Posts Tagged Abdülkadir Selvi

2. AÇILIM PAKETİNDEN CHP ÇIKTI

Hüseyin Aygün’ün kendisini kaçıran PKK’liler için kullandığı ifadeler siyasette bir mutabakat tablosu oluşturdu. O tabloda AKP, BDP, Y-CHP ve liberaller var…

AKP milletvekili Galip EnsarioğluAygün’ün barış olsun, kimse ölmesin, dağdakiler insin şeklindeki mesajlarına elbette katılıyoruz” derken, Y-CHP Milletvekili Rıza Türmen daha da ileri gidiyor ve “Dağdakileri terörist olarak görmezsek, o zaman savaşı aşarız” diyordu…

Ahmet Altan’ın “Dağdakiler de bizim çocuğumuz” diyerek katıldığı koronun en dikkat çeken solisti ise istihbarat birimleriydi… Yandaş basına servis ettikleri telsiz “konuşmaları” ibretlikti!

Tamam, “o nasıl bir telsiz ki, Tunceli – Kuzey Irak arasında irtibat kurabiliyor” sorununa girmeyeceğiz ama Bahoz Erdal’ın, Aygün’ü kaçıran PKK’lilere fırçasını kâğıda döken görevliyi tebrik etmeden geçemeyeceğiz. Uzun zamandır kasap olarak sergilemeye çalıştıkları Bahoz Erdal’ı bu kez milletvekili kaçırılmasına itiraz eden, güvenliğinin alınmasını ve derhal serbest bırakılmasını isteyen duyarlı biri olarak resmettiler.

GENÇ PKK’LİLER RAHATSIZ

Hüseyin Aygün’ü kaçıran genç PKK’lilerin dağda bulunmaktan nasıl rahatsız olduğu, demeçlerle, köşe yazılarıyla ballandıra ballandıra anlatılıyor. Neredeyse “haydi onları kurtarmaya gidelim” diyecekler!

Peki, nereden çıktı bu dağdakilere duyulan aşk? Onları terörist olarak değil de insan olarak gördüklerini ilan edenlerin aynı gün hümanist felsefe sahibi olduğuna mı inanacağız?

Gelin birkaç ay geriye gidelim ve bu kampanyanın izlerine bakalım:

‘DİYALOG SÜRECİ YENİDEN BAŞLADI’

AKP’nin 6 maddelik 2. Açılım paketi, 27 Şubat’ta Yeni Şafak’tan duyuruldu: “1. Öcalan kenarda tutulup, sürece sonra eklenecek. 2. İsrail’in arka kapı diplomasi merkezi olan Oslo – Norveç değiştirilecek. 3. Barzani sürece dâhil edilecek. 4.  Türkiye, “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na koyduğu şerhi kaldıracak. 5. Anadilde eğitim, seçmeli ders olacak. 6. Af.”

Ardından Nisan ayında müzakereler yeniden başlatıldı. Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, 28 Nisan günü “Diyalog süreci yeniden başladı” diyor ve Açılım Koordinatörü Beşir Atalay’ın “çok yoğun görüşmeler oluyor” sözlerini müjdeliyordu…

Müzakerelerin sürdüğünü, son olarak ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone duyurdu…

HAZİRAN TRAFİĞİ            

Müzakerelerin başladığı günlerde sırasıyla hem Barzani, hem de BDP heyeti Washington’a gitti.

Ardından 2. Açılım’ın haziran trafiği başladı: Barrack Obama ile Tayyip Erdoğan, Mesud Barzani ile Kemal Burkay, Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu, , Leyla Zana ile Tayyip Erdoğan

Tüm bu trafik yönetilirken, AKP Açılım’ın içini dolduracak hazırlıklar da yapıyordu…

Bu hazırlıklardan biri, tam da bugün Hüseyin Aygün’ün kaçırılması üzerinden başlayan “dağdakileri şirin gösterme” kampanyası içindi…

GENÇ PKK’LİLERE YENİ KİMLİK

“Dağdan kurtarılacaklara yeni kimlik” şeklindeki bu hazırlık, 27 Temmuz günü Bugün gazetesi üzerinden servis edildi.

Emniyet Genel Müdürlüğü dağdakilerin aileleriyle irtibat kuracak, etkin pişmanlık yasasından yararlanmalarını sağlayacaktı… Devlet bu süreçte maddi, manevi her türlü desteği verecekti. İsteyenin yeni kimliği bile olacaktı! Dağdakiler bu yeni kimlikleri ile sosyal hayata daha kolay adapte olacaktı.

Bugün gazetesi, çalışmaların Adana ve Mersin’de başlatıldığını da duyuruyordu…

ŞEMDİNLİ BULUŞMASI                             

Asıl amacın PKK’yi dağdan indirmek olmadığı, Büyük Kürdistan projesine uygun olarak Kuzey Irak’ın Türkiye’ye genişletilmeye çalışıldığı ortada… Uludere’den Şemdinli’ye uzanan süreç iyi incelenmeli…

Bitirirken belirtelim: 1. Açılım, Habur rezaleti sonrasında oluşan milli tepki nedeniyle hız kaybetmişti… Bakalım 2. Açılım, önceki gün sahnelenen ve Habur’dan daha beter olan PKK-BDP buluşması sonrasında nasıl seyredecek?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi

19 Ağustos 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ESAD KALIYOR, DAVUTOĞLU GİDİYOR

Gazetelerin Ankara temsilcilerine iftar veren Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarını okumuşsunuzdur. İftarı kendini savunmaya vesile yaptığı anlaşılıyor. Normal, zira CHP’li Gürsel Tekin’in de dikkat çektiği gibi Ankara’da “Davutoğlu’nun gidici olduğu” konuşuluyor… (Milliyet, 31 Temmuz 2012)

Bu durum Davutoğlu’nun ruh halini oldukça bozmuş. Yoksa Davutoğlu, “nasılsınız?” diyen Abdülkadir Selvi’ye “Halep gibiyim”, “her taraftan bombardıman altındayım” der mi? (Yeni Şafak, 31 Temmuz 2012)

Davutoğlu bombardımandan kurtulabilmek için, o çok övündüğü dış politikayı bile kendi eseri saymamaya başladı: “Davutoğlu, bugün yürütülen dış politikanın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bakanların, AK Parti’nin emeği olan, sadece kendisiyle özdeşleştirilmemesi gereken bir politika olduğunu söyledi.” (Hürriyet, 29 Temmuz 2012)

Davutoğlu geniş bir yelpaze çizmiş, biz netleştirelim. Mevcut dış politika her ne kadar Orman Bakanlığı imalatı gibi duruyorsa da aslında sahibi Washington’dur! Bu gerçek, Davutoğlu’nu parlatmaya soyunan İsmail Küçükkaya’nın satırlarına bile mecburen giriyor: “Davutoğlu tek başına bir Türkiye politikası tesis etmiyor. ABD ile çok yakın bir müttefiklik ilişkisi içinde bölge stratejileri uyguluyor.” (Akşam, 23 Temmuz 2012)

AKP’NİN YERİ, ABD’NİN KUCAĞIDIR

Orman Bakanlığı benzetmemizden kimse alınmasın, biz sadece “zorba” görüntüler nedeniyle böyle bir benzetme yaptık. Yoksa uygulanan dış politikanın bu ülkenin her hangi bir kurumuna ait olmadığı ortada…

O kadar ortada ki, Ahmet Davutoğlu bile mevcut dış politikayı savunmaya çalışırken, Türkiye’nin çıkarını son sıraya atıyor!

“Bizim için önemli olan şu; öncelikle insanlığın vicdanından kopmayacaksınız. İkincisi bölgedeki dinamikler itibariyle tarihin akışına uygun, doğru tarafta yer alıyor muyuz? Üçüncüsü de Türkiye’nin çıkarları.” (Fikret Bila, Milliyet, 31 Temmuz 2012)

Davutoğlu’nun sözlerindeki “vicdan”, “tarihin akışı”, “doğru taraf” gibi yaldızları kazırsanız, geriye şu gerçek kalır: AKP’nin yeri, ABD’nin kucağıdır!

DAVUTOĞLU’NDAN ÖZERKLİĞE EVET

Bu öyle bir ilişkidir ki, Davutoğlu, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerin bir özerklikle sonuçlanmasına bile itiraz etmeyeceklerini söylüyor: “İdari yapıya gelince, aylardır süren müzakereler bunun için. Ama de facto bir emri vaki yapılırsa bizim tarafımızdan da Suriye’nin diğer unsurları tarafından da kabul edilemez. Otururlar kendi geleceklerini tayin ederler. Biz de ona çıkıp ‘bu bizim kırmızı çizgimizdir’ demeyiz.” (Fikret Bila, Milliyet, 31 Temmuz 2012)

DAVUTOĞLU ARTIK TARİH VEREMİYOR!

Davutoğlu gerçekten de “Halep” gibi… Bu bombardıman hali, Esad’a gidiş tarihi biçmeye meraklı Davutoğlu’nu hizaya getirmiş.

Olaylar başladığında Esad’a 15 gün süre tanıyan, olmayınca “gelecek ay mutlaka düşer” diyen, ardından “2011’in sonunu bulmaz” diyen, peşinden” 2012’in ilk çeyreğinde rejim yıkılır” diyen Davutoğlu son olarak Şamil Tayyar’ın “Esad, 2013’ü görür mü?” sorusuna “bu yıl içinde yıkılır” yanıtı veriyor. (Star, 30 Temmuz 2012)

Ancak Tayyar’la konuşmasından sonra bir şeyler değişmiş olmalı ki, Davutoğlu iftarda “Esad rejiminin ömrünü” soran gazetecilere şu yanıtı veriyor: “Hiçbir zaman karmaşık süreçlerle ilgili tarih vermem.” (Milliyet, 31 Temmuz 2012)

O zaman bir soru da bizden: “Esad mı, yoksa BOP Eşbaşkanlığı mı yıkılır?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Ağustos 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

AMERİKANCILIĞIN DÜŞÜRDÜĞÜ HALLER

Nasrettin Hoca’nın kazanının doğurması gibi, dün de bu köşede benim yazım iki haber doğurdu. Daha doğrusu yazım uçtu, yerine iki ayrı haber ve de sanki ben yazmışım gibi girdi.

Kim bilir, belki de Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk kibarca uyarmıştır beni, “çok yorum seninki, bize haber lazım” diye…

Şaka bir yana, nasıl kaynaklandığını tahmin bile edemediğim bir hata sonucunda, iki ayrı haber, bu köşede sanki benim yazımmış gibi çıktı dün. Hem siz okurlarımızdan hem de o haberlerin sahibi muhabir arkadaşlarımızdan özür dileriz…

Dün ne mi yazmıştık? Anlatalım:

CEMAATİN AHLAKI

Türk basınının durumunu ortaya koyan üç örneği inceleyeceğiz bugün. Üç gazetecinin, gündemdeki üç konuyu nasıl ele aldığına bakacağız. En kıdemlileriyle başlayalım, Nazlı Ilıcak’la…

Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, 18 Mayıs günlü “Cemaat – Fenerbahçe” başlıklı yazısında Cemaat yayın organlarının Fenerbahçe’yi hedef alan yazılarının avukatlığına soyunmuş. Ilıcak’a göre cemaat medyası, sadece “Fenerbahçe – Aziz Yıldırım” davasının üzerine değil, Ergenekon, Balyoz ve Odatv davalarının üzerine de aynı anlayışla gidiyormuş.

Neymiş o anlayış? Cemaat yayınları, “ahlaki nedenlerle, daha temiz, daha demokratik bir toplum olalım” diye üzerine gidiyormuş bu davaların… Bu da “Cemaat, Fenerbahçe’yi ele geçirmeye çalışıyor” görüntüsü yaratıyormuş…

Ahlaki nedenlerle bu davaların üzerine giden Cemaatin, haliyle örneğin Deniz Feneri’ni perdelerken de bir ahlaki gerekçesi vardır!

ULUDERE’DE ABD’Yİ AKLAMA YARIŞI

4,5 aydır, Uludere istihbaratının kaynağının ABD olduğunu yazıyoruz. Bu gerçek, WSJ’nin haberiyle Atlantik’ten de doğrulanmış oldu.

Türk basını ise buradan “ABD istihbaratıyla memleket savunulmaz” sonucu çıkaracağına, ABD’yi aklama yarışına soyundu. Yok, İsrail Türkiye’ye silahlı predatör satışını engellemek için bu yayına başvurmuş, yok Murdoch Amerikan hükümetini zorda bırakmak için yapmış vs.

Hem madem İsrail bu yollarla terörle mücadele etmemizi engellemeye çalışıyor, o zaman siz de “İran’ı hedef alan, İsrail’e kalkan olan” radara karşı çıkın! Tabii mesele başka…

Elbette WSJ’nin bu gerçeği 4,5 ay sonra ifşa etmesinin bir takım hesapları vardır. O hesabı da saptayalım, üzerine gidelim. Ama önce bu gerçeği ülkemizin yararına değerlendirelim!

Ama bizimkiler ABD’yi aklama yarışına girdiler. Hatta bazıları, örneğin Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi 19 Mayıs günlü yazısında, “Predatöre istihbaratı biz verdik” bile diyebildi. Neymiş? ABD TSK’ye değil, TSK ABD’ye istihbarat vermiş? Niyeyse…

Selvi ve benzerlerinin tutumu elbette anlaşılır ama Genelkurmay Başkanlığı’nın tutumunu anlamak mümkün değil! İlk istihbaratın ABD tarafından verildiğinin ortaya çıkması en azından şu sonucu doğurur: “Türk Ordusu, ABD istihbaratının yanlışlığı nedeniyle kendi yurttaşını bombaladı.

Oysa Org. Necdet Özel’in tutumu şu anlama geliyor: “Hayır ABD bizi yanıltmadı, biz kendi vatandaşımızı kendi istihbaratımızla bombaladık!”

‘İSRAİL – İRAN İTTİFAKI, ESAD’I SAVUNUYOR’

Star yazarı Nasuhi Güngör, 18 Mayıs tarihli yazısında, PKK’nin Dörtyol’da 3 askerimizi şehit etmesini şu üç gelişmeyle birlikte değerlendirmek gerektiğini yazdı: “1. Türkiye, KKTC’de sınır ihlali yaptığı öğrenilen İsrail’den konuyla ilgili izah istedi. 2. Esad, ‘Suriye’de kargaşa çıkaranlar, kendi ülkelerinde de benzer durumlara hazırlansın’ dedi. 3. Barzani Ankara’da ve Bağdat bundan rahatsız.”

Güngör’ün üç fotoğrafı doğal olarak şöyle bir cephe çiziyor: ABD, Türkiye, Barzanistan ve Suriyeli muhalifler bir tarafta… İsrail, Suriye, PKK, Irak ve doğal olarak İran diğer tarafta…

ABD ve AKP’nin Suriye karşıtı politikalarına kamuoyu yaratabilmek için “İsrail Esad’ın düşmesini istemiyor” yalanına başvurmalarını hadi anladık ama şu çizilen tabloyu yutturmaya kalkmaları bize pes dedirtti!

Meğer savaşın eşiğinde dedikleri İsrail ile İran omuz omuza Esad’ı savunuyormuş!

ANTİ-EMPERYALİSTLİĞİN ÖNEMİ

Bu üç örnek bize aslında şu büyük gerçeği gösteriyor: Sadece bölgedeki gelişmeleri doğru analiz edebilmek için değil, bazen iki kere ikinin dört ettiğini bilmek için bile önce anti-emperyalist olmak gerekiyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Mayıs 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KARAYILAN HİKÂYESİ

Yeni Şafak’ın Albülkadir Selvi imzalı, “Yakalanan Karayılan Urumiye’ye götürülmüş” manşeti, önceki gün başkenti heyecanlandırdı. Haberde özetle İran’ın Murat Karayılan’ı yakaladığı ve Türkiye’ye karşı kullanmak üzere pazarlık yapıp, serbest bıraktığı iddia ediliyordu.

Konu dün de Hürriyet’te sürdürüldü. Metehan Demir, “başkentin bu konuda en çok dikkate alınması gereken isimlerinden
birine”, “Karayılan meselesinde aslında ne oldu” diye soruyor ve Karayılan’ın yakalanmadığı yanıtını alıyor.

Demir’in bu bilgiyi aldığı resmi kişi kuşkusuz hükümeti de bilgilendiriyordur. Ancak buna rağmen hükümetin Yeni Şafak manşeti üzerinden İran’ı suçlaması anlamlıdır.

İRANLI KAYNAKLARIMIZIN İDDİASI

Gelelim Karayılan’ın hikâyesine…

Ufuk Ötesi okurları anımsayacaktır. Bu konuya ilk kez 23 Ağustos 2011’de değinmiş ve şöyle yazmıştık:

Karayılan yakalandı şeklindeki, sonradan yalanlanan açıklamayla ilgili değerlendirme yapan İranlı kaynaklar, haberin önce duyurulmasına sonra yalanlanmasına önemle dikkat çekiyorlar. Kaynaklar, Karayılan’ın bölge politikalarına baskılandığına, ABD çizgisi dışına çıkarılmaya zorlanmış olabileceğine işaret ediyorlar!”

İranlı kaynakların bu bilgisi Karayılan’ın 21 gün sonra, 3 Eylül’de ortaya çıkıp “işte buradayım” demesiyle, aslında daha da kuvvet kazanmıştı.

7 Eylül’de bu köşede şu soruyu sormuştuk: “Karayılan acaba ‘ABD çizgisi dışına çıkarıldığı’ için mi, 21 gün sonra ortaya çıkabiliyor ve ‘işte buradayım’ diye konuşabiliyor?”

ASLINDA NE OLMUŞTU

Yeni Şafak’ın kafa karıştıran manşetini berraklaştırmak için 7 Eylül tarihli Ufuk Ötesi’nden anımsatalım:

İranlı kaynaklarımızın iddiasına göre Karayılan’ın 23 Temmuz tarihli açıklamasıyla başladı her şey… 23 Temmuz’da, yani İran’ın Kandil operasyonundan bir hafta sonra KarayılanAslında biz hareket olarak İran’a karşı herhangi bir savaş kararı almış değiliz” demiş ve eklemişti: “Hatta PJAK’ı, sadece kendini savunma, siyasal ve örgütsel faaliyetlerle yetinme gibi bir
doğrultuya ikna için bir hayli çabamız da oldu.”

İranlı kaynaklarımız, Karayılan’ın bu açıklamasından sonra Tahran tarafından “çağrıldığını”, heyette aslında Cemil Bayık’ın da bulunduğunu, bu heyetin Tahran tarafından bir süre alıkonulduğunu ve baskılandığını belirtmişlerdi.

21 GÜNDE NELR OLDU?

Karayılan’ın sessiz kaldığı 21 gün içinde, ikisi bölge adına biri ABD adına, çok önemli üç gelişme yaşandı:

1.) İran’ın Fars Haber Ajansı’na göre, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Başbakan Erdoğan’ı Boğaziçi Köprüsü girişinde telefonla yakaladı ve şu mesajı verdi: “Yeni Ortadoğu’yu ABD değil, İran’la Türkiye belirleyecek.

2.) Irak Başbakanı Nuri El Maliki, “terörle mücadeleye karşı Irak-İran-Türkiye işbirliğinin gerektiğini” açıkladı.

3.) ABD’nin Irak’taki askeri sözcüsü Tuğg. Jeffrey Buchanan, Türk sınırı ile Kandil arasında devriye gezmeye başladıklarını açıkladı.

KUZEYDE BAĞDAT OTORİTESİ İHTİMALİ

İlginçtir, en az yukarıdakiler kadar önemli bir gelişme daha yaşandı bu hafta başında…

4.) Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Yeni Şafak’ın manşetinden bir gün önce, PKK ile mücadelede Irak ordusunun rol oynaması gerektiğini açıkladı.

Irak Ordusu’nun PKK’yle mücadele adı altında kuzeye gitme ihtimali, aynı zamanda Bağdat otoritesinin yeniden tesis edilmesi demek.

ABD 1991’de çizdiği 36. paralelle, bölgeyi sadece uçuşa yasaklamadı, aynı zamanda Irak ordusunu da bölgeye sokmayarak Kürt devletini fiilen kurdu! Saddam Hüseyin son olarak o bölgeye TSK ile ittifak yaparak 1996 yılında girebilmişti…

Dolayısıyla Kuzey Irak’ta Irak ordusunun olması, ABD’nin aleyhine ve bölgenin lehinedir.

Tek sıkıntı AKP hükümetinin de bölgenin aleyhinde olmasıdır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ekim 2011

, ,

Yorum bırakın

KARAYILAN HİKÂYESİ

Yeni Şafak’ın Albülkadir Selvi imzalı, “Yakalanan Karayılan Urumiye’ye götürülmüş” manşeti, önceki gün başkenti heyecanlandırdı. Haberde özetle İran’ın Murat Karayılan’ı yakaladığı ve Türkiye’ye karşı kullanmak üzere pazarlık yapıp, serbest bıraktığı iddia ediliyordu.

Konu dün de Hürriyet’te sürdürüldü. Metehan Demir, “başkentin bu konuda en çok dikkate alınması gereken isimlerinden
birine”, “Karayılan meselesinde aslında ne oldu” diye soruyor ve Karayılan’ın yakalanmadığı yanıtını alıyor.

Demir’in bu bilgiyi aldığı resmi kişi kuşkusuz hükümeti de bilgilendiriyordur. Ancak buna rağmen hükümetin Yeni Şafak manşeti üzerinden İran’ı suçlaması anlamlıdır.

İRANLI KAYNAKLARIMIZIN İDDİASI

Gelelim Karayılan’ın hikâyesine…

Ufuk Ötesi okurları anımsayacaktır. Bu konuya ilk kez 23 Ağustos 2011’de değinmiş ve şöyle yazmıştık:

Karayılan yakalandı şeklindeki, sonradan yalanlanan açıklamayla ilgili değerlendirme yapan İranlı kaynaklar, haberin önce duyurulmasına sonra yalanlanmasına önemle dikkat çekiyorlar. Kaynaklar, Karayılan’ın bölge politikalarına baskılandığına, ABD çizgisi dışına çıkarılmaya zorlanmış olabileceğine işaret ediyorlar!”

İranlı kaynakların bu bilgisi Karayılan’ın 21 gün sonra, 3 Eylül’de ortaya çıkıp “işte buradayım” demesiyle, aslında daha da kuvvet kazanmıştı.

7 Eylül’de bu köşede şu soruyu sormuştuk: “Karayılan acaba ‘ABD çizgisi dışına çıkarıldığı’ için mi, 21 gün sonra ortaya çıkabiliyor ve ‘işte buradayım’ diye konuşabiliyor?”

ASLINDA NE OLMUŞTU

Yeni Şafak’ın kafa karıştıran manşetini berraklaştırmak için 7 Eylül tarihli Ufuk Ötesi’nden anımsatalım:

İranlı kaynaklarımızın iddiasına göre Karayılan’ın 23 Temmuz tarihli açıklamasıyla başladı her şey… 23 Temmuz’da, yani İran’ın Kandil operasyonundan bir hafta sonra KarayılanAslında biz hareket olarak İran’a karşı herhangi bir savaş kararı almış değiliz” demiş ve eklemişti: “Hatta PJAK’ı, sadece kendini savunma, siyasal ve örgütsel faaliyetlerle yetinme gibi bir
doğrultuya ikna için bir hayli çabamız da oldu.”

İranlı kaynaklarımız, Karayılan’ın bu açıklamasından sonra Tahran tarafından “çağrıldığını”, heyette aslında Cemil Bayık’ın da bulunduğunu, bu heyetin Tahran tarafından bir süre alıkonulduğunu ve baskılandığını belirtmişlerdi.

21 GÜNDE NE OLDU

Karayılan’ın sessiz kaldığı 21 gün içinde, ikisi bölge adına biri ABD adına, çok önemli üç gelişme yaşandı:

1.) İran’ın Fars Haber Ajansı’na göre, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Başbakan Erdoğan’ı Boğaziçi Köprüsü girişinde telefonla yakaladı ve şu mesajı verdi: “Yeni Ortadoğu’yu ABD değil, İran’la Türkiye belirleyecek.

2.) Irak Başbakanı Nuri El Maliki, “terörle mücadeleye karşı Irak-İran-Türkiye işbirliğinin gerektiğini” açıkladı.

3.) ABD’nin Irak’taki askeri sözcüsü Tuğg. Jeffrey Buchanan, Türk sınırı ile Kandil arasında devriye gezmeye başladıklarını açıkladı.

KUZEYDE BAĞDAT OTORİTESİ İHTİMALİ

İlginçtir, en az yukarıdakiler kadar önemli bir gelişme daha yaşandı bu hafta başında…

4.) Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Yeni Şafak’ın manşetinden bir gün önce, PKK ile mücadelede Irak ordusunun rol oynaması gerektiğini açıkladı.

Irak Ordusu’nun PKK’yle mücadele adı altında kuzeye gitme ihtimali, aynı zamanda Bağdat otoritesinin yeniden tesis edilmesi demek.

ABD 1991’de çizdiği 36. paralelle, bölgeyi sadece uçuşa yasaklamadı, aynı zamanda Irak ordusunu da bölgeye sokmayarak Kürt devletini fiilen kurdu! Saddam Hüseyin son olarak o bölgeye TSK ile ittifak yaparak 1996 yılında girebilmişti…

Dolayısıyla Kuzey Irak’ta Irak ordusunun olması, ABD’nin aleyhine ve bölgenin lehinedir.

Tek sıkıntı AKP hükümetinin de bölgenin aleyhinde olmasıdır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ekim 2011

, ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın