Posts Tagged 28 Şubat
Servet vergisi yerine bahşişten vergi düzeni
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/06/2024
Devrimciler açısından 27 Mayıs neden ilerici, 12 Eylül neden gericidir? Yanıtı sınıf mücadelesindedir; süreçlerin hangi sınıfa ne verdiği ve ne aldığıyla ilgilidir.
27 Mayıs Devrimi’nin ilk icraatlarından biri, 31 Aralık 1960’ta çıkarılan 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunudur. Bu kanunla “vergi tavana” yayılarak, zenginlerden servet vergisi alınmaya başladı.
12 Eylül Darbesi’nin en önemli icraatlarından biri ise 18 Nisan 1984’te 2995 sayılı kanunla 27 Mayıs’ın servet vergisi yasasını yürürlükten kaldırmak oldu. “Vergiyi tabana” yayma yoluyla emekçileri yoksullaştırdılar.
28 Şubat sürecinde yine halk yararına bir yasa çıktı: Maliye Bakanı Zekeriya Temizel 1998’de “nereden buldun yasası”nı hazırladı. 1999’dan itibaren uygulanacak olan bu yasa, koalisyondaki ANAP’lı, MHP’li sermaye temsilcilerinin varlığı nedeniyle seçim sonrasına bırakıldı.
3 Kasım 2002’deki seçimi AKP kazandı ve ilk uygulamalarından biri, 9 Ocak 2003’te 4783 sayılı kanunla Temizel’in hazırladığı yasayı yürürlükten kaldırmak oldu.
“Yeşil neoliberal” program
Bu üç yasa, aynı zamanda Türkiye’nin “çok kısa ekonomi-politik tarihinin” özetidir:
27 Mayıs sürecinde halktan yana tutumla, zengin vergiye mecbur edildi. 12 Eylül ve Özal ise tersini yapıp halka kemer sıktırdı, zengini kolladı. 28 Şubat ise bu ağır düzeni frenlemeye çalıştı, gücü yetmedi.
Ve en sonunda Türkiye 2000’lerde siyasal İslamcılığa teslim oldu: Erdoğan döneminde patronlar için greve karşı OHAL düzeni oluşturuldu, zenginlere sürekli vergi affı getirildi, burjuvaziye “vergiden kaçınma” fırsatı sağlandı, KKM başta çeşitli yollarla sermaye transferleri yapıldı ve “nereden bulduğunun önemi yok” denilerek kaynağı belirsiz her paranın girişine ve faizi alıp gitmesine açık bir ekonomi modeli uygulandı.
Bu “yeşil neoliberal” program ile yeni zenginler oluşturuldu, eski büyük zenginler daha da zenginleştirilerek hallerinden memnun halde tutuldu, hatta yurtdışına sermaye kaçırmalarına göz yumuldu.
Elbette zenginlerin zenginleştiği bir düzende, yoksullar daha da yoksullaştı. Yoksul emekçilerin bir kısmını sendikasızlaştırarak, bir kısmını tarikat-cemaat düzenine mecbur ederek etkisizleştirdiler.
Sınıfsal tercih
Bu düzen epey bir süredir aslında sürdürülemez halde. “Tamir programına” sahip alternatifi olmadığı için iktidar, iktidarda kalmaya devam edebiliyor yıllardır. Düzencilerin düzeni sürdürülebilmesinin yolu ise yoksulu yoksullaştırmanın ötesine geçebilmelerine, yoksulu açlığa mahkum edebilmelerine bağlı artık. İşte evinize sipariş getiren moto kuryeye vereceğiniz bahşişten bile vergi almaya gözkoymaları bundandır!
Bu bir sınıfsal tercihtir: Ya sermayesini Avrupa’ya kaçırıp Türkiye’de “milli takım” reklamlarıyla “millicilik oynayan” burjuvaziden, lafta “yerli ve milli” olup pratikte daha az maaş vereceği için yabancı emekçi çalıştırıp daha fazla artık-değer sömüren fabrikatörlerden, kamu kaynaklarını hortumlayanlardan, Cumhuriyet’in kamu iktisadi teşekküllerini bedavaya alıp kârına kâr katanlardan, belediye-imar yoluyla ölçüsüz zenginleşenlerden, faiz rantıyla semirenlerden “gerçek vergi” alacaksınız, ya da üç kuruş bahşiş alan emekçiden…
Mehmet Şimşek’in TBMM’ye göndermeye hazırlandığı vergi paketi işte budur.
Seçimden birinci parti çıkıp erken seçim talep etmeyenlerin normalleşme aldatmacası üzerinden AKP’ye toparlanma fırsatı vermesinin ilk ağır faturalarından biri ne yazık ki budur. Ellerinde bir “tamir programı” olup olmadığı ise bir başka sorundur.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Haziran 2024
AKP’NİN TANIĞI: CEM UZAN
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/10/2013
Cem Uzan’ı bir kez gördüm. 1995 seçimlerinde, İstinye’de seçim sandığı başkanıydım. Salonun kapı tarafında ve sıranın arkasında bir gürültü oldu. Cem Uzan, yanında babası Kemal Uzan ve annesi, eşi Alara Koçibey Uzan, kardeşi Hakan Uzan…
Bir polis yanıma geldi ve Uzan ailesinin önden girip oyunu kullanmak istediğini söyledi. Haliyle itiraz edenler, öne doğru ilerlemeye çalışmasına homurdananlar olmuş. Ben polise bunun olamayacağını anlatırken, Uzan ve ailesi de yanımıza kadar geldi.
21 yaşına uygun bir ölçekte öfkelenerek, Uzanlara, “hiçbir ayrıcalıklarının bulunmadığını, herkes gibi sıraya girmeleri gerektiğini”, biraz da sesimi yükselterek belirttim.
İtiraz etmeden sıraya girdiler ve halkın arkasında hizaya geçtiler!
AKP’YE 28 ŞUBAT TANIĞI
Tüm bunları neden mi anlattım? Günlerdir Taraf’ın anons ettiği Cem Uzan söyleşisi başladı. Ve ilk söylediklerine bakılırsa, Cem Uzan yine hizaya geçiyordu. Bu kez Erdoğan’ın işaret ettiği yerde sıralanıyordu…
Şöyle ki Cem Uzan, Erdoğanların hedef almak istediği “28 Şubat’ın sivil ayağına” karşı malzeme vermeye hazır olduğunu ilan ediyordu. Bir nevi “AKP için tanık olurum” demiş oluyordu…
Zaten Taraf da, “darbeci gazeteciler için ifade veririm” başlığını kullanmıştı! (Taraf, 7 Ekim 2013)
Cem Uzan, gazetesini yöneten Fatih Çekirge ve Yılmaz Özdil’i açıkça hedef alıyor ve darbecilikle suçluyordu: “Star, 1999’da yayına başladı. Kuruluşundan itibaren başında Fatih vardı. Ben yayınlara hiç karışmadım. Yayınları Fatih Çekirge ve Yılmaz Özdil belirliyordu. Hurşit Tolon’un talimatları ile her gün manşet atıldığını bilmiyordum. Bilseydim o an kovardım.”
YILMAZ ÖZDİL’İN ŞAŞIRTAN AÇIKLAMASI
Cem Uzan’ın Taraf’a konuştuğu günlerdir biliniyordu. Zaten Taraf birkaç gündür sürekli anons ediyordu. Muhtemeldir ki, hem Çekirge hem de Özdil hedef alınacağını biliyordu.
Şimdi artık soru şudur: Yılmaz Özdil’in okurlarını hayal kırıklığına uğratan Esad yorumu, Uzan’ın açıklamasıyla ilgili mi? Zira Yılmaz Özdil Esad’ı bahane edip, “Kimse Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına hakaret edemez” derken, açık ki yeni bir konumlanmaya işaret etmişti.
Acaba bu konumlanma, Cem Uzan’dan önce bir önlem alma girişimi miydi? Cem Uzan üzerinden yürütülecek bir 28 Şubat operasyonuna karşı barikat kurma ihtiyacı mıydı?
Öyle olmadığını düşünmek istiyoruz!
UZAN AK-F ÇATIŞMASINDAN YARARLANABİLECEK Mİ?
Cem Uzan’ın ilk gün söyleşisine damga vuran konu ise Savcı Zekeriya Öz’ün kendisine söyledikleriydi. Öz 2009 yılında Cem Uzan’ı çağırmış ve şöyle demiş: “Eski servetin yok. Fena da yaşamıyorsun. Bunu kapatsan. Bu davalardan vazgeç. Sağlığını düşün, hayatını niye riske atıyorsun.”
Kuşkusuz buradaki “ sağlığını düşün” sözleri, bir iyi niyet tavsiyesi değil fakat AK Koalisyonun açık bir tehdididir!
2009’daki bu tehditle Fransa’ya kaçan Cem Uzan, acaba AK Koalisyondaki çatlağı ve çatışmayı görerek yeni bir hamle mi yapıyor? Erdoğan ile Gül-Gülen’in çatışmasından yararlanmayı mı umuyor? Gül-Gülen cephesinden diye değerlendirdiği Öz’ü açığa düşürerek Erdoğangillere “biat etmeye hazırım” mesajı mı vermiş oluyor?
Taraf’taki yazı dizisi belki bizi daha da aydınlatacaktır…
En çok AKP’yi tek başına iktidar yapacak işlere imza atmasının perde arkasını ve o işlerin Atlantik’le bağını merak ediyoruz!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Ekim 2013
ÇİN FÜZESİ 28 ŞUBAT’IN ESERİDİR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/09/2013
Birkaç kez bu köşede dile getirdim. 28 Şubat’ın ruhu millileşme atılımıydı: Milli dış politika, milli güvenlik, milli çıkarlar, milli hedefler, milli kurumlar…
Zira 60 yıllık “küçük Amerika” süreci ve NATO ilişkileri, Türkiye’nin Türkiye için değil ABD için yönetilmesine neden olmuştu. Türkiye’nin milli çıkarları değil, ABD’nin Ortadoğu çıkarları esas alınıyordu. Türkiye kendi milli savunma sanayisini oluşturamıyor, NATO buna izin vermiyordu.
ABD’nin 28 Şubat sürecinde Türk Ordusu’nu “hizadan çıktı” diye nitelemesi ve sürece Truva atlarıyla müdahale etmesi bundandır. Çünkü 28 Şubat sürecinde bir yandan Amerikan denetimindeki kurumlar millileştiriliyor, bir yandan Türkiye’nin milli güvenlik siyaset belgesi yeniden yazılıyor fakat bir yandan da Türkiye, NATO dışı silah alımlarını gündemine alarak silah envanterini çeşitlendirme kararı alıyordu!
Rusya ve Çin’le o dönemde yapılan kimi küçük anlaşmalar, ABD açısından büyük anlamlar taşıyordu.
28 ŞUBAT MİLGEM’LE BAŞLADI!
28 Şubat sürecinin 28 Şubat 1997 kararlarıyla değil, aslında Türk Ordusu’nun ABD’nin denetimindeki Kuzey Irak’a 21 Mart 1995’te yaptığı Çelik Harekâtıyla başladığını söyleriz hep. Bakın ilginçtir, Türkiye’nin MİLGEM projesi de işte bu günlerde başlamıştır!
Aynı zamanda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın danışmanı olan ve 9 Kasım 2009’da yitirdiğimiz çok değerli danışman hocam Prof. Dr. Yücel Odabaşı bu projenin başındaydı. Onunla odasında baş başa siyaset tartıştığımız zamanlarda heyecanla bu projeyi de anlattırdı. Zaten Milli Gemiler üretmek, Ata Nutku’dan itibaren İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Fakültesi’nin temel hedefiydi.
Yani MİLGEM ya da MİLTANK projesi de aslında 28 Şubat’ın millileşme atılımının bir eseriydi. Türk Ordusu milli gemi ve tanklarla bir yandan ABD’ye silah bağımlılığını azaltmak istiyor, bir yandan da Rusya ve Çin’le silah alışverişine girerek envanteri çeşitlendirmeye çalışıyordu.
Bu iki projenin hedefi, “teknoloji transferine” izin vermeyen Batı’ya silah bağımlılığını ortadan kaldırmaktı. ABD’nin Kıbrıs ambargosundan başlayarak izlediği silah siyasetleri, Türk Ordusu’nu bu yönde zorunlu motive ediyordu!
Aslında MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç’ın “Türkiye’nin, Rusya ve İran’ı da içine alacak şekilde bir arayışın içinde olmasında fayda buluyorum” demesi de, hem bu silah çeşitlendirme ve millileştirme hamlesini özetliyor hem de 28 Şubat’ın ruhuna işaret ediyordu.
ERDOĞAN NEDEN İMZA ATTI?
Tüm bunları, Türkiye’nin füze savunma sisteminin Çin füzeleriyle sağlanması kararının alınması nedeniyle anımsattık. 3 milyar dolarlık proje, sadece Türkiye’ye füze sağlamayacak, aynı zamanda “teknoloji transferi” ve “ortak üretim” yaratacak!
Bu nedenle ihalede Çin’de karar kılınması, Türkiye’nin milli silah hedefleri açısından bir devrim değerindedir!
Peki denilebilir ki, tüm bunlar doğruysa, ABD’ye bağımlılıkla en üst sırada yer alan bir siyasetçi olarak Tayyip Erdoğan nasıl buna imza attı?
1. Çin’in teklifi sadece fiyatının ucuz olması bakımından değil, teknoloji transferi ve ortak üretim imkânı sağladığı için de zaten teknik olarak rakipsizdi.
2. Erdoğan hükümeti, Rusya’nın teklifini kabul etmeyi tabanına açıklayabilir miydi? Zira savaşa kışkırtılan tabanın aklında, “Suriye’yi savunan füzeler, Türkiye’yi de mi savunacak?” sorusu olacaktı! Üstelik AKP Rusya’yla nükleer enerji anlaşması yapmıştı ve pastadan bir payı da Çin’e ikram etmesi, daha akıllıca olmaz mıydı?
3. AKP kurmayları, ihalenin Çin’e verilmesini ABD’nin gözünde Erdoğan’ın değerini artırmak için değerlendirmek isteyecektir! Nitekim AKP Hükümeti, Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne “diyalog ortaklığı” başvurusunu da, “değerlenmek” ya da “fiyatını artırmak” şeklinde kullanmıştı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Eylül 2013
28 ŞUBAT, GERÇEK 0 SORUN VE AÇILIMDI!
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 07/09/2013
Yoğun Suriye gündemi nedeniyle olsa gerek, görülmekte olan 28 Şubat davası medyada pek ilgi görmedi. Bu önemli dava, kısa haberlerle geçiştiriliyor. Üstelik AK medyanın psikolojik savaşıyla, 28 Şubat bir darbe ve başörtüsü düşmanlığı olarak sunuluyor.
Bugün 28 Şubat’ı güvenlik ve dış politika eksenli olarak inceleyerek, bu psikolojik savaşa karşı duracağız:
28 ŞUBAT, TSK’NİN HİZADAN ÇIKMASIYDI
28 Şubat’ı tek cümleyle özetlemek gerekse, onu “Cumhuriyet’i kazanma hamlesi” olarak nitelerdik. Zira 50 yıllık “Küçük Amerika” süreci ortada korunacak bir Cumhuriyet bırakmamıştı.
28 Şubat’ı Washington’un gözünden nitelersek, çok daha somut bir tanımla karşılaşırız: “Türk Ordusu hizadan çıktı.”
Evet, Pentagon’a göre 28 Şubat’ta Türk Ordusu hizadan çıkmıştı ve ABD’nin Ortadoğu çıkarlarını değil, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını esas almaya başlamıştı. Nitekim gerçekte 28 Şubat, 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu MGK kararlarıyla da başlamaz. Pentagon’un somut tanımından hareket edersek, Mart 1995’te başlar. Yani TSK’nin Kuzey Irak’a yaptığı Çelik Harekatı’yla…
Zira bu sıradan bir sınır ötesi operasyon değil, Türk Ordusu’nun ABD’ye rağmen, ABD denetimindeki topraklara girmesi ve Amerikan çıkarlarını dağıtma operasyonuydu. Ve bu önemi nedeniyle de Türk-Amerikan ilişkilerinde çok önemli bir dönemece neden oldu.
28 ŞUBAT, GERÇEK ‘KÜRT AÇILIMIYDI’
28 Şubat, Cumhuriyet’in güvenlik stratejisine dönme programıydı. 28 Şubat sürecinde, tıpkı Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde olduğu gibi, iç tehdit dış tehdidin önüne geçmişti. Gericilik ve bölücülük tehdidi en başa yazılmış, ülkücü milliyetçilik de tehdit kapsamına alınarak devletin mafyalaşmasının üzerine gidilmişti.
Bakın bu “ülkücü milliyetçiliği” tehdit kapsamına almak o kadar önemliydi ki, bu kararı, Kürt sorununda “kamusal alana kaymamak koşuluyla mahalli ve kültürel özelliklerin geliştirilmesine yönelik düzenlemeleri” öngörmesiyle birlikte ele almak gerekir.
Yani “Cumhuriyet’i kazanma hamlesi” olan 28 Şubat, ABD’nin Kürt sorununu bölgeselleştirme ve kart olarak kullanma girişimine karşı dışarıda Çelik Harekâtı yaparken, içeride gerçek anlamda Türkiye yararına “Kürt Açılımı” yapıyordu!
28 Şubat, ABD’nin Barzanistan’ına ve ileride onun Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasına, dahası Diyarbakır merkezli olarak Türkiye’ye doğru genişlemesine karşı stratejik bir konumlanıştı.
28 ŞUBAT, NATO DIŞI ALAN AÇMAKTI
28 Şubat, bugünleri görerek, NATO’ya bağımlılığı azaltmak, NATO dışı silah envanteri yaratarak Pentagon’un silahlarımızı istediği vakit kullanılamaz hale getirmesine önlem almaktı. Nitekim 28 Şubat sürecinde Rusya ve Çin’le çeşitli silah anlaşmaları imzalandı.
Böylece ABD’nin Kıbrıs’ta ambargo uygulaması ya da Almanya’nın Leopar tanklarına kimi operasyonlarda izin vermemesi gibi durumların tekrarına karşı önlem alınmış oldu.
Hatta bugün AKP’nin reklamını yaptığı Milli Gemi ve Milli Tank projeleri de 28 Şubat sürecinin ürünleridir!
28 ŞUBAT, GERÇEK SIFIR SORUNDU
28 Şubat, Türkiye’nin ulusal güvenliğinin gereği ve gerçekte ABD’den gelen esas tehdide karşı konumlanmak için, bölge merkezli dış politika izlemek ve çevresinde bir güvenlik kuşağı oluşturmak hamlesidir. Bu bakımdan, gerçek “komşularla sıfır sorun” dönemidir.
Örneğin 28 Şubat’ın Suriye’ye Öcalan baskısı politikası, Suriye’nin dostluğunu kazandırmıştı. Örneğin Halkın Mücahitleri ile PKK’nin karşılıklı terör örgütü ilan edilmesiyle, İran’la dostluk yaratılmıştı. Örneğin ABD’nin Kuzey Irak’ı bölme girişimlerine karşı konumlanarak, Bağdat’ın dostluğu kazanılmıştı.
Dahası 28 Şubat, Türkiye’nin Rusya, Çin ve İran’la yeni bir dünya arayışıydı.
28 ŞUBAT DERSLERİ
Ancak 28 Şubat başarısız oldu: TSK içindeki Truva Atlarının varlığı, NATO ilişkileri üzerinden TSK’nin sınırlandırılması, devrimci bir çizgi izlemek yerine reformist adımlarla yetinmek, 28 Şubat hükümetlerinin başarısızlığı, ekonomik baskıya açık piyasa ekonomisinin varlığı gibi nedenler başta olmak üzere, pek çok neden Cumhuriyet’i kazanma hamlesini başarılı kılamadı.
İşte bu başarısızlık, Cumhuriyet’in 10 yıl sonra, 2007’de yıkılmasına yol açtı. O nedenle artık devrimci görev, Cumhuriyet’i yeniden, bir devrimle inşa etmektir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Eylül 2013
ÇİLLER’İ KİM KORUYOR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 08/01/2013
Hani amacınız faili meçhul cinayetleri aydınlatmaktı? Hani hedefiniz çeteleri ortaya çıkarıp, yok etmekti? Hani “derin devletle” mücadele edecektiniz?
Çiller Özel Örgütü bütün kanıtlarıyla ortada, ama sesiniz çıkmıyor?
İttihat Terakki dönemine kadar bile gittiniz ama 15 yıl öncesine gözlerinizi kapatıyorsunuz!
NİMET BAŞ’IN MİSYONU
Çiller Özel Örgütü’nün varlığına, bu amaçla kurulduğu söylenen Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda gözler kapatılmış önce. Milliyet’ten Fikret Bila’ya röportaj veren Tansu Çiller, bakın bu gerçeği nasıl da sergiliyor: “Sanıyorum Mehmet Şeker Bey sordu. Bu soru bana yöneltilince Komisyon Başkanı sayın Nimet Baş orada bana bir not göndererek ‘Cevap vermeyin bunlar mesnetsiz iddialar’ dedi. Anlaşılıyor ki Sayın Nimet Baş da Sönmez Köksal’ın belirttiği gibi gazete haberlerine dayalı bu raporun mesnetsiz ve saçma iddialar taşıdığı sonucuna varmıştı ve kaale almamamı istiyordu.” (Milliyet, 7 Ocak 2012)
Böylece Nimet Baş’ın da misyonunun ne olduğu somut olarak ortaya çıkmıştır. Zaten Komisyonda bu dosyayı perdeleyen Nimet Baş, bir röportajda, asıl hedefini açıklamaktadır: “28 Şubat süreci eğer bir yargılamaya konu olacaksa, bunun en önemli aktörü dönemin Genelkurmay Başkanı’dır.” (Milliyet, 7 Ocak 2012)
Anlaşılan Nimet Baş, eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın tutuklanmamasını kabullenememiş!
SÖNMEZ KÖKSAL İMZALI RAPOR
Tansu Çiller’e göre dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal “Özel Örgüt” raporunun “mesnetsiz ve saçma iddialar taşıdığını” düşünüyor. Köksal için rapor mesnetsizse de kendi imzasını taşıdığını özellikle belirtelim! Üstelik Köksal’ın raporla ilgili açıklamaları, rapordaki olguları yalanlamamaktadır!
Kaldı ki raporun ortaya çıkma serüveni de ortadadır: Doğu Perinçek, 600 sayfalık bir klasörden oluşan Çiller Özel Örgütü dosyasını, örgüt Susurluk’ta kamyona çarpmadan 16 gün önce, 18 Ekim 1996’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sunuyor. Demirel dosyayı inceliyor ve “kişiye özel” damgasıyla, 8 Kasım 1996’da Başbakan Necmettin Erbakan’a gönderiyor. Başbakanlık Müsteşarı Kadri Keskin, “Başbakan, gerekli araştırma yapılarak düzenlenecek raporun çok acele tevdiini emretti” yazısıyla birlikte dosyayı MİT’e yolluyor. Dosyayı inceleyen MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, 17 Aralık 1996 günü 60 sayfalık raporunu Başbakan Necmettin Erbakan’a sunuyor.
ÖZAL’DAN ÇİLLER’E DEVREDİLEN ÖRGÜT
Çiller Özel Örgütü raporunun yeniden gündeme gelmesi sonrası yapılan açıklamalar, şu gerçekleri iyice berraklaştırmıştır:
1. 28 Şubat’ın asıl hedefi Çiller Özel Örgütü adını taşıyan Gladyo’ydu. Nitekim Tansu Çiller, Fikret Bila’ya “28 Şubat’ın asıl hedefi bendim” derken bu gerçeği doğrulamaktadır. Pentagon’un 28 Şubat süreciyle ilgili belgelerinde “Türk Ordusu hizadan çıktı” saptamasının yer alması bundandır!
ABD’nin 28 Şubat’ı, Truva atları marifetiyle sakatlamak ve darbeye dönüştürmek istemesi, dersle doludur.
2. “Derin devlet” dedikleri Türk Ordusu değildir; Kontrgerilladır, Gladyo’dur, SüperNATO’dur… Türk Ordusu’nun kimi mensupları da Gladyo üyeliği yapmıştır ancak kurum bütünüyle Gladyo olmamıştır. Gladyo, ABD’nin Türk devletini yönetme aracıdır ve üst düzey üyeleri çoğu zaman sivildir!
3. Çiller, doğru başbakandır ama daha önemlisi Özel Örgüt’ün başıdır. Nitekim sonraki yıllarda hem Mehmet Eymür hem de Mehmet Ağar, CIA ajanlığı da tartışılan Başbakan Çiller’in, MOSSAD’la gizli görüştüğünü doğrulamıştır. Dahası Ağar, Özel Örgüt’ün silahları olan “kayıp silahların” bu görüşmelerdeki anlaşmalarla alındığını belirtmektedir. “Hani başbakanlar başbakanlarla, istihbaratçılar da istihbaratçılarla görüşürdü” diye sormamız bundandır.
4. O dönemde Çiller’in başında olduğu Özel Örgüt, bugün de başka liderlikler altında ayaktadır, faaldir. Üstelik Ergenekon tertibinin de yürütücüsüdür. Tertip, bu nedenle “Türk Ordusu’nu yeniden hizaya sokma operasyonu” olarak ilerlemiştir.
5. Ergenekon davasında 5 yıldır bir türlü örgüt bulunamamıştır çünkü örgüt dışarıdadır ve bugün Yeşil Gladyo’dur!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Ocak 2012
28 ŞUBAT, İSRAİL RADARINI REDDETTİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 01/10/2012
E. Genelkurmay 2. Başkanı Em. Org. Ergin Saygun, “Balyoz” isimli kitabında Türkiye-İsrail gerginliğinin bilerek çıkarıldığını söylüyor.
Dün incelemiştik… Em. Org. Ergin Davos krizinden önce gerçekleşen kimi olayları anlatıyor ve şu saptamayı yapıyordu. Amaç, Türkiye’nin Araplar nezdinde itibarını artırarak İran’ın bölgesel liderliğini engellemek!
Bugün yine Balyoz kitabında yer alan ve füze kalkanı projesinin ne anlama geldiğini resmi ağızlardan ortaya koyan olaylara göz atacağız.
RADAR, VURULACAK İLK HEDEFTİR
E. Genelkurmay 2. Başkanı Em. Org. Ergin Saygun açıkça saptıyor: “Füze Kalkanı yani radarın savunma amaçlı olduğu söylense de durum biraz farklıdır.”
Peki, durum neden farklıdır? AKP Hükümeti’nin bu kalkanla ilgili halka açıkladıkları yoksa doğru değil mi?
Em. Org. Ergin Saygun, “şu anda bir nükleer tehlike dengesi” olduğuna dikkat çekiyor: “Bu dengeye eskiden ‘Karşılıklı İmha Garantisi’ derlerdi. Kısacası ‘o atarsa ben de atarım’ veya ‘ben onu vurursam o da beni vurur’.”
Em. Org. Saygun, işte Malatya-Kürecik’e yerleştirilen bu radarın dengeyi bozduğunu saptıyor: “Siz onu vuruyorsunuz ama o sizi vuramıyor. Onun için de ‘karşı taraf’ bunu taarruzi bir imkân ve kabiliyet ve kendisine bir tehdit olarak kabul ediyor. Bu nedenle de bir çatışma anında bu radarlar ilk vurulacak hedeflerden olarak kabul ediliyor.”
İSRAİLLİ GENERAL: SIĞINAKLARA KAÇARSINIZ
Em. Org. Ergin Saygun, bu kalkan konusunun 1997-98’de de gündeme geldiğini aktarıyor. “O zaman İsrail radar koymak istiyordu ülkemize” diyen Saygun radarın hedefini açıklıyor: “Türkiye ve Ürdün’e birer radar konacak, İran’ın atacağı füzeleri İsrail bu iki radarın verdiği bilgilerle kestirme yolu ile tespit edebilecekti.”
O sırada Plan ve Prensipler Başkanlığı’nda J-5 Strateji Daire Başkanı olan Saygun, “Başkanlığın görüşü bu girişime karşı çıkmaktı. Görüşümüz sonradan bir Genelkurmay Başkanlığı görüşü olarak kabul edildi.” diyor ve İsrail’in talebinin 28 Şubat sürecinde reddedildiğini açıklıyor.
Em. Org. Ergin Saygun ile İsrailli muhatabının bu konudaki tartışması ise oldukça anlamlı: “İsrail Savunma Bakanlığı Müsteşarı Em. General Ivri Ankara’ya gelip benimle görüştü. Kendisine bu radarın bize ne fayda sağlayacağını sordum. ‘Füzenin atıldığını tespit edip sığınaklara kaçabilirsiniz’ dedi. ‘Radarla beraber füze de verilirse teklifi inceleriz’ dedim. ‘Füze veremeyiz’ deyince de görüşme bitti.
Bunun üzerine “Türkiye’nin bir miktar füze ihtiyacının” karşılanması için ABD devreye girer: “Birkaç gün sonra ABD Büyükelçiliği’nden beni ve eşimi, füzesavar sistemini yerinde görmek için her türlü masraf kendilerince karşılanmak üzere ABD’ye davet eden bir mektup aldım. Teşekkür ederek daveti reddettim.”
BALYOZ, TSK’Yİ HİZAYA SOKMA TERTİBİDİR
Bu anlatılanlardan sonra dün başlıktan sorduğumuz sorumuzu yineleyelim: “Kim daha İsrailci? AKP m, TSK mi?”
28 Şubat’ın ABD-İsrail kaynaklı olduğunu düşünenler, Ergin Saygun’un Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Balyoz” isimli kitabını mutlaka okusunlar.
Görülecektir ki Balyoz tertibi, ABD’nin 1995’te “hizadan çıkmaya” başlayan Türk Ordusu’nu yeniden hizaya sokma tertibidir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Ekim 2012
ÇİLLER’İN ABD AJANLIĞINI UNUTTUNUZ MU?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 21/04/2012
Türkiye’nin geleceği için kim daha tehlikeli? 28 Şubatçılara kan kusturmak peşinde olanlar mı, yoksa 28 Şubatçıların kendisini savunmaması mı?
Hadi “Sürekli Aydınlık için bir dakika karanlık eylemine” katılan 30 milyon yurttaşımızı geçtik ama ya öncüler? Atatürkçüler, Kemalistler, demokratik solcular, sosyal demokratlar, ulusalcılar, milliciler, milliyetçiler?
“28 Şubat’ı asker yaptı” diyip, kenardan fırtınanın dinmesini bekleyenlere anımsatalım: Fırtına dindiğinde savunacak bir şey bulamayacaksınız!
Kuşkusuz “28 Şubat’ın sanki dindarlara yönelik bir operasyonmuş” gibi sunulması, genel kitlenin essizliğinde etkili olmuştur. Ancak bizi daha çok 28 Şubat’ın aslında ne olduğunu gayet iyi bilenlerin sessizliği, sinmişliği, korkaklığı düşündürüyor.
“ÖNCELİKLİ HEDEF DYP’NİN ÇÖKERTİLMESİ”
Gazetelere servis edilen 4 Nisan 1997 tarihli bir belge var. Savcılar belgenin ekindeki el yazılı notu sormuşlar Çevik Bir’e… Bir, kendisine ait olmadığını belirtmiş. Not şöyle:
“Bugünkü ortamda öncelikli hedef DYP’nin çökertilmesi, dolayısıyla hükümetin derhal iktidardan çekilmesini sağlayıcı önlemler almaktır. DYP’nin hükümetteki oy potansiyelini kırmak örtülü yapılmalıdır. Acil tedbirler: Hükümetin, RP’nin karnını tespiti, menfaat çatışması yaratmak, söylenen ve yapılanlar arasındaki çelişkiler, ahlaki anlayışlarının çürüklüğü… Hükümetin ortağı DYP ile ilgili olarak; liderlerinin sağladığı menfaat, DYP liderinin düşürülmesi, liderden kurtulmanın parti için kazançlı olacağı…”
Sahibini bilmediğimiz bu belgeye ek yapalım: Liderden, yani Tansu Çiller’den kurtulmak sadece parti için kazançlı olmayacaktı; en büyük kazanç, Türkiye’nin Çiller’den kurtulması olacaktı!
28 Şubat operasyonu karşısında “biz 28 Şubatçı değiliz” korkaklığına soyunanlar anımsıyor mu acaba? Bu ülke CIA ajanlığı belgelenen Tansu Çiller tarafından yönetildi!
28 Şubat’ın arkasında bugün ABD icazeti arayanlar, 28 Şubat’ın önündeki bu hedefi ne çabuk unuttu?
28 Şubat sürecinin ilk adımı olan Mart 1995 tarihli Çelik Harekâtı neden Başbakan Çiller’e haber verilmeden yapılmıştı sizce? Çiller’in amiri durumunda olan ABD’nin Adana Konsolosu Elizabeth Shelton neden kovulmuştu?
Bugün en çok “intikam” diye haykıranın Çiller’in o dönemki danışmanı olması da mı size bir şey ifade etmiyor?
Ya da şöyle soralım: Bu ülkeyi bir CIA ajanının yönetmesi mi suç, yoksa onu görevi bırakmaya zorlamak mı?
ABD İŞBİRLİĞİ EN BÜYÜK SUÇTUR!
Şimdi savcı kalkmış, Çevik Bir’e ABD’den icazet alıp almadığını soruyor; Bernard Lewis’le görüşmesini kurcalıyor!
28 Şubat’ın “Truva atı” üzerinden kuracağınız ABD bağı, emin olun 28 Şubat’ı aklar!
Çevik Bir’e ABD’lilerle temaslarını soran savcılar, asıl Tayyip Erdoğan’ın “TSK’yle temas sağlasın” diye ABD’lilere ricacı olduğu somut mektupları sorsunlar!
BİLGİ NOTU DOĞRU ÇIKMADI MI?
Belge delisi yapıldığımız bu süreçte bir de “bomba not” bulundu biliyorsunuz. Gazeteler 27 Nisan’ı kastederek “E-Muhtıra’nın bomba notu bulundu” diye verdi haberi.
Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun’un Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a gönderdiği iddia edilen bilgi notunda, “laik kültürü benimsememiş” bir cumhurbaşkanı seçilmesi halinde şu sıkıntıların oluşacağı öngörülmüş: “Üniversiteye girişte katsayı uygulanmasının kaldırılacağı, YAŞ kararlarının yargı denetimine açılacağı ve tarikat liderlerine verilen cezanın kaldırılacağı…” (HaberTürk, 19 Nisan 2012)
27 Mayıs, 28 Şubat ve 27 Nisan düşmanlığına AKP’den daha hevesli olan yeni CHP’lilere soralım: Bilgi notundaki öngörüler yalan mıymış?
Katsayıyı, türbanı geçtik; imamlar ilköğretim okullarında derse girmeye başladı!
YAŞ kararlarını geçtik; vicdani ret gündemde!
Tarikat liderlerine cezaların kaldırılması konusu mu? Hizbullahçılara af ve Sivas Katliamı davasının durumu bile sizi uyandırmıyor mu, gözünüzü açmıyor mu?
ASIL DARBE, AKP’NİN İKTİDARIDIR!
28 Şubat Cumhuriyet yıkılmasın diye “Mustafa Kemal’in devrim yasalarının uygulanması” içindi. Mustafa Kemal gibi devimci olunmadığı için görev tamamlanamadı!
Yeni CHP’lilere anımsatalım: Asıl darbe ve karşı-devrim son 10 yılda yapıldı ve Cumhuriyet yıkıldı!
NOT: Bugün ve yarın 14.00 – 18.00 saatleri arasında, İzmir Kitap Fuarı’nda okurlarla buluşup, kitaplarımızı imzalıyoruz. Bekleriz…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Nisan 2012
SUSURLUK DIŞARIDA, ERGENEKON İÇERİDE
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 18/04/2012
Tüm gazetecilik okulları, Mahmut Övür’ün “28 Şubatçılar Susurluk’u unutturdu” başlıklı yazısını, “dezenformasyona örnek olarak öğrencilerine okutmalı! Hatta istihbarat kurumları da örnek uygulama diye incelemeli!
Mahmut Övür, 28 Şubatçıların bir taşla iki kuş vurduğunu, irtica tehlikesi adı altında hem Refah Partisi’ni indirdiklerini, hem de halkın Susurluk’ta ortaya çıkan “kirli devlet”e karşı mücadelesini boşa çıkardıklarını savunuyor! (Sabah, 15 Nisan 2012)
Övür, 30 milyon insanın katıldığı “Sürekli Aydınlık için bir dakika karanlık eylemi”nin, 28 Şubatçıların usta manevrasıyla Refah Partisi’ne yönlendirildiğini savunuyor.
Bu eylemlere “glu glu dansı” diyerek tepki gösteren Başbakan Necmettin Erbakan ile “mum söndü oynuyorlar” diyerek bel altı saldıran Adalet Bakanı Şevket Kazan ise haliyle Mahmut Övür’e göre tezgâha gelmiş oluyorlar!
Nitekim 28 Şubatçıların bu oyunu, Refahyol’un DYP kanadının da işine gelmiş, zira bir ayakları Susurluk’un içindeymiş! Ancak Mahmut Övür, okları Çiller’den ziyade Demirel – Cindoruk ikilisine yöneltmek için şu yola başvurmuş: Güya DYP’nin bu kirli ilişkisi, Refah Partisi ile koalisyonundan önce, SHP ile birlikte iktidarken kurulmuş!
Övür’e göre askerlerin 28 Şubat sürecinde Demirel – Cindoruk ikilisi üzerinden DYP’nin içini oyması, bundanmış!
Böylece 28 Şubatçılar “Sürekli Aydınlık için bir dakika karanlık eylemi”ni rotasından çıkarıp, “şeriata karşı” mücadelenin bir parçası haline getirmiş. Övür, yazısını şöyle bitiriyor:
“Bir anlamda 28 Şubatçılar, Refah’la birlikte DYP’ye de yüklenerek onları mağdur durumuna getirdi. Oysa DYP, Susurluk’u yaratan ve 93’te bir nevi gizli darbeyle kendi komutanlarına suikast yapan, ülkeyi faili meçhuller diyarına dönüştüren zihniyetin siyasi ayağıydı. Belki 28 Şubat’ın mağduru oldular ama Susurluk’un da failleriydi… Peki, bir gün Susurluk’un kara defteri açılmayacak mı?”
Açalım:
SUSURLUK İKTİDARI: REFAHYOL
Susurluk Gladyo’ydu, Tansu Çiller’di, Çiller’in özel örgütüydü!
Tansu Çiller’in danışmanı Mümtazer Türköne’nin bugün 28 Şubat operasyonunu şu sözlerle selamlaması boşuna değildir: “Benim gibi intikam duyguları ile son 15 yılı geçirenlerin yüreği soğusun. Ben intikam istiyorum. Hem de en şiddetlisini…” (Zaman, 15 Nisan 2012)
28 Şubat, Susurluk iktidarını hedef aldı. Susurluk iktidarı, Refahyol’du!
KİM, HANGİ CEPHEDE?
28 Şubat, Susurluk’u hedef aldı. O gün Susurluk’u hedef alanların bugün Ergenekon tertibi ile tutuklanması anlamlıdır.
Susurlukçular dışarıda, Susurlukla mücadele edenler ise içeridedir.
28 Şubatçılar ve Ergenekoncular bir tarafta, Gladyo ve Susurlukçular diğer taraftadır.
Örneğin Doğu Perinçek: 28 Şubat sürecini desteklemiştir, Susurluk’un üstüne gitmiştir; bu nedenle de Galdyo’nun baş düşmanıdır ve bugün Ergenekoncu olarak içeridedir!
Örneğin Süleyman Demirel: 28 Şubat sürecini desteklemiştir, Susurluk’un başta Azerbaycan darbe girişimi olmak üzere pek çok eylemini engellemiştir; bu nedenle bugün hedeftir!
Örneğin Mehmet Eymür: Gladyocudur, Susurlukçudur, bu nedenle 28 Şubat’ta görevden alınmıştır, kovulmuştur ve bugün Ergenekon tertibinde tanıktır!
Örneğin Fethullah Gülen: Gladyo’nun Erzurum şubesidir, 28 Şubat’ta ABD’ye kaçmıştır ve bugün talebeleri Ergenekon tertibinin merkezindedir!
Yani Doğu Perinçek ve Süleyman Demirel Türkiye cephesinde, Mehmet Eymür ve Fethullah Gülen ise Küçük Amerika cephesindedir.
Küçük Amerikacıların dün Azerbaycan’da, bugün Suriye’de Batı adına operasyon yürütmeleri, ayaklarının izidir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Nisan 2012
GÜL’ÜN DANIŞMANI, ERDOĞAN’IN MADALYA KARDEŞİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 14/04/2012
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan ve Başbakan Necmettin Erbakan ile yardımcısı Tansu Çiller’in katıldığı Milli Güvenlik Kurulu’nda 18 maddelik kararlar “oy birliği” ile alındı. Tarihe 28 Şubat kararları olarak geçen bu maddeler, 13 Mart 1997 tarihinde hükümet tarafından imzalanarak Bakanlar Kurulu kararı haline getirildi!
O gün bu kararlara imza atanlar ve sürecin öne çıkan isimleri bugün nerede, ne yapıyor? Buyurun, 28 Şubat’ın farklı bir belgesini inceleyelim:
GÜL’ÜN 28 ŞUBAT’DA İMZASI VAR
Abdullah Gül’ün 28 Şubat kararlarının altında Devlet Bakanı olarak imzası var. 28 Şubat’taki partisini bölerek Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte AKP’yi kurdu. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Başbakan, ardından da Dışişleri Bakanı oldu. 2007 yılında Cumhurbaşkanı seçtirildi.
28 Şubat operasyonunu, kararların altındaki imzasını unutarak, “yaşanan hukuksuzluklar takip edilecektir” diye selamladı.
ERDOĞAN’IN UNUTULMAZ EVREN ÖVGÜSÜ
Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat sırasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ydı. 28 Şubat sürecinde bir gün, 12 Eylül’ün Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’i şu sözlerle övdü: “Sizin zamanında Belediye başkanı olsaydım, İstanbul’u uçururdum.”
Oğlunun adını verdiği Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ı bazı partililerin ifadesiyle arkasından hançerleyerek, Abdullah Gül’le birlikte parti kurdu. Yasal durumu nedeniyle muhtar bile olamayacakken, Deniz Baykal’ın el uzatmasıyla, önce Siirt milletvekili oldu, ardından Başbakan, sonra da BOP eşbaşkanı oldu. Sıradaki hedefi, Başkanlık!
ERBAKAN KARŞITI GÜLEN
Fethullah Gülen, 28 Şubat kararlarından hemen sonra Samanyolu TV’ye çıkarak “asker, anayasal yetkisini kullandı” dedi. Gülen, 29 Mart’taki bu programda, 28 Şubat’a karşı çıkanlara şu sözlerle balans ayarı yaptı: “Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi.”
Gülen, 28 Şubat kararlarına rağmen başbakanlığı bırakmayan Erbakan’a ise 16 Nisan 1997 günü Kanal D ekranlarından posta koydu: “Erbakan bu işi (başbakanlığı) beceremedi, eline, yüzüne bulaştırdı; emaneti hemen vermelidir, millet adına yapmalıdır bunu…”
28 Şubat sürecinde “türban teferruattır” da diyen Fethullah Gülen, Yalçın Doğan’a “askerlerin, bazı sivillerden daha demokrat olduğunu” bile savundu.
Fethullah Gülen, 23 Aralık 1997 günü Zaman gazetesinin sahibi Alaattin Kaya’yı Genelkurmay Karargâhı’na gönderdi. Kaya, Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir’le baş başa görüştü!
ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’in elemanları, bugün TSK’ye karşı yürütülen operasyonlarda aktif roller alıyor.
GÜL’ÜN DANIŞMANI: ÇEVİK BİR
Çevik Bir, 28 Şubat sürecinde Genelkurmay 2. Başkanı’ydı. 28 Şubat’ın “Truva atı” olduğu için Karadayı – Kıvrıkoğlu tarafından Genelkurmay Başkanlığı engellendi. Bir’i Genelkurmay Başkanı yaptıramayan ABD, onu Cumhurbaşkanı adayı olarak pazarladı.
Çevik Bir aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan’ın madalya kardeşidir. Bir ve Erdoğan ikilisi peş peşe ABD’deki Yahudi kurumlarından madalya aldılar!
Çevik Bir, daha sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün danışmanlığını yaptı. Meral Akşener’in gündeme getirdiği bu iddiayı Gül ve Bir yalanlamadı.
Ülker Grubu’na da danışmanlık yapan Çevik Bir, 28 Şubat’tan tam 15 yıl sonra asıl hedefi Süleyman Demirel olan operasyonun açılışı için gözaltına alındı.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Nisan 2012