Posts Tagged Federasyon
TBMM’DE FEDERASYON ORTAKLIĞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 17/10/2012
AKP Kongresi’nin baş konuğu ve Başbakan Erdoğan’ın siyasi ortağı Mesud Barzani, “PKK’nin kayıtsız şartsız silah bırakması talebi mantıklı değil” diyerek Ankara’ya itiraz ediyor. (BBC Farsça, 16 Ekim 2012)
Barzani, Erdoğan’a bu talep yerine şu üç şeyi yapmasını öneriyor:
1) Ankara, Abdullah Öcalan’ın şartlarını düzeltmeli!
2) PKK ve Türkiye çatışmaları durdurmalı!
3) Ankara, Öcalan ve PKK’yle masaya oturmalı!
Barzani yetinmiyor, Ankara ile PKK arasında hem arabulucu olabileceklerini hem de görüşmeye ev sahipliği yapabileceklerini söylüyor. Yakışır…
‘TÜRKİYE 25 EYALETE BÖLÜNSÜN’
BDP de, son kongresinde müzakere masasından çıkarılması gereken hedefi ilan etmişti.
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Türkiye için istedikleri yeni idari yapıyı şöyle tarif etmişti: “Biz 20-25 bölgeden oluşmuş özerk yönetim bölgeleri istiyoruz.”
Başbakan Erdoğan’ın “Diyarbakır’ı ABD’nin BOP’u içinde bir merkez yapma” hedefi, Demirtaş’ın ilan ettiği bu “eyalet sistemi”nin hayata geçmesine bağlı…
Kuşkusuz bu da, AKP ve BDP’nin, üstelik yanlarına CHP ve MHP’yi de alarak yeni anayasayı çıkarmalarından ve başkanlık sistemini onaylamalarından geçiyor…
AKP ile PKK’nin masaya oturtulmaları, bu hedefler içindir.
AKP’NİN BÖLÜNME YASALARI
Erdoğan’a daha 1993 yılında söyletilen şu sözler, işte bugünler içindir: “Değişim süreci içerisinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı gruplar, insanlar, milli yapı içerisinde kalmak istemezlerse, bu durumda belki eyaletler sistemi benzeri bir şey olabilir.” (Metin Sever, Cem Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları)
1) BM İkiz Sözleşmeleri işte bu yeni Türkiye için Ankara’ya kabul ettirildi ve TBMM’den geçirildi!
2) AKP, “bölgelerdeki iktidar odaklarına yerel hükümetler kurabilsinler” diye, 15 Temmuz 2004’te Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu TBMM’den çıkarttı!
3) AKP, Türkiye 12 eyalete bölünsün diye, 26 Ocak 2006’da Kalkınma Ajansları Yasası’nı TBMM’den geçirtti!
Ancak Kamu Yönetimi Temel Kanunu da, Kalkınma Ajansları Kanunu da dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e takıldı.
BARZANİ-DAKA GÖRÜŞMESİ
AKP, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde bu yasaları çıkarttı ve artık Türkiye’de 25 Kalkınma Ajansı var…
Bu ajanslar şimdilik Kalkınma Bakanlığı’nın sorumluluğunda…
Şimdilik diyoruz zira bu 25 Kalkınma Ajansı’ndan örneğin Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı DAKA, kendi başına Mesud Barzani’yle görüşüp yeni sınır kapısı müzakeresi yapmaya başladı bile!
AYNI PROJEYE FARKLI İSİMLER
Türkiye adım adım milli devlet olmaktan çıkarılmaya ve eyaletlerden oluşmuş federatif bir yapıya götürülüyor…
İlginçler, TBMM’deki “kavgalı” her dört parti de, bu ABD projesinde ortaklık yapabiliyorlar:
1) Selahattin Demirtaş’ın 25 eyaleti ile Erdoğan’ın 25 Kalkınma Ajansı aynı şeydir!
2) PKK’nin demokratik özerkliği ile AKP ve MHP’nin oylarıyla çıkan yeni Büyükşehirler Yasası aynı şeydir!
3) CHP’nin Sosyalist Entertasyonlist’te altına imza attığı, ayrıca uzun zamandır üstündeki çekincenin kaldırılmasını istediği Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik şartı da aynı şeydir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ekim 2012
FEDERASYON MÜZAKERESİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 29/09/2012
AKP’nin Oslo’daki muhataplarından Zübeyir Aydar, yeni müzakere sürecine kendi kamuoylarını hazırladıklarını açıkladı.
AKP Hükümeti’nin gittikçe yoğunlaşan “müzakere” içerikli açıklamalarının da, Türkiye’yi sürece hazırlama amaçlı olduğu anlaşılıyor.
Anımsayalım: Önce Bülent Arınç sahne almış ve “belki MİT şu anda PKK’yle görüşüyordur” demişti. Ardından Adalet bakanı Sadullah Ergin sahneye çıkmış ve “Öcalan’ı da sürece dâhil etmek gerekir” diyerek vitesi yükseltmişti. Nihayetinde Başbakan Erdoğan ekranlardan “Oslo sürecine yeniden başlayacaklarını” ilan etti.
Böylece tıpkı PKK gibi AKP da kamuoyunu müzakereye hazırlamış oldu.
MÜZAKERE HAZİRAN’DA BAŞLADI
Bu süreçte terörün dozu da artırılmış ve bıkkınlık yaratılarak, toplumun müzakereye razı edilmesi amaçlanmıştır.
Ancak müzakerelerin zaten başladığını, Haziran ayında Abdullah Öcalan’ın sık sık MİT Bursa Bölge Başkanlığı misafirhanesine götürüldüğünü anımsatalım. Nitekim ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone “PKK Hüseyin Aygün’ü müzakereleri engellemek için kaçırdı” diyerek, sürecin varlığına işaret etmişti.
Öncesinde yapılan Mesud Barzani – Kemal Burkay ve Tayyip Erdoğan – Leyla Zana görüşmeleri de bu çerçevededir.
DİYARBAKIR’I MERKEZ YAPMA MÜZAKERESİ
Peki, yeni dönemdeki müzakerelerin hedefi nedir?
Ana hedef, bizzat Başbakan Erdoğan’ın daha 2004 yılında ifade ettiği gibi “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Diyarbakır’ı merkez yapmaktır” yani Türk-Kürt federasyonudur.
Ana hedef için geçen yıllarda hayli yol alındı, çeşitli aşamalar geçildi.
Yeni aşama, Türkiye’nin güneydoğusuna, Irak’ın kuzeyindekine benzer bir statü vermektir. PKK bunu “demokratik özerklik”, AKP ise yerel yönetimlerin güçlendirilmesi diye isimlendiriyor. Pratikte aynı şeydir.
Başbakan Erdoğan’ın AKP Kongresi’nde ilan edeceği de budur. Nitekim şartlar oluşmuş, “çevrenin” güçlendirilmesi için “merkez” olabildiğince zayıflatılmıştır. Balyoz kararını ve TSK’nin “kafeslenmesini”, merkezin zayıflatılması olarak da değerlendirebiliriz.
“Erdoğan’ın yol haritası” olarak basına servis edilen üç aşamalı planın ikinci aşaması “yeni Oslo sürecinin” hedefini ortaya koymaktadır. İkinci aşamada, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkezden yerele iktidar devredilmesi, yerelin mali olanaklarının artırılması gibi adımlar var.
ORTAK YOL HARİTASI
Ancak “Erdoğan’ın yol haritası”nın aslında “Öcalan’ın yol haritası” olduğunu özellikle vurgulamalıyız.
Öcalan’ın “Türkiye’de demokratikleşme sorunları, Kürdistan’da çözüm modelleri – yol haritası” başlığını taşıyan 15 Ağustos 2009 tarihli raporu, fiilen AKP Hükümeti’nin Açılım kılavuzuydu.
55 sayfalık raporun son bölümünde yer alan önerilerin bir kısmı, geçen zaman içinde uygulandı. Sırada adım adım uygulanması istenen “demokratik özerklik, yeni anayasa ve başkanlık sistemi” var.
Bu üç hamleyle birlikte, milli devlet yıkılmış ve federasyona geçilmiş olacak.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Eylül 2012
İSTANBUL VE DİYARBAKIR BAŞKENTLİ KONFEDERASYON PAZARLIĞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 01/09/2010
AKP’nin PKK’yla yaptığı belli başlı 7 pazarlık öyküsüyle ilgili 24 Ağustos tarihli yazımızı “Pazarlığın boyutu sadece referanduma ‘evet’ demek karşılığında gündeme gelen BDP’nin ‘Öcalan muhatap alınsın, operasyonlar durdurulsun, seçim barajı düşürülsün, KCK tutukluları serbest bırakılsın’ şeklindeki dört şartıyla mı sınırlı? Yoksa, aslında referandumda ‘evet’ çıktıktan sonra yolu açılacak ‘demokratik özerklik’ ve ‘federasyon anayasası’ pazarlığı mı yapılıyor? Pazarlığın ayrıntılarını da bir sonraki yazımızda ortaya koyacağız…” diyerek bitirmiştik.
Pazarlık yapıldığı ortaya çıktı ancak pazarlığın gerçek konusu gözlerden gizlenmeye çalışılıyor. Pazarlığın esasını, “federasyon Anayasası” oluşturuyor. Ama bu alt pazarlığın üstünde, ABD ile Türkiye arasında, Irak’ın kuzeyi kapsamlı “konfederasyon” pazarlığı yapılıyor.
12 Eylül’den hemen sonra, “evet” çıkması halinde yeni bir anayasa yapılacağı ve bu anayasanın “demokratik özerklik” esaslı “federasyon anayasası” olacağı BDP’liler tarafından ilan ediliyor; ancak bu ilan, miting meydanlarındaki tüm konuşmasını Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’ye vakfeden Erdoğan tarafından yalanlanmıyordu!
YENİ ANAYASA, ÖZERK KÜRDİSTAN
BDP Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak “… yeni anayasayla Kürt halkına özgürlük ve demokratik özerk Kürdistan gelecek” diyordu. (Milliyet Gazetesi, 22 Ağustos 2010) Yargının siyasi yasaklı ilan ettiği ama AKP’nin dolaylı önünü açtığı Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Ahmet Türk ise “esas olan özerkliktir” diyordu. (Hürriyet Gazetesi, 23 Ağustos 2010). Öcalan “demokratik özerklik projesinin siyasi, hukuki, kültürel, öz savunma ve diplomasi boyutlarını” açıklıyor ve “Katalan Modeli” ile “Katalonya Anayasası”nın incelenmesini istiyordu. (ANF, 20 Ağustos 2010). Ve son olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, hükümete “Yeni bir anayasa, Demorkatik Türkiye, Özerk Kürdistan” formülünü sunuyordu. (ANF, 25 Ağustos 2010)
Ancak az önce belirttiğimiz gibi AKP ile PKK arasında var olan “federasyon” pazarlığının üstünde, ABD ile Türkiye arasında da, Irak’ın kuzeyini kapsayan “konfederasyon” pazarlığı vardı.
Peki federasyon ile konfederasyon pazarlıkları arasındaki bağ hangi olguya dayanıyordu? Önce bir saptama yapalım.
HEDEF, TÜRKİYE’YE ‘KÜRDİSTAN’A EVET’ DEDİRTMEK
ABD, 1992’den bu yana parlamentosunu kurduğu, hükümetini oluşturduğu, başkentini ilan ettiği, merkez bankasını inşa ettiği, parasını bastığı, gümrüğünü ördüğü, en önemlisi ordusunu kurduğu Kukla Devleti’ni hâlâ neden ilan edemiyor? Çünkü Türkiye henüz bu plana razı olmadı! Plana direnen kuvvetler zayıflatıldı, yıpratıldı, içeri atıldı ama hâlâ teslim alınamadı!
Şimdi bu saptamaya bir ara verelim ve ABD’nin Irak’tan muharip asker çekmesinin ne anlama geldiği üzerinde duralım:
ABD’nin son muharip askerini de Irak’tan çekmesi, Obama iktidara geldiğinde estirilen rüzgâr benzeri bir etki yaptı herkeste… Ki Obama’nın kendisi gibi, bu çekilme de revize BOP’un bir parçası… Peki gerçekte olan biten neydi?
YENİ ŞAFAK OPERASYONU BAŞLIYOR
Öncelikle altını çizmemiz gereken olgu şu ki, geri çekilme takvimiyle ilgili anlaşmayı Obama değil, aslında Bush hükümeti imzalamıştı! İkincisi çekilen muharip askerler orta ve güney Irak’tan çekildi. Ve yerlerini bundan sonra alacak olan Blackwater tipi “özel ordu”larla kontratlar, hızlı biçimde imzalanıyor. Ne de olsa Irak petrollerinin yaklaşık yüzde 75’i 35 yıllığına çoğu ABD’li olan batı şirketlerine devredildi. ABD her halükarda bu kontratların güvenliğini korumak isteyecektir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü P. J. Crowley’nin, “Irak’ta savaşı bitiriyoruz, ama Irak’la işimizi bitirmiyoruz” demesi tam da bu anlama gelmiyor mu?
ABD’nin Irak komutanı General Odierno’nun, geri çekilme takvimi ile ilgili söylediği “en son kuzey Irak’tan çekiliriz” açıklaması asker çekme meselesinin esasıdır. Aslında ABD Irak’tan çekilmiyor, kuzey Irak’a yoğunlaşıyor. El Halic Gazetesi’ne yansıdığı kadarıyla 2020 yılına kadar 94 üs’te 6 tugay ABD askeri bulundurulması konusunda, zaten bir mutabakat oluşturulmuş! Ki şu anda 56 bin ABD askeri hâlâ Irak’ta bulunuyor!
Savaşın bitmediği ABD’nin süreç isimlendirilmesinden de anlaşılıyor. ABD Irak’a savaş açtığında buna “Özgürlük Operasyonu” demişti. ABD, 1 Eylül 2010’dan sonraki sürece ise “Yeni Şafak Operasyonu” ismi vermiş. Demek ki, ABD açısından biten bir şey yok, hatta başlayan yeni bir süreç var!
İşte o süreç Irak’ın kuzeyi merkezli yeni bölge düzeni sürecidir. “Acelemiz var” diyerek hızla “Kürt Açılımı” başlatan Tayyip-Gül ikilisinin acelesi de bu takvim nedeniyleydi…
ABD KONFEDERASYONU İÇİN KÜRT AÇILIMI
Şimdi yeniden az önce yaptığımız saptamaya dönelim. ABD’nin her şeye rağmen Kürdistan’ı ilan edemediğini; çünkü Türkiye’nin plana henüz razı edilemediğini; direnen kuvvetlerin zayıflatıldığını, yıpratıldığını, içeri atıldığını ama hâlâ teslim alınamadığını belirtmiştik.
İşte 12 Eylül referandumu, aslında Türkiye’nin önce federasyona sonra da konfederasyona razı edilmesi, evet demesi anlamına geliyor. Referandum, Türkiye’nin tüm merkezi kurumlarıyla birlikte teslim alınması öncesinin son vuruşu olacak. Ve bölgede üç gelişme birbirine paralel olarak ilerleyecek.
Birincisi; ABD, Irak’ın kuzeyini Erbil başkentli olarak Kürdistan diye ilan edecek. Türk devleti, Kürdistanlılara “çifte vatandaşlık” hakkı tanıyacak.
İkincisi; yeni bir anayasa ile Türkiye’nin güneydoğusu özerk ilan edilecek; dolayısıyla üniter Türkiye yerine federatif Türkiye kurulacak. Kürdistan ile özerk Güneydoğu arasında “çifte vatandaşlık” ve “ticari birlik” üzerinden “siyasi birliğe” gidilecek.
Üçüncüsü, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir alt düzeni olarak geçen aylarda ilan edilen ve adına Ortadoğu Birliği denilen “Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün” arasındaki ticari birlik, İstanbul başkentli siyasi birliğe dönüştürülecek.
Ve son olarak bu üç yapı birleştirilip İstanbul ve Diyarbakır merkezli bir konfederasyona dönüştürülecek!
İşte ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi budur! Başbakan Erdoğan’ın tam 6.5 yıl önce “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı bir merkez yapacağız” dediği görev işte budur. (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)
MEHMET ALİ GÜLLER
BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE FEDERASYONUN İLGİSİ – ERDOĞAN’IN HAYALİ Mİ, ABD GÖREVİ Mİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 26/04/2010
Başbakan Erdoğan’ın, 23 Nisan’da koltuğuna oturttuğu genç Başbakan’a, “Yetki artık senin. İster asarsın, ister kesersin. Her şey sende” demesi, geçen hafta gündeme getirdiği “Başkanlık sistemi” ile birleşince “sivil darbe”, “diktatörlük” tartışmalarını alevlendirdi. Başbakanın kendisini Ergenekon soruşturmasının savcısı ilan etmesiyle başlayan sivil darbe ve diktatörlük tartışması böylece yeni bir boyut kazanmış oldu.
Örneğin “bunun basit bir dil sürçmesi olmadığını, bilinçaltının istemsiz dışavurumu olduğunu” belirten Hürriyet Gazetesi’nden Mehmet Y. Yılmaz, Başbakan’ın bir tek hayali olduğunu savunuyor: “’Tek yetkili’ olarak istediği her şeyi yapmak, kimseye hesap vermemek!”. (Mehmet Y. Yılmaz, Hürriyet Gazetesi, 26 Nisan 2010).
Erdoğan’ın tek adam-diktatör olmak istediğine dikkat çekenler sadece AKP karşıtları değil! Erdoğan’ın önerdiği sistemin diktatörlük getireceğini söyleyen AKP’ye müttefik isimler de var: Örneğin AKP’nin Anayasa taslağını hazırlayan hukukçu Prof. Dr. Ergun Özbudun da Erdoğan’ı uyarıyor ve Başkanlık siteminin Türkiye için sakıncalı olduğunu savunuyor. Özbudun, “başkanlık sisteminin hep darbeleri davet ettiğine” dikkat çekiyor. (Vatan Gazetesi, 26 Nisan 2010)
Erdoğan diktatör mü olmak istiyor?
Peki Erdoğan “başkanlık sistemini” tek adam-diktatör olmak için mi önerdi? Ya da soruyu şöyle soralım: Erdoğan “başkanlık sistemini” önerirken, aklının bir tarafından da, bu yolla “tek adam olma hayalini” gerçekleştirebileceğini mi geçirdi?
Olabilir, üstelik kuvvetle muhtemeldir; Başbakan aklından “tek adam olma hayalini” geçirmiştir.
Ancak…
Politik gelişmeleri hele de bölgesel boyut kazanacak politik gelişmeleri ve dahası uluslararası ilişkileri niyetler değil, kuvvet belirler!
Başbakan niyetlerine değil, kendisini iktidara taşıyan kuvvetin gündemine uyuyor. Tabi bu arada kendi kişisel niyeti ile o kuvvetin gündemi arasında bir çakışma durumu söz konusu olursa, Erdoğan hamlesi için daha aktif hareket ediyor kuşkusuz…
Açalım:
Başkanlık sistemi ve ‘meselenin pişmesi isteniyor’
Ama önce “Başbakan, başkanlık sistemini kendisi için istiyor” şeklinde özetlenecek görüşlerin yanlış olduğunu görmek için 5 yıl geriye gidelim ve Başbakan’ın bir diğer müttefikinin, Nazlı Ilıcak’ın yazdıklarına göz atalım: “daha etkili olmak için Başkanlık sistemini talep etmek bugünün gerçekleriyle bağdaşmıyor. Çünkü, parlamenter sistemin hükümetleri ve başbakanı, Başkanlık sisteminin Başkanı ve hükümetinden daha etkili ve güçlü. Zira, Parlamenter sistemde, bir parti, Meclis çoğunluğuna sahipse, Parlamento, hükümetin emri altında çalışıyor”.
Bu somut gerçeği dile getiren Ilıcak, “Başkanlık sistemi 2005’te gelmez” başlığını taşıyan bu makalesinin sonunda ağzındaki baklayı çıkarıyor: “belki o tarihe kadar, meselenin pişmesi isteniyor”. (Nazlı Ilıcak, DB Tercüman, 4.1.2005)
Dikkat ederseniz “pişmesi gerekiyor” demiyor sayın Ilıcak, “pişmesi isteniyor” diyor. Kim istiyor?
‘Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir’
Bu sorunun yanıtı için de 20 yıl geriye gidip, en çok “başkan olmak isteyen” ismi, Özal’ı anımsayalım mı? Erdoğan’ın selefi saydığı, siyasi mirasını üstlendiği Özal, sizce aslında “Kürt açılımını” ilk başlatan kişi değil midir? Ya Özal’ın Kürt sorunu açısından “federasyonu tartışmalıyız” demesi ne anlama gelmektedir?
Gelin o zaman bu kez Özal’dan 15 yıl ileriye gidelim ve ABD’nin çıkarları doğrultusunda Özal’a Türkiye’yi yönetme zemini hazırlayan Kenan Evren’in sözlerine kulak verelim: “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” (Sabah, 28 Şubat 2007)
Bulmacanın parçaları yerine oturuyor mu?
En yüksek otorite kim?
23 Nisan’ı, yani Milli Egemenlik bayramını “egemenliğin milletten alınıp başkana verilmesi” tartışmaları arasında geçirdik. “Halkın kendinden daha yüksek otorite tanımaması” anlamına gelen demokrasi kavramının içi boşaltıldı; “milli irade” adı altında “tek adamlığa” soyunuldu…
Ancak tüm bu gelişmeleri, ne yazık ki, “Erdoğan Başkan olmak istiyor” ya da “Erdoğan’ın hayali tek adam olmak” değerlendirmeleriyle açıklayamayız. Bu değerlendirmeler gerçeğin sadece bir bölümünü oluşturuyor. Gerçeğin bütününde, Erdoğan’ın ya da başka birinin tek adam olmasından daha büyük bir tehlike var!
Anayasa – Başkan – Federasyon
BOP Eşbaşkanlığı üzerinden uygulanan “Kürt Açılımı”nın ABD açısından başarılı olup olmayacağı şu üçünün gerçekleşmesine bağlıdır: Birincisi anayasal değişiklik, ikincisi başkanlık sistemi, üçüncüsü de bu sistemin uygulanabileceği bir federasyon!
Tek gerçek budur.
“Başkan” olmak isteyen Özal’ın, “Anayasa’yı bir kez delmekle bir şey olmaz” demesi ve “Kürt açılımı” yapıp “federasyon”u tartışmaya açmak istemesi ile Erdoğan’ın “Başkanlık sistemini” önermesi, “Anayasa’yı değiştirme”ye çalışması ve “Kürt açılımı” yapması arasında doğrudan bir ilgi vardır.
O ilgi ABD görevinden kaynaklanmaktadır.
Erdoğan, kendisinin de söylediği gibi BOP eşbaşkanıdır ve bu proje kapsamında Diyarbakır’ı bir merkez yapmaya çalışmaktadır! (Teke Tek, Kanal D, 15 Şubat 2004)
Kaldı ki Erdoğan, Türkiye’yi bu duruma göre biçimlendirmektedir. Örneğin bir ay sonra MİT müsteşarı yapılmak üzere MİT müsteşar yardımcılığına getirilen Hakan Fidan… Dr. Fidan MİT’e, CIA ve FBI modeli öneriyor. (Akşam, 22 Nisan 2010)
Nedir FBI? Federal Soruşturma Bürosu… Adı üstünde, federal, yani federal bir ülkede uygulanabilecek bir yapı!
‘Irak’ın kuzeyinin bölgesel entegrasyonu’
Lafı uzatmaya, örnekleri çoğaltmaya gerek yok. ABD’nin önüne koyduğu en önemli görev ne İran’dır, ne de Afganistan. Washington’un uzun yıllardır önünde duran temel görevi Irak’ın kuzeyinde “kukla devlet” kurmaktı. Irak’ı işgal etmesinden Ergenekon tertibine kadar pek çok gelişme bu hedefin gerçekleşebilmesi içindi. ABD bu konuda büyük yol aldı. Washington’un önünde şimdi bu yapıyı önce Türkiye ile birleştirmek (federasyon) sonra da “büyük kukla devlet” olarak yeniden ayırmak gibi bir görev var.
“Irak’ın kuzeyinin bölgesel entegrasyonu” dedikleri işte budur.
MEHMET ALİ GÜLLER