Posts Tagged Turgut Özal
OBAMA’DAN SOPA, PKK’DEN HAVUÇ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/11/2012
Dün Pentagon’un havuç olarak Türkiye’nin önüne koyduklarını bugün PKK’nin koyuyor olması, birincisi örgütün ABD’nin stratejik piyonu olduğunu ortaya koyması bakımından, ikincisi de “Büyük Kürdistan’ın” stratejik bir hedef olması bakımından önemi var. Ama daha önemlisi, Türk devletinin ne hallere düşürüldüğünü göstermektedir!
AKP’nin Oslo’da masaya oturduğu üç PKK yöneticisinden biri olan Zübeyr Aydar, havucu Aslı Aydıntaşbaş’la söyleşisinde uzatıyor: “Aslında Suriye’nin Kürt bölgesi de, Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde. Bunları tartışmalıyız. Türkiye’nin Kürtlerle büyümesi lazım.” (Milliyet, 27 Kasım 2012)
Kuşkusuz bu havuç, Obama’nın Erdoğan’a gösterdiği “beyzbol” ve Washington Post’ta dile getirilen “Kürt Baharı” sopasıyla birlikte değerlendirilmelidir.
BARZANİSTAN, KERKÜK HAVUCUYLA İNŞA EDİLDİ
Musul ve Kerkük havucu ilk Turgut Özal’a sunulmuş ve o da bu havucu, “ABD ile hareket edersek, bir koyup üç alacağız” diyerek TSK’ye yedirmeye çalışmıştı.
Bu havuç, 1992’de ABD Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti inşa etmeye başladığında, sık sık Ankara’ya uzatıldı. Washington kimi zaman Kerkük havucuyla, kimi zaman da ekonomik kriz gibi, Gazi provokasyonu gibi, siyasal cinayetler gibi sopalarla bu kukla devleti adım adım oluşturdu.
AKP hükümetleri döneminde ise Kerkük havucuna pek gerek kalmadı. AKP, bir ABD kartı olarak Washington’un “Büyük Kürdistan” stratejik hedefine zaten uyumluydu. BOP eşbaşkanlığı tam da bu “uyum” demekti.
Örneğin son olarak Ahmet Davutoğlu, Bağdat’a cephe açmak üzere Kerkük’e gitmiş ve Araplara karşı Türkmen-Kürt ittifakı arayışına girmişti. Bu kez Kerkük’ün kendisi havuç olmaktan çıkmış, Kerkük’ten döşenecek boru hattı AKP için yeterli olmuştu.
BÜYÜK KÜRDİSTAN’IN 4 AŞAMASI
Zübeyr Aydar’ın Suriye’nin Kürt bölgesini de Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde sayarak AKP’ye göz kırpması, “Büyük Kürdistan” stratejik hedefi nedeniyledir.
Çünkü dört aşamalı Büyük Kürdistan hedefinin ikinci aşaması, Irak’ın kuzeyindeki yapının Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasıdır. Üçüncü aşamada, bu yapının Türkiye ile birleştirilmesi var. İkinci ve üçüncü aşamalar, iç içe ve paralel ilerleyecektir.
Dördüncü aşama ise Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan ermesi ve Türkiye’den kopması aşamasıdır.
ATLANTİK’İN HAYALİ SÖNÜYOR
AKP’nin, “Türkiye’nin ABD’nin kanatları altında büyüyebileceği” iddiası ABD’nin Büyük Kürdistan stratejik hedefi içindedir. AKP’nin PKK’yle müzakerelerinden tutun, savurduğu “Türkiye ya büyüyecek ya da küçülecek” tehdidine kadar her hamlesi, Washington’un planıyla uyumludur.
Ahmet Davutolu bu yüzden “Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak” demiştir. Hakan Fidan bu yüzden “dış politika konusunda dinamik bir süreçte” olunduğunu belirterek, “Türkiye, düzen kurucu roldedir” demiştir.
Davutoğlu’nun “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız.” demesi, bir Atlantik projesi söylemidir.
AKP, bölgede Türk-Kürt ittifakına dayanarak büyüyecek(!) ve Türkiye’yi genişletecektir! Bağdat’a karşı Erbil’le mutabakatı, PKK’yle müzakereleri ve Esad’a karşı “Kürt koridoru” işlevli “tampon bölge” arayışları bundandır.
Ancak, bu plan düne göre artık daha zordur. Nitekim Büyük Kürdistan hedefinin birinci aşaması olan ve Irak’ın kuzeyinde Erbil merkezli kurulan küçük Kürdistan, bugün Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin taarruzu altındadır.
Ne ABD’nin Çin-Rusya cephesini yarması mümkündür, ne de AKP-PKK-Barzani ittifakının İran-Irak-Suriye hattını aşabilmesi…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Kasım 2012
KKTC’Yİ TANITMAYANLAR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 17/01/2012
Eski AKP milletvekili Fevzi İşbaşaran’ın Denktaş’ın arkasından söyledikleri, son 10 yılda uğradığımız kültürel erozyonun bir göstergesi oldu. Kuşkusuz Denktaş’ı hedef alan bu seviyedeki sözler, Başbakan Erdoğan’ın Denktaş için söylediği “o adam bitmiştir” düşmanlığının bir yansımasıdır.
Eski AKP’li milletvekili İşbaşaran’ın Denktaş’ı darbecilikle suçlaması da, KKTC kurucu Cumhurbaşkanı’nı Ergenekon soruşturmasında hedef alan merkezle uyum içinde olduklarını gösterir.
AMERİKANCI YÖNETİMLERİN ORTAK SESİ
Biz o sözlerdeki başka bir gerçeği sorgulayacağız bugün.
Eski AKP’li vekilin şu sözleri Türkiye’deki Amerikancı yönetimlerin ortak tutumudur: “KKTC, Genel Kurmay’ın ilan ettiği bir devlettir. Zaten devlet olarak tanıyan da yok.”
Bu sözler sadece İşbaşaran’ın değil, Özal’ın, Çiller’in ve de Tayip Erdoğan – Abdullah Gül ikilisinin sözleridir.
Bu sözler Annancıların sözleridir!
TANIMAYA KALKANLARA ENGEL OLDULAR
Bu Amerikancı yönetimler, aynı zamanda KKTC’nin tanınmasının önünde “engel” olanlardır.
Dikkat edin, “KKTC’nin tanınması için çalışmadılar” demiyorum, “KKTC’nin tanınmasına engel oldular” diyorum.
Azerbaycan’ın, Pakistan’ın ve Bangladeş’in çeşitli dönemlerde KKTC’yi tanıma isteğinin önüne geçip, “Aman durun, böyle bir şey yapmayın. Bizi de ABD ile karşı karşıya sakın getirmeyin” dediler.
ÖZAL DÖNEMİ
Özal’ın dönemiyle başlayalım.
Tarih 1987. KKTC Dışişleri Bakanı Kenan Atakol, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın talimatıyla beş ülkeye yönelik bir tanınma ziyaretine çıkıyor. Atakol, Maldiv Adaları, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman Sultanlığı, Pakistan ve Bangladeş’i ziyaret ediyor.
19 Ocak 1987 tarihli Cumhuriyet gazetesinden devam edelim:
“Türkiye’nin ayrıca, açıkça KKTC’nin tanınması talebiyle sahneye çıkmayacağı, ancak uzun dönemde tanıma sürecini açacak olan ‘eşit muamele’ kavramını ortaya atacağı belirtiliyor. Ancak, açıkça KKTC’nin tanınmasını istememekle birlikte, Türkiye’nin İslam ülkelerinin KKTC ile kültürel, ticari ve sportif alanlarda temas etmeleri yolunda bir çağrının bildiride yer almasını arzuladığı anlaşılıyor. Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki beklentilerini düşük tutmasının iki nedeni var: 1. Türk tarafı BM Genel Sekreteri’nin hazırladığı son belgeyi kabul ederek Rumların bu öneriyi reddetmiş olmasının ışığında uluslararası alanda avantajlı bir konuma geçti. Tanınma konusunda bir karar çıkartılması, Türk tarafının BM Genel Sekreteri’nin yürüttüğü süreçten ayrıldığı şeklinde görülebilir ve dolayısıyla avantajlı durumunu yitirmesine yol açabilir. 2. Türkiye’nin KKTC’nin tanınması konusunda zirveden bir karar çıkartabilmesi için İslam zirvesinde yeterli siyasi desteği toplayabilmesi güç gözüküyor. Türkiye, istediğini elde edemeyerek zirvede prestij kaybına uğramak istemiyor.”
AKP DÖNEMİ
Tarih 2004. Türkiye yine Rumların reddettiği bir BM Genel Sekreteri planı sonrasında uluslararası bir avantaj elde etti. Daha doğrusu Türkiye’yi yönetenler Türk milletine böyle söyledi. Ve Türkiye yine bu avantajı kaybetmemek için, değil tanınma, ambargoların kaldırılması için bile uğraşmadı!
Tarih 2005. Türkiye bu kez İslam Konferansı Örgütü’nün genel sekreteri oldu. 18 yıl önce zirvede prestij kaybetmemek adına KKTC’nin tanınması girişiminde bulunmayan Türkiye, prestiji elde etti ama hâlâ bir girişimde bulunmadı!
Bulunmadığı gibi, geçen bu yıllar içinde KKTC’yi tanımaya kalkan ülkeleri durdurdu, engel oldu!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Ocak 2012
ORTA SINIF YOK, ÜST VE ALT SINIFLAR VAR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 11/10/2011
New York’taki eylemleri yerinde izleyen Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş’ın aktardığı notları okuduğumda, aklıma eski bir Bakan’la yaşadığım tartışma geldi. Aydıntaşbaş’ın notlarına döneceğiz ama önce o kısa tartışmayı aktarayım.
AKP’ye karşı “merkez sağ”ı örgütlemeye kalkan eski bir Bakan’a 2005 yılında söylemiştim: “Merkez sağ için orta direk lazım. Orta direk, ekonominin en üst ve en alt dilimlerinin dışında kalan ortadaki üç adet yüzde yirmilik, yani yüzde altmışlık dilimdir. Oysa Türkiye’de artık, yüzde 20’lik bu üç dilim, en alt yüzde 20’lik dilimle en üst yüzde 20’lik dilime eşit mesafede değil ki! En
üstteki yüzde 20’lik dilimle, diğer dilimler arasındaki makas açıldı. Hatta en üst yüzde 20’lik dilimin kendi içinde bile makas açıldı. Dolayısıyla Turgut Özal gibi iktidar şansı olan ‘merkez sağ’ bir parti kurmanız mümkün değil!”
Sonrası malumunuz… AKP’ye alternatif bir merkez sağ parti kurulamadı. Ve bırakınız kurulacak merkez sağ bir partiyi, TBMM’ye girebilmeyi sağlayan mevcutlar bile AKP’ye alternatif olmadılar, olamazlar. Zira AKP’nin alternatifinin, “sistem içi çözüm arayan bir parti” olamayacağı gerçeği ortada. Çünkü sistem içinde artık çözüm yok.
ABD’DE ARTIK SADECE ÜST SINIF VAR
Peki, 6 yıl geriye gidip bu tartışmayı anımsamama neden olan neydi? Doğrudan Aslı Aydıntaşbaş’ın New York eylem notlarından, “Wall Street İşgalcileri” ile sohbetlerinden aktaralım:
“Etrafa bakıp biraz provokatif olmaya karar veriyorum: ‘Burada orta sınıftan kimse yok. Başarılı olmanız için orta sınıf desteği lazım.’ Maryland’den yuvarlak gözlüklü ve daha sonra 2008’de işini kaybettikten sonra mortgage’ını ödeyemediği için evini de kaybettiğini anlatan Erin cevap veriyor: ‘Artık orta sınıf yok ki. Üst ve alt sınıflar var. Ve aşağıdaki herkes üst sınıfı zengin etmek için çalışıyor. Üstelik…’ diye devam ediyor ‘Her hareket ufak başlar. İngilizlere karşı ulusal mücadelemiz de marjinal bir hareket sayılmıştı.’” (Milliyet, 10 Ekim 2011)
Wall Street İşgalcileri’nin en çok kullandığı sloganların “Bu düzen devam etmez” ve “Zenginler zenginleşiyor, fakirler
fakirleşiyor. Eşitlik istiyoruz.” olduğunu da belirtelim.
WISCONSIN İŞGALİ
İşgalci Erin’in “İngilizlere karşı ulusal mücadelemiz de marjinal bir hareket sayılmıştı” şeklindeki iddiasını bir kenara bırakırsak, bugünün eylemini anlamamız için ABD’deki şu son dönem gelişmeleri anımsamalıyız.
2008 krizinin bir türlü aşılamaması, ABD eyaletleri içinde de büyük tartışma yarattı. Zengin eyaletler, ürettiklerini fakir eyaletlerle artık paylaşmak istemiyor! Bu durum, eyalet meclisleri ile federal meclis arasında çeşitli krizlerle kendini
gösterdi.
Pek çok eyaletin zorunlu bütçe kesintisi uygulaması, ABD’de eylemli muhalefet yarattı. Örneğin “sendikaların toplu sözleşme hakkını ve kamu sektörü çalışanlarının haklarını” budayan yasayı geçiren Wisconsin Eyalet Meclisi, haftalarca işgal edildi. 70 bin kişilik eylemlerde işçiler, öğretmenler, öğrenciler, Wisconsin Üniversitesi asistanları ve yerel işletme sahipleri yer alıyordu.
PAYLAŞILACAK ZENGİNLİK KALMADI
Zenginliğin paylaşıldığı, bu zenginlikten alt sınıflara da pay dağıtıldığı dönem artık geride kaldı! ABD’nin paylaştıracağı bir zenginliği kalmadı… Üstelik ABD, dünyanın en borçlu ülkesi…
Yoksulluk oranı 2011’de yüzde 15,1’e yükseldi; 46,2 milyon ABD’li yoksulluk sınırın altında yaşıyor. Yani her altı ABD’liden biri artık yoksul! Ve her 10 ABD’liden biri de işsiz! (ABD’de işsizlik oranı yüzde 9,2 iken, siyahlar arasında bu oran yüzde 20.) Mississippi, Tennessee, Louisiana, Kentucky, Alabama gibi eyaletlerde sağlık sigortası olmayanların oranı yüzde 20’lere kadar
çıkıyor!
Kısacası Amerikan rüyası bitiyor ve yeni bir “Asya Çağı” başlıyor!
Artık mesele, Türkiye’nin “Küçük Amerika” olmaktan vazgeçmesi ve Asyalı olduğunu anımsamasıdır! Ve Türkiye’ye Asyalı olduğunu da ancak “sistem dışı çözümü olan” Avrasyacı bir parti, İşçi Partisi gösterebilir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Ekim 2011
EŞREF BİTLİS VE ÖZAL’IN ÖLÜMLERİNİN, KÜRT AÇILIMI İLE NE İLGİSİ VAR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 13/10/2010
Sabah gazetesi 12 gün sürdürdüğü “Eşref Bitlis dosyasını” kapatıyor… Çünkü Sabah dosyanın altında kaldı!
12 gündür “Eşref Bitlis’i Ergenekon öldürdü”, “Özal, Eşref Bitlis’le birlikte Kürt sorununu çözecekti”, “Özal’ı da Ergenekon öldürdü” temalarını işleyen Sabah, operasyona “Son mektup” manşetini atarak başlamış, “17 yıllık karanlığa ışık tutuyoruz” demişti. Sabah 12 Ekim 2010 tarihli haberinde ise “Kazanın nedeni buzlanma ama önlem alınmamış” başlığı atarak, tüm söylediklerini geri aldı!
Peki neden?
Önce anımsayalım:
SABAH: “SABOTAJ DEĞİL KAZA”
Org. Bitlis, 17 Şubat 1993 günü uçağına düzenlenen bir sabotajla öldürüldü. Sabah gazetesinin ertesi günkü manşeti şöyleydi: “Sabotaj değil kaza!”. Sabah’ın manşeti, hiç bir araştırılma yapılmadan 10 dakika içinde “buzlanma” diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş’in “tespitiyle” uyumluydu. Sabah, sonraki günlerde de, ısrarla pilotaj hatası olduğuna vurgu yaptı…
AYDINLIK: “KAZA DEĞİL SUİKAST”
Ergenekon liderlerinden olduğu iddiasıyla tutuklu bulunan Doğu Perinçek ve arkadaşlarının çıkardığı Aydınlık Gazetesi ise 17 yıl önce “Kaza değil suikast” manşeti atıyordu. Üst spot ise şöyleydi: “Genelkurmay’ın üstünü örttüğü gerçek: Eşref Bitlis’in uçağı buzlanma nedeniyle düşmedi”.
19 Eylül 1993 günü “Bitlis öldürüldü”, 20 Eylül 1993 günü “Bitlis’in Özal’a gizli mektubu” ve 23 Eylül 1993 günü de “Sabotaj motora yapıldı” manşetleri atan Aydınlık, suikastın üstündeki örtüyü tek başına kaldırmaya çalışıyordu…
SABAH’IN 17 YIL GECİKMELİ “SON MEKRUBU”
Sabah, 17 yıl sonra “Son mektup” manşetiyle, “Bitlis’in Özal’a mektubunu” sanki yeniymiş gibi kamuoyunun önüne getirdi. Oysa mektup, Aydınlık’ın 20 Eylül 1993 tarihli manşet haberiydi.
Sabah, Özal ile Eşref Bitlis’in, Kürt sorunu konusunda aynı cephede olduğu yalanını işlemek için “son mektup” konusundaki bazı ayrıntıları da atlamıştı. Eşref Bitlis Özal’a mektubu, aynı şekilde düşündükleri, aynı cephede yer aldıkları için değil, Cumhurbaşkanı’nın Jandarma Genel Komutanı’na telefonda sorduğu “Güreş paşa ile aranızdaki çekişme nedir” sorusuna yanıt olarak yazmıştı. Üstelik bu sorunun yanıtı, ABD’yi özellikle ilgilendiriyordu!
Çünkü…
EŞREF BİTLİS, ABD-ÖZAL PLANINA KARŞIYDI
Eşref Bitlis, Özal’ın ABD ile birlikte Irak’a girme politikasına en sert karşı çıkan isimdi. Üstelik Eşref Bitlis, ABD’nin Çekiç Güç üzerinden kukla devleti kurmaya başladığını saptamış, ABD’nin Çekiç Güç üzerinden PKK’ya silah ve teçhizat yardımı yaptığını da ortaya çıkarmıştı. Eşref Bitlis, ABD’nin kuzey Irak üzerinden yönelttiği tehdide, İran ve Suriye ile ittifak kurarak direnme çözümü geliştirmişti. Eşref Bitlis’in planın ismi “Kod Adı: Kale”ydi.
Eşref Bitlis ABD’nin hedefindeydi. Helikopteri iki kez ABD uçakları tarafında düşürülmeye çalışılmıştı. Helikopterde kendisiyle birlikte bulunan Em. Org. Necati Özgen, bunu daha sonra kamuoyuyla paylaşmıştı.
Özal ise Eşref Bitlis’in tersine, “Pentagon’un Kürt Senaryosu”nu kabul etmiş; bu senaryoya direnen TSK’nın hiyerarşisini de Kenan Evren ile birlikte bozmuştu. Özal, “ABD’nin Üç İsrail” planı gereği, “federasyon” kavramını bile ortaya atmıştı!
Kısacası, Özal ile Eşref Bitlis’in tek ortak noktaları Malatyalı olmalarıydı!
AİLESİ 17 YIL SONRA ÖZAL’IN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ KEŞFETTİ!
Sabah’ın Eşref Bitlis suikastını gündeme getirmesi ile ailesinin “Özal’ı Ergenekon öldürdü” yollu açıklamaları birbirine paralel olarak kamuoyuna sunuldu. 17 yıl boyunca Özal’ın ölümü konusunda savcılığa tek bir dilekçe bile vermeyen ailesi, birden Özal’ın öldürüldüğünü, dahası Ergenekon tarafından öldürüldüğünü keşfediyordu.!
Özal’ın öldürüldüğünü Eşref Bitlis suikastıyla aynı anda kamuoyunun önüne getirmek, aslında tertibin yeni aşamasıydı; Kürt açılımı ile doğrudan ilgiliydi!
Özal’ın, daha doğrusu ABD’nin “federasyon” çözümü ile Bitlis’in ABD’ye karşı İran ve Suriye ile ittifak temelli çözümü aslında 24 yıldır çatışıyor. Süreç özellikle son sekiz yılda “federasyon”cular lehine gelişti. ABD’nin AKP üzerinden başlattığı Kürt Açılımı’nın yeni aşaması, artık federasyon! Bunun için Anayasa değişikliğinden başlayarak, başkanlık sistemi de dâhil pek çok idari değişiklik hedefleniyor…
Ancak…
TSK tıpkı 24 yıldır olduğu gibi bu planın önünde bir engel. Eşref Bitlis de, bu plana direnen TSK’nın hâkim kesiminin en önemli temsilcisiydi. Şimdi onun şahsı üzerinden TSK’ya yönelik bir teslim alma operasyonu yürütülüyor!
EŞREF BİTLİS, ERGENEKON’UN LİDERİ
Eşref Bitlis, Özal ile taban taban zıt cephede yer aldığı için, ölümünden onca yıl sonra Ergenekon’un lideri olarak suçlanıyordu…
Eşref Bitlis, MİT Müsteşarlığı’nın Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği, 23 Aralık 2008 tarihli “çok gizli” şemada yer alan 69 isimden biriydi. Yine Ergenekon soruşturmasına dayanak yapılan Tuncay Güney’le mülakatta da, “Bunlar, Karadayı, Kıvrıkoğlu, Veli Küçük, Eşref Bitlis, Teoman Koman, Rasim Betil, Osman Özbek, bunların bir grup olduğunu söylüyorlar” deniyordu…
“BİTLİS’İ ÖZAL’LAŞTIRMA” OPERASYONU
ABD-AKP ittifakı ile iradesi 2002’den beri adım adım zayıflatılan Genelkurmay, Eşref Bitlis’in planından vazgeçmesi için sıkıştırılıyor!
“Bitlis’i Özal’laştırma” şeklindeki bu operasyon, tam bir psikolojik savaş örneğidir. ABD’nin, uçağına sabotaj düzenlediği Eşref Bitlis’i, önce Ergenekon’un lideri ilan edip, sonra Ergenekon tarafından öldürüldüğü yalanını piyasaya sunması, psikolojik savaşın doruğudur!
Gerçek tektir: Eşref Bitlis ile Özal arasında, Ergenekon ile AKP-F Tipi örgüt arasında, Türkiye ile ABD arasında süren bu çatışma, daha doğrusu bu savaş, bölgenin geleceğini belirleyecektir.
EŞREF BİTLİS İLE ÖZAL FARKLI CEPHELERDEYDİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 06/10/2010
Sabah, büyük bir gazetecilik olayına imza attı! 4 Ekim 2010 tarihli ve Mutlu Çölgeçen imzalı haber, Eşref Bitlis’in Özal’a yazdığı son mektubu gün yüzüne çıkardı! “17 yıllık karanlığa ışık tutuyoruz” diyen Sabah Gazetesi, haberi manşetten “Son mektup” diye verdi! Kamuoyunda büyük yankı uyandıran mektup, Özal’la Eşref Bitlis’in birlikte Kürt sorununa neşter vurma amacında olduğunun da işaretiydi! Zaten Özal ve Eşref Bitlis de bu yüzden öldürülmüştü! Hatta ikiliyi öldüren de Ergenekon’du!
Yanlışları daha doğrusu yalanları nerden düzeltmeye başlasak acaba?
SABAH’IN 17 YILLIK YALANI!
Gelin önce Sabah Gazetesi’nin habercilik balonunu patlatarak başlayalım. Sabah “17 yıllık karanlığa ışık tuttuğunu” iddia ediyor ama tam da 17 yıl önce Aydınlık Gazetesi’nin “Bitlis’in Özal’a gizli mektubu” diye manşetten verdiği haberi yeniymiş gibi yazıyordu!
Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis, ölümünden 7 ay önce Özal’a sunduğu mektubunda, ABD’nin Çekiç Güç’ünün PKK’ya yardım ettiğini telsiz konuşmalarıyla kanıtlıyordu. Bitlis’in “Kod adı: Kale” adlı planı ABD’yi rahatsız ediyordu.
HANİ ORG. EŞREF BİTLİS ERGENEKONCUYDU
Ergenekon tertibinin arkasındaki kuvvetin yeni senaryosu Eşref Bitlis’in Özal’la birlikte “Kürt sorununu” çözmeye gayret ettiği, bu yüzden de Ergenekon tarafından öldürüldüğü şeklinde…
Oysa daha iki yıl önce, Eşref Bitlis, Ergenekon şemasının içinde yer alıyordu! Eşref Bitlis, İlhan Selçuk’la ve Doğu Perinçek’le birlikte Ergenekon’un lideri olarak suçlanıyordu!
HANİ ORG. BİTLİS’İN UÇAĞI BUZLANMIŞTI
Bilumum ittifak, 17 yıldır üstünü örttüğü Bitlis’in uçağının düşmesi olayını birden bire hatırlayıverdi. Bu ittifak, 17 yıl önce Bitlis öldürüldüğünde “buzlanma” diyip kestirip atıyordu. Oysa bugün Ergenekoncu diye Silivri’de olanlar, o gün “Bitlis’in öldürüldüğünü” haykırıyordu. Şimdi Silivri’de olanlar, bu gerçeği dile getirmekle de kalmamış, Nusret Senem avukat olarak, Adnan Akfırat da gazeteci olarak suikastın peşini bırakmamıştı!
Dün “buzlanma” diyenler, bugün ABD’nin Kürt Açılımı gereği, Eşref Bitlis’i hatırlayıverdi. Yetmedi, Bitlis’in katillerinin peşine düşenleri de Bitlis’i öldürmekle itham edecek kadar pervasızlaştı!
BİTLİS-ÖZAL BİRLİKTELİĞİ YALANI
En büyük yalan da, kirli ittifakın, “Org. Eşref Bitlis ile Özal birlikte Kürt sorununu çözmeye çalışıyordu” şeklindeki iddiasıydı.
Oysa her ikisi de sorunu farklı cephelerden çözmeye gayret ediyordu. Özal ABD adına, Org. Bitlis ise Türkiye adına soruna çözüm arıyordu. Özal ABD’yle birlikte “bir koyup üç almayı” planlarken, Org. Bitlis’in planı ABD’yi rahatsız ediyor, dahası helikopteri ABD uçakları tarafında iki kez taciz ediliyordu. (Org. Necati Özgen, Ulusal Kanal’da yıllar önce açıklamıştı).
Özal’ın ABD planı gereği gündeme getirdiği federasyon ile Org. Bitlis’in ABD’ye rağmen oluşturduğu “Kale” planını, 17 yıl sonra aynı planmış gibi sunmak, ABD’nin F tipi cemaat üzerinden yürüttüğü psikolojik savaşın yeni ama defolu bir ürünüdür! Tıpkı diğerleri gibi bu yalan da hızla gerçeğin aydınlık yüzüne çarpmıştır!
MEHMET ALİ GÜLLER
İLK ÖZAL AÇMIŞTI
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 08/10/2009
“Kürt açılımı”nı Gül mü, yoksa Erdoğan mı başlattı? Liberallerimiz şimdi de bunu tartışıyor.
Her ne kadar “Kürt meselesi” daha eski de olsa, ABD emperyalizminin Türkiye’ye bu konudaki somut dayatmaları 1960’lara da dayansa, bugünkü anlamıyla açılımı ilk Özal yapmıştı!
Özal’ın, Türkiye’nin en büyük güvenlik meselesi haline gelen bu konuyla ilgili o zamanki duruşu devlet zafiyeti açısından da ibret vericidir. İşte Özal’ın ABD’nin kukla devletine katkıları:
Özal’ın Apo’dan ateşkes ricası
Cumhurbaşkanı danışmanı Cengiz Çandar’a göre Özal, Talabani aracılığıyla Apo’nun ateşkes açıklaması yapmasını istedi. Dönemin DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Ahmet Türk de bu konuda şunları söylediler: “Özal bizi Çankaya Köşkü’nde kabul etti ve bize dedi ki, ‘gidin bu adamla (Öcalan) görüşün. Süresiz ateşkes yapsın.”
Özal’ın Apo’yu af planı
Cengiz Çandar’a göre Özal’ın açılımı özetle şöyle: “Özal’ın kafasındaki çözüm geniş kapsamlı bir af çıkarmaktı. PKK’yı dağdan indirmek ve PKK’lıları ülkenin siyasi sistemine entegre etmek istiyordu. Beş yıllık bir süreçte de Öcalan dahil herkese af. Hiç şiddete bulaşmamış PKK’lılar siyasete girebilecekti. Öcalan ve benzeri kişiler için de, yargılanmak şartıyla beş yıllık bir ara süreç var”.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kaya Toperi’nin anlatımlarına göre de Özal, bu esnada Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerini “Güneydoğu sorunu” konusunda çözüm arayışları için ziyaret etmiş!
1996 yılında Apo-Talabani görüşmesiyle ilgili yayınlanan bir kasette şöyle diyor Öcalan: “Turgut Özal’ın maksadı siyasi çözümdü. Hatta o gece Bakü’de Hikmet çetin bu siyasi çözümü duyunca şoke oldu”.
Özal’ın hazırlattığı 3 Kürt raporu
Kaya Toperi’nin anlatımlarına göre Özal, başyaveri Aslan Güner ve Toperi’den “Kürt raporu” hazırlamalarını ister. Özal’ın hazırlattığı, “Kürt sorunu – Güneydoğu Anadolu’daki Durum ve Çözüme Yardımcı olabilecek Öneriler” başlıklı 10 sayfalık raporun bir örneği Başbakan Süleyman Demirel’e, bir örneği de Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e verilir. Demirel bu rapordan iki ay sonra Diyarbakır’da halka seslenir ve “Kürt realitesini tanıyoruz” der.
Özal, prensi Adnan Kahveci’den de bir “Kürt raporu” ister. Kahveci “Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez – Bir Çözüm Paketi Önerisi” başlıklı 13 sayfalık raporunda “Kürt meselesine çözüm getirmek için saplantısız ve çağdaş düşünmek zorundayız” der ve Kürtlere “siyasal hakları”nın verilmesi gerektiğini belirtir.
Özal bir üçüncü Kürt Raporu’nu da eski Özel Harpçi, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Em. Org. Kemal Yamak’a hazırlatır.
Özal, federasyonu tartışmaya açtı
Özal, 15 Ekim 1991 tarihinde Hürriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada da, “federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız” diyerek devlet politikasında büyük gedik açar.
Özal’dan “Anadolu Cumhuriyeti” önerisi
Özal, 2 Nisan 1992 tarihinde Aktüel dergisine verdiği röportajda da, “Atatürk Cumhuriyet’i kurarken Osmanlı Cumhuriyeti derse ne olurdu?” diyerek bir önemli tahribat daha yaratır.
Gazeteci Faruk Mercan’ın “Onlar başroldeydi” isimli kitabına göre, Özal bu röportajı yapan Reha Mağden’den bir ara teybini kapatmasını ister ve şöyle der: “Hani zihnini çalıştır diye söylüyorum, yoksa öneri değil, mesela Türkiye’nin ismi, ‘Anadolu Cumhuriyeti’ olsaydı, bugün yaşadığımız sorunlar olur muydu?”
Yıllar sonra Gül-Erdoğan ikilisinin “Kürt açılımı” gündeme geldiğinde, Korkut Özal da sahneye çıkar ve katıldığı “Siyaset Meydanı” programında Özal’ın bu önerisini AKP’ye pusula eder: “rahmetli ağabeyim sorunun çözülmesi için Türkiye’nin isminin değiştirilebileceğini, Anadolu yapılabileceğini söylemişti”.
Özal’ın Üruğ ekibini tasfiyesi
ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, 7 Kasım 1986’da Ankara’ya 24 saatlik bir “yıldırım” ziyareti yapar. Taft’ın çantasında daha önce 1965 ve 1974’te Türkiye’ye dayatılan “Musul ve Kerkük’ü alma planı” vardır. Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ, plana karşı tutumunu, Taft’ın görüşme istediğini kabul etmeyerek gösterir.
Kenan Evren’e rağmen Genelkurmay Başkanı olan Org. Üruğ, emekliliği gelen Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Necdet Öztorun’un önünü açmak için erken emekli olur. Özal ise, Evren’in desteği ve 1. Ordu Komutanı Org. Recep Ergun’a dayanarak Org. Öztorun’u emekli eder. (Ergun, emekli olduktan sonra ANAP’tan milletvekili yapılır). Böylece “İki Necdetler ekibi”nin ordunun komuta kademelerini “ 2000 yılına kadar” belirleyen planı tasfiye edilir.
Genelkurmay Başkanı Org. Torumtay’ın istifası
ABD, 1991’deki 1. Körfez Savaşı sırasında, Türkiye üzerinden Irak’a ikinci cephe açılmasını ister. TSK, muhalefetteki DYP ve SHP ile Başbakan Yıldırım Akbulut ABD’nin ve Özal’ın bu talebine karşıdır. Özal, plana direnenleri ikna etmek için cepheyi “bir koyup üç almak” diye tarif eder. Güneş Taner yıllar sonra yaptığı açıklamada, Özal’ın aslında ikinci cephe kararını ABD’nin Irak’a saldırısından önce verdiğini, federasyon tartışmasını da bu nedenle başlattığını söyler. (Sabah, 7 Kasım 2001)
TSK Özal’ın planını uygulamaya direnir. Özal’ın Org. Öztorun yerine Genelkurmay Başkanı yaptığı Org. Necip Torumtay da alttan gelen baskıyla istifa ederek, ikinci cepheyi uygulanamaz kılar.
Özal’ın Çekiç Güç gayreti
ABD, 1. Körfez Savaşı’nın sonunda Kürtleri Saddam Hüseyin’e karşı ayaklandırır ve ateşe sürer. Saddam’ın bastırdığı ayaklanma neticesinde yüzbinlerce Iraklı Kürt sınırı geçerek Türkiye’ye sığınır. Türkiye ABD planı gereğince Musul ve Kerkük’e girmeyince yine ABD planı gereği Musul ve Kerkük Türkiye’ye girmiş olur.
ABD Kürtleri korumak bahanesiyle BM’den Çekiç Güç kararı çıkartır. ABD bu kararla, 36. paralelin kuzeyini Saddam’ın uçuşlarına yasaklar; yani bölgeyi kukla devleti için tesis etmeye başlar. Özal Çekiç Güç’ün onaylanması için tüm kuvvetiyle seferber olur. Öyle ki, TSK içinde bile durumu Türkiye’nin lehine gören bir yapı mevcuttur. TSK, Saddam otoritesinin olmadığı bu bölgeye istediği zaman girip çıkacağını ve PKK’yı vuracağını hesap eder. (Yıllar sonra bu konuda büyük yanlışlık yapıldığı TSK komuta kademesince itiraf edilir.)
Ancak süreç Türkiye’nin aleyhine işler ve 36. paralelin kuzeyi ABD’nin kukla devletinin coğrafyası olur.
Özal’ın tarihi misyonunun devamı
Özal’ın ne denli ABD planlarına uyumlu olduğunu gösteren bu uygulamaları kadar ibret verici bir örneği de yıllar sonra eşi ve oğlu sergilerler.
Tam da Gül’ün tarihi fırsat dediği, Kürt açılımını başlattığı dönemde, 29 Nisan 2009’da Semra ve Ahmet Özal’lar “Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı” Mesut Barzani ile görüşürler.
Özal’lar ziyaretlerini “Kuzey Irak’taki gelişmeleri yerinde görmek” olarak açıklarlar!
Hangi sıfatla?! Hangi tarihi misyonun devamı olarak?!
MEHMET ALİ GÜLLER