Posts Tagged Gazze

Ortadoğu’daki dört düğüm

Ortadoğu’daki sorunlar iki temel düzlemdedir: Ortadoğu ülkeleri ile ABD-İsrail arasındaki sorunlar ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki sorunlar. 

ABD ve İsrail, Ortadoğu ülkelerinin kendi aralarındaki sorunları derinleştirebildiği ve kullanabildiği oranda, Ortadoğu’nun bütününe dair stratejisini ilerletebilmektedir.

Bu iki düzlemi birlikte ele aldığımızda, şu anda Ortadoğu’da dört kritik düğüm vardır: 1) Filistin düğümü, 2) İran düğümü, 3) Kürt düğümü, 4) Suriye düğümü.

Bu düğümler hem ABD ve İsrail tarafından kendi çıkarları temelinde ve hem de bölge ülkeleri tarafından kendi çıkarları temelinde çözülmeye çalışılıyor. Haliyle çıkarların çatışması, düğümleri kendi içinde ikili üçlü gruplar halinde de birbiriyle ilintili hale getiriyor.

1) Filistin/Gazze düğümü

İsrail’in ağır saldırısı sonrasında Gazze’nin geleceğinin ne olacağı, Gazze’yi kimlerin yöneteceği bir düğüm durumundadır. 

ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı Gazze Planı, özetle Gazze’nin Filistinlilerden arındırılmasını, ABD’nin Gazze’ye sahip olmasını ve burayı İsrail’i Doğu Akdeniz’de merkez haline getirecek bir ticaret üssüne dönüştürmeyi içeriyor.

Arap Birliği ise Trump’ın bu emperyalist planına karşı bölgeci bir Kahire planı açıkladı. Türkiye planı destekliyor. İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya dışişleri bakanları da ortak bir açıklamayla bu plana destek açıkladılar. Plan Gazze’nin imarını ve Fislistinliler tarafından yönetilmesini içeriyor özetle. 

Gazze’deki bu düğümün nihai çözümü ise elbette “iki devletli çözüm”le mümkün olacaktır; Filistin’in 1967 sınırlarıyla bağımsız bir devlet olarak kabul edilmediği hiçbir çözüm, yüzyıllık bu düğümü çözemeyecektir. ABD ile AB arasındaki çelişmelerin yarattığı olumlu konjonktür “iki devletli çözümü” zorlayacak Küresel Güney için avantajdır.

2) İran düğümü

ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki baş düşmanı İran’dır. İki ülke de bölgedeki her adımını, sonucunun İran’ı zayıflatıp zayıflatmayacağına göre atmaktadır. İran bu nedenle Gazze düğümüyle de Suriye düğümüyle de hatta Kürt düğümüyle de ilgilidir.

ABD ve İsrail’in İran’a karşı Irak’taki gibi açık işgale soyunamaması ya da Suriye’deki gibi iç kışkırtmalarla vekalet savaşı yürütememesi, kuşkusuz bu ülkenin gücü nedeniyledir. ABD bu gücü kırabilmek için yaptırım uygulamakta ve İran’ı bölgede yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. 

Trump, Obama döneminde İran’la yapılan nükleer anlaşmadan 1. döneminde çekildikten sonra, 2. döneminde Tahran’a “müzakere edebiliriz” mesajı verdi. Hatta Trump bu amaçla İran’ın dili lideri Hamaney’e bir mektup da yazdığını belirtti. Oysa İranlılar kendilerine ulaşan bir mektup olmadığını açıkladılar, ABD’li yetkililer de “Trump mektubu yazdı ama henüz göndermedi” dediler. 

Mesele şu ki Trump’ın mektuptan bahsettiği konuşması, gerçek bir müzakere amacına hizmet etmiyor. Çünkü Trump “Onlara, ‘Umarım müzakere edersiniz çünkü askeri olarak girmemiz gerekirse bu korkunç bir şey olacak’ diyen bir mektup yazdım” demişti. Bu açıkça “ya askeri müdahale ya taleplerim” anlamına gelmektedir.

Nitekim Hamaney de “ABD’nin müzakere ısrarı meseleyi çözmek için değil, tahakküm kurmak için” diyerek kabul etmeyeceklerini ilan etti. 

Emperyalist sopayla Kanada’yı 51. eyalet yapmaya, Grönland’ı parayla satın almaya, Panama Kanalı’na çökmeye, Ukrayna’nın nadir elementlerini ele geçirmeye ve Kongo’nun madenlerine sahip olmaya çalışan Trump, benzer şekilde İran’ı da teslim olmaya zorluyor ki bunun olması mümkün değil.

Dolayısıyla bu zor bir düğüm olarak varlığını sürdürecektir.

3) Suriye ve 4) Kürt düğümleri

İç İçe geçmiş ve bölgeyi ilgilendiren düğümler olarak Suriye ve Kürt düğümlerini ise bir başka yazıda ele alacağız. Bu düğümlerin kimler tarafından ve nasıl çözüleceği konusu hem zıt sonuçlar doğuracaktır hem de yanlış sonuçla daha büyük düğümlere dönüşecektir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Mart 2025

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Küçük Trump

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Yeni Yol TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’yi devralmasına karşı çıkarak “Türkiye’ye bağlanmasını” savundu. Davutoğlu grup konuşmasını sosyal medya hesabından “madem öyle, Gazze Türkiye’ye bağlansın” diyerek de paylaştı.

Kendince “tarihi ve meşru” bir gerekçe de bulmuş Davutoğlu. “Gazzelilerin son meşru devleti Osmanlı’ydı” diyor, “Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı’nın devamı” olduğuna göre “Gazzeliler vatandaşımızmış gibi referandum yapıp Türkiye’ye bağlanabilir” diyor!

Elbette bu sözlerin sahibi eski başbakan, eski dışişleri bakanı olmasaydı gülüp geçebilirdik…

Davutoğlu’nun neo-Osmanlıcığı

Davutoğlu “Gazze Türkiye’ye bağlansın” görüşünü her ne kadar Trump’a yanıt gibi sunsa da, gerçekte her ikisi de aynı anlayışa sahip: İki devletli çözümü, Filistin devletini değil, “Gazze’ye sahip olmayı” içeriyor!

Dolayısıyla Davutoğlu’nun Gazze hevesi, Trump’ın hevesinin küçüğüdür. Haliyle Davutoğlu da “Küçük Trump” olmuş olur.

Küçük demişken… 

Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” dediği de gerçekte “Küçük Amerika düzeni”nin inşasının stratejisiydi zaten. Bunu açıkça dile getirmiş ve misyonunu ilan etmişti, “Amerika’nın küresel düzeninin altında, bir alt bölgesel düzen” kuracaktı. Suriye’yle, Lübnan’la, Ürdün’le bir Ortadoğu Birliği oluşturacaktı. Çünkü bugün Gazze için söylediği gibi, aslında oraları da Osmanlı’dan bakiye Türkiye Cumhuriyeti toprağı görüyordu.

O nedenle Davutoğlu’nun politikaları bölgede haklı olarak komşular tarafından “Neo-Osmanlıcılık” diye görüldü. Her ne kadar niyetini yaldızlayıp “komşularla sıfır sorun” diye sunduysa da sonuç “sıfır komşu”ya dönüştü, bunu da “değerli yalnızlık” diye savunmaya kalktılar.

Mısır direniyor

Küçük Trump’ın sözlerinin bir ederi yok ama büyüğünün sözleri, emperyalist ABD’yi yönettiği için önemli. 

Trump’ın ”Gazze’yi yeniden inşa edebilmek için boşaltma” diye başladığı, ardından “Filistinlileri Gazze’den çıkarma” diye sunduğu, sonra “Gazze’yi devralma”, “Gazze’yi işletme”, “Gazze’ye sahip olma” diye adım adım isimlendirdiği konu, son tahlilde Trump’ın “Amerikan topraklarını Ortadoğu’ya genişletme” konusudur.

Ekonomik faktörler üzerinden Ürdün ve Mısır’a “Filistinlileri al” baskısı uygulayan Trump bu amaçla gerekirse İsrail’i Batı Şeria’da silah olarak kullanabileceğinin de sinyallerini veriyor. 

Ürdün Kralı Abdullah bu ağır baskı nedeniyle ikili görüşmede Trump’a net karşı duramadı, “Mısırlıların görüşlerini ortaya koymalarını bekleyelim” diyerek topu Mısır’a attı. Mısır Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı bir açıklamayla Trump’ın Gazze planına karşı olduklarını ortaya koydu ve “Filistinlilerin topraklarında kalması” üzerinden bir “yeniden inşa” planı hazırlayacaklarını duyurdu.

Trump’a karşı Arapların planı

Davutoğlu’nun “Gazze’yi Trump devralmasın, biz alalım” çiğliğindeki açıklaması elbette soruna bir “çözüm” değildir ama Arapların üzerinde çalıştıkları plan bir çözüm olabilir, olmalıdır.

Riyad’da görüşülecek olan planın Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’nin ortak inisiyatifinde geliştirildiği anlaşılıyor. 

Suudi Arabistan’ın ABD’nin tüm baskısına rağmen İsrail’le normalleşmeye karşı koyduğu “Filistin devletinin kurulması ve tanınması” şartı, Gazze’yi Trump’ın “devralma planından” korumak için önemli bir zemin. Kahire başta diğer başkentlerin Riyad’ın bu tutumunu güçlendirecek destek verebilmeleri kritik önemde.

Evet, Trump’ın “yayılmacı devralma” planına karşı Arapların birliği öncelikle önemli ama bölgenin iki büyük gücü Türkiye ile İran’ın da mutlaka devreye girmesi lazım. Çünkü bölge açısından Trump’ın büyüğü heybede!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Şubat 2025

, ,

Yorum bırakın

Haydut devlet

Haydut devlet, emperyalist ABD’nin hedef aldığı ülkeleri şeytanlaştırmak amacıyla kullandığı bir kavramdır. ABD’nin resmi belgelerinde İran, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey Kore) ve Venezuela (daha önce Irak, Libya ve Suriye) haydut devlet kategorisindedir. 

ABD bu devletleri “haydut” ilan etmiştir çünkü bu devletler ABD’nin çıkarlarına direnmiş, direnmektedir. Asıl haydut devletler ise ABD’nin kendisi ile Ortadoğu’daki ileri karakolu İsrail’dir.

ABD’nin haydutlukları

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Dominik Cumhuriyeti ziyareti sırasında, Washington bu ülkedeki Venezuela uçağına el koydu. ABD daha önce de İran’ın Venezuela’ya sattığı bir kargo uçağına Arjantin’de el koymuştu. 

Haydut ABD; Venezuela’nın petrol yüklü tankerlerine de el koymuştu, ortağı İngiltere ile birlikte altınlarına da çökmüştü; dünyanın en büyük petrol rezervine sahip bu ülkenin petrol üretip zenginleşmemesi için ve halkı yoksulluk nedeniyle hükümete isyan etsin diye petrol rafinerisine sabotaj düzenlemeye bile kalkmıştı. Devlet başkanları Hugo Chavez ve Nicolas Maduro’yu hedef alan başarısız darbe girişimlerinin sayısını unuttum bile… 

ABD’nin yaptırımları da haydutluk örneğidir. Emperyalist ABD, kurallarını kendi yazdığı uluslararası ticarete aykırı bir şekilde hem hasım gördüğü Çin, Rusya ve İran başta pek çok ülkeye hem de müttefiki olan Kanada, Meksika ve AB ülkelerine yaptırım uyguluyor.

Trump’ın Kanada için “ABD’nin 51. eyaleti” muamelesi yapması, Meksika Körfezi’nin adını Amerikan Körfezi ilan etmesi, Panama Kanalı’na el koymaya kalkması ve Grönland’ı satılmaya zorlaması karşısında haydutluk kavramı bile masum kalır.

İsrail’in haydutlukları

İsrail’in Filistinlilerin evlerine, topraklarına adım adım el koymasından sonra Gazze’de işi bir soykırıma vardırması ise elbette haydutluk kavramıyla açıklanamaz. Bu insanlık suçununu nitelemeye yetecek kavram yok. 

Şimdi ABD ve İsrail, bu soykırıma bir de sürgün eklemeye çalışıyor. Donald Trump ve Benjamin Netanyahu ikilisi, Filistinlileri Gazze’den kovmayı ve ABD’nin Gazze’yi devralmasını planlıyorlar. 

Ve bu konuda öyle küstahlar ki… 

Örneğin Trump’ın Filistinlileri Gazze’den sürgün planına destek veren İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz adres gösteriyor: “İsrail’i suçlayan İspanya, İrlanda, Norveç ve diğerleri, Gazzelileri kendi topraklarına alsın.” 

İsrail’in soykırım hükümlüsü başbakanı Netanyahu, “Suudi Arabistan Filistin devleti istiyorsa kendi topraklarında kursun, geniş toprakları var” diyor. 

Dün Avrupa’dan gelip Filistinlilerin yurduna çökenlerin, bugün Filistinlileri kendi geldikleri Avrupa’ya kovmaya çalışmaları, en hafifinden, bir tarafı ahlaksızlık diğer tarafı alçaklık olan insanlıkdışı bir durumdur.

Bu arada Trump’ın, İsrail Başbakanı Netanyahu için yakalama kararı çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) yaptırım öngören başkanlık kararnamesi imzaladığını da belirtelim.

Hedefleri İran

ABD ve İsrail’in şu anda asıl hedefi İran’dır. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Başkanı Trump ve ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth’le görüşmelerinde İran’a karşı yol haritası oluşturuldu.

Trump “İran’a azami baskı” kararnamesi imzaladı. Pentagon, Hegseth-Netanyahu görüşmesine dair yaptığı açıklamada, “ABD İsrail’in güvenliğine yüzde yüz bağlılığını sürdürüyor. İkili, İran’ın bölgesel güvenlik için tehdit oluşturduğu konusunda mutabık. İran’a karşı işbirliği yapılacak” dedi. Ve Washington İsrail’e yeni silahlar sevketme kararı aldı. 

Bizi asıl ilgilendiren durum ise şu: Türkiye’deki açılım ile ABD’nin Suriye’deki varlığı konusu da bir yanıyla ABD-İsrail’in İran ajandasını ilgilendiriyor. Bunu da ayrıca inceleyeceğiz.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Şubat 2025

, , , , , , ,

Yorum bırakın

Gazze’yi alan, California’yı verir

ABD Başkanı Donald Trump el yükseltti: Daha önce Filistinlileri Gazze’den sürme niyetini açıklayan Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu’yla ortak basın toplantısında “ABD Gazze’yi devralacak, oraya sahip olacağız” dedi.

Ama baştan belirtelim: Gazze’yi almaya kalkan, California’yı verir! Çünkü:

Yayılmacı Trump

Evet, Trump “Filistinlileri Gazze’den Mısır ve Ürdün’e sürme” hedefini ilan etti; Netanyahu “Ortadoğu’da Trump’la yeni harita çizeceklerini” söyledi; Trump Netanyahu’ya hak verdi, “masası Ortadoğu büyüklüğünde ise kaleminin İsrail küçüklüğünde olduğunu” belirtti; ardından Trump “ABD’nin Gazze’ye sahip olacağını” açıkladı; Netanyahu bunun “tarihi değiştirecek” önemde bulduğunu belirtti.

Böylece Trump “Amerika’yı yeniden büyük yapma” programının yayılmacı içeriğine Grönland, Kanada ve Panama Kanalı’ndan sonra Gazze’yi de ekledi. Yayılmacı Trump’ın söylemesiyle Google Harita, Meksika Körfezinin adını Amerika Körfezi diye değiştirdi bile…

USAID’ı yayılmacı programa uyarlama

Trump koltuğa oturmasının üzerinden daha 15 gün geçmeden, ABD’yi dört uluslararası organizasyondan çekti: Çin ve Küresel Güney’e tepki nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü ve Paris İklim Anlaşması’ndan; Filistin’e destek verdiği için BM İnsan Hakları Konseyi ile BM Yakındoğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındılık Ajansı’ndan (UNRWA) çekildi.

Trump ayrıca “İran’a azami baskı” politikası için bir başkanlık kararnamesi imzaladı. 

Trump ve Devlet Verimlilik Dairesi’nin (DOGE) başına atadığı Elon Musk’ın ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı‘na (USAID) karşı yaptığı hamleler ise kirli geçmişe sahip bu örgütü yok etmek için değil, bu örgütü daha kirli bir şekilde kullanabilmek içindir. 

Evet, emperyalist ABD’nin yumuşak güç aygıtlarından USAİD özellikle 90’larda Doğu Avrupa’daki antikomünist dönüşümde, sonrasında çeşitli renkli darbelerde görev aldıysa da, son yıllarda daha çok kültürel konularda çalışmaktaydı. Bunu yetersiz göre Trump ve Musk’a göre USAID bütçesinin hakkını vermiyor, ağırlıkla LGBT’lileri destekliyor! 

Sonuç olarak Trump ve ekibi, USAID’i Dışişleri Bakanlığı’na bağlayıp (belki adı dahil) yeniden dönüştürerek, yayılmacı programa uygun bir şekilde kullanmak istiyor. Musk’ın USAID’i -öyle olmadığı halde- “ABD’den nefret eden radikal solcu Marksistlerden oluşan bir yılan yuvası” diye nitelemesi ise işte bu dönüşüm için gerekli olan neo-McCarthy’ciliktir.

Dijital/tekno-neoliberalizm

Trump ve ekibi, esas olarak neoliberal programdan daha ötesini temsil ediyor. Trump’ın orkestra şefliğindeki yeni iktidar, ağırlıkla sosyal medya devleri, yeni teknoloji şirketleri, kripto paracılar, yeni finans kapital şirketlerinin doğrudan ya da dolaylı temsilcilerinden oluşuyor. (Bu sermaye ve programı için yeni bir kavramsallaştırma şart; örneğin Yanis Varoufakis’in “tekno feodalizm”i dar kalıyor bu “dijital/tekno-neoliberalizm” için.)

Son 20 yılda adım adım semirerek ABD’nin en büyük sermaye grubu haline gelen ve bugün Trump’ın arkasına dizilen bu kesim, Amerikan devlet aygıtını kendi çıkarlarına göre yeniden biçimlendirmeye çalışıyor. Trump-Musk sağcılığı üzerinde şekillenen bu girişim ise kaçınılmaz olarak ABD içindeki güç mücadelesini sertleştirecektir.

Bu mücadelenin sertleşmesi ise hem bazı eyaletlerin (aslında devletlerin) Amerika Birleşik Devletleri’nden ayrılma eğilimini hem de iç savaş riskini artıracaktır. O nedenle Gazze’yi almaya kalkan, California’yı vermek zorunda kalacaktır.

15 gün içinde Grönland nedeniyle müttefiki AB ile ve Gazze nedeniyle müttefiki Körfez ile gerilen ABD, asıl içeride gerilecek sorunlara gebedir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
6 Şubat 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Yeni Ortadoğu haritası

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’la görüşmeye giderken, havaalanında açıkladı: “Başkan Trump’la yakın çalışarak, haritayı daha iyi bir şekilde, yeniden çizebileceğimize inanıyorum.” (AA, 2.2.2025).

Netanyahu’ya bu sözleri söyleten, elbette doğrudan Trump’ın açıkladığı Filistinlileri Gazze’den sürme hedefiydi. 27 Ocak’ta bu köşede “Trump’ın Gazze planı” başlığıyla yazdım. Trump Gazze’deki Filistinlileri zorla Mısır ve Ürdün’e kabul ettirip, İsrail-Kıbrıs hattına dayanan yeni bir haritalama peşinde. 

İsrail’in “yeni komşu” hedefi

Ancak konu bununla sınırlı değil. ABD-İsrail’in yeni Ortadoğu haritası, Suriye’yi de içeriyor. 

İlk günden beri ısrarla vurguladım: Ankara’daki zafer havası aldatıcıdır. Çünkü Beşar Esad’ın temsiliyetindeki BAAS yönetimi, Suriye’nin birliğinin garantisiydi. HTŞ ile toprak bütünlüğü olan ama siyasal birliği olmayan bir Federal Suriye hedefleniyor. Bu Türkiye’nin çıkarlarına aykırıdır. Suriye’de asıl kazanan İsrail’dir. İsrail Dürzilere ve Kürtlere özerklik veren bir Federal Suriye için ABD ile birlikte çalışıyor.

Bunları bu köşede defalarca yazdım. İşte Netanyahu’nun “yeni harita” çıkışı ikinci olarak bununla, Suriye’nin parçalanmasıyla ilgilidir. Çünkü İsrail, doğrudan Suriye Arap Cumhuriyeti ile komşu olmak yerine Lübnan ve Suriye’deki Dürzilerle komşu olmak istiyor.

PYD/YPG’den açılıma destek

Ankara, ne yazık ki bu “yeni harita” sürecinden yararlanabileceğini hayal ediyor. Öncelikle Suriye’nin kuzeybatısında İdlib merkezli bir “nüfuz bölgesisi”ni kendisine bağlayabileceğini düşünüyor. Ayrıca koşullar oluştuğunda Suriye Kürt bölgesine de hamilik yapabilmeyi umuyor. (Fidan başta yetkililerin son dönemde hami, himaye kelimelerini sıklıkla kullanmalarına dikkat.)

Yeni açılım, “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” amacı, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” sözleri, Öcalan’la yürüttükleri müzakere, o müzakerelerin dış ayağındaki gelişmeler… 

Ankara’nın müttefiki Barzani, ABD’nin planlamasıyla, Ankara’nın hedefindeki YPG/SDG komutanı Mazlum Abdi ile görüşüyor, Kürt birliği için pazarlık yapıyor…

Mazlum Abdi ise Öcalan’ın hangi tarihte hangi açıklamayı yapacağını duyuruyor ve AKP-MHP’nin açılımına destek veriyor. Abdi ayrıca Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung’a ”Bu sürecin olumlu etkileri olacak. PKK ile anlaşacaklar” diyerek Ankara’nın yeni açılımına destek veriyor!

Açılımın amacı

Görüldüğü üzere Ankara, İsrail karşıtlığı propagandası altında, İsrail’in Suriye’de istediği sonucun oluşmasına katkı yaptı: HTŞ’nin önünü açarak Esad yönetiminin devrilmesini sağladı. İsrail böylece Suriye’nin güneyini işgal etti.

Ankara şimdi de, yine İsrail’e karşı konumlanma diye sunarak, Suriye’nin kuzeyine dair planlamalar yapıyor. Ne yazık ki o planlama da İsrail’in istediği yola çıkıyor!

Irak’tan sonra Suriye’de bir Kürt özerk bölgesinin resmiyet kazanması, ABD-İsrail’in 40 yıllık hedefidir. PKK’ye karşı mücadele üzerinden Türkiye’ye önce Irak’ın kuzeyindeki yapıyı resmen kabul ettirdiler, şimdi de PKK’nin silah bırakması / ad değiştirmesi üzerinden Suriye’nin kuzeyindeki yapıyı kabul ettirmeye çalışıyorlar.

İşte, Açılım’ın dış ayağı özetle budur: Ankara’ya PYD bölgesini kabul ettirmek. PKK’nin ad değişikliği ve silah bırakması konusu ise iktidarın bunu içeriye pazarlayabilmesinin dayanağı içindir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Şubat 2025

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Trump’ın Gazze planı

Başlığı elbette “ABD’nin Gazze planı” diye de okuyabilirsiniz. Birincisi ABD başkanları Donald Trump ile Joe Biden’ın İsrail’e destek politikaları zaten birbirini tamamladığı için, ikincisi de ABD’yi kim yönetirse yönetsin, İsrail’e desteği sürdüreceği için… 

Çünkü İsrail ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakoludur ve bu karakolun tahkimatı, ABD başkanlarının en temel görevlerinin başında gelmektedir.

Öte yandan Biden yönetiminin Gazze’de soykırım yapması için İsrail’e tam destek veren politikası, pratikte Trump’ın ilk dönemindeki Abraham Anlaşmaları ve “Kudüs’ü başkent ilan etme” hamlesini tamamlamış oldu.

Gazze’yi Filistinsizleştirme amacı

Şimdi de Trump ikinci döneminde Biden’ın “soykırım sponsorluğunu” tamamlayacak hamlelerin peşinde: Koltuğa oturur oturmaz, ”Gazze’yi Filistinlisizleştirilme planı”nın düğmesine bastı. 

Trump, “Gazze’nin temizlenmesi için Ürdün, Mısır ve diğer Arap ülkelerinden daha fazla Filistinli mülteci almasını” istedi (AA, 26.1.2025).

“Yaklaşık 1.5 milyon kişiden söz ediyoruz ve orayı (Gazze) tamamen temizleyip ‘bitti’ demeliyiz” ifadelerini kullanan Trump, “Bazı Arap ülkeleriyle biraraya gelip, Filistinlilerin barış içinde yaşabilecekleri başka bir yerde konutlar inşa etmeyi tercih ederim” dedi. 

Sürgün ve vatansızlaştırma planı açıklayan Trump, açık açık insanlık suçu işlemektedir!

Mısır ve Ürdün karşı çıkmıştı

Gazze’yi Filistinlisizleştirme, Washington’un bölge stratejisi içinde bir politik hedeftir. Açalım:

Donald Trump hafta başında yaptığı bir konuşmada Gazze’nin “deniz ve hava açısından olağanüstü konuma sahip olduğunu” belirtmişti. İlk dönemindeki İsrail politikalarının uygulayıcılarından damadı Jared Kushner de, geçen sene yaptığı bir konuşmada Gazze’nin sahil mülkünün değerine dikkat çekmiş ve İsrail’e “Filistinlileri Gazze’den çıkarıp burayı temizlemesini” önermişti!

Nitekim İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu da “Gazze’nin Filistin’den arındırılması” niyetini ortaya koymuş, Kahire buna karşın “İsrail-Mısır ilişkilerini bozar” uyarısını yaparken, Ürdün Kralı Abdullah da “bunu kırmızı çizgi” ilan etmişti.

ABD’nin Kıbrıs-İsrail hattı

Gazze, ABD’nin Kıbrıs-İsrail hattına dayanan bölge stratejisi nedeniyle önemli. Washington Doğu Akdeniz’de “Kıbrıs-İsrail hattı” inşa etmeye çalışıyor. Bu hattı, Girit ve Yunan anakarası üzerinden Avrupa’ya, Körfez üzerinden Hindistan’a bağlamaya çalışıyor. 

Bu plan, ABD sponsorlu “Hindistan- Ortadoğu- Avrupa Ekonomi Koridoru” olarak 7 ülke tarafından mutabakat zaptı imzalanarak hayata geçirilmeye çalışılmış ama Hamas’ın Aksa Tufanı ile rafa kalkmıştı. 

Hindistan- Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)- Suudi Arabistan- Ürdün- İsrail- Kıbrıs- Yunanistan yolu, ABD’nin hem Çin’in Kuşak ve Yolu’na karşı düşündüğü, hem Hindistan’ı Çin’e karşı yanına çekmeyi amaçladığı, hem de İsrail’i Ortadoğu-Doğu Akdeniz’de bir merkez yaparak güvenliğini garantiye almaya çalıştığı bir projeydi.

İki devletli çözüm

Sonuç olarak Biden ya da Trump, Demokratlar ya da Cumhuriyetçiler, hangisi emperyalist ABD’yi yönetirse yönetsin, Beyaz Saray’a oturduğu anda İsrail’in güvenliğini esas alan politikalar izleyecektir. 

Farkları şudur: ABD Başkanı’yken İsrail’in Filistin soykırımına her türlü desteği veren Biden, görevi bitince “iki devletli çözüm” demeye başladı. Dün “İsrail’i Gazze’de ileriye gitmemekle” uyaran Trump ve ekibi, göreve başlayınca “iki devletli çözüm diye bir çözüm yok” demeye başladı.

Dolayısıyla Arapların, bölge ülkelerinin ve Küresel Güney ülkelerinin Filistin konusundaki temel politikası, bu yıl “iki devletli çözüm” konferanslarını sonuca götürecek şekilde düzenlemek olmalıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Ocak 2025

, , , , ,

Yorum bırakın

AKP’nin iki yüzü

AKP’nin siyaset yapma tarzı, “söylediğinin tersini yapma, yaptığının tersini söyleme” şeklinde özetlenebilir. Buna AKP’nin siyasette iki yüzü de denilebilir. En somut uygulandığı alan da en çok istismar ettiği konuda, İsrail-Filistin meselesinde yaşanıyor… 

Son örnek, TCG Anadolu gemisinin, İsrail’i koruyan ABD savaş gemisiyle 13-17 Ağustos tarihleri arasında tatbikat yapması oldu. Aydınlık haberi manşetten, “AK Parti Hükümeti’nin gizlediği faaliyeti ABD açık etti: TCG Anadolu İsrail’i koruyan tatbikatta” şeklinde verdi (Aydınlık, 24.8.2024).

Her konuda açıklama yapan, her faaliyetini duyuran Milli Savunma Bakanlığı “nedense” bu tatbikatı duyurmadı. Türkiye tatbikatı ABD Denizcilik Enstitüsü’nün yayınladığı faaliyet notlarından öğrendi.

Güya AKP Hükümeti, ABD’nin Doğu Akdeniz’e savaş gemisi göndermesine karşı çıkıyor, ABD savaş gemilerinin İsrail’i destekleyerek Gazze’deki soykırımı büyüttüğünü savunuyordu. Taban da iktidarın “ABD’ye meydan okuyan” bu tavrıyla mutlu oluyordu. Meğer Türk savaş gemileri, AKP hükümetinin onayıyla İsrail’i koruyan ABD gemileriyle tatbikat yapıyormuş!

Ticaret ve müdahillik konusu

Benzerini ticaret konusunda da yaptılar biliyorsunuz. 7 Ekim 2023’ten itibaren kamuoyu AKP hükümetinden İsrail’le ticareti kesmesini istedi. Kesmediler, “siyaset başka ticaret başka” dediler. Ne zaman ki 31 Mart 2024 seçiminde İsrail’le ticareti sürdürmenin AKP oylarını erittiğini gördüler, “ticareti kesme” kararı aldılar. Ancak bazen “önceden yapılan anlaşma” diyerek, bazen de dolaylı yollardan ticareti sürdürdüler. 

Bu köşede konu etmiştik. Erdoğan Washington’da yapılan NATO zirvesi sırasında basın toplantısında aynen şöyle demişti: “İsrail’i Lahey Adalet Divanı’na Güney Afrika ile şikayet ettik.” (AA, 12.7.2024).

Oysa doğru değildi. Güney Afrika tek başına şikayet etmiş, Ocak 2024’te ilk ara karar açıklanmış, AKP Mayıs ayında “davaya müdahil olacağız” demiş, Haziran ve Temmuz ayları boyunca “müdahil oluyoruz” diyerek propagandayı sürdürmüş, ancak 7 Ağustos’ta müdahil olmak için resmi başvuru yapabilmişti!

One minute 

Bu tezatlıkları perdeleyebilmek için başka tezatlıklara imza attılar. Örneğin Erdoğan 31 Mart 2024 seçiminden önce İsrail’le ticaretin sürmesine tepki gösterenlere şöyle dedi: “Hiçbir siyasetçinin cesaret edemediği duruşu ‘one minute’ diyerek ortaya koyduk.” Halbuki Erdoğan İsrail’le normalleşme sürecini başlatırken, “one minute” çıkışı için şöyle demişti: “Benim tepkim moderatöreydi. İsrail’e, Peres’e veya Musevilere değildi.” 

Kısacası kime “one minute” denildiği, siyasi ihtiyaca göre değişiyordu. Zaten İsrail Cumhurbaşkanı Peres’i 12 Kasım 2007’de TBMM’de konuşturup, ayakta alkışlamışlar; yaklaşık bir yıl sonra 29 Ocak 2009’da ise Davos’ta Peres’le yaptıkları oturumda ünlü “one minute” çıkışını sahnelemişlerdi!

Neo-Abdülhamitçilik

Sonuç olarak AKP hükümeti Haniye için yas ilan ediyor ama Haniye’yi öldüren İsrail’i koruyan ABD savaş gemileriyle ortak tatbikata onay veriyor; İsrail’i Gazze’de soykırım yapmakla suçluyor ama İncirlik’ten İsrail’e askeri mühimmat taşıyan ABD uçaklarının uçuşlarını engellemiyor; Netanyahu için Hitler benzetmesi yapıyor ama ABD’nin Netanyahu’ya istihbarat sağladığı Kürecik Radarını kapatmıyor. 

Temmuz ayında Washington’da yapılan NATO Zirvesinden bu yana ise ABD’yle işbirliğini artırmış durumdalar ve AB’nin gayriresmi dışişleri bakanları toplantısına davet edilmekten de son derece mutlular!

Çünkü Erdoğan, yıllardır belirttiğim gibi Neo-Abdülhamitçidir; Rusya’yla anlaşarak kendisine bölgede alan açmaya çalışıyor, bunu ABD’yle pazarlığında kullanıyor, iki büyük gücü de AB’yle dengelemeye çalışıyor. 

Problem şu ki Neo-Abdülhamit de Abdülhamit gibi üç tarafa taviz vermek zorunda kalıyor!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Ağustos 2024

, , , , , , , , , , , , ,

3 Yorum

Bölgesel savaş riski

İran 7 Ekim’den beri savaşın bölgeselleşmesine karşı ölçülü hareket ediyor. İsrail Suriye’deki diplomatik temsilciliğini vurduğunda da yine savaşı bölgeslleştirmeyecek ama İsrail’in dokunulşmazlığını delecek şekilde “ölçülü bir yanıt” vermişti.  

İsrail’in Hamas lideri İsmail Haniye’yi Tahran’da öldürmesi, yine İran’ı yanıt vermeye zorlamaktadır. Üstelik bu kez misafirine suikast düzenlenmesi, sorumluluğu nedeniyle İran’ı daha da öfkelendirmiş durumda.

Yetkililerin açıklamalarından, İran’ın savaşı bölgeselleştirmeyecek ama İsrail’i caydırmakta çok daha etkili olacak bir yanıt vereceği anlaşılıyor.

ABD’nin ikiyüzlü tutumu

Dünya ise diken üstünde. Savaşın bölgeselleştirilmesine İsrail dışında herkes karşı. 

ABD merkezli Batı, savaşın bölgeselleşmemesi için İran’dan yanıt vermemesini istiyor hatta ABD, yanıt halinde İsrail’e yardım edeceğini ilan ediyor. 

İşte savaşın bölgeselleşme riskini artıran da bu yaklaşımdır. Savaşın bölgeselleşmesine karşı görünen ama bir tarafın saldırılarına sponsor olup, gelecek yanıtlara siper olan bu tutum, savaşın bölgeselleşme riskini asıl artıran tutumdur.

Bölgesel bir savaştan doğrudan etkilenecek bölge ülkelerinin “bölgesel savaş riski”ne karşı tutum alması elbette doğrudur ve de hakkıdır. Ama ABD’nin hem İsrail’in Gazze’de soykırım yapmasına sponsor olması, hem İsrail’in bölgede terör ve suikast düzenlemesine gerçekten karşı çıkmaması ama hem de yanıt hakkına karşı tutum açıklaması, ikiyüzlülüktür ve bölgesel savaş riskini artıran asıl etkendir.  

Netanyahu’nun pervasızlığının nedeni

ABD silah desteği vermese, ABD istihbarat desteği vermese, hatta ABD bölgedeki üsleri ve Doğu Akdeniz’deki gemileri aracılığıyla İsrail’i korumasa, İsrail bu kadar pervasız bir şekilde işgali, soykırımı ve bölgesel terörü sürdüremeyecek.

Dolayısıyla bugün İsrail’i Gazze’de ateşkese mecbur edebilecek asıl kuvvet de savaşın bölgeselleşme riskini frenleyebilecek asıl aktör de ABD’dir. 

ABD Başkanı Joe Biden’ın ateşkes isteğine rağmen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun yeni şartlar ileri sürerek Washington’u olayılıyor oluşu, “İsrail’in ABD’ye bile kafa tutacak güçte olduğu” şeklinde yorumlanıyor. Ancak Netanyahu’nun pervasızlığı ve ABD’yi biraz da seçim sürecinden yararlanarak kullanıyor oluşu İsrail’in gücünden değil, ABD’nin çıkarları gereği İsrail’e biçtiği rolden kaynaklanmaktadır. Yani İsrail güçlü olduğu için değil, ileri karakolu olduğu için ABD tarafından her durumda korunmaktadır. Netanyahu da bunu bildiği için, pervasızca saldırganlığını sürdürmektedir.

Çabaları birleştirmek

İsrail’e soykırım, terör ve suikast sponsorluğu yapanların İran’a “yanıt verme” demesinin hiçbir anlamı ve değeri yok. Savaşı bölgeselleştirme riskini ortadan kaldırmak istiyorlarsa İran’a değil İsrail’e mesaj vermeleri gerekiyor. Mesajdan öte “seni korumayacağız” demeleri gerekiyor ki İsrail saldırganlığını sonlandırsın. Bunu yapmadıkları müddetçe de “bölgesel savaşa karşıyız” açıklamalarının hiçbir anlamı yok.

Peki bu durumda İsrail saldırganlığı durdurulamaz mı? Elbette bir yol daha var. Filistin için büyük çaba sarfeden, her biri ayrı kulvarlarda Filistin için hareket eden ülkelerin çabalarını birleştirebilmeleri. 

Çin 14 Filistin örgütünü Beijing’de biraraya getirerek birlik oluşturmaları ve bir ulusal mutabakat hükümeti kurabilmeleri için uzlaştırdı. 

Güney Afrika, İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırımla yargılatıyor. 

Kolombiya başta kimi ülkeler İsrail’le diplomatik ve ticari ilişkileri kestiler. 

İşte tüm bu çabaların birleştirilmesi gerekir. Ancak…

İsrail’i durdurmak ABD’ye pozisyon almaktan geçiyor

Dikkat edilirse İsrail’e karşı etkili eylem yapan bu ülkelerin hiçbiri bölge ülkesi değil. İşte asıl problem de bu. Bölge ülkeleri bu ülkeler kadar aktif tutum alamıyorlar, almıyorlar. Bunun birçok nedeni var ve dahası Filistin meselesinin bunca yıldır çözülememiş olması da bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü bölge ülkelerinin önemli bir kısmı Amerikancı, topraklarından ABD üsleri var. Hem Amerikancı olup hem de İsrail’e karşı işe yarar tutum alabilmek haliyle mümkün olmuyor! Bu nedenle bölge ülkeleri İsrail’e karşı en üst perdeden konuşur ama fiilen pek bir şey yapmazlar yıllardır…

Dolayısıyla bu tablonun değiştirilmesi gerekiyor. Bu tabloyu değiştirebilmek de elbette ABD’nin küresel ölçekte dengelenebilmesine bağlı. ABD başka büyük kuvvetler tarafından dengelenebildikçe, bölge ülkeleri de yukarıda özetlediğimiz bu dar çemberin dışına çıkabilecekler. Aslında çıkmaya başladıklarını da söyleyebiliriz. Çok kutupluluk inşası güçlendikçe, bölge ülkelerinin çok taraflı hareket ettiklerini son birkaç yıldır görebiliyoruz. 

Ancak Gazze’de soykırıma uğrayan Filistinlilerin zamanı yok. O nedenle asıl bölge ülkelerinin risk alması gerekiyor; savaşın bölgeselleşmesi riskine karşı olanların, İsrail’i durdurmak için ABD’ye karşı net bir tutum alması gerekiyor. 

ABD’nin bölgedeki üslerinden hareket kabiliyetini kısıtlamaya başlamak, petrol ve doğalgaz gücünü kullanmaya başlamak vb tutumlar ile Washington’un sponsorluğu durdurulabilir. Washington’un sponsorluğu olmazsa, Tel Aviv de durur. 

Filistinlilerin lafa değil, bu türden eylemlere ihtiyacı var. 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
6 Ağustos 2024

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

Haniye suikastının üç hedefi

Seçimden yararlanarak ABD Kongresi’nde konuşan ve Washington’dan tavizler koparmaya çalışan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ABD dönüşünde “bölgesel savaş” kışkırtıcılığı için düğmeye bastı.

İsrail’in Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’yi Tahran’da öldürmesi, Netanyahu’nun şu üç hedefine işaret ediyor:

Netanyahu ateşkesi hedef aldı

1) İsrail Başbakanı Netanyahu’nun amacı, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak. Bu amaçla Gazze’de ucu açık siyasi ve askeri hedeflerle saldırı stratejisini sürdürüyor. Öyle ki “ertesi gün” belirsizliği, Netanyahu ile ordu arasında gittikçe daha da derinleşen bir çelişkiye dönüşmüş durumda.

Öte yandan Biden yönetimi ve Demokrat Parti ise Gazze’deki saldırının uzaması ve soykırıma varması nedeniyle rahatsız. Zira durum üstelik seçim öncesinde, ağırlaşan bir iç kamuoyu baskısına dönüşmüş durumda. Ayrıca Washington, tablonun Körfez ülkeleriyle ilişkilerini de gittikçe sorunlu hale getireceğini görüyor. 

İşte Biden yönetimi bu amaçla bir ateşkes planı açıkladı. Ancak Netanyahu ateşkese direniyor; çevresinden dolanıyor, yeni şartlar ileri sürüyor, müzakereleri çıkmaza sokmaya çalışıyor.

Netanyahu, Haniye suikastıyla ateşkes baskısını kaldırmayı amaçlıyor. 

Netanyahu İran’ı kışkırtıyor

2) İsrail Hamas lideri İsmail Haniye’nin daha önce ailesini hedef almış, üç oğlu ile dört torununu öldürmüştü. Ancak bu kez Haniye’yi, üstelik İran topraklarındayken hedef aldı. Yani İsrail yönetimi Haniye suikastıyla doğrudan İran’a mesaj verdi. 

Netanyahu, Aksa Tufanı’nı fırsata çevirerek İran’a karşı saldırıya çevirmek istemişti. Kuşkusuz bunun için ABD’ye, hatta İngiltere ile diğer Atlantik müttefiklerine ihtiyacı vardı. Ancak ABD buna bir kaç nedenle karşıydı. Bir kere İran öyle kolay lokma değildi ve Ukrayna cephesine yeni bir cephe ekleyebilecek bir Amerikan gücü de yoktu. 

Netanyahu ABD’yi bölgeye çekebilmenin yolunun İran’ı kışkırtmaktan geçtiğini görerek bir kaç deneme yaptı: Suriye’deki İranlı komutanları hedef aldı, İran’ın Suriye’deki diplomatik temsilciliğini vurdu. İran, savaş açmadan “ölçülü bir yanıt” ile İsrail’in oyununu bozdu. Bu süreçte ABD ile İran, İsviçre’de gayriresmi görüşmeler yaparak, bölgesel bir savaşın önlenmesinde uzlaştılar.

Netanyahu, Hamas lideri Haniye’yi Tahran’da öldürerek, İran’ı yine kışkırtmaya çalışıyor, yanıt vermeye zorluyor. 

Hamas’ı dizayn etme hedefi

3) Gazze’de Hamas’ın bitirilemeyeceği ortada. Nitekim son dönemde çeşitli İsrailli yetkililer de bunu açıkça ifade etmeye başladılar.

Netanyahu, Haniye suikastıyla Hamas’ı dizayn ederek örgütte yeni bir liderlik oluşmasını amaçlıyor. Netanyahu böylece Hamas’ın gücünü zayıflatmayı ve günün sonunda masaya daha deneyimsiz bir Hamas liderliğinin oturmasını sağlamayı hedefliyor.

İsrail terörüne karşı ne yapılmalı?

İsrail, bir terör devleti olarak, düzenlediği suikastlar ile sadece Ortadoğu için değil, tüm dünya için bir sorundur. Bu nedenle Çin’den Türkiye’ye, Brezilya’dan Güney Afrika’ya tüm ülkeler Gazze çabalarını birleştirmelidir. İsrail’in bu saldırısına karşı Birleşmiş Milletler (BM) harekete geçirilmelidir.

İsrail’i bu tür saldırılardan caydırmak için en sert tedbirler alınmalı, Netanyahu soykırımdan, insanlığa karşı suçlardan, savaş suçlarından, terörden ve suikastlardan hızla yargılanarak, cezalandırılmalıdır.

İsrail devletinin soykırım, terör ve suikastlarına karşı “Filistin’in tanınması” çabaları hızlandırılmalı, AB devletlerinin geçen aylarda başlattığı “tanıma” sürecinin genişletilmesine uğraşılmalıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Ağustos 2024

, , , , , , ,

1 Yorum

Erdoğan’ın NATO’da Gazze başarısızlığı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, beş uçak ve geniş heyetiyle Washington’a giderken şöyle diyordu: “NATO liderler zirvesinde Gazze’de Filistin halkına yönelik katliamları gündeme taşıyacağız.” (AA, 9.7.2024).

Sonuç mu? Elbette ABD’nin patronu olduğu NATO’da bu mümkün değildi. Nitekim açıklanan 38 maddelik sonuç bildirgesinde ne İsrail’in İ’si, ne Filistin’in F’si, ne de Gazze’nin G’si vardı. 

38. maddenin sonunda 2026 zirvesinin Türkiye’de yapılacağı yazılıydı. Demek ki AK-medya için yine de bir “başarı öyküsü” haberi vardı! Bir de Erdoğan’ın açığı kapatmak için zirve sonrasında yaptığı basın toplantısında söyledikleri…  Örneğin “İsrail’i Lahey Adalet Divanı’na Güney Afrika ile şikayet ettik” diyordu, oysa şikayet eden tek başına Güney Afrika’ydı ve AKP aylar sonra davaya müdahil olma kararı almıştı. Örneğin “İsrail yönetiminin NATO’yla ortaklık ilişkisini sürdürmesi mümkün değildir” diyordu, oysa İsrail’in NATO ortaklığında Ankara’nın onayı vardı, İsrail’in NATO’yla işbirliği mekanizmalarına katılmasında AKP’nin oluru vardı! 

ABD fermanıyla hareket eden örgüt

Türkiye’nin NATO içinde ne kadar “değerli” olduğunu propaganda eden renk renk düzen siyasetçileri, Türkiye’nin NATO’da ne denli etkili olduğunu “pazarlayan” bıyıksız ve badem bıyıklı diplomatlar, Türkiye’nin NATO’da ABD’yi dengelediğini “savunan” liberal ve siyasal İslamcı akademisyenler, NATO üyelerinin eşit olmadığını, ABD’nin NATO’nun patronu olduğunu, ABD’nin tek oyunun diğer tüm üye ülkelerin oylarının toplamından daha ağır olduğunu anlamışlar mıdır sizce? 

Elbette gerçeği onlar da biliyor ama NATO’nun propagandasını, pazarlamasını ve savunmasını yapmak en temel işleri. O nedenle Türk milletine yalan söylemeyi sürdürecekler.

Tabii istisnalar da var. Örneğin AKP’li Mehmet Metiner o gerçeği çırılçıplak ortaya koydu: “NATO ABD’nin silahlı sopasıdır. ABD başkanları ne ferman buyurursa ona göre hareket eden askeri ittifakın adıdır. Gerisi kamuflajdır. Hatta kandırmacadır.” (Yeni Şafak, 12.7.2024). Kuşkusuz Metiner’in partisi o kamuflajı ve aldatmacayı en çok yapan partidir.

“NATO tehdit ama yine de NATO’da olmalıyız” yanlışı

Metiner’in yazısının asıl üzerinde durulması gereken kısmı ise şöyle: “NATO dünya barışını asıl tehdit eden bir ABD silahlı aparatıdır. Türkiye’nin başkaca şansı olmadığı için bulunmak mecburiyetinde olduğu bu askeri ittifak son kertede Türkiye’nin de ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü açısından bir tehdit unsurudur. Rusya’ya ve Çin’e boyun eğdirebilirlerse bütün dünya ABD imparatorluğunun siyasi, ekonomik ve askeri anlamda sömürgesine dönüşecektir.”

Öncelikle şunu belirtelim: ABD’nin Rusya ve Çin’e boyun eğdirebilmesi mümkün değil. Tersine hegemonyası zayıflayan ABD, boyun eğdirebilmenin değil, mevcut düzenini “kendi bölgesinde” koruyabilmenin stratejisini izliyor. 

Ve gelelim tartışılması gereken noktaya: Evet, Metiner haklı, bu gerçeğe gözler kapatılsa da, son kertede NATO Türkiye’nin ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü açısından tehdittir. Ancak Metiner “Türkiye başka şansı olmadığı için NATO’da bulunmak zorunda” görüşünde ise büyük yanlış içerisindedir. Öyle ki bu yanlış, yazısındaki tüm doğruları götürecek önemdedir. 

Başka şans elbette var

Tersine, Türkiye’nin başka şansı var, Türkiye NATO’da olmak zorunda değil. Hele de 38 maddeli sonuç bildirgesinden sonra NATO’da olmak Türkiye için artık daha büyük bir yüktür. Çünkü NATO’nun Washington’daki bu son zirvesinden çıkan temel sonuç şudur: ABD, NATO’daki müttefiklerini Rusya ve Çin’e karşı cepheye sürmeye çalışıyor. 

“Başka şansı olmadığı için NATO’da bulunmak zorunda” olduğunu iddia ettikleri Türkiye’nin ABD tarafından Rusya ve Çin’e karşı pozisyon almaya zorlanması, Ankara’nın intiharı olur!

II. Dünya Savaşı’nın ardından “başka şans yok” söylemiyle izlenen Atlantikçilik siyaseti dün de yanlıştı; çünkü Türkiye’nin “bağlantısızlık” gibi başka bir şansı vardı. “Başka şans yok, NATO’dan çıkamayız” söylemi bugün daha da yanlıştır; çünkü yine “bağlantısızlık” var, hele de “çok kutupluluk” şartlarında geniş manevra alanları var, “NATO’daki gibi fiilen egemenliğinizi devretmek zorunda kalmadan” siyasi ve ekonomik ortaklıklar kurabileceğiniz platformlar var, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) var, BRICS var, yükselen Asya var, bölgesel birlik olanakları var… 

Yeter ki “NATO göz bağı” çıkarılabilsin!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Temmuz 2024

, , , , , , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın