Posts Tagged Celal Talabani

HALEPÇE DERSLERİ

Bugün bu coğrafyanın acılar tarihinde önemli bir yer tutan Halepçe Katliamının 25. yıldönümü…

16 Mart 1988’de Irak’ın Halepçe kasabasında 5 bin Kürt’ün uçaklardan atılan kimyasal gaz bombalarıyla öldürülmesinin üstünden çeyrek asır geçti. Ancak Halepçe’nin siyasi etkileri hâlâ sürüyor. Üstelik insani etkileri, sakat doğumlarla, kimsesizliklerle, kişisel anılarla her gün varlığını sürdürüyor…

HALEPÇE’DE NE OLDU?

Halepçe Katliamı, İran-Irak savaşının da dönüm noktasıydı. İki ülke bu katliamdan birkaç ay sonra ateşkes ilan etti. Ancak bu coğrafya yararına hâlâ dersler çıkarılmadığı görülüyor.

Gelin önce katliamı kısaca anımsayalım ve bugüne bir projeksiyon tutalım: İran günlerce Halepçe’yi top atışına tuttu. Ardından kendisini destekleyen Celal Talabani’ye bağlı peşmergelerle birlikte Halepçe’ye girdi. Halepçe sakinlerinin büyük bölümü Baas rejimine karşı olduğu için İran’ın işgalini sevinçle(!) karşıladı. Bunun üzerine Irak Halepçe’ye (emperyalist laboratuvarlarda üretilen) zehirli gaz bombaları attı. Katliamda İran askerleri de öldü. Ardından Irak, Halepçe’yi İran’ın elinden geri aldı.

KÜRTLER AÇISINDAN DERS

Kürtler bulundukları ülkeye bağlılık göstermeli ve rakip ülkenin çıkarlarına alet olmamalıdır.

Baas rejimine karşı olmak adına büyük bir savaşta diğer devleti desteklemek her şeyden önemlisi tarihe zor temizlenecek bir “ihanet” kimliği bırakır.

İran Kürtleri İran’ı, Irak Kürtleri Irak’ı, Suriye Kürtleri Suriye’yi ve Türkiye Kürtleri Türkiye’yi savunmalıdır!

Ve tüm Kürtler emperyalizme karşı bölgeyi savunmalı; bölgedeki iç çelişkilere karşı emperyalizme alet olmamalıdır.

IRAK AÇISINDAN DERS

Saddam Hüseyin’in ve Baas rejiminin 1991’de ve 2003’te ABD’ye yenilmesinin nedenlerinin başında kendi Kürtünü kaybetmesi gerçeği vardır.

Bu gerçek, Türkiye, İran ve Suriye için de alınacak tarihi bir derstir.

İRAN AÇISINDAN DERS

İran, Irak’la savaşında üstünlük sağlamak adına Kürtlerden yararlanmaya kalkmış ancak tarihe aynı durumla karşılaşma kozu vermiştir! Üstelik o koz artık bölge ülkeleri yerine emperyalist devlet ABD’nin elindedir. Washington’un İran’a karşı geliştirdiği “çözme planlarının” hepsinde, en başta İran Kürtlerinin isyana teşvik edilmesi vardır.

SURİYE AÇISINDAN DERS

İran gibi Suriye de geçmişte Kürt kartını kullanarak komşularına karşı üstünlük arayışına girmiştir. Ancak bu coğrafyada bir kartı kullanıma açmak, en sonunda daha büyük olan kuvvete yani ABD’ye yarar. Nitekim PKK, ABD’nin bölgedeki kartı haline gelmiştir.

Bağdat’ın tarihindeki Halepçe Katliamı ile Şam’ın ve hatta Ankara’nın tarihindeki kimi bastırma harekâtları bazı benzerlikler taşımaktadır. Bu üçünden çıkarılacak en önemli ders şudur: Yanlış yöntemle doğru iş yapılmaz! Ve o yanlışlık tarihe daha büyük yanlışlıkları taşır…

TÜRKİYE AÇISINDAN DERS

Dün İran’ın ve Suriye’nin yaptığını maalesef bugün Türkiye yapmaktadır: AKP Hükümeti Bağdat’a rağmen Erbil’le, yani alınmamış derslerin sonucunda ABD’nin yarattığı “özerk bir devletçikle” ilişki kurmaktadır.

Ayrıca İmralı zabıtlarında ortaya çıkmıştır ki, Erdoğan ile Öcalan’ın mutabakatında artık PKK’nin bölge ülkelerine karşı kullanılması da vardır.

BATI ASYA BİRLİĞİ

Geçen haftasonu Ankara’da yapılan “YeniNATO ve özelleştirilmiş savaş: Suriye örneği” isimli uluslararası sempozyumda Aydın Çubukçu anlattı. Bir toplantıda görüştüğü İranlı bir diplomat şöyle demiş: “Kürtler bu coğrafyada Türkiye’de, İran’da, Irak’ta, Suriye’de yaşıyor. Kürtler bu coğrafyada Türklerle, Farslarla ve Araplarla yaşıyor. Kürtler bu özellikleri nedeniyle son yüzyılın birlikte yaşama kültürüne en çok sahip olan halkıdır.”

Evet, gerçekten de Kürtlerin bu zorunlu durumu, onlara bu coğrafyada tarihi bir “yapıştırıcı” rolü vermiştir. Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam Kürtlerin bu özel durumunu bölge adına bir avantaja dönüştürme becerisi gösterdiği oranda emperyalizmi alt edecektir!

Dört başkentin oluşturacağı Batı Asya Birliği, Kürtlere, bulundukları ülkeleri bölmek pahasına peşinde oldukları “statüyü”, bu kez bölmeden getirecektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Mart 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

PARİS’TE İSTİHBARAT SAVAŞI

Fransa önceki gün Afrika ülkesi Mali’ye girdi. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, ülkesinin Nijerya ve Senegal’le birlikte Mali güvenlik güçlerinin yanında, Konna terör gruplarına karşı operasyon başlattığını açıkladı. Hollande operasyonun “gerektiği kadar” süreceğini açıkladı.

Fransa Mali’ye girerken, Başbakan Erdoğan da Gabon, Nijer ve Senegal’i kapsayan beş günlük Afrika ziyaretini tamamlıyor ve yurda dönüyordu. 300 işadamıyla yapılan ziyarette en dikkat çeken şey ise Başbakan Erdoğan’ın, Senegal’de köle ticaretini simgeleyen heykel için “Bunu Fransa’ya geri göndermek lazım” demesiydi.

Fransa’nın Mali’ye girdiği günün öncesindeki akşam ise Paris’te 3 PKK’li öldürüldü. PKK kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve Gençlik Hareketi üyesi Leyla Şaylemez (Söylemez), şifreyle girilebilen bir apartmandaki Kürt Enformasyon Bürosu’nda, susturuculu silah ya da silahlarla ikisi üçer, biri de dört kurşunla başlarından vurulmuştu.

Erdoğan ile Öcalan’ın ABD’nin Kürt Koridoru planı içinde müzakere yürüttüğü bir süreçte işlenen bu cinayet, tarafları karşı karşıya getirdi. AKP sözcüleri olayı “PKK içi infaz” diye nitelerken, BDP Eş Genel Başkanı Gülten Kışanak, birinci olağan şüphelinin AKP Hükümeti olduğunu söyledi. BDP’nin diğer Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a göre suikast aslında Öcalan’a yapılmıştı!

Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ise karşılıklı suçlamaların ardından yeni bir adres gösterdi: Dost ülkeler!

Peki, kimdi bu dost ülke ya da ülkeler? ABD? Almanya? Fransa? Akdoğan isim vermiyordu…

SAKİNE CANSIZ DEĞİL FİDAN DOĞAN!

Çetiner Çetin’in haberine göre Sakine Cansız, 1. ve 4. Oslo görüşmelerine katılmıştı. Hatta MİT, Hakan Fidan’ın Almanya’da tedavi gören Celal Talabani’yi ziyareti sırasında Cansız’la, bu yeni süreç öncesinde, Kasım ve Aralık aylarında iki kez Köln’de görüşmüştü. (Yeni Şafak, 12 Ocak 2013)

Yine iddialara göre Sakine Cansız, Öcalan’ın süreçle ilgili göndereceği dört mektuptan birinin de muhatabı olacaktı.

Ancak böylesi bir suikastın, üstelik izlenen bir büroda, Fransız istihbaratının bilgisi dışında işlenmesinin mümkün olmayacağı gerçeği, Sakine Cansız’dan ziyade Fidan Doğan üstünde durulmasını gerektiriyor. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın onu tanıdığını açıklaması oldukça anlamlı. Fidan Doğan’ın, PKK’nin Avrupa’daki en etkin “diplomatlarından” biri olduğu ve Fransa İçişleri Bakanı ile yakın ilişkisi olduğu da belirtiliyor.

Daha da ilginci, Sakine Cansız ile Leyla Şaylemez’in, Paris’e Fidan Doğan’ı alıp Almanya’ya götürmek üzere geldiği bilgisidir!

Ayrıca suikastın otopsi sonucuna göre 18:00 ile 18:30 arasında yapıldığı belirtilmekteyse de, ölenlerle telefon bağlantısının 6 saat önce, yani 12:00’de kesildiği, üstelik 11:30’da Almanya’ya bilet alındığı gibi olgular, olayı Fransa açısından sorunlu hale getirmektedir.

ABD SONRASI İÇİN MÜCADELE

Kuşkusuz bu tip istihbarat ilintili, örgüt içindeki çelişmelere dayanarak işlenen suikastlarda asıl adres sis perdesinin arkasındadır. Örneğin güçlü bir istihbarat örgütü, daha zayıf bir istihbarat örgütünün içindedir; o istihbarat örgütü içinde kendine bağlı bir klik vardır.

Bu genel doğruyu belirttikten sonra şu olgulara bakalım şimdide…

ABD’nin Asya-Pasifik merkezli bir strateji benimseyerek Kuzey Afrika’yı da kapsayan Büyük Ortadoğu’dan adım adım çekildiği bir süreçte, Türkiye ile Fransa’nın önce Libya’da, sonra da Suriye’de “birbirini dirsekleyerek” aynı cephede yer aldığını biliyoruz.

Eski bir Fransız Mandası olan Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmak isteyen Paris’le, ABD’nin Kürt Koridoru planından “Kerkük – Musul” petrolleri ile nemalanmak isteyen Ankara arasında bir çelişme olduğu da görülüyor. Özellikle Suriye muhalefetinin nasıl şekillendirileceği konularında dönem dönem bilek güreşi de yaşanmıştı.

Dolayısıyla Ankara ile Paris Ortadoğu’da çıkar çatışması içindedir. Bu çıkar çatışması, tarafları, “Öcalan’la müzakereyi” ve “PKK’ye desteği” birbirleri aleyhlerinde düğümlemeye itmektedir.

Tüm bunlar, kuşkusuz Paris’teki suikastı aydınlatmaz. Ama meseleye farklı bir bakış açısı sunar belki…

İzleri araştırmayı sürdüreceğiz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ocak 2013

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

‘KÜRT KORİDORU’ AÇILIMI

AKP’nin Yeni Kürt Açılımı’nın yine Kürt yurttaşlarımızla doğrudan bir ilgisi yok. Erdoğan bir yandan Washington’un verdiği esas görev için, bir yandan da Türk tipi Başkanlık sistemi öncesi ayağına dolanacak en önemli konu olduğu için yeniden Kürt Açılımı başlattı.

2009’daki Kürt Açılımı da aslında Kuzey Irak açılımıydı ve ABD Başkanı Barrack Obama’nın TBMM’deki konuşmasında “Kürt sorununu çözün” talimatı vermesi üzerine başlatılmıştı. Irak’tan çekilmeye hazırlanan ABD’nin alt işleri öyle gerektiriyordu. Türkiye kendi Kürt sorunu varken Kuzey Irak’ı himaye etmekte zorlanabilirdi.

Ya bugün?

Yeni Kürt Açılımı, bugün de Kürt Koridoru Açılımı’dır!

Kürt Koridoru ise Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açma işidir.

PARÇA PARÇA KÜRDİSTAN

Bakın ABD’nin Kürt planlarında kilit rol alan isimlerden Henri Barkey, The American Interest’de yayımlanan ve “Suriye krizi ve Irak’ın geleceği” başlığı taşıyan uzun makalesinde ne diyor:

Suriyeli Kürtler Esad sonrasında Irak Bölgesel Kürt Yönetimine benzer şekilde kayda değer bir özerklik kazandıkları takdirde iki Kürt bölgesi bir miktar öz yönetime sahip olacaklar ve şüphe yok ki bir yere kadar eşgüdüm halinde hareket edeceklerdir. Türkiye ve İran üzerindeki özendirici etkisini kuşatıp sınırlandırmak güç olacak. Türkiyeli Kürtler, merkezi yönetim gücünün Türkiye’deki tüm bölgelere dağıtılmasını çoktan talep ettiler. Uzun zamandır uykuda olan İranlı Kürt oluşumlar da uykudan kalkma işaretleri veriyorlar.

Barkey ABD’nin nihai hedefini açıkça sergilemiş. Ancak Batı Asya, artık ABD’nin planlarını kolayca gerçekleştireceği bir zemin değil!

Öyle ki, hem ABD’nin stratejik ve taktik araçları içinde kırılmalar ortaya çıkıyor hem de kimi aktörüler bölge kuvvetlerine doğru meylediyor.

KYB’DEN ‘ERDOĞAN TUZAĞI’ UYARISI

Yeni Kürt Açılımı’nın kodları biraz da bu değişimde gizli…

Son günlerde iyice belirginleşen bu değişiklikler, iki önemli açıklamaya yansıdı:

1. Celal Talabani’nin partisi KYB’nin Merkez Komitesi Genel Sekreteri Adil Murad, “Türk tuzağına düşmemek için Maliki’yle diyalog şart” uyarısı yapıyor. Murad, hamlelerinde ötürü Tayyip Erdoğan’ı eskinin İran şahına benzetiyor ve uyarıyor: “Yine ihanete uğramamak için uyanık olmalıyız.”

Adil Murad’ın açıklamaları, Irak’ın bütünlüğünden yana konumlanma işaretleri veren Talabani’nin pozisyonunu daha da netleştiriyor.

‘MALİKİ-BARZANİ DİYALOGU ŞART’

2. Irak parlamentosunun Kürt milletvekillerinden Mahmud Osman’ın şu dört mesajı, Kürt eksenli gelişmelerle ilgili tarafların pozisyonunu anlamamızı sağlıyor:

Mahmud Osman öncelikle Suriye sınırını kapatan Barzani’yi uyarıyor: “Saddam zulmünden kaçarken ne Türkiye, ne İran ve ne de Suriye kapılarını kapatmamıştı. Bu devletler sınırlarını Kürtlere kapatmazken, Kürdün Kürde sınırını kapatması doğru değil.”

Osman, ABD’yi de eleştiriyor: “ABD güçleri daha Irak’tayken yapıcı bir tavır sergilemediler, bu yüzden onlardan bir şey beklemek saflık olur. Irak’ın iç sorunları pek umurlarında değil.”

Mahmud Osman, “Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorunu çözme gibi bir niyeti de yok. Söyledikleri kandırmacadır.” diyor.

Osman, Bağdat ile Erbil arasındaki sorun için de “her iki taraf da bu tablodan sorumludur” diyor ve ekliyor: “Umarım 2013 yılında bu durum değişir, her iki yönetim de diyalog yoluyla anlaşmazlıklarını giderir. Kriz askeri değil, siyasidir, bu yüzden de siyasilerin konuyu ciddi ele alması gerekir.”

YENİ SÜREÇ

Dolayısıyla ABD’nin “Büyük Kürdistan” planları içinde rol alan kuvvetlerin, bölgesel güçlerin inisiyatif kazanmasıyla birlikte “kararsız” davranabileceği, bölge kuvvetlerine meyledebileceği ve hatta bölünmeler yaşayabileceği bir sürece girmiş bulunuyoruz.

Yani şartlar AKP için 2009’dan daha da zordur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Ocak 2013

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

PKK’NİN 4 KIRMIZI ÇİZGİSİ

Tüm gelişmeler gösteriyor ki, Abdullah Öcalan’ın hazırladığı ve üzerinde anlaşılan “ikişer sayfalık üç protokol” artık hayata geçiriliyor.

Bu protokollerde yer alan en önemli dört şart şu: 1. Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması. 2. Anadilde eğitim. 3. Kürtlerin özyönetimi. 4. Öcalan’ın tutukluluk şartları.

Bu şartlar, aynı zamanda PKK’nin AKP’ye sunduğu kırmızı çizgilerdir.

ERDOĞAN İLE ÖCALAN YÜZDE 95 ANLAŞTI

2006’dan beri süren AKP-PKK görüşmelerinde parça parça ele alınan bu şartlar üzerinde bir anlaşma olduğunu biliyoruz. Zira Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak Oslo’da hükümeti temsil eden Hakan Fidan, muhatapları olan Mustafa Karasu, Sabri Ok ve Zübeyr Aydar’a “Erdoğan ile Öcalan’ın yüzde 95 anlaştığını” söylüyordu!

Ancak tıpkı Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl New York’ta buluştuğu Celal Talabani’ye “kamuoyu hazır değil” dediği türden zorluklar yaşanıyordu. Adım adım gidilmeliydi. Başbakan Erdoğan, nasıl bir yöntem izleyeceğini 2009 yılında ABD Princeton Üniversitesi’nde verdiği bir konferansa açıklıyordu: “Hazmettire hazmettire bu süreci devam ettirmemiz lazım.

ÖCALAN’IN PROTOKOLLERİ UYGULANIYOR

Gelin bugün PKK’nin “Öcalan protokollerinde” yer alan 4 kırmızı çizgisinde nasıl ilerlendiğini inceleyelim. AKP’nin ve hatta CHP ile MHP’nin bu kırmızı çizgilerin gerçekleşmesine ne tür katkılar yaptıklarına bakalım:

1. Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması.

Protokoldeki bu şart, pratikte “Anayasa’dan Türk kimliğinin çıkarılması” şeklinde uygulanıyor.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda yer alan parti taslaklarına bakılırsa, bu konuda AKP, CHP ve BDP arasında bir ölçüde uzlaşma sağlanmış görünüyor.

2. Anadilde eğitim.

Kürtçe yayın yapan devlet televizyonundan sonra, Kürtçe seçmeli ders olarak Milli Eğitim müfredatına girdi.

Kürtçe savunma yapma hakkı da elde edildi. Aynı zamanda “açlık grevlerini” bitirme şartı olan bu konunun AKP kurmaylarınca “biz açlık grevleri öncesinde bu hazırlığa başlamıştık” diyerek savunulması, aslında Öcalan protokollerinin kabul edildiğinin çarpıcı bir itirafıdır.

Son olarak Kürtçenin resmi dairelerde kullanılması için hazırlıklara başlandı!

3. Kürtlerin özyönetimi.

Protokolde “Kürtlerin özyönetimi” denilen şart, BDP’nin 19-20 Haziran 2010’da Diyarbakır’da tartıştığı yerel yönetim modeli toplantısında “demokratik özerklik” olarak bildiride yer aldı ve partinin önüne görev olarak kondu. Ardından Demokratik Toplum Kongresi DTK, 14 Temmuz 2011’de Diyarbakır merkezli demokratik özerklik ilan etti!

Sırada AKP’nin katkıları vardı: Bütünşehir yasası ile “Kürt özerk bölgesinin” temelleri atıldı. Son tuğlayı da “valileri halk seçmeli” diyen Başbakan Erdoğan yerleştirdi!

OPERASYONA MGK’DE KARAR VERİLDİ

4. Öcalan’ın tutukluluk şartları.

“Açlık grevlerini bitiren adam” ilan edilen Öcalan’ın, “bir sözüyle savaşa da son verebileceğinin” topluma enjekte edilmesi, özel bir operasyondur. Operasyona “Öcalan’ın tecrit edildiği 1,5 yıldaki terör olayları ile Öcalan’la diyalogun olduğu sürecin masaya yatırıldığı” son MGK toplantısında karar verildi.

Erdoğan ile Öcalan’ın Türk siyasi hayatının en önemli iki aktörü olduğu şeklindeki yazılar, Öcalan’ı İmralı’dan çıkarma operasyonu hazırlığıdır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Kasım 2012

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

PKK’YE BÖLGEDE ALAN AÇILIYOR

Başbakan Erdoğan’ın “PKK’nin silah bırakması” üzerinde durduklarını ve “liderlerinin üçüncü ülkeye gidebileceğini” açıklaması, yaz ortasına başlatılan yeni müzakere sürecinde masada nelerin olduğuna işaret ediyor.

Ancak tüm kazanımlarını silahla sağlayan, AKP’yle masada silahla pazarlık eden PKK’nin bu kartından vazgeçmesi gerçekçi değildir. Öyle ki, BDP milletvekilleri bile “silah sigortamızdır” demektedir. Hepsinden önemlisi de ABD’nin “Basra’dan Akdeniz’e açılacak Kürt koridorunda” silahlı bir PKK’ye ihtiyacı olmasıdır.

Tüm bu gerçekler ortadayken silah bırakılacağı sanılıyorsa, ya Ankara kandırılıyordur ya da ortada ciddi bir “operasyon” vardır.

AKP, PKK’NİN İKİ ŞARTINI KABUL ETTİ

Celal Talabani’nin Hasan Cemal’e söyledikleri işte bu “operasyona” işaret ediyor, anımsayalım.

Talabani, BM Genel Kurulu sırasında buluştuğu Tayyip Erdoğan’a “PKK bana geldi. Silah bırakmaya hazır olduğunu söyledi” diyor. Ancak PKK’nin iki koşulu vardır. Biri genel af, öteki de anayasadaki vatandaşlık tarifinin yeniden yapılması ve Türk sözcüğünün çıkarılması… (Milliyet, 16 Kasım 2012)

Erdoğan’ın Talabani’ye verdiği “genel af kolay değil, kamuoyu buna hazır değil” yanıtı iki gerçeğe işaret ediyor:

Birincisi, demek ki Erdoğan “Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılmasını” kabul etti. Nitekim Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndaki çalışmalar, öneriler, taslaklar bu yönde…

İkincisi de, Öcalan’ın “açlık grevlerini bitiren adam” olarak sunulması ile “genel af” için bir kamuoyu hazırlandığı gerçeği… Zaten yurt dışına çıkacak PKK yöneticisi sayısının 130 olduğu, geri kalanlar için eve dönüşü mümkün kılacak bir genel affın planlandığı, üçüncü ülkenin de Polonya ve Beyaz Rusya olduğu belirtiliyor!

Öte yandan Erdoğan’ın açıklaması ile KCK davası da düşmüş oluyor.

TÜRKİYE’Yİ SURİYE’DE BÖLME PLANI

Peki, “operasyon” ne? Operasyonu en somut olarak ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice açıklıyor Washington Post’a, hem de göstere göstere!

Rice’a göre “Suriye meselesi, Ortadoğu’nun bölünme hikâyesindeki son perdedir. Mısır ve İran güçlü bir ulusal kimliğe sahiptir. Bağımsız bir millet olma umudu besleyen Kürtlerin merkezinde yer aldığı Türkiye de güçlüdür. Türkiye bu yüzden Suriye’deki savaşa çekiliyor.

Yani ABD, Türkiye’nin Suriye’de bölüneceğini açıkça ilan etmiş oluyor. Nitekim ABD, Irak’ta da aslında Türkiye’yi bölmüştü!

Aydınlık’ta Suriye meselesinin “Irak’ın kuzeyindeki yapının Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılması” olduğunu ilk günden beri ısrarla savunmamız bundandır.

ABD’NİN KÜRT KARTI

ABD’nin Kürt Koridoru ile Türkiye’yi Suriye’de bölme planında şimdi şu hamleler sergilenmektedir.

1. Patriot’ların Türkiye’ye yerleştiriliyor. Tayyip Erdoğan’ın, bu konu iki hafta önce gündeme geldiğinde Ahmet Davutoğlu’nu yalanlaması ama bugün bizzat Patriot’ların geleceğini kendisinin açıklaması ve hatta Türk topraklarını NATO toprağı ilan etmesi, Türkiye’nin içine düşürüldüğü çaresizliği resmetmektedir.

2. Suriyeli Kürtler birleştiriliyor. AFP’nin haberine göre PYD ve diğer Kürt muhaliflerin bileşerek askeri bir güç oluşturulmasına karar verildi. Amerika’nın Sesi radyosundan Henry Ridgwell’e göre de Barzani yönetimi, Suriye’den sınırı geçip Irak’a gelen Kürtleri, yeniden askeri kamplarda eğitiyor.

3. PKK, Bağdat’a karşı Erbil’e destek vereceğini ilan etti.

4. Genel af hazırlığı ile PKK’ye “bölgede” alan açılıyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Kasım 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

BARZANİ VE TALABANİ’YE VERİLEN GÖREV

Mesud Barzani Türkiye’ye gelip AKP Hükümeti ile BDP’liler ise Irak’a gidip Celal Talabani ile görüştü anımsayacağınız gibi.

AKP’nin yandaş basına yaptığı servise göre, hükümet Barzani’yi ayağına çağırmış ve kızmıştı: “ya PKK’ye operasyonuma destek ver ya da ben yapacağımı bilirim!”

Oysa ne Barzani, TSK’nin operasyonlarına destek veriyordu, ne de ortada sınır ötesi bir kara operasyonu vardı. Sayfalarda sadece kara propaganda yer alıyordu…

AKP – PKK ARABULUCULUĞU

Peki, Erdoğan’ın Barzani’ye esip gürlediği söylenen bu ziyaretten aslında ne sonuç çıkmıştı?

Talabani’nin partisi KYB’nin sözcüsü Azad Cundiani şöyle özetlemiş: “Talabani ve Barzani, İran, Türkiye ve Kürdistan sınır bölgesindeki çatışmaları sonlandırmak için Türk hükümetiyle PKK arasında yürütülen arabuluculuk çabalarına öncülük ediyor.

ÖZAL, DEMİREL VE ÇİLLER’İN DE ARABULUCULARI

Barzani ve Talabani’nin Türk hükümetleri ile PKK arasında arabuluculuk yapması yeni değil, Turgut Özal’a kadar dayanıyor. Özal, 1992 yılında Talabani’nin arabuluculuğuna sığınmıştı. Talabani 1993’te de Süleyman Demirel’in arabulucusu olmuştu.

Hatta Talabani, Öcalan’la görüşmeye giderken Özal’ın izniyle yanına, dönemin HEP Genel Başkanı Ahmet Türk’ü, milletvekilleri Sırrı Sakık, Feridun Yazar, Sedat Yurttaş ve Hatip Dicle’yi de almıştı.

Celal Talabani, 14 Mart 1995’te de bir mektupla Tansu Çiller’in taleplerini Öcalan’a iletti. Öcalan da kendi mektubuyla şartlarını sıraladı.

ERDOĞAN’IN RESMİ ARABULUCUSU

İkilinin arabuluculuk görevi, AKP Hükümeti döneminde neredeyse resmiyet kazandı.

Örneğin Talabani, 2006 yılında Murat Karayılan ile AKP Hükümeti’nin bağlantısının kurulmasında görev aldı.

Örneğin Talabani, 2009 yılında, Erdoğan ve Gül’ün “ricasını” PKK’ye ve oradan da Öcalan’a iletti.

Örneğin Mesud Barzani, 2010 yılında Abdullah Öcalan’dan aldığı mektubu, Ankara ziyareti sırasında görüştüğü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a iletti.

Örneğin Talabani, 2 Kasım 2010’da, Öcalan’dan avukatları aracılığıyla gelen mektubu, AKP Hükümeti’ne iletti.

İkilinin burada özetlediğimiz kimi arabuluculuk görevleri aslında çok daha kapsamlı. Ayrıntıları, yeni çıkan “Hükümet – PKK Görüşmeleri (1986 – 2011)” isimli kitabımızda okuyabilirsiniz.

ABD’NİN ESAS AKTÖRÜ KİM?

Biz konunun başka bir boyutu üzerinde durmak istiyoruz ve şu soruyu soruyoruz: ABD’nin “Büyük Kürdistan” planının esas aktörü kim? Öcalan ve PKK mi, Barzani ve Talabani mi? Ya merkez neresi? Diyarbakır mı, yoksa Erbil ve Süleymaniye mi?

Bu sorunun yanıtı, Türkiye’nin mücadelesi bakımından önemli…

Pek çok açıdan yanıtı verilecek bu soruya bugün “arabuluculuk” bağlamında yanıt verelim: 1992 yılından bu yana, yani tam 20 yıldır Öcalan ile Türk hükümetleri arasında arabuluculuk yapan Talabani ve Barzani, sizce “görevleri” bakımından, Öcalan’dan daha önemli olabilir mi?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Kasım 2011

, , ,

Yorum bırakın

İKİ ABD KOMPLOSU

ABD Irak’tan çekilirken, bölgede yeni döneme dair düzenlemeler kotarılıyor. Bir yanda ABD, bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzenliyor, bir yanda İran, ABD sonrası dönem için konumunu güçlendirmeye çalışıyor.

ABD ve İran arasında bölgeye dair süren bu çatışmanın kendileri dışında üç temel aktörü daha var; Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail.

Suriye’de Kürt liderlerden Meşal Temmo’nun öldürülmesi ile İran’ın Suudi Arabistan Büyükelçisi Adil El Cübeyr’e suikast düzenleyeceği iddiası, işte bu bölgesel düzenlemeler içindir ve aynı adreslidir.

MEŞAL TEMMO SUİKASTI

Temmo suikastı, Batı’nın kışkırtmalarına destek vermeyen ve Suriye birliği içinde kalmaya özen gösteren Kürtleri, Beşar Esad rejimine karşı ayaklandırabilmek içindi…

Nitekim Suriye Kürt Ulusal Girişimi Başkanı Ömer Osi, suikastın hedefini net tarif etmişti: “Bu, bir fitnedir. Suriyeli Kürtlerle Suriye’nin halkçı, antiemperyalist yönetimini ayırma çabasıdır. Eli kanlı silahlı şebekelerin işlediği bu menfur suikast, 7 aydır haklarını barışçı yollarla almaya çalışan Kürt halkının olgun tavrını hazmedemeyenlerin kışkırtıcılığıdır.”

Temmo suikastının aslında Suriye’yi aşan ve Irak Kürtlerini de kapsayan bir boyutu vardı. İlginçtir, hem Mesud Barzani hem de Celal Talabani, Suriye’deki Esad karşıtı ayaklanmalara Kürtlerin katılmamasını istiyorlardı. İkili, kimi Kürt liderlere Esad’la müzakere etmeleri çağrısında bile bulundu.

Ancak Temmo suikastı sonrası, durum Barzani ve Talabani açısından da değişiklik göstermeye başladı. Zira Barzani, Suriye lideri Beşar Esad’ın geçen günlerde gelen davetini reddetti!

CÜBEYR’E SUİKAST İDDİASI

İran’ın, Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Adil El Cübeyr’e suikast yapacağı iddiasının hiç inandırıcı olmadığı ortada. ABD’nin müttefikleri bile Hollywood senaryolarını aratmayan iddiayı gülünç buldular. Ancak iddia, ABD ve Suudi Arabistan’ın ikili ilişkisini belli ölçüde tamir etti.

Son dönemde Washington ile Riyad hattında önemli kırılmalar yaşanıyordu. Suudi Arabistan’ın Bahreyn’deki halk hareketini bastırmak konusunda ABD direktiflerine uyması ve bu ülkeye asker göndererek muhalefeti ezmesi örneği, tek başına yanıltıcı olur. Çünkü Bahreyn rejiminin ayakta olması, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı ülke çıkarlarıyla ilgiliydi…

Gerçekte ise Mübarek rejiminin devrilmesinden bu yana Washington ile Riyad hattında sorunlar var. Suudi Arabistan, ABD’nin Mübarek’in arkasında duramamasından rahatsızlığını açıkça dile getirmişti. Ancak Washington açısından bu bir zorunluluktu; ABD bir süre Mübarek’e destek vermiş ancak ayakta tutamayacağını görünce de “Mübarek’i verip, rejimi kurtarma” çizgisine soyunmuştu.

İşte Cübeyr’e suikast iddiası, Mübarek’in devrilmesiyle başlayan ve ABD’nin Filistin Devleti konusunda veto kartını masaya sürmesine kadar süren bu gerilimi atlatmada, ilaç etkisi gösterdi.

ABD’NİN ÇARESİZLİĞİ

Bu iki gelişmeden, ABD’nin bölgede hâlâ tek belirleyici olduğu sonucu çıkmıyor elbette… Çünkü Washington’un müttefikleriyle ilişkilerini düzenlemek için suikastlara ya da suikast masallarına ihtiyaç duyması bile, ABD’nin tepe taklak gittiğinin, tek başına göstergesidir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Ekim 2011 

, , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: