Posts Tagged Netanyahu
Davutoğlu’nun Golan Tepeleri dosyası
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 19/12/2024
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Suriye’deki işgali sürdürmeyi şöyle gerekçelendiriyor: “İsrail’in güvenliğini sağlayacak başka bir düzenleme bulunana kadar bu önemli noktada (Hermon Dağı’nda işgal edilen tampon bölge) kalmaya devam edeceğiz” (AA, 17.12.2024).
HTŞ lideri Colani ise “Suriye’nin İsrail’e saldırılar için kullanılmasına izin vermeyeceğiz” diyor ve ekliyor: “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı” (cumhuriyet.com.tr, 17.12.2024).
İsrail’in “güvenlik sorunu” yalanı
İsrail için “güvenlik sorunu”, saldırganlığın ve işgalin gerekçesi ve perdesidir. İsrail’in bir güvenlik sorunu yok, tersine İsrail’in komşularının güvenlik sorunu var. Çünkü İsrail saldıran, Filistin dahil komşuları ise savunan durumdadır.
İsrail’e karşı açılan savaşlar temelde bir savunma savaşıdır, çünkü ilk saldıran, işgal eden, yayılan, başkasının toprağına el koyan ve doymayan, sürekli genişleme peşinde olan İsrail’dir.
Dolayısıyla bu genişlemeye karşı son 70 yılda açılmış tüm savaşlar, gerçekte bir savunma savaşıdır. Arap-İsrail savaşları da, Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları da, Hamas’ın Aksa Tufanı da, Husilerin eylemleri de, İran’ın füze saldırısı da özü itibariyle son tahlilde “savunma” düzlemindedir.
Davutoğlu’nun gri propagandası
İsrail hep saldıran taraftır. Şimdi de 1967’den beri işgal ettiği Suriye toprağı Golan Tepeleri üzerinden genişlemeye uğraşıyor. Bu sonuca yol açanlar ise tarihsel kabahatlerini örtmek için “Esad-İsrail işbirliği” propagandasına soyunuyorlar. Örneğin Ahmet Davutoğlu “baba Esad ve oğul Esad İsrail’e tek kurşun atmadı” diyor. Sanırsın Davutoğlu, başbakanlığı döneminde Filistin davası için İsrail’i füze yağmuruna tutmuştu!
Siyasal İslamcıların benzer tutumu, İran konusunda da var. Anımsayın, İran’ın İsrail’e füze saldırısını “danışıklı dövüş” diye damgalamaya çalıştılar.
Oysa “Suriye İsrail’e tek kurşun atmadı” ve “İran’ın İsrail’e saldırısı göstermeliktir” türünden siyasi açıklamalar, hem “peki sen naptın” sorusunu doğuracaktır ama hem de doğru değildir.
HTŞ lideri Colani’nin ”İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı” açıklaması bile tek başına bu iddianın doğru olmadığını ortaya koymaya yetmektedir. Çünkü İsrail’e tek kurşun atmadığı iddia edilen Esad’ın yönettiği Suriye, İsrail’e karşı direniş cephesinin tam göbeğiydi. Öyle olduğu için de ABD ve İsrail, Esad yönetimini yıkmak ve Suriye’yi parçalamak istiyordu.
Obama’nın üç talebi
Öte yandan Davutoğlu bugün bir “Esad-İsrail işbirliği” propagandası yaparken, en hafifinden tarihe karşı yalan söylemektedir. Çünkü Esad’dan Golan Tepelerini vererek İsrail’le işbirliği yapmasını isteyen bizzat kendisidir!
Davutoğlu’nun İsrail’le işbirliği tavsiye ettiğini, kendisiyle görüşen CHP heyetine bizzat Esad açıkladı. Heyetteki eski Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz’ın 2012’den itibaren çeşitli gazetelerde yer alan aktarımına göre Esad şöyle dedi: “Davutoğlu ile yaklaşık 1.5-2 saat görüşmemiz oldu. Bu görüşmemizde bana söylediği tek şek ‘Obama şunu istiyor, Obama bunu istiyor’ oldu. Yani Obama’nın talepleriyle yanıma geldi.”
Peki neler miydi ABD Başkanı Barrack Obama’nın talepleri? Eryılmaz aracılığıyla Esad’dan dinleyelim: “1) Suriye, Golan Tepelerindeki haklarından vazgeçecek. 2) Suriye, Hizbullah’a verdiği desteği geri çekecek. 3) Suriye, İran’la kurduğu stratejik ittifaktan tek taraflı olarak geri çekilecek.”
Ya karşılığında ne vaat ediyor Obama’nın taleplerini Esad’a getiren Davutoğlu? Esad şöyle anlatıyor: “Eğer bunları kabul edersem beni Arapların lideri yapacaklarını söyledi.”
Özetle dün ABD Başkanı Obama’nın talebi olarak Beşar Esad’a “Golan Tepelerini ver, İsrail’le anlaş” diyen Ahmet Davutoğlu, bugün Esad’ı “İsrail’e tek kurşun atmamakla” suçlamaya kalkıyor. Çünkü Erdoğan’a ve AKP’ye dönmek istiyor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Aralık 2024
İsrail’in Suriye’deki beş hededi
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 17/12/2024
Türkiye destekli HTŞ-SMO gruplarının 27 Kasım’da Halep’ten başlattığı Esad’ı devirme operasyonunun, sonuçları itibariyle en önemli kazananlarından biri İsrail oldu.
Esad’ın olmadığı bir Suriye, haliyle Netanyahu’nun yeni oyun alanı olacaktı. Şimdi bu acı gerçeği gizlemek için gri propagandaya başladılar. Esad ile İsrail’in gizli işbirliği yaptığını iddia ediyorlar, Esad’ın Gazze’ye destek için neden İsrail’e hiç saldırmadığını sorguluyorlar; 13 yıldır Esad’ı saldırı altında tutanlar kendileri değilmiş gibi…
Esad’a karşı Colani-Netanyahu işbirliği
Gerçek şu: İsrail ile Türkiye destekli HTŞ-SMO grupları fiilen Esad’a karşı dört şekilde ortaklık kurdular.
1) HTŞ-SMO gruplarının İdlib merkezli yarattığı istikrarsızlık, İsrail’in Suriye’yi havadan vurmasını; İsrail’in havadan Suriye’yi vurması da HTŞ-SMO’nun karadan ilerlemesini kolaylaştırdı.
2) Diğer yandan İsrail’in Lübnan’ı vurması da HTŞ-SMO’ya alan açtı. Hizbullah İsrail saldırıları nedeniyle Lübnan’a çekilince, HTŞ-SMO’nun Halep’i düşürmesi kolaylaştı.
3) Ayrıca İsrail’in Suriye’deki İran destekli gruplara düzenlediği hava saldırıları da, HTŞ-SMO’nun 27 Kasım’da Halep’ten başlayıp, 8 Aralık’ta Şam’a ulaşmasını kolaylaştırdı.
4) İsrail, Şam düştükten sonra bile Şam’dan Lazkiye’ye uzanan hat üzerinde Suriye’ye hava operasyonlarını sürdürdü; askeri tesisleri, silah depolarını, savunma ünitelerini vurdu. Böylece BAAS ve Suriye Ordusu içinden grupların HTŞ’ye karşı olası bir direnişini de fiilen önlemiş oldu.
Colani’nin İsrail’e vaadi
Nitekim terör örgütü HTŞ’nin lideri Colani 8 Aralık’tan bu yana iki tarafla çatışmasızlık ilan ediyor: İsrail ve PYD.
Başından beri Tel Aviv’i rahatlatan açıklamalar yapan Colani, İsrail’in güneyden Suriye’deki işgalini artırması ve Şam’a yaklaşması karşısında bile çatışmasızlıkta ısrar ediyor.
Colani son olarak The Times’a verdiği röportajda, yine “İsrail ile savaş istemiyoruz” dedi. Dahası Colani İsrail Başbakanı Netanyahu’yu rahatlatacak vaatte bulundu: “Hizbullah ve İran’ın varlığı gerekçesi ortadan kalktı. Suriye’nin İsrail’e saldırılar için kullanılmasına izin vermeyeceği.” (cumhuriyet.com.tr, 17.12.2024)
Colani bunları söylerken, Colani’yi destekleyenler “Esad-İsrail işbirliği” iddiası ile tabloyu perdelemeye çalışıyor!
İsrail’in Suriye’de genişleme planı
İsrail Başbakanı Netanyahu, açık açık “Esad’ın İsrail sayesinde devrildiğini” belirtti ve sahadaki fiili işbirliğine dayanarak güneyden Suriye’yi işgal etmeye başladı.
Peki İsrail’in Suriye’deki hedefleri neler?
1) İsrail toprak kazanmaya çalışıyor: İsrail ordusu, 1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri üzerinden başlayarak, silahtan arındırılmış bölgeyi ele geçirip, adım adım kuzeye doğru toprak genişletti. Şam’a 15 km’ye kadar geldi.
Netanyahu hükümeti bu amaçla Suriye’de genişlemeyi esas alan bir planı onayladı. Plan özetle Golan’daki İsrail nüfusunu iki katına çıkartma hedefli bir ekonomik paketin hayata geçirilmesini içeriyor. 11 milyon dolarlık bütçeyle hızla bir “öğrenci köyünün” kurulması ve Golan’a yeni yerleştirileceklere destek sağlanması hedefleniyor (cumhuriyet.com.tr, 16.12.2024)
İsrail’in “federal Suriye” hedefi
2) İsrail, Lübnan’ı kuşatmak istiyor: İsrail, Suriye topraklarında genişleyerek, Lübnan’a doğusundan da baskı uygulamaya ve sınırını artırarak bu ülkeyi kuşatmaya çalışıyor.
3) İsrail Dürzi kartı oluşturmaya çalışıyor: İsrail, Lübnan’ı baskılarken, Dürzi azınlık için de bir hamilik kazanmaya çalışıyor. Lübnan ve Suriye’deki Dürziler üzerinden, Şam ve Beyrut’u sürekli baskı altında tutmayı hedefliyor.
4) İsrail’in “Kürt devleti” hedefi: İsrail, Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD kontrolünde bir Kürt devleti kurulmasını savunuyor.
Bu zaten ABD-İsrail’in uzun yıllara dayanan “israil’in güvenliğini sağlama” stratejisiydi. ABD, Ortadoğu’da bir Kürt devleti üzerinden 1) bölgede Araplara karşı bir Kürt-Yahudi ittifakı oluşturmayı, 2) Türk, Arap ve Fars coğrafyası içinde Kürtleri paratoner yaparak İsrail’in üzerindeki baskıyı azaltmayı amaçlıyor.
5) İsrail, “federal Suriye” istiyor: İsrail devleti, üniter bir Suriye’yi değil, federal bir Suriye’yi istiyordu en başından beri. BAAS ve Esad yönetimi ise üniterliğin, Suriye’nin birliğinin teminatıydı. Esad’ın yıkılmasıyla Tel Aviv’in arzuladığı zemin oluştu. Şimdi İsrail, güneyden Suriye’yi işgal ederek, Dürzilere bölge vaat ederek ve kuzeydoğudaki PYD devletini savunarak, Şam üzerinde “federal Suriye” baskısı kurmaya çalışıyor.
Astana yerine Akabe süreci
Başından beri ısrarla vurguladık: Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasal birliği, Türkiye başta komşularının da toprak bütünlüğü ile siyasal birliğinin teminatıdır. Suriye parçalanırsa, bundan Türkiye de olumsuz etkilenir. Dolayısıyla Türkiye’nin, Suriye’nin siyasal birliğin teminatı durumundaki BAAS rejimini yıkmaya çalışması, aslında sonuçları itibariyle kendi ayağına sıkmasıydı. Bu nedenle 27 Kasım’da başlayan harekatın, Türkiye’yi bir tuzağa düşüreceği uyarısında bulunduk hep.
İşte, İsrail BAAS rejiminin yıkılmasını fırsata çevirerek Suriye’yi adım adım parçalıyor. Bu parçalanmadan parça kapmaya çalışmak stratejik hata olacaktır. Tersine Ankara’nın parçalanmaya karşı tutum alması gerekir. Ama nasıl ve kimlerle?
Ne yazık ki Türkiye, Astana ortaklarıyla ters düşerek bu olasılığı da zayıflattı. Akabe süreci, Astana sürecinin yerini almaya çalışıyor. Türkiye, Rusya ve İran ortaklığı yerine, Akabe’de Arap, Türk, ABD ve AB inisiyatifi geliştirilmeye çalışılıyor.
Kısacası, estirilen zafer havasının üstünde, fırtınalı bir iklim var…
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
17 Aralık 2024
G20’nin dönüşümü
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 23/11/2024
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu hakkında tutuklama emri yayınladı. ABD yönetimi, UCM’nin bu kararını engellemek için aylardır mahkemeye ağır baskı uyguluyordu.
UCM’nin bu kararı, elbette pek çok yönüyle incelenecektir ve tartışılacaktır. Ancak ben bugün meseleye, uluslararası kurumların dönüşümü açısından bakmak istiyorum.
Dolayısıyla soru şu: UCM ABD’nin ağır baskısına rağmen bu kararı nasıl alabildi? Yanıtı hukukun bağımsızlığı, üstünlüğü gibi kavramlarda değil elbette. Yanıt, dünyanın değişmesiyle ilgili. Küresel Güney’in ekonomik ve siyasi etkisi arttıkça, Atlantik’in uluslararası kurumlar üzerindeki hegemonyası zayıflıyor. Somutlarsak, Çin güçlendikçe ABD’nin uluslararası kurumlar üzerinde etkisi dengeleniyor.
Sonuç bildirgesinde Küresel Güney etkisi
Bu dengenin görüldüğü uluslararası platformlardan biri de G20’ydi. 2022 ve 2023’teki zirveler o dengeyi yansıtmıştı. Bu yıl 18-19 Kasım 2024’te Brezilya’ın Rio de Janerio kentinde düzenlenen G20 zirvesi ise artık ağırlığın Küresel Güney lehine değişmeye başladığını ortaya koydu.
“Adil Bir Dünya ve Sürdürülebilir Bir Gezegen İnşa Etmek” temalı G20 Zirvesi’nin 85 maddelik sonuç bildirgesinde dikkat çeken sonuçlar şunlardı:
1) Ukrayna konusunda “kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışı destekleyen tüm ilgili ve yapıcı girişimlere” destek açıklandı.
2) Gazze’de kapsamlı bir ateşkes çağrısı yapıldı. Ayrıca Filistin’de “felaket yaratan insani durumla ilgili derin endişe” açıklandı.
3) “Güvenlik Konseyi’nin 21. yüzyılın gerekliliklerini ve gerçeklerini karşılayan, daha temsili, kapsayıcı, verimli, etkili, demokratik ve sorumlu ve aynı zamanda tüm BM üyeleri için daha şeffaf hale getiren bir reformu destekliyoruz” denilen bildirgede, Afrika, Asya-Pasifik, Latin Amerika ve Karayipler’den temsilin arttırılması için “Güvenlik Konseyi’nin genişletilmesi çağrısında” bulunuldu.
Küresel Güney’in G20’deki diğer etkileri de şunlardı: Afrika Birliği G20’ye tam üye olarak katıldı, Arap Birliği liderleri ve BRICS Yeni Kalkınma Bankası Başkanı zirveye davet edildi.
Almanya’nın G20’deki üç hoşnutsuzluğu
Bu tür metinler, içeriğinde ne olduğu kadar neler olmadığı bakımından da çok önemlidir. Bu nedenle Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un bildirgeyi yorumlaması çok şey anlatıyor. Scholz’un sonuç bildirgesi hakkında sıraladığı şu üç memnuniyetsizlik, G20’nin artık Atlantik’in kararlarını dikte ettiği bir platform olmaktan çıktığını ortaya koyuyor.
1) Scholz G20’nin Rusya’yı açıkça suçlamamasından rahatsız: “G20’nin Ukrayna’daki savaştan Rusya’nın sorumlu olduğunu açıkça ifade edecek kelimeleri bulamaması çok yavan.”
2) Scholz, G20 sonuç bildirgesinin “İsrail’in kendini savunma hakkına işaret etmemesinden rahatsız: “Hamas, Hizbullah ve İran’dan gelen tehditler karşısında İsrail’in kendini savunma hakkına değinilmemesinden üzüntü duyuyorum.”
3) Scholz ayrıca bildirgede çatışmanın yayılmasından Hamas’ın sorumlu tutulmamasından da memnun olmadığını belirtti (Harici, 20.11.2024).
Süper zenginlere küresel vergi
En önemsediğim konuyu ise sona bıraktım: Ev sahibi Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva, G20 Zirvesi’nde ”süper zenginlere küresel vergi uygulanmasını” önerdi.
Lula da Silva, dünyada 3.300 milyarderin bulunduğunu, bu kişilerin bulundukları ülkedeki servetlerinin sadece yüzde 2’sini küresel vergi olarak ödemesi durumunda, yoksulluk, açlık ve iklim değişikliğiyle mücadele projelerinin kaynak sorununun çözüleceğini belirtti.
Süper zenginlerin servetine vergi konusunun G20’de konuşulmuş olması kritik önemdedir ve etkilerini önümüzdeki yıllarda daha iyi göreceğiz.
Sonuç olarak; Küresel Güney’in ağırlığıyla çok kutuplu bir dünyanın inşası, süreç inişli ve çıkışlı olsa da, adım adım daha adil ve eşit bir uluslararası ilişkiler düzenine ilerliyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
23 Kasım 2024
İsrail’in İran’a saldırısının analizi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 28/10/2024
İsrail, üç dalga halinde 100’den fazla uçakla İran’daki 20 hedefi vurduğunu açıkladı. İran ise 100’den fazla uçağın ve 20 hedefin doğru olmadığını, 3 tesisin hedef alındığını ve 4 askerin öldüğünü açıkladı.
Bu resmi açıklamalar doğruysa, yani İsrail 100’den fazla uçakla saldırdıysa ve sonuç bu olduysa, ortada Tel Aviv için tam bir başarısızlık vardır. Nitekim Batı basınının yayınladığı görüntüler bile, İran’da ciddi bir hasarın olmadığını gösteriyor.
Soru işaretleri
Öte yandan İsrail’in açıkladığı çapta bir saldırı yapmış olması da pek olası görünmüyor. İsrail ile vurulan hedefler arasındaki mesafenin ortalama 1500 km olduğu, bu mesafe için uçaklara havada yakıt ikmali gerektiği ve saldırının 02.15 ile 06.30 saatleri arasında yapıldığı göz önüne alınırsa, Tel Aviv’in açıklamasının propagandadan ibaret olduğu anlaşılır.
Bu mesafeden saldırı yerine, ABD olanakları kullanılarak daha kısa bir mesafeden ve daha az uçakla saldırının düzenlenmiş olması, daha olası. ABD’nin olanakları ise bölgedeki üsleri de olabilir, Körfez yakınındaki uçak gemisi de…
İran Genelkurmay Başkanlığı, saldırının, “İran’a 100 km uzaklıktaki ABD kontrolündeki Irak bölgesinin kullanılarak” yapıldığını açıkladı. İsrail topraklarından Kuzey Irak’a uçuş için de yine hava sahası problemi başta problemler var. Dolayısıyla o bölgeye az sayıda uçak ya da pilot, daha geniş bir zamanda taşınmış da olabilir!
Pentagon sızıntısının anlamı
ABD, İsrail saldırısının nükleer ve petrol tesislerini kapsamamasını önemle istedi. Zira bu küresel ekonomiye de çok olumsuz etkileyecek bir tetikleme yapabilirdi.
İsrail ve İran’ın açıklamaları, hedef alınan yerlerin askeri tesisler olduğunu ortaya koyuyor. Buradan hareketle İsrail’in, ABD’nin çizdiği sınırlar içinde kalarak İran’a saldırabildiğini söyleyebiliriz.
Ancak bu sınırların da öyle kolayca kabul edilmediği anlaşılıyor. O noktada Washington ile ya da en azından Washington’daki bir kanat ile Tel Aviv arasında ciddi bir mücadele yaşandığı anlaşılıyor. Pentagon’dan sızdırılan İsrail’in kısmi saldırı planlarının, o mücadelenin bir yansıması ve Netanyahu hükümetine “çizilen sınırlar içinde kalması” için bir mesaj olduğu anlaşılıyor.
İsrail Ordu Radyosunun haberi
Öte yandan o zemindeki mücadelenin de bitmediği, sürdüğü görülüyor. İsrail’in İran’a saldırısından 24 saat sonra, İsrail Ordu Radyosu’nun yaptığı çu haber önemli: “ABD İran’a saldırmadı ama ABD Merkez Hava Kuvvetleri Komutanlığı uçaklarından oluşan bir filo, olası bir durumda, İsrailli pilotları kurtarmak için hazırlık yaptı.”
Kuşkusuz bu habere, İsrail’in kendisini zayıf gösteren bir açıklama olarak şaşırabiliriz. Ama amacın başka olduğu, Pentagon sızıntısına yanıt olduğu düşünülmelidir. Çünkü aslında bu haberle, İran’a ve dünyaya “ABD de işin içinde” denilmiş oluyor! Nitekim İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi, İsrail’in İran’a saldırısına, ABD’nin de katıldığını savundu.
Danışıklı dövüş değil kontrollü sınama
Saldırının çizilen sınır içinde yapılması, hatta üçüncü taraflarca İran’ın önden bilgilendirilmiş olabileceği gibi konular üzerinden, meseleyi “danışıklı dövüş” diye nitelemek doğru değil.
Zira şartlar uygun olsa, İsrail ABD’den, ABD de İsrail’den çok İran’ı vurmak ister, istiyor. Ama ABD’nin Irak’ı 2003’te vurduğu şartlar artık yok. ABD’nin “ya bendensiniz ya düşmanımsınız” diye meydan okuyabildiği bir dünya da artık yok. O nedenle taraflar kontrollü bir şekilde birbirlerini sınıyor.
İran’ın şimdi yeniden İsrail’e yanıt verip vermeyeceği de yine bu “kontrollü sınama” çerçevesinde belirlenecektir. Yani İran’ın İsrail’e yanıt verip vermeyeceği, İsrail’in yeniden ateşkes görüşmelerine dönüp dönmeyeceğine ve Lübnan’a saldırıyı sürdürüp sürdürmeyeceğine bağlı olacaktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
28 Ekim 2024
İsrail BM’ye düşman
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 15/10/2024
İsrail, Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü’nü (UNIFIL) bir kaç kez hedef alan saldırılarıyla, artık BM’ye açıkça düşmanlık yürüttüğünü ortaya koydu.
Zira İsrail, geçen günlerde de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen adam” ilan ederek, tüm dünya ülkelerinin çatı örgütünü karşısına almıştı.
İsrail öncesinde de Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nı (UNRWA) defalarca hedef alarak diplomatları öldürmüştü.
Barış Gücü’nün görevi
BM Lübnan Geçici Barış Gücü’nün (UNIFIL) kuruşulu 1978’e dayanıyor. UNIFIL, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 425 ve 426 sayılı kararlarıyla uluslararası hukuka göre görev yapıyor. UNIFIL’ın görevi, 2006’da alınan 1701 sayılı kararla güçlendirildi.
46 ülkeden ve 10 binden fazla askerin görev yaptığı UNIFIL, kurulduğu yıldan itibaren görev süresi düzenli yenilenen bir “barış koruma misyonu”dur. Lübnan ile İsrail arasında “Mavi Hat” olarak bilinen sınır boyunca müdahale gücü olarak hareket etme yetkisine sahiptir.
Üssü işgal etti, ana girişi ve gözlem kulesini vurdu
İsrail ordusu, 10 Ekim’de UNIFIL’ın bir gözlem kulesini hedef almıştı ve iki barış gücü askeri yaralanmıştı.
İsrail ordusu ertesin gün de, 11 Ekim’de, Lübnan’ın güneyindeki Ras Nakura bölgesindeki UNIFIL komuta merkezinin ana girişini top mermisiyle hedef aldı. İsrail ordusu aynı gün, UNIFIL’ın bir gözlem kulesini de tankla vurdu. İsrail ordusu, Lübnan’ın güneyindeki Ramyah’da bulunan BM üssüne de zorla girdi. 45 dakika süren işgalde 15 barış gücü askeri yaralandı.
Bu saldırılar planlı bir şekilde yürütülüyor. Zira İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, saldırılardan önce BM Genel Sekreteri’ne seslenerek, “UNIFIL’ı çekmesini” istemişti.
İtalya’dan İsrail’e tepki
UNIFIL’da görev yapan en büyük ikinci grubu, İtalyan askerleri oluşturuyor. İtalya 7 Ekim’den bu yana hep İsrail’den yana tutum alıyordu. Ancak İsrail’in UNIFIL’a saldırması, Roma’nın da tutumunu değiştirmesine neden oldu.
İsrail, İtalya’dan askerlerini çekmesini isterken, İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto “İtalya ve BM, İsrail’den emir almaz” diyerek tepki gösterdi; İtalya Dışişleri Bakanı Antonio Tajani soruşturma başlatılmasını istedi, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni de “İsrail’in asker çekilmesi talebinin reddedildiğini” ilan etti.
İspanya-İrlanda’dan AB’ye çağrı
İsrail’in BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen adam” ilan etmesi üzerine 104 BM üyesi ülke ve Afrika Birliği, Guterres’e destek ve İsrail’e kınama mektubu yayımladı.
Mektupta Guterres’in “BM Şartı’nda belirtilen amaçlara ulaşılmasında hayati bir rol oynadığı” vurgulandı.
İsrail’i hedef alan bir diğer girişim de İspanya ve İrlanda’dan geldi. İki ülke, İsrail’in UNIFIL’a saldırması nedeniyle, AB-İsrail Ortaklık Anlaşması’nın sonlandırılmasını istedi. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, BM misyonunun Lübnan’dan çekilmeyeceğini belirterek, İsrail’i kınadı.
İspanya, Fransa’nın ardından İsrail’e silah sevkiyatının kesilmesini isteyen ikinci Avrupa ülkesi oldu. Yine İspanya, İrlanda ile birlikte geçen aylarda Filistin’i tanıma kararı alarak, Avrupa’da önemli bir süreci başlatmıştı; bu ikiliyi Norveç ve Slovenya izlemişti.
Veto kartı altında ezilen hukuk
İsrail’in BM’yi de karşısına alan bu saldırganlığı, kuşkusuz ABD’nin koruma kalkanı altında yapılıyor. İsrail, ABD’nin veto kartı sayesinde, BM’nin kararlarından korunuyor.
Diğer yandan İsrail, ABD silahlarıyla saldırıyor ve ABD savunma sistemleriyle korunuyor. Dolayısıyla tabloyu “ABD sponsorluğu yoksa, İsrail saldırganlığı da yoktur” diye özetleyebiliriz.
Ancak İsrail’in pervasızlığı, en sonunda ABD’ye de yük olacak. ABD zaten BM Genel Kurulu’ndaki oylamalarda artık İsrail’e destek verecek ülke bulamamakta, veto kartı sayesinde durumu idare etmektedir.
İsrail’in BM’ye saldırıları, BM’de reform tartışmalarını hızlandırabilir. Zira uluslararası hukukun ABD veto kartının altında ezilmesi, giderek Avrupa içinde de tepki topluyor. Ve giderek daha çok Avrupalı, ABD’nin Ukrayna ve İsrail yükünden şikayetçi oluyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
15 Ekim 2024
Erdoğan’ın Hamas-Hizbullah ayrımı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 30/09/2024
İsrail terör örgütü, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’den sonra Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ı da bir terörist saldırıyla öldürdü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hizbullah’ın H’sini ve Nasrallah’ın N’sini söylemeden, Lübnan’a başsağlığı diledi. Oysa daha birkaç hafta önce Haniye için yas ilan etmişti.
Erdoğan’ın ikisi de İsrail’e karşı direnen örgütler olan Hamas ve Hizbullah arasında neden bir ayrım yaptığı ortada: Hamas Sünni, Hizbullah Şii.
AKP’nin psikolojik savaşı
Erdoğan’daki bu tutum, haliyle Erdoğan cephesine de yayılıyor. Örneğin AKP’ye yakın A Haber’de Em. Albay Coşkun Başbuğ, Nasrallah’ın MOSSAD’a çalıştığını iddia edebiliyor, Hizbullah yöneticileri için “satılmış kadro” diyebiliyor.
Başbuğ’un gerekçesi ne peki? Hizbullah, Nasrallah ve komutanları sayesinde İsrail’i cehenneme çevirmiyormuş! Çünkü Hizbullah’ın attığı füzeler havai fişek gösterisinden ibaretmiş! O zaman neden öldürülmüşler peki? Kullanım süreleri dolmuşmuş!
Albay rütbesine gelmiş biri, hepsi bir yana, Nasrallah liderliğindeki Hizbullah’ın İsrail’i 2006’da nasıl yenilgiye uğrattığını bilmiyor olamaz. Tüm bu psikolojik savaş argümanları, Erdoğancılığı, yani Sünni Siyasal İslamcılığı savunabilmek için…
Unutmadan; bu cephenin bir kesimi de Nasrallah’ın ölümünü kutlayan İdlib’de besledikleri cihatçı örgütlerdir.
Mezhepçilik ve İran karşıtlığı
Erdoğan cephesi, TV ve gazeteleri ile aylardır İran karşıtlığı yapıyor. İran’ın neden İsrail’e savaş açmadığını, neden İsrail topraklarına sürekli füze fırlatmadığını sorguluyorlar.
Bunları sorgulayanlar, daha düne kadar İsrail’le ticareti bile savunanlar oysa! Çünkü meseleleri İsrail karşıtlığından çok, Sünni Siyasal İslamcı bakışla, Şii İran’a karşı pozisyon almak!
İsrail’e mühimmat taşıyan ABD askeri uçaklarının İncirlik’i kullanmasına itiraz etmezler, İsrail’e istihbrat sağlayan Kürecik Radarı’nın kapatılmasını istemezler, İsrail’e destek için Doğu Akdeniz’e gelen ABD savaş gemisiyle tatbikat yapılmasına itiraz etmezler , İsrail’e destek için İzmir’e demirleyen ABD savaş gemisine karşı ses çıkarmazlar ama İran İsrail’i vurmuyor diye şikayet eder, Nasrallah’ı MOSSAD ajanı olmakla suçlamaya kalkarlar. ABD ve İsrail’e karşı mücadele diye de zincir kahve dükkanlarını basıp insanların elindeki kahveyi dökerler.
Kısacası kahve dükkanlarındaki antisiyonist, gazete manşetlerindeki antiemperyalist maskeleri İncirlik ve Kürecik tesislerine kadardır; orada ABD’nin müttefiki olurlar!
İsrail ABD-İran savaşı istiyor
İsrail, ABD’yi İran’a saldırtabilmek için uğraşıyor. İran’ı önce diplomatik temsilciliğini vurarak, ardından misafiri Haniye’yi öldürerek tahrik etti. Netanyahu’nun amacı ortada: İran saldıracak, ABD İsrail’i korumak zorunda kalacak ve ABD-İran savaşı çıkacak. Tahran bu tuzağa düşmemek için ölçülü yanıt verdi.
Netanyahu bu hedefe ulaşmak için şimdi de Hizbullah’a saldırıyor. Önce Hizbullah komutanlarının çağrı cihazlarını patlattı, ardından Nasrallah’ı öldürdü. Netanyahu’nun amacı yine aynı: Hizbullah ve İran saldıracak, ABD İsrail’i korumak zorunda kalacak ve ABD-İran savaşı çıkacak.
Bunu herkes görüyor ama Sünni Siyasal İslamcı iktidar, “İran neden İsrail’i vurmuyor” diye şikayet ediyor. Netanyahu’dan sonra İran’ın saldırmasını en çok isteyen kesim durumundalar.
Ölmeyi göze alanlar kazanır
Bölgesel savaş riskini görenler için tablo net. Örneğin Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “İsrail’in İran ve Hizbullah’ı tahrik etmeye çalıştığını”, “İran’ın sorumlu bir davranış sergilemeye devam ettiğini”, “bunun gerekli olduğunu ve kayda geçmesi gerektiğini” belirtiyor.
ABD-İsrail-İngiltere cephesine karşı mücadele uzun soluklu ve inişli çıkışlıdır. Kimse Haniye ve Nasrallah suikastlarıyla aldanmasın: Ölmeyi göze alanlar, öldürenleri en sonunda hep yener!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Eylül 2024
Bölgesel savaş riski
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 06/08/2024
İran 7 Ekim’den beri savaşın bölgeselleşmesine karşı ölçülü hareket ediyor. İsrail Suriye’deki diplomatik temsilciliğini vurduğunda da yine savaşı bölgeslleştirmeyecek ama İsrail’in dokunulşmazlığını delecek şekilde “ölçülü bir yanıt” vermişti.
İsrail’in Hamas lideri İsmail Haniye’yi Tahran’da öldürmesi, yine İran’ı yanıt vermeye zorlamaktadır. Üstelik bu kez misafirine suikast düzenlenmesi, sorumluluğu nedeniyle İran’ı daha da öfkelendirmiş durumda.
Yetkililerin açıklamalarından, İran’ın savaşı bölgeselleştirmeyecek ama İsrail’i caydırmakta çok daha etkili olacak bir yanıt vereceği anlaşılıyor.
ABD’nin ikiyüzlü tutumu
Dünya ise diken üstünde. Savaşın bölgeselleştirilmesine İsrail dışında herkes karşı.
ABD merkezli Batı, savaşın bölgeselleşmemesi için İran’dan yanıt vermemesini istiyor hatta ABD, yanıt halinde İsrail’e yardım edeceğini ilan ediyor.
İşte savaşın bölgeselleşme riskini artıran da bu yaklaşımdır. Savaşın bölgeselleşmesine karşı görünen ama bir tarafın saldırılarına sponsor olup, gelecek yanıtlara siper olan bu tutum, savaşın bölgeselleşme riskini asıl artıran tutumdur.
Bölgesel bir savaştan doğrudan etkilenecek bölge ülkelerinin “bölgesel savaş riski”ne karşı tutum alması elbette doğrudur ve de hakkıdır. Ama ABD’nin hem İsrail’in Gazze’de soykırım yapmasına sponsor olması, hem İsrail’in bölgede terör ve suikast düzenlemesine gerçekten karşı çıkmaması ama hem de yanıt hakkına karşı tutum açıklaması, ikiyüzlülüktür ve bölgesel savaş riskini artıran asıl etkendir.
Netanyahu’nun pervasızlığının nedeni
ABD silah desteği vermese, ABD istihbarat desteği vermese, hatta ABD bölgedeki üsleri ve Doğu Akdeniz’deki gemileri aracılığıyla İsrail’i korumasa, İsrail bu kadar pervasız bir şekilde işgali, soykırımı ve bölgesel terörü sürdüremeyecek.
Dolayısıyla bugün İsrail’i Gazze’de ateşkese mecbur edebilecek asıl kuvvet de savaşın bölgeselleşme riskini frenleyebilecek asıl aktör de ABD’dir.
ABD Başkanı Joe Biden’ın ateşkes isteğine rağmen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun yeni şartlar ileri sürerek Washington’u olayılıyor oluşu, “İsrail’in ABD’ye bile kafa tutacak güçte olduğu” şeklinde yorumlanıyor. Ancak Netanyahu’nun pervasızlığı ve ABD’yi biraz da seçim sürecinden yararlanarak kullanıyor oluşu İsrail’in gücünden değil, ABD’nin çıkarları gereği İsrail’e biçtiği rolden kaynaklanmaktadır. Yani İsrail güçlü olduğu için değil, ileri karakolu olduğu için ABD tarafından her durumda korunmaktadır. Netanyahu da bunu bildiği için, pervasızca saldırganlığını sürdürmektedir.
Çabaları birleştirmek
İsrail’e soykırım, terör ve suikast sponsorluğu yapanların İran’a “yanıt verme” demesinin hiçbir anlamı ve değeri yok. Savaşı bölgeselleştirme riskini ortadan kaldırmak istiyorlarsa İran’a değil İsrail’e mesaj vermeleri gerekiyor. Mesajdan öte “seni korumayacağız” demeleri gerekiyor ki İsrail saldırganlığını sonlandırsın. Bunu yapmadıkları müddetçe de “bölgesel savaşa karşıyız” açıklamalarının hiçbir anlamı yok.
Peki bu durumda İsrail saldırganlığı durdurulamaz mı? Elbette bir yol daha var. Filistin için büyük çaba sarfeden, her biri ayrı kulvarlarda Filistin için hareket eden ülkelerin çabalarını birleştirebilmeleri.
Çin 14 Filistin örgütünü Beijing’de biraraya getirerek birlik oluşturmaları ve bir ulusal mutabakat hükümeti kurabilmeleri için uzlaştırdı.
Güney Afrika, İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırımla yargılatıyor.
Kolombiya başta kimi ülkeler İsrail’le diplomatik ve ticari ilişkileri kestiler.
İşte tüm bu çabaların birleştirilmesi gerekir. Ancak…
İsrail’i durdurmak ABD’ye pozisyon almaktan geçiyor
Dikkat edilirse İsrail’e karşı etkili eylem yapan bu ülkelerin hiçbiri bölge ülkesi değil. İşte asıl problem de bu. Bölge ülkeleri bu ülkeler kadar aktif tutum alamıyorlar, almıyorlar. Bunun birçok nedeni var ve dahası Filistin meselesinin bunca yıldır çözülememiş olması da bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü bölge ülkelerinin önemli bir kısmı Amerikancı, topraklarından ABD üsleri var. Hem Amerikancı olup hem de İsrail’e karşı işe yarar tutum alabilmek haliyle mümkün olmuyor! Bu nedenle bölge ülkeleri İsrail’e karşı en üst perdeden konuşur ama fiilen pek bir şey yapmazlar yıllardır…
Dolayısıyla bu tablonun değiştirilmesi gerekiyor. Bu tabloyu değiştirebilmek de elbette ABD’nin küresel ölçekte dengelenebilmesine bağlı. ABD başka büyük kuvvetler tarafından dengelenebildikçe, bölge ülkeleri de yukarıda özetlediğimiz bu dar çemberin dışına çıkabilecekler. Aslında çıkmaya başladıklarını da söyleyebiliriz. Çok kutupluluk inşası güçlendikçe, bölge ülkelerinin çok taraflı hareket ettiklerini son birkaç yıldır görebiliyoruz.
Ancak Gazze’de soykırıma uğrayan Filistinlilerin zamanı yok. O nedenle asıl bölge ülkelerinin risk alması gerekiyor; savaşın bölgeselleşmesi riskine karşı olanların, İsrail’i durdurmak için ABD’ye karşı net bir tutum alması gerekiyor.
ABD’nin bölgedeki üslerinden hareket kabiliyetini kısıtlamaya başlamak, petrol ve doğalgaz gücünü kullanmaya başlamak vb tutumlar ile Washington’un sponsorluğu durdurulabilir. Washington’un sponsorluğu olmazsa, Tel Aviv de durur.
Filistinlilerin lafa değil, bu türden eylemlere ihtiyacı var.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
6 Ağustos 2024
Küresel Güney’in dayattığı ateşkes
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 03/06/2024
ABD Başkanı Joe Biden, Gazze için üç aşamalı ateşkes planı açıkladı:
1. aşama 6 hafta (45 gün) sürecek. Bu aşamada İsrail askerleri Gazze’den çekilmeye başlayacak. Hamas yaşlı ve kadın rehineleri, İsrail de hapishanelerde tuttuğu Filistinlilerin bir bölümünü bırakacak. Gazze’ye insani yardım günlük 600 TIR seviyesine çıkarılacak. Filistinliler bu aşamada yaşadıkları bölgelere güvenli bir şekilde dönecekler. Asıl önemlisi, bu aşamada kalıcı ateşkes müzakereleri yapılacak. Müzakerelere bağlı olarak 6 haftalık süre artabilecek.
2. aşamaya geçildiğinde Hamas’ın elinde kalan tüm rehineler serbest bırakılacak. İsrail Gazze’den tamamen çekilmiş olacak.
3. aşamada ise ölen rehinelerin cenazeleri teslim edilecek ve Gazze’nin yeniden inşa sürecine başlanacak.
Ateşkes planının sahibi kim?
Planı ABD Başkanı Biden dünya kamuoyuna açıkladı ama “İsrail’in önerisi” diye sundu. İsrail Başbakanlık Ofisinden yapılan açıklamada ise plandan “Biden’ın önerisi” diye bahsedildi. İsrail Savaş Kabinesi üyesi Benny Gantz’ın anlaşmaya destek açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla ateşkes planı İsrail’in müzakere heyeti ile ABD’li görevliler tarafından hazırlandı. Nitekim Filistinli aktörler de plandan “ABD-İsrail önerisi” diye sözediyorlar.
İsrailli aktörler plan için ne diyor?
Biden’ın planı açıklamasından 1 saat sonra İsrail Başbakanlık Ofisi “İsrail’in şartları sağlanmadan kalıcı ateşkes mümkün değil” çıkışı yaptı ve o şartları sıraladı: “Hamas’ın askeri ve idari gücünün yok edilmesi, tüm rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’nin İsrail için artık bir tehdit oluşturmamasının sağlanması.”
Ancak İsrail Başbakanlık Ofisinin bu açıklaması Biden’ın açıkladığı planın reddinden ziyade, Netanyahu’nun savaş yanlısı koalisyon ortaklarını yatıştırma hamlesi gibi görünüyor.
Nitekim İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir anlaşmaya karşı çıktılar ve Netanyahu’ya “onaylanması durumunda hükümetin bir parçası olmayacaklarını” bildirdiler. İsrail Savaş Kabinesi üyesi Gantz ise anlaşmaya destek açıkladı.
Filistinli aktörler plan için ne diyor?
Hamas, ilk değerlendirmesinde ateşkes planını olumlu bulduğunu açıkladı.
Filistin Ulusal Girişim Hareketi Genel Sekreteri Mustafa el-Bergusi ise İsrail saldırganlığının başarısızlığına işaret etti: “Biden’ın açıkladığı İsrail-ABD önerisi, İsrail saldırganlığının etnik temizlik, direnişin kökünü kazıma, Gazze Şeridi üzerinde kontrol kurma ve rehineleri zorla kurtarma hedeflerinin başarısızlığının kabulünü temsil ediyor.”
ABD-İsrail ateşkese neden mecbur kaldı?
İşin ilginç yanı, ateşkes planı, Hamas’ın üç ay önce önerdiği ateşkes planına benziyor. Hamas’ın hazırladığı, Mısır ve Katar’ın ABD’ye sunduğu o plana Biden itiraz etmişti. Plan o gün onaylansa 10 bin kişinin hayatı kurtulmuş olacaktı!
ABD’yi üç ay sonra benzer ateşkes planını gündeme getirmeye yol açan ise kuşkusuz güçlü iç ve dış etkenlerdir.
İç etkenler: Kasım seçimi öncesinde ABD çapında Filistin’e destek gösterilerinin artmış olması, hatta üniversite eylemleri boyutuyla bunun Amerikan demokrasisini tartışmaya açmış olması.
Dış etkenler: ABD ve İsrail iyice yalnızlaşıyor. İsrail, Uluslararası Adalet Divanı’nda “soykırımcı” diye yargılanıyor, Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcılığı İsrail Başbakanı hakkında tutuklama talebinde bulunuyor, Filistin’e destek tasarıları BM üyelerinin çoğunluğu tarafından destekleniyor, Avrupa ülkeleri Filistin’i 1967 sınırlarıyla tanımaya başlıyor, Çin-Arap ortaklığı barış konferansı çağrısı yapıyor vb.
Özetle Küresel Güney ABD ve İsrail’i ateşkese mecbur bırakıyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Haziran 2024
Atlantik hukuku!
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 23/05/2024
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında tutuklama talebinde bulunması, İsrail kadar ABD’yi de zora soktu. Zira karar hem “Atlantik düzeni”nin ikiyüzlülüğünü resmediyor hem de o düzenin zayıfladığına işaret ediyor.
Nasıl mı? İnceleyelim:
Emperyalist-neofaşist ikili sıkıştı
UCM Başsavcısı Han’ın tutuklama talebinde bulunacağı bir süredir konuşuluyordu. Öyle ki 13 ABD senatörü yayınladığı bir mektupla UCM’yi “akrabalarınız dahil ABD’ye sokmayız” diye tehdit bile etmişti. Ancak tehditler sökmedi ve Başsavcı Han İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Hamas yöneticileri İsmail Haniye, Yahya Sinvar ve İbrahim el-Masri hakkında tutuklama talebinde bulundu. Talebi UCM yargıçları karara bağlayacak.
ABD-İsrail ikilisi tutuklama talebinin ardından kırmızı alarma geçti. Çünkü Güney Afrika’nın İsrail’i soykırımcı olmakla suçlayarak Uluslararası Adalet Divanında açtığı ve kabul edilen davadan sonra bir de Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısının İsrail Başbakanı için tutuklama kararı talep etmesi, emperyalist-neofaşist ikili ABD ile İsrail’i dünya kamuoyu nezdinde mahkum ediyor. İkili bu nedenle üç koldan harekete geçti:
Han’ı arayan devlet başkanı
1) CNN televizyonunda Christiane Amanpour’un sorularını yanıtlayan Başsavcı Han çok önemli bir konuyu ifşa etti: “Bir devlet başkanı benimle konuştu ve ‘çok iyi biliyorsunuz ki bu mahkeme Afrika ve Putin gibi haydutlar için kurulmuştur’ dedi.”
O devlet başkanının sözleri, “Atlantik hukuku”nun gerçekte ne olduğunu ortaya koymuş oldu. Emperyalist düzen bu mahkemeleri, rakiplerine, kendinden olmayanlara, hedef aldıklarına karşı kullanılacak bir platform olarak görüyor. (Aslında uzun yıllar böyle de kullanabildiler ama artık bu tür ters kararların çıkabiliyor olması, çok kutupluluğun sonucudur.)
ABD’den mahkemeye yaptırım tehdidi
2) Yukarıda belirtmiştik, Başsavcı Han tutuklama talebinde bulunmasın diye 13 ABD senatörü bir tehdit mektubu yazmıştı. Senatörler Han’ın tutuklama talebinden sonra da doğrudan yaptırım kararı çıkarmaya yöneldiler.
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesinde Cumhuriyetçilerin lideri olan Senatör James Risch, “UCM’nin bağımsız, meşru ve demokratik hukuk sistemine sahip ülkelerin işlerine burnunu soktuğunu” savunarak, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’den destek istedi. Blinken “partilerüstü bir zeminde sizlerle çalışmak istiyorum” diyerek destek sinyali verdi. 37 senatörün UCM’ye yaptırım içeren bir tasarıyı desteklediği belirtiliyor.
3) ABD-İsrail ikilisinin başvurduğu üçüncü yöntem ise dezenformasyon. Netanyahu, UCM Başsavcısı Han’ın tutuklama talebini “antisemitizm” olarak yaftalamaya çalıştı. 75 yıldır Nazilerin yaptığı soykırımın ve antisemitizmin rantını yiyen ve Filistinlilere karşı her kötülüklerini bu iki kavramın arkasına sığınarak yapan İsrail yönetimi, yine aynı yola başvurmuş oldu.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise UCM’nin kararının Gazze’de ateşkesi zorlatıracağını söyledi! Tam bir emperyalist aldatmaca: Sanırsınız tam ateşkes yapılıyordu da UCM bozdu! Sanırsınız 8 aydır yapılmayan anlaşmayı UCM baltaladı!
Filistin kazanıyor
Kaç kez yazdım: Bu savaşın sonucu atılan bomba ve ölen sayısıyla ölçülmez. Stratejik düzlemde Filistin kazanıyor, İsrail kaybediyor. İşte bunun son kanıtı da dün geldi: Norveç, İrlanda ve İspanya hükümetleri Filistin Devletini tanıma kararı aldılar. 28 Mayıs’ta yürürlüğe girecek bu karar, Filistin açısından çok büyük bir kazanım olacak, devamı da gelecek.
Çok kutupluluk ile “küresel yönetişim sisteminde başlayan reformlar” dünyayı ezilenlerden yana adım adım değiştiriyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
23 Mayıs 2024
ABD-İsrail-İran üçgeninde son durum
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 20/05/2024
İsrail kabinesi, şimdi de “ertesi gün” krizi yaşıyor.
İsrail Savaş Kabinesi üyesi Benny Gantz, Gazze konusunda 8 Haziran’a kadar bir planı onaylamaması halinde partisinin hükümetten çekileceğini açıkladı. Düzenlediği basın toplantısında Gazze konusunda bir dizi talepte bulunan Gantz’ın tutumu, İsrail basını tarafından “Gantz’dan Netanyahu’ya tehdit” diye yorumlandı.
Gantz aynı zamanda Gazze’nin idaresi konusunda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya karşı pozisyon alan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’a destek açıklamıştı. Gallant’ın tutumu ise İsrail basını tarafından “Netahyahu’ya meydan okuma” diye yorumlandı.
Netanyahu-Gallant çatışması
Gallant, 15 Mayıs’ta düzenlediği basın toplantısında, Gazze’de bir askeri yönetim kurulmasına karşı çıkmış, bunu kabul etmeyeceğini ilan etmişti. Gallant “Ordunun planı tartışmaya açılmadı, daha da kötüsü yerine hiçbir alternatif getirilmedi” diyerek de Netanyahu’yu sıkıştırmıştı.
Netanyahu ise Gallant’a verdiği yanıtta “Hamas var olduğu sürece başka hiçbir aktör Gazze’yi yönetemeyecek, kesinlikle Filistin yönetimi değil” dedi. Netanyahu, Gazze konusunda bir “ertesi gün” tartışmasının “anlamsız” olduğunu savundu.
E. Genelkurmay Başkanı’ndan Bakan’a yumruk
İsrail kabinesinde krizli hâl bunlarla sınırlı değil. İsrail’in ırkçı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ile Savaş Kabinesi üyesi ve eski Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot da karşı karşıya geldi; üstelik iddiaya göre Eisenkot bir de yumruk salladı!
Kabine toplantısında Eisenkot, hükümeti “stratejik karar almamakla” suçladı ve bazı öneriler sıraladı. Ben-Gvir ise “sizi yeterince dinledik General” diyerek araya girdi. Eski Genelkurmay Başkanı bunun üzerinde “sözlerimi kesmeyi bırak” diyerek tepki gösterdi ve bakanın “sınırlarını aşmamasını” istedi.
Ardından ikili arasında süren söz düellosu, eski Genelkurmay Başkanı Eisenkot’un Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’e “asker kaçağı” deyip, bir yumruk sallamasıyla iyice alevlendi.
Barak: Gazze savaşını kaybettik
Kabinedeki bu kriz ve üyeler arasındaki çatışma, elbette son tahlilde İsrail açısından işlerin iyi gitmemesi ile ilgilidir. Daha önce bu köşede bir kaç kez ifade ettim: Filistin kazanıyor, İsrail kaybediyor. Biliyorum, Gazze’deki yıkıma bakınca öyle görünmüyor ama strateji düzleminde gerçek budur.
Nitekim Eski Mossad Başkan Yardımcısı Ram Ben Barak da önceki gün benzer saptama yaptı: “Bu, hedefi olmayan bir savaş ve bunu açıkça kaybediyoruz. Uluslararası sahnede de kaybediyoruz. ABD ile ilişkilerimiz ciddi bozulmaya sahne oluyor. Gazze savaşını kaybettik ve İsrail ekonomisi çöküyor.”
Umman’da ABD-İran görüşmesi
Anımsayacaksınız, 7 Ekim’den sonra ABD bölgeye savaş gemileri gönderince, “ABD BOP’u tamamlayacak, İran’ı vuracak, Ortadoğu haritasını yeniden çizecek” yorumları yapılmış, ben de bu köşeden itiraz etmiştim. Tersine gemilerin saldırmak için değil, İsrail’i savunmak için geldiğini belirtmiştim.
Bu süreçte İran’ın İsrail’i ilk kez topraklarında vurması da dahil ABD-İsrail-İran üçgeninde pek çok karşılıklı vuruşma oldu. Ancak ABD son tahlilde hegemonyasındaki zayıflama nedeniyle meseleyi daha fazla tırmandırmaktan uzak duruyor.
Son durum mu? İsrail basınının yazdığına göre ABD ve İran heyetleri Umman’da gizli bir görüşme yaptılar. ABD heyetinde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk ile İran Özel Temsilci Yardımcısı Abram Paley buluyor.
Yani ABD İran’la gerilimi tırmandırmayı değil, krizi yatıştırmayı ve uzlaşı aramayı zorunlu olarak tercih ediyor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Mayıs 2024