lübnan-Suriye-İran hattının içinde kalan Irak, Tahran için kritik öneme sahip. İran bu nedenle Irak’taki Şii nüfuzuna dayanarak, Bağdat’la ilişkileri hızla geliştiriyor. Tahran son dönemde iki önemli “ekonomik” hamle yaptı: Birincisi, Bağdat’la ticaret hacmini 20 milyar dolara çıkaracak anlaşmalara imza attı; ikincisi de, Irak ve Suriye ile üçlü boru hattı anlaşması imzaladı. Bu anlaşmayla Fars petrolleri, 1500 km’lik boru hattından, Irak üzerinden, Suriye’ye ve Akdeniz’e taşınacak.
ABD bu gelişmeler üzerine, yıl sonunda dolacak “asker çekme takvimini” yeniden masaya sürdü. Bağdat Büyükelçisi James Jeffrey, Washington’un 31 Aralık 2011’den sonra Irak’ta asker bulundurup bulundurmama konusunda karar vermediğini açıkladı.
Washington’un bu çıkışına ilk yanıt, Şii lideri Sadr’dan geldi: “2011 yılından sonra Irak’ta kalmak isteyen Amerikalı güçler, ölecek.”
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani de, ABD-Irak güvenlik anlaşmasının süresini uzatmanın mümkün olmadığını belirtti. Son olarak Irak Dışişleri Bakanı Zebari de, ABD’yle güvenlik anlaşmasını uzatmanın çok zor biri iş olduğunu söyledi.
Mısır Cephesi
Bölgede ABD-İran savaşı sadece Irak üzerinden yapılmıyor… Mısır bu savaşın bir başka önemli cephesi durumunda. Mısır’da Mübarek’in devrilmesi İran’ın inisiyatif alanını geniletti. Yeni Mısır yönetimi, Tahran’la 30 yıldır kesilmiş olan diplomatik ilişkileri başlattı, İran savaş gemilerine Süveyş Kanalı’nı açtı, Gazze’ye kapattığı sınır kapısını araladı, Tahran’ın gayretiyle Hamas ve El Fetih’i buluşturdu…
En önemlisi İran’ın dengelemeye çalıştığı ABD destekli Mısır-Suudi Arabistan hattı zayıfladı.
Diğer önemli bir cephe de Yemen-Bahreyn hattı… İran, bu iki ülkedeki Şii nüfusa açık destek veriyor. Sözde insan hakları ve demokrasi için Suriye ve Libya muhalefetine destek veren ABD, Yemen ve Bahreyn’de rejimin düşmemesi için silaha bile başvurdu: Suudi askeri birlikleri üzerinden, muhalefeti kanla bastırmaya çalıştı.
ABD’nin Suriye’de ‘savunma’ savaşı
ABD, bir yıl önce İran’a saldırı için geri sayım yapıyordu: BM kararları, ambargolar, casus uçakları, öncü istihbarat saaşları… Ancak Washington şimdi, saldıran değil savunan pozisyonda! Bölgedeki kazanımlarını korumaya çalışan ABD’nin savunma hattının ön cephesi ise Suriye. Ancak ekonomik krizin ağırlaşması, ABD’yi bu hedeften de uzaklaştırıyor…
Washington açısında bu hedefin gerçekleşip gerçekleşmemesi, Ankara’nın tavrına bağlı.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi / s:7
25 Temmuz 2011
ERDOĞAN, PATLATMADAN ÖNCE BALONU ŞİŞİRİYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 21/07/2011
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son Kıbrıs açıklamaları kimi çevrelerde şaşkınlık yarattı. “Kıbrıs’tan asker çekmeyiz”, “Maraş ve Güzelyurt’ta taviz vermeyiz”, “Kıbrıs diye bir devlet yok”, “AB ile müzakereleri dondururuz” diyen Erdoğan’ın bu tutumu, ulusalcı kesimlerde bile “Başbakan tavır değiştirdi”, “Denktaş gibi konuştu” şeklinde yorumlandı… Peki, gerçek öyle mi?
WASHINGTON’DN ÖNCE VE SONRA
1) Erdoğan’ın önemli konulardaki sözleri “Washington ayarından önce ve sonra” diye ikiye ayrılıyor. Birkaç örnekle anımsayalım:
Örneğin Erdoğan, “Washington ayarından önce”, “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye esip gürlemişti. Washington ayarından sonrası malum… Erdoğan, Türkiye’yi Libya’ya NATO saldırısının siyasi ve askeri karargâhı yaptı. Tezkere çıkmadan savaş gemilerini Libya üzerine, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu da isyancıları desteklemeye, Bingazi’ye gönderdi.
Örneğin Erdoğan, “Washington ayarından önce” Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği adaylığına şiddetle itiraz etmiş, yine esip gürlemişti. Sonrası malum. Rasmussen, Erdoğan’ın en çok ikili temaslarda bulunduğu kişilerden biri oldu.
8 yıllık Erdoğan dönemi, daha pek çok benzer örnekle dolu… Tahran’la uranyum takas analaşması ve sonrasında İran’a ambargo, İsrail’e “One minute” ama ikili anlaşmalara devam, füze kalkanına sözde itiraz ama sonra “Buton bizde olacak” yumuşatmaları… Ki AKP zaten “buton” durumunda!
HEDEFLERİ BİRLEŞİK KIBRIS
2) Erdoğan, stratejik konularda taviz vermeden önce, mutlaka tavizin tam tersi istikamette konuşuyor, eylemlerde bulunuyor. Böylece kamuoyunu da o tavize hazırlıyor. Hatta tavizden sonra, “İstediğimizi aldık” bile diyebiliyor(!) Kısacası Erdoğan, balonu patlatmadan önce şişiriyor…
Örneğin Suriye… Beşar Esad’a “Kardeşim” dedi, ortak kabine toplantıları yaptı, vizeleri kaldırdı, “Ortadoğu Birliği” kurdu, Fenerbahçe’yi alıp Halep’e maça götürdü… Geriye ne kaldı peki? Hem Halep’e hem de Fenerbahçe’ye kazık!
İşte Erdoğan “milli” görüntülü son çıkışıyla, Kıbrıs konusunda da büyük bir tavize hazırlanıyor. O tavizin ne olduğunu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gayet net söyledi zaten: Bu yılın sonunda anlaşma, 2012 başında referandum ve “Birleşik Kıbrıs”!
KKTC politikasının tek gerçek ölçütü, “tanınması” konusunda bir çalışmanın olup olmadığıdır.
ERDOĞAN AB’Cİ DEĞİL, ABD’Cİ!
3) Erdoğan’ın “tavır değişikliği” gibi algılanan son çıkışının bir diğer nedeni de satır aralarında gizli. Erdoğan, “AB’yi Kıbrıs konusunda muhatap kabul etmiyoruz. AB, bunu kendi zeminine çekmeye çalışıyor” diyor…
İşte Erdoğan’ın açıklamasının esbab-ı mucibesi budur. Çünkü Erdoğan, AB’ci değil, ABD’cidir. “Şartlar değişti” dediği de budur. Değişen ABD’nin gündemidir, takvimidir, Agratur’dur… Hedef, AB yerine BM üzerinden ABD planı gerçekleştirmektir.
Yeri gelmişken belirtelim: Başbakan Erdoğan’ın “AB ile müzakereleri dondururuz” şeklindeki tehdit görüntülü açıklaması da gerçekçi değildir. Çünkü AB ile fiilen ilişkiler zaten donmuş durumdadır. “En iyi ihtimalle 15 yılda biter” denilen müzakereler askıda… Son 1 yılda açılan tek başlık bile yok! AB başlık açılması için uzun zamandır şart koşuyor AKP’ye. “Rumlara limanlarını aç” diye…
BOP EŞBAŞKANI MİLLİ OLAMAZ!
Sonuç olarak Erdoğan’ın herhangi bir politikada “tavır değiştirmesi”, “milli” bir çizgiye girmesi gibi bir ihtimal yoktur; eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü Erdoğan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıdır. O koltuktan da Ankara yerine Washington politikaları uygulanır sadece…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi / s: 7
ÖZERKLİĞE NASIL GELİNDİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 16/07/2011
13 şehit, Güneydoğu’da özerklik ilan edilmesi, ABD’nin ülkemize füze kalkanı yerleştirme girişimi, İran’la düşmanlık tohumları, Suriye ve Libya’ya karşı karargâh yapılmamız…
Peki, Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Asıl sorumlular kim?
Türkiye bu noktaya ABD’nin aşama aşama ilerlettiği süreçle geldi. ABD kimi zaman AKP’ye anlaşma imzalattırarak, kimi zaman PKK silahını kullanarak, kimi zaman da TSK’ya karşı operasyon yaparak Türkiye’yi teslim almaya çalıştı…
Anımsayalım:
2003: Abdullah Gül, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell‘la “2 sayfa, 9 maddelik” gizli anlaşma imzaladı. Gül, bu anlaşmayı, daha sonra Vatan gazetesinden Sedat Sert’e açıkladı. Tabi bu anlaşma, TBMM’ye gelmediği için de anlaşmadan ziyade “hizmet sözleşmesi” anlamına geliyor.
2003: ABD, Tayyip Erdoğan‘la “9 üs” anlaşması yaptı. Bu anlaşma ile AKP, ABD’ye bölge inisiyatifi sağladı.
2003: BM İkiz sözleşmeleri, AKP ve CHP’nin oylarıyla TBMM’den geçti. “Demokratik Özerklik” ilan eden Demokratik Toplum Kongresi (DTK), işte bu ihanet sözleşmelerini dayanak gösterdi.
2003: ABD, Türk askerine “çuval” geçirdi! Pentagon, açıkça TSK’yi hedef aldı ve Kuzey Irak’taki varlığını savaş nedeni saydı.
2004: Tayyip Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) Eşbaşkan yapıldı! Erdoğan, BOP Eşbaşkanı olduğunu, tam 36 ayrı yerde itiraf etti.
2004: Tayyip Erdoğan, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır bir merkez olur” dedi! Erdoğan’ın Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında dile getirdiği bu hedefin ardından, Diyarbakır uluslararası camianın Ankara’dan sonra programlarına aldığı ikinci diplomatik merkez oldu.
2004: Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Eyalet Yasaları, Belediyeler Birliği, Kalkınma Ajansları Yasası, Nitelikli Sanayi Bölgesi gibi TBMM hazırlıklarıyla, özerkliğin altyapısı hazırlandı.
2005: Tayyip Erdoğan, “Diyarbakır Açılımı” başlattı. Ancak, bu açılımın başarılı olması AKP’nin önündeki milli set nedeniyle mümkün olmadı. Öncelikle o setin aşılması, yıkılması gerekiyordu…
2007: AKP’nin iktidara getirilmesi sürecinde başlatılan Ergenekon tertibi, uygulamaya sokuldu. TSK’ye, İşçi Partisi’ne, milli kesimlere uzun sürecek operasyona başlandı.
2008: Eyalet modeli tartışmaya açıldı.
2009: Abdullah Gül, “Kürt Açılımı”nı başlattı.
2009: Önce Gül, ardından Duvutoğlu, Kuzey Irak’ı “Kürdistan” olarak tanıdı.
2009: Öcalan‘la doğrudan görüşmelere ve müzakerelere geçildi.
2010: PKK/BDP önüne “Demokratik Özerklik” hedefi koydu.
2010: Tayyip Erdoğan, “Türkiye vatandaşlığı üst kimliği üzerinden ‘yeni Türkiye’ arayışında olduklarını” söyledi.
2010: AKP, Yargı’yı ele geçirdi! Tayyip Erdoğan referandum akşamı “federal meclis, federal konsey” dedi.
2011: Yeni-CHP, Yerel Yönetim Özerklik Şartı çekincelerini kaldırma sözü verdi.
2011: Tayyip Erdoğan – Abdullah Öcalan mutabakata vardı! Öcalan, “Barış Konseyi” ve “Anayasa Konseyi” üzerinde anlaştıklarını ilan etti.
2011: PKK özerklik ilan etti!
2011: ………….? Yeni anayasa.
Mehmet Ali Güller
16 Temmuz 2011
Aydınlık Gazetesi / Sürmanşet
Odatv.com