Archive for category CGTN Türk
Cumhuriyet devrimle yaşar
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 29/10/2024
Cumhuriyet 101 yaşında; genç ama yorgun…
Çünkü Cumhuriyet tehdit altında ve tehlikede…
Çünkü birinci yüzyılda ortaya çıkan ve ikinci yüzyılda mutlaka çözülmesi gereken sorunlarla karşı karşıya…
Bağımsızlık Cumhuriyetin karakteridir
Mustafa Kemal, “bağımsızlık benim karakterim” derken, kişisel bir özelliğine değil, kurucu öznesi olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi karakterine işaret ediyordu.
Kurtuluş Savaşı, sadece bir işgalden kurtulma savaşı değil, çeşitli düzlemlerdeki bağımlılık ilişkilerini ortadan kaldırma savaşıydı:
a) İstanbul’un siyaseten son elli yılda önce Londra’ya, sonra Berlin’e bağımlı olmasının kesilmesidir.
b) Ekonominin Düyûn-ı Umûmiye ve benzeri mekanizmalarla büyük devletlere bağımlılığının kesilmesidir.
c) Kul-hanedan ilişkisinin kesilmesi ve çağdaş devlet-yurttaşlık ilişkisinin inşa edilmesidir.
Ancak Cumhuriyet’in birinci yüzyılında, Kemalist Devrim’in sürdürülememesi sonucunda Türkiye tüm bunları yitirmeye başladı:
a) Ankara, NATO üzerinden Washington’a bağlandı; Atlantik kampı içinde ve blok siyasetleri düzleminde tam bağımsızlığını kaybetti. AB üyeliği gibi tam bağımsızlık ilkesine aykırı bir “hayal” hedef, hâlâ Ankara’nın stratejik hedefi.
b) Türkiye, ekonomide önce IMF’ye, ardından Londra tefecileri ile New York bankerlerine bağlandı. Türkiye’de lira değil dolar egemen oldu. Üreten değil satın alan, parası bitince borçlanan ülkeye dönüşüldü.
c) Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olmasının siyasi mekanizması olan meclis pek çok işlevini yitirdi ve birinci yüzyılın sonunda bu topraklarda yeni tür bir saray rejimi oluştu.
Laiklik Cumhuriyetin temelidir
Kurtuluş Savaşı ve devrimci Cumhuriyet ile kul vatandaşa/yurttaşa, ümmet millete/ulusa dönüştü. Kulun ve ümmetin hanedanla ve hilafetle ilişkisi yerine yurttaşın ve ulusun laik devletle ilişkisi inşa edildi.
Ancak Atlantik kampı içinde bağımsızlığın yitirilmesiyle birlikte, laiklik de aşındırılmaya başlandı. Çünkü Ankara’nın çağdaşlaşma hedefinin yerini, Ankara’nın bağlandığı emperyalist merkezin stratejik hedefi almaya başladı. Emperyalizmin stratejik hedefi, komünizmle mücadeleydi ve SSCB’yi İslamcılıkla kuşatmaktı.
Türkiye o çizginin devamında adım adım siyasal İslamcılığa teslim oldu ve ne yazık ki rejim değişiklikleriyle bugün bir “proto-Sünni İslam devleti” haline gelmeye başladı. Yarın için de ulusun ümmetleştirilmesi ve “federal bir din/ümmet devleti” kurulması hedefleniyor.
Devrimci olma zamanı
Dolayısıyla hepimiz için karar zamanıdır: Cumhuriyet’in birinci yüzyılının başındaki bağımsızlık ve laiklik hedeflerine mi sahip çıkılacak, yoksa birinci yüzyılın ortasında başlatılan ve sonuna doğru hızlandırılan ve yarın “federal din/ümmet devleti“ olması planlanan hedefe mi teslim olunacak?
Altı ok bir parti logosu değildir, programdır, stratejidir.
Altı ok, bir bütündür; eksik okla program uygulanamaz.
Devrimcilik, altı okun içinde en önemlisidir. Çünkü o ok olmayınca, diğer okların ulaşacağı mesafe kısalmaktadır.
Mustafa Kemal’i diğer kuruculardan ayıran en temel özelliği devrimciliğidir. O devrimci olduğu için devirebildi ve kurabildi.
Günümüzde de geçerlidir: Gerçekten Cumhuriyetçi olmak için önce devrimci olunmalıdır.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
29 Ekim 2024
İsrail BM’ye düşman
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 15/10/2024
İsrail, Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü’nü (UNIFIL) bir kaç kez hedef alan saldırılarıyla, artık BM’ye açıkça düşmanlık yürüttüğünü ortaya koydu.
Zira İsrail, geçen günlerde de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen adam” ilan ederek, tüm dünya ülkelerinin çatı örgütünü karşısına almıştı.
İsrail öncesinde de Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nı (UNRWA) defalarca hedef alarak diplomatları öldürmüştü.
Barış Gücü’nün görevi
BM Lübnan Geçici Barış Gücü’nün (UNIFIL) kuruşulu 1978’e dayanıyor. UNIFIL, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 425 ve 426 sayılı kararlarıyla uluslararası hukuka göre görev yapıyor. UNIFIL’ın görevi, 2006’da alınan 1701 sayılı kararla güçlendirildi.
46 ülkeden ve 10 binden fazla askerin görev yaptığı UNIFIL, kurulduğu yıldan itibaren görev süresi düzenli yenilenen bir “barış koruma misyonu”dur. Lübnan ile İsrail arasında “Mavi Hat” olarak bilinen sınır boyunca müdahale gücü olarak hareket etme yetkisine sahiptir.
Üssü işgal etti, ana girişi ve gözlem kulesini vurdu
İsrail ordusu, 10 Ekim’de UNIFIL’ın bir gözlem kulesini hedef almıştı ve iki barış gücü askeri yaralanmıştı.
İsrail ordusu ertesin gün de, 11 Ekim’de, Lübnan’ın güneyindeki Ras Nakura bölgesindeki UNIFIL komuta merkezinin ana girişini top mermisiyle hedef aldı. İsrail ordusu aynı gün, UNIFIL’ın bir gözlem kulesini de tankla vurdu. İsrail ordusu, Lübnan’ın güneyindeki Ramyah’da bulunan BM üssüne de zorla girdi. 45 dakika süren işgalde 15 barış gücü askeri yaralandı.
Bu saldırılar planlı bir şekilde yürütülüyor. Zira İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, saldırılardan önce BM Genel Sekreteri’ne seslenerek, “UNIFIL’ı çekmesini” istemişti.
İtalya’dan İsrail’e tepki
UNIFIL’da görev yapan en büyük ikinci grubu, İtalyan askerleri oluşturuyor. İtalya 7 Ekim’den bu yana hep İsrail’den yana tutum alıyordu. Ancak İsrail’in UNIFIL’a saldırması, Roma’nın da tutumunu değiştirmesine neden oldu.
İsrail, İtalya’dan askerlerini çekmesini isterken, İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto “İtalya ve BM, İsrail’den emir almaz” diyerek tepki gösterdi; İtalya Dışişleri Bakanı Antonio Tajani soruşturma başlatılmasını istedi, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni de “İsrail’in asker çekilmesi talebinin reddedildiğini” ilan etti.
İspanya-İrlanda’dan AB’ye çağrı
İsrail’in BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen adam” ilan etmesi üzerine 104 BM üyesi ülke ve Afrika Birliği, Guterres’e destek ve İsrail’e kınama mektubu yayımladı.
Mektupta Guterres’in “BM Şartı’nda belirtilen amaçlara ulaşılmasında hayati bir rol oynadığı” vurgulandı.
İsrail’i hedef alan bir diğer girişim de İspanya ve İrlanda’dan geldi. İki ülke, İsrail’in UNIFIL’a saldırması nedeniyle, AB-İsrail Ortaklık Anlaşması’nın sonlandırılmasını istedi. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, BM misyonunun Lübnan’dan çekilmeyeceğini belirterek, İsrail’i kınadı.
İspanya, Fransa’nın ardından İsrail’e silah sevkiyatının kesilmesini isteyen ikinci Avrupa ülkesi oldu. Yine İspanya, İrlanda ile birlikte geçen aylarda Filistin’i tanıma kararı alarak, Avrupa’da önemli bir süreci başlatmıştı; bu ikiliyi Norveç ve Slovenya izlemişti.
Veto kartı altında ezilen hukuk
İsrail’in BM’yi de karşısına alan bu saldırganlığı, kuşkusuz ABD’nin koruma kalkanı altında yapılıyor. İsrail, ABD’nin veto kartı sayesinde, BM’nin kararlarından korunuyor.
Diğer yandan İsrail, ABD silahlarıyla saldırıyor ve ABD savunma sistemleriyle korunuyor. Dolayısıyla tabloyu “ABD sponsorluğu yoksa, İsrail saldırganlığı da yoktur” diye özetleyebiliriz.
Ancak İsrail’in pervasızlığı, en sonunda ABD’ye de yük olacak. ABD zaten BM Genel Kurulu’ndaki oylamalarda artık İsrail’e destek verecek ülke bulamamakta, veto kartı sayesinde durumu idare etmektedir.
İsrail’in BM’ye saldırıları, BM’de reform tartışmalarını hızlandırabilir. Zira uluslararası hukukun ABD veto kartının altında ezilmesi, giderek Avrupa içinde de tepki topluyor. Ve giderek daha çok Avrupalı, ABD’nin Ukrayna ve İsrail yükünden şikayetçi oluyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
15 Ekim 2024
Aksa Tufanı’nın beş sonucu
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 08/10/2024
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e ani saldırı düzenlemesi ve Filistinli esirlere karşı İsraillileri esir alması, Filistin’in direniş tarihinde bir silkiniş başlattı. Zira tablo şöyleydi:
Gazze 17 yıldır ablukada, adeta bir açık hava hapishanesi durumundaydı. Sömürgeci İsrail yeni yerleşim planları ile hergün Filistin topraklarına doğru genişliyordu. Filistin meselesi ve iki devletli çözüm Arapların ve dünyanın gündeminden düşmüştü. Araplar Filistin meselesi çözülmeden ABD aracılığıyla İsrail’le tek tek anlaşmalar yapıyordu.
İşte Aksa Tufanı bu tabloyu değiştirmeye başladı…
Filistin yeniden dünyanın gündeminde
1) Filistin meselesi, Filistin’in devlet olma hakkı, iki devletli çözüm 7 Ekim’den önce adeta unutulmuştu. Filistinliler, Aksa Tufanı ile devlet olma sorunlarını yeniden dünyanın gündemine getirdiler.
7 Ekim sonrasında Filistin’in tanınması konusu hem tek tek devletlerin hem de BM’nin gündemine geldi. Yeni ülkeler Filistin’i tanımaya başladı. Özellikle İspanya, İrlanda, Slovenya ve Norveç gibi Avrupa ülkelerinin Filistin’i bu süreçte tanıması İsrail için tam bir darbe oldu. Zira İsrail zamana yayarak Filistin’in tamamını adım adım ele geçirmek ve Filistinlileri diğer Arap ülkelerine sürmek istiyordu.
Arap-İsrail anlaşmaları rafa kalktı
2) Arap ülkeleri, ABD yönetiminin aracılığıyla İsrail’le tek tek “normalleşmeye” başlamıştı. Araplar Filistin meselesini bir kenara bırakarak İsrail’le “Abraham anlaşmaları” yapıyordu. Arap-İsrail savaşları düşünülürse bu Filistin davası için bir yenilgi, Araplar için de bir utançtı aslında…
İşte 7 Ekim bu çözüm sağlanmadan başlayan normalleşme eğilimini durdurdu. İsrail’le normalleşen Arap ülkeleri anlaşmaları askıya aldı, normalleşmeye hazırlanan Arap ülkeleri de çözüme kadar süreci dondurma kararı aldı.
İsrail’in dokunulmazlığı delindi
3) 7 Ekim Aksa Tufanı, İsrail’de şok etkisi yarattı. Hamas üyelerinin İsrail topraklarını basması, İsrail’e binden fazla kayıp verdirmesi ve 250 İsraillinin, Filistinli esirlere karşılık esir alınması, İsrail devleti için büyük yenilgiydi, dokunulmazlığının delinmesiydi. 7 Ekim İsrail devleti için kara gün oldu. Kurumlar birbirini suçladı, istifalar yaşandı.
7 Ekim sonrasında Netanyahu hükümetinin savaşı bölgeselleştme ve ABD’yi İran’la savaştırma amacı ile İran’a saldırması, İsrail’in dokunulmazlığını ikinci kez deldi. İran, 13 Nisan 2024 ve 1 Ekim 2024 tarihlerinde iki kez İsrail saldırganlığına yanıt verdi: 1200 km uzaktan füzeleriyle İsrail topraklarını vurdu. ABD bölgedeki üslerinden ve Doğu Akdeniz’deki gemilerinden, İngiltere Güney Kıbrıs’taki üslerinden kalkan uçaklarla ortak savunma yapmasa, İsrail “demir kubbesi” delik deşik olacaktı.
İsrail yargılanıyor
4) 7 Ekim Aksa Tufanı, İsrail’in maskesini tamamen düşürdü. İsrail devletinin işgalci, sömürgeci, soykırımcı, terörist yüzleri tek tek ortaya çıktı. Nazi soykırımına uğrayan bir halkın devleti şimdi bir başka mazlum halka soykırım uyguluyordu ve dünyanın çoğunluğu bu gerçekle yüzleşti.
7 Ekim sonrasında bu gerçeğin çırılçıplak ortaya çıkması, Küresel Güney ülkelerini harekete geçirdi. Güney Afrika Cumhuriyeti, İsrail’i soykırım yapmakla suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanmasını sağladı. Dava sürüyor, İsrail aleyhine ara karar çıktı. Öte yandan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanıyor.
İsrail yalnızlaşıyor
5) 7 Ekim sonrasında BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamalar, İsrail’in adım adım nasıl yalnızlaştığını gösteriyor. İlk oylamada ABD ve İngiltere ile birlikte 43 ülke İsrail lehine tutum almışken, bu sayı adım adım sonraki oylamada 9 ülkeye kadar düştü.
Son durum şudur: Pek çok ülke İsrail’le ticari ilişkileri kesti, bazı ülkeler diplomatik ilişkilerini de kopardı. İsrail’in kimi müttefikleri silah satışını askıya almayı bile tartışıyor.
Sonuç
7 Ekim’den beri ısrarla belirtiyorum: Bu tür savaşların sonucu ölen insan sayısı ile ölçülmez. Evet, İsrail 7 Ekim’den bu yana 42 bin Filistinliyi katletti, Gazze’yi büyük yıkıma uğrattı. Bu Filistin adına elbette bardağın boş tarafıdır ve büyük kayıptır ama dolu tarafında da yukarıda özetlediğim tablo var. O tabloya göre de savaş (ya da silahlı siyaset) sürüyor ve İsrail kaybediyor, Filistin kazanıyor…
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
8 Ekim 2024
Devrim, Çin ve dünyaya ne kazandırdı
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 01/10/2024
75 yıl önce bugün, 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) kuruldu. Çin Komünist Partisi (ÇKP) uzun soluklu bir mücadeleden sonra hem emperyalist işgalcileri topraklarından temizledi, hem de iç savaşı kazanarak özgürleştirdiği topraklara Halk Cumhuriyeti getirdi.
Peki Mao Zedong liderliğinde Çin Komünist Partisi’nin yaptığı bu devrim, Çin halkına ve dünya halklarına neler kazandırdı?
Devrim, Çin halkını özgürleştirdi
1) Devrim, her şeyden önemlisi bir çok emperyalist ülkenin işgali altındaki topraklara özgürlük ve Çin halkına onur getirdi. Çin Komünist Partisi, emperyalist işgal altında ezilen, alt sınıf insan görülen, köle muamelesi yapılan bir halkı ayağa kaldırdı ve bağımsızlığı için savaşmasına öncülük etti.
2) Devrim, halkın önüne yepyeni ve içindeki enerjiyi büyük bir atılma dönüştürecek bir sistem, Çin’e özgü sosyalizm sistemi kazandırdı. O sistemle dünyanın en kalabalık ve en yoksul halkı, kısa süre içinde modern ülkeler seviyesine yükseldi. Çin Komünist Partisi yoksulluğu bitirdi, halkın iyi bir eğitim almasını sağladı. Bu verimli ekonomik modelle, Çin halkı 75 yılın sonunda çağdaş, kendine güvenen, üreten bir halka dönüştü.
Geri Avrupa, ileri Asya
3) Çin Devrimi, Sovyet Devrimcisi Lenin’in işaret ettiği “geri Avrupa, ileri Asya” gerçeğini bir kez daha kanıtladı ve Doğuya doğru devrimci yükselişi sürdürdü.
4) Çin Devrimi, Sovyet Devrimi deneyimlerinden de dersler çıkararak, dünya sosyalizminde ikinci dalgaya öncülük etti. 1960’larda Asya’da, Afrika’da, Güney Amerika’da yükselen bağımsızlık ve sosyalizm dalgasında Çin Devriminin önemli bir etkisi oldu.
5) Bugün bir Asya Yüzyılı’ndan söz edilebiliyorsa, bunda birinci etken Çin Devrimi ve Çin’e özgü sosyalizm modeliyle ayağa kalkan Çin Halk Cumhuriyeti‘dir.
Küresel ekonomik işbirliği modeli
6) Çin Devrimi, Çin halkına ekonomik atılımla olağanüstü kalkınma ve büyüme sağladığı gibi bu oranlar, özellikle son birkaç yılda, dünyanın da büyümesini sağlamış oldu. Çin’in büyümesi olmasa, pek çok yıl, dünya aslında büyümemiş, küçülmüş olacak zira…
7) Çin Halk Cumhuriyeti, büyük ekonomisiyle gelişmekte olan ülkelere fırsat oldu. Asya, Afrika ve Güney Amerika ülkeleri, Çin’le yaptıkları kazan-kazan anlaşmalarıyla 21. yüzyılda büyük bir atılıma sahne oluyorlar.
8) Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol, Asya’yı Avrupa ve Afrika ile birleştirerek, dünyaya hem çok önemli bir küresel ekonomik işbirliği modeli sağlıyor ama hem de bir kültür yoluna dönüştürerek küresel barışı katkı yapıyor.
Çin ve çok kutupluluk
9) Devrim, büyük atılımıyla Çin’i dünyanın en büyük ekonomik gücüne dönüştürürken, dünyaya da “çok kutupluluk” fırsatı kazandırmış oldu. Böylece halklar, ülkeler ve devletler, “tek kutup” baskısından kurtulmuş, çok kutupla çok taraflı ilişkiler sürdürebilme olanağına kavuşmuştur.
10) Çin Halk Cumhuriyeti, ortaklarıyla birlikte dünyaya çok önemli iki platform kazandırdı: Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS…
ŞİÖ Asya ülkeleri, BRICS de Küresel Güney (Asya, Afrika, Güney Amerika) ülkeleri için bir çekim merkezi oldu. Dahası BRICS Yeni Kalkınma Bankası, Dünya Bankası ve IMF’ye alternatif olarak gelişmekte olan halklara altyapı için ucuz kredi kazandırma olanağına dönüşüyor.
Çin küresel barışa öncülük ediyor
11) Çin Halk Cumhuriyeti, çevresine, bölgesine ve dünyaya barış götürmeye öncülük ediyor. ÇHC, İran ile Suudi Arabistan’ın normalleşmesine arabuluculuk yaptı, Filistinli örgütlerini “ulusal mutabakat yönetimi” oluşması hedefiyle bir araya getirdi, Rusya-Ukrayna savaşına çözüm için Küresel Güney ortaklarıyla birlikte “Barış Dostları” platformuna öncülük ediyor, Filistin-İsrail savaşına çözüm için “Barış Konferansı” geliştirmeye çalışıyor…
12) Çin Halk Cumhuriyeti, öncülük ettiği Küresel Güney ülkeleriyle birlikte, Kolektif Batı’ya karşı bir denge sağlıyor, bu da gelişmekte olan ülkeler üzerindeki emperyalist baskıyı hafifleterek ülkere nefes aldırıyor.
13) Çin Halk Cumhuriyeti, Küresel Güney ortaklarıyla birlikte adım adım uluslararası düzeni demokratikleştiriyor, daha adil bir düzenin filizlenmesine öncülük ediyor.
Devrim insanı yeniler
Devrim, yapıldığı her coğrafyada insanı etkiliyor, insanı devrimcileştiriyor, yeni insana dönüştürüyor.
Örneğin Türk Devrimi, ezilen yoksul Anadolu köylüsünü ayağa kaldırdı, “devrimci cumhuriyet” Türk halkının büyük bir atılım yapmasını sağladı. Ne zaman ki Türk devrimi kireçlendi, dondu, kesintiye uğradı, atılım da durdu.
Çin halkı da devrimle yenilendi, 75 yılda büyük bir atılım gerçekleştirdi. O atılımın hâlâ devam ediyor olması, devrimin sürmesi ve Çin Komünist Partisi’nin bu “sürekli devrime” öncülük etmesi nedeniyledir.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
1 Ekim 2024
Gelecek Paktı ve yeni düzen
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 24/09/2024
BM Genel Kurulu öncesinde düzenlenen “Geleceğin Zirvesi”nde, 143 üyenin evet oyuyla “Gelecek Paktı” kabul edildi. Nedir Gelecek Paktı peki?
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres‘in şu açıklaması yanıta işaret ediyor: “Geleceğin Zirvesi bize az önce kabul edilen bir pakt ortaya çıkardı. Bu pakt sadece acil krizlere çözüm bulma vaadimizi değil, aynı zamanda sürdürülebilir, adil ve barışçıl bir küresel düzen için temel atma vaadimizi de temsil ediyor.” (AA, 22.9.2024).
Böylece Gelecek Paktı ile yeni bir küresel düzen için temel atılmış oluyor. Nasıl bir küresel düzen peki? Sürdürülebilir, adil ve barışçıl. Çünkü mevcut 1945 düzeni artık ihtiyacı karşılamıyor.
21 Eylül’de Cumhuriyet’te “BM Güvenlik Konseyi’nde reform” başlığıyla ele aldım: “Çok kutupluluk BM Güvenlik Konseyi’nde reformu zorunlu hale getirdi, buradan dönüş yok. Artık mesele bunun nasıl olacağı ve kimleri kapsayacağı. Asıl mücadele de burada yürüyecek.”
İşte o mücadele başladı. 143 üyenin evet oyuyla Gelecek Paktı’nın kabul edildiği müzakerelerde, “BM Güvenlik Konseyi reformu” konusunda bir anlaşma sağlanamadıysa da (AA, 22.9.2024) konu artık gündemdedir.
Mevcut düzeni kimler istiyor?
Mevcut düzeni ABD ile müttefikleri İngiltere ve İsrail istiyor. Çünkü mevcut düzendeki ABD’nin “keyfi vetosundan” en çok İsrail yararlanıyor. Avrupa devletlerinin bir bölümü bile, özellikle AB’yi “stratejik özerk” yapmak isteyenler de mevcut düzenin değişmesi gerektiğini savunuyor.
Böyle olduğu için de ABD olası bir değişimi kontrolünde tutmaya, kendi konumunu korumaya çalışıyor. İşte ABD’nin “BM Güvenlik Konseyi genişlesin ama yeni üyelerin veto hakkı olmasın” yaklaşımı bu nedenledir.
Evet, Avrupa’nın ABD’den stratejik özerk olunması gerektiğini savunan ülkeleri de mevcut düzenin değişmesi gerektiğini savunuyor. Bunların başında da Fransa geliyor.
Fransa’dan yeni düzen çağrısı
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron mevcut düzenin “eksik ve adaletsiz” olduğunu savunarak, yeni bir düzenin inşa edilmesi gerektiğini savundu ve bu yönde çağrı yaptı.
Macron’un iki temel mesajı var:
– “Avrupa’nın ne tam olarak AB ne de kararlı bir şekilde NATO olmadığı gerçeği hesaba katılmalı. Yeni bir Avrupa örgütlenmesi düşünülmeli.” (Nitekim Paris bu nedenle Avrupa Siyasal Topluluğu’nun inşasını savunuyor.)
– “Yüksek nüfuslu birçok ülke yeterince temsil hakkına sahip olmadığından, uluslararası sistem eksik ve adaletsizdir. Bu nedenle yeni uluslararası düzen inşa edilmeli.” (AA, 23.9.2024)
BM’nin merkezi koordinasyon rolü
Görüldüğü gibi yeni düzen ihtiyacı, artık kaçınılmazdır. Çünkü çok kutupluluk şartlarında, çok kutupluluğa uygun düzen gerekmektedir. Çünkü ekonomik ve siyasal ağırlığı artan Küresel Güney’in ağırlığına orantılı temsiliyeti şarttır.
Gelecek Paktı ile birlikte konu artık BM’nin de gündemindir. Dahası BM Küresel Güney ülkelerinin de savunduğu gibi, bu dönüşümün merkezinde olacaktır.
Geleceğin Zirvesi’nde konuşan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin o role şu sözlerle işaret etmektedir: “BM’nin çok kutuplu dünyamızda, küresel meydan okumalara BM Genel Kurulu düzeyinde yanıt bulma yolunda örgüte üye ülkelerin pozisyonlarını yaklaştırarak merkezi bir koordinasyon rolü oynaması gerektiğine inanıyoruz.” (Sputnik, 23.9.2024)
Sonuç olarak, küresel büyük dönüşüm başladı, savaşsız dönüşüm için ağır, kontrollü ve dengeli ilerliyor.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk Gazetesi
24.9.2024
Kalkınma Yolu’nda Türkiye-Irak-İran
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 18/09/2024
İran, Türkiye ile Irak arasındaki Kalkınma Yolu projesine katılacak mı? Bu sorunun yanıtı hem bölgesel işbirliğinin derinleşmesine hem de Güney Kafkasya’daki yol problemlerinin çözümüne katkı yapacak.
Zira Azerbaycan ile Nahçıvan arasında oluşturulmaya çalışılan Zengezur Koridoru konusunda İran’ın endişeleri var. Tahran yönetimi “ulaşım yollarındaki engellerin ortadan kaldırılmasını” kategorik olarak destekliyor ancak bölgede “sınır değişikliği” oluşmasına ise itiraz ediyor.
Peki bir sınır değişikliği oluşturmadan, örneğin tünel yoluyla, hatta İran’ı da dahil ederek, Azerbaycan ile Nahçıvan arasında bir bağlantı kurulmaz mı?
Bunu ayrıca tartışmamız gerekiyor ancak asıl konumuza, İran’ın Kalkınma Yolu’na katılıp katılmayacağı konusuna bakalım.
Irak davet etti, İran memnun
Irak, Kalkınma Yolu’na katılımı için İran’a davette bulundu. İran’ın Bağdat Büyükelçisi Muhammed Kazım Sadık, davet için Irak hükümetine teşekkür ederek Tahran’ın memnuniyetini aktardı: “Bölge ülkelerinin arasında ekonominin ve ticaretin büyümesine ve refahına katkıda bulunabilecek her türlü projeyi memnuniyetle karşılıyoruz.”
Büyükelçi Sadık, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pazeşkiyan’ın “bölge ülkelerinin demiryolu ve karayolu hatlarının birbirine bağlanmasının bir zorunluluk olduğu” görüşünü de aktardı.
Özetle İran yönetimi, Türkiye ve Irak’ın Kalkınma Yolu’na ilgi gösteriyor diyebiliriz.
MEHR’in işaret ettiği bağ
Bu haberi servis eden İran’ın MEHR haber ajansının Kalkınma Yolu ile ilgili değerlendirmesi önemli, çünkü “Kalkınma Yolu” ile “Kuşak ve Yol“ arasında bir bağ kuruyor. Ajans, Çin’in Pakistan’daki Gwadar Limanı’nı 2015 yılından beri işletiyor olmasının, Irak’ın jeopolitik önemini artırdığını vurgulayarak şöyle diyor:
“Çünkü Gwadar’a ulaşan Çin malları, Süveyş Kanalı’ndan geçerek deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşmak yerine çok daha düşük maliyetle kısa sürede Avrupa’ya varacaktır.” (MEHR Haber Ajansı, 15.9.2024)
İşte bu gerçek, Türkiye ve Irak ile Çin’in ekonomik işbirliğini de daha derineleştirecektir.
Unutulmamlı: Haziran’da Çin’i ziyaret eden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Kalkınma Yolu ile Kuşak ve Yol’u entegre etmek istiyoruz” demişti.
Kuşak ve Yol ile kalkınma Yolu birleşecek
Bağdat’taki Kalkınma Yolu Projesi Konferansı’ndan hemen sonra Cumhuriyet’te yazdığım makalede, tam da buna dikkat çekmiştim:
”Kalkınma Yolu Projesi, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol ile aslında birbirini bütünleyen bir projedir. Kaldı ki Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşerek Körfez’e boşaldığı bölgedeki Büyük Fav Limanı, Çin’in işlettiği Pakistan’daki Gwadar Limanı’yla birlikte daha da önem kazanmaktadır.
“Şöyle ki, Gwadar Limanı, Çin’in Körfez’den aldığı petrolü ABD denetimindeki Malakka Boğazı’ndan geçirmesine gerek kalmadan, yoldan ve süreden tasarruf etmek için Pakistan üzerinden transfer ettiği adrestir. Petrol, buradan boru hattıyla Çin’in Sincan bölgesine ulaştırılmaktadır. (ABD’nin Uygur kışkırtmasının bir nedeni de budur.)
“Dolayısıyla şimdi Gwadar Limanı ile Büyük Fav Limanı ticarette bütünlük oluşturacak, Çin mallarının daha kısa bir yol üzerinden ve daha kısa bir sürede Avrupa’ya ulaştırılması sağlanacaktır.
“Yani Kuşak ve Yol ile Kalkınma Yolu birleşecek, Batı Asya’nın birlikte kazanmasının ve kalkınmasının yolu olarak Körfez bölgesi Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanacaktır.”
Akraba ülkeler
Başta değindiğimiz konuya dönersek…
Körfez’deki Fav Limanı ile Avrupa arasında Irak ve Türkiye topraklarından geçecek bu kara ve demiryolu projesi, önemli bir ticaret köprüsü olmanın dışında, bölge barışı için de önemli potansiyeller taşıyor.
Örneğin İran’ın Kalkınma Yolu’na katılması, sınır değişikliğine yol açmadan bulunabilecek çözüm üzerinden Zengezur Koridoru için de kolaylaştırıcı olacaktır.
Ve bitirirken belirtelim: İran Cumhurbaşkanı Pazeşkiyan ilk yurtdışı ziyaretini Irak’a yaptı ve ülkesinde düzenlediği ilk basın toplantısında, “Türkiye dostumuz, kardeşimiz ve akrabamızdır” diyerek yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret edeceğini ifade etti.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
17 Eylül 2024
Çok kutupluluk neye yarar?
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 11/09/2024
Türkiye’nin BRICS üyeliği başvurusu karşısında soruyorlar: “Çok kutupluluk neye yarar?”
Bu soru, nesnel olarak soranın hem Türkiye’nin BRICS üyeliğine karşı olduğuna hem de eski tek kutuplu dünyayı yeğ tuttuğuna işaret ediyor.
Bu nedenle ”çok kutupluluk neye yarar” sorusunu yanıtlamaya tek kutupluluk ile somut farkından başlayalım:
Çok kutupluluk “tek kutuplu ABD’yi” sınırladı
Buradan hareketle soruya ilk yanıtı şöyle verelim: SSCB’nin dağılmasının ardından emperyalist ABD’nin tek kutup haline gelmesinden daha kötü değildir çok kutupluluk…
1990’larda ve 2000’lerde çok kutupluluk olsaydı, ABD bu kadar rahat Irak ve Afganistan’ı işgal edemeyecek, Yugoslavya’yı bu kadar kolay parçalayamayacaktı.
2010’larda hegemonyasının zayıflaması ve çok kutupluluğun başlaması, ABD’nin Irak ve Afganistan’a girebildiği ölçekte Suriye’ye girememesine, Yugoslavya’yı parçaladığı gibi Libya’yı parçalayamamasına neden oldu.
Elbette Suriye’yi de Libya’yı da büyük oranda tahrip etti ama çok kutupluluğun başlaması tahribatı sınırlı tuttu. Somutlarsak, Rusya sahaya girdi ve ABD Esad yönetimini yıkamadı!
Çok kutupluluk inşa oldukça ve sağlamlaştıkça, ABD’nin elinin kolunun daha da sınırlanabileceğini göreceğiz.
Çok kutupluluk İsrail’i soykırımla yargılıyor
Çok kutupluluğa itiraz edenlerin bazıları, İsrail’in Gazze’de soykırımına işaret ederek kendilerine haklılık zemini oluşturmaya çalışıyorlar. “İsrail Gazze’de katliam yaptığına ve çok kutupluluk bunu önleyemediğine göre, demek ki bir yararı yok” diyorlar özetle…
Elbette çok kutupluluk bir süreç ve daha başındayız. ABD hâlâ dünyanın açık ara en büyük askeri gücü ve engelleyebilmek bugünden yarına hemen olmaz, olamaz…
Ama çok kutupluluk başlamamış olsaydı, ABD bugün Netanyahu’yu barışa zorlamaya bile çalışmazdı.
Çok kutupluluğun bu konudaki somut yararına gelirsek… Çok kutupluluk inşa olmaya başlamasa, Güney Afrika İsrail’i soykırımla suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’na dava açamazdı. Divan’ın, ABD’nin tüm tehditlerine rağmen davayı kabul edebilmesi, çok kutupluluk sayesindedir. Güney Afrika, sonucu İsrail’i savaş yenilgisi kadar etkileyecek bu davayı elbette üyesi olduğu BRICS’in desteğiyle yürütüyor.
Çok kutupluluk BOP’u durdurdu, doları zayıflatıyor
Çok kutupluluk olmasa, ABD Büyük Ortadoğu Projesi’ni ilerletecek, belirlediği 22 ülkenin sınırlarını ya da rejimlerini değiştirecekti.
Çok kutupluluk olmasa, ABD Afganistan’dan çekilmeyecekti.
Çok kutupluluk olmasa, ABD Irak’tan çekilmeyecekti. (Irak, kalan 2500 ABD askerini de göndermeye çalışıyor ve Washington ile müzakere ediyor. Açıklanan son anlaşmaya göre yarısı 2025’te, yarısı da 2026’da gönderilmiş olacak.)
Çok kutupluluk olmasa, Nijer ABD askerlerini kovamayacaktı.
Çok kutupluluk olmasa, Afrika ülkeleri Fransa’yı topraklarından atamayacaktı.
Çok kutupluluk olmasa, ABD dolarının dünyada rezerv olma oranı düşmeyecekti. 1999 yılında rezervlerdeki dolar oranı yüzde 71 iken geçen yıl bu oran yüzde 58’e geriledi. Doların rezerv olma oranının düşmesi, ikili ticaretlerde dolar yerine ulusal paraların kullanılmaya başlaması, doların saltanatını sallamaya başladı… Doların saltanatının sallanması, ulusal ekonomilerin çıkarınadır.
Çok kutupluluk, çok taraflılık sağladı
Tek kutupluluk, tek kutup olan ülkenin istediğini kolayca yapabilmesi, istediği ülkeyi işgal edip isteği ülkeyi parçalayabilmesidir.
Çok kutuplu sistemde ise her kutup diğer kutuplarca sınırlanır ve dengelenir; bu da diğer ülkelerin elini rahatlatır.
Çok kutupluluk, ülkelere çok taraflı hareket edebilme olanağı sağlar, daha geniş manevra alanı oluşturur.
Çok kutupluluğun inşasının daha başındayız, o nedenle “neden tüm problemleri çözemiyor” diyemeyiz; problemler sosyal ve siyasal yasalar gereği birden değil hafifleyerek, azalarak çözülecektir. “Çok kutupluluk neye yarar” sorusu, henüz ikinci katı çıkmakta olan inşaata bakıp, “ama onuncu katından deniz görünmüyor” demeye benziyor. Halbuki denizin kokusu birinci kata kadar geliyor bile!
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
11 Eylül 2024
Türkiye neden BRICS üyesi olmalı?
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 03/09/2024
ABD merkezli Bloomberg, Türkiye’nin BRICS’e katılmak için resmen başvuruda bulunduğunu iddia etti. Haber resmi makamlarca ne kabul edildi ne de yalanlandı.
Doğrusu böyle bir girişim sürpriz olmayacaktır. Zira Dışişleri Bakanı Hakan Fidan üç ay önce Çin’e yaptığı ziyarette açıkça Ankara’nın bu yöndeki görüşünü paylaşmıştı: “AB ile Gümrük Birliği’ne sahip Türkiye, BRICS gibi farklı platformlarda çeşitli ortaklarla yeni işbirliği fırsatları arıyor.”
Nitekim Fidan Çin ziyaretinin ardından da Rusya’ya davet edilmiş, BRICS+ üyesi ülkelerin Dışişleri Bakanları toplantısına katılmıştı.
AKP’nin sorunu
Fidan’ın açıklamasından da ve Erdoğan’ın bu hafta yaptığı “Bazılarının iddia ettiği gibi Avrupa Birliği (AB) ile Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) arasında bir seçim yapmak zorunda değiliz” açıklamasından da görüleceği üzere Ankara, BRICS ve ŞİÖ’ye ilgisini Batı’da bulunduğu platformlara alternatif olarak görmüyor, Batı’yla mevcut ilişkilerinin üzerine eklemek istiyor.
Bunun Türkiye vb. ülkeler için genel, AKP hükümeti için özel gerekçesi var.
Türkiye için genel gerekçe şu: Yeni bir dünya kuruluyor, çok kutuplu bir dünya inşa oluyor. Çok kutupluluk ülkelere çok taraflılık fırsatı sağlıyor, ülkelerin önünde geniş manevra alanı oluşturuyor, dış politikada daha geniş bir açı sunuyor. Haliyle pek çok ülke hem ABD ve AB’yle, hem de Çin ve Rusya’yla çok taraflı ilişkiler kurarak çok taraftan kazanıyor. Tipik örneği Suudi Arabistan’dır.
AKP hükümeti için özel gerekçe şu: İktidar, çok kutupluluğun sağladığı bu çok taraflılığı, öncelikle Batı’yla ilişkilerinde pazarlık etme fırsatı olarak görüyor, Çin ve Rusya’yla işbirliğini Batı’daki konumunu güçlendirecek bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. Haliyle bu durum Ankara’nın her zaman çok taraftan kazanmasını sağlamadığı gibi çok tarafa taviz vermesine de yol açabiliyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin genel gerekçesi ile AKP’nin özel gerekçesi bazen çakışıyor bazen çelişiyor. İşte BRICS konusunda açık ve net ilerlenemeyişin nedeni de bu.
ABD ve AB için Türkiye
İktidar yukarıda özetlediğim gerekçeyle Doğu’yla ilişkisini kör topal götürüyor ancak ana muhalefetin konuyu ele alışı çok daha sorunlu.
AKP ŞİÖ ve BRICS’i en azından ABD ve AB’yle ilişkilerinde konumunu güçlendirecek bir pazarlık konusu görürken, CHP tersine, BRICS ve ŞİÖ’ye göz kırpılmasına bile karşı!
Ancak çok kutuplu dünyanın inşa oluşu, iktidar olursa, ana muhalefetin de bu konuya bakışını mutlaka değiştirecektir.
Çünkü Türkiye’nin Batı kampındaki konumu 75 yıldır ikinci sınıftır:
1) ABD/NATO için Türkiye a) SSCB saldırısına karşı korunacak ülke değil, Avrupa’nın zaman kazanması için SSCB’yi oyalacak bir kuvvetti; b) ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları için SSCB’yi Toroslarda durdurmaya çalışacak bir kuvveti.
2) AB için Türkiye hiçbir zaman olası bir birlik üyesi değildi. AB stratejilerinde Türkiye Avrupa sınırları ile Ortadoğu arasında bir tampon olarak görülüyor. AB ile imzalanan Gümrük Birliği’nin Türkiye’ye zararı kimi hesaplamalara göre 500 milyar dolar civarında. Brüksel, Ankara’nın Gümrük Birliği’ni güncelleme istediğine de karşı.
Modern bir köprü fırsatı
3) BRICS Küresel Güney ülkelerinin bir çeşit ekonomi kulübü. Küresel Kuzey’in ekonomi kulübü olan G7’nin alternatifi sayabiliriz.
G7, en gelişmiş yedi Batılı kapitalist ülkenin platformudur. Kararları daha çok altı ülke değil, ABD almaktadır elbette. G7’nin kararları, bu ülkelerin dışında Batı kampındaki hemen her ülkeyi bir şekilde bağlamaktadır. Haliyle özellikle son zamanlarda, pek çok ülkeyi sıkıntıya sokmaktadır. Örneğin G7’nin (ABD’nin) Rusya’ya yaptırım kararı, pek çok Avrupa ülkesini ve elbette Türkiye’yi de sıkıntıya soktu.
Türkiye G7 ülkesi değil ama G7’nin kararlarını uygulayarak zarara uğruyor. Oysa BRICS’te hem böyle “tek ülkeye uyma zorunluluğu” gibi bir durum yok hem de nesnel olarak Türkiye’nin yeri Küresel Güney olduğu için de çıkarları da buradadır.
4) BRICS ekonomileri hızla büyüyor, dahası BRICS+ ile genişliyor. Dolayısıyla BRICS dünyanın en önemli ekonomi platformu olacak. Bunu gören 40’tan fazla ülke, şimdiden BRICS’e üye olabilmek için başvurmuş durumda.
5) BRICS’in en önemli avantajlarından biri, Çin’in başlattığı ve neredeyse dünyanın dörtte üçünün katıldığı Kuşak ve Yol İnisiyatifidir. Türkiye, Asya’yı Avrupa ve Afrika ile bağlayan bu büyük uygarlık projesinde coğrafi konumu nedeniyle kritik önemdedir. Dolayısıyla Türkiye’nin Asya-Avrupa ve Asya-Afrika arasında “modern bir köprü” olmasının yolu Kuşak ve Yol ile BRICS’ten geçmektedir.
6) Türkiye’nin “Küresel Kuzey” kulüplerindeki ilişkileri ABD’ye bağımlılık doğuruyor ama “Küresel Güney” kulüplerinde böyle bir durum yok; üyeler çıkarlarına göre esnek hareket edebiliyor.
Sonuç
Özetle Türkiye AB üyesi kabul edilmemekte, Batı’nın Doğu önündeki tamponu muamelesi görmektedir. Dolayısıyla AB Türkiye’nin önünde zaten gerçek bir seçenek değildir.
Ama Türkiye’nin çok kutupluluk şartlarında çok taraflı kazanç elde edebilmesi için Küresel Güney platformları gerçek bir seçenektir. Ve mutlaka değerlendirilmelidir.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
3 Eylül 2024
ABD suçu Zalujni’ye yıkmaya çalışıyor
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 27/08/2024
Mayıs 2022’de bir avuç Ukraynalı subay ve işadamı, Rus işgalini durdurma başarısını kutlamak için bir toplantı yapıyor. Alkol ve vatanseverlik coşkusuyla birileri radikal bir sonraki adımı öneriyor: Kuzey Akım’ı yok etmek.
Sonra operasyon “kamu-özel sektör ortaklığı” ile uygulanmaya başlıyor. Operasyonu doğrudan Ukrayna Genel Kurmay Başkanı Zalujni’ye rapor verecek bir deneyimli general üstleniyor.
Ancak Hollanda askeri istihbarat örgütü MIVD planı öğreniyor ve CIA’yı uyarıyor. ABD’li yetkililer de derhal Almanya’yı bilgilendiriyor. CIA, operasyonu durdurması için Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin ofisini uyarıyor. Zelenski’de Zalujni’ye operasyonu durdurmasını emrediyor.
Ancak Zalujni emri görmezden geliyor. Bir subay, dört derin deniz dalgıcı ve bir kaptandan oluşan altı kişilik ekip küçük bir tekneyle yola çıkarak operasyona devam ediyor; Kuzey Akım 1 ve 2’yi patlatıyor. Zalujni Zelenski’ye “ekip bir kez gönderilince iletişimsiz kaldı” diyor.
WSJ’nin operasyon haberi
Bu okuduğunuz ABD mali sermaye sınıfının sözcüsü Wall Street Journall (WSJ) gazetesinin özel haberiydi. WSJ bu özel operasyon haberiyle Kuzey Akım sabotaj suçunu doğrudan eski Ukrayna Genelkurmay Başkanı Zalujni’ye atıyor.
Peki neden? Zelenski’yi koruyarak Zalujni’yi haracayan bu haberin amacı ne?
Ya da soruyu şöyle soralım: Kuzey Akım 1 ve 2 sabotajı sadece Ukraynalıların işi miydi?
Gerçi WSJ’nin haberiyle aynı günlerde bir başka iddia da gündeme gelmişti. Eski Almanya Federal Haber Alma Servisi (BND) Direktörü August Hanning, Kuzey Akım 1-2 sabotajında Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski ile Polonya Cumhurbaşkanı Andrej Duda’nın işbirliği yaptığını söyledi.
Elbette sabotajda Ukrayna ile birlikte Polonya’nın da rolü ve sorumluluğu olabilir ama ya ABD? Hanning’in Die Welt gazetesine verdiği röportajda ABD yoktu…
ABD’nin rolünü perdeleme operasyonu
Olan şu: WSJ, bu özel operasyonla Kuzey Akım sabotajındaki ABD rolönü perdelemeye çalışıyor.
Almanya’daki soruşturmanın çıktıları her ne kadar kamuoyuna eksik ve bükülmüş şekilde yansıtılsa da, bazı önemli ipuçlarına işaret ettiği anlaşılıyor. Rus yetkililer de bu nedenle Almanya’dan soruşturmanın sonuçlarını şeffaf bir şekilde açıklamasını istiyor.
Almanya içindeki Atlantikçi Almanya ile CIA ise, soruşturmadaki bazı notları, “suçu Zalujni’ye atacak şekilde” kurgulayarak WSJ üzerinden dünyaya servis ediyor.
Böylece kolay ilk çıtadan atlayanların ikinci çıtayı pas geçmesi sağlanmaya çalışılıyor. “Suçlu Rusya değil meğer Ukrayna’ymış” basit verisine takılanların, “Asıl fail ABD” verisini görmemeleri sağlanmaya çalışılıyor.
Washington’un kurbanları
WSJ’nin inşa etmeye çalıştığı sahne eksiklerle ve çelişkilerle dolu…
ABD’nin Kuzey Akım sabotajındaki rolünü perdelemek için Zalujni’nin fail ilan edilmesi, Washington’un kolunun bu işte hangi derinliğe indiğine işaret ediyor aslında…
Zira Zalujni fail ilan edilebilmeye en uygun aday ABD için.
Anımsayın: Zalujni, zaten “Pentagon’un gönderdiği askeri danışmanları dinlemediği, kendi taktiklerini uyguladığı” için ABD tarafından Zelenski’ye tasfiye ettirilmişti.
Dolayısıyla Ukrayna’daki aktörleri açısından asıl mesele şu: Bakalım ABD suçtan korunmak için başka kimleri kurban verecek önümüzdeki günlerde?
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
27 Ağustos 2024
MOSSAD’ın AKPxCHP operasyonu
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 08/08/2024
İsrail istihbaratçılığı CIA’nın, CIA istibaratçılığı da Nazi istihbaratçılığının üzerinde şekillenmiştir. Yani İsrail, emperyalist ABD’den, ABD de Nazilerden öğrenmiştir. Böylece kirlilikte birbirlerini aşmışlardır…
Bu mirasın günümüzdeki versiyonu şu: İsrail’in Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye’yi öldürmesi, İran’ı bir açmazda bırakıyor. Çünkü İsrail bu saldırısıyla İran’ı savaş tuzağına çekmeye çalışıyor. İran yanıt vermezse, İsrail öldürmüş ve kazanmış oluyor. İran yanıt verirse, İsrail onu savaş tuzağına çekerek ve ABD ile karşı karşıya getirerek yine kazanmış oluyor.
İran nisan ayında bu açmaza düşmemek için çok akıllıca hareket etmiş ve hem savaş çıkarmayacak küçüklükte ama hem de İsrail’in dokunulmazlığını delecek büyüklükte ölçülü bir yanıt vermişti. Ama o durumda da CIA ve MOSSAD ile bölge ülkelerindeki aparatları devreye girmiş; İran’ın doğru düzgün yanıt veremediğini, kağıttan kaplan olduğunu, acizlik gösterdiğini propaganda etmişti.
Katz’ın tuzağı
İsrail bu açmazlı-tuzaklı operasyonlarını sadece sahada İran’a değil, diplomaside de Türkiye’ye uyguluyor. Ve ne yazık ki amacına ulaşabiliyor. Ribbentrop’tan çok Goebbels’ten öğrendiği anlaşılan İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, üstelik aynı tuzağı iki kez kurarak istediği sonucu alabiliyor.
İlkinde Katz, CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu mesajına ekleyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldı. Katz’ın istediği oldu ve sosyal medyada AKP’liler İmamoğlu’nu hedef aldı, İsrail’in Erdoğan’a karşı İmamoğlu’nu desteklediğini savundu, CHP’yi Filistin’in mücadelesinin karşısında gösteren yayınlar yaptı. İmamoğlu ise Katz’a, Erdoğan’ı da savunan bir yanıt vererek, tuzaktan kurtulmaya çalıştı.
Aynı tuzağa ikinci kez düşüldü
İlkinin başarılı olduğunu gören İsrail Dışişleri Bakanı Katz, göstere göstere aynı tuzağı ikinci kez kurdu. Bu sefer İmamoğlu’na ek olarak, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile CHP Gençlik Kolları’nın sosyal medya hesabını da ekleyip yine Erdoğan’ı hedef alan bir mesaj paylaştı.
Ve AKP, sırf CHP’ye karşı fırsat doğdu diye, aynı tuzağa bir daha atladı. AKP’li hesaplar yine sosyal medyada İmamoğlu ve Yavaş’ı İsrail’in “adamları” gibi gösteren yayınlar yaptılar, yine CHP’yi Filistin karşıtı gösteren propagandalara başvurdular. Daha vahimi bu kez AKP Gençlik Kolları da resmi olarak tuzağa atlayıp CHP Gençlik Kollarına karşı harekete geçti, mesajlar attı. Özetle sırf CHP’ye karşı fırsat diye İsrail’in istediğini yaptılar.
Sonuçta ne oldu peki? İsrail, muhalefet ile iktidarı istediği gibi karşı karşıya getirdi. İktidar, tuzağı fırsat görüp muhalefetin İsrailci olduğunu propaganda etmeye çalıştı. Muhalefet de tuzağa düşmemek için Erdoğan’ın arkasına dizildi.
AKP’nin mahkeme propagandası
Aslında gerçek ne peki? Birini anlatalım:
Güney Afrika, kimsenin yapmadığını, yapamadığını yaptı ve Gazze’de soykırım başladığında İsrail’i “soykırımcı” diye Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet etti. İsrail Şubat 2023’te “mahkemeyi tanımadığını” açıkladı ama nafile. Mahkeme Ocak 2024’teki ilk ara kararında İsrail aleyhine kararlar aldı, devamı da geldi.
Kısacası “ABD’ye rağmen mahkeme bir şey yapamaz” denilirken, mahkeme çok kutupluluğun da rüzgarıyla önemli işlere imza atmaya başladı. Bunun üzerine AKP hükümeti mayıs ayında, “davaya müdahil oluyoruz” propagandasına geçti.
Hatta geçen ay Washington’da yapılan NATO zirvesi sırasında, Erdoğan basın toplantısında şunu bile söyledi: “İsrail’i Lahey Adalet Divanı’na Güney Afrika ile şikayet ettik.” (AA, 12.7.2024).
Doğru değildi, Güney Afrika tek başına şikayet etmişti ve Türkiye, aylar sonra davaya müdahil olma kararı almıştı. Daha doğrusu “müdahil oluyoruz” demişti ama olmamıştı! Çünkü, daha yeni, 3 Ağustos günü, TBMM Adalet Komisyonu Başkanı ve AKP Milletvekili Cüneyt Yüksel, “Türkiye, İsrail’e karşı soykırım davasına müdahil olmak için resmi başvurusunu birkaç gün içinde yapacak” diyordu (AA, 3.8.2024).
Tabana “İsrail’i Güney Afrika’yla birlikte mahkemeye şikayet ettik” diyorlardı ama gerçekte aylardır davaya müdahil bile olmamışlardı. Ancak sonunda dün Lahey’de müdahillik başvurularını yapabildiler!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Ağustos 2024